2. Psikoloji Üzerindeki Fizyolojik
Etkiler
Yeni psikolojiye rehberlik edip harekete geçiren fizyoloji
araştırmaları 19. yüzyılın son dönemlerinin ürünüdür.
Fizyoloji 1830'lu yıllarda özellikle Alman fizyoloğu Johannes
Müller'in etkisiyle deneysel yönelimli hale gelmiştir.
Müller, Berlin Üniversitesinde prestiji yüksek bir anatomi ve fizyoloji
profesörüydü.
En çok ses getiren yayınlarından «İnsan Fizyolojisi El Kitabı» yazdı.
Bu kitap dönemin fizyoloji araştırmalarını özetliyor ve geniş çaplı
bilgileri sistematik hale getiriyordu.
3. Müller «özgül sinir enerjisi» teorisiyle hem psikoloji hem de fizyoloji
açısından önemli bir bilim adamıdır.
Bir sinir uyarılmasının daima kendine özgü duyumu doğurduğunu,
çünkü her bir duyum sinirinin kendi özgül enerjisine sahip olduğunu
ileri sürmüştü.
Bu düşünce, sinir sistemindeki fonksiyonların yerlerini bulmaya ve
organizmanın çevresindeki duyusal alıcı mekanizmaların sınırlarını
belirlemeye yönelik pek çok araştırmayı teşvik etmiştir.
4. İlk birkaç fizyoloğun çalışmaları psikoloji açısından önemliydi
Bunlar beynin bölgelerinin hangi işlevlerden sorumlu olduğunu
keşfetmişler ve daha sonraları fizyolojik psikoloji alanında çokça
kullanılan araştırma metotlarını geliştirmişlerdi.
İskoçyalı doktor Marshall Hall refleks davranışlarının
araştırılmasındaki öncü kişiydi. Boynu kesilen hayvanların, uygun
uyarıcılara maruz kaldıklarında bir süre daha hareket etmeye
devam ettiklerini gözlemlemişti.
Hall, çeşitli düzeylerdeki davranışların beynin değişik bölgelerine ve
sinir sistemine bağlı olduğu sonucuna da ulaşmıştı.
İstemli davranışların Serebrum’a, refleks davranışların Omurilik’e,
istemsiz davranışların kas sisteminin doğrudan uyarımına ve
solunum hareketlerinin de Medulla’ya bağlı olduğunu varsaymıştı.
5. Pierre Flourens beynin çeşitli bölümlerini ve omuriliği sistematik
olarak tahrip ederek sonuçları gözlemlemişti.
Serebrumun yüksek düzeyli zihinsel süreçleri, orta beynin
bölümlerinin görsel ve işitsel refleksleri, beyinciğin koordinasyonu
ve medullanın da kalp atışı, solunum ve diğer hayatsal fonksiyonları
kontrol ettiği sonucuna ulaşmıştı.
Hall ve Flourens'in bulguları genel olarak halâ geçerli olmasına
rağmen bizim amaçlarımız açısından bize tanıttıkları yok etme
metodunun yanında ikincil bir öneme sahiptir.
Yok etme metodu; Temel olarak beynin bir bölümüne zarar
verilerek veya yerinden çıkarılarak, bu bölümün fonksiyonlarının
araştırılmasından ve bunun sonucunda hayvanın davranışlarında
oluşan farklılıkların gözlemlenmesinden oluşur.
6. 19. yüzyılın ortalarında beynin araştırılmasında iki ek deneysel yak
laşım daha geliştirilmiştir.
Klinik metot, 1861 yılında Paris yakınlarındaki bir akıl hastanesinde
cerrah olarak çalışan Paul Broca tarafından geliştirilmişti.
Broca, uzun yıllar boyunca anlaşılır şekilde konuşamayan bir adama
otopsi yapmıştı.
Otopsi, beyin kabuğunun üçüncü ön kıvrımında bir lezyonun
oluştuğunu ortaya koymuştu ve Broca beynin bu bölümünü
konuşma merkezi olarak nitelendirmişti. (O zamandan beri beynin
bu bölümüne Broca'nın alanı da denir).
7. Bu metot, yok etme metoduna faydalı bir ilave olmuştu çünkü
beyinlerinin bir bölümünün çıkarılmasını kabul edecek insan
deneklerin güvenliğini sağlamak zordu.
Bir tür "ölümden sonra yapılan yok etme metodunun uygulanması"
olarak düşünülebilen klinik metot, hasta ölmeden önceki
davranışsal durumundan sorumlu olduğu varsayılan hasarlı beyin
bölgesinin bulunmasına fırsat sağlıyordu.
8. Beynin araştırılmasına yönelik ikinci deneysel yaklaşım olan «beynin
elektriksel uyarımı» G. Fritsch ve E. Hitzig tarafından 1870'te
ortaya kondu. Bu yaklaşım , beyin kabuğunun zayıf elektrik
akımlarla keşfi esasına dayanır.
Fritsch ve Hitzig beynin belli kortikal alanlarının uyarılmasının kas
hareketleriyle sonuçlandığını keşfetmişlerdi. Daha ileri ve titiz
elektronik teçhizatların gelişmesiyle elektriksel uyarım metodu beyin
fonksiyonlarının araştırılmasında belki de en verimli teknik haline
geldi.
Beynin içinin haritasını çıkarmayı hedef edinen bilim adamlarından
Alman tıp doktoru Franz Josef Gali, ölmüş hayvanların ve insan
ların beyinleri üzerinde çalışmıştır. Araştırmaları sonucunda,
beyinde beyaz ve gri dokuların bulunduğunu ortaya koymuştur.
9. Gall'ın başlattığı kraniyoskopi ya da daha sonra aldığı isimle
frenoloji akımına göre kişinin kafatası, zihinsel ve duygusal
özelliklerini açığa vuruyordu.
Gali bu fikri savununca, meslektaşları tarafından saygı değer bir
bilim adamı yerine, bir şarlatan olarak görülmeye başlandı.
Gall'a göre vicdan, yardımseverlik ya da özsaygı gibi kişinin zihinsel
niteliklerinden, biri fazlasıyla gelişmişse kafatasının, bu niteliğin
idare edildiği bölgeye denk düşen kısmında bir çıkıntı göze
çarpıyordu.
Aynı şekilde kişinin bu niteliği zayıf kalmışsa bu bölgede bir girinti
oluşuyordu.
Çok sayıda insanın kafataslarındaki girinti ve çıkıntıları inceledikten
sonra Gali insan zihninin 35 niteliğinin kafatasındaki yerlerini tespit
etti.
11. Duyusal Merkezler
Eğilimler Hisler
Yaşama arzusu 10. Tedbirlilik
Beslenme arzusu 11. Onaylama eğilimi
1. Yıkıcılık 12. Özsaygı
2. Aşk eğilimi 13. Yardımseverlik
3. Çocuk sevgisi 14. Saygı
4. Bağlılık 15. Metanet
5. Yerleşik yaşam 16. Vicdan
eğilimi
17. Ümit
6. Savaşma eğilimi
18. Hayrete düşme
7. Gizlilik eğilimi
19. İdealizm
8. Aç gözlülük
20. Neşelilik
9. Yapıcılık
21. Taklit
12. Zihinsel Yetenekler
Algısal Düşünsel
22. Bireysellik 34. Karşılaştırma
23. Gruplaşma 35. Nedensellik
24. Büyüklük
25. Ağırlık ve direnç
26. Renk
27. Yer
28. Düzen
29. Hesaplama
30. Neticelendirme
31. Zaman
32. Ahenk
33.Dil
13. Gall'ın öğrencilerinden Johann Spurzheim ve İskoç frenoloji uzmanı
George Combe bu akımı yaygınlaştırmak için çalıştılar. Avrupa ve
ABD'de frenoloji (kafatası bilimi) üzerine seminerler verdiler,
sunumlar yaptılar ve dernekler kuruldu.
İnsan kafatasını okuyup yorumlamak o kadar yaygınlaştı ki birçok
Amerikan şirketi eleman işe alırken bu yöntemi kullanmaya başladı.
Bir çocuğun zeka düzeyini belirlemekten, evliliklerinde sorun
yaşayan çiftlere yardım etmeye varıncaya kadar çeşitli konularda
kullanıldı.
Frenolojinin günlük yaşamdaki sorunları çözmede kullanılabile
ceğine inanılması, bu akımın ABD'de başarılı olmasını sağladı.
20. yüzyılda da rağbet görmeye devam ettiyse de, beynin fonksi
yonlarının hangi bölgelerde gerçekleştiğini bilimsel olarak tespit
etmekte güvenilir bir yöntem olmadığı görüşü ağır bastı.
14. Gall'ın kraniyoskopi kuramına yöneltilen en güçlü eleştiriler, Pierre
Flourens'in beyin araştırmaları sonucu ortaya çıktı.
Flourens, kafatasının şeklinin altta yatan beyin dokusuyla
örtüşmediğini ve beyin dokusunun kafatası kemiklerinde çıkıntı ve
girintiler oluşturamayacak kadar da yumuşak olduğunu ortaya
koydu.
Flourens ve diğer fizyologlar, Gall'ın belli zihinsel fonksiyonları belli
bölgelerle hatalı bir şekilde bağdaştırdığını kanıtladılar.
15. 18 yüzyılın sonlarına doğru İtalyan araştırmacı Luigi Galvani sinir
akımlarının doğasının elektriksel olduğunu öne sürmüştü.
Oldukça hızlı ve ikna edici araştırmalar devam etmiş ve 19. yüzyıl
yarılandığında sinir akımlarının elektriksel doğası bir gerçek olarak
kabul edilmişti.
Sinir sisteminin temelde elektriksel sinir akımlarının bir iletkeni
olduğuna ve merkezi sinir sisteminin daha çok yön değiştirici bir
istasyon gibi işlev yaptığına inanılmıştı.
Sinir atomlarının beyindeki ve omurilikteki akış yönü, Zarago Üniver
sitesi Tıp Fakültesinde anatomi profesörü olan Santiago Ramony
Cajal tarafından ortaya çıkarıldı.
16. Mekanik ruh 19. yüzyıl felsefesine hakim olduğu kadar dönemin
fizyolojisine de hakimdi .
1840'lı yıllarda, çoğunluğu Johannes Müller'in ilk öğrencileri olan bir
grup bilim adamı «Berlin Fizik Topluluğunu kurdu».
Bu bilim adamları tek bir önerme üzerinde durdular: Canlı maddeler
de dahil olmak üzere, tüm fenomenler fiziksel terimlerle
açıklanabilirler.
Bu bilim adamlarının yapmayı umdukları şey fizyolojiyi fizikle
ilişkilendirmek veya ona bağlamaktı. Hedefleri, mekanik ruh ile
uyumlu bir fizyolojiydi.
17. Deneysel Psikolojinin
Başlangıcı
Dört bilim adamı psikolojinin temel konusu olan zihne deneysel
metotların ilk uygulamalarında doğrudan yer almıştır:
Hermann von Helmholtz, Ernst Weber, Gustov Theodor Fechner,
Wilhelm Wundt.
Bu dört bilim adamı da Alman’dı, fizyoloji alanında iyi bir eğitim
görmüşlerdi ve 19. yüzyılın ortalarında bilim ve fizyolojideki etkileyici
gelişmelerin farkındaydılar.
19. 19. yüzyılın en büyük bilim adamlarından Helmholtz; fizik, fizyoloji
ve psikoloji alanlarında pek çok bilimsel katkılarda bulundu.
Fechner ve Wundt'un da çabalarıyla birlikte, Helmholtz'un
çalışmaları yeni psikolojinin başlamasına yardımcı olmuştu.
Helmholtz insanların duyu organlarının bir makine gibi işlediğini
varsayan mekanik ve determinist yaklaşımlar üzerinde durmuştu.
Sinir akımlarının iletilerini telgrafın çalışma sistemiyle karşılaştırmak
gibi teknik benzetmelerden de hoşlanırdı.
Fizyolojik optik üzerine yaptığı çalışmasında gözün retina tabaka
sını incelemede kullanılan bir alet (optithalmoscope) icat etti
20. Helmholtz'un psikolojiyle ilgisi sinir akımlarının hızı, görme ve
duyma araştırmaları yoluyladır.
Helmholtz'un döneminden önce sinir akımının bir anda, en azından
ölçülemeyecek kadar hızlı yol aldığı düşünülürdü.
Helmholtz bir kurbağa ayağının bağıl kasını ve hareket sinirini
uyararak iletim hızının deneysel olarak ölçümünü sağladı. Bu
şekilde sinirsel uyarımın tam anının ve sonuçta ortaya çıkan
hareketin kaydedilmesi mümkün oldu.
21. Helmholtz'un sinir akımlarının nakil hızının bir anlık olmadığına iliş
kin kanıtı, düşünce ve hareketin daha önce zannedildiği gibi eş
zamanlı olarak ortaya çıkmadığı, ölçülebilir bir aralıkla birbirini
izlediği düşüncesini ortaya koyuyordu.
Helmholtz sinir akımlarının sadece hızlarıyla ilgilenmiş, bunun
psikolojik önemiyle ilgilenmemiştir.
Helmholtz'un araştırmalarının psikoloji açısından önemi daha
sonra, yeni psikolojinin önemli araştırma alanlarından birisi olan
tepki zamanı deneylerini yapmaya devam eden araştırmacılar
tarafından kabul edilmiştir.
Helmholtz'un araştırması psikolojik süreçlerin ölçülebilmesinin ve
üzerinde deney yapılabilmesinin mümkün olduğunu gösteren ilk
işaretlerden birisidir.
23. Araştırmalarında öncelikle duyu organlarının fizyolojisi ile ilgilendi.
Weber'in en göze çarpan ve süreklilik gösteren çalışmaları bu
alandadır.
Duyu organları hakkında daha önceden yapılan araştırmalar
neredeyse sadece görme ve duyma duyumlarıyla sınırlandırılmıştı.
Weber başta dokunma ve kas duyumu olmak üzere başka alan
larda da araştırmalar yaptı.
Dokunma duyusu üzerine yaptığı deneyler, psikolojinin çalışma
konusunda önemli bir değişikliği işaret eder.
Weber psikolojiyi doğa bilimlerine yakın görmüş ve zihnin
araştırılmasında deneysel incelemelerin yapılmasını kolaylaştırmaya
çalışmıştır.
24. Psikolojiye iki önemli katkısından birisi, «deri üzerindeki iki nokta
arasındaki ince farklılığı kesin bir şekilde deneysel olarak belirle
mesidir». Bir başka deyişle, deneğin iki farklı nokta duyumsadığını ilk ola
rak belirtmesinden önce, iki nokta arasındaki uzaklığın deneysel olarak be
lirlenmesidir. Deneğin deneyde kullanılan aleti görmesi engellenerek deri
sinin üzerinde kaç nokta (bir veya iki) hissettiğini belirtmesi istenir.
İki uyarım noktası birbirine çok yakınsa, denek oldukça net bir şekilde bir
nokta duyumsadığını ifade etmiştir. Pergele benzer bir alet kullanılarak iki
uyarım arasındaki uzaklık biraz daha artırılmış ancak, denekler gene de
«bir mi yoksa iki duyum mu hissettiklerine dair kesin bir şey
söyleyememişlerdir». Sonunda deneklerin daha net iki farklı noktada uya
rım hissettiklerini söyleyebilecekleri bir mesafeye ulaşılmıştır. Bu işlem iki
uyaran noktasının ayırt edilebildiği eşiği, iki nokta eşiğini gösterir.
Bu araştırma "eşik" kavramını gösteren ilk sistematik deneydir.
25. Weber iki nokta eşiğinin aynı organizmada vücudun farklı
bölümlerinde değiştiği gibi, aynı vücut bölümünde de organizmadan
organizmaya değiştiğini ortaya koymuştur.
Weber'in bu bulguları açıklama çabalarıyla hipotezini kurduğu
"duyusal çemberler "in (iki noktanın algılanmadığı alanlar) önemi
azaldığı halde, deneysel metodu önemini korumaktadır.
26. Weber ikinci büyük katkısıyla, psikolojinin ilk niceliksel yasasının
formüle edilmesini sağladı.
Weber ağırlıklar arasında ayırt edilebilen en küçük ağırlık farklılığını,
yani ancak fark edilebilir farkları belirlemek istedi. Bunu yapmak için,
birisi standart ötekisi karşılaştırma ağırlığı olmak üzere iki ağırlık
alarak deneklerin bunları kaldırmasını ve ağırlıklardan hangisini
daha ağır hissettiklerini bildirmelerini istedi.
Ağırlıklar arasındaki küçük farklar ağırlıkların aynı olduğu kararına
sebep olurken, bu farkın, artması ağırlıklar arasında eşitsizliğin
olduğu kararına sebep olmuştu. Araştırma ilerledikçe Weber iki
ağırlık arasındaki ancak gözlenebilen farkın standart ağırlık için 1:40
gibi sabit bir oran olduğunu buldu.
27. Weber daha sonra farklı büyüklüklerin ağırlıklarının ayırt
edilmesinde kas duyumlarının payını araştırmak istedi.
Deneklerin, ağırlıklar arasındaki farkı, ağırlıklar sadece ellerine
yerleştirildiği zamandan ziyade, bu ağırlıkları kaldırdıkları zaman
çok daha isabetli olarak ayırt ettiklerini fark etti.
Ağırlıklar kaldırılırken, hem dokunma hem de kas duyumları
oluşmaktaydı. Oysa ağırlıklar ele yerleştirildiğinde sadece dokunma
duyumu yaşanmaktaydı.
Ağırlıklar arası küçük farklılıklar, bu ağırlıklar ele yerleştirildiyse
1:30, kaldırıldığında ise 1:40 oranı içerisinde ayırt edilebildiğinden
Weber ayırt etme yetisinin içsel kas duyumlarından etkilendiği
sonucuna ulaşmıştır.
28. Weber'in araştırmaları kelimenin tam anlamıyla deneyseldir.
Weber kontrollü şartlar altında, uyarıcıyı sistematik olarak
değiştirmiş ve deneğin bu farklı etkiler karşısında yaşadığını
bildirdiği durumları kaydetmiştir.
Deneyleri geniş boyutlu başka araştırmaları teşvik etmiş ve sonraki
fizyologların dikkatlerini psikolojik fenomenlerin araştırılmasında
deneyin önem ve geçerliliğine odaklamalarına hizmet etmiştir.
Weber'in eşik ölçümüyle ilgili çalışmaları yeni psikoloji için çok
önemlidir. Ayrıca duyumların ölçülebileceğine dair kanıtları
gerçekten psikolojinin tüm alanlarını yoğun bir şekilde etkilemiştir.
30. Fechner 70 yıldan fazla süren aktif iş yaşamında birbirinden farklı
zihinsel meşgalelerle ilgilenmiş bir bilim adamıydı.
Ona en büyük ünü psikofizik üzerine yaptığı çalışmalar getirmiştir.
Fechner uzun saatlerini dinsel bilincini derinleştirmek amacıyla
meditasyon yaparak ve ruh meseleleriyle ilgilenerek geçirirdi.
Felsefeye yöneldiğinde tüm zeka gücünü ruh ve beden arasındaki
ilişkiye yöneltti.
Ruh ve bedenin, aynı temel bütünlüğün farklı yönleri olduğuna, yani
bu ikisinin aslında aynı olduğuna karar verdi.
31. Fechner duyumları ölçmenin iki yolu olduğuna inanıyordu, ilk olarak
bir uyarıcı var mı yok mu, duyumsandı mı duyumsanmadı mı bu
belirlenir
İkinci olarak, deneklerin duyumun ilk oluştuğu anı bildirmeleriyle
uyarıcının şiddetini ölçebiliriz ve bu da duyarlılığın mutlak eşiğidir.
Mutlak eşiğin altındaki uyarıcı şiddetinde denekler bir duyumun
varlığını bildirmezken, bu noktanın üzerindeki uyarıcı şiddetinde
denekler bir duyumdan söz etmiştir.
32. Psikofiziğin Metotları
Fechner'in sezgilerinin ilk sonucu, kendisinin daha sonra psikofizik
adını vereceği bir araştırma programının gelişmesi oldu.
Psikofizik kelimesi aslında kendi kendini tanımlar: (psikofizik, yani
ruh ve madde dünyasının ilişkisi).
Fechner , deneylerini yaparken bir metot geliştirmiş ve psikofiziğin
üç temel metodundan ikisini sistematik hale getirmiştir.
Bu metotlar bugün halâ kullanılmaktadır: Ortalama hata metodu,
sabit uyarıcı metodu ve limitler metodu.
Çalışmalarının resmi ve tam bir açıklaması 1860 yılında kesin
bilimlerin orijinal kitabı olan Psikofiziğin Elemanları'nda çıktı. Bu
kitap psikoloji biliminin gelişiminde en göze çarpan, orijinal
katkılardan birisidir.
34. Modern Psikolojinin Kurucu
Babası
Wilhelm Wundt formal ve akademik bir bilim olarak psikolojinin ku
rucusudur,
İlk psikoloji laboratuvarını kurdu
İlk dergiyi yayına hazırladı
ve bir bilim olarak deneysel psikolojiye başladı.
Duyum ve algı, dikkat, duygu, tepki ve çağrışım gibi alanları
araştırdı.
Wundt'tan sonraki psikoloji tarihinin çoğu onun psikoloji görüşüne
karşı olmasına rağmen, bu durum bir kurucu olarak onun başarıla
rını ve önemini azaltmadı.
36. Heidelberg'te fizyoloji araştırmaları yaptığı sırada, bağımsız ve
deneysel bir bilim olarak psikoloji fikri Wundt'un zihninde oluştu.
Yeni bir bilim olarak psikolojiyle ilgili ilk düşünceleri «Duyusal
Algılama Teorisine Katkılar» başlıklı kitabında yer aldı.
Wundt ilk kez «deneysel psikoloji'yi» ele aldı.
Fechener'in Psikofiziğin Elemanları (1860) adlı kitabıyla Wundt'un
bu çalışması çoğunlukla yeni bilimin literatür alanındaki doğuşu
olarak düşünüldü.
Wundt 1867 yılında, Heidelberg'te fizyolojik psikoloji dersi vermeye
başladı. Heidelberg'teki bu çalışmanın dışında sık sık psikoloji
tarihinin en önemli kitabı şeklinde anılan «Fizyolojik Psikolojinin
ilkeleri» 1873 ve 1874 yıllarında iki bölüm halinde basıldı.
37. Wundt'un şahaseri olan bu kitap psikolojinin kendine özgü
problemleri ve deneyleme metotlarıyla, bir laboratuar bilimi olarak
resmen kurulmasını sağlamıştır.
Uzun yıllar bu kitabın mütakip baskıları deneysel psikologlara bir
bilgi deposu ve yeni psikolojinin yükselişinin bir tutanağı olarak
hizmet etti.
19.yüzyılın ortalarında "fizyolojik" kelimesi Almancada "deneysel"
kelimesinin eşanlamlısı olarak kullanılıyordu.
Bu nedenle, Wundt bugün bildiğimiz fizyolojik psikolojiyi değil,
aslında deneysel psikolojiyi yazıp öğretiyordu.
38. Wundt, 1875 yılında, 45 yıl boyunca olağanüstü bir çalışma
sergileyeceği Leipzig'de felsefe profösörü oldu.
Leipzig'e gelmesinden kısa bir süre sonra kendi laboratuvarını açtı
ve 1881 yılında yeni bilimin ve yeni laboratuvarın resmi bir haber
organı olan «Felsefe Çalışmaları» dergisini çıkardı.
1906 yılında dergisinin adını «Psikoloji Çalışmaları» şeklinde
değiştirdi.
Wundt'a göre duyum ve algı gibi daha basit zihinsel işlevler
laboratuvar çalışmalarıyla incelenebilir ve incelenmelidir.
Oysa daha yüksek yapılı zihinsel süreçlerin deneyler yoluyla
araştırılması mümkün değildir. Çünkü bu zihinsel süreçler dil
alışkanlıkları ve kültürel eğitimin diğer yönleri tarafından
belirlenmiştir.
39.
40.
41. Kültürel Psikoloji
Wundt'un yeteneğini odaklaştırdığı başka bir alan da kültürel psiko
loji idi.
19001920 yılları arasında on ciltlik «Halk Psikolojisi» adlı kitabı
basıldı.
Halk psikolojisi veya kültürel psikoloji dilde, sanatta, efsanelerde,
gelenek ve göreneklerde, kanunlarda ve ahlakta kendisini gösteren
zihinsel gelişimin çeşitli aşamalarının araştırılmasını kendisine konu
edindi.
Bu çalışmanın psikoloji açısından önemi daha çok içeriğiyle ilgilidir
ve yeni bir bilim olan psikolojinin ikiye bölünmesine yardım etmiştir:
deneysel ve sosyal psikoloji.
42. Wundt'a göre duyum ve algı gibi daha basit zihinsel işlevler
laboratuvar çalışmalarıyla incelenebilir ve incelenmelidir.
Oysa daha yüksek yapılı zihinsel süreçlerin deneyler yoluyla
araştırılması mümkün değildir. Çünkü bu zihinsel süreçler dil
alışkanlıkları ve kültürel eğitimin diğer yönleri tarafından
belirlenmiştir.
Bu nedenle Vundt a göre yüksek düzeyli düşünme süreçleri ancak
sosyoloji, antropoloji ve sosyal psikolojinin deneysel olmayan
yaklaşımlarıyla etkili bir şekilde incelenebilir.
Wundt'un ulaştığı yüksek düzeyli zihinsel süreçlerin deneysel olarak
incelenmesinin imkansız olduğu sonucu çok geçmeden
çürütülmüştür.
43. Wundt’un kültürel psikolojinin önemini kabul edip 10 yılını bu alanın
gelişimine adamasına ve psikolojinin temel birimlerinden birisi
olarak düşünmesine rağmen, kültürel psikolojinin Amerikan
psikolojisi üzerindeki etkisi çok az olmuştur.
Böyle bir alan Almanya'da neden geniş bir kabulle karşılandığı halde
ABDde önemsenmedi?
n Wundt'çu psikolojinin kendisine ait versiyonunu Amerika'ya taşıyan
Titchener'in Wundt'un çalışmalarının bu bölümlerini, kendi yapısalcı
psikolojisiyle uyumlu olmadığı gerekçesiyle atlamasıdır.
n Muhtemel bir sebebi de yayın zamanıdır: 1900 ile 1920 yılları
arasındaki dönem. Birleşik Devletler'de Wundt’unkinden bütünüyle
farklı yeni bir psikoloji gelişiyordu.
44. Wundt'un Psikoloji Sistemi
Wundt psikolojisi eski doğa bilimlerinin deneysel metotlarını, özellik
le de fizyologların kullandığı metotları kullanmayı hedeflemiştir.
Bu bilimsel araştırma metotlarını yeni psikolojiye uygulamış ve
kendi ana temasını araştırmaya, fizik bilimlerinin izledikleri yolu
izleyerek başlamıştır.
Wundt'çu psikolojinin ana konusunu tek kelimeyle özetlemek
gerekirse bilinç (consciousness).
Bir anlamda 19. yüzyıl İngiliz empiristlerinin ve çağrışımcılarının et
kisi, Wundt sistemine yansımıştır.
45. Wundt'a göre: «Bir gerçeğin araştırılmasındaki ilk adım bu gerçeği
oluşturan unsurların tek tek tanımlanması olmak zorundadır».
Wundt'un sistemi, zihnin (bilincin) kendi kendisini düzenleyebilme
yeteneği üzerinde yoğunlaşmasından ötürü iradecilik
(voluntarism) olarak anıldı.
Voluntarizm kavramı, iradenin zihnin içeriğini yüksek düzeyli
düşünce süreçlerine doğru düzenleyebilme gücünü gösterir.
Wundt, zihinsel elemanların bizzat kendileri üzerinde durmamış,
daha çok bu elemanların aktif olarak organize olma ve sentezlenme
süreçleriyle ilgilenmiştir.
46. Wundt'a göre psikologların üzerinde çalışmaları gereken konular,
dolaylı yaşantılar değil, anlık yaşantılar olmalıdır.
Dolaylı yaşantılar bize deneyimin kendisi hakkında bilgi vermekten
ziyade bir şey hakkında bilgi veya malumat sağlar. Bu, bizim dünya
hakkında bilgi edinirken deneyimleri kullandığımızın alışılagelmiş
bir şeklidir.
Örneğin; bir çiçeğe bakar ve "çiçek kırmızıdır" deriz. Bu ifade bizim
birincil ilgimizin çiçekte olduğunu, o anda "kırmızı olma deneyimini
yaşadığımız" gerçeğinde olmadığını işaret eder.
Oysa, "çiçeğe bakma dolaysız yaşantısı" nesnenin kendi içerisinde
değil, daha çok kırmızı olan bir şeyin tecrübe edilmesindedir.
Bu yüzden, Wundt'a göre dolaysız yaşantılar yüksek düzeyli
yorumlardan bağımsız ve tarafsızdır.
47. İçebakış Metodu
Psikoloji bilinç deneyimlerinin (bilinçli yaşantıların) bilimi olduğuna
göre, psikolojinin metodu bu deneyimlerin gözlenmesini içermek
zorundadır.
Bir deneyimi onu yaşayan kişiden başkasının gözlemesi mümkün
değildir, bu yüzden psikolojinin kullanacağı metot içebakış,
Wundt'un deyimiyle içsel algı olmak zorundadır.
İçe bakışın kullanımı Wundt'la birlikte ortaya çıkan yeni bir metot
değildir; bu metodun Sokrates'e dek uzandığı biliniyor.
Asıl yenilik Wundt'un içebakış koşulları üzerinde deneysel kontrolü
tam olarak sağlama uygulamalarıdır.
48. İçebakışın psikolojide kullanılması fizik ve fizyolojiden
kaynaklanmıştır.
Örneğin, duyu organlarının çalışma şekli hakkında bilgi edinmek
isteyen bir araştırmacı, bir uyarıcıyı duyu organlarından birisine
uygular ve deneklerden kendilerinde oluşan duyumu bildirmelerini
ister.
Bu, Fechner'in psikofizyolojik metotuna benzemektedir. Denekler iki
ağırlığı karşılaştırıp bunlardan hangisinin daha ağır veya daha hafif
veya ikisinin eşit ağırlıkta olduğunu bildiklerinde, aslında kendi bilinç
yaşantılarını bildirmekte, yani bir iç gözlem yapmaktadırlar. "Acık
tım" dediğinizde kendi içsel dünyanızda hissettiğiniz bir durumu
bildiriyor, yani gene iç gözlem yapıyor olursunuz.
49. Wundt içebakış metodunun laboratuvarda uygun şekilde kullanımı
için kesin kurallar bildirmiştir:
1) Gözlemciler sürecin ne zaman başlayacağını belirleyebilmek
zorunda
2) Gözlemciler hazır olma veya "dikkat kesilme" durumunda olmak
zorunda
3) Gözlemi birkaç defa tekrar etmek mümkün olmalı;
4) Deneysel koşullar uyarıcının kontrollü manipulasyonu açısından
değişikliklere elverişli olmak zorunda
Son koşul, deneysel metodun esasını yerine getirir: uyarıcı durumunun
koşullarını değiştirmek ve deneklerin yaşantılarında oluşan nihai
değişiklikleri gözlemek.
50. Wundt dışsal algının tıpkı astronomi ve kimya için gereken verilerin
sağlanması gibi kendi iç gözlem şeklinin de içsel algının psikolojiyi
ilgilendiren problemler için gereken tüm ham bilgiyi vereceğine
inanıyordu.
Dışsal algıda, gözlemin odağı gözlemcinin dışındadır, örneğin bir
yıldızın veya bir test tüpünün içerisindeki kimyasal karışımın
reaksiyonu gibi.
İçsel algıda ise gözlem odağı gözlemcidir, yani onun bilinçli
deneyimleridir.
51. Bilinç Deneyimlerinin Öğelerini
Organize Etme
Duyumları (sensations) deneyimlerin başlangıç şekillerinden birisi
olarak düşündü (duyumlar herhangi bir duyu organının uyarılması
sonucu oluşan sinirsel akımın beyne ulaşmasıyla oluşur).
Wundt duyumları yoğunluklarına, sürekliliklerine ve duyum boyutuna
(görme, duyma gibi) göre sınıflandırdı.
Duyumlar ve hayaller arasında önemli bir fark olmadığını, çünkü
hayallerin de beyin kabuğunun uyarılmasıyla oluştuğunu kabul etti.
Ruh ve bedeni, birbirine paralel fakat birbirini etkilemeyen sistemler
olarak ele almıştır.
Ruh bedene bağımlı değildir, dolayısıyla kendi başına etkili bir
şekilde araştırılabilir.
52. Duygular (feelings) deneyimlerin bir başka başlangıç şeklidir.
Wundt duyum ve duyguların, dolaysız yaşantıların eş zamanlı olarak
ortaya çıkan yönleri olduğunu düşünmüştür.
Duygular duyumların öznel tamamlayıcılarıdır ancak doğrudan
doğruya bir duyu organından doğmazlar.
Duyumlara belirli duygu özellikleri eşlik eder ve duyumlar ne zaman
daha karmaşık bir durum oluşturmak üzere bir araya gelseler,
duyumların bu kombinasyonu bir duygu özelliğini doğurur.
53. Wundt kendi içebakışsal gözlemlerinden yola çıkarak oldukça tartış
malı üç boyutlu duygu teorisini geliştirdi.
Düzenli aralıklarla, duyulabilir düzeyde şıkırtı sesi çıkaran bir metro
nom ile çalıştı. Bir dizi şıkırtı sesi dinledikten sonra, kimi ritmik ses
örneklerini, diğerlerinden daha hoş ve güzel bulduğunu bildirdi.
Buradan yola çıkarak herhangi bir ses örneğinin öznel memnuniyet
ve hoşnutsuzluk duyguları uyandırdığı sonucuna vardı.
Bunlar: hoş olanhoş olmayan, gerilimrahatlama, heyecan
çöküntü.
Her duygunun bu üç boyutlu aralığın içinde bir yere
yerleştirilebileceğini ifade etmiştir.
Coşkuların, bu temel duyguların karmaşık bir bileşkesi olduğuna ve
bu temel duyguların üç boyutlu aralık içerisindeki yerlerinin etkin bir
şekilde tanımlanabileceğine inanmıştı.
55. Hermann Ebbinghaus öğrenme ve hafıza konularını deneysel olarak
inceleyen ilk psikolog
Bunu yapmakla sadece Wundt'a meydan okumadı, ayrıca çağrışım
ve öğrenme konularıyla ilgilenme yollarını kökten değiştirdi.
1876 yılında, Wundt'un laboratuvarını açmasından üç yıl önce,
Ebbinghaus Londra'da bir kitap sergisinden Fechner'ın Elemente
der Psychophysik kitabının ikinci el bir kopyasını satın aldı.
Bu tesadüfi karşılaşma onu ve yeni psikolojiyi derinden etkiledi.
Fechner'in psikolojik fenomenlere matematiksel yaklaşımı
Ebbinghaus için heyecan verici bir çıkıştı.
Fechner'in katı sistematik ölçümlerle psikofizik için yaptıklarının
aynısını bellek çalışmaları için yapmayı aklına koydu.
Deneysel metodu yüksek düzeyli zihinsel süreçlere uygulamayı
istedi ve bellek alanında çalışmalara başladı.
56. Öğrenme Üzerine Araştırmalar
Ebbinghaus çağrışımın nasıl şekillendiğini belirlemeye çalıştı.
Ebbinghaus konuya tamamen farklı bir noktadan yaklaştı:
çağrışımların oluşumu. Bu yolla çağrışımların hangi koşullar altında
oluştuğunu kontrol etmek ve böylece öğrenme araştırmalarını daha
nesnel bir şekilde gerçekleştirmek mümkün oluyordu.
Deneysel psikolojide yaratıcı dehanın en büyük gösterilerinden birisi
sayılan Ebbinghaus'un öğrenme ve unutma araştırması tamamen
psikoloji problemlerinden oluşan bir alanın ilk denemesiydi.
Ebbinghaus'un seçtiği mesele, öğrenme ve bellek konuları o güne
dek deneysel olarak araştırılmamıştı ve Wundt bunun mümkün
olmadığını da belirtmişti.
57. Öğrenmenin esas ölçümü için, hatırlamanın bir şartı olarak
çağrışımların sıklığı prensibi üzerinde yoğunlaşan çağrışımcıların bir
tekniğini uygulamaya aldı.
Öğrenme materyalinin zorluğunun, bu materyalin bir kez mü
kemmel bir şekilde ortaya konulabilmesi için gereken tekrar
sayısının hesaplanmasıyla ölçülebileceğini düşündü.
Ebbinghaus, birbirinin aynı olmayan fakat, benzer hece listelerini öğ
renme materyali olarak kullandı ve kendi sonuçlarının
doğruluğundan emin olmak için görevini sık sık tekrar etti. Bu yolla
değişken hatalarının denemeden denemeye birbirlerini dengelemesi
ve daha sonra ortalama bir ölçümün alınması mümkün oluyordu.
58. Anlamsız Hecelerle Yapılan Araştırmalar
Ebbinghaus araştırmalarında öğrenilecek materyal için, günümüzde
anlamsız heceler (nonsense syllables) olarak bilinen ve öğrenme
ve çağrışım araştırmalarında devrim yapan bir dizi hece
oluşturmuştur.
Varolan çağrışımlar materyalin öğrenilmesini kolaylaştırıyordu.
Ayrıca bu çağrışımlar denemeler sırasında da var olduğundan
bunların anlamlı bir şekilde kontrol edilmesi mümkün olmuyordu.
Ebbinghaus hiçbir geçmiş bağlantısı olmayan, tamamıyla homojen,
herkes için eşit derecede yabancı öğrenme materyalleri arıyordu. İki
sessiz harfin arasına bir sesli harfin getirilmesiyle oluşturulan
anlamsız heceler, örneğin lef, yit, beç vs. bu koşulu karşılıyordu.
Sesli ve sessiz harflerin mümkün olan bütün kombinasyonlarını
kartlara yazdı ve elde ettiği 2300 heceyi öğrenme için rastgele
seçim yapmak üzere hazırladı.
59. Ebbinghaus öğrenme ve hatırlama üzerindeki çeşitli koşulların
etkisini belirlemek üzere birçok deney düzenledi.
Bu deneylerin sonuçları;
Anlamsız materyallerin öğrenilmesinin, anlamlı materyallere göre
yaklaşık dokuz kat daha zor olduğu
Uzun öğrenme materyallerinin daha fazla tekrar gerektirdiği,
dolayısıyla daha uzun zamanda öğrenildiği
Hece başına düşen ortalama sürenin öğrenilecek hece listesinin
uzunluğunun artmasıyla önemli derecede arttığını buldu.
Ebbinghaus'un çalışmalarının önemi; dikkatle kontrol edilmiş koşul
lardan, verilerin niceliksel analizinden ve toplam öğrenme zamanı ile
hece başına düşen zamanın hece listelerinin uzunluğuyla birlikte
arttığı bulgusundan kaynaklanmaktadır.
60. Zamanın etkisi üzerine yaptığı çalışmalar Ebbinghaus'un ünlü
unutma eğrisini meydana getirdi. Bu eğri, öğrenme materyalinin
öğrenme faaliyetini izleyen ilk birkaç saat içinde daha hızlı, daha
sonra ise çok daha yavaş unutulduğu göstermektedir
.
Tüm araştırma sonuçlarını 1885 yılında önemli bir eser olan Bellek
Üzerine isimli kitabında yayınladı.
1890 yılında bir laboratuvar açtı ve bir fizikçi olan Arthur König ile
Duyu Organlarının Fizyolojisi ve Psikolojisi Dergisi'ni kurdu.
1897'de bir cümle tamamlama testi geliştirdi. Bu test muhtemelen
yüksek düzeyli zihinsel süreçlere yönelik bilinen ilk başarılı testtir ve
bunun değiştirilmiş şekli günümüz genel zeka testlerinin çoğunda
kullanılmaktadır.
61. Ebbinghaus'un çalışmaları çağdaş psikolojinin temel konularından
birisi olan çağrışım ve öğrenme konularına nesnelliği, sayılarla ifade
edebilmeyi (niceliği) ve deneylemeyi getirdi.
Ebbinghaus'un çalışmaları, bilimsel metodun da yardımıyla,
çağrışım kavramını salt bir kurgu olmaktan araştırılabilir olmaya
doğru yön değiştirmiştir.
Öğrenme ve bellek hakkında ulaştığı sonuçların büyük kısmı,
bunların yayınlanmasından bir asır sonra bile geçerliliğini
korumuştur.
62. Georg Elias Müller(1850-1934)
Bir fizyolog ve filozof olan Müller'in psikolojiye karşı yoğun bir ilgisi
vardı.
1881'den 1921 yılına dek, Müller'in iyi donatılmış laboratuvarı
Leipzig laboratuvarı ile rekabet etmiştir
Müller renk görmesi üzerine kayda değer çalışmalar yapmıştır.
Fechner'in psikofizik çalışmalarını ayrıntılarıyla açıklamış ve
eleştirmiştir.
Müller'in araştırma katkıları öylesine önemliydi ki Titchener,
Deneysel Psikoloji'sinin ikinci cildini iki yıl ertelemiş ve böylece
Müller'in son kitabından istifade edebilmişti.
Müller, Ebbinghaus'un başlattığı öğrenme ve bellek üzerine
deneysel çalışmalar alanında çalışan ilk araştırmacılardan birisiydi.
63. Dikkatle yürüttüğü araştırmaları Ebbinghaus'un bulgularının çoğunu
doğrulamış ve genişletmiştir.
Ebbinghaus'un yaklaşımı katı bir nesnellik taşıyordu ve öğrenme
görevlerini yerine getirirken kendi zihinsel süreçleri hakkında oluşan
iç gözlemlerini kaydetmemişti.
Müller bu raporların öğrenmeyi çok mekanik veya otomatik
görünümlü bir süreç yapmaya yönelttiğini düşünüyordu. Zihnin
öğrenme sürecinde çok daha aktif bir şekilde yer aldığı düşünüyordu
ve Ebbinghaus'un nesnel metotlannı kullanıyor olmasına rağmen
kendi iç gözlemsel raporlarını da ekliyordu.
Ulaştığı sonuçlar öğrenmenin mekanik bir şekilde başlayıp
sürmediğini gösteriyordu. Bunun anlamı deneklerin, öğrenme
materyalinin bilinçli bir şekilde gruplandırılması ve organize edilmesi
sürecinde, hatta anlamsız hecelerde anlamlar bulma sürecinde
dahi çok daha aktif olarak yer aldığıydı.
64. Müller laboratuvarda unutmanın bozucu etkileri teorisini öneri olarak
sunan ve gösteren ilk kişidir.
Bu görüşe göre, unutma bellekteki bir bozulmanın fonksiyonu
olmaktan çok, yeni öğrenme materyalinin önceden öğrenilenlerin
hatırlanmasına müdahalesi sonucu oluşur.
Müller laboratuvarındaki asistanı Friedrich Schumann ile birlikte
öğrenilecek materyalin hep aynı şekilde sunumunu mümkün
kılacak dönen bir bellek trompeti geliştirdi.
Bu aygıt öğrenme ve hafıza problemleri üzerine yapılan
araştırmaların nesnelliğini ve kesinliğini artırdığı için önemliydi.
66. Brentano’nun en ünlü çalışması olan «Ampirik Hareket Noktasından
Psikoloji»1874 yılında yayınlandı.
Kitabı, Wundt'çu düşünceye doğrudan muhalefet etmiş böylece
yeni psikolojinin içindeki belirgin fikir ayrılıklarını ortaya koymuştu.
Psikoloji içerisindeki farklı etkilerinden dolayı Wundt'çu olmayan
psikologların en önemlilerinden birisidir.
Wundt psikolojisi deneysel, Brentano'nun yöntemi ise ampirik idi.
Brentano deneysel metodu reddetmemesine rağmen, ona göre
psikolojinin birincil yöntemi deney değil, gözlemdi.
Ampirik yaklaşımın faaliyet alanı genellikle daha geniştir, çünkü bu
yaklaşım, verileri deneyden olduğu kadar gözlem ve bireysel
tecrübelerden de elde eder.
68. Stumpf un ilk psikoloji yazıları uzay algısı ile ilgiliydi fakat en etkili
çalışması 1833 ve 1890 yıllarında iki cilt halinde ortaya çıkan Ses
Psikolojisi idi.
Bu çalışması ve müzikle ilgili diğer çalışmaları müzik psikolojisi
araştırmalarında öncü birer güç oldu.
Stumpf psikolojinin öncelikli verilerinin olaylar (fenomenler) oldu
ğunu ileri sürmüştür.
Bir tür iç gözlem olduğunu düşündüğü fenomenoloji tarafsız
deneyimlerin bir deneyimin ortaya çıktığı anın incelenmesini içerir.
Stumpf deneyimlerin kendilerini oluşturan elemanlara parçalanması
konusunda Wundt’la hemfikir değildi.
Stumpfun iddiasına göre böyle yapmak deneyimleri doğal olmaktan
çıkarıp suni ve soyut bir hale getirirdi.
69. Stumpfun bir öğrencisi olan Edmund Husserl daha sonra
fenomenoloji öğretisini geliştirmiştir.
Almanya’daki fenomenoloji hareketi başta Gestalt psikolojisi olmak
üzere, diğer psikoloji formlarının oluşmasına öncülük etmiştir.
«Berlin Çocuk Psikolojisi Derneğini» kurmuş ve duyguların duyuma
indirgenmeye çalıştığı coşku teorisini yayımlamıştı.
Stumpf, Wundt'tan bağımsız olmayı sürdüren ve böylelikle
psikolojinin sınırlarının genişlemesi için mücadele eden birkaç
Alman psikologdan birisidir.
71. Başlangıçta Wundt'un takipçisi olan Külpe bir grup öğrencinin,
psikoloji üstatlarının (Wundt gibi) çalışma sınırlamalarından
ayrılmalarına kılavuzluk etmiştir.
Bir ders kitabı olan Psikolojinin Anahatlarinı kaleme aldı. 1893
yılında yazılan bu kitap Wundt'a ithaf edildi.
Külpe bu kitabında psikolojiyi, «deneyimi yaşayan bireye bağlı
deneyim olgu bilimi» olarak tanımladı.
Külpe 1894 yılında Würzburg'da profesör oldu ve iki yıl sonra hemen
hemen Wundt'un Leipzig labarotuvarı kadar önemli olan bir
laboratuvar kurdu.
Würzburg'un etkisi altında kalan öğrenciler arasında birkaç
Amerikalı da vardı. Bunlardan birisi olan James Rowland Angell
işlevselciliğin gelişmesindeki en önemli şahsiyetlerden birisidir
72. Bellek laboratuvarda araştırılabiliyorsa (bellek, Hermann
Ebbinghaus tarafından deneysel olarak araştırılmıştı) düşünce niçin
araştırılmasın?
Aralarında bellek, düşünce ve duyguların da dahil olduğu yüksek
düzeyli zihinsel süreçlere ilk defa sistematik deneyler uygulandı.
Külpe, bu meseleyi ortaya koyarak ilk danışmanı olan Wundt’a
doğrudan muhalefet etmiş oldu
Çünkü, Wundt yüksek düzeyli zihinsel süreçlerin deneysel olarak
araştırılamayacağını vurgulamıştı.
73. Külpe, sistematik deneysel iç gözlem adı verilen bir metot
geliştirmişti.
Bu metot deneklerin karmaşık bir görevi yerine getirdikten sonra bu
görev sırasında yaşadıklarının geçmişe dönük bir raporunu
sunmalarını yani bir anılama yapmalarını içeriyordu.
Bir başka deyişle, denekler düşünme veya hüküm verme gibi bazı
zihinsel süreçleri yerine getirmek ve ardından o esnada nasıl düşün
dükleri veya karar verdikleri üzerine incelemeler yapmak
durumundaydılar.
74. İmgesiz Düşünce
Wundt'un bakış açısı bilinç deneyimlerinin, kendilerini oluşturan
duyusal ve imgesel elemanlara indirgenebileceği üzerinde
duruyordu.
Wundt bütün deneyimlerin duyumlardan veya imgelerden
oluştuğunu söylemişti.
Külpe'nin düşünce süreçlerinin doğrudan iç gözlemi programı, tam
tersi bir bakış açısını destekleyen kanıtlar bulmuştu: düşünme
herhangi bir duyusal veya imgesel içerik olmadan da oluşabilir.
Bu bulgu düşüncenin herhangi özel bir imge içermediği düşüncesine
atıfla imgesiz düşünce olarak tanımlandı. Böylece bilincin duyusal
olmayan bir şekli veya yönü tanımlanmış oldu.
75. Wundt, Würzburg'un iç gözlem şeklini "uyduruk" deneyler olarak
adlandırdı ve metotlarının gerçekte deney ve iç gözlemi
kapsamadığını öne sürdü.
Würzburg'un psikoloji tarihindeki en önemli katkısı motivasyon konu
su üzerine yaptığı vurgudur.
Ayrıca, Würzburg'un, deneyimlerin sadece bilinç unsurlarına değil,
bilinçsiz yönlendirici eğilimlere de bağlı olduğuna ilişkin kanıtları
davranış üzerinde bilinç dışı belirleyicilerin rolünü akla getirmiştir.
Davranışın bilinç dışı belirleyicileri, Freud'un sistematik
düşüncesinin önemli bir bölümünü oluşturur.
76. Bütün farklılıklarına rağmen, ilk psikologların amacı aynıydı:
«bağımsız bir psikoloji bilimi geliştirmek».
Wundt, Ebbinghaus, Brentano, Stumpf ve diğerleri geri dönülmez bir
şekilde insan doğasına ait çalışmaları değiştirmişlerdi
Aralarında pekçok farklılık olmasına rağmen, Alman psikologlar
ortak bir teşebbüsle hareket ettiler.
Onların yetenekleri, gayretleri ve çalışmalarının ortak doğrultusu,
Alman Üniversitelerindeki gelişmeleri, psikolojideki yeni hareketin
merkezi yaptı.
Almanya yeni hareketin merkezi olmayı uzun süre
sürdüremedi.Wundt'çu psikolojinin bir başka versiyonu, Wundt'un
öğrencisi E.B. Titchener tarafından Amerika’ya getirildi.