SlideShare a Scribd company logo
1 of 14
Download to read offline
Bu e-kitap mobidik.com’da yaratılmıştır. Tüm hakları
yazara/yayıncıya aittir.
Bu e-kitap size özel olarak lisanslanmıştır. E-kitabın satışı ya da başka
kişilere dağıtılması yasaktır. Bu e-kitabı başka kişilerle paylaşmak için
mobidik.com üzerinden hediye edebilirsiniz.
Eğer bu e-kitabı satın almadan veya mobidik.com üzerinden
indirmeden okuyorsanız, lütfen e-kitabı mobidik.com üzerinden satın
alınız veya indiriniz. Yazarın hakkına ve emeğine saygı duyduğunuz
için teşekkür ederiz.
www.e-kitap.biz
www.e-kitap.in
Yazar: Em Chainey
BEYAZ GÜL & GENÇ KIZ dedim bu hikayeye, ya da BEYAZ
GÜLÜN LANETİ
Hangisini daha çok sevdiyseniz o olsun, keyifli okumalar….
Bu hikaye bir Self Publishing eseridir ve sadece yazarı onu
dilediği mecralarda paylaşabilir. Her hakkı saklıdır.
https://www.goodreads.com/book/show/20657555-beyaz-g-l-ve-
gen-k-z
Beyaz bir gülün bile karanlık bir tarafı olabileceğini kim
bilebilirdi ki?...
Rozi Fanus'a bir şeyler oluyordu. On yedi yaşına basmasına
haftalar kala ruhundaki karanlık taraf uyanmaya başladı. Ömrü
boyunca beyaz güller içinde yetişmiş ve gül bahçesinden başka
bir şey görmemiş olan kız, şimdi içinde büyüyen karanlık ile karşı
karşıya kalmıştı. Artık her şey tehdit altındaydı. Lanet gerçek
olmak üzereydi. Bir hayat pahasına tüm hayatlar kurtulacaktı.
Ancak ya o hayat dünyaya tutunacak ve intikamını alacak kadar
güçlüyse?
İKİ SON, BİR BAŞLANGIÇ
Averdas Ülkesi’nin en gözde şehrinde, başkent Whitus’ta sıradan bir günün sabahında
ülkenin en güzel beyaz güllerini üreten botanik bahçesinin sahibi Milva Fanus
atalarından kalan ihtişamlı bahçesini denetime çıkmıştı. Çalışanlar işlerinin başına
geçmişlerdi ve bitkilerin ihtiyaçlarını büyük bir özenle karşılıyorlardı. Çoğu Dominus
denilen üst tabakanın görevlendirmiş oldukları Minuslardandı bu işçiler.
Minuslar, Versusların bir üst tabakası idi, Dominusların ise bir alt tabakasıydılar.
Dominuslar ülkenin en güzel yerlerinde yaşayan, en güzel giysileri giyen, hatta en güzel
güllerin onlar için yetiştirildiği bir ırktı ve bulundukları bu ada ülkesini onlar
yönetiyorlardı. Minuslar ise onların yanında çalışan ve nimetlerinden az da olsa
faydalanan bir topluluktu. Versuslar ise en alt tabakaydılar ve deyim yerinde ise en pis
işleri onlar yapmaktaydı. Averdas’ın kenar bölgelerinde oturuyorlar ve ailelerinin
asgari ihtiyaçlarını sağlamak için gündüz-gece çalışıyorlardı.
Milva bir minus idi, ırkının en gözdelerindendi. Babası Kirva ve annesi Silva da öyle.
Milva’nın sevgili eşi Hirna ise birkaç yıl önce ölmüştü. Milva onun gizemli hastalığını iyi
edecek bir bitki bulamamıştı.
Milva –hayatta tek büyük isteği bir çocuk sahibi olmaktı- evliliğinden yıllar ancak sonra
hamile kalabilmiş ve çocuğu ölü doğurmuş, onu ağlayarak ve kahrolarak onu toprağa
vermişti. Tam da o gün dominuslar için çalışan kız kardeşi ve ikizi olan Jilva ona anasız-
babasız kalmış bir bebek getirmişti. Milva bu bebeğin kimin bebeği olduğunu öğrenince
çok şaşırmıştı. İlk önce bebeği kabul etmek istemedi, ne de olsa bundan dolayı başı çok
büyük derde girebilirdi ve o dominuslara karşı gelenlere neler yapıldığını birinci elden
bilen biri olarak bunu asla göze alamazdı.
Kızın annesi olan genç kız ile konuşmaya gittiğinde onunla görüştürmediler ve hasta
olduğunu söylediler. Sonra da onun ölüm haberi tüm Averdas’ta yayıldı. Milva buna çok
üzüldü, şimdi bu kızı bırakamazdı, onu derhal himayesine almıştı. Bu kız onun için
gelmişti besbelli ki. Kıza Rozi Fanus adı verilmişti. Rozi gerçek annesi gibi menekşe rengi
gözlere, gül rengi dudaklara ve bembeyaz bir tene sahipti. Rozi Fanus… Küçük menekşe
gözlü güzel Rozi…
Aylar geçtikçe dehşet verici bir şey ortaya çıkmıştı. Kızın saçları beyazdı, hem de
bembeyaz. Bu da kendini bildi bileli Averdas’ta her yerde anlatılan talihsiz bir ırk ile
ilgili söylentiyi aklına getirdi: “Yasak hükme karşı gelenlerin dünyaya getirdiği kırmalar,
beyaz saçla doğarlar ve bembeyaz saçlarla ve dilsiz bir mevcudiyet ile lanetlenirler. Ve
lanet herkese zarar vereceği için hemen öldürülmelidirler.”
“Peki, neden?” demişti Milva genç bir kızken annesine. Annesi ise şöyle cevap vermişti:
“Üç ırktan herhangi ikisi eğer birbiri ile ilişki kurup bir de kırma bir çocuk dünyaya
getirmeye vesile olurlarsa, anne-baba lanetlenir, delirirler ve intihar ederler. Çocuk ise
bu laneti üstüne alır ve on yedi yaşına gelene kadar hala öldürülmemiş ise dili açılır;
ancak öyle şeyler söyler ki karanlık bir zihnin ürünü olur bu sözler. Kırma hem kendine
hem de etrafına zarar vermeye başlar. Zihni bulanır, karanlık tarafa geçer ve kendi zihnin
ürettiği zehir ile mükemmel insanlığımızı zehirlemeye başlar. Bu noktada dominuslar
devreye girer ve kırmayı infaz ederler; ancak bunun da bir bedeli vardır: Kırma idam
edildiğinde karanlık varlığı dominus ırkından birine geçer. Eğer bir dominus yeterince
güçlü değilse ve bu karanlığa yenik düşerse işte o zaman her şeyin sonu gelir…”
Milva kızın annesini hatırladı. Tanıdığı bu genç kız nasıl böyle bir yanlışa düşmüştü? Kıza
baktı ve babasını merak etti. Kimdi acaba? Artık ölmüş olmalıydı. Ah Jilva ah… Kıza
saplantılı derece bu denli bağlanmışken, bir an olsun onu yanından ayırmak istemezken
onu unutması imkansızdı. Milva bu talihsiz söylentiyi unutmak ve unutturmak için
bitkilerden kıza saç boyası yaptı ve her seferinde kızın saçlarını kendi saç rengi olan
kestane rengine kusursuz bir şekilde dönüştürmeyi başardı. Ve kızın sessizliğine de bir
çözüm bulmuştu –ki lanetin gerçekleşmesinden de onu koruyacaktı, kimse onu görmezse
ne olabilirdi ki? Onu herkesten sakınıyordu, kız ile kimseyi görüştürmüyordu. Rozi
etrafına örülmüş bembeyaz güllerden örülü bir bahçenin içinde, değil Averdas’ı
kocaman Fanus bahçesini bile bilmeden yaşadı yıllarca. Yıllar birbirini kovaladı ve Rozi
Fanus’un on yedisine girmesine sadece birkaç hafta kalmıştı.
***
Rozi, dalındaki nadide beyaz güle baktı. Bir an sanki gülün yapraklarının alev aldığını
ve gülün içine kan dolduğunu görür gibi oldu. Şaşkınlıkla gözleri açıldı. Ellerini uzattı ve
uzun bir diken uzattığı parmağına battı. Parmağını çektiğinde kendi kanının siyah
olduğunu gördü, kanı akıyor, güle damlıyor ve oradan da toprağa karışıyordu. Rozi,
büyülenmiş ve dehşete düşmüş bir şekilde parmağından oluk oluk akan kana baktı. Kan
gittikçe artıyor ve gülü simsiyaha boyuyordu. Parmağı da morarmaya başlamıştı. Rozi
başının döndüğünü ve boğazının yanmaya başladığını hissetti.
“Rozi, sen neye bakıyorsun tatlım? İyi misin, bir şey mi var?”
Genç kız bir an Milva’ya baktı, daha sonra da parmağına baktı ve orada hiçbir şey
olmadığını gördü. Parmağı sapasağlam yerindeydi, en küçük bir iz bile yoktu. Mide
bulantısı da geçmişti, yine eskisi gibiydi. Beyaz gül de bütün ihtişamı ve mükemmelliği
ile karşısında duruyordu. Dış yaprakları neredeyse şeffaftı ve ipek gibi parlıyordu. Rozi
yok bir şey der gibi elini salladı ve kadına güzel bir gülümseme bahşetti.
Milva genç kıza gülümsedi ve gelip ona sıkıca sarılıp yanağına bir öpücük kondurdu.
Bembeyaz bir gül kadar narin olan bu kız kadar masumunu, iyisini ve güzelini
görmemişti. Onun Rozi’si nasıl kötü olabilirdi ki, nasıl lanetli olabilirdi?
***
Rozi içinde uyanan yeni hislere bir anlam veremiyordu. Her geçen gün yeni bir
huzursuzluk baş gösteriyordu. Üç gün önce uykusunda ona kötü şeyler fısıldayan biri
vardı. Ona şöyle seslenmişti:
“Öldür onları! Onlar seni öldürmeden sen öldür onları! Ailenin intikamını al! Annenin,
babanın… Onlar sadece aşkın kurbanı değiller, masum bildiklerinin de kurbanı onlar…
Şimdi… öldür onları ROZİ!!!”
Rozi dehşet içinde uyanmış ve etrafına bakmıştı. Gül bahçesinin içindeki odasındaydı.
Gizli eller kalbini sıkıyor, zihnini allak bullak ediyordu. Kalktı ve küçük bahçenin
kapısına gitti. Kapı kilitliydi, ne kadar açmaya çalışırsa çalışsın yapamadı. Duvarın
dibine çökmüş ve saatlerce uyanık bir biçimde zihninde yankılanan sesleri dinleyerek
ağlamıştı.
Sonraki gün kollarındaki yaralar baş göstermişti. Milva’ya kollarını göstermiş ama Milva
ona öylece bakmış ve “Ne oldu tatlım, kolların mı ağrıyor?” demişti. Görmemişti, Milva
kollarında gittikçe artan mor renkli yaraları görmemişti. Ancak garip bir şekilde o
yaralar birkaç saniye sonra birden kaybolmuştu.
En sonuncusu en kötüsüydü. İki kişi çığlık atıyordu. Bir kadın, bir erkek. Rozi gecenin
karanlığını yırtan bu çığlıkları durdurmak için odasından çıkmak istemişti, ancak kapıyı
açamamıştı.
Ertesi gün genç kız çok durgundu. Milva dışarıdaydı. Rozi de çok huzursuzdu ve
hayatında ilk defa içini kemiren bir meraka kapılmıştı. Dışarıda ne vardı? Bu bahçe gibi
bir bahçe miydi dışarısı? Onun gibi başkaları var mıydı? Rozi iç bahçenin kapısına gitti,
kilitliydi. Anahtarlar hep Milva’nın yanında olurdu. Rozi birkaç yıl önce ölen yaşlı
hizmetkar Jorgus’un sesini duydu: “Yedeği var sevgili Rozi, en sevdiği sandalyesinin
minderinin altında…”
Jorgus neden onunla konuşmaya başlamıştı? Zihnindeki seslere anlam veremiyordu ama
Jorgus’un ona söylediğini yaptı ve anahtarı buldu. Kapı açıldı! Rozi hayatında ilk defa
bahçenin dışına çıktı. Aynı anda hem rahatladı hem de huzursuz oldu. Rahatladı çünkü
merakını giderebilecekti, huzursuz oldu çünkü bilmediği her şey onun için bir tehditti.
Farklı farklı bitkileri gördü, bunları daha önce hiç görmemişti: kırmızı yapraklılar, beyaz
tomurcuklular, mavi taç yaprağına sahip olanlar ve daha bir sürü rengarenk bitki.
Arkasında bir takım ayak sesleri duyup hızlandı. İçgüdüleri onu bahçenin güneydoğu
köşesine sürüklüyordu. Gittikçe hızlandı, hızlandıkça bahçedeki türlü bitki kokuları
burnuna doluyor midesini bulandırıyordu. Birden çıkıp gitmek istedi. Bu bahçeyi terk
etmek ve buranın dışında olan yerleri görmek. Annesi Milva neden onu küçücük bir
bahçeye kilitlemişti? Neden hiç dışarı çıkarmamıştı? Acaba hiç konuşamadığından
mıydı? Diğer insanlardan farklı mıydı? Hasta mıydı? Şimdiye kadar buna çok önem
vermemişti ama şimdi içinde Milva’ya karşı kabaran kötücül bir his vardı.
Rozi tereddütlü adımlarla yoluna devam etti, ta ki bir şey onu durdurana dek. Birden
sağa saptı. Önünde bir labirent vardı. Hiç tereddüt etmeden labirente daldı. Labirente
girince vücudunu bir ürperme yaladı geçti. Burası çok sessizdi. Yaprak bile
kıpırdamıyordu. Ama içgüdüsel olarak ilerledi. Labirentte hangi yollardan geçeceğini
biliyor gibiydi. İçinde yeni bir kişilik peyda olmuştu sanki. Onu yönlendiriyordu. Bir an
durdu. Buna bir son vermek istedi. Kötü bir şeyler olacak hissi tüm ruhunu esir almıştı.
Sonrasında ise yine Jorgus’un, o çok sevdiği sırdaşının güven veren ve teşvik eden sesini
durunca kararlı adımlarla ilerleyip labirentin en sonunda bir kapı buldu.
Üzerinde beyaz bir gül motifi olan bir kapıydı bu. Kilidi yoktu, sürgüsünü çekip içeri
girdi. Aşağıya doğru inen merdivenler hafif bir ışıkla aydınlatılmıştı. Merdivenleri inince
onu bir sera karşıladı. Şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Buradaki beyaz güller muhteşemdi.
Parlak, neredeyse şeffaf ve bembeyazlardı, taç yaprakları mordu bunların. Her biri o
kadar güzeldi ki insan saatlerce onları izlemek isteyebilir ya da onlardan
düzinelercesinin resmini yapsa bile asla bıkmazdı.
Rozi etrafına bakınarak ilerlerken az ileride çeşitli cam şişeler ve düzenekler gördü ve
ileride de tahta bir kapı daha vardı. Düzeneğin içinde şeffaf bir sıvı vardı, kapağı açınca
yoğun bir gül ve keskin bir şeyin daha kokusu burnuna geldi. Parmağını uzatıp sıvıya
değdirecekti ki kapının açılma sesini işitti ve ayak sesleri duymaya başladı. Hemen
ilerideki duvarın arkasına saklandı karanlıkta görülmeyeceğini umarak. Kalbi hızla
atmaya başladı.
Biraz sonra bir erkek sesi duydu: “İksirler hazır mı?”
Milva, “Hepsi hazır efendim. Hem de istediğiniz kalitede,” dedi.
Adam birkaç adım attı. “Jilva ile Versus Bölgesine gönderin. Jaanus onları asilere
içirecektir. Jaanus’un yardımcı artık Letus oldu, o sizi bulacaktır.” Bir anlık bir sessizlik
oldu, bir cam sesi ve tok bir ses duyuldu. “Her zamanki gibi bunu sessizce yapın,
kimsenin haberi olmadan,” dedi aynı erkek sesi.
Milva’nın sesi acımasıza cevap verdi. “Nasıl isterseniz efendim. Şey… benim….”
“Emeğinin karşılığını alacaksın. Önce işler hallolsun.”
“Peki efendim.”
Ayak sesleri merdivende duyuldu ve giderek ses kayboldu. Birden bir kişinin daha sesi
geldi. Bu Jilva idi.
“Milva, bu iş bizi sıkıntıya sokuyor. Kaeren efendimize söylesen de…”
“Olmaz! Kaeren ve meclistekiler asla kabul etmez. Zarar görmek istemiyorsak yapmak
zorundayız. Hem böylece göze batmıyoruz, bize karışmıyorlar Jilva. Rozi’yi öğrenecek
olsalardı ne olurdu sonra, bizim bu işteki rolümüzü. Ya onun bir kırma olduğu ortaya
çıkarsa.”
***
Kırma… Kırma… Zihninde yankılanan bu kelimenin anlamını çocukluğunda Jorgus’un ona
anlattığı karanlık masallardan birinde duymuştu. Söylentiyi de tabii ki. Kırmalar, hasarlı
insanlar, doğmaması gerekenler... Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Haykırmak
isteyerek boğazına sarıldı. Sesi çıkmıyordu. Kendinden nefret etti, Milva’dan nefret etti,
Jilva’dan, güllerden, her şeyden… Milva ve Jilva arkalarını dönmüş giderken Rozi ortaya
çıktı. Masanın üzerindeki düzeneğe atıldı ve hepsini yere doğru itti. Cam düzenek bin bir
şangırtıyla yere düşerken iksir de yere döküldü. Milva ve Jilva ağızları açık bir şekilde
kalakaldılar. İksire değmemeleri gerekiyordu ama iksir neredeyse tüm yere dağılmıştı.
Rozi ağlayarak yere çöktüğünde çıplak dizi iksire değdi. Acıyla kendini arkaya attı.
“Rozi geri çekil, o iksir zehirli!”
Konuşan Milva’ydı. Jilva koca bir torba yalıtoprak almaya gitmişti. Bununla iksirin
döküldüğü yerin üstünü kapatacak ve iksiri etkisiz hale getirecekti. Rozi kafasını iki yana
deli gibi sallamaya başladı. Onun annesi ve teyzesi… insanları zehirliyorlardı.
Dominuslar için insanları öldürmek üzere zehir üretiyorlardı. Hem de masum beyaz
güllerle. İçinde duyumsadığı bir güçle yerde yarı dökülmüş bir cam tüpü kavradığı gibi
Milva’nın üzerine attı. Kadın geri çekilmeye fırsat bulamadan yüzünün büyük bir kısmı
zehre maruz kalmıştı. Jilva elindeki yalıtoprağı düşürdü ve Milva’nın yanına koştu.
Rozi fırsattan istifade daha önce gözüne ilişen arka kapıya doğru gitti ve açınca önünde
ışıklarla aydınlatılmış bir uzun koridor çıktı. Genç kız arkasına bile bakmadan içindeki
öfke, kırgınlık ve boşluk ile nereye gideceğini bilmediği ve dahi umursamadığı bu
koridorda yürüdükçe yürüdü, yürüdükçe yürüdü.
Yolun en sonunda bir kapı daha vardı onu açtı…
***
Rozi karanlık bir yere çıkmıştı, bir köşe ve sonrasında evlerin bulunduğu bir avluya
doğru ağrıyan dizi ile birlikte üstü başı perişan halde yürüdü. Bir köşede durup dizine
baktı, dizinin üst derisi tamamen soyulmuştu ve etinin bir kısmı da siyahlaşmıştı. Genç
kızın midesi allak bullak oldu, içindekileri dışarı çıkardı. Hem üşüyordu, hem de
korkuyordu. Sokağın ucundan bir çocuk sesi geldi, iç paralayıcı bir şekilde ağlıyordu.
“Sustur şu çocuğu artık!” Kaba bir erkek sesi duymuştu.
Bir kadın sesi ağlamaklı bir şekilde cevap verdi. “Açlıktan ağlıyor. Ben de açım.”
Sesler alçaldı ama adamın şöyle dediğini duydu. “Ben de. Yarın ortak pazara gider bir
şeyler satarım.”
Rozi sokakları geçtikçe sefaletin farkına varıyordu. İnsanlar hala sokaklardaydı ve
çoğunun üstü başı perişan haldeydi. Birden bir karışıklık oldu. Bir genç erkek ve bir genç
kadın meydandaki heykele tırmandılar ve erkek kalabalığa hitap etmeye başladı:
“Versus Halkı… Halkımız… Sizi susturmalarına izin vermeyin. Bu ülkede siz de söz
hakkına sahip olmalısınız… Sabahtan akşama kadar canınızı dişinize takarak
çalışıyorsunuz, oysa ne oluyor sefalet içinde boğuluyorsunuz. Ses verin. Versuslar…
Sesinizi…”
Üniformalı giysili bir grup insan bu iki kişiyi indirdiler ve ağızlarını kapatarak
arabalarına doğru sürüklemeye başladılar. Gençler direndikçe onları götürenler daha
da sert davranıyorlardı. Rozi, Versus halkını bilmiyordu. Onların yaşadığını Jorgus’un
ona gizli gizli anlattıklarından biliyordu ama durumlarından haberi yoktu. Ağlayan
çocuklar, üstü başı pis ve yırtık insanlar, üzgün suratlar… Sanrıları da gittikçe
kuvvetleniyor, bir yandan da bilinci açılıyordu sanki. Acımasız bir güç onu bu yeni
dünyanın içine sürüklüyordu. Dominusları ve Minusları biliyordu ama Versuslar…
Onların bu sefil halleri ve Dominusların kolluk kuvvetleri üzerilerinde “Huzur Kuvvetleri”
yazan insanlar ile yeni tanışmıştı. Huzuru sağlamakla görevli olan bu insanlar çok
acımasızlardı. Rozi ise izole hayatında hiç şiddet görmemişti. Öne doğru atıldı:
“Bbbrakin onlari!”
Dondu kaldı. Konuşmuştu. Ağzını eliyle kapattı, şaşkınlıktan eli ayağı birbirine dolandı.
Şimdiye dek binlerce kere denemişti ama yapamamıştı. Şimdi ise bir şeyler söylemişti!
Konuşabilmişti! Huzur Kuvvetleri’nden iki kişi ona doğru geldiler, daha kaba olanı sordu:
“Sen de kimsin küçük versus pisliği?!”
Rozi adamın gözlerine direkt baktı ve korkusuzca cevap verdi: “Rroozi.”
Adam hastalıklı bir kahkaha attı. “Rroozi! Rroozi de ne halt oluyor be?!”
“Milva Fanus… onun yani kalıyordu, kızı ben.”
Adamın suratı birden ciddileşti. Fanus ailesini duymuştu. Dominuslar için çalışıyorlardı,
ama onun bir kızı olduğunu duymamıştı. Kızı kolundan tuttu. “Gel bakalım Fanus, seni
annene götürelim…”
***
Milva, yanmış yüzüne panzehri sürmüştü, bir kısmı geçmişti ancak yine de suratında açık
pembe büyük bir leke kalmıştı. İçinden lanetler okudu, kızı hiç almamalıydı. Jilva o kızın
kim olduğunu söylemişti; o da babasını bilmiyordu, kimse bilmiyordu ama yine de kızı
almamalıydı! Kendi kızı ölmüş, Rozi’yi onun yerine koymuştu. Şimdi inanmak istemese de
bunca yılın üstüne kabus gerçek oluyordu. Bu kız herkese zarar verecekti. Kaçamazdı
artık. Huzur Kuvvetleri’nin başı olan Kaeren bahçesine geldiğinde adamın sert
bakışlarından her şeyi anladı.
“O kız zararlı, derhal öldürülmeli!”
Kaeren gelip Milva’yı kollarından tuttu. “Milva Fanus, Averdas Ülkesi adına tutuklusun.
Suçun ülkene karşı gelmek. Cezan ise infaz.”
***
Genç kız içinde kaynayan duygularla boğuşuyordu. Atak yeniden geldi. Düşünceler yine
zihnine üşüşmeye başladı. Bu sefer ağzından da dökülüyordu bu sözcükler:
“Öldür onları! Onlar seni öldürmeden sen öldür onları! Ailenin intikamını al! Annenin,
babanın… Onlar sadece aşkın kurbanı değiller, masum bildiklerinin de kurbanı onlar…
Şimdi… öldür onları!!!”
Elleri alnının iki yanını kavradı, başı zonkluyor, boğazı yanıyordu. Kalbi deli gibi hızla
atmaya başladı, neredeyse göğüs kafesinden fırlayacak gibiydi. Kızı özel bir şeyle
yıkadıklarından saçlarının beyazı ortaya çıkmıştı. Onun kırma olduğunu biliyorlardı,
kimin kızı olduğunu da.
***
“Onlara işkence ediyorsunuz. Onları öldürüyorsunuz.”
Rozi’ydi bunları söyleyen. Averdas’ın kralı Estas Kalkerus kıza bakınca kızını görmüştü.
Biricik kızı güzeller güzel Perlas’ı… Kızı kaçtığında onu bulmak için elinden geleni
yapmıştı. Dominus Casuslarını görevlendirmişti, kızının ilgili olduğu her yeri arattırmıştı
ancak kızını bulamadı. Kızını bulduğunda ise çok geçti. Perlas Kalkerus aklını yitirmiş
bir vaziyette sayıklıyordu. “Bebeğim… bebeğim” deyip duruyordu. Bebek düşüncesi
Estas’ı çılgına çevirmişti. Perlas’ı soylu dominus erkeklerinden biri olan Tetras ile
evlendirmeyi planlarken kızı başka birine gitmişti; ama bunun başka bir ırktan biri
olabileceği aklına bile gelmemişti. Kendi kızı yasak hükme karşı çıkmıştı.
Kraliçe İstas kızının hastalığına çare olması için tüm iyi şifacıları görevlendirmişti ancak
ne yaparlarsa yapsınlar kız gittikçe kötüleşti ve acı içinde delirerek kendini zehirledi,
bembeyaz fanus güllerinden yapılma zehir ile. Onlardan habersiz Minus evlerinden
birinde dominuslar için sarayda bahçıvanlık yapan Ulius adında bir genç de aynı
hastalıktan muzdaripti. Ulius da evden kaçmış ve aylar sonra parça pinçik giysileri ile
ormanın kenarında bir ağaca kendini asmış halde bulunmuştu. Ulius’un kardeşi ve
minusların gizli lideri Ilius ise bunu dominuslardan bilmiş ve bunu ödetmeye yemin
etmişti.
Perlas ve Ulius… İki aşık bile bile birlikte yasak hükme karşı gelmişlerdi. Ve Rozi yasak
hükme karşı gelenleri nasıl bir son beklediğini görecekti.
***
Genç kızın gözleri menekşe renginden siyaha dönmüştü, infaz odasında Milva ve Jilva
yan yana duruyorlardı. Kraliyet ailesi, Kaeren ve başcellat Tedius ve yardımcısı garip
görünüşlü Isirus da zindandaydılar. Estas, İstas ve oğulları, geleceğin kralı olacak –her
ne kadar henüz kendini kanıtlayacak cesareti göstermemiş olsa da- olan prens Ortas
bembeyaz saçlı ve kapkara gözlü kıza bakıyorlardı. Perişan halde görünen genç kız
kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Kötü, karanlık şeyler: “O geldi, her şey bitti; O
gülüyor, karanlığı seviyor; O kalacak, sizi alacak.” Kızın hastalıklı kahkahası zindanda
çınladı, Ortas ürperdi ve bir adım geri çekildi. Milva ise sessizce ağlıyor, kendine lanet
ediyor, sonra Rozi’ye bakıp onun bu haline üzülüyordu. Fanus bahçeleri yok olacaktı,
güller solacak her şey sonsuza dek yitecekti.
Estas öne çıkıp cellada ve yardımcısına infazın gerçekleşmesi için emir verdi.
Jilva bağırdı: “Perlas… Benim güzel Perlas’ım, aşkım. Onu çok sevmiştim. Onun kızı… ah
onun o menekşe gözlerinde onu gördüm. Onu öldüremezdim. Elveda benim güzel
Perlas’ım” Ses kesildi. Kan tahta düzenekten aşağı akıyor Jilva’nın gövdesinin önünde
bir kan gölü oluşturuyordu. Zindanın kapısı çaldı.
“Bu ne hadsizlik!” Estas resmen gürlemişti. Kaeren reverens yaparak kapıya gitti. Gelen
diğer yardımcısı olan kadın suikastçi Aneus’tu.
“Ne var?!”
“Bağışlayın efendim. Kralı görmem lazım. Versus Bölgesinde her şey çok karıştı.
Büyük bir isyan var. Huzur Kuvvetlerinden birçok askerimizi öldürmüşler. Ve…”
“Ve ne?”
“Efendim… Bir anda ne oldu anlayamadık. Minus’lardan da ayaklananlar var,
başlarında Ilius diye biri var. Krallık Hizmet Binalarını ateşe vermişler.”
Kaeren bir anlık büyük bir şok yaşadı. Hemen kralın yanına giderek durumu
bildirdi. Estas bunu tahmin etmişti, yıllardır kaynayan bir kitle vardı. Ne yaptıysa onları
durduramamıştı. En sonunda Milva ile anlaşıp şüphelileri sessizce zehirliyorlar ve Uzak
dağlara gömüyorladı. Ruhları her gün kabuslarında onu ziyaret ediyordu. Binlerce
kadın-erkek, genç-yaşlı, yetişkin-çocuk. Yıllar evvel infaz ettiği Versus liderleri Bartus ve
Laetus ile minus lideri Sifius ona her gece kabuslarında haykırıyorlardı, tıpkı
meydandaki gibi cesurca ve öfkeyle: “Tiranların sonu gelecek!”
Estas içindeki paniğe karşın sakin durmaya çalıştı, cebinden iksirini çıkarıp bir yudum
aldı, anında rahatlayarak Kaeren’e derhal duruma tüm Kraliyet Güçleri ile müdahale
edilmesini emretti. Başcellada infaza devam et işareti yaptı. Sıra Milva’ya gelmişti. Milva
hiçbir şey söylemeden bağını eğdi ve başı ile gövdesi birbirinden ayrıldı.
Şimdi kendi kendine söylenen Rozi de idi sıra. Genç kız bağlanmış ellerinden
kurtulamaya çalışıyor, yarı ağlıyor yarı ise gülüyordu. Jorgus ona fısıldamaya devam
ediyordu, zihninde her şey karmaşıktı ama tek bir şey netti: “Yasak hüküm, tek bir
durumda yok olur, karanlık zayıf hakim gücü esir aldığında ona yenik düşerse.”
“O geldi, her şey bitti; O gülüyor, karanlığı seviyor; O kalacak, sizi alacak.”
“Kapa çeneni.” Konuşan Prens Ortas’tı. Suratından tiksinme ve korku bariz bir
şekilde görülebiliyordu.
Rozi başını genç prense doğru kaldırdı, siyah gözlerini onu esir almak
istiyormuşçasına ona dikti ve anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. İkisinin gözleri bir
anlığına kenetlendi. Genç kız haince gülümsedi. Darbe geldiğinde kimsenin
duyamayacağı biçimde şunları söylüyordu: “Zalimler en zayıf noktalarından vurulsun,
mazlumlar şahlanıp zaferlere boğulsun!”
Ortas içinde garip bir şey hissetti. Sanki bugünden sonra farklı bir şey onu esiri
altına alacakmış gibiydi. Dışarıda bir patlama sesi duyuldu, ve insanların bağrışmaları
kulaklarına kadar ulaştı. Babasının boynu bir anda ona çok zararlıymış gibi görünmeye
başladı, o tombul boynu sıkmak bir ihtiyaç gibi geldi ve elleri terli tombul boyna
uzanırken dışarıdaki sesler gittikçe artıyordu.
“Beyaz bir gülün bile karanlık bir tarafı olabileceğini kim bilebilir? Kim bilebilir
sonsuz iyi nedir, ya dasonsuz kötülük kimdedir? Hangi diyardaolursaolsun, iyiler ya
da kötüler, zalimler yadamazlumlar, kaybeden tek bir taraf olur genelde: masumlar. Ve
bazen sırf masum olduğunuz için ölürsünüz…”
BİRKAÇ SON VE MİLYONLARCA BAŞLANGIÇ…

More Related Content

What's hot

What's hot (9)

Ahmet altan i̇çimizde bir yer
Ahmet altan   i̇çimizde bir yerAhmet altan   i̇çimizde bir yer
Ahmet altan i̇çimizde bir yer
 
Uyumsuz 1
Uyumsuz 1Uyumsuz 1
Uyumsuz 1
 
Arkadaşlık
ArkadaşlıkArkadaşlık
Arkadaşlık
 
About A Dragon
About A DragonAbout A Dragon
About A Dragon
 
Kaos GL (Dosya: Erkeklik)
Kaos GL (Dosya: Erkeklik)Kaos GL (Dosya: Erkeklik)
Kaos GL (Dosya: Erkeklik)
 
Eda özet
Eda özetEda özet
Eda özet
 
Empati
EmpatiEmpati
Empati
 
Ruhsuz ilk bolum
Ruhsuz ilk bolumRuhsuz ilk bolum
Ruhsuz ilk bolum
 
Deity 1.bölüm Tanrı
Deity  1.bölüm TanrıDeity  1.bölüm Tanrı
Deity 1.bölüm Tanrı
 

Viewers also liked

Shojinmeat Project 2016年 広報活動の記録
Shojinmeat Project 2016年 広報活動の記録Shojinmeat Project 2016年 広報活動の記録
Shojinmeat Project 2016年 広報活動の記録啓大 田中
 
Tokyo Azure Meetup #6 - Azure Monthly Update - June
Tokyo Azure Meetup #6 - Azure Monthly Update - JuneTokyo Azure Meetup #6 - Azure Monthly Update - June
Tokyo Azure Meetup #6 - Azure Monthly Update - JuneTokyo Azure Meetup
 
قسمة وحيدات الحد
قسمة  وحيدات الحدقسمة  وحيدات الحد
قسمة وحيدات الحدmansour1911
 
Tokyo Azure Meetup #5 - Microservices and Azure Service Fabric
Tokyo Azure Meetup #5 - Microservices and Azure Service FabricTokyo Azure Meetup #5 - Microservices and Azure Service Fabric
Tokyo Azure Meetup #5 - Microservices and Azure Service FabricTokyo Azure Meetup
 
History of internet
History of internetHistory of internet
History of internetUsman Sajid
 
3Com 3CCFE575CT-D
3Com 3CCFE575CT-D3Com 3CCFE575CT-D
3Com 3CCFE575CT-Dsavomir
 
Tokyo Azure Meetup #4 - Build 2016 Overview
Tokyo Azure Meetup #4 -  Build 2016 OverviewTokyo Azure Meetup #4 -  Build 2016 Overview
Tokyo Azure Meetup #4 - Build 2016 OverviewTokyo Azure Meetup
 
Planeación y control Trabajo Final
Planeación y control Trabajo FinalPlaneación y control Trabajo Final
Planeación y control Trabajo FinalMariel Lopez Arias
 
unba.se - ACM CSCW 2017 - IWCES15
unba.se - ACM CSCW 2017 - IWCES15unba.se - ACM CSCW 2017 - IWCES15
unba.se - ACM CSCW 2017 - IWCES15Daniel Norman
 
Gc ms techniques SEM4 PAPER2 MITHIBAI COLLEGE
Gc ms techniques SEM4 PAPER2 MITHIBAI COLLEGEGc ms techniques SEM4 PAPER2 MITHIBAI COLLEGE
Gc ms techniques SEM4 PAPER2 MITHIBAI COLLEGEPradeep Jaiswal
 
Electrophoresis sem4 paper1 MITHIBAI COLLEGE
Electrophoresis sem4 paper1 MITHIBAI COLLEGEElectrophoresis sem4 paper1 MITHIBAI COLLEGE
Electrophoresis sem4 paper1 MITHIBAI COLLEGEPradeep Jaiswal
 
Урок 47. Відображення графічних об’єктів засобами мови програмування
Урок 47. Відображення графічних об’єктів засобами мови програмуванняУрок 47. Відображення графічних об’єктів засобами мови програмування
Урок 47. Відображення графічних об’єктів засобами мови програмуванняВасиль Тереховський
 
Implementing TDD in for .net Core applications
Implementing TDD in for .net Core applicationsImplementing TDD in for .net Core applications
Implementing TDD in for .net Core applicationsAhmad Kazemi
 

Viewers also liked (18)

Shojinmeat Project 2016年 広報活動の記録
Shojinmeat Project 2016年 広報活動の記録Shojinmeat Project 2016年 広報活動の記録
Shojinmeat Project 2016年 広報活動の記録
 
Tokyo Azure Meetup #6 - Azure Monthly Update - June
Tokyo Azure Meetup #6 - Azure Monthly Update - JuneTokyo Azure Meetup #6 - Azure Monthly Update - June
Tokyo Azure Meetup #6 - Azure Monthly Update - June
 
9 i1 rec a2
9 i1 rec a29 i1 rec a2
9 i1 rec a2
 
قسمة وحيدات الحد
قسمة  وحيدات الحدقسمة  وحيدات الحد
قسمة وحيدات الحد
 
Tokyo Azure Meetup #5 - Microservices and Azure Service Fabric
Tokyo Azure Meetup #5 - Microservices and Azure Service FabricTokyo Azure Meetup #5 - Microservices and Azure Service Fabric
Tokyo Azure Meetup #5 - Microservices and Azure Service Fabric
 
Informe de esa
Informe de esaInforme de esa
Informe de esa
 
History of internet
History of internetHistory of internet
History of internet
 
3Com 3CCFE575CT-D
3Com 3CCFE575CT-D3Com 3CCFE575CT-D
3Com 3CCFE575CT-D
 
Tokyo Azure Meetup #4 - Build 2016 Overview
Tokyo Azure Meetup #4 -  Build 2016 OverviewTokyo Azure Meetup #4 -  Build 2016 Overview
Tokyo Azure Meetup #4 - Build 2016 Overview
 
Planeación y control Trabajo Final
Planeación y control Trabajo FinalPlaneación y control Trabajo Final
Planeación y control Trabajo Final
 
unba.se - ACM CSCW 2017 - IWCES15
unba.se - ACM CSCW 2017 - IWCES15unba.se - ACM CSCW 2017 - IWCES15
unba.se - ACM CSCW 2017 - IWCES15
 
Presentation1
Presentation1Presentation1
Presentation1
 
Gc ms techniques SEM4 PAPER2 MITHIBAI COLLEGE
Gc ms techniques SEM4 PAPER2 MITHIBAI COLLEGEGc ms techniques SEM4 PAPER2 MITHIBAI COLLEGE
Gc ms techniques SEM4 PAPER2 MITHIBAI COLLEGE
 
Electrophoresis sem4 paper1 MITHIBAI COLLEGE
Electrophoresis sem4 paper1 MITHIBAI COLLEGEElectrophoresis sem4 paper1 MITHIBAI COLLEGE
Electrophoresis sem4 paper1 MITHIBAI COLLEGE
 
CV Eliseo Arabe Jr 2017
CV Eliseo Arabe Jr 2017CV Eliseo Arabe Jr 2017
CV Eliseo Arabe Jr 2017
 
Наш класс 10-А
Наш класс 10-АНаш класс 10-А
Наш класс 10-А
 
Урок 47. Відображення графічних об’єктів засобами мови програмування
Урок 47. Відображення графічних об’єктів засобами мови програмуванняУрок 47. Відображення графічних об’єктів засобами мови програмування
Урок 47. Відображення графічних об’єктів засобами мови програмування
 
Implementing TDD in for .net Core applications
Implementing TDD in for .net Core applicationsImplementing TDD in for .net Core applications
Implementing TDD in for .net Core applications
 

Beyaz gul-genc-kiz

  • 1. Bu e-kitap mobidik.com’da yaratılmıştır. Tüm hakları yazara/yayıncıya aittir. Bu e-kitap size özel olarak lisanslanmıştır. E-kitabın satışı ya da başka kişilere dağıtılması yasaktır. Bu e-kitabı başka kişilerle paylaşmak için mobidik.com üzerinden hediye edebilirsiniz. Eğer bu e-kitabı satın almadan veya mobidik.com üzerinden indirmeden okuyorsanız, lütfen e-kitabı mobidik.com üzerinden satın alınız veya indiriniz. Yazarın hakkına ve emeğine saygı duyduğunuz için teşekkür ederiz. www.e-kitap.biz www.e-kitap.in
  • 2.
  • 3. Yazar: Em Chainey BEYAZ GÜL & GENÇ KIZ dedim bu hikayeye, ya da BEYAZ GÜLÜN LANETİ Hangisini daha çok sevdiyseniz o olsun, keyifli okumalar…. Bu hikaye bir Self Publishing eseridir ve sadece yazarı onu dilediği mecralarda paylaşabilir. Her hakkı saklıdır. https://www.goodreads.com/book/show/20657555-beyaz-g-l-ve- gen-k-z Beyaz bir gülün bile karanlık bir tarafı olabileceğini kim bilebilirdi ki?... Rozi Fanus'a bir şeyler oluyordu. On yedi yaşına basmasına haftalar kala ruhundaki karanlık taraf uyanmaya başladı. Ömrü boyunca beyaz güller içinde yetişmiş ve gül bahçesinden başka bir şey görmemiş olan kız, şimdi içinde büyüyen karanlık ile karşı karşıya kalmıştı. Artık her şey tehdit altındaydı. Lanet gerçek olmak üzereydi. Bir hayat pahasına tüm hayatlar kurtulacaktı. Ancak ya o hayat dünyaya tutunacak ve intikamını alacak kadar güçlüyse?
  • 4. İKİ SON, BİR BAŞLANGIÇ Averdas Ülkesi’nin en gözde şehrinde, başkent Whitus’ta sıradan bir günün sabahında ülkenin en güzel beyaz güllerini üreten botanik bahçesinin sahibi Milva Fanus atalarından kalan ihtişamlı bahçesini denetime çıkmıştı. Çalışanlar işlerinin başına geçmişlerdi ve bitkilerin ihtiyaçlarını büyük bir özenle karşılıyorlardı. Çoğu Dominus denilen üst tabakanın görevlendirmiş oldukları Minuslardandı bu işçiler. Minuslar, Versusların bir üst tabakası idi, Dominusların ise bir alt tabakasıydılar. Dominuslar ülkenin en güzel yerlerinde yaşayan, en güzel giysileri giyen, hatta en güzel güllerin onlar için yetiştirildiği bir ırktı ve bulundukları bu ada ülkesini onlar yönetiyorlardı. Minuslar ise onların yanında çalışan ve nimetlerinden az da olsa faydalanan bir topluluktu. Versuslar ise en alt tabakaydılar ve deyim yerinde ise en pis işleri onlar yapmaktaydı. Averdas’ın kenar bölgelerinde oturuyorlar ve ailelerinin asgari ihtiyaçlarını sağlamak için gündüz-gece çalışıyorlardı. Milva bir minus idi, ırkının en gözdelerindendi. Babası Kirva ve annesi Silva da öyle. Milva’nın sevgili eşi Hirna ise birkaç yıl önce ölmüştü. Milva onun gizemli hastalığını iyi edecek bir bitki bulamamıştı. Milva –hayatta tek büyük isteği bir çocuk sahibi olmaktı- evliliğinden yıllar ancak sonra hamile kalabilmiş ve çocuğu ölü doğurmuş, onu ağlayarak ve kahrolarak onu toprağa vermişti. Tam da o gün dominuslar için çalışan kız kardeşi ve ikizi olan Jilva ona anasız- babasız kalmış bir bebek getirmişti. Milva bu bebeğin kimin bebeği olduğunu öğrenince çok şaşırmıştı. İlk önce bebeği kabul etmek istemedi, ne de olsa bundan dolayı başı çok büyük derde girebilirdi ve o dominuslara karşı gelenlere neler yapıldığını birinci elden bilen biri olarak bunu asla göze alamazdı. Kızın annesi olan genç kız ile konuşmaya gittiğinde onunla görüştürmediler ve hasta olduğunu söylediler. Sonra da onun ölüm haberi tüm Averdas’ta yayıldı. Milva buna çok üzüldü, şimdi bu kızı bırakamazdı, onu derhal himayesine almıştı. Bu kız onun için gelmişti besbelli ki. Kıza Rozi Fanus adı verilmişti. Rozi gerçek annesi gibi menekşe rengi gözlere, gül rengi dudaklara ve bembeyaz bir tene sahipti. Rozi Fanus… Küçük menekşe gözlü güzel Rozi…
  • 5. Aylar geçtikçe dehşet verici bir şey ortaya çıkmıştı. Kızın saçları beyazdı, hem de bembeyaz. Bu da kendini bildi bileli Averdas’ta her yerde anlatılan talihsiz bir ırk ile ilgili söylentiyi aklına getirdi: “Yasak hükme karşı gelenlerin dünyaya getirdiği kırmalar, beyaz saçla doğarlar ve bembeyaz saçlarla ve dilsiz bir mevcudiyet ile lanetlenirler. Ve lanet herkese zarar vereceği için hemen öldürülmelidirler.” “Peki, neden?” demişti Milva genç bir kızken annesine. Annesi ise şöyle cevap vermişti: “Üç ırktan herhangi ikisi eğer birbiri ile ilişki kurup bir de kırma bir çocuk dünyaya getirmeye vesile olurlarsa, anne-baba lanetlenir, delirirler ve intihar ederler. Çocuk ise bu laneti üstüne alır ve on yedi yaşına gelene kadar hala öldürülmemiş ise dili açılır; ancak öyle şeyler söyler ki karanlık bir zihnin ürünü olur bu sözler. Kırma hem kendine hem de etrafına zarar vermeye başlar. Zihni bulanır, karanlık tarafa geçer ve kendi zihnin ürettiği zehir ile mükemmel insanlığımızı zehirlemeye başlar. Bu noktada dominuslar devreye girer ve kırmayı infaz ederler; ancak bunun da bir bedeli vardır: Kırma idam edildiğinde karanlık varlığı dominus ırkından birine geçer. Eğer bir dominus yeterince güçlü değilse ve bu karanlığa yenik düşerse işte o zaman her şeyin sonu gelir…” Milva kızın annesini hatırladı. Tanıdığı bu genç kız nasıl böyle bir yanlışa düşmüştü? Kıza baktı ve babasını merak etti. Kimdi acaba? Artık ölmüş olmalıydı. Ah Jilva ah… Kıza saplantılı derece bu denli bağlanmışken, bir an olsun onu yanından ayırmak istemezken onu unutması imkansızdı. Milva bu talihsiz söylentiyi unutmak ve unutturmak için bitkilerden kıza saç boyası yaptı ve her seferinde kızın saçlarını kendi saç rengi olan kestane rengine kusursuz bir şekilde dönüştürmeyi başardı. Ve kızın sessizliğine de bir çözüm bulmuştu –ki lanetin gerçekleşmesinden de onu koruyacaktı, kimse onu görmezse ne olabilirdi ki? Onu herkesten sakınıyordu, kız ile kimseyi görüştürmüyordu. Rozi etrafına örülmüş bembeyaz güllerden örülü bir bahçenin içinde, değil Averdas’ı kocaman Fanus bahçesini bile bilmeden yaşadı yıllarca. Yıllar birbirini kovaladı ve Rozi Fanus’un on yedisine girmesine sadece birkaç hafta kalmıştı. *** Rozi, dalındaki nadide beyaz güle baktı. Bir an sanki gülün yapraklarının alev aldığını ve gülün içine kan dolduğunu görür gibi oldu. Şaşkınlıkla gözleri açıldı. Ellerini uzattı ve uzun bir diken uzattığı parmağına battı. Parmağını çektiğinde kendi kanının siyah olduğunu gördü, kanı akıyor, güle damlıyor ve oradan da toprağa karışıyordu. Rozi,
  • 6. büyülenmiş ve dehşete düşmüş bir şekilde parmağından oluk oluk akan kana baktı. Kan gittikçe artıyor ve gülü simsiyaha boyuyordu. Parmağı da morarmaya başlamıştı. Rozi başının döndüğünü ve boğazının yanmaya başladığını hissetti. “Rozi, sen neye bakıyorsun tatlım? İyi misin, bir şey mi var?” Genç kız bir an Milva’ya baktı, daha sonra da parmağına baktı ve orada hiçbir şey olmadığını gördü. Parmağı sapasağlam yerindeydi, en küçük bir iz bile yoktu. Mide bulantısı da geçmişti, yine eskisi gibiydi. Beyaz gül de bütün ihtişamı ve mükemmelliği ile karşısında duruyordu. Dış yaprakları neredeyse şeffaftı ve ipek gibi parlıyordu. Rozi yok bir şey der gibi elini salladı ve kadına güzel bir gülümseme bahşetti. Milva genç kıza gülümsedi ve gelip ona sıkıca sarılıp yanağına bir öpücük kondurdu. Bembeyaz bir gül kadar narin olan bu kız kadar masumunu, iyisini ve güzelini görmemişti. Onun Rozi’si nasıl kötü olabilirdi ki, nasıl lanetli olabilirdi? *** Rozi içinde uyanan yeni hislere bir anlam veremiyordu. Her geçen gün yeni bir huzursuzluk baş gösteriyordu. Üç gün önce uykusunda ona kötü şeyler fısıldayan biri vardı. Ona şöyle seslenmişti: “Öldür onları! Onlar seni öldürmeden sen öldür onları! Ailenin intikamını al! Annenin, babanın… Onlar sadece aşkın kurbanı değiller, masum bildiklerinin de kurbanı onlar… Şimdi… öldür onları ROZİ!!!” Rozi dehşet içinde uyanmış ve etrafına bakmıştı. Gül bahçesinin içindeki odasındaydı. Gizli eller kalbini sıkıyor, zihnini allak bullak ediyordu. Kalktı ve küçük bahçenin kapısına gitti. Kapı kilitliydi, ne kadar açmaya çalışırsa çalışsın yapamadı. Duvarın dibine çökmüş ve saatlerce uyanık bir biçimde zihninde yankılanan sesleri dinleyerek ağlamıştı. Sonraki gün kollarındaki yaralar baş göstermişti. Milva’ya kollarını göstermiş ama Milva ona öylece bakmış ve “Ne oldu tatlım, kolların mı ağrıyor?” demişti. Görmemişti, Milva kollarında gittikçe artan mor renkli yaraları görmemişti. Ancak garip bir şekilde o yaralar birkaç saniye sonra birden kaybolmuştu.
  • 7. En sonuncusu en kötüsüydü. İki kişi çığlık atıyordu. Bir kadın, bir erkek. Rozi gecenin karanlığını yırtan bu çığlıkları durdurmak için odasından çıkmak istemişti, ancak kapıyı açamamıştı. Ertesi gün genç kız çok durgundu. Milva dışarıdaydı. Rozi de çok huzursuzdu ve hayatında ilk defa içini kemiren bir meraka kapılmıştı. Dışarıda ne vardı? Bu bahçe gibi bir bahçe miydi dışarısı? Onun gibi başkaları var mıydı? Rozi iç bahçenin kapısına gitti, kilitliydi. Anahtarlar hep Milva’nın yanında olurdu. Rozi birkaç yıl önce ölen yaşlı hizmetkar Jorgus’un sesini duydu: “Yedeği var sevgili Rozi, en sevdiği sandalyesinin minderinin altında…” Jorgus neden onunla konuşmaya başlamıştı? Zihnindeki seslere anlam veremiyordu ama Jorgus’un ona söylediğini yaptı ve anahtarı buldu. Kapı açıldı! Rozi hayatında ilk defa bahçenin dışına çıktı. Aynı anda hem rahatladı hem de huzursuz oldu. Rahatladı çünkü merakını giderebilecekti, huzursuz oldu çünkü bilmediği her şey onun için bir tehditti. Farklı farklı bitkileri gördü, bunları daha önce hiç görmemişti: kırmızı yapraklılar, beyaz tomurcuklular, mavi taç yaprağına sahip olanlar ve daha bir sürü rengarenk bitki. Arkasında bir takım ayak sesleri duyup hızlandı. İçgüdüleri onu bahçenin güneydoğu köşesine sürüklüyordu. Gittikçe hızlandı, hızlandıkça bahçedeki türlü bitki kokuları burnuna doluyor midesini bulandırıyordu. Birden çıkıp gitmek istedi. Bu bahçeyi terk etmek ve buranın dışında olan yerleri görmek. Annesi Milva neden onu küçücük bir bahçeye kilitlemişti? Neden hiç dışarı çıkarmamıştı? Acaba hiç konuşamadığından mıydı? Diğer insanlardan farklı mıydı? Hasta mıydı? Şimdiye kadar buna çok önem vermemişti ama şimdi içinde Milva’ya karşı kabaran kötücül bir his vardı. Rozi tereddütlü adımlarla yoluna devam etti, ta ki bir şey onu durdurana dek. Birden sağa saptı. Önünde bir labirent vardı. Hiç tereddüt etmeden labirente daldı. Labirente girince vücudunu bir ürperme yaladı geçti. Burası çok sessizdi. Yaprak bile kıpırdamıyordu. Ama içgüdüsel olarak ilerledi. Labirentte hangi yollardan geçeceğini biliyor gibiydi. İçinde yeni bir kişilik peyda olmuştu sanki. Onu yönlendiriyordu. Bir an durdu. Buna bir son vermek istedi. Kötü bir şeyler olacak hissi tüm ruhunu esir almıştı. Sonrasında ise yine Jorgus’un, o çok sevdiği sırdaşının güven veren ve teşvik eden sesini durunca kararlı adımlarla ilerleyip labirentin en sonunda bir kapı buldu.
  • 8. Üzerinde beyaz bir gül motifi olan bir kapıydı bu. Kilidi yoktu, sürgüsünü çekip içeri girdi. Aşağıya doğru inen merdivenler hafif bir ışıkla aydınlatılmıştı. Merdivenleri inince onu bir sera karşıladı. Şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Buradaki beyaz güller muhteşemdi. Parlak, neredeyse şeffaf ve bembeyazlardı, taç yaprakları mordu bunların. Her biri o kadar güzeldi ki insan saatlerce onları izlemek isteyebilir ya da onlardan düzinelercesinin resmini yapsa bile asla bıkmazdı. Rozi etrafına bakınarak ilerlerken az ileride çeşitli cam şişeler ve düzenekler gördü ve ileride de tahta bir kapı daha vardı. Düzeneğin içinde şeffaf bir sıvı vardı, kapağı açınca yoğun bir gül ve keskin bir şeyin daha kokusu burnuna geldi. Parmağını uzatıp sıvıya değdirecekti ki kapının açılma sesini işitti ve ayak sesleri duymaya başladı. Hemen ilerideki duvarın arkasına saklandı karanlıkta görülmeyeceğini umarak. Kalbi hızla atmaya başladı. Biraz sonra bir erkek sesi duydu: “İksirler hazır mı?” Milva, “Hepsi hazır efendim. Hem de istediğiniz kalitede,” dedi. Adam birkaç adım attı. “Jilva ile Versus Bölgesine gönderin. Jaanus onları asilere içirecektir. Jaanus’un yardımcı artık Letus oldu, o sizi bulacaktır.” Bir anlık bir sessizlik oldu, bir cam sesi ve tok bir ses duyuldu. “Her zamanki gibi bunu sessizce yapın, kimsenin haberi olmadan,” dedi aynı erkek sesi. Milva’nın sesi acımasıza cevap verdi. “Nasıl isterseniz efendim. Şey… benim….” “Emeğinin karşılığını alacaksın. Önce işler hallolsun.” “Peki efendim.” Ayak sesleri merdivende duyuldu ve giderek ses kayboldu. Birden bir kişinin daha sesi geldi. Bu Jilva idi. “Milva, bu iş bizi sıkıntıya sokuyor. Kaeren efendimize söylesen de…” “Olmaz! Kaeren ve meclistekiler asla kabul etmez. Zarar görmek istemiyorsak yapmak zorundayız. Hem böylece göze batmıyoruz, bize karışmıyorlar Jilva. Rozi’yi öğrenecek olsalardı ne olurdu sonra, bizim bu işteki rolümüzü. Ya onun bir kırma olduğu ortaya çıkarsa.” ***
  • 9. Kırma… Kırma… Zihninde yankılanan bu kelimenin anlamını çocukluğunda Jorgus’un ona anlattığı karanlık masallardan birinde duymuştu. Söylentiyi de tabii ki. Kırmalar, hasarlı insanlar, doğmaması gerekenler... Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Haykırmak isteyerek boğazına sarıldı. Sesi çıkmıyordu. Kendinden nefret etti, Milva’dan nefret etti, Jilva’dan, güllerden, her şeyden… Milva ve Jilva arkalarını dönmüş giderken Rozi ortaya çıktı. Masanın üzerindeki düzeneğe atıldı ve hepsini yere doğru itti. Cam düzenek bin bir şangırtıyla yere düşerken iksir de yere döküldü. Milva ve Jilva ağızları açık bir şekilde kalakaldılar. İksire değmemeleri gerekiyordu ama iksir neredeyse tüm yere dağılmıştı. Rozi ağlayarak yere çöktüğünde çıplak dizi iksire değdi. Acıyla kendini arkaya attı. “Rozi geri çekil, o iksir zehirli!” Konuşan Milva’ydı. Jilva koca bir torba yalıtoprak almaya gitmişti. Bununla iksirin döküldüğü yerin üstünü kapatacak ve iksiri etkisiz hale getirecekti. Rozi kafasını iki yana deli gibi sallamaya başladı. Onun annesi ve teyzesi… insanları zehirliyorlardı. Dominuslar için insanları öldürmek üzere zehir üretiyorlardı. Hem de masum beyaz güllerle. İçinde duyumsadığı bir güçle yerde yarı dökülmüş bir cam tüpü kavradığı gibi Milva’nın üzerine attı. Kadın geri çekilmeye fırsat bulamadan yüzünün büyük bir kısmı zehre maruz kalmıştı. Jilva elindeki yalıtoprağı düşürdü ve Milva’nın yanına koştu. Rozi fırsattan istifade daha önce gözüne ilişen arka kapıya doğru gitti ve açınca önünde ışıklarla aydınlatılmış bir uzun koridor çıktı. Genç kız arkasına bile bakmadan içindeki öfke, kırgınlık ve boşluk ile nereye gideceğini bilmediği ve dahi umursamadığı bu koridorda yürüdükçe yürüdü, yürüdükçe yürüdü. Yolun en sonunda bir kapı daha vardı onu açtı… *** Rozi karanlık bir yere çıkmıştı, bir köşe ve sonrasında evlerin bulunduğu bir avluya doğru ağrıyan dizi ile birlikte üstü başı perişan halde yürüdü. Bir köşede durup dizine baktı, dizinin üst derisi tamamen soyulmuştu ve etinin bir kısmı da siyahlaşmıştı. Genç kızın midesi allak bullak oldu, içindekileri dışarı çıkardı. Hem üşüyordu, hem de korkuyordu. Sokağın ucundan bir çocuk sesi geldi, iç paralayıcı bir şekilde ağlıyordu. “Sustur şu çocuğu artık!” Kaba bir erkek sesi duymuştu. Bir kadın sesi ağlamaklı bir şekilde cevap verdi. “Açlıktan ağlıyor. Ben de açım.”
  • 10. Sesler alçaldı ama adamın şöyle dediğini duydu. “Ben de. Yarın ortak pazara gider bir şeyler satarım.” Rozi sokakları geçtikçe sefaletin farkına varıyordu. İnsanlar hala sokaklardaydı ve çoğunun üstü başı perişan haldeydi. Birden bir karışıklık oldu. Bir genç erkek ve bir genç kadın meydandaki heykele tırmandılar ve erkek kalabalığa hitap etmeye başladı: “Versus Halkı… Halkımız… Sizi susturmalarına izin vermeyin. Bu ülkede siz de söz hakkına sahip olmalısınız… Sabahtan akşama kadar canınızı dişinize takarak çalışıyorsunuz, oysa ne oluyor sefalet içinde boğuluyorsunuz. Ses verin. Versuslar… Sesinizi…” Üniformalı giysili bir grup insan bu iki kişiyi indirdiler ve ağızlarını kapatarak arabalarına doğru sürüklemeye başladılar. Gençler direndikçe onları götürenler daha da sert davranıyorlardı. Rozi, Versus halkını bilmiyordu. Onların yaşadığını Jorgus’un ona gizli gizli anlattıklarından biliyordu ama durumlarından haberi yoktu. Ağlayan çocuklar, üstü başı pis ve yırtık insanlar, üzgün suratlar… Sanrıları da gittikçe kuvvetleniyor, bir yandan da bilinci açılıyordu sanki. Acımasız bir güç onu bu yeni dünyanın içine sürüklüyordu. Dominusları ve Minusları biliyordu ama Versuslar… Onların bu sefil halleri ve Dominusların kolluk kuvvetleri üzerilerinde “Huzur Kuvvetleri” yazan insanlar ile yeni tanışmıştı. Huzuru sağlamakla görevli olan bu insanlar çok acımasızlardı. Rozi ise izole hayatında hiç şiddet görmemişti. Öne doğru atıldı: “Bbbrakin onlari!” Dondu kaldı. Konuşmuştu. Ağzını eliyle kapattı, şaşkınlıktan eli ayağı birbirine dolandı. Şimdiye dek binlerce kere denemişti ama yapamamıştı. Şimdi ise bir şeyler söylemişti! Konuşabilmişti! Huzur Kuvvetleri’nden iki kişi ona doğru geldiler, daha kaba olanı sordu: “Sen de kimsin küçük versus pisliği?!” Rozi adamın gözlerine direkt baktı ve korkusuzca cevap verdi: “Rroozi.” Adam hastalıklı bir kahkaha attı. “Rroozi! Rroozi de ne halt oluyor be?!” “Milva Fanus… onun yani kalıyordu, kızı ben.”
  • 11. Adamın suratı birden ciddileşti. Fanus ailesini duymuştu. Dominuslar için çalışıyorlardı, ama onun bir kızı olduğunu duymamıştı. Kızı kolundan tuttu. “Gel bakalım Fanus, seni annene götürelim…” *** Milva, yanmış yüzüne panzehri sürmüştü, bir kısmı geçmişti ancak yine de suratında açık pembe büyük bir leke kalmıştı. İçinden lanetler okudu, kızı hiç almamalıydı. Jilva o kızın kim olduğunu söylemişti; o da babasını bilmiyordu, kimse bilmiyordu ama yine de kızı almamalıydı! Kendi kızı ölmüş, Rozi’yi onun yerine koymuştu. Şimdi inanmak istemese de bunca yılın üstüne kabus gerçek oluyordu. Bu kız herkese zarar verecekti. Kaçamazdı artık. Huzur Kuvvetleri’nin başı olan Kaeren bahçesine geldiğinde adamın sert bakışlarından her şeyi anladı. “O kız zararlı, derhal öldürülmeli!” Kaeren gelip Milva’yı kollarından tuttu. “Milva Fanus, Averdas Ülkesi adına tutuklusun. Suçun ülkene karşı gelmek. Cezan ise infaz.” *** Genç kız içinde kaynayan duygularla boğuşuyordu. Atak yeniden geldi. Düşünceler yine zihnine üşüşmeye başladı. Bu sefer ağzından da dökülüyordu bu sözcükler: “Öldür onları! Onlar seni öldürmeden sen öldür onları! Ailenin intikamını al! Annenin, babanın… Onlar sadece aşkın kurbanı değiller, masum bildiklerinin de kurbanı onlar… Şimdi… öldür onları!!!” Elleri alnının iki yanını kavradı, başı zonkluyor, boğazı yanıyordu. Kalbi deli gibi hızla atmaya başladı, neredeyse göğüs kafesinden fırlayacak gibiydi. Kızı özel bir şeyle yıkadıklarından saçlarının beyazı ortaya çıkmıştı. Onun kırma olduğunu biliyorlardı, kimin kızı olduğunu da. *** “Onlara işkence ediyorsunuz. Onları öldürüyorsunuz.” Rozi’ydi bunları söyleyen. Averdas’ın kralı Estas Kalkerus kıza bakınca kızını görmüştü. Biricik kızı güzeller güzel Perlas’ı… Kızı kaçtığında onu bulmak için elinden geleni
  • 12. yapmıştı. Dominus Casuslarını görevlendirmişti, kızının ilgili olduğu her yeri arattırmıştı ancak kızını bulamadı. Kızını bulduğunda ise çok geçti. Perlas Kalkerus aklını yitirmiş bir vaziyette sayıklıyordu. “Bebeğim… bebeğim” deyip duruyordu. Bebek düşüncesi Estas’ı çılgına çevirmişti. Perlas’ı soylu dominus erkeklerinden biri olan Tetras ile evlendirmeyi planlarken kızı başka birine gitmişti; ama bunun başka bir ırktan biri olabileceği aklına bile gelmemişti. Kendi kızı yasak hükme karşı çıkmıştı. Kraliçe İstas kızının hastalığına çare olması için tüm iyi şifacıları görevlendirmişti ancak ne yaparlarsa yapsınlar kız gittikçe kötüleşti ve acı içinde delirerek kendini zehirledi, bembeyaz fanus güllerinden yapılma zehir ile. Onlardan habersiz Minus evlerinden birinde dominuslar için sarayda bahçıvanlık yapan Ulius adında bir genç de aynı hastalıktan muzdaripti. Ulius da evden kaçmış ve aylar sonra parça pinçik giysileri ile ormanın kenarında bir ağaca kendini asmış halde bulunmuştu. Ulius’un kardeşi ve minusların gizli lideri Ilius ise bunu dominuslardan bilmiş ve bunu ödetmeye yemin etmişti. Perlas ve Ulius… İki aşık bile bile birlikte yasak hükme karşı gelmişlerdi. Ve Rozi yasak hükme karşı gelenleri nasıl bir son beklediğini görecekti. *** Genç kızın gözleri menekşe renginden siyaha dönmüştü, infaz odasında Milva ve Jilva yan yana duruyorlardı. Kraliyet ailesi, Kaeren ve başcellat Tedius ve yardımcısı garip görünüşlü Isirus da zindandaydılar. Estas, İstas ve oğulları, geleceğin kralı olacak –her ne kadar henüz kendini kanıtlayacak cesareti göstermemiş olsa da- olan prens Ortas bembeyaz saçlı ve kapkara gözlü kıza bakıyorlardı. Perişan halde görünen genç kız kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Kötü, karanlık şeyler: “O geldi, her şey bitti; O gülüyor, karanlığı seviyor; O kalacak, sizi alacak.” Kızın hastalıklı kahkahası zindanda çınladı, Ortas ürperdi ve bir adım geri çekildi. Milva ise sessizce ağlıyor, kendine lanet ediyor, sonra Rozi’ye bakıp onun bu haline üzülüyordu. Fanus bahçeleri yok olacaktı, güller solacak her şey sonsuza dek yitecekti. Estas öne çıkıp cellada ve yardımcısına infazın gerçekleşmesi için emir verdi. Jilva bağırdı: “Perlas… Benim güzel Perlas’ım, aşkım. Onu çok sevmiştim. Onun kızı… ah onun o menekşe gözlerinde onu gördüm. Onu öldüremezdim. Elveda benim güzel
  • 13. Perlas’ım” Ses kesildi. Kan tahta düzenekten aşağı akıyor Jilva’nın gövdesinin önünde bir kan gölü oluşturuyordu. Zindanın kapısı çaldı. “Bu ne hadsizlik!” Estas resmen gürlemişti. Kaeren reverens yaparak kapıya gitti. Gelen diğer yardımcısı olan kadın suikastçi Aneus’tu. “Ne var?!” “Bağışlayın efendim. Kralı görmem lazım. Versus Bölgesinde her şey çok karıştı. Büyük bir isyan var. Huzur Kuvvetlerinden birçok askerimizi öldürmüşler. Ve…” “Ve ne?” “Efendim… Bir anda ne oldu anlayamadık. Minus’lardan da ayaklananlar var, başlarında Ilius diye biri var. Krallık Hizmet Binalarını ateşe vermişler.” Kaeren bir anlık büyük bir şok yaşadı. Hemen kralın yanına giderek durumu bildirdi. Estas bunu tahmin etmişti, yıllardır kaynayan bir kitle vardı. Ne yaptıysa onları durduramamıştı. En sonunda Milva ile anlaşıp şüphelileri sessizce zehirliyorlar ve Uzak dağlara gömüyorladı. Ruhları her gün kabuslarında onu ziyaret ediyordu. Binlerce kadın-erkek, genç-yaşlı, yetişkin-çocuk. Yıllar evvel infaz ettiği Versus liderleri Bartus ve Laetus ile minus lideri Sifius ona her gece kabuslarında haykırıyorlardı, tıpkı meydandaki gibi cesurca ve öfkeyle: “Tiranların sonu gelecek!” Estas içindeki paniğe karşın sakin durmaya çalıştı, cebinden iksirini çıkarıp bir yudum aldı, anında rahatlayarak Kaeren’e derhal duruma tüm Kraliyet Güçleri ile müdahale edilmesini emretti. Başcellada infaza devam et işareti yaptı. Sıra Milva’ya gelmişti. Milva hiçbir şey söylemeden bağını eğdi ve başı ile gövdesi birbirinden ayrıldı. Şimdi kendi kendine söylenen Rozi de idi sıra. Genç kız bağlanmış ellerinden kurtulamaya çalışıyor, yarı ağlıyor yarı ise gülüyordu. Jorgus ona fısıldamaya devam ediyordu, zihninde her şey karmaşıktı ama tek bir şey netti: “Yasak hüküm, tek bir durumda yok olur, karanlık zayıf hakim gücü esir aldığında ona yenik düşerse.” “O geldi, her şey bitti; O gülüyor, karanlığı seviyor; O kalacak, sizi alacak.” “Kapa çeneni.” Konuşan Prens Ortas’tı. Suratından tiksinme ve korku bariz bir şekilde görülebiliyordu.
  • 14. Rozi başını genç prense doğru kaldırdı, siyah gözlerini onu esir almak istiyormuşçasına ona dikti ve anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. İkisinin gözleri bir anlığına kenetlendi. Genç kız haince gülümsedi. Darbe geldiğinde kimsenin duyamayacağı biçimde şunları söylüyordu: “Zalimler en zayıf noktalarından vurulsun, mazlumlar şahlanıp zaferlere boğulsun!” Ortas içinde garip bir şey hissetti. Sanki bugünden sonra farklı bir şey onu esiri altına alacakmış gibiydi. Dışarıda bir patlama sesi duyuldu, ve insanların bağrışmaları kulaklarına kadar ulaştı. Babasının boynu bir anda ona çok zararlıymış gibi görünmeye başladı, o tombul boynu sıkmak bir ihtiyaç gibi geldi ve elleri terli tombul boyna uzanırken dışarıdaki sesler gittikçe artıyordu. “Beyaz bir gülün bile karanlık bir tarafı olabileceğini kim bilebilir? Kim bilebilir sonsuz iyi nedir, ya dasonsuz kötülük kimdedir? Hangi diyardaolursaolsun, iyiler ya da kötüler, zalimler yadamazlumlar, kaybeden tek bir taraf olur genelde: masumlar. Ve bazen sırf masum olduğunuz için ölürsünüz…” BİRKAÇ SON VE MİLYONLARCA BAŞLANGIÇ…