Bismillâh.
Ebubekir Sifil hocanın 2001 yılında yazmış olduğu Kur’andaki Sünnet başlıklı makalesini sunum haline getirdik.
Bu sunumu göz yormayacak ve rahat okuyuşu sağlayacak şekilde düzenledik.
Yazının orijinalini okumak için: https://ebubekirsifil.com/kurandaki-sunnet/
Eğer sunu dosyasının çözünürlüğü düşük ise sunum dosyasını indirebilirsiniz.
Görüş, İstek ve Önerilerinizi: medya@sahniseman.org e-posta adresine iletebilirsiniz. Ayrıca bu içeriğin sunum dosyasını indirerek Akıllı / Etkileşimli Tahtalarınızda kullanabilirsiniz.
Ruzem Eğitim İçerikleri olarak #HadisDersi için eğitim dokümanı hazırladık. Bu dokümanda Sünnetin Lügat ve Istılah Manâsı Arasındaki Farklar ele alınmaktadır. Eserin tamamı için: http://hadisviki.ruzem.org
Kaynak eser: Prof. Dr. Talat Koçyiğit – Hadis Usulü
This document provides an introduction and overview of key concepts for understanding the Quran. It begins by seeking refuge in Allah and offering praise. It then defines important terms like Quran, Ayat, Surat, and discusses how the Quran was revealed in divisions over time. It outlines the different types of Ayat and discusses challenges in classification. The introduction concludes by clarifying the meaning of exegesis and distinguishing translation from interpretation.
1. The document provides an introduction to an English interpretation of the Quran, outlining some key terms and concepts.
2. It explains terms like Quran, Ayat, Surat, the division of the Quran into Meccan and Medinan revelations, and the different types of Ayat.
3. The introduction emphasizes the importance of properly translating and interpreting the Quran so that its messages can be understood by all people, given it was originally revealed in Arabic. It notes challenges in translating works of literary and artistic nature.
1. 18 KÂFİRUN SURESİ
[KÂFİRLER]
SURESİ
KÂFİRÛN SURESİ’NE GİRİŞ
Kâfirûn suresi Mekke'de 18. sırada inmiştir. Sure adını ilk ayetinden almıştır. İlk ayet
“الكافرون ياهاّها يا قل Kul ya eyyühel kâfirûn” olmasına rağmen, bu cümle uzun olduğu için sureye
kısaca “Kâfirûn” suresi denilmiştir. Ayrıca “İbadet” ve “İhlâs suresi” olarak da
isimlendirilmiştir.
Bu sure ile iman-küfür, hak-batıl arasındaki sınır belirlenmekte, bu sınırdan kesinlikle
taviz verilmeyeceği ve bu sınırın ayırdığı iki alan arasında asla sentez yapılamayacağı ilân
edilmektedir. Böylece müminler ile kâfirlerin, davet edenler ile davet edilenlerin, davete
uyanlar ile uymayanların safları kesin bir ayırımla netleştirilmektedir. Çünkü dikkatli
olunmadığı takdirde, doğru inanca bağlananların imanı ile cahiliye düzeninde kalanların
sapkın düşünceleri arasında bir etkileşme olabilir. Müminlerin inancına zarar verebilecek
böyle bir etkileşmenin meydana gelmemesi için iki inanç ve iki gurup arasında bir saflaşma
şarttır. Bu nedenle cahiliye sisteminin insanları ile Müslümanların birbirlerinden kesin
çizgilerle ayrılması zorunludur.
Kategorik olarak daha önceki surelerde “kendi hallerine [Allah'a] bırakılması ve
kendilerinden nezaketle uzaklaşılması” istenilenler, Mâûn suresinde “İşte odur!” ifadesi ile
peygamberimize hedef gösterilmiş, bu surede ise ilk kez kendilerine doğrudan “Ey kâfirler!”
diye seslenilmesi emredilmiştir. Yapılan ayırımın suredeki en sert beyanı ise “Sizin dininiz
sadece size, benim dinim de sadece banadır” diyen son ayeti olmuştur.
Surenin İniş Sebebi
Peygamberimize ilk vahyin geliş tarihi ile bu surenin inişi arasında yaklaşık beş-altı
yıllık bir zaman farkı vardır. Başlangıçta peygamberimizi hafife alan, onu şair, sihirbaz,
mecnun gibi yakıştırmalarla yıpratıp hakkından geleceklerini zanneden Mekke ileri gelenleri
[Dar-ün Nedve üyeleri], geçen bu beş-altı yılın sonunda Müslümanların çoğalıp İslâm'ın
gelişmesi karşısında strateji değiştirmişler, çaresizlikten peygamberimizle uzlaşma yolunu
denemeye karar vermişlerdir. Peygamberimizin ibadet ettiği Allah'ı kendilerinin de ilâh olarak
kabul ediyor olmalarını ortak nokta görerek, gerekirse ülkeyi ikiye bölmek veya ona bazı
kişisel tavizler vermek yollarının da denenebileceği bir anlaşma sağlanması onlara mümkün
görünmüştür.
Bu düşüncelerle, peygamberimizden kendi ilâhlarını ve onlara ibadet edilmesini
kınamaktan vazgeçmesini, peygamberimizin kendi ilâhlarına secde etmesi karşılığında ona
istediği mal, mülk, makam ve mevkileri verebileceklerini, hatta onu istediği kadınla
evlendirebileceklerini vaat etmişlerdir. Bu vaatlerle yetinmeyen müşrikler, ikinci bir teklif
olarak da peygamberimizin Lât ve Uzza'ya bir sene boyunca ibadet etmesi karşılığında
kendilerinin de aynı süre içinde Allah'a ibadet edeceklerine söz verecekleri önerisinde
bulunmuşlardır.
İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatim ve İbn-i Enbari gibi tarihçilerin Mekke müşriklerince
peygamberimize yapıldığını belirttikleri bu teklifler, yine aynı kaynaklara göre
peygamberimizin “Bir elime Güneş'i, bir elime de Ay'ı verseniz, yine de davamdan
vazgeçmem” sözleriyle reddedilmiştir. Müşriklerin bu önerilerinin kabul edilemez yapısı,
Kâfirûn suresinde bütün netliğiyle gözler önüne serilmektedir.
1
2. 18 / KÂFİRUN [KÂFİRLER] SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah adına.
Ayetlerin meali:
1
De ki: “Ey kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini kabul etmeyen
kişiler! 2
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ ben sizin yaptığınız kulluğu yapmam.
3
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ siz de benim yaptığım kulluğu
yapmazsınız. 4
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ ben asla sizin
yapmış olduğunuz kulluğu yapıcı değilim. 5
Siz de benim taptığıma tapacak
değilsiniz/ siz de benim yapmakta olduğum kulluğu yapıcı değilsiniz. 6
Sizin
dininiz/inanç ve yaşam ilkeleriniz sadece sizin için, benim dinim/inanç ve yaşam
ilkelerim de sadece benim içindir.”
Ayetlerin Tahlili
1. ayet
1
De ki: “Ey kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini kabul etmeyen kişiler! …
Surenin neden “قل Qul [De ki]” emriyle başlamış olabileceği hakkında başta Râzî
olmak üzere, tefsircilerin hepsi de güzel ve makul pek çok sebep ve hikmet ileri sürmüşlerdir.
Bize göre tek sebep, peygamberimizin ancak Allah'tan aldığı emir doğrultusunda
konuşabileceğini, yaptığını Allah adına yaptığını, söyleyeceklerinin kendi sözü olmadığını
bildirmek içindir. Kısaca emir büyük yerden gelmektedir ve sözlerin içeriğindeki sertliğin
sorumlusu da sadece Allah'tır.
Kâfirûn suresi Hakk'ı tebliğ mahiyetinde olmayıp muhatabı müminler olan ve kâfirlere
karşı hangi ölçüler içinde olmaları konusunda onları eğiten bir suredir. Bu yönüyle kâfirlerin
statülerini belirleyen bir mahiyet taşımaktadır. Çünkü Rabbimiz Hakk’ı tebliğ sürecinde böyle
bir sertlik önermemektedir:
125
Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun,
düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz Rabbin
Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi
bilendir.
(Nahl/ 125)
43
Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. 44
Sonra ona öğüt alması ve saygıyla, sevgiyle,
bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin.”
(Ta Ha/ 43-44)
159
İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı
yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma
dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz
Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever.
2
3. (Âl-i Imran/ 159)
Ayette geçen “كافر kâfir” sözcüğü Kur’an’ın anahtar kavramlarından biri olduğu için
özellikle incelenmesi yararlı olacaktır. Gerek “كافر kâfir” ve gerekse aynı kökten türeyen “كفر
küfür” sözcüklerinin sözlük ve terim anlamları şöyledir:
“ كفر Küfür” sözcüğünün sözlükteki birincil anlamı “örtmek” demektir. Karanlığı ile
her şeyi örttüğü için geceye “كافركك kâfir [örten]” dendiği gibi erişilen nimetlere teşekkür
etmeyerek yapılan nankörlüğe de “küfür” denir.1
“كفر Küfür” sözcüğünün terim anlamı ise, Allah'ın varlığını, Rabbliğini ve birliğini,
peygamberlik kurumunu ve peygamberleri, din gününü ve ahireti inkâr etmektir. Bu
anlamıyla imanın zıddı olan inançsızlığı ifade etmektedir.
“كافركك Kâfir” sözcüğü, “كرككف Kefere” fiilinin ism-i faili olup sözlük anlamı olarak
“nimeti örten, inkâr eden; nimete nankörlük eden, uzak kalan; nimetten kaçınan kimse”
demektir.
“Kâfir” sözcüğünün terim olarak anlamı ise “imanı olmayan, inkâr eden kimse”
demektir
Kısaca ve özetle “ككككككافركك kâfir”; “küfür” denen zihinsel eylemin
faili/yapıcısı/işleyicisidir. Bu durumda asıl üzerinde durulması gereken sözcük “ كفككر
küfür”dür.
Kur'an'da “كفككر küfür” ve türevleri pek çok ayette geçmektedir. Ancak hemen
belirtmek gerekir ki, İslâm'da iman konuları bir bütün teşkil ettiğinden, küfrü işleyip kâfir
olmak için Kur'an'da verilen örneklerden herhangi birine benzeyerek iman konularından birini
bile inkâr etmek yeterlidir:
150,151
Allah'a ve elçilerine inanmayarak küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden, “Biz, bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız” diyerek Allah ve Elçisi'nin arasını
ayırmayı isteyen ve böylece imanla küfür; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetme arasında
bir yol tutmaya çalışan kimseler; işte onlar, kâfirlerin; gerçek Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerin ta kendileridir. Ve Biz, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o
kimselere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
(Nisa/ 150, 151)
84,85
Ve hani Biz, sizin kesin sözünüzü almıştık: “Kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi
yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.” Sonra siz, tanıklık ederek ikrar verdiniz. Sonra, siz, işte o
kimselersiniz; kendi kendinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz.
Onların aleyhinde günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de
onlar için fidye/kurtarmalık almaya çalışırsınız. Hâlbuki o; onların çıkarılmaları, size
harâmlaştırılmıştır. Peki, siz Kitab'ın bir bölümüne inanıp da bir bölümüne inanmıyor musunuz? Şu
hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvâlıktan başka nedir?
Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan bilgisiz, duyarsız değildir.
(Bakara/ 84, 85)
Kişiyi dinin sınırları dışına atan küfürlerin en kötüsü, tartışmasız olarak Allah
hakkındaki küfürlerdir. Allah'ı yüceliğine uygun olmayan bir şekilde nitelemek; isim, sıfat ve
emirlerinin birisini bile hafife almak; Allah'a noksanlık isnat etmek şeklindeki küfürlerden en
büyük olanı ve bağışlanmayacağı bildirileni, Allah'a ortak tanımaktır:
1
(Lisanü’l Arab, “kfr” mad. )
3
4. 55
Onlar da Allah'ın astlarından kendisine yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere
tapıyorlar. Ve o kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kişi, Rabbinin aleyhine
arka çıkandır/kullarını saptırmak için çalışandır.
(Furkan/ 55)
17
Andolsun ki “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in ta kendisidir” diyen kimseler kâfir;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler olmuşlardır. De ki: “Peki, Allah, Meryem
oğlu Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündeki kimseleri değişime/ yıkıma uğratmak istese, O'na karşı
kim bir şey yapabilir. Göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti de sadece Allah'a
aittir. O, dilediğini oluşturandır. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.”
(Maide/ 17)
72
Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları!
Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle
Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da Ateş'tir. Ve şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi
zararlarına iş yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur” demişti.
73
Andolsun, “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddeden birileri olmuşlardır. Oysa tek ilâh'tan başka ilâh yoktur. Eğer
söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddetmiş olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.
(Maide/ 72, 73)
30
Ve Yahudiler; “Uzeyr Allah'ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da, “Mesih Allah'ın oğludur”
dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan
kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin sözlerini taklit ediyorlar.
Allah, onlarla savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar!
(Tövbe/ 30)
48
Şüphesiz Allah, Kendisine ortak kabul edilmesini asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları
dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah işlemiş olur.
(Nisa/ 48)
Hemen belirtilmelidir ki, şirki terk ederek tövbe eden ve af dileyenler artık mümin
sıfatı kazanacaklarından, Rabbimiz bu gidişatlarını bozmamaları kaydı ile onları geçmişteki
şirklerinden dolayı affedeceğini bildirmiştir:
3,4
Ve “en büyük hac” günü, ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız, size hiçbir eksiklik
yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseyle yardımlaşmamış kimseler hariç, şüphesiz Allah'ın ve
O'nun Elçisi'nin ortak koşan kimselerden ilişiksiz olduğuna dair Allah'tan ve Elçisi'nden insanlara
bir bildiri: “Artık eğer hatadan dönerseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ve eğer sırt çevirirseniz o zaman
şüphesiz kendinizin, Allah'ı âcizleştiren olmadığını biliniz.” Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddeden şu kişilere de acıklı bir azabı müjdele! Artık siz de müddetlerine kadar
kendilerine verdiğiniz sözlerinizi tamamlayın. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş
kişileri sever.
(Tövbe/ 3, 4)
4
5. Bir başka küfür de peygamberlik müessesesini kabul etmemek veya herhangi bir
peygamberin peygamberliğini [elçiliğini] inkâr etmektir:
136
Deyin ki: “Biz Allah'a, bize indirilene, İbrâhîm'e ve İsmâîl'e ve İshâk'a ve Ya'kûb'a ve
torunlarına indirilene, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya verilene ve peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik;
onlardan hiç birini diğerinden ayırmayız ve biz ancak O'nun için islâmlaştıranlarız [sağlamlaştıran/
esenlik-mutluluk kazandıran birileriyiz].”
(Bakara/ 136)
Küfür ve kâfir kavramlarının örneklerini daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak daha
fazla teferruata girmenin amaç dışına çıkmak olacağını düşünerek şimdilik bu özet bilgiyle
yetiniyoruz.
2 - 5. Ayetler:
2
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ ben sizin yaptığınız kulluğu yapmam. 3
Siz de
benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ siz de benim yaptığım kulluğu yapmazsınız. 4
Ve ben
asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ ben asla sizin yapmış olduğunuz kulluğu yapıcı
değilim. 5
Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ siz de benim yapmakta olduğum
kulluğu yapıcı değilsiniz.
Bilindiği gibi, cahiliye dönemi Arapları Allah'ı inkâr etmiyorlar, ancak O'nu “احد Bir”
ve “صمد Samed” olarak tanımıyorlardı. Onlar Allah ile beraber putlara, geçmişteki önemli
zatlara, heykellere ibadet ediyor ve bunların Allah yolunda sadece birer vesile olduğu
iddiasında bulunuyorlardı. “Biz onlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz”
(Zümer 3) diyorlardı. Gökleri ve yeri yaratıp güneşi ve ayı buyruğu altına alanın “elbette
Allah” olduğunu söyleyen bu müşriklere Kur’an, Allah'tan başka ibadet ettikleri şeylerin
kendilerini Allah'a yaklaştıramayacağını bildirmiştir:
16,17
İbrâhîm'i de elçi gönderdik/kurtardık. Hani o, toplumuna: “Allah'a kulluk edin ve O'nun
koruması altına girin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Şüphesiz siz Allah'ın astlarından
birtakım putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki sizin Allah'ın astlarından
mabut diye o taptıklarınız, sizin için bir rızık vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah
yanında arayın ve O'na kulluk edin ve O'na sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödeyin. Yalnızca
O'na döndürüleceksiniz” demişti.
(Ankebut/ 16, 17)
Bu ifade, kâfirlerin ibadet ettiği ve halen de ibadet etmekte oldukları bütün mabutları
içine alır. Bunlar melekler, cinler, nebiler, veliler, ölmüş insanların ruhları, güneş, ay,
yıldızlar, hayvanlar, ağaçlar, hayalî tanrılar, tanrıçalar, putlar, türbeler de olabilir. İlâhlara
topluca ibadet etmenin içine Allah'a ibadet de giriyor olsa bile, bu gerçek anlamda Allah'a
ibadet değildir. Çünkü Kur'an'da açıkça Allah'a ibadetin O'nunla birlikte bir başka şeye ibadet
etmemek demek olduğu bildirilmiş ve sadece Allah'a ihlâsla yönelmek emredilmiştir: “Oysa
kendilerine dini yalnız Allah'a halis kılarak, Allah'ı birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri
emredilmişti.” (Beyyine 5)
Ayetlerde Geçen “Mâ”
Bu ayetlerde geçen “ما mâ”ların, bugünkü Arapça'daki ism-i mevsul mü, masdariyye
“mâ”sı mı, yoksa sıfat bildiren “mâ” mı oldukları hakkında çeşitli görüşler vardır.
5
6. Ayetlerin cümle yapısına bakıldığında, 2 ve 3. ayetler bir cümle, 4 ve 5. ayetler de bir
cümle olmak üzere, 2-5. ayetlerin iki cümleden oluştuğu görülmektedir. Bu iki cümle de aynı
tür cümlelerden olup, 2. ve 4. ayetler cümlelerin birinci bölümlerini, 3. ve 5. ayetler de
cümlelerin ikinci bölümlerini teşkil etmektedir.
Ayetlerdeki “mâ”lar ile ilgili bilgi Leyl suresinde verilmiştir.
Ma’nın Akıllıların sıfatı için kullanıldığı dikkate alındığında, 2 ve 3. ayetlerdeki birinci cümle
“Sizin taptığınız şeylere/ sizin Rabblerinize ben tapmam, benim taptığım Rabbime de siz
tapmazsınız” anlamına gelir.
“Mâ”lar masdariyye olarak kabul edildiğinde ayetlerin anlamı; “Ben sizin şimdi
yapmakta olduğunuz ibadeti yapmam. Siz de benim yapmakta olduğum ibadeti yapmazsınız.
Ben sizin eskiden yapmış olduğunuz ibadeti yapıcı değilim. Siz de benim şimdi yapmakta
olduğum ibadeti yapıcı değilsiniz” olur.
“Mâ”lar sıfat olarak kabul edildiğinde ise ayetlerin anlamı; “Artık ben sizin yaptığınız
ibadet gibi ibadet yapmam, siz de benim yapmakta olduğum ibadet gibi ibadet yapmazsınız.
Ne ben sizin eskiden yapmış olduğunuz ibadeti yaparım, ne de siz benim şimdi yapmakta
olduğum ibadet gibi ibadet yaparsınız” olur.
Bu ayetlerde Allah'a yapılacak ibadet ile müşriklerin yaptıkları ibadetlerin
karşılaştırılması yapılmakta ve İslâm'da ibadet edilecek olanın sadece Allah olduğu
anlatılmaktadır. Bu noktada, bazı yanlış anlama ve uygulamaları belirtmek açısından “عبادة
ibadet” kavramı üzerinde de biraz durmak gerekmektedir.
İbadet
“ عبادة İbadet” kavramı ile ilgili ayrıntı Fatiha suresinde verilmiştir.
6. Ayet:
6
Sizin dininiz/inanç ve yaşam ilkeleriniz sadece sizin için, benim dinim/inanç ve
yaşam ilkelerim de sadece benim içindir.
Bu ayette “دين din” sözcüğü, Mâûn suresinde gördüğümüz “ceza/karşılık” anlamından
ayrı olarak, “toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü, yani şeriat” anlamında kullanılmıştır.
Ancak bu sözcük ile kastedilen düzen, sadece Allah'ın koyduğu ilkeleri kapsayan Hakk
Düzen'den ibaret olmayıp insanlar tarafından kurulan beşeri düzenleri de kapsamaktadır. Bu
anlamda din, ister Hakk ister batıl olsun, ister Allah ister insanlar tarafından kurulmuş olsun,
her türlü toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü demektir.
İnsanların kurdukları düzenlere de din denmesinin Kur'an'daki diğer örnekleri
şunlardır: Âl-i Imran 73, En'âm 70, A'râf 51, Yusuf 76, Mümin 26.
Bu durumda gerek Mekkelilerin ve Mısırlıların oluşturdukları düzenler, gerekse
bugünkü toplumlarda oluşmuş bulunan kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, komünizm gibi
ekonomik düzenler de birer din sayılmalıdır.
Kurallarını Allah'ın koyduğu Hakk Din ise Kur'an'da “Allah'a ait din”, “E’d-Dinü’l-
Hanif”, “E’d-Dinü’l-Kayyim”, “Muhlisine lehü’d-Din”, “E’d-Dinü’l-Halis” ve “İslâm”
adlarıyla yer almıştır. Dinle ilgili bu tanımlamaların kullanıldığı ayetler şunlardır:
6
7. Bakara 132, 193, 217, 256 Ankebut 65
Âl-i Imran 19, 83 Rum 30, 43
Nisa 46, 146 Lokman 32
Maide 3, 54, 57 Ahzab 5
En'âm 161 Zümer 2, 3, 11, 14
A'râf 29 Mümin 14, 65
Enfal 39, 49, 72 Şûra 13, 21
Tövbe 11, 12, 29, 33, 36, 122 Fetih 28
Yunus 22, 104, 105 Mümtehıne 8, 9
Yusuf 40 Saff 9
Nahl 52 Beyyine 5
Mâûn 1 Hacc 78
Kâfirun 6 Nur 2
Nasr 2
Bu ayetlere dayanarak Kelâm bilginleri “Hakk Din”i şöyle tarif etmişlerdir: “Hakk
Din, Yüce Allah'ın kullarını hakka ulaştırmak üzere peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi
insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın
koyduğu hükümlerdir.”
Hakk Din ile diğer dinler arasındaki şu çok önemli farka mutlaka dikkat edilmelidir:
Hakk Din dışındaki dinlerde kurallara inanmadan uymak veya kurallar karşısında
pasif/edilgen kalmak mümkün iken, Hakk Din, konulmuş kurallara hem samimiyetle
inanmayı hem de bu kuralları bütün gönlüyle uygulamayı emretmektedir. Böylece iman
olmadan yapılan tüm ameller Hakk Din'de “taklit” ve “boşa çıkmış” olarak nitelenip
kınanmakta, amele dökülmemiş iman ise “… İnandık deyince bırakılacaklarını mı sandılar?”
sözleriyle amel olmadan değerlendirmeye alınmaya layık görülmemektedir. Dolayısıyla Hakk
Din'de iman ile amelin birbirini tamamlayan ögeler olduğu unutulmamalı ve şu ayetler
yardımıyla bu konu sık sık hatırlanmalıdır: Müminun 1-11, Enfal 2-4, Tövbe 16, 111, Saff 10,
11, İbrahim 23-25, Furkan 63-77, Bakara 103, 214, Â'l-i Imran 142, Yunus 62, 63, A'râf 156,
Maide 93, Ankebut 1-7, Hucurat 14-16, Ahzab 35, 36.
Hakk Din ile diğer dinler arasındaki bir diğer fark ise diğer dinlerde konulan
hükümlere uymakla zorunlu kılınan insanın Hakk Din'de tamamen özgür bırakılmasıdır:
29
Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin
/ inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre
onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri
haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!
(Kehf/ 29)
Ancak, Hakk Din'de özgür bırakılan insanların, eksilterek veya arttırarak Hakk Din'in
bütünlüğünü bozma ya da tamamen değiştirme gibi bir yetkileri olmamasına karşılık, diğer
dinleri istedikleri gibi değiştirmeleri mümkündür. Hakk Din'de dinin birazına inanıp birazına
inanmamak veya başka dinlerle sentez yapmak suretiyle Hakk Din'i yozlaştırmak, Hakk
Din'in dışına çıkmak demektir. Böyle bir durumda, Hakk Din kendisini bozmak isteyenlerle
savaşılmasını emretmiştir (Bakara 193, Maide 33, Enfal 39)
Hakk Din ile diğer beşeri dinler, yasama ve yürütme açısından birbirlerinden
farklıdırlar, ayrıktırlar; birleşemezler, kesişemezler. Zaten birleşmemeli ve kesişmemelidirler.
Hakk Din'in Allah tarafından belirlenmiş, siyasî, iktisadî, hukukî ana ilkeleri vardır.
Doğal olarak beşerî dinlerin de bu konularda ilkeleri vardır. Bu noktada Müslüman kendi
dinini, Müslüman olmayan da kendi dinini/düzenini yaşamalıdır. Kimse bir diğerininkine
karışmamalıdır. Fitne olmadığı sürece Müslüman, Müslüman olmayana zor kullanmamalıdır.
7
8. Müslüman da İslam’ın ilkelerinin tamamını kabullenmeli, saf dinine yapay dinlerin
ilkelerinden karıştırmamalıdır. Hak Din’deki herhangi bir ilkenin yerine yapay dinlerden bir
ilke benimsenmesi, Rabbimizin Bakara suresinin 85. ayetindeki beyanı gereği, kafirliktir.
Herkesin mertçe, sonucuna katlanmak kaydıyla mümin veya kâfir olma özgürlüğü vardır.
Bu surede kimliklerin netleşmesi, ayrışması, vurgu üzerine vurgu yapılarak
emredilmektedir.
Kur'an'ın din anlayışıyla ilgili olarak birçok araştırma ve çalışma yapılmıştır. Bu
konuda daha fazla detay için bu tür eserlere başvurulabilir.
Bize Verilen Mesaj
Kâfirun suresi, son ayetindeki “Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece
benim içindir” ifadesiyle müminler ile kâfirlerin yollarının ayrıldığını net bir şekilde ortaya
koymaktadır. Bu ifade aynı zamanda kâfirlerin din konusunda Allah'a iman eden
Müslümanlar ile hiçbir zaman uzlaşamayacaklarını, bu nedenle bu konudan ümit kesilmesi
gerektiğini de anlatmaktadır. Bu tavır Kur'an'da bir çok yerde zikredilmiştir (Yunus 104,
Şuara 216, Sebe 25-26, Zümer 14,15, Mümtehıne 4).
Dolayısıyla mümin ve müslüman kesinlikle tevhidî inanış ve yaşayıştan taviz
vermemeli, hiçbir batıl dinle senteze girmemelidir. Bu iki şeyi yapmadığı gibi, İslâm'ın
benzeri olarak ileri sürülen görüşlere de itibar etmemelidir. Tüm sistemler daima benzerleri ile
yozlaştırılmıştır. Bu akıldan çıkarılmamalıdır. Allah'ın dini ana sütü gibi halis olmalıdır.
Müslümanlar her koşul altında bu saf ve halis dini yaşamalıdır.
Bu sureleri daha iyi anlamak için tarih ve siyer kitaplarından peygamberimizin Mekke
dönemi tebliğ yaşamıyla ilgili bölümlere başvurulabilir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
8