1. Enderun MektebiENDERUN LİSELERİ KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DERGİSİ
Sayı:16/Ocak-2018
RöportajDosyaİncelemeBiyografi
Mehmet
Karaman
Endüstri 4.0
Eric
Hoffer
Nikola
Tesla
İnsanlar sevilmek için yaratıldılar,
eşyalar ise kullanılmak için.
Dünyadaki kaosun nedeni;
eşyaların sevilmeleri ve
insanların kullanılmalarıdır.
4. Enderun Mektebi
Özel Enderun Fen ve Anadolu Liseleri
Kültür Sanat Edebiyat Dergisi
İMTİYAZ SAHİBİ
Özel Enderun
Fen ve Anadolu Liseleri Adına
Said TURGUT
Okul Müdürü
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Öznur Özgür İÇ
Fen Lisesi Müdür Yardımcısı
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Zahid AYDOĞAN
Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni
EDİTÖR
Öznur ÖZDEMİR
Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni
GRAFİK-TASARIM
Emre YALDIZ
YAZIŞMA ADRESİ
Kayacık Araplar Mh.
Ataç Sk. No:1
Karatay/KONYA
ELEKTRONİK POSTA
enderunlisesi@gmail.com
WEB
www.gencegitim.com.tr
TEL
0.332 237 81 08
BASKI
Eroğlu Ofset
Selçuk V.D. 3360160642
Matbaacılar Sitesi Yayın Cd.
No:19 Karatay/KONYA
Tel: 0.332 342 08 31
Basım: Ocak 2018
YAYIN TÜRÜ
Yerel süreli yayın.
Dönemde bir yayınlanır.
Ücretsizdir.
İnsan, mezarından alınan bir avuç toprağın bir damla suyla çamurlaştırılarak başla-
dığı ömür sergüzeştinde okyanustaki yelkenli gibidir.
Allah’ı ancak gönlüne sığdırabilen âdemoğlunun “ene’den” başlayıp “Hüve’ye”
gitmesi gereken yolculuğunda “bir bitmeyecek zevk verirken beste” sandığı şu
âlemde kendini köleleştirip kendine yeni efendiler edindi.
Sırrını da doğarken yanında taşıdığını, iç dünyasında “Hüve’yi” bulması gerektiğini
unutup “uyumuşsun uyanamamışsın” dünyasında hep bir arayış içinde vaktini
tamam etti.
Her geçen gün, gelen günün heybesinde birikince tabiatın esrarının çözülmesinde
ve gönül okyanusunda “ene’ye” yapılan yolculukta insana yeni ufuklar açtı.
Bize de binlerce yıldır süren ve sürmeye de devam edecek olan bu birikim sürecin-
de insanın bilim ve teknoloji ile olan imtihanını kendi benliğinde değerlendirmeye
çalıştık.
Bu nedenle:
Sanayileşme ile başlayan endüstrinin evrelerine yer vererek teknolojinin hayatımız-
daki yerini ve bizlerin sosyo - kültürel açıdan değişimini irdeledik.
Hayallerinin ardından giden yenidünyaya değişimi getiren Tesla’dan Eric Hoffer’e,
kültür değişiminde kilometre taşı olan Tanzimat’a ve modernleşme ile din arasında
çıkmaza giren insanı konu edinerek dimağlarda bir lezzet bırakmak istedik.
Ayrıca :
Sayfalarından hayatların aktığı hikaye ustası Mehmet Karaman ile hikaye üzerine
bir söyleşiyi de sizlere sunduk
Dergi ekibimizle sizler için Edebiyat Okumalarında meraklısına yol gösterebilecek
bir röportaj yaptık. Dergide emeği geçen öğretmen ve öğrencilerimize minnetleri-
mi sunuyor, sizleri dergiyle baş başa bırakıyorum.
İstifade edilebilmesi temennisiyle...
Zahid AYDOĞAN - OCAK / 2018
BAŞLARKEN...
5. İçindekiler
BAŞLARKEN | Zahid AYDOĞAN | .....................................................................................................................
HEYBEMDEKİLER | Zeynep Aslı TANOĞLU | Öykü ..........................................................................................
HİÇ | İsmail ÜNAL | ŞİİR ................................................................................................................................
NE ACI | Burak Talha DAĞDEVİREN | Şiir .........................................................................................................
YÜRÜ ve DÜŞÜN | Güneş EGE | Hikaye ..........................................................................................................
MODERNİZM KISKACINDA DİN | Muhammed Abdullah SAYIN | Makale ......................................................
MODERN KÖLELİK | Berat Enes ERTÜRK | Hikaye ............................................................................................
MODERN DÜNYANIN KURUCUSU : TESLA | Aynur Sena Derbentli | Biyografi ................................................
ENDÜSTRİ BİZİM NEYİMİZ OLUR | Muhammed Veli ÜNLÜ | Dosya ..............................................................
ERIC HOFFER | Berat Enes ERTÜRK | İnceleme ...............................................................................................
HİÇ İN BİŞNEV | İsmail ÜNAL | Şiir ..................................................................................................................
TAHAMMÜLSÜZLÜK | Sena Nur YILMAZ | Deneme ........................................................................................
Mehmet Karaman il RÖPORTAJ | Enderun Mektebi Genç Yazarlar Kulübü | Röportaj ...................................
MODERNİZM ÇERÇEVESİNDE DİN ALGISI | Zeynep Sude GÜVEN | Makale ....................................................
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ İNCELEMESİ - SORUN TESPİTİ | Himmet Emre ÇİMEN | Makale...................................
TANZİMAT’IN RÜZGÂRIYLA | Selahaddin UYSAL | İnceleme ...........................................................................
ENDERUN MEKTEBİ’NDE ENDERUN | Ahmet Hakan ÖZEL | İnceleme ...........................................................
ZAMANI CÜMLELERE DÜĞÜMLEMEK | Neriman KAFAOĞLU | Hikaye ..........................................................
İÇTİMAİ | Zeynep Sude GÜVEN | Hikaye ........................................................................................................
ENDÜSTRİ 4.0 | Azra GİRGİÇ | Karikatür ........................................................................................................
SEN NEREDESİN | Zeynep Aslı TANOĞLU | Şiir ................................................................................................
ORTAK DAVAMIZ : KUDÜS | Muhammed AKKAN | Makale .............................................................................
SEZAİ KARAKOÇ ’UN YAZILARINDA DİRİLİŞ KAVRAMI | Mehmet Fikri TOK | Makale ....................................
ŞEYH GALİP DER Kİ | Tuba ARIKAN | Şiir .........................................................................................................
ENDÜSTRİ 4.0 | Azra GİRGİÇ | Karikatür .........................................................................................................
4
6
8
9
10
12
16
18
20
22
24
25
26
30
32
36
38
40
42
43
44
46
48
52
54
6. ....
Enderun Mektebi
Öykü
Zeynep Aslı TANOĞLU - AL/10A
Kim olduğumun, nerede
doğduğumun, nerede ya-
şadığımın ve kaç yaşında
olduğumun herhangi bir
önemi yok bu satırlarda.
Benim hikâyem de herkes
gibi başladı. Bir gece yarı-
sı annemin attığı çığlıklar
arasında geldim misafir
olduğum bu dünyaya.
Dedim ya işte misafir sadece…
Herkes gibi bir müddet kaldıktan sonra ben de gi-
decektim buradan. Belki de geldiğime sevinip gitti-
ğime üzülecekler olacaktı yaşamımı paylaştıklarım
arasında. Bir sürü yaşanmışlıkla beraber yaşaya-
madıklarımı da alıp yanıma ansızın verecektim son
nefesimi. Ama insan kolay doğmadığı gibi kolay da
ölemiyor işte.
Hayatım da her zaman bir mücadele vermiştim ben
de herkes gibi. Hayatın
kanunuydu bu. Yaşama
tutunma mücadelesi,
kaybetmeme mücade-
lesi. Mücadele verdikçe
yorgun düşen ruhuma
inat pes etmiyordum hiç-
bir zaman, etmemeliydim
de zaten. Kazanmalıydım.
Öyle derdim kendime
hep. Ansızın geriye baktı-
ğımda fark etmiştim insan kaybetmekten korktuğu
her şeyi kaybedermiş.
Meğerse ben de kazandım sandığım çoğu şeyi
kaybetmiştim. En değerli şey olan zaman mıdır
mesela? Kendimi de kaybetmiştim onca yaşanmış-
lıklar arasında. İçimin derinliklerinde bir ses vardır.
Bir ben duyarım o sesi bir ben bilirim. Konuşmaya
başladı yine çokbilmiş iç sesim; kaybettin diyor bu
sefer bana.
Misafir olarak geldiğin bu üç günlük dünyada hep
6
HEYBEMDEKİLER
7. ....
Enderun Mektebi
Öykü
Zeynep Aslı TANOĞLU - AL/10A
kaybettin. Kazandıklarını da görmek dahi istemedin.
Sonra her şey canlanıyor gözümde; içimden gelen sesle
birlikte. Bakıyorum da heybeme ne kadar kaybedilmişlik
varsa almış hepsini götürüyor. İçine kırgınlıklarımı da al-
mış üstelik. İç sesim yine konuşmaya başlıyor ben dalıp
gitmişken geçmişe.
“Hayal et diyor. Bilirsin sen hayal etmeyi seversin. “Se-
verim diyorum. Denizin ortasındasın diyor içim, yanında
heyben var. Seni yoran kaybedişlerin, kırgınlıkların var
küçük ama içine birçok şey sığdırdığın heybende.
At onları denize.
Gitsinler.
Çok durdular çok kanattılar seni bırak gitsinler. Diyorum
ki çokbilmiş iç sesim bu defa haklı konuştu.
Atıyorum heybemi denize içimden gelen sese uyarak.
Bir yük kalkıyor omuzlarımdan. Bir filiz açıyor kirli kalbi-
min ortasında.
Epeydir kalbimin içinde gömülü duran heybemin, deni-
zin kumlarına saplanışını seyrediyorum bu sefer.
Denizin ortasında bomboş, tertemiz heybem bir kelebek
edasıyla konuyor kalbimin bir odacığına. Sanki bana hâlâ
bir umut olduğunun haberini verir gibi göz kırpıyor. Kıpır
kıpır olan içimle yeni heybemizi karşılıyoruz.
Sonra birlikte yeniden başlamak istiyoruz tertemiz hey-
bemle. Çokbilmiş iç sesime haber veriyorum bu güzel ha-
beri.
Yeniden başlıyoruz tamam mı içim?
Bu kimsenin olmadığı yerde “Allah yeniden başlayanların
yardımcısıdır “diyerek yeniden başlıyoruz tamam mı?
Tamam diyor içim, bana katılıyor bu sefer.
Yeniden başlayalım diyor o da.
Aslında benim hikayem tam da o an başlamıştı. Tüm kay-
bedişleri kırgınlıkları terk edip içimle birlikte tertemiz hey-
beme güzel şeyler koymak için yeniden ayağa kalktığımız
da başladı.
7
8. Enderun Mektebi
Şiir
İsmail ÜNAL - AL 10/D
Bir alem ki,
Necaset dillere akmışken,
Susmak gariplik olmuş
Ne menem iştir?
Aşığa bu dünya cümleden zulüm olmuş.
Can konağında sufİ
Dergâhında Aşkı bulmak kime nasip olmuş?
Aşk-ı bilmeyen ne bilsin bizi?
Hiç den dinlemeyen ne bilsin BİŞNEV-İ?...
Konuşmayı marifet sanan
Alışkanlık gören
Hûy(u) edinen,
Nerden duysun Haşûm-i?...
Maşuktan bi-haber
Ne bilsin aşk ateşini?
Biz de kapılar içeri açılır,
Gönlünde meşk olan Hüsrev-i hakân yapılır.
Varsan YOK
YOK’san HİÇ yapılır…
8
HİÇ
9. ....
Enderun Mektebi
Şiir
Burak Talha Dağdeviren - FEN 10/A
Düşman kalabalık gelmiş,
Kâfirin gözünde azımsanıyoruz, ne acı!
Melekler de bizimleymiş,
Biz de kendimizi aziz sanıyoruz, ne acı!
Kudüs’te çocuklar taşla tanklara saldırmış,
Kendimizi güçsüz buluruz, ne acı!
Açlıktan karınlarına taş bağlarlarmış,
Gözümüzü doyuramayız, ne acı!
9
Kimileri yurtsuz kalmış, İslam için
Kimileri nefessiz kalmış, vatan için
Çıkmış birileri bir gece sokağa
Kör kurşuna kurban gitmiş ne acı.
Katliama kör, ağıtlara sağır kalmışlar.
Seslerini duyuramamışız ne acı!
Allah sabredenlerle beraberdir demişler,
Kendimizi yalnız hissetmişiz, ne acı!
NE ACI
10. ....
Enderun Mektebi
Hikaye
Güneş EGE - AL 10/A
10
Sokakta yürüyen her insan gibi yürüyordum. Herkesin
kendine ait düşünceleri, kararları, adı, sıkıntısı, mut-
luluğu, güldüğü anları, üzüldüğü zamanları ve tabii ki
pişmanlıkları var. Benim de düşüncelerim, fikirlerim,
kararlarım, sevinçlerim var.
Evden çıkıp sokakta yürümeye başladığımda sadece
kendi düşüncelerimi bildiğimi fakat benden başka
kimsenin ne düşündüğünü bilmediğimi fark ettim;
ama sadece tek bir düşünceyi bilmem, ona hakim
olmam fakat diğer kimsenin ne düşündüğünü, neyin
nasıl yapıldığını bilmeden hareket etmem ne kadar
doğruydu?
Evden çıkıp yürümeye başladım. Apartmanın giriş
kapısını açarken karşıma çıkan adamın adını bile bil-
meden yürümeye devam ettim. Sokakta yürürken ya-
nımdan geçen anne ve kızın tartıştığını gördüm. Anne
neden kızına bağırıyordu, neden? Tabii ki bunun da
neden olduğunu bilmiyordum. Tartışmaya son vere-
meden kimseye karışmamam gerektiğini fark ederek
yürümeye devam ettim.
Otobüs durağına geldim. Oradaki bekleyen herkesin
bir hikayesi vardı acaba isimleri neydi? Duyguları ney-
di? Otobüse bindim kartı tuttuğumda aklıma o kartı
ilk kimin, nasıl bulduğu geldi? İlk kim, nasıl bulmuştu?
Otobüsten indim. Su almak için markete girdim.
YÜRÜ ve DÜŞÜN
11. ....
Enderun Mektebi
Hikaye
Güneş EGE - AL 10/A
Su reyonuna gittiğimde, belki de sadece küçük bir suy-
du kimin umurundaydı değil mi? Ama o su şişesinin
yapımında kim bilir kimin emekleri vardı? O bizim içme-
mizin saniyeler aldığı su şişesinde her bir damlası için
çalışan kişilerin emekleri vardı. İçtiğimiz bir damla suda
kaç kişinin emeği vardı?
Suyu elime alıp
kasaya gittim. Çı-
kardığım elli kuruş
benden önce ki-
min elindeydi? İlk
kimin eline dokun-
muştu? Elli kuruş
fikri ilk kimin aklına
gelmişti? Tabii ki
sorularıma cevap
bulamadım. İnter-
net her ihtiyacımızı
karşıladığı için (!)
internete girip bu
bilgileri aradığımda
nedense hiçbir bil-
gi yoktu.
Elli kuruşu kasaya
verirken ufak bir
para olmasına rağ-
men onu hissettim
ve kasaya verdim.
İşlerim vardı hep-
sini halletmek için
dolanmaya başla-
dım.
Gittiğim yerlerde
5 metre aralıklarla
Suriyeli çocuklar!
Irkçılık yapmak ne kadar kolaydı ama o çocukların gö-
zünden olaylara hiç bakmadığımı fark ettim.
O küçük gözler neler görmüştü? Hangi savaşları, hangi
kavgaları, hangi insafsızlıkları görmüştü?
Ben, o duyguların hiçbirini hissetmeden, o gözlerin
gördükleri hiçbir şeyi görmeden sadece ırkçılık yaptım
ve yürümeye devam ettim. Yolda yürürken sanki bana
hiçbir şeyin hikayesi yokmuş gibi geliyordu; ama vardı.
Suç benimdi! Ben çok bencildim ve kimsenin, hiçbir
şeyin hikayesini düşünmüyordum.
Yolda giderken her
dükkanda kıyafetler,
kitaplar, bilgiler vardı.
Benimde içine dahil
olduğum, insanların
bazı problemleri var-
dır bunlardan biri de
hiçbir şeyi düşünme-
den, küçük, sıradan,
önemsiz diyerek tüm
eşyaları aşağılama-
mızdır.
Bu düşüncelerin bey-
nimi ne kadar yordu-
ğunu fark etsem de
düşünmekten kendi-
mi alıkoyamıyordum.
Yürüdükçe her bir in-
sanın ayrı ayrı sesini
duyuyor, herkesin yü-
zünü görüyor, garip
bakışlarına tanık olu-
yordum. Daha fazla
yürüdüm ve işlerimi
halledip eve dönme-
ye karar verdim.
Otobüse binip eve
geldiğimde beynimin
çok yorulduğunu ve her düşünceyi bilmenin ve aslın-
da her düşünceyi öğrenmeye çalışmanın çok yorucu
olduğunu fark ettim. Belki de ben herkesin hikayesini
bilirsem ileride benim bilinecek bir hikayem kalmazdı.
11
12. ....
Enderun Mektebi
Makale
Muhammed Abdullah SAYIN - FEN 12/A
Şerife ALTIPARMAK - Din Kültürü Öğretmeni
İnsanlar yaratılışından bu güne kadar birçok sa-
hada yenilikler oluşturmuş var olan sahalarda
ise ilerleme sağlamışlardır. Mağarada tek ba-
şına yaşayan insanın serüvenine bir göz atacak
olursak şunları söyleyebiliriz. Yalnız başına ve
dış tehlikelere açık bir şekilde yaşayan insan,
gecenin ürpertici karanlığından ve yalnızlıktan
korunmak için bir başka insana ihtiyaç duy-
muş ve aile kurumu meydana gelmiş-
tir. Akıllı, bilinçli ve iradeli bir araya
gelişlerle toplum oluşmuş ve
aile de toplum sisteminin
çekirdeğini oluştur-
muştur.
Yeme – içme ihtiyaçları ve mübadele sonucu eko-
nomi kurumu, ontolojik olarak, yani eksik ve kusurlu
olaninsanıntamolanbiryaratanainanmaihtiyacıyla
din kurumu, tecrübelerin aktarımıyla eğitim kurumu,
aile
içi ve toplum
içi insanlar ara-
sı otorite belirlenimi
vesilesiyle de siyaset ku- ru-
mu ortaya çıkmıştır. Bütün bu kurumlar, sü-
rekli ileriye doğru atılımlar yaparak kendilerini
geliştirmişlerdir.
Bütün bu ilerlemeler zamanı çağlara ayırmış
ve önemli ilerleme hareketleri zamanın belli
bir kesitine damgasını vurmayı başarmıştır.
Bunun sonucunda genel-geçer adlandırma-
lar peyda olmuştur.
Modernite ve sanayi devrimi de
bu adlandırmalardandır. Sa-
nayi devrimiyle gelişen mo-
dernizm insanların yaşam tarzı ve stan-
dartlarında birtakım değişmelere sebep olmuştur.
Etki öyle bir noktaya gelmiştir ki, insanların fikir ve
inançlarını bile yönlendirebilmiştir
12
MODERNİZM KISKACINDA DİN
13. ....
Enderun Mektebi
Makale
Muhammed Abdullah SAYIN - FEN 12/A
Şerife ALTIPARMAK - Din Kültürü Öğretmeni
13
Seküler kelimesinin anlamı zaman zaman değiş-
mekle birlikte karakteristik içeriğe de sahiptir. Her
zaman açık bir şekilde dini olanın karşıtı anlamına
gelmektedir.
Sekülerleşme iddialarının
doğruluğu, tarihi delile
bağlıdır. Geçmişte
yaşayan insan-
ların şimdiye
oranla daha
dindar ol-
d u k l a r ı n ı
söylersek
varsayım-
lar
üzerinden
h a r e k e t
etmiş olu-
ruz.
Sekülarizas-
yon, modern
toplumların
küresel bir olgu-
su olarak görülse
bile, hepsinde tek ve
aynı tarzda yayılma-
mıştır. Topluluklar bu
süreçten farklı şekilde
etkilenmişlerdir.
Dolayısıyla sekülarizasyo-
nun etkilerini, kadınlardan
ziyade erkekler, çok genç
veya yaşlılardan ziyade orta
yaş tabakasında bulunanlar, kır-
sal kesindeki insanlardan ziyade şehirdeki
insanlar, daha çok zanaatkâr ve küçük esnaf
gibi geleneksel uğraşlarda çalışanlardan zi-
yade modern sanayi üretimiyle doğrudan yüz
yüze gelen sınıflar, özellikle de işçi sınıfı, Ka-
toliklerden ziyade Protestan ve Yahudiler üze-
rinde daha güçlü olma eğiliminde olduğu
bulgulardan anlaşılmaktadır.
Sekülerleşmenin sokaktaki insanı
etki altına aldığı, dinde bir güvenilir
olma yönde önemli bir problem
oluşmuştur. Farklı bir deyişle
dünyevileşme, realitenin dinin
geleneksel dini tanımlamaları-
nın makul olma özelliklerinin
topyekün çöküşüyle so-
nuçlanan bir gelişmedir.
Dünyevileşmenin
bilinç düzeyine bu
yansıması (öznel
dünyevileşme),
toplumsal – yapı-
sal düzeyde (nes-
nel dünyevileşme)
karşılığını bulur.
Öznel olarak,
sokaktaki in-
san dini ko-
nular hak-
k ı n d a
k a -
14. ....
Enderun Mektebi
Makale
Muhammed Abdullah SAYIN - FEN 12/A
Şerife ALTIPARMAK - Din Kültürü Öğretmeni
rarsız bir tutum sergiler. Nesnel olarak ise, aynı in-
san, kendi bağlılığını yahut en azından tevessülünü
kazanmak için çekişen fakat hiçbiri de ona bu bağ-
lılığı sağlayacak kıvamda görünmeyen bir sürü dini
veya başka türlü realite tanımlayıcı vasıtaları bek-
ler. Başka bir deyişle, çoğulculuk dene olgu bilinç
dünyevileşmesinin toplumsal – yapısal bir karşılığını
oluşturmaktadır.
İnsanoğlu, hayatını idame ettirme yolunda, bireysel
ve toplumsal yönlerde bir kendine ait dünya kurma
girişiminde bulunmuştur. Çünkü insan, ne diğer insan-
larla akıllı, bilinçli ve iradeli birliktelikler gerçekleştirme-
den ne de kendine özel bir dünya kurmadan hayatını
idame ettiremez.
Beşeri olarak kurulan dünyanın inşası aşamasında ve
kurulan bu beşeri dünyanın bir düzen ve birlik içerisin-
de idamesi ve korunması aşamasında çok elzem bir rol
üstlenen din, insanlığın ontolojik yönüyle, ta yaratılıştan
yok oluşa kadar hep var olagelmiş ve bu da böylece var
olarak devam edecektir.
Dinin mevcudiyeti kesinlikle tartışılmazdır, fakat mevcu-
diyet derecesi ve etki sahası zaman, mekân ve durum-
lara göre devamlı bir değişiklik arz etmiştir.
İnsanlar, ilkel tarım döneminde yaşamlarını idame
ettirmede ilahi güçlere aşırı ihtiyaç duymuş, fakat
bu insanın noksan yapısından kaynaklanan muhta-
ciyet, insanın etki alanının artırılması, yani insanın
endüstri ve teknolojideki gelişmelerle her türlü işi-
nin kendisinin görmesi ve olumsuzluklara hemen
müdahale ederek düzeltmesiyle azalmış ve dinin
toplumsal hayattan giderek artan bir şekilde uzak-
laşmasına neden olmuştur.
İşte yaşamımızda dinden uzaklaşma, ilahi olanla
değil de sadece dünyevi olanla meşguliyet, se-
külerizm olarak gündemi işgal etmiştir.
Sosyal bilimler, felsefe, ilahiyat, hukuk gibi bir
çok alanda, tartışmalı bir kavram olarak karşımı-
za çıkan sekülerleşme, özellikle modern sanayi
toplumlarında dinsel inançların, pratiklerin ve
kurumların toplumsal önemlerini yitirdikleri bir
süreçtir.
Sokaktaki en cahil ve dogmatik inançlı insanları
bile etki altına alan sekülerleşme, modernitenin
bir kaçınılmaz sonucu olarak karşımıza çıkmıştır.
Sekülerizm, Batı medeniyetinde, özellikle Hıristi-
yan toplumlarında büyük etkilerle yerini almıştır.
Tahrif olmuş ilahi dinlerden tutun da, beşeri ba-
tıl dinlere kadar hepsini etkilemiştir. Bu etkinin
İslam’da da aynen var olduğu savunulmuş, İs-
lam’ın da dünyevileşmeye açık olduğu ve hatta
dünyevileştiği öne sürülmüştür.
İslam’daki iman anlayışı İslam’ın ahkâm/amel
boyutu, İslam’da ruhban sınıfının olmayışı ve en
önemlisi de İslam’ın tahrif olmamış yegane ve
son din olması, onun seküler olmasını engelle-
miştir.
İslam, modernite karşısında, özünde bir değişik-
liğe uğramadan tamamen yeni yorumlarla me-
deniyeti almış, sekülerizmden etkilenmemiştir.
İslam ahlakı ise, sosyal birlik ve bütünlüğü koru-
madaki büyük rolünü hiçbir sekteye uğramadan
devam ettirmiş ve ettirecektir de.
14
16. ....
Enderun Mektebi
Hikaye
Berat Enes ERTÜRK - AL 10/A
16
Artık köyde kimse kalmamıştı. Birkaç hane vardı,
onlarda da ihtiyarlar kalıyordu. Köyde doğup ölmek
isteyen birkaç ihtiyar!
Peki, benim ne işim vardı hala köyde? Yaşıtlarım
şehre gidip çoktan bir iş kurmuştu. Ben de ufak te-
fek azık ve biraz metelikle yola koyuldum.
Yolda olabilecek ihtimalleri düşündüm, durdum.
İçimden bir ses her şey güzel olacak diye çığırıyor-
ken diğer bir ses, ne işin var senin şehirde, diyordu.
Uzun bir yürüyüşün ardından kasabadaki tren garı-
na ulaştım. Görevli memura selam verdim. Yüzüme
bile bakmadı. Nereye, dedi öfkeli bir eda ile. İstan-
bul, dedim. Çünkü başka bir şehir adı bilmiyordum.
80 metelik istedi. Parayı zar zor denkleştirdim, ada-
ma uzattım. O da bana zoraki bir bilet kesti. Tren
gelene kadar bankta biraz uyudum. Trenin ihtişamlı
gürültüsü idi beni uyandıran. Hemen doğruldum ve
trene bindim.
Bu ulaşım aracının bizim katırlarla hiç ilgisi yok bun-
lar çok farklı diye içimden geçirdim. Bu tren nasıl
hareket ediyor, hala aklım almıyor. Treni raylı eşeğe
benzettik; fakat bunda yorulma falan yok. İstanbul’a
kadar istasyonlar dışında hiç durmadık. Demek ki
bu alet pek güçlü idi. İstanbul’a ilk adım attığımda
nem ve pis kokular beni esir aldı. Burada ne çok
insan var. İnsan varsa acı da vardır. Burada parasız
yaşatmazlar adamı!
Karşı geçe köylerindeki sıbyan mekteplerine düzen-
li olmasa da gitmiştim. En azından okuma yazmayı
bellemiş. Ve muallimin okuma başarıma karşı ver-
diği okuma kitabını onlarca kez okumuştum. Zaten
başkada ne kitabım oldu ne de imkânım!
Kitap, Mimar Sinan ile ilgili bir çocuk kitabıydı. O ki-
taptan aklımda kalan bir İstanbul vardı. Fakat hayal
kırıklığına uğradım desem yeridir. O zariflik, o este-
tik gitmiş yerine sadece para kalmıştı.
MODERN KÖLELİK
17. ....
Enderun Mektebi
Hikaye
Berat Enes ERTÜRK - AL 10/A
17
İnsanlar yiyip, içip, kirletip uyuyordu. Yere yediği-
nin, içtiğinin çöpünü atana daha önce ne rastladım
ne de gördüm!
Ama burası büyük şehir tabi burada herkes bir çiz-
gi üstünde yaşayıp ömür geçiriyor. Boş, hayalsiz,
umutsuz ve hüzünsüz boş bir ömür! Çöp ve gürültü
onlar için sorun olmasa gerek. Neyse bu düzene
de ayak uyduracağız. Bari biraz iş, biraz aş bulayım
diye yola koyuldum. Akşama kadar gezdim, ne iş
var ne aş, Bari, Mimar Sinan’ın eserlerini seyre-
deyim diye düşündüm. Oturdum Sultan Ahmet’in
karşısına seyre daldım. Bozulmayan tek bu eserler
kalmış dedim, içimden. Hala ihtişamını koruyan de-
runi, vakur bir eda ile selamlıyordu bizleri. Selam ol-
sun dedim. Sırf seni
görmeye değerdi.
Sonraları fark ettim
ki belermiş gözlerle
karşımda bir adam
dikilmiş. Bekçi gali-
ba. Kardeş, “Burada
kalmak yasak” dedi.
Tamam, çıkıyorum.
Havanın karardığını
yeni fark etmiştim.
Hayatımda böyle
Cami mi gördüm
sanki? En son bizim köyün mescidini görmüştüm.
Ertesi gün sabah namazından sonra iş aramaya
başladım. Ve bu şehirde insanların gülmeyi, tebes-
süm etmeyi bilmediklerine defalarca şahit oldum.
Acıkmıştım, simitçiden “sıcak” ve “taze” diye sa-
tılan lakin “soğuk” ve “bayat” olan simite son pa-
ramı verdim. Simiti yemeye daha fazla tahammül
edemezdim. Kalan kısmını ufak parçalara ayırarak
denize fırlattım. Belki martılar yer, doğası bozulmuş
martılar.
Bu sefer karşıma çıkan ofisin camında “yeni ça-
lışma arkadaşları arıyoruz” yazıyordu. Arkadaş, ne
hoş bir kelimeydi. Demek ki “arkadaş” kelimesi az
da olsa hala yaşıyordu, aramızda. İçeriye büyük bir
heyecanla girdim. Danışma da güler yüzlü bir insan
beni karşıladı. İş ilanı için geldiğimi söyledim. Pat-
ronun odasına aldılar beni. Patron, çok güler yüz-
lü bir beyefendi. Nereli olduğumu sordu. Akçaköy
cevabını vermemle daha bir gülümsedi. Kendisinin
de Akçaköy’lü olduğunu, ilk göçen aileye mensup
olduğundan bahsetti. Biraz sonra, işe girdin; gözüm
seni tuttu, dedi. Bu kadar hızlı olmasını beklemiyor-
dum. Yapacağım işleri sıraladı: temizlik, çay getir
götür gibi işler. İyi de bir maaşım olacaktı. Kabul
etmeme gibi bir seçeneğim yoktu. Hemen işe baş-
ladım.
İlk hafta pek zorlanmadım. Sonra patron yurtdışı se-
yahatine çıktı. İkinci
hafta diğer çalışan-
lar canımı okudular.
Kendini bilmiş bir
alay mimar ordu-
su. Üstüme bilerek
kahve dökmeleri
beni iyice çileden
çıkarttı. Ve nihaye-
tinde işten ayrıldım.
Adaletin sadece
sözlüklerde yer al-
dığını düşündüm,
haftalarca. Ama
düşünmek para sağlamıyordu, bu memlekette.Son
girdiğim işte de iki ay maaş alamayınca “bam te-
lim” kopmuştu artık. Hemen elde avuçta ne kadar
varsa ortaya koyup, bilet parasını denkleştirdim. Ve
ardından köyüme dönmek için bilet aldım.
Gitmeden önce adeta Boğaz’a şöyle haykırıyordum:
“Def olun ey kapitalist düşüncenin vasıfsız çırakları,
Def olun İstanbul’un ihtişamını söndürmeye çalışan,
gözü paradan başka bir şey görmeyen diplomalı,
modern köleler”
Bekle beni köyüm.
Ve bekleyin beni kekik kokuları…
18. ....
Enderun Mektebi
Biyografi
Aynur Sena DERBENTLİ - AL 10/C
Dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını tam anlamıyla kökünden
değiştirebilecek buluşa imza atan, elektriğin gerçek efendisi ve
modern dünyanın kurucusu: NİKOLA TESLA…
Radyoyu Marconi icat etti sanılır ancak Tesla, Marconi’nin icadın-
dan 10 yıl önce radyo ilkelerini zaten göstermişti.
Endüstrinin floresan lambayı icat etmesinden 40 yıl kadar önce
kendi laboratuvarında floresan lambayı kullanıyordu.
Ford ilk motorlu aracı ile gösteriş yaparken yanına giden Tesla bu kadar bir motora gerek olmadığını an-
latmış; fakat Ford kendini fazla üstün gördüğü için Tesla’ yı dinlememiş bunun üzerine Tesla ateşleme
sistemini icat etmiştir.
Dünyanın ilk hidroelektrik santralini Niagara şelalesinde Tesla gerçekleşmiştir.
Uzaktan kumandalı araçlar, radyo, floresan lambalar, ateşleme sistemi, telefon, alternatif akım, Tesla bo-
bini, violet ray, üç farlı elektrik sistemi, indüksiyon motoru, ayarlanabilir vakumlu kondansatör, kablosuz
telgraf, Tesla vanası... Tüm bunlar ve daha nicelerini adını çok da bilmediğimiz tam olarak yakından tanı-
madığımız; ancak onca şeyleri yapan kişi: Nikola Tesla…
1856 yılında Sırp bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.7 yaşında abisini kaybedince büyük bir bunalım
yaşadı. 14 yaşında hocası sayesinde fizik ve matematik okulu açtı. Babası, Tesla’nın papaz olmasını isti-
yordu; ama Tesla mühendis olmayı tercih etti.
O dönemde elektrik evlere doğru akımla veriliyordu, enerji kaybı çok fazla idi. Bu da elektriği aşırı pahalı hale
getiriyordu. Tesla’nın büyük katkı yaptığı alternatif akım hem periyodik olarak akımın yönünü değiştirdiği
için yüksek voltaja uzun mesafede aktarmaya izin veriyordu hem de daha az maliyete sahipti. Bu şekilde
insanlar daha uygun bir fiyata elektrik kullanmış olacaklardı.
Tesla zengin iş adamı ve mucit olan Edison’a kendi yaklaşımını anlatmış; ancak Edison’un pek ilgisini
çekmemişti; ama Tesla’nın dâhiliğini fark etmişti. Kendi düzenini geliştirmesi için Edison 50 bin dolar vaat
etmişti.
Enderun Mektebi
18
NİKOLA
TESLA
Modern Dünyanın Kurucusu
19. ....
Enderun Mektebi
Biyografi
Aynur Sena DERBENTLİ - AL 10/C
Tesla düzeni geliştirmeyi de aşarak kendi ürettiği alternatif akımı da ekleyerek büyük bir teknoloji ile Edi-
son’un karşısına çıktı. Bu büyük teknolojiyi Thomas Edison’a gösterdiği zaman şaka yaptığını söyleyerek
yan çizdi. Artık savaş başlamıştı Nikola istifa etti.
Koca mucit karnını doyurmak için günlüğü iki dolara çukur bile kazdı. Ama sonunda geliştirdiği projeye
desteği buldu.60 bin dolar peşin 50 bin dolar senet verdi. Ama sonra bu da Tesla’yı sırtından vurdu.
Elektrik enerjisinin kablosuz iletimini buldu.1900’lü yıllarda yaptığı deneyde onlarca metrelik sıçrama üret-
meyi başardı.
1915 Nobel Fizik Ödülünü kendisini alaya alan, zekasını küçümseyen, kendisini yarı yolda bırakan Edison
yüzünden reddetti.
Tesla’nın bu sayısız buluşu ve başarıları karşısında elde ettiği ödül neydi dersiniz? Edison madalyası ..!
Edison tarafından sürekli eleştirilen birine bundan daha kötü bir ödül layık görülemezdi.
Elektrik üzerine yaptığı sayısız deneyler ve buluşlar vardır.7 Ocak 1943 yılında kendisine ait patent aldığı
700 buluşla en çok patent sahibi kişi olarak dünya tarihine geçmiştir.
Modern dünyayı icat eden insan milyarder olabilecekken neredeyse meteliksiz bir şekilde 86 yaşında 7
Ocak 1943 tarihinde New Yorker otelinde ölü bulundu!
Kimsenin elinden tutmadığı, herkesin zekasını buluşlarını kullanmaya çalıştığı Tesla, bize imkansızın olma-
dığını ve hayallerin karşısında hiçbir gücün duramayacağını kanıtlamıştır...
Enderun Mektebi
19
20. ....
Enderun Mektebi
Dosya
Muhammed Veli ÜNLÜ - FEN 10/A
20
Bir kavramla karşılaştığı-
mız zaman beynimizde
anında gerçekleşen çağ-
rışımlarla bir resim beli-
rir. Bu resmin görüntüsü
hakkında konuşur, yorum
yapar, hüküm veririz
çoğu zaman. Fakat pek
çok zaman hiç resmi sor-
gulamayı düşünmeyiz.
Unutmuş oluruz resmi,
çizenin de biz olduğu-
nu…
Şu günlerde sözü edilen
yeni bir kavram var: En-
düstri 4.0… İlki buharlı
makinenin icadı ile baş-
layan Sanayi Devrimi,
diğeri üretime elektrikli
sistemlerin dâhil olması,
bir diğeri bilgisayarların
sanayiye dahil edilme-
si ve sonuncusu yani
dördüncü evresi ise or-
tak bir ağa bağlı üretim
araçlarının kendi içinde
bir iletişim halinde çeşitli
taleplere göre şe-
killenebilen,
e s n e k
üretim
y a p a -
bildiği tam otomasyonlu
bir üretim sistemidir.
Dördüncü sanayi devri-
mi olarak nitelendirilen
bu çağa verilen isim ise
Endüstri 4. 0… Plana
göre bu tarzda üretim
yapmaya başlanırsa ar-
tık daha az kas gücü ile
daha az maliyetli, daha
kaliteli ve daha ihtiyaca
yönelik ürünler ortaya
çıkacak. Böylece üreti-
ci-tüketici ilişkisi daha
sağlıklı bir hale gelecek.
Bu sanayi hamlesi dünya
üzerinde üretim yapan
dev şirketlerin ve arka-
larındaki devletlerin en-
düstri yarışında bir adım
öne geçme isteğinden
doğuyor.
Şu anda büyük sanayi ül-
keleri Endüstri4.0’a en iyi
nasıl adapte olacaklarını
araştırmakla meşgul. İn-
ternetten kısa bir araştır-
ma ile bazı şirketlerin cid-
di bir şekilde hazır olduğu
görülebilir. Söz konusu
üretim şeklinin daha ay-
rıntılı ve teknik kısımları
var elbette fakat bu ya-
zıda bahsedemeyeceğiz.
Üzerinde konuşacağımız
konu bu kavramın bizde
neler uyandırdığı.
Biz söz konusu dördüncü
sanayi devrimi haberini
duyar duymaz kulağımız-
dahemensanayidevrimi,
artan hammadde ihtiyacı
ve sömürgecilik kelime-
leri vızıldıyor. Derken bir
bakıyoruz zihnimizde hiç
de iç açıcı olmayan,
ümit vermeyen, acı ile
dolu bir resim beliriyor.
Çünkü Müslümanlar ola-
rak gözümüzün önünde
dünyanın sanayileşme
uğruna nasıl harcandığını
görüyoruz!
Doğal zenginlikleri için
tamamı sömürülmüş bir-
çok kıtanın hala kendine
gelememiş olmasına da
şahidiz. Zaten ülke olarak
bulunduğumuz coğrafya
petrol uğruna darmada-
ğın edilmiş ve sonlan-
mayacak bir çatışma or-
tamına girmiş durumda.
Hal böyle iken Endüstri
denilince zihnimizde be-
liren resimlerimizin hepsi
karanlık ve zihnilerimiz
güzel bir çağrışıma mü-
saade etmiyor maalesef
!
Tüm bu kötü resimlerin
sebebi olmak yerine,
dünyaya iyi resimler gös-
termek için çaba-
lamalıyız. Tuval
de önümüzde,
fırça da..
ENDÜSTRİ BİZİM NEYİMİZ OLUR ?
22. ....
Enderun Mektebi
İnceleme
Berat Enes ERTÜRK - AL 10/B
ERIC HOFFER
KÖR OLMAMAK İÇİN OKUMAK
Alman Yahudi’si göçmen bir ailenin çocuğu olarak
1902’de New York’ta doğdu. 5 yaşında annesini
kaybetti, 7 yaşına geldiğinde de bilinmeyen bir sebep-
ten kör olur! 15 yaşına geldiğinde yine kendiliğinden
görmeye başlayınca kör olma korkusuyla hayatını kitap
okuyarak geçirdi.
KENDİ DİLİNDEN HİKAYESİ
“Okulum yoktu. On beş yaşına kadar kördüm. Gözlerim
geri geldiğinde, kendimi kâğıda basılmış her bir sözcüğü
okumaya adadım. Elimin ulaştığı her İngilizce ve Alman-
ca kitabı ayrım gözetmeksizin okudum. Babam öldüğün-
de, artık kendi ayaklarım üzerinde durmam gerektiğini
fark ettim.
Birkaç şey biliyordum:
Bir,fabrikada çalışmak istemiyordum.
İki, kendimi bir patronun insafına terk etmeyecektim.
Üç, yoksul kalacaktım.
Dört, New York’tan ayrılmalıydım.
Beş, mantığım bana Kaliforniya’nın bir fakirler ülkesi ol-
duğunu söylüyordu.”
HAMAL, PROFESÖR
Erıc Hoffer; işportacılıktan hamallığa kadar her türlü işte
çalıştıktan sonra 1943’te Kaliforniya’ya yerleşir. Los
Angeles limanında hamallık yapmış ve nihayet yazma-
ya başlamıştır. Bir gün, Berkeley’deki Kaliforniya Üni-
versitesi’nde Araştırma Profesörü olur. Hoffer, 1983’te
“Başkanlık Özgürlük Madalyası” * ödülüne layık görülür.
*Başkanlık Özgürlük Madalyası (İngilizce: Presidential Medal of Freedom), Amerika
Birleşik Devletleri Başkanı tarafından verilen bir ödüldür. Kongre Altın Madalyası ile
birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin en yüksek sivil ödülüdür.
22
Özgürlük,
yapabildiklerimizden
ziyade,
yapamadıklarımızla
ilgilidir.
“Şiddetli değişimlerin yaşandığı bu çağda gelecek,
öğrenenlere miras kalır. Çok şey bilenler ise
kendilerini artık var olmayan bir dünya da
yaşamak üzere donanmış bulurlar.”
ERICHOFFER
23. ....
Enderun Mektebi
İnceleme
Berat Enes ERTÜRK - AL 10/B
Birbirinden güzel kitaplar yazmasına, üniversite de hoca
olmasına rağmen, “arkadaşlarımın bana bakışı değişir”
endişesiyle hocalık yanını hep gizlemiştir.Los Angeles
Limanı’nın hamalları, yıllar boyunca iş arkadaşlarının çok
önemli bir yazar ve filozof olduğunu bilmeden çalışmış-
lardır.
KESİN İNANÇLILAR
Şu an ülkemizde baskısı bulunmayan bu kitap tüm dün-
ya da çok ses getirmiştir. Kitap, kitle hareketlerinin, is-
yanın, politikanın, fanatizmin, diktatörlüğün ve faşizmin
mantığını anlamak üzere okunabilecek nadir eserlerden
birisi olma özelliğini göstermektedir.
KESİN İNANÇLILAR KİTABINDAN:
“Genellikle bir şeyi sevdiğimiz zaman, o şeyi bizimle be-
raber sevecek taraftarlar aramayız; aksine, sevdiğimiz
şeyi seveni rakip ve mütecaviz olarak görürüz; fakat bir
23
Küstahlık,
zayıf insanın güçlü olma taklididir.
”” Eric HOFFER
şeyden nefret ettiğimiz zaman aynı şeyden nefret eden
taraftarları daima ararız. Haklı bir şikâyetimiz olduğu ve
bize haksızlık yapanlara karşı intikam almak istediğimiz
zaman, bizim tarafımızı tutacak kimseler aramamız da
akla yatkındır. Şaşırtıcı nokta şudur ki, nefretimiz elle
tutulur bir şikâyetten ileri gelmiyorsa ve bu şikâyetimiz
pek de haklı görünmüyorsa, taraftar bulma arzumuz
daha şiddetli olmaktadır.”
“Atılanlar ve itilenler, çok kere bir ulusun geleceğinin
hammaddesini oluşturmuşlardır. İnşaatçının beğenme-
yerek kenara ittiği taş, yeni bir dünyaya temel olmak-
tadır. Ayak takımı olmayan ve isyankar bireyleri bulun-
mayan bir ulus; sakin, düzenli, hoş ve nezihtir; fakat
doğacak yeniliklerin tohumundan yoksundur.
Avrupa ülkelerinde toplumu rahatsız eden kişilerin bile
okyanusu aşarak yeni bir kıtada, yeni bir dünya kurmaları
tarihin bir cilvesi değildir, bu yenidünyaya ancak böyle-
leri kurabilirdi”
24. ....
Enderun Mektebi
Şiir
İsmail ÜNAL - AL 10/D
HİÇİNBİŞNEV
Bu ne yüzsüzlüktür efendim?
Bu ne edepsizliktir?
Neyin hayasızlığı bu?
Bi karar oldum anlayamıyorum
Gözlerim şikayetçi efendim
Midem bulanıyor
Nasıl bakabiliyorlar birbirlerinin yüzlerine?
Gönüllerini zift bağlamış
Nasıl bir karanlıktır efendim?
Bir şeylerin cezasını mı ödüyorlar?
Nasıl çekilmiş bir şeyler yüzlerinden
Ruhaniyet yok!
Yaşam belirtisi yok yüzlerinde,
Katlanamıyoruz efendim!
Can çekişiyoruz
Nefes alamıyoruz artık.
Böyle bir karanlık yok efendim
Şikâyet edemiyoruz
Dilimiz sırlandı
Gördüklerimizi anlatamıyoruz
Felaket efendim
Sonları felaket
Anlatamıyoruz
Ya bu devran dönecek
Ya da her şey bitecek
Elimizi çektiğimiz yeksan oluyor
Bir makamımız var
Göklerden verilmiş
Ne vazgeçiliyoruz
Ne şikâyet
Dönen fitne bir çarklı
Karanlığa daim kılan
Çomak sokan yok oluyor
Bizim gibi Hiç oluyor…
24
25. ....
Enderun Mektebi
Deneme
Sena Nur YILMAZ - FEN 11/A
25
Tahammül nedir?
Tahammül; olumsuz,
zor, kötü, güç durumlara
dayanabilme ve katla-
nabilme gücüdür. Peki,
insanlar zor durumlar
karşısında ne yaparlar?
Ya sabredip sonucu bek-
lerler ya da isyan edip
sabırsızlık ederler. Bizler
Allah’a iman ettiğimiz
için onun göndermiş
olduğu kitaba inandığı-
mız için kötü ve zor du-
rumlarda sabretmeliyiz.
Ayette “ O sabredenler
kendilerine bir bela gel-
diği zaman biz Allah’ın
kullarıyız ve biz ona dö-
neceğiz derler. “şeklinde
geçer. Ve bir başka ayet-
te ise “Kim sabreder ve
affederse şüphesiz bu
hareketi yapılmaya de-
ğer işlerdendir. “şeklinde
Rabbimiz buyurur. Bizler
inandığımız için sabrede-
riz ve sabrettiğiniz içinde
tahammül ederiz.
Bazı anlar olur taham-
mül etmemiz gereken
kişiler annemiz, babamız,
kardeşimiz, akrabamız,
arkadaşımız, bir başka
Çünkü iman ettiğimiz
Allah buyuruyor ki: “Her
zorlukla beraber bir ko-
laylık vardır.” Bizler de
o kolaylığı bildiğimiz için
sabrederiz ve taham-
mül ederiz ve biliriz ki
tahammül ettiğimiz için
sonucunda güzel şeylerle
olacaktır.
Çevremizde tahammül
etmemizi gerektiren bir
sürü olay yaşarız. Olaylar
karşısında ise ya sab-
rederiz ya isyan ederiz.
Mesela hasta olan yaşlı
anne babasına taham-
mül edemeyen bir evladı
düşünelim bu evlat eğer
sabrederse ve annesine
babasına tahammül edip
onlara Gereken yardımı
yaparsa annesi babası
TAHAMMÜLSÜZLÜK
mutlu olur. Eğer hasta
anne babasına sabre-
derek. Onları huzurevine
bırakırsa annesi babası
üzülür. Ve kalpleri kırılır.
Şartlar ne kadar zor olur-
sa olsun, karşılaştığımız
olaylar sabrımızı ne kadar
zorlarsa zorlasın, Allah’a
iman eden bizler imanı-
mızın sonucu sabrederiz
ve sabrımızın sonucu da
tahammül ederiz.
Bizler Allah’ın bize bir
kolaylık sağlayacağını
bilmemize rağmen ve en
önemlisi imanımıza rağ-
men hala nasıl taham-
mülsüzlük yapabiliyoruz
ki?
yakınımız olur ve bi-
liriz ki tahammül
etmezsek taham-
mülsüzlüğümüz
sonucunda kötü
şeyler olacaktır.
Mesela, çocuğu
daha bebekken,
ağlamasına daya-
namayan biraz bü-
yüdüğünde ise hiç
tahammül edemeyip
onları yetimhaneye bıra-
kan, sokağa atan sözde
anneler babalar, kendile-
rini yıllarca büyüten anne
babalarını hiç düşünme-
den huzurevine bırakan
sözde evlatlar…
Tahammülsüzlüğün so-
nuçları ise daha acıdır.
Tahammülsüzlük evladı
anne babasından ayırır;
anne babayı da evladın-
dan ayırır. Bir daha ona-
rılması zor yaraların kalp
kırıklıklarının oluşmasına
sebebiyet verir. Ve daha
bir sürü kötü sonuç oluş-
turur.
Eğer müslüman olduğu-
muzu iddia ediyorsak,
Allah’a ve Kitabına ina-
nıyorsak sabretmeliyiz.
26. ....
Enderun Mektebi
Röportaj
Enderun Mektebi Genç Yazarlar Kulübü Öğrencileri
Öznur ÖZDEMİR - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
ile Röportaj
MEHMET KAHRAMAN: 1978 Yılında Afyonkarahisar/
Çay/Bulanık’ta doğdu. İlkokulu Bulanık’ta, ortaöğre-
nimi Çay İmam Hatip Lisesinde tamamladı. Anadolu
Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünü bitirdi. Ha-
len bir kamu kuruluşunda çalışmaktadır. İlk öyküsü
2009’da Heceöykü dergisinde yayımladı. Yazarın Mi-
nareden Düşen Ezan adlı ilk öykü kitabı 2014’te Işıklar
Açık Kalsın öykü kitabı ise 2016 yılında Hece Yayınla-
rından çıktı. Işıklar Açık Kalsın ile Türkiye Yazarlar Birli-
ği 2016 Yılı Hikâye Ödülü ve Eskader hikâye ödüllerine
layık görüldü. Öyküleri, Heceöykü, Mahalle Mektebi,
İtibar, Dergâh ve Türk Dili dergilerinde yayımlandı.
Öncelikle Özel Enderun Öğrencileri olarak, bizleri ka-
bul edip Mahalle Mektebi Bürosunda misafir ettiğiniz
İçin teşekkür ederiz.
Mehmet Hocam,
Yazmak Sizin İçin Ne İfade Ediyor?
Genç arkadaşlarla sohbet etme imkânı bulduğum için
ben teşekkür ederim. Bu faslı uzatmadan konuya gi-
reyim. Yazmak insanın içinden gelen bir dürtü diyelim.
Sanırım bunu neden yaptığımızı, yazmasaydık ne olur-
du açıkçası bilmiyorum. İnsan sevdiği şeyleri yapar ve
bundan mutlu olur. Ben yazmayı seviyorum. Yazarak
hikâye anlatmak beni mutlu ediyor. Yazarak ve oku-
yarak daha çok hayata dokunduğumu hissediyorum.
Farklı deneyimler yaşıyorum. Okurken de böyle. Oku-
mak sadece kelime hazinesini geliştirmek, testlerde
yüksek başarı elde etmek için yapılmaz. İnsan kendini
ve hayatı tanımak için kitap okur. Her kitap bize kişi-
liğimizin başka yönlerini gösterir. Böyle kendini bilen
Rabbini bilir. Kişi kendini bilmeden hiçbir şeyi bilemez.
Önemli olan benliğini tanımaktır. Bilge Karasu’nun gü-
zel bir sözü vardır: “İnsan dilin içinden dünyaya bakar.”
Mehmet Karaman
26
27. ....
Enderun Mektebi
Röportaj
Enderun Mektebi Genç Yazarlar Kulübü Öğrencileri
Öznur ÖZDEMİR - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Heidegger de “Dil düşüncenin evi-
dir.” der. Dil sayesinde kendi evre-
nimizi oluşturabiliriz. Hayatı onun-
la algılayıp zamanı onunla kontrol
edebiliyoruz. Okumak ve yazmak
birlikte olmalı. Bütün arkadaşla-
rın yazmalarını tavsiye ediyorum.
İlla sanatsal bir uğraşın içinde ol-
malarına gerek, kendi hayatlarını
anlamak, kendilerini tanımak için
de yazmalılar. Günlük tutabilirler,
okuduğu kitapların özetlerini bir
ajandaya kaydedebilirler, hayali
mektuplar yazabilirler… Yazı hayata ışık tutar.
Sizin yazı süreciniz nasıl oluştu? Yazmak is-
teyen arkadaşlara neler tavsiye edersiniz?
Ben on beş yaşımda yazmaya başladım. O zamanlar
şiir yazıyor, günlük tutuyordum. O yaşlarda yazmak
ya kaçıştır ya görünme duygusudur. Ciddi bir şey
beklemek lazım. Fakat ilk alıştırmalarım onlar oldu.
Ama yazdıklarımı kimseye göstermedim. Yazdıklarım
otuz yaşımda yayınlanmaya başladı bunu söyleyeyim
önce. Yazı ciddi bir uğraş ve emek istiyor. Benim bazı
hikâyelerim iki yıl zihnimde dolaştı. Ete kemiğe bürün-
mesi için iki sene gerekti. Sadece bir hikâyeden bah-
sediyorum düşünün. Ki yazmaya başladığımda yayın-
latmak için de emek sarf ettim. Bu geçiş süreci. Öyle
bir süreçten geçmemiz gerekiyor, bu gayet normal.
Eğer gerçekten istiyorsanız her alanda olduğu gibi
yazı hayatında da özverili olmanız gerekiyor. Bir spor-
cu saatlerce antrenman yapıyor. Ve bunu her gün ya-
pıyor. Bir kulvarda iyi olmanın ilk şartıdır istikrar. İşte
yazabilmek bu istikrarla gerçekleşebiliyor. Ben ede-
biyatın bütün alanlarını denemiş biriyim. Şiir, roman,
deneme, senaryo ve en son öykü. Öykü benim tabia-
tıma daha uygun geldi. Bununla hikâyelerimi daha iyi
ifade ettiğimi fark ettim. Bir de şu var, öykünün geri
dönüşü, yani iyi olup olmadığını anlamak biraz daha
çabuk oluyor. Etrafımızda da epey öykücü olunca on-
larla çalışma imkânım oldu. Bunlar da öyküyü sevme-
me vesile oldu. Uzattım belki ama şunu söyleyerek
bitireyim. Yazmak emek isteyen ve zorlayan bir süreç.
Bunu ancak gerçekten iste-
yen devam ettirir.
Öykünüzün konu seçi-
mine nasıl karar veri-
yorsunuz? Seçtiğiniz
konuyu öyküye bürür-
ken hangi metotları
kullanıyorsunuz?
Öykünün oluşumunu düşün-
düğümüz zaman hikâyelerle
çevrili bir hayat yaşıyoruz.
Roman da hikâye de yaşadığımız hayattan beslene-
bilir. Fakat illa hayattan beslenecek diye bir şey de
yok. Mesela fantastik dediğimiz tür var, hayalden,
rüyalardan, büyülü gerçekten yola çıkabilir. Ben ger-
çekçi metinleri seviyorum. Hayatımıza temas eden
metinlerdir bunlar. Ben yazılarımı, öykülerimi yaşam-
dan, yaşanmamışlıklardan şekillendirmeye çalışıyo-
rum. Tabi salt gerçeği de direkt yazamazsınız. Bu anı
olur, hikâye olmaz. Yaşanılan olayı da kurgulamadan
istenilen etkiyi elde edemezsiniz. Mesela askerle ilgili
olan ilk hikâyede kendi tecrübelerim var, ama bu öykü
olması için yetmez. O olayı genişleterek, başka hikâ-
yelerle zenginleştirerek bir öykü ortaya çıkar. Bazen
küçük bir imge, bazen bir söz bir öyküyü başlatabilir.
İngiliz yazar John Fowles yazmayı, yolda bir düğme
bulmaya ve ona uygun bir elbise dikmeye benze-
tir. Yine bir başka örnek, Stefan King’i belki hepiniz
duymuşsunuzdur. O da arkeolojik bir kazıya benzetir.
Önce küçük bir noktadan kazmaya başlarsınız, sonra
yavaş yavaş o kazı alanı genişler. Öyküdeki konu biraz
da böyle çıkar. Zihne düşen bir imge, duyduğunuz bir
olay zamanla öyküye evrilmeye başlar.
Öykülerinize başlık bulmakta zorlanıyor mu-
sunuz?
Evet, hakikaten başlık da ayrı bir mesele. Normal
olarak bir şeye ad vermek zaten zordur. Öykü adla-
rı da öyle.Başlık öykünün giriş kapısı gibi bir şeydir.
Bir öykü kitabını elinize aldığınızda genellikle size en
çarpıcı gelen isimle başlarsınız kitabı okumaya. Başlık
27
28. ....
Enderun Mektebi
Röportaj
Enderun Mektebi Genç Yazarlar Kulübü Öğrencileri
Öznur ÖZDEMİR - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
bir öykünün talihini belirleyen öneme sahip. Hem öy-
künün içeriğiyle ilgili olmalı hem klişe olmamalı hem
de içinde bir gizem barındırmalıdır seçtiğiniz başlıklar.
Bazı öyküler vardır ismiyle gelir, hemen yazarsınız.
Fakat bazen o isim bir türlü gelmez. O zaman ben ge-
nelde şu yöntemi kullanıyorum, ilk başta yazacağım
konuyla ilgili sıradan bir başlık seçiyorum ve yazmaya
başlıyorum. Ardından hikâyemi oluşturuyorum. Bu
aşamada güzel cümleler çıkabiliyor, bu cümleyi alıp
direkt başlık yapabiliyorum. Başlık bulmakta zorlanan
arkadaşlara bu yöntemi tavsiye edebilirim.
Yazdığınız öykülerden ruhsal veya psikolojik
olarak etkileniyor musunuz?
Anlattığınız öykü tabi ki sizi etkileyebilir. Zaten etkilen-
diğiniz bir duyguyu, durumu anlatmayı seçersiniz. Size
sıra dışı gelen ve size dokunan bir olguyu. Onu anla-
tırken de karakterin iç dünyasını ve olayı iyi bilmeniz
gerekmektedir. Anlattığınız kişiye ve olaya vakıf olma-
nız başat kuraldır. Okuyucuda, anlatınızın karşılık bul-
ması; onu zihninde canlandırabilmesi için öykücünün
sağlam bir tahlil yeteneğine
sahip olması şarttır. İnandı-
rıcılık burada ortaya çıkıyor.
Yani bir söz var kim söyledi
şimdi hatırlayamadım. Siz
ağlaya ağlaya yazarsanız
okur da ağlaya ağlaya okur.
Siz sıkıla sıkıla yazarsanız
okur da aynı şeyleri yaşar.
Tabii şunu da unutmamak
lazım. Bir doktor hastasına
üzülse ve ondan etkilense
onu tedavi edemez. İnsan olarak etkilenmek gerekir
ama onu da aşıp iyi bir eser ortaya koymaktır önemli
olan.
Öyküde anlatmak istediğimize duygu mu yön
vermelidir?
Duygudan evvel hikâyeyi anlatmak gerekir. Duygudan
yola çıkmak hikâyeyi öldürebilir. Mesela acı olayını
anlatmak istiyorsunuz, etkilerinden yola çıkarak kurun
öykünüzü. Mesela Küller ve Mavi adlı bir hikâye vardı
Minareden Düşen Ezan kitabımda. Burada hiç ölüm
kelimesi geçmeden ölüm acısını anlatmaya çalışmış-
tım. Bizler bunun peşinde olmalıyız. Direkt söylemek-
ten ziyade hissettirmeliyiz. Aynı sinema sahnesindeki
gibi. Gerçek bir oyuncu ‘çok acı çekiyorum’ demez;
duruşuyla, bakışıyla, yürüyüşüyle ve davranışlarıyla
anlatır bize acıyı. İşte onun gibi yazıda da bunu direkt
söylemektense yansımalarını göstermek daha etkili
bir anlatım tarzı olur.
Klişeye düşmeden özgünlüğü yakalamak nasıl
sağlanabilir?
Bir insan bir konuyu yazmayı seçmişse onun farklı bir
boyutunu görmüş olması gerekir. Çünkü hepimiz aynı
konuları yazıyoruz zaten. Aynı şekilde yazarsak yaz-
manın bir önemi kalmaz. Klişeye düşmemek, özgün-
lüğü yakalamak şarttır. Burada tabii var olan konuyu
işleyiş şekli önem kazanıyor. Yeryüzünde söylenme-
miş bir söz yok, bu yüzden onu nasıl söyleyeceğimiz
önem kazanıyor. Klişe meselesi gerçekten üzerinde
durulması gereken bir hu-
sus. Çünkü emek verip
yazdıklarımız bir çırpıda
gözen düşebiliyor. Böyle
olmaması için onu farklı
formlarda anlamak, biçim-
sel yenilikler yapmak gere-
kiyor. Bu belki çağrışımlara
açık olarak ve yazdıklarımı-
zın farkında olarak aşılabi-
lir. Ya da anlatılan hikâye-
nin çok farklı bir boyutunu
göstererek. Mesela adli bir olayla ilgili duyduğum bir
olayı Mahalle Mektebi’nin bu sayısında öykü olarak
anlattım. Ne kadar iyi oldu bilemem ama ben farklı bir
yüze dikkat kesildim, kullanılmayan şeyleri denemeye
çalıştım.
Roman ile öyküyü karşılaştırdığımızda neler
söylemek istersiniz?
İkisi de edebiyatın farklı türleri. İkisinin de farklı
zorlukları var yazma anlamında. Bazen öyküyü
28
29. ....
Enderun Mektebi
Röportaj
Enderun Mektebi Genç Yazarlar Kulübü Öğrencileri
Öznur ÖZDEMİR - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
romana geçiş aşaması gibi görenler var. Fakat öyle
değil. Her yazının kendine göre zorlukları oluyor. Bu
zaman da öyküye epey ilgi var. İnşallah güzel kitaplar
çıkar ortaya. Öykü yazmak kadar öykü okumak da
zor diyebilirim. Çünkü okurundan katılım istediği gibi
onun uyanık olmasını da istiyor. Öyküde kısa zaman-
da çok şey anlatıldığı için yazar boşluklar bırakarak
hikâyesini anlatır. Romanda biraz daha fazla imkân
vardır. Roman okuru bir süreci takip eder ve yavaş
yavaş olaya vakıf olur. Oysa öyküde tabiri caizse
yoğunlaştırılmış bir durum söz konusudur. İki sayfalık
bir öyküyü anlamak için bazen defalarca okumanız
gerekir. Bu keyifli bir okumadır ama. Yazara hayran
olursunuz. İnanılmaz edebi bir haz verir. Edebi demiş-
ken bir de nitelikli edebiyattan bahsederek bitireyim
bu soruyu. Önünüze konan her yemeği yemediğiniz
gibi her kitap da okunmaz. Bugün niteliksiz birçok ki-
tap var, okura sadece güzel anlar vaat eder, sonrası
yoktur. O kitaplar geleceğe kalmaz, hayata dair bir
şey sunmaz, sadece güzel bir an geçirmenizi sağlar.
Oysa nitelikli kitap, başta da söylediğim gibi, sizin
kendinizi tanımanıza fırsat verir. Her şeyi o size söy-
lemez, siz kendiniz bulur çıkarırsınız. Sizi düşünmeye
sevk eder. Sizden çaba ister. Bu nedenle nitelikli
kitaplar, yazarlar okuyun. Dünya ve Türk klasik eser-
lerini şimdiden okumaya başlarsanız ileride büyük bir
birikim elde etmiş olursunuz.
Öykü türünde şu an “Ucu Açık Son” denilen
bir bitirme tarzı kullanılıyor, bunu nasıl de-
ğerlendiriyorsunuz?
Bu bir tercih meselesi. Yazar açık uçlu sonu tercih
edebileceği gibi sonu net bir şekilde de bitirebilir. Fa-
kat bugün yazılanlar genelde açık sonlu öyküler. Ben
de bunu tercih ediyorum. Bu bir yöntemdir dediğim
gibi. Öykünün aslında bitmediğini, bir şekilde devam
ettiğini gösterir. Okur sonrasında nasıl devam etsin
istiyorsa onun zihninde öyle devam eder. Ben şöyle
düşünüyorum. Bize her şey ezeli ve ebedi hatırlatır.
Öykülerimiz de bunun bir yansımasıdır. Sonsuzluğu
hatırlatmalıdır öyküler. Yazdıklarımızda sınır yoktur.
Sonunda şu oldu demek bir sınır çizmektir. Ben sınır
çizmek istemiyorum. Her okur kendince bir son bul-
sun veya bulmasın öylece sonsuzluğa karışsın.
29
Ağır eleştirilerle karşılaşıyor musunuz?
Eskiye nazaran Edebiyat dünyasında ağır eleştiriler
olmuyor artık. Yakın çevreniz söylerse söylüyor. Be-
ğenip beğenmeme meselesine gelince o da kişisel
bir tercih. Bazı anlatım tarzları bize uç gelebiliyor ve
ondan keyif almıyoruz. Ben öykülerimi yayınlamadan
arkadaşlarımla paylaşıyorum. Onlardan yazdıklarımı
eleştirmelerini istiyorum. Onlarla istişare içerisinde
oluyorum. Sizlere de bunu tavsiye ederim. Bazen
kendinizin fark edemediği bir noktayı başkası okudu-
ğunda kolaylıkla bulabiliyor. Bu da size yol gösteriyor.
Kalemine güvendiğiniz, bu işin ehli olanlara yazdıkları-
nızı göstermenizi ve her daim eleştiriye açık olmanızı
tavsiye ederim.
Okuduğumuz yazarları yazma sürecinde taklit
etmemek için neler tavsiye edersiniz?
Hep zor sorular soruyorsunuz arkadaşlar. Buna nasıl
cevap verilebilir ki. Belki daha çok okuyarak denebilir.
Taklit kötü bir şey, sizin olmadığınızı gösterir. Fakat
bunun yanında etkilenmek diye bir şey var. Etkilene-
bilirsiniz. Taklidi kişinin kendisi fark eder, fark ettiği
için de bunu değiştirebilir. Lakin etkilenip de ona
benzer yazmak kaçınılmaz olabilir. Asıl olan orijinal
olabilmektir. İlk başlarda bu normal karşılanır, ama
zamanla artık yazarın kendindi dilini oluşturması bek-
lenir. Çok okuyarak, çok yazarak ve bilincinde olarak
bu süreçten geçilebilir.
Bir de metinlerarısılık var, parodi var, postmodern an-
latı var. Bunlar başka metinleri kullanarak ortaya yeni
bir şey ortaya koyar. Böyle de olabilir. Okuma ko-
nusunda ciddiyim. Çok okuyarak, çok görerek bunlar
aşılabilir. Kimler okunabilir birkaç isim vererek bitire-
yim. Ömer Seyfettin, Halit Ziya, Sait Faik, Sabahat-
tin Ali, Tarık Buğra, Bahaeddin Özkişi, Rasim Özde-
nören, Mustafa Kutlu, Tomris Uyar, Vus’at Bener,
Oğuz Atay, Hüseyin Su, Necip Tosun, Cemal Şakar,
okumaları yapabilirsiniz. Okuma yelpazeniz ne kadar
genişlerse tekrara düşme ihtimaliniz de o kadar azalır.
Ayrıca hayata dair birikimleriniz artır.
30. ....
Enderun Mektebi
Makale
Zeynep Sude GÜVEN - AL 10/A
Rümeysa BİLGİÇ - Rehber ve Danışman Öğretmen
MODERNİZM ÇERÇEVESİNDE
göre din ve modernite kavramlarını inceledik.
Ayrıca ülkemizde yani Türkiye’de modernite ve
din etkisi altında sosyal yaşamın nasıl değiştiğini,
modernitenin bir uzantısı olarak Laiklik ile beraber
ülkemizdeki değişimleri ele aldık. Ve son olarak da
özellikle din ve modernite kavramları ile doğrudan
bağdaşan sekülerleşmenin etkisi anlatılmıştır.
Günümüzde şüphesiz ki din ve modernitenin yaşa-
mımızda rolü büyüktür. Bu bağlamda ele aldığımız
çalışmamızda modernizm ve din kavramları ile iliş-
kili olarak sekülerleşme, gelenek, kültür ve sosyal
yaşamımız ile bağdaştırarak modernizm çerçeve-
sinde din algısını ele aldık.
Makalede modernizm ve din ilişkisi bunların arasın-
daki olumlu ve olumsuz bağlar, gelenek ve kültüre
DİN ALGISI
30
31. ....
Enderun Mektebi
Makale
Zeynep Sude GÜVEN - AL 10/A
Rümeysa BİLGİÇ - Rehber ve Danışman Öğretmen
31
Yeni, çağdaş ve ilerici yenici an-
lamlarına gelen modernizm “mo-
dernus” kelimesinden gelmiştir.
Milattan sonra 5. yüzyıldan iti-
baren kullanılan kelime, ilk olarak
Hristiyanlık öncesi dönem ile son-
rası dönemi ayırmak için kullanıl-
mıştır. Bu kullanışa göre Hristiyan
olmak modern olmak demekti.
Günümüzde eski ile yeniyi ayırma
olarak görülmüş ve modernizm
geniş bir kitle ve birçok din tara-
fından kabul görmüştür.
Din; bireyin sosyal, kültürel, psi-
kolojik vb. alanlarda yaşamını
etkileyen inanç ve değerlerinin
bütünü olarak belirtilebilir. Tarih
boyunca din çeşitli kaynaklara
dayandırılmıştır. Bunlar toplum-
dan doğan ve ilahi kaynaklara da-
yandırılan olarak ikiye ayrılabilir.
Toplumların ortaya çıkardığı din-
lere, Budizm ve Hinduizm’i; ilahi
kaynaklı dinlere ise İslam’ı örnek
verebiliriz.
Türkiye, siyasi olarak diğer ülke-
lerle–özellikleBatıülkeleriyle-mü-
cadele verdiği gibi, sosyal olarak
da çok fazla mücadele vermiştir.
Çeşitli yollarla “modernizm” adı
altında kültürümüz yozlaştırılma-
ya çalışılmıştır. Bu modernizm
asıl modernizm değil, Batı tara-
fından uygulanan “Sahte Moder-
nite”dir. Yozlaştırılmaya çalışılan
diğer bir konu ise Türkiye’nin dini
değerleridir –özellikle İslamiyet- .
Türkiye’de en yaygın din İslam’dır.
İslamiyet her zaman gayrimüslim
devletler tarafından bir tehlike
olarak görülmüş ve İslamiyet or-
tadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
Bu, yüzyıllardır süregelen bir mü-
cadele olmuştur. “Sahte Moder-
nite” akımına uyan bireyler, dinini
yaşamaya çalışanları hep “yobaz,
gerici” olarak tanımlamış ve tehli-
ke olarak görmüştür. Müslüman-
lar her zaman okulunda, işinde,
arkadaş ortamında ötelenmiştir.
Özellikle başörtüsü kullanan kadın
Müslümanlar üzerinde bu baskı
şüphesiz daha baskın olmuştur.
Hedef kitle her zaman için kadın
olmuştur. Çünkü toplumu büyü-
ten, yetiştiren ve ona yön veren
kadındır. Keza, Müslüman bir
kadının kendini belli etmesi kılık
kıyafet açısından tabii ki daha ola-
ğandır. Çevredeki baskıdan sıkılan
Müslüman toplum, bir süre sonra
yorulmaya başlamıştır. Tüketti-
ği yiyeceklere kadar birçok şey
İslami yaşamdan uzak kalmıştır.
Aslında buna “modernite adı al-
tında normalleştirme” de demek
mümkündür. Çünkü Müslüman,
muhafazakâr kesim modernleş-
meye çalışırken ister istemez belli
İslami değerlerden uzak kalmıştır.
Batı’nın dayattığı modernlik, baş-
ta da bahsettiğimiz gibi özgürlük
gibi görünürken, gelenek veya din
ile birlikte yürütülmeye çalışıldığı
zaman modernitede yetersiz ol-
duğunuzu hissedilir. Laiklik kav-
ramı ile birlikte ülkemize modern
sayılan birçok yenilik gelmiştir.
Buradan da anlaşılacağı üzere
aslen, din ve modernitenin kesi-
şim noktası Laikliktir. Genel olarak
bakıldığında sekülerleşme ve mo-
dernite İslam ve Türk dünyasında
etkinliği yer yer, az da olsa ken-
dini hissettirmektedir. Fakat bu
Batı dünyasındaki kadar değişime
sebep olmamıştır. Özellikle Avru-
pa’da Rönesans ve Reform’un din
üzerine etkileri modernite bağla-
mında geniş kapsamlı olmuştur.
Yani modernite, sekülerleşme ile
beraber Batı toplumlarında kap-
samlı değişikliklere yol açmıştır.
Bu etki ve değişimler İslam dün-
yasında, Batıdaki kadar geniş
kapsamlı ve çabuk olamamıştır.
Sonuç olarak modernleşme ve
din olguları birbirinin alternatifi
olarak görülmemesi gerektiği ve
bunların etkileşiminin kaçınılmaz
olduğu görülmüştür. Modern-
leşme ve din kavramları birbirin-
den etkilenmekle beraber aynı
zamanda çok zıt iki kavram gibi
durmuştur. Özellikle modernite
kavramı insan hayatına girmesi
ile en çok din faktörünü etkilemiş
ve reformlarını yapmaya dinden
başlayarak yola çıkmıştır. Bu de-
ğişim kültürü, geleneği ve sosyal
yaşamı da etkilemekle beraber
Türkiye’de Tanzimat’la başlayan
birçok değişikliğe sebep olmuş-
tur. Bu değişikler kimi taraftan
olumlu görülürken kimi taraftan
da çok tepkiler almıştır.
Ayrıca modernitenin bir uzantısı
olarak görülen sekülerleşme kav-
ramı ise günümüzde birçok toplu-
mu etkilemek ile beraber dinden
uzaklaşmayı, modernite kılıfına
uydurarak değişimlerini ortaya
koymuştur. Sekülerleşme kimi
toplumlarda çok tutulurken(özel-
likle Batı toplumları) İslam dün-
yasında ve Türkiye’de bu etki çok
fazla görülememiştir.
32. ....
Enderun Mektebi
Makale
Himmet Emre ÇİMEN - FEN 11/A
Tülin TURGUT - Rehber ve Danışman Öğretmen
32
nin İncelenmesi ve
ndeki Sorunların Tespiti
Eğitim, sözlük anlamı olarak; “Belli bir bilim dalında,
belli bir konuda bilgi ve beceri kazandırma, yetiş-
tirme ve geliştirme işi” demektir. Bu kelimenin eş
anlamlısı ise “terbiye” demektir. Kelime anlamların-
dan yola çıkarak diyebiliriz ki, eğitim konusu insa-
noğlunun doğumundan ölümüne kadar en önemli
yapıtaşlarından birisidir. Hayatımızın bu
önemli unsuru bizleri iyi ya da kötü
anlamda etkileyebilir. Bilindiği üzere
eğitim, bir ülkenin varoluşu demektir.
Geleceğini inşaa et-
mek isteyen bir
ülke, insan-
larının eğiti-
mini restore
etmelidir. Bu
restorasyon
sürecinde bazı
sorular akla gel-
mektedir. Okullaşma bir toplumun eğitilmesi için
yeterli midir? İçerisindeki sistem arızalı olduktan
sonra okullaşma fayda getirir mi? Bunlar ülkemizin
can damarı konularıdır. Yeni bir neslin inşaası, birbi-
rine milli bağlarla bağlı bir toplumun oluşturulması
ancak bu toplumun ileri bir seviyeye çıkarılması ile
mümkündür. Bu konuda Grigory Petrov, kitabında
Finlandiya’nın dirilişinde rol alan Snelman isimli
büyüğün “Saıma” adlı gazetedeki bir yazısını nak-
letmiştir; “Ne zaman bizim küçük milletimiz, büyük
komşularından daha yüksek bir medeniyete sahip
olursa, ancak o zaman tehlike bertaraf edilmiş
olur!” (Petrov, 2007; 35).
Medeniyet konusu, bir toplumun temel yapıtaşla-
rından biri olmakla beraber insanoğlunun da gelişi-
minde gerçekten önemli bir faktördür. Bir toplumun
medeniyet seviyesini artırmak ise ancak eğitimle
mümkündür. Ülkemizde bugüne kadar uygulana-
gelmiş birtakım eğitim sistemleri vardır. Bunlardan
hiçbir zaman tam bir verim alınamamış
olmasının yanı sıra, birçok gencimiz
“sistem kurbanı” olmuştur. “Milletimizi
dıştan yenemeyen düşmanlarımız uzun
asırlar sonra onu içten
yenme yoluna yönel-
diler. Eğitim sistem
ve araçlarıyla, misyoner-
leriyle, kültür ajanlarıyla,
kapitalist vasıtalarıyla,
fikir kirlenmesi ve kültü-
rel bombardımanlarıyla,
insanımızın dinine, mu-
kaddesatına, imanına,
inançlarına ve kültürüne
odaklandılar.” (Erbakan,
2014; 171).
“Okullaşma tek başına yeterli midir?” Sorusuna
gelirsek, ne kadar okul açarsanız açın eğer içerisi-
ne koyacak nitelikli öğretmeniniz, iyi bir sisteminiz
yoksa hepsi boş kalacaktır. Okullar hergün sadece
su ve elektrik israfına yol açan binalar anlamına
gelecektir. Artık bazı politikalar değiştirilme yoluna
gidilmelidir. Okullaştırmaya verilen gereksiz önem
kadar, yenilikçi eğitim yöntemlerine de önem ve-
rilmelidir.
Her öğrencinin bir cevher olduğu zihniyetini gerek-
li merciler kavramalı ve bu cevherlerin etkisiz hale
getirilmesine sessiz kalınmamalıdır. İnsanı eğitmek
ancak eğitilmiş insanlarla mümkündür. Kendi geç-
mişini bilmeyen bir nesilden gelecek yeni bir nesil
ise maalesef ondan farklı olmayacaktır.
Türk Eğitim Sistemi
33. ....
Enderun Mektebi
Makale
Himmet Emre ÇİMEN - FEN 11/A
Tülin TURGUT - Rehber ve Danışman Öğretmen
33
Cihan devleti olmak, zalimin zulmüne ses çıkarmak
ve bu sesin de gereğini yapabilmek ancak eğitilmiş
bir toplum ile mümkündür. Bu çerçevede, ivedilik-
le bazı değişiklikler yoluna gidilmeli ve artık toplu-
mun en üstünden en altına insanlar eğitilmelidir.
Memurlar eğitimli birer memur olmalıdır. Böylece
yaptığı işin ehemmiyetini kavrayabilir, “Bu işi ma-
aşımdan öte devletim için yapıyorum” diyebilir.
Mühendisler “Ben bu tankı ülkem için üretiyorum,
kendi şöhretim için değil” diyebilir. Fakat eğitimsiz
kalan bir toplumdan da insanların kendi çıkarlarını
düşünmelerinden başka bir şey beklemek hatadır.
Bu toplumlar birgün yok olmaya mahkumdurlar.
1. BAŞARILI BIR SISTEM ÜZERINDEKI ETKENLER
Eğitim konusu elbette birtakım etkenlerle beraber-
dir. Eğitim tek başına, birisinden ders almak ya da
bir yerden bir şeyler okumak olarak düşünülemez.
Tam aksine kendisinden başka birçok kavrama bağ-
lı olan eğitim, bu kavramların da etkileriyle insana
zarar ya da fayda getirecek bir kavramdır.
1.1.ÖĞRETMEN FAKTÖRÜ
Eğitim sisteminin temelini oluşturan, belletmen
yani öğretmenlerdir demek yanlış olmaz. Öğretmen
bir öğrenci üzerindeki en etkili mercilerdendir. İlko-
kul sıralarında gerçekten iyi ve ilgili bir öğretmene
denk gelmiş çocukların eğitiminin devamındaki sü-
rece bunun yansıması elbette kaçınılmazdır. Bunun
tam aksi olarak da ilkokul yıllarında kendisi ile ilgi-
lenmeyen “dersimi anlatır giderim” kafasındaki bir
öğretmenle karşılaşmış genç dimağların da ileride
bunun kötü bir etkisini görmesi kaçınılmazdır.
Bu husus Türk Eğitim Sistemi’nin incelenmesi gere-
ken bir konusudur.
Devlet kurumlarının yapacağı öğretmen atamala-
rında daha seçici davranması bir mecburiyet haline
gelmiştir. Bu mecburiyetinin gereğinin yapılmaması
elbette Türkiye’nin geleceğini etkileyecektir. Öğret-
men alımında sadece puanai sıralamaya bakılması
gerçekten bir hata olmasıyla birlikte insanın diğer
yanlarını yok saymak demektir.
34. ....
Enderun Mektebi
Makale
Himmet Emre ÇİMEN - FEN 11/A
Tülin TURGUT - Rehber ve Danışman Öğretmen
34
Kendisine sadece “matematik” anlatabilecek diğer
yönlerde ise öğrencisine kötü örnek olacak, onu in-
citecek bir öğretmen elbette hem ülkeye hem aile
mef’umuna hem de öğrenciye yansıyacaktır. Bu-
nunla birlikte öğretmen atamalarında liyakatin daha
fazla esas alınması bizler için daha yararlı olacaktır.
“Her türlü devlet hizmeti emanet olarak kabul edil-
meli ve emanetin ehlinelinin seçiminde bilgi, kabi-
liyet ve tecrübe kadar ahlak ve karaktere de önem
verilmelidir.”(Erbakan, 2014; 179).
Necmettin Erbakan’ın bu söylemine bakılarak da
ülkemizdeki bu kanayan yara açıkça görülebilmek-
tedir. Ahlak eğitimini tamamlayamamış bir öğret-
menden diğer alanlardaki gelişimi de tam olarak
beklenemez.
Bununla beraber devlet kurumlarına atanan öğret-
menlerin denetiminin daha sıkı yapılması ve teşki-
latlanmanın en ücra köy okulunda bile kendini gös-
termesi, öğretmenin kendi yasalarını oluşturmasına
izin vermemesi gerekmektedir. Bu denetimlerin so-
nucunda uyarı alan ve halen aynı hatalarında devam
eden öğretmenlerin bu mesleğe devam etmelerine
imkan verilmemelidir.
1.2.AILE FAKTÖRÜ
Ata erkil Türk aile yapısını esas alarak, ailenin de
eğitilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Yani öğret-
menin okulda verdiği değerlere ters düşecek bir
aile yaşantısı, eğitimi, öğrenciyi ikilemde bırakacak
ve “ailem mi doğru söylüyor yoksa öğretmenim
mi?” sorusunu akıllara getirecektir. Aile eğitimine
de en az öğrenci eğitimi kadar önem verilmesi ge-
rekmektedir.
Halk eğitim merkezleri ailelere özümüzü hatırlatmalı
ve milli şuur konusunda birifingler vermelidir. Ben-
liğini yitirmiş bir toplumun evlatları da elbette ebe-
veynlerinden farklı olmayacaktır. Aile mef’umunun
bu kadar önemli sayılmasındaki sebep, çocuğun
ilk okulunun aile olmasıdır. Aile kurumunun restore
edilmesi ilkokula daha hazır bireylerin yetiştirilmesi
demektir. İlkokula benliğini, geçmişini bilerek giden
bir çocuk okuma yazma öğrenimini bir görev olarak
bilecek ve bu uğurda çalışacaktır. “İstediğiniz kadar
mükemmel anayasalar yapınız! Seçme ve seçilme
alanında halka dilediğiniz kadar yetkiler veriniz!
Sosyalizm veya Komünizm’in sihirli gücüne istediği-
niz kadar inanınız! Eğer çocuklarınız gerektiği şekilde
eğitim almazlar ve hayata bir hiç olarak atılırlarsa,
parlemento ve devletçe bütün özgürlükler tanınmış
olsa da sosyal hayat yine de sönük ve paslı olacak-
tır. Böyle bir nesilden gelen memurlar düzensiz ve
hantal, onların şefleri de politika cambazları olurlar.
Milletvekilleri çıkar peşinde koşarlar. Okullar yeni
neslin bilincini ve kalbini körelten birer yer olurlar.
Basın, sokaklarda kendilerini satılığa çıkaran allık-
lı, pudralı kadınlara döner. Tok veya aç olan yoğun
halk kitleleri ise kendilerine yabancı olan her şeye
özellikle de yukarı sınıfa mensup insanlara karşı
nefret, kıskançlık ve intikam duyguları beslemeye
başlarlar.” (Petrov, 2007; 67).
Buradan da yeni neslin önemi açıkca anlaşılmakta-
dır. Artık aile konusuna da yeteri kadar önem veril-
melidir.
1.3.İDEAL BILINCI FAKTÖRÜ
Tıpkı bir araba gibi insanoğlunun da yakıta ihtiyacı
vardır. Bu maddiyatta enerji taşıyan ATP hücreleri
olabilir fakat psikolojik yönden motive olması için
insana gereken bir şeyler de şüphesiz vardır.
Bunlar adrenalin, istek, ideallerine bağlılık, hedef,
dava şuuru vb. Duygular olabilir. İnsanoğluna tarih-
te büyük işler başartan hep bunlar olmuştur. Bakar-
sak Fatih’e İstanbul’u fethettirecek güç, İslam Pey-
gamberi Muhammed’in sözlerinden birisidir. O söze
mazhar olma arzusu Fatih’e bunu başarttırmıştır.
35. ....
Enderun Mektebi
Makale
Himmet Emre ÇİMEN - FEN 11/A
Tülin TURGUT - Rehber ve Danışman Öğretmen
35
Bunun yanında Malcolm X’e İslam için ölmeyi sağ-
layan dava bilinci aynı zamanda Hasan el Benna’ya
da “Müslüman Kardeşler’ i kurdurtmuştur.”
İdeallerine bağlı bir Türk genci, şüphesiz birçok
alanda başarılı olacaktır. Çünkü bir işi ne için yaptı-
ğını bilmek insana daha da şevk verir. “Genç ruhla-
rın okulda yoğurulması geleceğin hayatını hazırlar.
Bugünkü okul, manevi kudret kaynağı olmaktan
çıkmıştır, sönmüş bir ocaktır. Yarım asra yakın bir
zamandan beri bu ocağın nasıl söndürüldüğünü bil-
mek gerekir.” (Topçu, 2013; 147).
Okullarda verilecek manevi eğitim-
ler elbette Türk gencini hayata
hazırlayacak, türev-integral
hesaplamasını
niçin öğrendiğini sorduğumuzda, para kazan-
mak için cevabından evvel “vatanım için” cevabını
verebilecektir. Fakat tüm bu değerlerden habersiz
yetişen Türk gençliği, kafelerde “flört zihniyeti”nin
pençesinde fink atmaktadır. Bu şuurlara sahip ol-
mak bir gencin milletini ileri medeniyetler bir sevi-
yesine çıkarması beklenemez.
1.4.FIZIKI ŞARTLAR FAKTÖRÜ
Devlet okulları ve özel okullar arasındaki imkanlar
uçurumu bazen çok büyük noktalara çıkmakla bera-
ber, öğrencileri de birbirine zıtlaştırmaktadır. “Bak
devlet okulundan bir çocuk birinci olmuş, özellerin
hepsi sustu kaldı.” gibi yorumları çokca görüyoruz
ve daha da göreceğiz. “Eğitimde eşitlik” herkese
aynı devlet kitabını dağıtmakla sağlanamaz. Bugün
ülkenin en doğusu ile en batısı arasındaki eğitimin
farkı üniversitelerin puanlarına bakılarak bile anla-
şılabilir.
“Bir çocuk, eşit nitelikte okul eğitimi hakkına sahip
olmakla zengin bir çocuğun konumunu nadiren elde
edebilir. Aynı okula, aynı yaşta başlasalar bile fakir
çocuklar, orta sınıf çocuklar için pekala mümkün
olan eğitim olanaklarının çoğundan mahrum ka-
lırlar. Bu avantajlar evdeki sohbetlerden ve
kitaplardan, çocuğun hoşlanacağı
tatil gezile-
r i -
ne ve hem
okulda hem
okul dışında yer alabileceği
farklı ilgi alanlarına dek uzan-
maktadır.” (Illıch, 2014; 19).
Okullarda spora teşvik edici ma-
ter- yaller bulunmalıdır. Basketbol po-
t a sı, voleybol filesi, futbol kalesinin
hepsi bir okulda bulunmalıdır.
Dershanelerin kapatılması kararın-
dan sonra birçok dershane özel okula döndü
ve bunlar dershane binasına yemekhane bile sığ-
dıramadılar. Bahçesi olmayan bir okulda öğrenci
elbette daralacak ve kaçacak yer arayacaktır.
Bunların önüne geçmek için öğrenciye aradığı
ortam okulda sağlanmalıdır.
36. ....36
Enderun Mektebi
İnceleme
Selahaddin UYSAL - AL 12/D
Bir milletin aklının ve kalbinin Ba-
tı’ya tesliminin başlangıcı mı yok-
sa bir imparatorluğun kurtuluş re-
çetesi mi bunu siz değerli okurlar
yazının sonunda karar vereceksi-
niz. Kalemimizle dokunacağımız
konu Gülhane-i Hattı Hümayun
nam-ı diğer Tanzimat Fermanı…
Tanzimat kelimesinin sözlükteki
manasına şöyle bir baktığımız-
da manası düzenlemeler ve re-
formlar anlamına gelmektedir.
Osmanlı Devletinin ordudaki göz
bebeği kapıkulu ocakları yeniçe-
rilerdir. Bu ocak Osmanlı Devle-
tine çok büyük zaferlerin kapısını
da açmış mağlubiyetlerin de.
Osmanlı Devleti zamanla iç ka-
rışıklıklar nedeniyle Avrupa’daki
gelişmeleri özelde reform ve
Rönesans gibi Avrupa’nın aydın-
lanma hareketlerini takipten uzak
kalmıştır. Ülke içinde nispeten
yenilikler(reform) yapılmak isten-
miş; fakat askeri alan daha ağır-
lıklı olmuştur. Özellikle bu süreçte
kapı kulu ocaklarının tehdidi(isyan
hareketleri) ülke içindeki reform-
lara ıslahatlara izin vermemiştir.
Kapıkulu ocaklarını kaldırıp ülke
içinde ilk düzenlemeyi yapmak is-
teyen Genç Osman olmuştur; fa-
kat O bu isteğinin bedelini canıyla
ödemiştir. IV. Murat gibi isimler
devletteki gerilemeyi öngörmüş;
fakat gerilemeyi devletteki bazı
kurumlarda aramıştır. Buradaki
reformlar kişilere bağlı kalmış
bunun sonucunda başarılı olama-
mıştır.
III. Selim Han devletteki gerile-
menin sebebinin ilimde geride
kalmanın olduğunu görmüştür.
Bu arada Fransız ihtilali gerçek-
leşmiş dünya genelinde milliyet-
çilik akımı başlamıştır. III. Selim
Han, devleti bu akımın etkile-
rinden uzak tutmaya ve devleti
ayağa kaldırmak için çalışmalar
yapmıştır. Bu amaçla Avrupa’daki
yenilikleri takip etmesi için Avru-
pa’ya elçilikler açmış ve öğrenci
göndermiştir.
TANZİMAT’IN
RÜZGÂRIYLA
37. ....37
Enderun Mektebi
İnceleme
Selahaddin UYSAL - AL 12/D
III. Selim Han bir isyan ile taht-
tan indirilip canına kıyılır ve yine
ıslahat hareketleri sekteye uğrar.
III. Selim Han’dan sonra devletin
başına kalkınmanın en büyük lide-
ri olarak Sultan II. Mahmut Han
geçmiştir. Sultan Mahmut ilk
başta ıslahatların baş düş-
manı kapıkulu ocaklarını
kaldırmıştır.
II. Mahmut Han tahtta
olduğu sırada bir olay ya-
şanmış ve 1815’te Avrupa,
Viyana Kongresinde Os-
manlıyı baş düşman olarak
görüp şark sorunu olarak
adlandırılıp tartışmıştır.
Türk milletini Anadolu’dan
atıp Orta Asya’ya sürme
planlarını burada başlat-
mışlardır. Sultan Mahmut
bu olayları görüp Devletteki
yenileşme hareketlerine hız
kazandırmıştır.
Devlet özellikle Avrupa’ya
gönderdiği öğrencilere çok umut
bağlamış ve onları devletin ge-
leceği olarak görmüştür. Fakat
yurda dönen gençlerin suretleri
ne kadar Türk milletinden gibi
gözükse de o gençlerin hemen
hepsi kalbini ve aklını Batı’ya kap-
tırmış ya da satmıştır. Bu gençler
Osmanlı’daki gerilemenin soru-
nuna yanlış bir tespitle yaklaşa-
rak çözümü kültür değişiminde
aramışlardır. Batı’nın bilimi yerine
fazlalıkla kültürünü getirmek is-
teyen Genç Osmanlılar; Fransız
ve İngiliz hükümetinden de des-
tek görerek yurt içinde ve yurt
dışında kurdukları dernek ve ya-
yınladıkları dergi ve gazeteler ile
Osmanlı Devleti’ne karşı olmuş,
Devlet-i Ali’yi Tanzimat fikrine
zorlamışlardır. Ve nihayetinde
1839’ da Tanzimat ilan edilmiştir.
Tanzimat bir siyasi hareket
olma özelliğinden öteye geçerek
toplumsal alanda değişimi de
beraberinde getirmiş sosyal ha-
yatta yanlış Batılılaşmaya sebep
olmuştur. Modernleşme çabaları
devam ederken evlerde/konak-
larda kullanılan eşyalar tamamen
Batı zevkine göre tanzim edilir.
Kapısını ardına kadar Batılı yaşam
tarzına açan aydınlar/zenginler
zamanla alafrangalaşarak yeni
bir tipin oluşmasına zemin hazır-
lar. Toplumun büyük tepkisiyle
karşılaşan bu yeni insan tipi, bir
bakıma aydın ile halk ilişkisinin de
zarar görmesine sebep olur.
Tanzimat döneminin karakteristik
özelliği olan çağdaşlaşma, sade-
ce fikirde değil insan hayatının
her safhasına hitap eder. Türk
toplumunda görülen değişim,
imparatorlukta yaşayan
azınlıklarla da yakından il-
gilidir. Avrupai tarz yaşam
arzusu ve muaşeret kural-
larının değişimi, azınlıklar-
dan başlayarak toplumun
üst katmanlarından halka
doğru yayılır. Azınlığın
Avrupa ile olan iletişimi
bunda da etkili olur. Tanzi-
mat’la birlikte Fransız mo-
dası İstanbul’da hayatın
her alanına girer.
19. yüzyılın sonlarında
daha da belirginleşen yan-
lış Batılılaşma veya Batı’yı
yanlış anlama, dejenere
kişilerin ortaya çıkmasın
sebep olur. İstanbul ha-
yatında sık rastlanır hale gelen
bu kişiler, romanlarda da sık sık
işlenir. Yazarların burada en çok
eleştirdiği husus, roman kahra-
manlarının kendi kültürüne ya-
bancılaşması, tüm benliğini körü
körüne Batılıya teslim etmesi,
tembel, mirasyedi, taklitçi, gaye-
siz amaçsız ve şuursuz kişiliklerin
ortaya çıkmış olmasıdır.
Özetle diyebiliriz ki Türk –İslam
medeniyeti, yanlış Batılılaşma
serüvenine Tanzimat’ın ilanıyla
girmiş ve halen de bu yozlaşma-
nın rüzgârında savrulmaktadır.
38. ....
Enderun Mektebi
İnceleme
Ahmet Hakan ÖZEL - AL 10/A
38
Osmanlı Devleti’nde kökleşmiş ve devlete birçok
hizmeti olmuş kurumlardan biri de Enderun’dur.
Enderun kelimesi Farsça da “Sarayın en iç kısmı,
bir şeyin dâhili, iç yüzü “ anlamlarına gelmek-
tedir. Enderun mektebi Sultan II. Murad
tarafından kurulmuştur. Sultan Murad
döneminde okulun görevi saraya sı-
radan eleman ve hademe yetiştir-
mektir. Daha sonradan Fatih Sultan
Mehmed döneminde okul yenilen-
miş ve bazı değişikliklere gidilmiştir.
Fatih Sultan Mehmed, devletin gücü-
nü muhafaza etmek ve bu amaç doğ-
rultusunda nitelikli eleman yetiştirmek için
okulda düzenlemeler yapmıştır.
Bazı Türk ailelerin çocuklarının yanında; fethedilen
topraklarda ve Osmanlı sınırları içeresinde ikamet
eden Hristiyanların çocuklarından akıllı, zeki, bece-
rikli ve yakışıklı olanlar seçilir, Enderun’da eğitim
almadan önce Türk bir ailenin yanına verilirdi. Bu-
rada temel eğitimlerini alan çocuklar daha sonra
titiz bir seçimden sonra Enderun’a ka-
bul edilirdi Burada talebeler sıkı bir
eğitim öğretim sürecine girerler
ve birçok farklı dalda kendilerini
geliştirirlerdi. ‘‘Balığa uçmayı
öğretemezsiniz...’’ anlayışı hâ-
kim olduğu için herkes kendi
yeteneğine göre herhangi bir
dalda uzmanlaşırdı.
Ayrıca öğrencilerin çalışma azmini
kamçılamak için hiçbir başarı ödülsüz bırakıl-
maz fakat bunun yanında da küçük bir hataya ceza
verilmekten kaçınılmazdı. Öğrencilerin aldığı bu sıkı
eğitim 4 konu üzerinde toplanmıştı:
Enderun Mektebi’nde Enderun
39. ....
Enderun Mektebi
İnceleme
Ahmet Hakan ÖZEL - AL 10/A
39
*Beden ve Fiziki Eğitim (Binicilik, Kılıç kullanma,
Ok atma, Güreş…)
*Dönemin bütün pozitif ilimleri (Tıp, Astronomi,
Matematik, Tarih, Coğrafya, Hukuk, Şiir, Bed-i Be-
yan[Güzel Konuşma], Edebiyat…)
*Güzel sanatlarla ilgili dersler (Musiki, Hat, Cilt Sa-
natı, Oymacılık…)
*İslami İlimler (Tefsir, Hadis, Kelam, Tecvit, Akait,
Arapça, Meal…)
Bu tahsiller sırasında Enderun da yükselmeyi hak
eden talebeler sırayla 7 oda boyunca yükselirlerdi.
Bu odaların ismi şöyleydi:
1)Küçük oda
2)Büyük oda
3)Doğancı koğuşu
4)Seferli odası
5)Kiler
6)Hazîne odası
7)Has oda
Yedinci odadan da başarılı ve tam donanımlı bir
şekilde mezun olanlara tecrübe kazanmaları için
Anadolu ve Rumeli de yöneticilik görevleri verilirdi.
Vazifelerini layı-
kıyla yerine geti-
renler sadaret
makamına kadar
ulaşabilirdi. En-
derun’da yetişip
iyi yerlere gelen
sayısız nice büyük
şahsiyet vardır.
(Devlet adamı,
sanatkar, ilim
adamı). Bunlardan
birkaçı şunlardır:
1)Sokullu Mehmed Paşa (Devlet Adamıdır.
Sadrazamlığa kadar yükselmiştir.)
2)Köprülü Mehmed Paşa (Devlet Adamıdır. Sadra-
zamlığa kadar yükselmiştir.)
3)Matrakçı Nasuh (Bilim Adamıdır. Tarihçi,
matematikçidir.)
4)Said Efendi (Ressam ve müzisyendir.)
Enderun’un işleyişi Osmanlı Devleti’nin altın çağla-
rında bozulmamış, bu sebeple nitelikli devlet adam-
ları yetişmiştir. Bazı basiretsiz padişahlara rağmen
yönetimde bir boşluk oluşmamıştır. Ancak devletin
gerilemeye başlaması ve insanların bozulmasıyla
birlikte kurumda sıkıntılar çıkmıştır.
Disiplinsizlik, verilen eğitimin yozlaşması, devşirme
sisteminin bozulması, liyakatsiz ve yeteneksiz kişi-
lerin torpille okula alınması gibi durumlardan dola-
yı sıkıntılar baş göstermiş bunun sonrasında batılı
tarzda okulların artmasıyla mektep iyice önemini
kaybetmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu nasıl Batılı devletlere ayak
uyduramadıysa, Enderun Mektebi de batılı tarzda
okullara ayak uyduramamıştır. Bu zamandan sonra
mezun olan kişiler eskisi
kadar fazla yüksek ma-
kam ve mevkilere gele-
memiş, bu durum halkın
ve devlet büyüklerinin
gözünde mektebin de-
ğerini düşürmüştür. Tüm
bu olayların sonucunda
ise Enderun Mektebi’nin,
1908 yılında- 2.Meşruti-
yetten sonra- faaliyetle-
rine son verilmiş ve ku-
rum kapatılmıştır.
40. ....
Enderun Mektebi
Hikaye
Neriman KAFAOĞLU - AL 10/B
40
Beklemek… Geceydi ve sokağın en ıssız yerindeyim. Sessizliğin çığlıklarının be-
lirginleşmesiyle karanlığa gömdüğüm kafamı kaldırdım. Uzun ve tamamen siyah
gördüğüm bir adam! Kafamın karışıklığıyla ve karanlığın zarar verdiği gözlerimle
ona baktım. Karanlıkta parlayan siyaha yakın kahverengi gözleri ve uzun ses-
sizlikten sonra duyduğum “Yardım ister misin?” sözleri kafamda yankılanıyordu.
ZAMANI
CÜMLELERE
DÜĞÜMLEMEK
41. ....
Enderun Mektebi
Hikaye
Neriman KAFAOĞLU - AL 10/B
41
Kendimi bile bilmezken nasıl yardım istenir. Hızlı ve
kısık bir ses tonuyla, hayır, dedim. Hafif sisli sokak
lambasına doğru hızlı adımlarla yürüdüm.
Eve girdim ve bir günü daha kendimi anlamadan bi-
tirmek üzereydim. Tahtaları belirginleşmiş koltuğa
oturdum ve kafamda dönüp duran o düşünceleri
tekrar tekrar geçirdim. Ne kadar garip bir duygu-
dur ki istemeye istemeye düşünüp durmak. Sürekli
beynimi işgal eden cümleleri kafamda tasarladım.
Kitapların karışıklığıyla eğilmiş olan kitaplıktan bir
kâğıt parçası buldum. Kafamı karıştıran ve sürekli
yoran o düşünceleri içimden geldiği haliyle cüm-
lelere döktüm. Bunu yapmak kafamdaki konuşan
sese bir arkadaş bulmuşum da sanki beni rahatsız
etmiyor gibiydi. Biraz olsun azalan düşüncelerimi
bir kenara bırakıp gözlerimi kapattım. Alarmın çalı-
şıyla açmakta zorluk çektiğim gözlerimi açtım.
Sabah olmuştu ve hayatın bana ayırdığı zamanda
bir gün daha eksilecekti. Her şey gayet normaldi ve
sıradan bir pazartesiydi. Odadaki dağınıklığın yavaş
yavaş kafamdaki sese ayak uydurduğunu fark etti-
ğim an toplamaya başladım. Dağınıklığın yavaş ya-
vaş kalkışıyla bir kâğıt belirdi. Tamamen unuttuğum
bir kağıttı. Gece yazdığım o kâğıdı okumak için garip
bir heyecan kapladı. Gece yazdığım düşünceler iyi
gelmişti bana. Odadaki dağınıklık tamamen kaybol-
duktan sonra yazdıklarımı tekrar tekrar okudum.
Boş bir sayfaya düzenledikten sonra daha da ra-
hatlamıştım. Yazdığım cümleler şiirleşmeye yöne-
liyordu. Cümleleri ufak dokunuşlarla dizeler haline
getirdim. Rahatsızlıktan da öte olan düşüncelerimin
küçükte olsa bir işe yaraması hoşuma gitmişti.
O gün bir türlü okuyamadığım kitapların yanı-
na gittim ve gözüme ilk çarpan Cemal Süreyya’nın
Üstü Kalsın adlı şiir kitabıydı. Hiç şüphe etmede
kitaba uzandım ve bir kenara gidip sadece şiirle-
rin isimlerine baktım. Dikkatimi çeken isimleri uzun
uzun düşündüm.
Şiirleri okumadan isimlerinin onlara kazandırdığı de-
rin anlamlar yardımlarıyla içeriklerini tahmin etme-
ye çalıştım. Daha sonra bunları bir kenara bırakıp,
okumaya başladım. Yavaş yavaş kayboluyordum
sanki. Siyaha karışan beyaz gibi hala siyahtım ama
beyazı hissediyordum. Dizelerin biri bitmeden di-
ğerine odaklanıyordum. Sayfalar içine çekiyordu
sanki beni. Üzerine basa basa okuduğum kelimeler
yankılanıyordu ki telefonun çalışıyla kaybolduğum
dizelerden ayrılarak telefonu açtım. Telefonu kapat-
tıktan sonra hala aklımda o kitap vardı; fakat tekrar
açacak cesaretim yoktu. O kitap bana bir şeyler
katmıştı hissediyordum. Karanlıkta kaybolmuş
kendimi buluyordum. Okuduğum şiirlerin birinde-
ki o cümle aklımdan çıkmıyordu. “Beklemek övgü
kazanmasıydı zamanın…” derin derin anlatıyordu,
farkındaydım.
Şiiri oluşturan kelimelerin her biri bir sayfa her yan
yana gelişi de bir kitaptı. Peki, bir şiirden kaç tane
kitap çıkardı? Bir cümle nasıl bu kadar derin olur?
İki kelimeyi yan yana getirmek için kaç gün uğraş-
mıştır şair?
Şimdi de düşüncelerimde kayboluyordum. Yine
hava kararıyordu, yine o hüzün; ama bugün fark-
lıydı. Bugün kendimi bulmakta attığım ilk adımdı.
Havanın iyice kararıp güneşin sabaha yaklaştığı o
anları bekledim. Gecenin belirginliğinin en üst saf-
hada olduğu an, tozlu balkona çıkıp elimdeki kâğıt
parçasıyla düşüncelerimi seçtim. Yine yazıyordum.
Yazdıkça genişledim sanki. O kâğıt parçasının dol-
ması huzur veriyordu. Patlamak üzere olan balonun
yavaş yavaş boşalması gibiydi. Tamamen dolan
kâğıdın ardından hızlı hızlı odama gittim ve kendim
için bir defter seçtim. Kafamdaki bütün fazlalıkları
artık o defterde olacaktı. Çevreme ördüğüm duvara
pencere olacaktı o defter. Rahatsız eden düşünce-
lerimin üzerimden kalkışıyla derin bir nefes aldım.
Kaybolan ruhumu bulmuştum sanki, sadece ruhu-
mu değil kendimi bulmuştum…
42. ....
Enderun Mektebi
Hikaye
Zeynep Sude GÜVEN - AL 10/A
42
Rutin haline gelmiş şekilde, akşam ezanına yarım saat
kala okuldan çıkıyorum. Karın yağmayışındaki sert rüz-
gâr içimi üşütüyor.
Küçük bir kız görüyorum yolda. Önüne değil, parktaki
çocuklara bakıyor. O kadar dalmış ki, ona dikkatlice bak-
tığımı fark etmiyor. Çocuklarla tartışmış olmalı.
Biraz daha ilerlediğimde bir anne ve çocuk görüyorum.
Çocuk bir şeye ısrar ediyor, annesinin önünde zıplayı-
şından anlıyorum. Annesini hâlâ ikna edemiyor. Annesi
çok sinirlenmiş olmalı. Sıkmaktan beyazlayan parmak
boğumlarından anlıyorum.
Havanın soğukluğundan mustarip, eve yaklaşmakta ol-
duğumdan mutluyken, annem arayıp markete gitmemi
söylüyor. Koşturarak markete gidiyorum. Rafların İsrail
ürünleriyle dolmuş olması, başka bir seçeneğimin olma-
yışı canımı sıkıyor.
Göz devirerek ayrılıyorum rafın önünden. Diğer markete
gidiyorum. Her adım başının market olmasına ilk kez an-
lam verebiliyorum.
Diğer markette de durum aynıyken, çok farklı bir marka
görüyorum. Bir çocuğun annesine ısrar ettiği şeyi elde
etmesi gibi bir mutluluk oluyor içimde. Onu alıp
kasaya koşuyorum. Kasiyer parayı masa-
ya bıraksın diye poşete yavaş y a v a ş
koyuyorum. Kasiyer anlamamakta pek ıs-
rarcı. Somurtarak çıkıyorum oradan.
Annem tekrar aramadan eve
gitmek için çok hızlı yürüyo-
rum. Tam o sırada İstanbul’u
görüyorum, günüm şenleniyor.
Eve geliyorum, televizyondaki diziye
takılıyor gözüm. Kültürün ne denli yoz-
laşıp, hayâyı elden nasıl götürdüğüne
şahit oluyorum. Yazık, diyorum içim-
den. Ayırıyorum gözümü televizyon-
dan. İçimde bir öfke beliriyor.
Sonra annem çağırıyor,
- Çay sofrasına!
Günümü şen bitiriyorum.
İÇTİMAİ
44. ....
Enderun Mektebi
Şiir
Zeynep Aslı TANOĞLU - AL 10/B
İçim kan ağlıyor!
Duyuyor musunuz hıçkırıkları mı?
Silmek için geliyor musunuz sahiden?
Umursamadınız mı yoksa beni de?
Binlerce insandan akan binlerce gözyaşını görmediğiniz gibi!
Yok mu saydınız hepimizi?
Yalan mı geldi haykırışlarımız?
Biliyor musunuz?
Biz ölüyoruz!
Siz görseniz de görmeseniz de
Bizim umut dolu gözlerimiz kapanıyor bu dünyaya her gün!
Nerede miyim ben?
Halep’teyim, Filistin’deyim…
Savaşların, bomba seslerinin, acıların ve vicdansızlığın içinde mahsur kaldım!
Ama en çok umutsuzluk aldı beni içine!
Ölüm ve yaşam arasındaki o ince çizgideyim ben!
Peki, sen neredesin?
44
SEN
NEREDESİN ?
46. ....
Enderun Mektebi
Makale
Muhammed AKKAN - Tarih Öğretmeni
İslam’ın izzet ve şerefi olan Müslümanların ilk kıblesi
Mescid-i Aksa, Hz. İshak’ın, Hz. Musa’nın,
Hz. Davud’un, Hz. Elyâse’nin, Hz. Zekeriye
ve Hz. Yahya’nın türbegâhlarının bulunduğu
mukaddes bir beldedir Kudüs.
Ehl-i Kitap (Müslüman, Hristiyan ve Ya-
hudi) için kutlu olan bu beldede asırlardır
bölge mücadeleleri süregelmiştir. Kısaca
tarihi sürecine baktığımız zaman ta-
rihin ilk dönemlerinden beri
insanların dünyada var ol-
duğu süre içerisinde kadim
coğrafyada her daim insan
izlerine rastlanmaktadır.
Bölgeyi de içerisine alan ve
Suriye-Lübnan ve Akdeniz sahili boyunca uzanan Fe-
nike Uygarlığı bölgenin bilinen ilk uygarlığı kabul edilir.
Daha sonra tarihi kaynaklara İbrani Medeniyeti olarak
geçen ve Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman dönem-
lerinde tarihte ilk defa tek tanrılı bir dini kabul eden
müstakil bir devlet yapılanmasıyla karşımıza çıkmak-
tadırlar. Bu tarihten sonra tahrif edilmiş (bozulmuş)
Yahudiler işgal dolu yılların ardından dünyanın çeşitli
bölgelerinde sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakıl-
mışlardır. M.Ö 60 yıllarda Roma’nın (Hıristiyan) haki-
miyeti bölgede hissedilmiş ve bu Hıristiyan idare altı
asırdan fazla devam etmiştir. Sonunda Müslümanlar
630’lu yıllarda Filistin havarisini kontrolü altına almayı
yani fethetmeyi başarmıştır.
Bu tarihten sonra Emevi, Ab-
basi, Fatımî, Eyyubî, Selçuklu
ve Osmanlı Devleti XIX.
Yüzyılın başlarına kadar bölgeyi hakimiyeti altında
tutmayı başarmışlardır. Bu dönemde de Fi-
listin topraklarında kozmopolit yapının gereği
olarak din ve dil bakımından birbirinden çok
farklı olan insanlar bir arada yaşamış ancak
Müslümanlar zımmîlere (can, mal ve namus
güvenliği, uyrukluğuna girdikleri İslâm dev-
leti tarafından sağlanan Hristiyan ve Yahudi-
ler) tarihin hiçbir döneminde baskı ve zulüm
yapmamışlardır.
Nihayet 1896 yılında bölgede
büyük bir siyonist İsrail Dev-
leti kurmak isteyen gazeteci
kisvesiyle dolaşarak Osmanlı
topraklarında ajanlık faaliyet-
leri yürüten Theodor Herzl’ın 29 Ağustos 1897 tari-
hinde İsviçre’nin Basel kendinde düzenlediği I. Siyo-
nist Kongresinde, Büyük İsrail Devleti’nin kuruluşuyla
ilgili Herzl: ‘Kim ne derse desin, ben birkaç gün önce
Basel’de Yahudi devletini kurdum bile. Bugün bel-
ki de tüm dünya bana gülüyordur; ama, belki 5 yıl,
belki 50 yıl sonra, bunun gerçekleşeceğine
tüm dünya şahit olacaktır. Bunun gerçekleş-
m e s i için önümüzdeki tek engel
Osmanlı’dır ve yapılması
gereken Osmanlı’nın
yıkılmasıdır.
Ancak burada konu
bü-
46
KudüsDavamız
Ortak
47. ....
Enderun Mektebi
Makale
Muhammed AKKAN - Tarih Öğretmeni
47
tünlüğünü bozmadan çokça yanlış anlaşılan bir ko-
nuya açıklık getirmeliyim. Güya T. Herzl II. Abdülha-
mid’in huzuruna çıkmış ve ona Osmanlı’nın Düyun-u
Umumiye’deki borçlarını ödemek karşılığında Filistin
topraklarını istemiş Sultanda ona kanla alınan toprak-
lar ancak kanla ödenir demiş. XIX. Yüzyılda bile Os-
manlı padişahlarının karizmaları ve huzurlarına çıkan
elçilerin saygıları –ki Herzl elçi bile değil bir gazeteci-
dir- Osmanlı’nın klasik döneminden çok da farklı de-
ğildir. Yani Herzl’ın böyle bir niyeti olsa bile ki bunun
olduğunu biliyoruz. Bunu padişaha iletebilmesi müm-
kün değildir. Nitekim sultanın Herzl’ı huzurdan kovma
hikayesi bir şehir efsanesidir.
T. Herzl Siyonist Kongre’de 50 yıl sonra devletin ku-
rulacağını söylemiş ve sadece bir yıl yanılma payıyla
yani 1948 yılında İsrail Devleti resmen kurulmuştur.
Devletin kuruluş sürecinde İngiltere Dışişleri Bakanı
James Balfour’un yayınladığı deklerasyonda (bildiri)
Filistin’de kurulacak İsrail Devleti ile ilgili gerekli çalış-
maların yapılacağını ve desteklerin verileceğini bildir-
miş ve devletin kuruluş sürecini hızlandıran en önemli
çalışmalardan biri bu olmuştur.
Bu tarihten sonra yıllarca sürecek olan Arap-İsrail
savaşları yaşanmış bu savaşlarda Avrupalı devletler
özellikle ABD’nin İsrail’e açık destek vermesiyle savaş-
ların genel galibi İsrail olmuş, bulunduğu topraklardaki
yürüttüğü terör faaliyetlerine o günlerde başlamış ne
yazık ki Türkiye’de İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet
olmuştur. O günden sonra İsrail’in Filistinli Müslü-
manların sayılarını azaltma ve bölgede tek hakim güç
olma çabaları sürmektedir. Bunun çarpıcı bir örneği
de şudur; 1948 yılından beri İsrail Yahudileri’nin nü-
fusu 10 kat artarken bu oran Filistin Müslümanlarında
8 kat olarak tespit edilmiştir. Yani Yahudilerin evlilik(-
Yahudi kadınların yalnızca Yahudilerle evlenme kuralı)
ve çocuk sahibi olma prensiplerine bakıldığında bu
rakamları ciddi bir şekilde irdelemek gerekmektedir.
Bugün bir terör devleti olan İsrail’in yaptıklarının an-
laşılabilmesi yani bütün Müslümanların ortak davası
olan Filistin’in savunulabilmesi için mutlaka tarihimizi
yakînen tanımak mecburiyetindeyiz. Yoksa toprakla-
rın kutsallığını anlatmak yalın ve boş umut tacirliğiy-
le bu işlerin yoluna girmeyeceğini son 70 yılda İsrail
Müslümanlara göstermiştir.
Cenab-ı Allah (C.C)‘Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapı-
şın. Dağılıp ayrılmayın.’ (Âli İmrân 103.) ayeti gereğin-
ce birliğimizi ve beraberliğimizi muhafaza etmeliyiz.
Efendimiz’in (S.a.v) ‘Kendisi için istediğini bir Mü’min,
kardeşi için de istemedikçe hakiki manada iman et-
miş olmaz’ hadis-i şerifince ilk kıblemize kalben ve
ruhen bağlı olmalıyız ve orada şehit olan can, mal, din
ve namusları uğruna canlarını veren Müslüman kar-
deşlerimize yardım etmeliyiz. Efendimiz (S.a.v) ‘Siz-
den herhangi biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle
değiştirsin. Eğer buna güç yetiremezse diliyle değiş-
tirsin. Buna da güç yetiremezse kalbiyle (buğz etsin).
Bu ise imanın en zayıf mertebesidir.’ buyurmaktadır.
Elimizden hiçbir şey gelmiyorsa tam bir teslimiyetle
Allah’a Mescid-i Aksa’nın kurtulması zulme uğrayan
Müslümanların en kısa zamanda huzura kavuşmaları
ve zalimleri perişan etmesi için her an dua etmeliyiz.
Ki bu imanın en zayıf mertebesidir.
Allah’a emanet olunuz. Vesselam.
48. ....
Enderun Mektebi
Makale
Mehmet Fikri TOK - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
48
Sezai Karakoç’un Yazılarında
Diriliş Kavramı
Sezai KARAKOÇ, yazdığı tüm eserlerde ekseriyet-
le diriliş fikri üzerinde durmuştur. Bunun dışında
kullandıkları veya yazdıkları oldukça az bir yer tu-
tar eserlerinde. Diriliş, onun eserlerinde kuru bir
fikirde kalmamıştır. Hayatının her safhasında bu
ruhu yaşamaya ve yaşatmaya uğraşmış, Diriliş
ruhunu daima canlı tutmaya, yeni kuşaklara her
detayıyla bu akımı öğretmeye çalışmıştır. Üstat
tek kurtuluşun İslam medeniyetlerinin tarihte ve
kültürde birleşme olduğunu vurgularken bunların
sayesinde canlanan Diriliş ruhu İslam âleminin
kurtuluşuna vesile olacak, tek dişi kalmış Batı’nın
ise sonu olacaktır fikrini empoze etmiştir. Ede-
biyatımızın özgün ve nadide simalarından olan
Sezai Karakoç’un Diriliş düşüncesi kökünü tarihin
derinliklerinden alsa da yeni bir yorum ve yeni bir
yüz olarak bugünkü kuşağın karşısına Karakoç’la
çıkmıştır ve üstat bunu asla tamamen kendisine
mal etmez. Asırlar boyunca insanlığı doğru yola
götüren her harekette Diriliş ruhunu gördüğünü
söyler. Ayrıca Karakoç, Batı’nın insanları ne hale
getirdiğini gözler önüne sererek, bundan kurtulu-
şun ancak Batı’ya sırt çevirmekle ve Batı hayalleri
kurmayı bırakmakla olacağını dile getirir. İnsanlı-
ğın hareket alanına değişik düşünce sistemlerini
sunan Batı’nın, bu misyonuyla insanları bir girdaba
sürüklediğine dikkat çeker Karakoç, bundan kurtu-
luşun da ancak Diriliş düşüncesiyle gerçekleşece-
ğini belirtir.
1.GİRİŞ
Sezai Karakoç Garipçiler’e ve 1940 Toplumcu
Gerçekçi Kuşağı’na tepki olarak doğan, 1950-