SlideShare a Scribd company logo
1 of 54
Download to read offline
Enderun MektebiENDERUN LİSELERİ KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DERGİSİ
Yeter ki yürekten olsun,
Bir dinleyen mutlaka çıkar
Sayı:15-Haziran2017
RöportajDosyaİncelemeAraştırmaİnceleme
Rasim
Özdenören
Kurtuluş
Savaşı
Saint
Simon
Çay’ın
Serüveni
Kudüs
Enderun MektebiENDERUN LİSELERİ KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DERGİSİ
2017
Enderun Mektebi
Özel Enderun Fen ve Anadolu Liseleri
Kültür Sanat Edebiyat Dergisi
İMTİYAZ SAHİBİ
Özel Enderun
Fen ve Anadolu Liseleri Adına
Said TURGUT
Okul Müdürü
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Öznur Özgür İÇ
Fen Lisesi Müdür Yardımcısı
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Zahid AYDOĞAN
Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni
EDİTÖR
Öznur ÖZDEMİR
Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni
GRAFİK-TASARIM
Emre YALDIZ
YAZIŞMA ADRESİ
Kayacık Araplar Mh.
Ataç Sk. No:1
Karatay/KONYA
ELEKTRONİK POSTA
enderunlisesi@gmail.com
WEB
www.gencegitim.com.tr
TEL
0.332 237 81 08
BASKI
Eroğlu Ofset
Selçuk V.D. 3360160642
Matbaacılar Sitesi Yayın Cd.
No:19 Karatay/KONYA
Tel: 0.332 342 08 31
Basım: Haziran 2017
YAYIN TÜRÜ
Yerel süreli yayın.
Dönemde bir yayınlanır.
Ücretsizdir.
Gideceği limanı bilmeyene hiçbir rüzgardan yardım gelmez. MONTAIGNE
Merhabalar… Zorlu bir büyüme, öğrenme ve gelişme çağına eşlik eden
sınav hazırlığı sürecini birlikte yaşadığımız tüm öğrencileri arkadaşlarımı-
za, bütün hayatları boyunca sağlık, mutluluk ve başarı dileklerimi sunmak
istiyorum.
Bir düşünürün şöyle bir sözü vardı:“İnsan yaşadıkça anlıyor ki ,kendi kayığını
kendin çekmezsen bir yerlere gidemiyorsun.” Hayatta başarılı olmak her
insanın istediği bir şeydir. Fakat hiçbir başarı şans değildir, kendiliğinden
gelmez. Her başarı sabır disiplin ve çalışmanın bir ürünüdür. “Asıl başa-
rı başarısız olma korkusunu yenmektir” demiş bir düşünür. Hiçbir zaman
ümitsizliğe düşüp gücümüzü ve öz güvenimizi yitirmeyelim. Hiçbir şey zor
değildir. Yeter ki onu ufak parçalara bölmesini bilelim. Benim size tavsiye
edebileceğim ilk şey, eğer hedefiniz yoksa hedef belirlemenizdir. Çalışma-
larımızı bir sistem ve hedef içerisine yerleştirmediğimiz müddetçe, bütün
çabamız heba olur gider.
Değerli arkadaşlar! Kendimiz bir şeyler yapabilirsek daha huzurlu olabiliyo-
ruz. Başkalarından bir şeyler beklersek kıyıya ulaşmak çok zor ve güç.
Dergimizin bu bölümünde, öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin emeklerini
bulacaksınız. Derginin sayfalarında “mutluluk” ve baharı, nevruz/hıdırellez
ruhunu bulacaksınız. Edebiyat alanında Halil Cibran’ı, bir ilim ve fikir öncüsü
Rasim Özdenören’i, Sosyolog Saint Simon’ u, bulacaksınız. “Kurtuluş Sa-
vaşında Kadının rolü ve yeri” konusu, dosyası bizler için çok değerli bir anı
niteliği taşıyor.
Dergimizin bu güne kadar yayınlanan sayılarının hazırlanmasında emeği
geçen öğretmenlerime, yazılarıyla bize destek olan öğrenci arkadaşlarıma
teşekkür eder; Özel Enderun Anadolu Lisesi ailesinin bir ferdi olarak sevgi
ve saygılarımı sunarım.
Zeynep Aslı TANOĞLU - AL/9A
BAŞLARKEN...
İçindekiler
BAŞLARKEN | Zeynep Aslı TANOĞLU..................................................................................................................
BİR AN’IN DUYGUSU | Ahmet Emin HADİMOĞLU | Deneme............................................................................
BİLİNMEYEN | Zehra KUNTOĞLU | Şiir ............................................................................................................
ÇAY’IN SERÜVENİ | Berat Enes ERTÜRK | İnceleme .........................................................................................
İLK SOSYOLOG : SAİNT SİMON | Ahmet Hakan ÖZEL | İnceleme .....................................................................
HAYAT İLKEMİZ | Sena Nur YILMAZ | Deneme ...............................................................................................
YARATICININ ADL ESMASININ BİR YANSIMASI: ADALET | Ali İhsan ŞENCAN | Deneme ................................
YENİ BİR DİL ÖĞRENDİĞİMİZDE BEYNİMİZDE NELER OLUYOR? | Mehmet AYGÜN | İnceleme ......................
HAYATA DAİR PRATİK BİLGİLER | Zeynep Sude GÜVEN | Hikaye ......................................................................
DİĞERGAMLIĞIN ZUHURU; VAKIFLAR | Merve Reyhan SAKAR | Araştırma ....................................................
ACI ÇEKEN ÜMMET COĞRAFYASINDA NELER YAŞANIYOR? | Merve Reyhan SAKAR | Röportaj .....................
HIDIRELLEZ | Ali İhsan ŞENCAN | Deneme .....................................................................................................
VAR OLMANIN MÂNASI | Muhammed Veli ÜNLÜ | Deneme .........................................................................
GÜL YETİŞTİREN ADAM RASİM ÖZDENÖREN |
Zeynep Sude GÜVEN - Aynur Sena DERBENTLİ - Öznur ÖZDEMİR | Röportaj .....................................................
RAMİZ BABA | Fatma Özlem URGAN | Deneme .............................................................................................
YENİDEN BAŞLIYORUZ | Zeynep Aslı TANOĞLU | Şiir .......................................................................................
DİL VE EDEBİYAT HAKKINDA BAZI ÖĞÜTLER | Berat Enes ERTÜRK | Derleme ................................................
TÜRK TOPLUMUNDA KADININ YERİ VE ÖNEMİ | Ahmet FIRTINA- Ali İhsan ŞENCAN | Araştırma ..................
ZULMÜN ZÜLFİKÂRI | Lamia Betül ÇAKIR | Hikaye ........................................................................................
HZ. İSA VE 12 HAVARİSİ | Merve Hilal DADACI | İnceleme ..............................................................................
SAKIN PES ETME! | Zeynep Aslı TANOĞLU | Şiir .............................................................................................
ŞÜKÜR VE TELAKKİ | Zeynep Sude GÜVEN | Deneme ....................................................................................
LATİN KÜLAHI YERİNE TÜRK SARIĞI | Zeynep Sena KÜÇÇÜK | Araştırma .......................................................
MEKKE’YE İLK NAZAR | Aynur DOĞAN | Sohbet .............................................................................................
BATI’NIN ÇOCUKLARINA KARŞI MÜSLÜMANLARIN DUA SEANSLARI | Zahid AYDOĞAN | Deneme ...............
“MUTLU MUSUN?” DİYE SORSAM | Halim SELVİ | Sohbet .............................................................................
“KENDİMLE KONUŞMALAR” IŞIĞINDA HALİL CİBRAN | Öznur ÖZDEMİR | İnceleme .....................................
4
6
7
8
10
11
12
14
16
17
18
22
24
26
30
33
34
35
36
40
42
43
44
46
48
50
52
....
Enderun Mektebi
Deneme
Ahmet Emin HADİMOĞLU - AL/9A
BİR AN’IN DUYGUSU
Zorla uyanıyorum. Bir abdest alıp namaz-
dayım, bitiriyorum. Tam yatağa giderken bir kızıllık
takılıyor gözlerime. Dışarda, ta ufukta sönük bir kı-
zıllık. Acelesi yok sanki. Süzülen bir kuş gibi sakin-
ce yükseliyor. Müthiş bir manzara dayanamıyorum
uykuya, gözlerim kapanıyor. Son ışıklar o kızıllıktan
geliyor. Uyuyorum.
Yüzüme vuran bir sıcak, açmak istiyorum göz-
lerimi. Kilit vurulmuş sanki açılmıyor. Sıcak, elimle
kapatsam da gitmiyor. Kızıyorum, kızarıyorum. Son-
ra soruyorum birden: “Gerçekten ne bu sıcaklık?”
Açılıyor gözlerim birden ve bir kızıllık; tek-
rar kapanıyor, açıyorum, alışıyorum. Bir bardak su
ve cam kenarındayım. Evet, kızıllık hala orada; ama
sanki daha bir parlak mı ne ve yükseliyor! Yüksel-
dikçe parlıyor, parlaklığı gözümü yakıyor. Sanki bir
şeyler saklıyor, bana bir şeyler söylüyor ama anla-
mıyorum.
Kısa bir kahvaltı, hazırlanıyor ve çıkıyorum dı-
şarıya. Yürüyorum. Aniden bir kızıllık vuruyor yüzü-
me, gözlerime ve hemen sönüveriyor. Duruyorum,
dönüyorum. Bir iki adım ve yine o kızıllık vuruyor yü-
züme ama sanki daha bir parlak, daha bir sarı, daha
bir yakıcı. Kısıyorum gözlerimi ve görüyorum, bir
aradan sızıyor. Evet, yine bir şeyler saklıyor eminim.
Doğuyor; batacak olan kızıllık. Sanki, sanki
uzakken sıcak, yakın iken soğuyor. Evet, yaklaştık-
ça soğuyan uzaklaştıkça ısınan kızıllık sanki acıyla
azabı kendinde barındırıyor gibi. Beni uyandırdı ve
uyutacak. Hem de aynı anda. Aynı anda zıtlıklar bir
arada, kendinde barındırıyor sanki. Sanki, sanki…
Yürüyorum. Dalmışım. Bir an başımı kaldırıp
baktım. Yine oraya bakıyorum ama hayır! Kızıllık yok.
Göremiyorum, ağlamaya başlayıveriyorum. Eve gi-
riyor, sıkılıyorum. Dışarı çıkıyorum. Geziyorum. Ak-
lıma kızıllık geliyor birden nerede acaba? Şu bulutlu
gökyüzünün neresinde saklanıyor bilemiyorum;
ama bilmek istiyorum. Onu arıyor gözlerim sokak
aralarında bulamıyorum. Görmek istiyorum kızıllığı
ve bir tepeye dönüyorum yüzümü. Nefes nefese-
yim; ama işte zirvedeyim. Kızıllığı arıyor gözlerim ve
evet orada, ufukta. Saklamış bulutlar, göremiyorum
kızıllığı ama kolları tam karşımda. Bulutlardan sızan,
demet demet, parlak ya da soluk…
Belki kızıllığın kendi yok ama uzatmış kol-
larını, ipucu veriyor bana’’ buradayım’’ diyor. Evet,
anlıyorum. Doğmuştu batıyor; uyandırmıştı uyutu-
yor; bilmiyordum bildiriyor. Sanki zıtlıkların ahengini
öğretiyor kızıllık bana. Ahenk ve zıddı ’’zıtlık’’ bir
arada. Sanki anlıyor gibiyim Kızıllığı. Sanki, sanki
kızıllık…
6
....
Enderun Mektebi
Şiir
Zehra KUNTOĞLU - AL/9A
BİLİNMEYEN
Kimim ben?
Ve burası neresi?
Bir takım belermiş gözler çarpıyor suratıma
Alışveriş merkezlerinde
‘Kim bu cüzzamlı?’
Ben zenci mahallesine düşmüş albino
Aslında ben çam ağaçları gölgesinde büyüyen
Pimi çekilmiş bir çiçek
Nereliyim bilmem
Tüm şehirler dünyaya cahilken
‘Yurt’ isimi nereye nasıl yerleştiririm?
Belki biraz Kudüs’tenim
Endülüs’ten,
Çokça Slovakya
Biraz babamın hiç anlatmadığı askerlik anılarından
Annemin nasırlı gülüşünden biraz
Halk otobüsüne arka kapıdan binmeye çalışan
bir evsizin hüznü
Enes’in hurmaları fırlatışı elinden
Bakın bu ellere,
Bu ellere bakın!
Bakın, eller bu!
Tutamaz kalemim başkasını
Öyle süslü sözler bilmem
Kabarmaz keklerim
Dört numara miyop kalabalık dolu bir mide
Ergenlikten çıkmadı sivilcelerim
Ontolojik bunalım ne hiç bilmedim; ama
Dalıp giderim, korkar annem
Çocuğumun vejetaryen bir inek olmasından
Yaşım on dört ve dökülüyor saçlarım
Cebimdeki tüm parayı mendil satan bir çocuğa kaptırdım.
-Sevebilir misin beni?
Bilmem?
7
Enderun Mektebi
İnceleme
Berat Enes ERTÜRK - AL/9A
ÇAYIN SERÜVENİ
Soğukta içimizi ısıtan, sıcakta hararetimizi
alan, sabah-akşam birlikte olduğumuz, muhabbet-
lerimizi demleyen çayın, kahve ile bir savaşı vardır.
Ama güzel bir atışmadır bu. Sonuçta kimsenin galip
gelmediği müphem bir savaş.
Çay severler ki bu kişiler kendilerini “Çay tir-
yakisi” olarak tanımlarlar. Ve çay, muhabbetin ma-
zotudur felsefesine göredir bu ölçü. Diğer tarafta
ise kahve severler, onlarda kendi içlerinde kaliteli
“kahve sever” öğrencilerdir. Biz ise bugün çay ile
muhabbeti demlemeyi, çayın öyküsünü ve edebiyat
ile ilişkisini ele alacağız.
Bizim bu çayın tavşan kanı olduğu söylenir
ya, aslında ne kan var, ne tavşan. Sadece renk uyu-
mu ve kibarlığından ötürü tavşan demişler. Sonuçta
kimse “çaycı bana oradan kurbağa kanı çay gön-
der” demeyi istemez. Anlayacağın bizim masum
tavşan bu uğurda kurban olmuş.
Bilimsel açıdan ele alacak olursak. Dün-
ya’da sudan sonra en çok tüketilen içecek çay-
dır. Yani tüm dünya çayı seviyor ve tüketiyor.
Çay 1800’lü yıllarda Japonya’da çığırından çıkarak
çay felsefesi peydâh olmuş daha sonra mesele
büyümüş ve önderliğini Kakuzo Okakura’nın yaptığı
“ÇAYİZM” inanışı benimsenmiştir.
Osmanlıda ise Seyyid Mehmed İzzet Efendi
“Çay Risalesi” adlı eserini 1879’da kaleme almıştır.
Çay ile ilgili detaylı bilgi sunan bu eserde günümüz-
de halen yayındadır. Bu kitaptan sonra İzzet Efen-
di’nin adı “Çaycı” olup çıkmıştır.
Ülkemizde Bursa gibi şehirlere Japon-
ya’dan getirilen çay fideleri dikilmiş ancak bu
bölgede verim alınamamıştır. Süreç içerisinde
Karadeniz’in bu iş için ideal olduğu tespit edil-
miş ve bu bölgenin adı çay ile özdeşleşmiştir.
Günümüzde dünyanın en kaliteli çayı, ülkemizde
Karadeniz Bölgesi, Rize şehrinde üretilmektedir.
8
....
Enderun Mektebi
İnceleme
Berat Enes ERTÜRK - AL/9A
ÇAY İLE EDEBİYATIN İLİŞKİSİ
1-Çay Risalesi (Seyyid Mehmed İzzet Efendi)
2-Çay Kitabı (Kakuzo Okakura)
3-Çay’ın Kültür Tarihi (Stephen Reimertz)
4-Çay Kitabı (Mustafa Duman)
5-Çay ve Zen (Kakuzo Okakura)
6-Çaylar Şirketten (Remzi Kazmaz)
7-Bahçeden İncebel Bardağa Türk Çayı
(Mustafa Duman)
8-Demlikten Süzülen Kültür : Çay (Deniz Gürsoy)
9-Bin Yılın Çayı (Kemalettin Kuzucu)
10-Bir Yeşilin Peşinde (Asım Zihnioğlu)
Çay ile ilgili olan kitaplar;
Çay, bazı yazarlarımızın damarına dokunmuş olsa
gerek ki şu sözler meydana gelmiş:
…benim sana vereceğim çok şey
yok aslında; çay var içersen,
ben var seversen, yol var gidersen…
AŞIK VEYSEL
…biz çayın
yalnızlığa iyi gelen
tarafını da severiz…
OĞUZ ATAY
…bir gün çay içelim seninle,
çaylar benden, manzara senden olsun….
ORHAN KEMAL
...açık çay içerdi hep,
demli olunca bardağın diğer tarafından beni göre-
mezmiş, öyle derdi…
CEMAL SÜREYA
…benim çay bardağımda
senin gözlerin olur,
senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda…
SEZAİ KARAKOÇ
…gönül ne çay ister ne çayhane,
gönül sohbet ister, çay bahane…
…çay sıvı bilgeliktir…
…ve oturdu mu bir masaya
hakkını verir çay içmenin…
CAHİT ZARİFOĞLU
…Çaycı,
getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Çay İle İlgili Söz Ve Şiirler
gerek ki şu sözler meydana gelmiş:gerek ki şu sözler meydana gelmiş:
…benim sana vereceğim çok şey…benim sana vereceğim çok şey
yok aslında; çay var içersen,yok aslında; çay var içersen,
ben var seversen, yol var gidersen…ben var seversen, yol var gidersen…
yalnızlığa iyi gelenyalnızlığa iyi gelen
tarafını da severiz…tarafını da severiz…
…bir gün çay içelim seninle,…bir gün çay içelim seninle,
çaylar benden, manzara senden olsun….çaylar benden, manzara senden olsun….
ORHAN KEMALORHAN KEMAL
senin gözlerin olur,senin gözlerin olur,
senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda…senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda…
SEZAİ KARAKOÇSEZAİ KARAKOÇ
…gönül ne çay ister ne çayhane,…gönül ne çay ister ne çayhane,
gönül sohbet ister, çay bahane…gönül sohbet ister, çay bahane…
…çay sıvı bilgeliktir……çay sıvı bilgeliktir…
…ve oturdu mu bir masaya…ve oturdu mu bir masaya
hakkını verir çay içmenin…hakkını verir çay içmenin…
CAHİT ZARİFOĞLUCAHİT ZARİFOĞLU
getir, ilâç kokulu çaydan!getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!Dakika düşelim, senelik paydan!
9
....
Enderun Mektebi
İnceleme
Ahmet Hakan ÖZEL - AL/9A
İLK SOSYOLOG SAİNT SİMON
Bu yazıda sizlere Fransız filozof, iktisatçı, düşünür ve
günümüzde sosyoloji olarak adlandırdığımız bilimin
düşünce babası Saint Simon’u tanıtacağım. Saint
Simon 17 Ekim 1760’ta Paris’te doğdu,19 Mayıs
1825’te ise aynı kentte hayata gözlerini kapadı. Ha-
yatı zorluklar içerisinde geçti. 17 yaşında orduya ka-
tıldı. Amerikan bağımsızlık savaşında yaralanarak esir
düştü. Esirliği sırasında Atlantik Okyanusu ve Büyük
Okyanusu birleştirecek dev bir proje olan Nikaragua
Projesini tasarladı. Serbest kaldıktan sonra projeyi
Meksika Valisine sunduğunda olumlu bir tepki almadı.
Bunun üzerine Amerika’da daha fazla durmadı. Avru-
pa’ya döndüğünde ise Madrid şehrini denize bağla-
yacak kanal projesine benzer bir tasarı ortaya sundu;
bu girişiminden de sonuç alamayınca Fransa’ya gitti.
Burada kilise karşıtı davranışlarından dolayı kısa bir
tutukluluk süreci geçirdi. Hapis hayatı
bitince ekonomik krizden yararlanarak
büyük bir servet edindi. Paris’te çift-
liğine bilim adamları ve aydınları ça-
ğırarak gösterişli bir yaşam sürmeye
başladı. Çalışmalarına ilk olarak fizik
alanında yön verdi. Bu çalışmaları es-
nasında “Bir Cenevrelinin Çağdaşları-
na Mektupları” adlı bir kitap yazdı. Ül-
kesinin gelişmesi için sürekli çabaladı.
Bu gelişme ve ilerleme için din bilimle-
rinin yerini pozitif bilimlerin, din adam-
larının yerini ise bilim adamlarının alması gerektiğini
savundu. Çalışmalarını yaptığı bu zaman zarfı içerisin-
de maddi durumu iyice kötüye gitti. Ancak o asla pes
etmedi, direndi, düşündü ve vatanı için fedakârlıklar
yaptı. Zor şartlar altında çalışmalarını gerçekleştirdi.
Hatta ne kadar kötü şartlar altında çalıştığını kendisini
yetkililere ifade ederken ki şu sözünden anlayabiliriz:
“On beş gündür kuru ekmek tüketiyorum, odamda
ateş yok, kitabımın kopya masraflarını karşılamak için
elbiselerimi de sattım. İlim aşkı, Avrupa’yı buhrandan
kurtarma arzusu beni bu hale düşürdü. Niçin yüzüm
kızarsın ki eserimi tamamlamak için yardım istiyo-
rum.” Bahsi geçen bu şartlarda çalışarak Avrupa’daki
kaosu bitirmeye çalışıyordu. Bunu yaparken Batı dün-
yasının fikir ve düşünce yapısını da derinden etkiledi.
Yaptığı bu büyük fedakârlıklar, çalışma azmi, ilme olan
aşkı ve vatan-millet sevgisi kendisine; Av-
rupa toplumu hakkında yaptığı çalışmalar
doğrultusunda sosyolojinin babası olmak,
kendinden sonraki düşünürleri etkilemek
ve Avrupa’da kaosun bitmesinde rol oyna-
mak gibi başarılar getirdi.
Şimdi de kendimizi, sahip olduğumuz im-
kânları, inandığımız dini ve üstünde yaşa-
dığımız vatanı düşünerek onlar için neleri
yapıp neleri yapmadığımızı bir düşünelim.
Vesselam…
10
....
Enderun Mektebi
Deneme
Sena Nur YILMAZ - FL/ 10A
HAYAT İLKEMİZ
“De ki: ‘Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm,
âlemlerin Rabbi Allah içindir.” En’am Suresi, 162
Bu ayet yaşamamızın bir amacıdır. Hayatımızı nasıl
şekillendireceğimizi öğrenmemizi sağlar. Her şeyi ama
her şeyi Allah rızası için yapmalıyız. Namazımız, iba-
detlerimiz, hayatımız, ölümümüz âlemlerin Rabbi olan
Allah için olmalıdır.
Bunlar söylendikten hemen sonra akla birçok soru
gelir. Örneğin ders çalışmamız nasıl Allah rı-
zası için olur? Matematik, fizik, kimya,
tarihi nasıl Allah rızası için çalışılır?
Bunlar gibi birçok soru insanın ak-
lına gelir. Cevapları ise basittir.
Eğer bizler sadece Allah rızası
için bu derslere çalışır, ileri-
de sınavlara girip sonunda iyi
neticeler alırsak bu neticeler
sonunda iyi bir meslek sahibi
olabilir ve Allah rızası için bu
meslek vesilesiyle insanlara yar-
dım edebiliriz. Örneğin iyi bir doktor
olur fakir zengin ayırt etmeden herke-
se sağlık noktasında yardımcı olabiliriz ya
da iyi bir mühendis olup insanların hayatlarında ihti-
yaç duydukları konularda onlara yardımcı olabiliriz.
Bunlar sayesinde ise cennete giden yolda bir adım
atmış oluruz. Tabi sorular bu kadarla son bulmaz.
Mesela bir sporcu Allah rızası için nasıl yaşar? Bu soru-
yu da günümüzden örnek vererek açıklamak istiyorum.
Akla gelen İlk isim Kenan Sofuoğlu. Sofuoğlu bir spor-
cudur ve kazandığı paranın bir kısmını insanlara yardım
için kullanmıştır. Eğer insanlar isterse bu ayetteki gibi
Allah rızası için çalışabilir ve ayet her akıllarına geldi-
ğinde yaşamlarındaki amacı hatırlayabilirler. O yüzden
bu ayeti hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Ayet
aklımıza her geldiğinde Allah rızası için işler yaparak
hayatımızı sürdürmemiz gerektiğini hatırlamalıyız.
Kendini Allah yoluna adayan insanların yaptığı gibi biz-
ler de işlerimizi Allah’ın rızasına yönelerek yapmalıyız.
Bizler de Allah’ın rızasını ve cenneti hedeflememiz ge-
rekir.
Allah’ın rızasını kazanıp bizi cennete götürecek yolda
cenneti kazanmamız için gerekli donanımlara, bilgiye,
ilme ve güce sahip olabilmemiz gerekir. Bu bilgile-
ri öğrenirken Kur’an ve Sünnet bizim baş tacımızdır.
Bu bilgileri öğrenirken de şunu unutmayalım ki:
Öğrenmek, öğretmeyi zorunlu kılar. Biz-
ler bunları öğreneceğiz. Öğrendikten
sonra da başkalarına öğreteceğiz
ve bizler hayatın İman ve Cihad
olduğunu unutup gereksiz işlerle
uğraşmayacağız. Gereksiz her
işe “ la” deyip “ İlla ” inkılabını
yükselteceğiz. Tabii ki gereksiz
her şeye hayır yani “la “demek
nefsimizi zorlayacaktır. Ama biz-
ler dünya nimetlerine karşı öyle bir
oruç tutacağız ki ölümümüz iftarımız
olacaktır. Aynı Musab Bin Umeyr’in yap-
tığı gibi yapacağız. O Allah rızası için her şeye
“la!” dedi makam mevki para zenginlik gibi birçok şeyi
Allah rızası için elinin tersiyle itti. Yolunu Allah’a ada-
dı. Annesi onu Allah’a inkâra sürüklemek istedi. Ama
o annesini dinlemedi ve Allah yolundan ayrılmadı. Al-
lah’ın rızasına kavuşmak için uğraş verdi. Biz de bu
timsallerde olduğu gibi gereksiz her şeye “ la” deyip “
la ilahe illallah”ı yüceltmeliyiz.
Unutmayalım ki hayat iman ve cihattır. Gerisi tefer-
ruattır. Yani insanlar bir şeylere inanır ve inandığı şey
üzerine mücadele verir. Bizler de Allah’a iman edip
Allah yolunda mücadele vereceğiz ve onun yolundan
ayrılmayacağız.
Rabbim bizleri de onun dininin şahitlerinden kılsın. Bizi
yolundan ayırmasın.
oruç tutacağız ki ölümümüz iftarımızoruç tutacağız ki ölümümüz iftarımızdım edebiliriz. Örneğin iyi bir doktordım edebiliriz. Örneğin iyi bir doktor
olur fakir zengin ayırt etmeden herke-olur fakir zengin ayırt etmeden herke- olacaktır. Aynı Musab Bin Umeyr’in yap-olacaktır. Aynı Musab Bin Umeyr’in yap-
11
....
Enderun Mektebi
Deneme
Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A
YARATICININ ADL ESMASININ BİR YANSIMASI
Kur’an’ın en temel esaslarından birisi olan ADALET;
zulüm etmemek, hak sahibine hakkını vermek ve
haksızları terbiye etmek gibi manalara gelir.
Kur’an ve hadislerde genellikle denge, eşitlik, dü-
rüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kullanılan “ada-
let” aynı zamanda Allah’ın Adl esmasının bir görün-
tüsü ve yansımasıdır.
Bu manada; ahiretin, cennetin ve cehen-
nemin yaratılma sebeplerinden biri
de adalettir. Zulümler, dengesiz-
likler, haksızlıklar yaşadığımız
evrende sürüp gitmektedir.
İşte bu dengesizliklerin gi-
derilmesi, her hak sahibine
hakkının verilmesi gerekir ki
bu da cennet ve cehenne-
mi gerektirir. Allah’ın “Adil”
ismi gereği işte budur. Yani
Allah’ın “Adil” ismi ahirete ima-
nı gerektirir.
Adalet mülkün temelidir, sözüne bakacak olursak;
mülk ferdi olarak sahip olunan şeyler olabildiği gibi
toplumsal olarak helal mülk sahibi olmanın, sahip
olduğumuz devletin devamı ve uzun ömürlü olması
için gereklidir.
Kıyametle ömrü son bulacak olan bu fani dünya
mülkündeki eylemlerin tam adaletle karşılıklarının
verilmesi için ahiret âlemi kurulacaktır. Yani adalet
ahiretin varlığını gerektirir. Fani dünya mülkünün
devamı da ahiretle olur, yani adalet mülkün teme-
lidir. Hakiki adalet için ahiret, cennet, cehennem
zaruridir.
Bir de Adaletli olmak ile adaleti sağlamak farklı
şeylerdir. Şahsi olarak adaletli olabiliriz ama ada-
leti sağlamak için zulüm ve haksızlıklardan haberi-
mizin olması gerekir. Fertler arasında, toplumlar ve
devletlerarasında adaleti sağlamak önce haberdar
olacak vasıtalarla sahip olmayı, sonra birikimli (ilim,
kültür, medeniyet, teknoloji) olmayı ve kudretli
olmayı gerektirir ki bu da bilim-teknikte, kültür ve
medeniyette hikmet ve felsefede, ekonomide, siya-
sette, birlik ve beraberlikte önde olmayı
gerektirir.
Adaletli olan fertler ilim, kül-
tür, ekonomi, siyaset ve
medeniyette, ittihat ve
kardeşlikte ileri olmak için
gayret sarf etmelidirler ki
adaleti de sağlayan insan-
lar, toplumlar ve devletler
olsun. Allah’ın insan, zaman,
mekân ve topluma müdahale-
si olan Kur’an’ın muhatabı olan
Müslümanlar olarak bizler vasat üm-
met olmak, denge toplumu olmak, adaletli
olan ve adaleti sağlayan insanlar olma kaynak ve
birikimine sahibiz... Muvaffakiyet ve için çaba sarf
etmeliyiz vesselam.
Adalet mülkün temelidir, sözüne buradan devam
edersek; devletler, fertlere ve toplumlara adaletli
davranabildikleri sürece ilerleyerek varlıklarını sür-
dürebilmişlerdir. Devletler ne zaman adaletli olmak
ve adaleti sağlamak hususunda zaafa düştülerse(
ki bu şahsi ve toplumsal bir çürümenin ve bozulma-
nın göstergesidir ) dağılıp yıkılıp gitmişlerdir.
“ADALET”
12
....
Enderun Mektebi
Deneme
Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A
Müslümanların, özellikle milletimizin öncülüğünde kurulan devletlere bakıldığında görülür ki; ne zaman adaletli
olmak ve adaleti sağlamak için çaba sarf edildiyse Allah’ın yardımıyla muzaffer olunmuştur. Ne zaman da adaletli
olma ve adaleti sağlama mefkûre ve inancından sapıldıysa bozulma, gerileme ve çürümelerin neticesinde mağlup
olunmuştur.
Fatih’in Rum mimarla Kadı Hızır Bey huzurunda mahkemesi ne mühim örnektir. Özetle Rum mimar kolunu kestiren
padişah Fatih’ten şikâyetçi olur. Kadının huzuruna giren Fatih başköşeye geçmek oturmak ister fakat kadı padişa-
ha beyim burada mahkeme oluyorsunuz. Ayakta beraber duracaksınız der ve yargılama sonucunda kısas olarak
Fatih’inde kolunun kesilmesine karar verilir. Sonra Rum mimar kısastan vazgeçtiği için günde on altın tazminata
mahkum olur..
İnsanlığı hususen Müslümanları, dini kendilerine alet eden engizisyon fikriyatı ve haçlı seferleri tasallutundan mu-
hafaza ederek, adaletli olan ve adaleti sağlayarak insanları ve Müslümanları bir araya getiren Selçuklular,
Eyyubiler, Memlukler gibi devletler olmuştur. Ne zaman adaletten şaşılsa bu
vazifeler de yapılamamıştır.
İlahi kudret nazarında bir insanın yaratılması ile bütün insanların yaratılması
arasında fark yoktur. Büyük- küçük, zor- kolay biz yaratılmış insanlara göre-
dir. Yaratıcı için böyle bir farklılık olamaz. Bu açıdan eksiksiz ve hakiki adalet
nazarında hakkın büyüğü küçüğü olmaz, hak haktır. Yani ilahi adalet açısın-
dan bir insanın hukuku, bütün insanların hukuku kadar kıymetlidir.
Tarafgirlik hissiyatıyla kardeşlerimiz arasında kayırma ve ayrımcılık(emaneti
ehline teslim etmeme gibi) yapabiliyoruz. Bu durumlarda da adalet düsturu
unutulmamalıdır. Kimse için hak hukuk feda edilmemelidir.
13
....
Enderun Mektebi
Araştırma
Mehmet AYGÜN
Yeni Bir Dil Öğrendiğimizde Beynimizde Neler Oluyor?
Sinirbilim- beyin tarama yöntemleri ile bilim insanla-
rının çalışmaları sonucunda ikinci bir dil öğrenildiğinde
beyin yapısında nelerin değiştiğini anlamamıza yardımcı
oluyor.
İkinci bir dil öğrenmek beynimizin büyümesini sağla-
yabiliyor. Bu durumu İsveç bilim insanları ikinci bir dil
öğrenilmesi sırasında beyin tarama yöntemi ile beyinleri
izlerken keşfettiler. Bu çalışma, beyin görüntüleme tek-
nolojilerinin ikinci dil öğreniminin bilişsel faydaların neler
olduğu anlamak için kullanılan ve her geçen gün artan
araştırmaların bir parçası.
Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ve elektrofizyo-
loji günümüzde bize sadece dizimizden ameliyata ihtiya-
cımız olup olmadığını veya kalp atış düzeni tespiti değil
ikinci bir dili duyduğumuzda, anladığımızda ve
kullandığımızda beynimizde neler olduğu-
nu da gösteriyor.
İsveçli bilim insanlarının yürüt-
tüğü MRI çalışmaları, yabancı
bir dil öğrenmenin beynimizde
gözle görülür bir etki yarattığını
gösterdi. Genç yetişkin askeri
göçmenlerden dile karşı yatkın-
lığı olanlar yoğun bir çalışma ile
Arapça, Rusça veya Farsça öğre-
nirken, kontrol grubundaki medikal
ve bilişsel bilim öğrencileri de dil dışın-
daki alanlarda yoğun bir çalışma içine girdiler.
MRI görüntüleri, dil öğrenen öğrencilerin beyinlerindeki
belirli bölümlerinin büyürken, kontrol grubunda bulunan
bireylerin beyin yapılarının durağan olduğunu gösterdi.
İlginç şekilde, beyinlerindeki büyümeler hipokampüs ya
da serebral korteksin dil öğrenme ile ilgili bölümünde
gözlenen deneklerin, serebral korteksin motor bölümün-
de gelişim gösterenlere kıyasla daha gelişmiş dil beceri-
lerine sahip olduğu gözlenmiştir.
Diğer bir ifadeyle, beynin gelişen alanları öğrenenin dili
ne kadar kolay bulduğu ile ilişkilidir ve beyin gelişimi
performansla değişiklik göstermektedir. Araştırmacı-
ların da belirttiği gibi, yoğun bir şekilde dil öğrendikten
üç ay sonra uzun dönemde ne gibi değişiklikler olduğu
ise tam olarak net olmamakla birlikte, beynin büyümesi
umut vaat etmektedir.
Fonksiyonel MRI beyin görüntüleri, belirli bir öğrenme
işleminde beynimizin hangi bölümlerinin aktive olduğu-
nu gösteriyor. Örneğin, ana dili Japonca gibi bir dil olan
yetişkinlerin neden kolayca İngilizce “l” ve “r” harflerini
ayırt edemediklerini (örneğin onlar için İngilizce “river”
ve “liver” kelimelerini ayırt etmek zordur) görebiliyoruz.
İngilizceden farklı olarak Japonlar “r” ve “l” harflerini ses
olarak ayırt edemezler. Onun yerine her iki harfi de fe-
nom olarak bilinen tek bir ses birimi temsil eder.
Beyin görüntüleme çalışmaları, ana dili Japonca
olan bireylere bu iki sesten birini içeren
bir İngilizce kelime sunulduğunda be-
yinlerinde tek bir bölgenin aktive
olduğunu, ana dili İngilizce olan
kişilerin beyinlerinde ise her biri
bir sese özgü iki ayrı bölgede
aktivasyon olduğunu gösteri-
yor.
Japonca konuşan kişilerde
İngilizcedeki bu iki sesin farkını
öğrenmek, beyin devrelerindeki
belirli bileşenlerin yapılanmasını
gerektirir. Bunun için neler yapılabilir?
Bu farklılıkları nasıl öğrenebiliriz?
Dil öğrenimi üzerine gerçekleştirilen daha önceki çalış-
malar, Japonca konuşan kişilerin, “r” ve “l” harflerine
özgü seslerinin abartılarak her iki sesin farklılaşmasını
sağlayan bir yazılım programı vasıtasıyla “r” ve “l” harf-
leri arasındaki farklılığı duymayı ve aynı zamanda üre-
tebilmeyi öğrenebildiklerini göstermiştir. Yazılım ile bu
iki ses modifiye edildiğinde ve daha geniş bir süreye
yayıldığında katılımcılar iki ses arasındaki farklılığı daha
kolay duyabilmişlerdir. Bu çalışmalardan birinde katılım-
cılar 20 dakikalık 3 oturum sonrasında (sadece 1 saatlik
süre) bu iki ses arasındaki farklılığı normal bir konuşma-
nın parçası olarak sunulduğunda dahi kolayca ayırt ede-
bilmeyi öğrendiler.
cımız olup olmadığını veya kalp atış düzeni tespiti değilcımız olup olmadığını veya kalp atış düzeni tespiti değil
ikinci bir dili duyduğumuzda, anladığımızda veikinci bir dili duyduğumuzda, anladığımızda ve
kullandığımızda beynimizde neler olduğu-kullandığımızda beynimizde neler olduğu-
İsveçli bilim insanlarının yürüt-İsveçli bilim insanlarının yürüt-
tüğü MRI çalışmaları, yabancıtüğü MRI çalışmaları, yabancı
bir dil öğrenmenin beynimizdebir dil öğrenmenin beynimizde
gözle görülür bir etki yarattığınıgözle görülür bir etki yarattığını
gösterdi. Genç yetişkin askerigösterdi. Genç yetişkin askeri
göçmenlerden dile karşı yatkın-göçmenlerden dile karşı yatkın-
lığı olanlar yoğun bir çalışma ilelığı olanlar yoğun bir çalışma ile
Arapça, Rusça veya Farsça öğre-Arapça, Rusça veya Farsça öğre-
nirken, kontrol grubundaki medikalnirken, kontrol grubundaki medikal
ve bilişsel bilim öğrencileri de dil dışın-ve bilişsel bilim öğrencileri de dil dışın-
daki alanlarda yoğun bir çalışma içine girdiler.daki alanlarda yoğun bir çalışma içine girdiler.
Beyin görüntüleme çalışmaları, ana dili JaponcaBeyin görüntüleme çalışmaları, ana dili Japonca
olan bireylere bu iki sesten birini içerenolan bireylere bu iki sesten birini içeren
bir İngilizce kelime sunulduğunda be-bir İngilizce kelime sunulduğunda be-
yinlerinde tek bir bölgenin aktiveyinlerinde tek bir bölgenin aktive
olduğunu, ana dili İngilizce olanolduğunu, ana dili İngilizce olan
kişilerin beyinlerinde ise her birikişilerin beyinlerinde ise her biri
bir sese özgü iki ayrı bölgedebir sese özgü iki ayrı bölgede
aktivasyon olduğunu gösteri-aktivasyon olduğunu gösteri-
yor.yor.
Japonca konuşan kişilerdeJaponca konuşan kişilerde
İngilizcedeki bu iki sesin farkınıİngilizcedeki bu iki sesin farkını
öğrenmek, beyin devrelerindekiöğrenmek, beyin devrelerindeki
belirli bileşenlerin yapılanmasınıbelirli bileşenlerin yapılanmasını
gerektirir. Bunun için neler yapılabilir?gerektirir. Bunun için neler yapılabilir?
Bu farklılıkları nasıl öğrenebiliriz?Bu farklılıkları nasıl öğrenebiliriz?
14
....
Enderun Mektebi
Araştırma
Mehmet AYGÜN
Böylesi bir araştırma, ikinci dil öğreniminde teknolojiden
yararlanmanın avantajlarının göz önünde bulundurulma-
sına yardımcı olabilir. Örneğin, anne babaların rahimde-
ki bir bebeğin özelliklerini ve hareketlerini görmelerini
sağlayan ultrason makinaları gibi, fonetik ses bilimci
araştırmacılar dil öğrenen kişilere dillerini, dudaklarını ve
çenelerini nasıl hareket ettirmeleri gerektiğini gösteren
şekiller kullanarak, hava akış mekanizmalarını ve damak-
larını nasıl hareket ettirmeleri gerektiğini açıklayabilirler.
Japonya’da çalışan araştırmacı Ian Wilson, bu umut
verici teknolojilere yönelik çalışmaları raporladı. Araş-
tırmacılar doğal olarak ultrason cihazlarının İngilizce
derslerinin bir parçası olarak kullanılmasını önermiyor-
lar, ancak deneyimli yazılım mühendisleri ileri teknoloji
dil öğrenme uygulamalarına görüntüleme yöntemlerini
dahil ederek bu yeni bilgiden çıkar sağlamanın yollarını
arıyorlar.
Chicago Illinois Üniversitesi’nden Profesör Kara Mor-
gan-Short beynin iç çalışmasını irdelemek için elektro-
fizyolojiyi kullanıyor. O ve çalışma arkadaşları ikinci dil
öğrenenlere yapay bir dilde -dil bilimciler tarafından
oluşturulan ve dil öğrenilebilirliğini kontrollü bir şekilde
test etmeyi sağlayan minyatür bir dilde- konuşmayı öğ-
rettiler.
Bu deney kapsamında bir grup gönüllü bu dili, dilin ku-
rallarının açıklanması yoluyla öğrenirken, diğer grup ise
ana dilimizi öğrendiğimize benzerlik gösteren bir yön-
temle aynı dili öğrendi. Tüm katılımcılar dili öğrenmeyi
başarsalar da, ana dili öğrendiğimiz yöntemle öğrenen
bireylerin beyinlerindeki işlemleri ana dil konuşanlara
oranla daha çok benziyordu. İlginç bir şekilde, yapay bir
dil olduğundan bu dile yaşamlarında maruz kalmayan bi-
reyler altı aya kadar testlerde daha başarılı performans
sergilediler ve beyin işlemleri ana dil konuşanlarınkine
daha çok benzedi. Devam niteliğindeki bir çalışmada
Morgan-Short ve arkadaşları, örüntü ve dizileri seçebil-
me konusunda özel yetenekli bireylerin ana dili öğren-
diğimiz yönteme benzer yöntemle dil bilgisini daha iyi
öğrendiklerini gösterdiler.
Morgab-Short “Bu beyin temelli araştırmalar bize sade-
ce yetişkinlerin çocuklar gibi ana dili öğrendiğimiz yön-
temle öğrenebildiklerini değil, aynı zamanda bireyleri
optimal öğrenme bağlamları ile de eşleştirebileceğimizi
gösterdi” diyor.
Beyin görüntüleme çalışmaları dil öğrenme yöntemleri-
ni, kuralların ön planda olduğu öğrenme yöntemleri ile
mi yoksa dilin konuşulduğu bir ortamda bulunarak mı en
iyi öğrendiğimizi ayırt ederek, bizim bilişsel yetenekleri-
mize uygun hale getirme konusunda yardımcı olabilir.
Ancak, yakın zamanda gerçekleştirilen beyin temelli
araştırmalar bize güzel haberler veriyor. Birden fazla dili
akıcı konuşan kişilerin tek dil bilenlere kıyasla hafızala-
rının daha iyi olduğunu ve bilişsel açıdan daha yaratıcı
ve daha esnek olduklarını biliyoruz. Kanadalı araştırma-
cıların çalışmaları, iki dil bilen bireylerde tek dil bilenlere
kıyasla daha geç Alzheimer hastalığı ve bunama başlan-
gıcı gözlendiğini ve ikinci bir dil bilmenin bilişsel sağlığı-
mızı daha uzun yıllar koruduğunu belirtiyor.
Daha umut verici olan ise iki dil bilmenin sağladığı ya-
rarların çocukluğunda ikinci dil öğrenmeyenler için de
devam ediyor olması. Edinburgh Üniversitesindeki araş-
tırmacılar bir konuya dikkat çekiyorlar: “Dünyadaki mil-
yonlarca insan ikinci dillerini okul, üniversite, iş hayatı,
göç ya da evlilik yoluyla yaşamlarının ilerleyen yıllarında
öğreniyorlar.” 853 kişinin katıldığı araştırmanın sonuçları
ikinci bir dil bilmenin ne zaman öğrendiğimizden bağım-
sız olarak pek çok yararının olduğunu açıkça gösteriyor.
Böylesi bir araştırma, ikinci dil öğreniminde teknolojidenBöylesi bir araştırma, ikinci dil öğreniminde teknolojiden daha çok benzedi. Devam niteliğindeki bir çalışmadadaha çok benzedi. Devam niteliğindeki bir çalışmada
15
....
Enderun Mektebi
Deneme
Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A
HAYATA DAİR PRATİK BİLGİLER
Günlük yaşantımızda sürekli bazı sorunlar yaşarız.
Bu sorunlarla yüzleşebilmek kişiliğimizin gelişebilmesi açısından çok önemlidir.
Kimisi resim yaparak, kimileri ise yazarak veya şarkı söylerek rahatlar.
Peki, sorun yaşadığı zaman salata yapan birini hiç gördünüz mü?
İtiraf etmeliyim ki bana salata yapmak çok iyi geliyor.
Şimdi, öncelikle malzemelerimizi yıkamakla başlayalım.
Marullarımızı dikkatlice yıkıyoruz. Yıkıyoruz ki, yeşilimizdeki siyahlar gitsin.
Ardından, önce boyuna sonra enine büyük bir bıçakla kesiyoruz. O bıçak bizim gücümüz.
Bıçağı doğru kullanırsak, siyahları temizlediğimize değer.
Şayet doğru kullanamazsak, diğer malzemeleri rahatça kullanabileceğimiz bir elimiz olmaz.
Sıra havuçta. Sert bir sebze olan havucumuzu rende kullanarak rendeliyoruz.
Rende, çabalarımızdır. Eğer çabalarsak rendeleyebiliriz sıkıntılarımızı.
Sıra turpa geldiğinde, soyacak yardımıyla pembe renkli kısmını soyuyoruz.
Bu ise fedakârlıklarımız. Üstteki pembe ne kadar güzel olsa da amacımız beyaza ulaşmak.
Turpu da rendeliyoruz. Karalahanaya geldiğimizde, yine güçlü bir bıçak alıyoruz.
Lahanayı kesmek zordur.
Zor olanı, güçlü bir bıçak yardımıyla küçültmek,
kolaylaştırmak yine bilek gücümüzün elinde!
Salatamız hazır.
Peki, salatamızı nar ekşisi ve limonla tatlandırmaya ne dersiniz?
Öyleyse, gidelim ve zorluklara gülümseyerek bakalım!
Afiyet olsun!
Ardından, önce boyuna sonra enine büyük bir bıçakla kesiyoruz. O bıçak bizim gücümüz.Ardından, önce boyuna sonra enine büyük bir bıçakla kesiyoruz. O bıçak bizim gücümüz.
Bıçağı doğru kullanırsak, siyahları temizlediğimize değer.Bıçağı doğru kullanırsak, siyahları temizlediğimize değer.
Şayet doğru kullanamazsak, diğer malzemeleri rahatça kullanabileceğimiz bir elimiz olmaz.Şayet doğru kullanamazsak, diğer malzemeleri rahatça kullanabileceğimiz bir elimiz olmaz.
Sıra havuçta. Sert bir sebze olan havucumuzu rende kullanarak rendeliyoruz.Sıra havuçta. Sert bir sebze olan havucumuzu rende kullanarak rendeliyoruz.
Rende, çabalarımızdır. Eğer çabalarsak rendeleyebiliriz sıkıntılarımızı.Rende, çabalarımızdır. Eğer çabalarsak rendeleyebiliriz sıkıntılarımızı.
Sıra turpa geldiğinde, soyacak yardımıyla pembe renkli kısmını soyuyoruz.Sıra turpa geldiğinde, soyacak yardımıyla pembe renkli kısmını soyuyoruz.
Bu ise fedakârlıklarımız. Üstteki pembe ne kadar güzel olsa da amacımız beyaza ulaşmak.Bu ise fedakârlıklarımız. Üstteki pembe ne kadar güzel olsa da amacımız beyaza ulaşmak.
Turpu da rendeliyoruz. Karalahanaya geldiğimizde, yine güçlü bir bıçak alıyoruz.Turpu da rendeliyoruz. Karalahanaya geldiğimizde, yine güçlü bir bıçak alıyoruz.
Lahanayı kesmek zordur.Lahanayı kesmek zordur.
Zor olanı, güçlü bir bıçak yardımıyla küçültmek,Zor olanı, güçlü bir bıçak yardımıyla küçültmek,
kolaylaştırmak yine bilek gücümüzün elinde!kolaylaştırmak yine bilek gücümüzün elinde!
Salatamız hazır.Salatamız hazır.
Peki, salatamızı nar ekşisi ve limonla tatlandırmaya ne dersiniz?Peki, salatamızı nar ekşisi ve limonla tatlandırmaya ne dersiniz?
Öyleyse, gidelim ve zorluklara gülümseyerek bakalım!Öyleyse, gidelim ve zorluklara gülümseyerek bakalım!
Afiyet olsun!Afiyet olsun!
16
....
Enderun Mektebi
İnceleme
Merve Reyhan SAKAR - FL/ 10A
DİĞERGAMLIĞIN ZUHURU:
VAKIFLAR
Vakıf, bir grup insanın, be-
lirli bir hizmetin yerine ge-
tirilmesi ya da başkalarının
yararlanması için malını,
parasını ya da mülkünü
bağışlayarak oluşturulan
kuruluştur.
Vakfın tarihçesi çok eskile-
re dayanır. Dinimiz yardım-
laşmayı ve dayanışması
temel almıştır. Tarihte ilk
vakıf malı; Hz. Ömer’in
(a.s.) Hayber’in fethinden
sonra ganimet olarak ken-
disine düşen bir arazinin
satılmaması ve miras bı-
rakılmaması şartı ile fakir,
köle, misafir ve Allah yo-
lunda olanların istifadesine
sunduğu toprak kabul edil-
mektedir.
Vakıfların Anadolu’da
hızla yaygınlaşıp önemli
hale gelmesinde sadaka,
infak ve hayırda yarışma-
ya teşvik edici ayetlerin
yanı sıra şu hadis-i şe-
rifler de etkili olmuştur:
*“Âdemoğlu vefat edince
ameli kesilir, ancak üç hu-
susta müstesna: Sadaka-i
Cariye, faydalı ilim ve ken-
dine dua eden hayırlı evlat”
*“İnsanların en hayırlısı
insanlara faydalı olandır.
Malın en hayırlısı Allah yo-
lunda harcanandır. Vakfın
en hayırlısı Allah yolunda
harcanandır. Vakfın en hayırlısı da insanların
en çok eksiklik duyduğu ihtiyacı karşılıyordu.”
Vakıflar, servetin zengin kesimlerden top-
lumun daha fakir kesimlerine doğru akı-
şını önemli ölçüde gerçekleştirerek sos-
yal dengelerin kurulmasında ve sosyal
bütünleşmenin sağlanmasında merkezi yö-
netimlerin en büyük yardımcıları olmuşlardır.
Vakıflar Osmanlılar zamanında daha da
yaygınlaşmıştır. Osmanlı
insanının günlük hayatın-
da hemen hemen her gün
karşılaştığı ve yararlandığı
cami, medrese, hasta-
ne, han, hamam, köprü,
çeşme, imarethane, gibi
kamusal nitelikli kurum-
ların neredeyse tamamı,
padişahlar, diğer yönetici
zümreler ve bunların ya-
kınlarınca hayrat olarak
yaptırılmıştır. Bunların
hizmetlerinde sürekliliği
sağlamak üzere gelirlerini
temin eden kervansaray,
bedesten, dükkan, bağ,
bahçe gibi diğer mal ve
mülkler de akar olarak
vakfedilmiştir. Böylece yal-
nızca Allah rızası için ku-
rulan vakıflar ve vakıfların
topluma sunduğu hizmet-
ler yıllarca hatta yüzyıllar
boyunca yaşatılabilmiştir.
Cumhuriyetin kurulu-
şundan sonra da etkin-
liğini sürdürmüş olan
vakıflar; eğitime, öğre-
time, belediyelere, sağ-
lık işlerine ve yoksullara
yardım etmektedirler.
Ülkemizin sosyal, kültürel,
ekonomik alanda özellikle
yurt savunmasında vakıf-
ların yardımları büyüktür.
Bu güzel hizmetin devam-
lılığını sağlamak hepimizin
görevidir.
Selam ile…
17
....
Enderun Mektebi
Röportaj
Merve Reyhan SAKAR - FL/ 10A
Acı Çeken Ümmet Coğrafyasında Neler Yaşanıyor?
Şu an Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Sayın Sacide KULU geçtiğimiz günlerde Kudüs’e bir ziyarette bulundu. Biz de
bu soruyu ve diğer merak ettiklerimizi kendisine sorduk, ümmetin durumunu konuştuk. Keyifli okumalar…
Merve Reyhan Sakar: Geçtiğimiz günlerde Kudüs’e bir ziyarette bulundunuz ve o mübarek toprakları
dolaştınız. Öncelikle bize kısaca Kudüs’ün tarihinden bahsedebilir misiniz?
Enderun Mektebi
Sacide Kulu: Kudüs dünyanın en eski, en köklü
yerlerinden biri. İlk olarak Kenanilerin yerleştiği
Kudüs, tarih boyunca İskender’in, Roma’nın ve
birçok krallığın toprakları olmuştur. Daha son-
ra Hz. Ömer döneminde ilk defa Müslümanların
himayesine geçtiğini görüyoruz. Hz. Ömer bir
emanname yayınlamış ve halkın hayatını güven-
ce altına almıştır. Hz. Ömer’den sonra sırasıyla
Emeviler, Abbasiler ve Selçuklular Kudüs’e hâkim
olmuş, halkı huzurla yönetmiştir. Haçlı Seferleri
sırasında ise 460 yıl sonra Kudüs, Haçlıların eli-
ne geçmiştir, malesef ki Haçlılar Kudüs’te büyük
bir yıkım ve kıyım yapmıştır. Bu acı dolu 88 yılın
sonunda Selâhaddin Eyyubi Kudüs’ü fethetmiş,
Hristiyanlara gayet iyi davranmış ve düşmanları-
na insanlık dersi vermiştir. Selâhaddin’den sonra
Memluklerin hâkimiyetine geçiyor Kudüs; ancak
Memlukler zayıf ve güçsüz düşünce Yavuz Sultan
Selim Kudüs’ü Osmanlı topraklarına katmıştır.
Osmanlı padişahlarından 2. Abdülhamit Kudüs’e
ziyadesiyle önem vermiş ve siyonizm’le mücadele
etmiştir. Bütün çabalara rağmen 1917 yılında İn-
giliz işgaliyle bölgedeki 1200 yıllık Müslüman hâ-
kimiyeti sona ermiştir. 31 yıl kadar İngiliz işgalinde
kalmış, 1948’de ise İngiltere her yerde yaptığı gibi
ortalığı karıştırdıktan sonra gitmiş ve ardından İngiltere döneminde ortaya çıkan terör örgütleri birleşerek
‘İsrail Devleti’ni ilan etmişlerdir. Halen baskıcı İsrail rejimi o bölgeye egemen durumdadır.
Merve Reyhan Sakar: Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar için çok önemli bir yer Kudüs bunu biliyo-
ruz. Peki neden?
Sacide Kulu: Bu durumun birçok sebebi var ama kısaca bakacak olursak: Yahudiler için Kudüs, ‘Arz-ı
Mevut’ yani Yahudi’lere “vaat edilmiş topraklar” ayrıca birçok peygamber de orada yaşamış, buna bina-
en Yahudiler kendilerini bu coğrafyada tek egemen olarak görüyorlar. Hristiyanlar içinse tüm Hristiyanlık
18
....
Enderun Mektebi
Röportaj
Merve Reyhan SAKAR - FL/ 10A
mezheplerinin ittifak ettikleri tek nokta olan Kıyamet Kilisesi Kudüs’te, yine Hz. İsa’nın burada yaşamış
olması onlar için önem arz ediyor. Müslümanlar içinse Mescid- i Aksa’nın yani yeryüzünde inşa edilmiş
ikinci mabedin, ilk kıblemizin ve Mirac’ın durağının Kudüs’te olması, orada Müslüman kardeşlerimizin yaşa-
ması, Kuran’ı Kerim de ‘etrafı bereketli kılınan topraklar’ olarak zikredilmesi gibi etmenler de Kudüs’ü bizim
gözümüzde değerli kılıyor.
Merve Reyhan Sakar: Mescid-i Aksa’dan bahsettiniz. Mescid-i Aksa tam olarak neresi?
Sacide Kulu: Aslında bu özellikle Türkler arasında
çok karıştırılan bir mevzu. Mescid-i Aksa içinde;
Mervan Mescidi, Burak Mescidi, Kıble Mescidi, Ka-
dim Mescid ve Kubbetü’s Sahra Mescidini barın-
dıran 144 dönümlük arazinin tamamıdır, hepimizin
bildiği fotoğraflarda ki sarı kubbeli yer ise Kubbet’üs
Sahra’dır.
Merve Reyhan Sakar: Biraz da gözlemlerinize
değinmek istiyorum. Kudüs’ te sosyal yaşam na-
sıl, farklı dinlerin mensupları birbirlerine, özellikle de
Müslümanlara nasıl davranıyorlar? Günlük hayat-
larında televizyonda gördüğümüz haricinde neler
yapıyorlar?
Sacide Kulu: Yahudiler, Hristiyan halka karşı daha
nazikler; ancak Müslümanlara karşı yapabildikleri
kadar düşmanlık yapıyor, zulüm ediyorlar. Bu at-
mosferde Hristiyanlar Müslümanlara yardım etme-
ye çalışıyor, düşmanlık etmiyor yani Hristiyanlar ve
Müslümanlar arasında büyük bir gerginlik yok. Hat-
ta Kıyamet Kilisesi’nin anahtarlarını Müslüman iki
aile koruyor. Kudüs’e gittiğimde en çok şaşırdığım
şey şu oldu: Müslümanlar dimdik ayakta.
Enderun Mektebi
Açıkçası ben ölü bir şehir bekliyordum; çünkü bize medyada hep karanlık tarafı gösterildi Kudüs’ün, hep sa-
vaşlarından bahsedildi. Acılar yok diyemeyiz elbette tahmin ettiğimizden daha çok var ama güçlü kalmasını
biliyorlar. Elhamdülillah Miraç gecesinde Miracın durağında olabilmeyi nasip etti Allah. Miraç gecesinden ön-
ceki gün Mescid-i Aksa’da müthiş bir olaya şahitlik ettik: Avlunun her tarafından her yaştan okul öğrencileri ve
genç gruplar mehter marşına ve yürüyüşüne oldukça benzeyen gösteriler yaptılar. Bu onların moralini yüksek
tutarken, Mescidin girişlerinde eli silahlı bekleyen Siyonist askerleri ise oldukça rahatsız ediyor.
Merve Reyhan Sakar: Peki orada turistlere davranışları nasıl, çok zorluk çıkarıyorlar mı?
19
........
Enderun Mektebi
Röportaj
Merve Reyhan SAKAR - FL/ 10A
Sacide Kulu: Bize yıllarca anlatıldığı gibi eziyet bo-
yutuna varan yaptırımlar yok. Sadece psikolojik ola-
rak yıpratmak için havaalanlarında işlerinizi yavaş
yapıp bekletiyorlar onun dışında özellikle Türkleri
karşılarına almak istemiyorlar. Gözlemlerime ve tur
rehberimle istişarelerime göre hala Osmanlı ruhunu
taşıdığımızı farkındalar ve o ruhu uyandırmak iste-
miyorlar.
Merve Reyhan Sakar: Son olarak, o kutsal bel-
deyi ziyaret etmiş biri olarak insanlara neler söyle-
mek istersiniz? Nelere dikkat etmeliyiz?
Sacide Kulu: Üzülerek söylemeliyim ki bütün din-
ler arasında Kudüs’ü en az ziyaret edenler Müs-
lümanlar. Bu durum Siyonistlerin işine geliyor ve
istediklerini daha rahat yapmalarını sağlıyor. Belki
duymuşsunuzdur yakınlarda el- Halil’deki camiimize
İsrail bayraklarını astılar. Bunu orada Müslüman ka-
fileler varken yapamıyorlar, ne zamanki meydan bo-
şaldı o zaman harekete geçiyorlar. Bu yüzden orada
her daim Müslüman grupların olması lazımdır.
Ömründe bir kere umreye gitmiş veya Hac vazifesi-
ni yapmış bir Müslümanın bir de Kudüs’e gidip ora-
ları görmesi ümmetin üzerindeki borçtur diye düşü-
nüyorum. Çünkü oradaki kardeşlerimiz Müslüman,
özellikle de Türk görünce çok seviniyorlar, çocuklar
gelip boynumuza atlıyor, kadınlar ‘burayı unutma-
yın hep gelin’ diye adeta yalvarıyor, size mesaj
ve selam gönderiyorlar. Bende size selamlarını ve
mesajlarını iletiyorum: ‘’ Müslümanlar! Bizi yalnız
bırakmayın, Müslümanlar, artık bir olun, aranızda-
ki kavgalara son verin, mescidiniz işgal altında, biz
ölüyoruz! Müslümanlar, UYANIN, kendinize gelin”
Merve Reyhan Sakar: Bize vakit ayırdığınız için
teşekkür ederiz.
Sacide Kulu: Filistinli kardeşlerimizin selamını ilet-
meme, orada gördüklerimi ve Kudüs davasını dilim
döndüğünce anlatmama fırsat verdiğiniz için ben
teşekkür ederim.
20
........
Enderun Mektebi
Röportaj
Merve Reyhan SAKAR - FL/ 10A
21
....
Enderun Mektebi
Deneme
Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A
HIDIRELLEZ
Bayramlar, toplumun fertleri tarafından benim-
senen bunun neticesinde insanlar arasında saygı,
sevgi, hoşgörü ve paylaşma kültürünün yayılma-
sına vesile olan kültür ve inanç etkinliği olarak
kabul görmüştür.
Hikâyesini Hızır ve İlyas’ın Samandağ’da buluşup
bolluk bereket getirmesinden alan Hıdırellez,
UNESCO’nun “İnsanlığın Somut Olmayan Kültür
Mirası” listesine almak için çalışmalar başlatmış-
tır. İlk çağlardan beri Anadolu, Mezopotamya,
İran, Balkanlar ve hatta Doğu Akdeniz ülkelerin-
de bahar gelişiyle
belli başlı kut-
lamalara neden
olan, Ruz-ı Hızır
olarak da adlan-
dırılan olan Hı-
dırellez Bayramı
Hızır inancımız ile
ilgilidir.
Peki, Hızır ve İlyas
Kimdir?
Hızır, İslam Ansik-
lopedisi’nde veri-
len bilgiye göre,
Hz. Mûsâ döne-
minde yaşayan, kendisine ilâhî bilgi ve hikmet
öğretilen kişidir.
Arapça kaynaklarda Hadır (hadr, hıdr) şeklinde
yer alan ve Arapça kaynaklı olduğu kabul edilen
kelime, Türkçe’ de Hızır ve Hıdır biçiminde kulla-
nılmaktadır. Hadır “yeşil, yeşilliği çok olan yer”
anlamındaki “ahdar” ile eş anlamlıdır. Hızır’ın;
yaşam suyu (ab-ı hayat) içerek ölümsüzlüğe ulaş-
mış; özellikle de baharda insanlar arasında dola-
narak, bolluk ve sağlık dağıtan, darda kalıp başı
sıkışanlara yardım eden bir veli olduğuna inanılır.
Hüviyeti tam olarak bilinmese de halk arasında
ve İslam mitolojisinde bir Hızır geleneği vardır.
Bunun en iyi ispatı ise halk arasında sıkça kullanı-
lan “Kul sıkışmadan Hızır yetişmez” sözüdür.
İlyas ise Hızır ismi kadar ön plana çıkmamıştır
çünkü Hızır’ın yukarıda bahsedilmiş olan özellik-
leri onu ön planda tutmuştur.
Hızır İnancı Nedir?
Hızır inancı temelde şu iki ilkeden oluşmuştur:
-Rivayete göre Hızır gelirken yanında baharı da
getirir.
-Hızır günleri sıkıntılı kış günlerinden sonra gelen
bolluk, bereket, canlılık günleridir.
Hıdırellez Gele-
nekleri Nelerdir?
İnsanlar beyaz gi-
yerler ve gün doğ-
madan yola çıka-
rak yeşilin hâkim
olduğu alanlara
giderler. Hızır’ın
gezdiği kabul edi-
len yeşil yerlerde
dolaşıp çiçek top-
lanır, oyunlar oy-
nanır, baharın ilk
kuzusu kesilerek
yenilir. Toplanan
çiçekler kayna-
tılıp içilirse hastalıklara iyi geleceğine; bu su ile
kırk gün yıkanan kişinin gençleşip güzelleşeceği-
ne inanılır.
Hızır’ın elinin değeceği şeyin dolup taşacağı inan-
cından yola çıkıp kese ağızları, ambarlar açık bı-
rakılır.
İnsanlar Hızır’ın bir sopası olduğuna ve bu so-
panın değdiği yeri iyileştirdiğine inanırlar.Ayrıca
genç kızlardan ziynet eşyaları alınır ve su dolu bir
kaba atılır daha sonra bu kap sabaha kadar gül
ağacının dibinde bekletilir ve sabah törenlerle bu
kaplar açılır bunlara: “Baht Açma” törenleri de-
nilir.
22
....
Enderun Mektebi
Deneme
Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A
Hıdırellez kutlamalarının temelinde, zorluklar-
la geçen kara kıştan kurtularak bahara ermenin
sevinci; bolluğa, berekete kavuşmanın kıvancı
vardır. Kış mevsimi boyunca insanın gerek kendi-
sinin gerekse hayvanlarının kapalı kalması, hare-
ketlerinin kısıtlanması baharla birlikte son bulur
ve bunlar yerini açıklığa, aydınlığa, sıcaklığa, ha-
reketliliğe bırakır. Mayıs ayında tabiat canlanmış,
toprak işlenir hale gelmiş, hayvanlar yavrulamış;
dolayısıyla süt, yoğurt, peynir, et bollaşmıştır.
Tüm bunlar da canlılara aksederek doğada canlı-
lığı, hareketliliği, bereketi sağlamıştır.
Gelen yeni yılın toplumsal barış ve huzur içinde
geçmesi ve ferdî istek ve dileklerin gerçekleşmesi
yönündeki beklentiler, Hıdrellez kutlamalarının
önemini bir kat daha artırır.
Hıdrellez kutlamaları, toplumun ortak bir payda-
da buluştuğu, insanların birbirleriyle kaynaştığı,
ortak değerlerin güncellendiği ve geliştirildiği bir
gündür. Küslerin barıştığı, evliliklerin temelinin
atıldığı, toplumsal dayanışmanın tesis edildiği bu
kutlamalar, insanın çevresiyle, tabiatla uyumunu,
barışıklığını geliştirmektedir.
Tarih boyunca birçok kesimin hayal ve tefekkü-
ründe yer etmiş olan bu inanç, geçmişten günü-
müze gelmekte ve geleceğe akıp gitmektedir.
Sevinçli olunan günler, bahar mevsimi günleri ve
bayram günleri aynı zamanda insanı gaflete dü-
şürüp vazifelerin unutulabildiği günlerdir. Gafleti
izale noktasında, gelen bu güzel bahar günlerini
birer hakiki bayrama çevirebilmek için Hızır ve
İlyas peygamberleri hatırlayıp vesile kılarak, za-
man ve mekânı yaratan Rabbimizi şükranla ana-
bilmek duasıyla…
23
....
Enderun Mektebi
Deneme
Muhammed Veli ÜNLÜ - FL/ 9A
VAR OLAMANIN MÂNASI
Öyle ya insan amelleri ile “esfele safi-
line” inebilmekte yine aynı insan “a’lâ-
yı illiyyîn’e” yükselebilmektedir.
Bu yokuşun tırmanışlık derecesi ise
her şahsa özeldir. Yani sıradan bir
varlık ile insan arasındaki farlılığın
ardından bir de insandan insana
değişen yeni bir farklılık çıkıyor
karşımıza. Ve elbette bu farklılık
da var olma manasını daha ay-
rıntılı bir şekilde bir kez daha
özelleştirecektir. Bu durumda
insanın var olma manası-
nı belirleyen aslında onun
diğer yaratılmışlardan ve
insanlardan farklı olan -ken-
disine has, çalıştığı ölçüde
hak ettiği derecesidir.
Bu dereceyi aslında
birbirinden alakasız
olmayan iki ayrı açı-
dan inceleyelim. Bi-
rincisi insanın diğer
insanlar gözündeki
Bilimsel açıdan bir şeyin var olması onun evrende
kapladığı alan ile ilgilidir. İnsanın var olması normal
bir var olma olarak düşünülemez. Çünkü insan diğer
yaratılanlara benzemez. Onu diğerlerinden ayıran
bir özelliği vardır, o yaratılış itibari ile diğer yara-
tılmışlardan üstündür. Bütün var olanları var eden
yüce Allah kitabında şöyle der:
Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları kara-
da ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz
şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın
birçoğundan üstün kıldık.(İsra/70).
Peki, bu üstünlüğün, farklılığın sebebi nedir? Elbet-
te ki insana verilen akletme ve tercih etme (irade)
kabiliyetidir. Peki, bizi farklı yapan bu özellik var
olmanın anlamını da farklı kılmaz mı? Elbette kılar,
insanın var olması ile bir hayvanın var olması aynı
kefeye konulamaz.
Peki, günlük hayatta karşılaştığımız onlarca varlıklar
arasında da bir fark yok mudur? İnsanlara yararlı,
elinden ve dilinden emin olunan bir insanın varlığı
ile kötü, kokuşmuş ruhlu, kendisiyle aynı ortamı
paylaşmaktan huzur ve güven duymadığımız birinin
varlığı arasında elbette fark vardır.
24
....
Enderun Mektebi
Deneme
Muhammed Veli ÜNLÜ - FL/ 9A
değeri, ikincisi insanın Allah katındaki dere-
cesidir. Müslüman insanın diğer insanlar
gözündeki değeri şüphesiz Allah katındaki
değerini de etkileyecektir. Çünkü mahşer
günü birbirimizin şahidi yine bizler olaca-
ğız. Ayrıca salih kulların hayır dualarını
ve kul hakkını göz önünde bulundurarak
güzel neticelere varmamız gayet do-
ğaldır.
Buradan insan nezdinde bizim dere-
cemizi belirleyen medeniyete yap-
tığımız katkı, insanlara kattığımız
şeylerdir. Nitekim insan vardır ya-
şadığı hayatla diğerlerinin gözünde
değerlenir, yükselir ve belki ölüm-
süzleşir; insan vardır yaşadığı
hayatla adileşir, yerlere iner ve
unutulup gider. Ne adı anılır
ne bir hayır dua alır. Ama
diğeri öyle mi? Yüzyıllar
sonrasında bile namı şan-
la yürür insanların dille-
rinde. Gelecek nesillere
örnek olur, rehber olur
gelecek kuşaklara.
Fakat insan diğer insanlara ne kadar hizmet ederse
etsin. Allah (c.c.) “İnsanlar, imtihandan geçirilme-
den, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvere-
ceklerini mi sandılar?” (Ankebut/2) ayetinden anla-
dığımız üzere geçici olan bu hayat sonunda elbette
gerçek, asıl hayatımıza kavuşacağız. Ve hiç şüphe-
siz hesaba çekileceğiz. Allah acaba bizden razı mı,
değil mi, onun katında değerimiz ne?
Allah’ın hoşnutluğunu kazanmamız bizim onun ka-
tında değerimizi belirleyecek ve bu değer, bizim
var olma manamızı oluşturacak esas etkendir. Her
ne kadar insanlığa yaptığımız icraatlar neticesinde
oluşan derecemizin Allah katında olan derecemize
etki etmesi mümkün görünse de insan “iman”dan
mahrum olduktan sonra yaptığı işlerin Allah katında
ehemmiyeti olmayacaktır.
Yani asıl olan, öncelikli olan “iman” etmemizdir.
İman etmemiş birisi esas sınavdan kalacağına göre
alacağı ek puan başında sıfır çarpanı olan parantezli
işleme benzer. Bu, ona ancak aldatıcı bir itibar ka-
zandıracaktır.
Sonuç olarak elinde kalan ise bir sıfırdan öteye ge-
çemeyecektir.
25
....
Enderun Mektebi
Röportaj
Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A- Aynur Sena DERBENTLİ - AL/9C
Öznur ÖZDEMİR
Gül Yetiştiren Adam;
-Rasim hocam yıllardır
pek çok eser kaleme aldı-
nız. Hikâyeleriniz sinemaya aktarıldı.
Öğrencilerimiz şunu merak ediyorlar; Ne zaman
yazmaya başladınız? İlk yazınızın konusu ve türü
neydi?
Rasim Özdenören: İlk yazımın türü hikâyeydi.
Yoksul bir çocuğu anlatmıştım. Lise bire gider-
ken yazmıştım ama yayınlanmadı. İlk yayınla-
nan yazım ise Varlık Dergisi’nde yayınlanan köy
hayatını anlatan bir hikâyeydi.
- Türlerden bahsetmişken “Gül Yetiştiren Adam”
kitabınıza roman değil anlatı diyorsunuz? Bu bi-
raz açıklayabilir misiniz?
Rasim Özdenören: Buna roman
dediler ama anlatı demiştik biz ona. Me-
sela bazıları eleştirdiler: “Böyle roman mı olur?”
, “Romanın tanımları var o tanımlara uymuyor!”
diyerek eleştirenler oldu. Fakat zaten türler şu
anda birbirine karışmış vaziyette. Bu kitabım da
bir ara tür. Yeni bir tür de oluşuyor aslında. Bu
sadece bizim ürünlerimizde değil genel olarak
türünü tespit edemediğimiz metinler ortaya çı-
kıyor. Bu dönemin, çağın ruhu dediğimiz bir olay
var. O ruhun sana getirdiği, empoze ettiği bir tür.
Mesela kısa hikaye yahut minimal öykü yahut
kısa kısa öykü deniyor. Ama bir de bildiğimiz
kısa öykü var. Çehov’un Maupassant’ın bildiği-
miz klasik tarzda kısa öyküleri var. Ama bugün
küçük öykü dediğimiz tür bunları aşıyor.
Gül Yetiştiren Adam;Gül Yetiştiren Adam;
Rasim Özdenören: Buna romanRasim Özdenören: Buna roman
ile Röportaj
26
....
Enderun Mektebi
Röportaj
Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A- Aynur Sena DERBENTLİ - AL/9C
Öznur ÖZDEMİR
-Zaten hocam dediğiniz
gibi bunların ortaya çıkma
nedeni de artık insanların
roman okuyacak sabırları-
nın, vakitlerinin olmayışını
ifade etmeleri. Tramvayda,
otobüste, vapurda bitirile-
bilecek kadar kısa yazılar
istiyorlar. O arayış bu şekil-
de cevap bulmuş oluyor sa-
nırım?
Rasim Özdenören: Tabii.
Kısa öykünün kendisi de
bu maksatla çıkmış zaten.
İnsanlar otobüsle, trenle,
metroyla evinden işyerine; işyerinden evine gi-
derken sıkılmasınlar vakit geçirsinler, hem de
okumalarını geliştirsinler diye oluşturulmuş.
Ama okuma yazma eyleminin mutlak mecburi-
yeti var hayatımızda. A ile B’yi buluşturacaksın.
Asgari seviyede okuma yazma bilgisi gerekiyor.
Okuma seviyesi çok az hatta kıt.
-Gül Yetiştiren Adam Kitabınızın
içeriğine geçecek olursak pek çok
anahtar noktalar mevcut. Kitap
içerisindeki kilitleri açabilecek.
Bunlardan biraz bahsedebilir mi-
siniz?
Rasim Özdenören: Gül Yetiştiren
Adam aynı anda cereyan edi-
yor ama farklı iki düzlem üze-
rinde ilerliyor. Bir Gül Yetiştiren
Adam’ın düzlemi söz konusu. Di-
ğerine de Sitare düzlemi diyelim.
Edebiyat açısından baktığımızda Sitare’nin düz-
lemi yani nerede yaşadığı belli değil.
-Las Vegas olabilir mi hocam?
Rasim Özdenören: Las Vegas’ta diyebilirsin İs-
tanbul Hilton, Taksim, eski adıyla Cadde-i Kebir
/ İstiklal Caddesi. O mıntıkaları da söyleyebi-
lirsin. Ama Las Vegas daha yakışık kalıyor. İki
düzlemi var; bir Las Vegas düzlemi bir de Maraş
düzlemi. Las Vegas düzle-
mi bugünün “modern in-
sanının” yaşantısıyla ilgili.
Orada her şey dıştan anla-
tılıyor. Bu bilinçli bir seçim.
İnsanlar orada hep: “ gitti,
geldi, koştu.” İç dünyaları
hemen hemen hiç yok gibi.
İç dünyayı kahramanların
konuşmalarından anlıyoruz
sadece. Anlatıcının bilinçli
seçimi: “ yüzeyi anlatmak,
eşyayı anlatmak”. Gül Ye-
tiştiren Adam’da ise zen-
gin bir iç yaşantı var, fakat
dışta hareket yok. Çünkü
adam kendini eve kapatmış, otuz-kırk yıldır ora-
da yaşamış, bütün bir zamanını orada geçirmiş.
Gül yetiştiriyor. Çiçekleriyle gülleriyle meşgul
olabilir bunu söyleyebilirsin ama onun dışında
bir hareket yok. Bütün hareket iç yaşantıda.
Orada da iç yaşantı anlatıyor böylece iki farklı
düzlem arasında bu kontrast ortaya çıkıyor. ‘Dış
yaşantının olduğu yerde iç yaşantıya değinil-
memiş, iç yaşantının olduğu yer-
de dış yaşantıya değinilmemiş’.
Öykünün sonunda gül yetiştiren
adam denilen şahıs sabah namazı
için dışarı çıkar hareket sadece o
son bölümde.
-Kitap ‘her şey zıttı ile mevcuttur’
düşüncesi işlenmiş diyebilir miyiz?
Rasim Özdenören: Gül yetiştiren
Adam romanın da Sitare düzle-
mi dile getirilmemiş olsaydı yani
o kontrastı, o zıtlığı bir biçimde vermeseydik
öbürünü de tam canlandıramayabilirdik ka-
famızda. Mozaik bir yapı var kitapta, parçalar
birbirini tamamlıyor.Sitare kısmını daha bir
coşkuyla yazdığımı hatırlıyorum. Asıl oyunlar
orda var bence. Orada bunalımlar, kâbuslar,
intiharlar yani bir sürü yaşantı var. Kahraman-
ların birbiriyle grift ilişkisi. Kıskançlıklar, gıy-
betler, birbirlerinin beğendikleri beğenmedik-
leri yönler, nefretler bir sürü iç ve dış hareket
27
....
Enderun Mektebi
Röportaj
Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A- Aynur Sena DERBENTLİ - AL/9C
Öznur ÖZDEMİR
orada var. Bu Sitare bölümünü tek başına oku-
duğumuzda belki tek bir manayı ifade etmi-
yor ama tümünü birden okuduğumuz takdirde
kafamızda belli bir dünya canlanıyor.. Fazlaca
düşünüldü şahısların ismi. Sitare yerine pe-
kala Yıldız da denilebilirdi. Ama yıldızda eg-
zotiklik olmazdı. Herkes kendi tanıdığı yıldızı
aklına getirirdi buradaki yıldız akla gelmezdi..
-Hocam romanda bir de hayvanlara isim verme
olayı üzerinde durmuşsunuz. Bundan da biraz
bahsedebilir misiniz?
Rasim Özdenören: Sevgili
olan Polonyalı kızla bir Türk.
Kız bir köpek almış: “ Köpeğe
senin adını koymak istiyo-
rum.” diyor. Aslında sadece
duyuruyor, izin istemek için
söylemiyor bunu. Hatta bir
müjde diye, bir tebrik kazan-
mak için söylüyor. Ama oğlan
itiraz ediyor: “Biz köpeklere
kendi isimlerimizi vermeyiz.”
diyor. Ama Amerika’da pe-
kala sevdiklerinin isimlerini
köpeğe veriyorlar. Biz hayvanlarımızın adını Ah-
met, Mehmet, Rasim koymuyoruz. Yakıştırmı-
yoruz ama onların dünyasında bir sakıncası yok.
Sakıncayı bir tarafa bırak sempatisini ifade için o
isimler konuluyor.
- Gül Yetiştiren Adam da dedeyle torunun bir bu-
luşması var. Kitabın en dikkat çeken sahnelerin-
den biri. Burayı bize açabilir misiniz?
Rasim Özdenören: Evet öyle. Torun yine dedeyi
dışarı çıkmaya zorlar ve namaz münasebetiyle
dışarı çıkmaya ikna eder. Dede dışarıya çıktı-
ğında bir dolu değişiklikler görür. Mesela yollar
parke taşlarıyla döşenmiş. Kendisinin zamanın-
da 1920’li yıllarda, öyle yollar yok. Vitrinleri gö-
rür merak eder. Biz zannediyoruz ki vitrin baştan
beri var. Vitrin olayı bize batıdan geldi. Eşyayı,
mağazasının yahut dükkanın önüne koyarak
teşhir etmek. Bizde teşhir etmek yoktur. Teşhir
ederken ne yapıyor? “Benim malım güzel!” de-
meye getiriyor. Halbuki bizde eşyanın güzelliğini
söylemek değil, kusurunu söylemek meziyettir.
Kusurunu saklıyor ise sahtekarlık yapıyor. Buğ-
dayın yahut hububatın iyi taraflarını üste çıkar-
tıp kötü çürük kısmını alta koymayı Peygamber
Efendimiz görüyor ve yasaklıyor. Eğer kusuru
görünmüyorsa bile söylemen gerek. Çocuk da
şaşırıyor: vitrini bilmeyen bir adam!. Bu ne işe
yarar? diye soruyor dede. Neden bu eşyalar teş-
hir ediliyor? Camide fötr şapka görüyor. Diyor
biz bunlardan kaçmak için
bunları camiye sokmamak
için bunca sene evimizde
kaldık. Bu şapka buralara ka-
dar girmiş. Bu arada birinin
mihraba doğru yürüdüğünü
görüyor sarıklı cübbeli. Se-
viniyor bizim zamanımızdan
kalma biri de varmış burada.
Namaz sonunda o adamla ta-
nışmak istiyor. Ortalarda gö-
remiyor etrafa soruyor: “İşini
bitirdi gitti.” cevabını alıyor.
Namaz iş olarak değer gö-
rüyor. Adamın çok tuhafına
gidiyor ve kanına dokunuyor. Size “Hristiyan!”-
desem namaz kıldınız şimdi gördük, Hristiyana
benzemiyorsunuz. “Müslüman!” desem, bu
haliniz nedir? bu kılık kıyafetiniz nedir? Müslü-
mana benzemiyorsunuz! Şöyle bir cümlesi var
orada: “İslam zahire, İman bâtına bakar.” iman
kalptedir onu biz göremeyiz. İslam’ınızı ise za-
hirde göstereceksiniz diyor.. Bir nutuk çekiyor.
Bundan sonra: “Hadi şimdi gidin!” diyor. Ken-
disi eve geliyor. Adamın bir süre sonra tutuklan-
dığı haberi geliyor. Birisi şikayet etmiş olacak.
Sebebini bilmiyoruz.
-Gül Yetiştiren Adam kitabıyla hayatınızı özleşti-
rebiliyor musunuz?
Rasim Özdenören: Maraş’ta liseye devam eder-
ken , Gül Yetiştiren Adam gibi şahısların yaşadık-
larını işitirdik. Alfabeyi veya kılık kıyafet değişi-
mini protesto etmek için evlerine çekilmişler.
28
....
Enderun Mektebi
Röportaj
Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A- Aynur Sena DERBENTLİ - AL/9C
Öznur ÖZDEMİR
Bunlar o bölgenin muteber isimleriydi. “Filan
mahallede 20-30 senedir evinden çıkmayan in-
sanlar yaşıyor.” denirdi. 1920’li yıllarda yapılan
o devrimleri beğenmediği için kendisini evine
sürgün etmiş insanlardı.
-İslam’ı kurtaracak şey edebiyat mıdır sizce?
Rasim Özdenören: Edebiyata böyle bir fonksiyon
yüklemiyoruz. Edebiyat kurtarıcı değil felsefe
de kurtarıcı değil. Uyarıcı diyebilirsin. Olmasın
diye de bir şey söyleyemeyiz. Edebiyata kurtarı-
cı fonksiyon yüklediğinde edebiyat edebiyat ol-
maktan çıkar siyasete girer. Kurtarıcılık siyasetle
ilgilidir. Edebiyata kurtarıcı diye bir fonksiyon
yüklediğin takdirde o güdümlü edebiyat haline
gelir. Edebiyat olmaktan çıkar nasihate döner.
O da genel anlamda literatürde bir edebiyattır.
Mesela Aşık Paşa’nın Tarihi gibi bir nasihat ki-
tabı. Nasihat dediğimiz olay din nasihatten iba-
rettir deniliyor ya bu şu demek değildir: “ Elini,
gözünü haramdan sakın!” Nasihat; neyi nasıl
yapacağının yolunu göstermektir. Kişinin kendi-
sinin uymadığı şeyi etrafına söylemesi nasihat
değildir ahkam kesmektir. Bu da yanlıştır.
29
-Yazı yazarken hiç tıkandığınız oluyor mu? Ya da
tıkandığınızda ne yapıyorsunuz?
Rasim Özdenören: Yazarken tıkanmıyoruz çünkü
tıkanıklıkları aştıktan sonra yazmaya başlıyoruz.
Yazarken not alarak yazıyoruz halen de öyle ya-
zarım. Notları aldıktan sonra problem olmuyor
bir oturuşta yazıyorum. Yeter ki yazı bir oturuşta
bitecek uzunlukta olsun.
Şimdi şimdi biraz daha özen mi gösteriyorum
desem üzerine düşüyorum mu desem farklı bir
moda mı girdik onu bilemiyorum ama halen
notlarımı alıyorum. Liseden beri ikinci bir ya-
zışım olmadı. Hepsi bir vuruşta çıkmıştır. Ama
daktilomuz olmadığı için karalamalardan temi-
ze çekerdik. Benim gibi bir Dostoyevski’yi biliyo-
rum kafasının içinde tamamlanıyor, tamamlan-
dıktan sonra yazıyor. Ama benim yakın arkadaş
çevrem de olsun uzaktan kendilerinin nasıl yaz-
dıklarını bildiklerimiz kafasının içinde not alarak
yazmıyor. Mesela Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç,
Alaeddin Özdenören ,Akif İnan, Nuri Pakdil bun-
ların tamamı ve başka yazarlar ilhamla yazdıkla-
rını söylüyor.
....
Enderun Mektebi
Deneme
Fatma Özlem URGAN - AL/11B
RAMİZ BABA
Ramiz Baba, ya da meş-
hur kapıcı Ramiz…
Ramiz evli ve bir çocuk
babası Huzur Apartmanı-
nın tatlı dilli emektarıydı.
Huzur apartmanına geldi-
ğinde belki de daha çocuk
sayılırdı. Ortaokuldan me-
zun olduktan sonra eğitim
hayatını sonlandırmış ve
bu apartmanın temizlik
işlerine bakmaya baş-
lamıştı. Daha o günden
tüm apartmanın sevgisi-
ni kazanmış ve gözdesi
olmuştu. Tüm hayatı bu-
rada geçiyordu. İyi niyetli
ve güler yüzlü birisi olarak
apartman sakinlerinin
adeta sağ kolu olmuştu.
Yaşlı neslin Ramiz karde-
şi, genç neslin Ramiz Babasıydı. Apartman sakin-
leri, bakkal, market, manav ve mahalledeki herkes
onu bir kapıcı gibi değil de aileden biri olarak gö-
rüyordu. Herkes tarafından bu kadar sevilip kabul
görülürken biri vardı ki Ramiz’den kaçıyor ondan
utanıyordu. Ve çok acı ki bu Ramiz babanın can
parçası asi oğlu Cem idi. Cem üniversiteye yeni
başlamış, dik başlı; ailesini bir türlü kabul etmeyen
gerçek bir egoistti. Cem babasının hatırına komşu-
larının verdiği bursla özel üniversiteye başlamıştı.
Ama ona göre bu okul sadece kendi başarısıydı.
Her zaman olduğu gibi bu okulda da kendini farklı
tanıtıp, ailesinin yurtdışında yaşadığını söyleyerek
kendini zengin ve asilzade biri olduğunu belirtmiş-
ti. Bu güne kadar hiçbir veli toplantısına ailesini
çağırmamış hep bir bahaneyle atlatmıştı. Cem’in
en yakın arkadaşı bile ailesi ile tanışmamıştı. Arka-
daşları onu eve bırakmak
istediklerinde arabayı en
lüks semtlerde durdurup
inerek oradan dolmuşla
eve gelirdi. Arkadaşla-
rının: ‘Senin arabanın
markası ne, araban nere-
de? gibi sorularına küçük
yaşta yaptığı bir kazadan
dolayı araba kullanama-
dığını, arabasının garajda
onu beklediğini belirtirdi.
Lüks mekânlar, caddeler,
havalı tipler onun haz al-
dığı şeylerdi.
Ramiz Baba yemez, iç-
mez tüm kazandığı parayı
oğluna verir, daha da ol-
mazsa geceleri taksicilik
yaparak ek gelir sağlardı.
Bütün parasını oğluna
vermesine ve onu bu kadar sevmesine rağmen oğ-
lundan bir tebessüm dahi görmüyordu. Bu durum
onu çok üzüyor, kendini içten içe yiyip bitiriyordu.
Hatayı kendinde arayıp, eksik olan şeyi arar du-
rurdu. Cem okula gittiği bir sabah tüm duvarlarda
konser afişlerini gördü. Arkadaşlarının yanına gel-
mesiyle konsere katılacakları kesinleşti. Bu konser
için bilet parası, kıyafet masrafı ve gece kalacak-
ları otel için yüklü bir miktar gerekiyordu. Bir an
duraksasa da “Nasıl olsa bizim saftan alırım” diye
düşündü Cem. Eve gelir gelmez annesine, kendisi
için acil para lazım olduğunu evde ne kadar varsa
annesinden vermesini istedi. Maaşın gününe de
daha vardı. Evdeki para ancak iki yüz-üç yüz lira
kadardı. Bu neye yetecekti ki? Bir anda sinirlen-
di ve dudaklarından can yakıcı sözler dökülmeye
başladı. Annesi sakinleştirmeye çalışsa da fayda
30
....
Enderun Mektebi
Deneme
Fatma Özlem URGAN - AL/11B
etmiyor, Cem sözlerine devam ediyordu. Kadıncağız;
ancak bir köşede durup, elleriyle gözyaşlarını silebi-
liyordu. Cem ise hiç durmadan hayata, babasına is-
yan edip, nefret sözcükleri saçmaya devam etti. O,
neden diğer arkadaşları gibi bir doktorun bir avukatın
oğlu değildi. Bu sırada eve giren Ramiz Baba, olan-
ları anlamaya çalışarak endişeli gözlerle eşine baktı.
Ramiz’in geldiğini gören Cem, hızla kapıyı çarpıp evi
terk etti. Eşi tükenmiş bir halde olanları Ramiz’e an-
lattı. Ramiz Baba da kederinden evden çıkarak ken-
dini sokağa attı. Oysaki o gün çok hasta olduğu için
işi erken bırakıp dinlenmek için eve gelmişti; ama
oğlu her şeyden değerliydi. Madem para lazımsa bu
parayı bulmak Ramiz’in göreviydi. Taksiye çıktı, ne
kazanırsa kardı. Taksiye ilerleyen saatlerde üç tane
genç bindi. Biner binmez sigara kokusu tüm arabayı
kaplamıştı. Konuşmalar, tavırlar fazlasıyla lakayttı.
Ramiz Baba, dikiz aynadan göz ucuyla gençlere ba-
kıp gidecekleri yeri öğrenerek yola koyuldu. Bir süre
sonra gençlerden biri : “İleride bir arkadaş binecek
yavaşlasana babalık!” diyene kadar konuşulan onca
laftan hiçbiri derin bir üzüntüden dolayı Ramiz Baba-
nın kulağına gitmemişti. Az sonra arabaya binenin
kendi oğlu olduğunu fark edince üzüntüsü bir kat
daha artarak büyük bir şaşkınlık yaşadı. Bilenmiş
sözleri vardı bıçak kadar keskin bir ok kadar sivri; an-
cak yine de kıyamadı biricik oğluna söyleyemedi hiç-
birini. Ne kadar dünyalık kahır varsa hepsini intihar
edercesine bir zehir gibi tek yudumda içti.
Cem babasını tanımamış gibi yaparak arkadaşlarına
uyum sağladı.
Ramiz Baba, dikiz aynadan oğluna baktığında;
Cem’in gözlerinde babasının gelirinden ve işinden
utanan nefretli bakışları fark etti. Cem babasına ade-
ta ölümcül bakışlar atarken Ramiz Babanın üzüntüsü
bir ateş olmuş ihtiyar kalbine damla damla düşüyor-
du. Kahırdan üzüntüden boğazı Sahra çölüne döner-
ken bedeni ise terden sırılsıklam olmuştu.
Sonunda varacakları yere gelmişlerdi.
31
Cem ve arkadaşları arabadan indikten sonra az
ötede üstü başı perişan halde duran küçük kızı fark
ettiler. Cem, zengin ve duyarlı edalarıyla kızın eline
birkaç lira sıkıştırmak ve bunun sözünü ederek caka
satmak amacıyla kıza yaklaşırken Ramiz Baba elem
ve keder dolu gözlerle, doğduğu için mutluluktan
kendinden geçtiği adına akika kurbanlar kestiği oğ-
luna bakıyordu. Cem büyük bir gururla kıza birkaç on
lira para uzattı; ancak kız dilenci olmadığını babasını
beklediğini söyleyince şaşırdı. Kız, Cem’in kendisine
yardım etme eyleminden aldığı cesaret karşısında
gözyaşları içinde kalarak hayat hikâyesini kısacık da
olsa anlatıverdi.
-Abi, biz mutlu bir aileydik. Ta ki annem ölene kadar!
Babam ömrünü ömrüne adadığı annemden sonra yı-
kıldı, dağıldı! Annemden sonra birbirimize daha da
bir düşkün hale gelmiştik; ancak babam bu kötülüğe
düştükten sonra az görüşür ve konuşur olduk. Üzün-
tüden her akşam buraya gelerek sürekli içer. Evimize
sabaha karşı gelir, öğleye kadar yatar, sonra da işe
diye çıkıp gider.
....
Enderun Mektebi
Deneme
Fatma Özlem URGAN - AL/11B
32
Babam, benim ilk kahramanım. Ben onu her şeye
rağmen çok seviyorum. Onu burada bekliyorum ki
eve giderken başına bir şey gelmesin. Yolda aya-
ğı takılıp düşmesin, eve güvenli bir şekilde gelsin.
Babamın kokusunu özlüyorum, onu taşıma baha-
nesiyle bana sarılıyor ben de özlemimi ve hasre-
timi böyle gideriyorum O yüzden her gece babam
evden çıkınca arkasından çıkıp onu takip ediyorum
ve çıkana kadar da bekliyorum. Sonra birlikte baba
kız eve gidiyoruz.
Cem duydukları karşısında ezilerek bir kendisini
bir de bu kızı düşündü. Bir yanda küçük kızın her
şeye rağmen babasına olan sevgisi diğer yanda
da kendine tüm imkânları sunan babasına karşı
duyduğu öfke! Bu duygu karmaşasını yaşarken
çevreden yükselen sesleri fark etti. Etraf kalabalık-
laştı. Neler oluyordu acaba? Kafasını çevirdiğinde
ileride elektrik trafosuna çarparak kaza yapan bir
araç gördü. Bir an babasını düşündü ve “O, ola-
maz herhalde!” dedi kendi kendine. İlk defa babası
için endişelenmişti.
Hızla oraya doğru koşmaya başladı. Kalbi yerinden
çıkacaktı adeta. Büyük kalabalığı, bariyerleri aşa-
rak taksinin içine doğru eğildi. O; kimselere anla-
tamadığı, utandığı, akşama kadar apartmandaki
dairelerin isteklerini yerine getirmek maksadıyla
katları bilinmez kaç kez inip çıkan ve alın teriyle he-
lal para kazanan babası cansız vaziyette direksiyon
başındaydı.
Ramiz Baba yoktu artık? Huzur apartmanının gü-
len yüzü gitmişti? Hem de evladının asiliği uğruna!
Ağlama krizine giren Cem; baba beni affet, beni
bırakma diyebiliyordu. Belki babasından bir helallik
bile alamayacaktı. Babasını ambulansa koyarlar-
ken Cem de bindi yanına. Babasının ellerini avuç-
larının arasına alıp öpe öpe af diliyordu. Bir anlı-
ğına gözlerini açan Ramiz Baba her şeye rağmen
oğluna son kez şefkatle bakabilmişti. Çünkü o bir
babaydı ve babaların yongası kalın da olsa babalar
şefkat pınarıydı!
........
Her gün yeni umutlarla belki de keşkelerle,
Yeni hedeflerle, bembeyaz sayfalarla,
Doğan güneşin tatlı umuduyla,
Bir şeyleri değiştirmenin hevesiyle,
Öğrenebilmenin mutluluğuyla,
Okumanın verdiği heyecan ile.
Atılan her adımdaki netliğin verdiği şevkle,
etraftan gelen güvenle,
Üzerimizde hissettiğimiz yük ile,
Bize güvenenlerin varlıkları ile,
Yeniden Başlıyoruz.
Başlayabilmenin verdiği huzur ile…
Enderun Mektebi
Şiir
Zeynep Aslı TANOĞLU - AL/9A
YENİDEN BAŞLIYORUZ!
33
....
Enderun Mektebi
İnceleme
Berat Enes ERTÜRK - AL/9A
DİL VE EDEBİYAT HAKKINDA BAZI ÖĞÜTLER
1. Her gün, iyi bir eserden, yüksek sesle beş on
sayfa oku. Bu sayede konuşma ve söz söyleme is-
tidadın gelişir.
2. Rastladığın edebi, fikri, felsefi bazı güzel parçaları
ezberle. Bu sayede hem kelime ve ifade hazinen
zenginler, hem de hafızan kuvvetlenir.
3. Her şeyden evvel, ana dilini iyi konuşmayı ve iyi
yazmayı öğren. İnsan için en faydalı olan kendi ana
dilidir. Kişinin kıymeti, dilinin altında ve kelimenin
ucunda gizlidir; onu söz ve yazı açığa vurur. Dilbil-
gisi gaye değil vasıtadır; asıl olan fikir zenginliğidir.
4. Sözlerin ve yazıların kısa, açık ve manalı olsun.
Çok konuşma; yerinde ve özlü konuş. Kıymet ve te-
sir çok sözde değil, yerinde ve özlü sözdedir.
5. Dilini tut ve bil ki dil yarası bıçak yarasından daha
vahimdir.
6. En yakın arkadaşlarına bile şakaların hoş, sözlerin
tatlı ve tavırların zarif olsun. İnsanın kabası ısırgan
köpek gibidir, herkes tarafından taşlanır.
7. İşinde ve sözünde doğruluktan ayrılma. Hak doğ-
ruların yardımcısıdır.
8. Boşuna iddia ve inat etme; hakikati ara ve sev.
Hakikat doğruların yardımcısıdır.
9. Bir mevzu hakkındaki bir eser veya bir yazı yaz-
maya karar verdiğin zaman, önce bu mevzu üzerin-
de evvelce yazılmış eserleri araştır ve oku ki yazıl-
mış ve söylenmiş şeyleri tekrar edip ömrünü israf
etmeyesin.
10. Daima çalış, çok oku, öğren; çünkü bilgili olan
güçlü olur.
Prof. Dr.Prof. Dr.Prof. Dr.
Esad COŞANEsad COŞAN
HocaefendiHocaefendi
Esad COŞANEsad COŞANEsad COŞANEsad COŞAN
HocaefendiHocaefendi
34
....
Enderun Mektebi
Araştırma
Ahmet FIRTINA - AL/11A
Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A
Türk Toplumunda Kadının Yeri ve Önemi
Savaş ve kadın birbirinden uzak iki
kelimedir ancak her ne kadar uzak
iki kelime olsa da farklı bir yapı ola-
rak Türk toplumunda kadınlar ge-
rek yaşam şartları gerek siyasi ko-
şullar hasebiyle savaşın içinde yer
almışlardır. Bundan dolayı kadın
ve savaş kelimelerini Türk toplu-
munda bağdaştırmak zor değildir.
Nitekim Türk milletine bakıldığın-
da, pek çok örnekte kadının dahil
olduğu işe olumlu katkısı olduğu
görülmüştür. Türklerin savaşçı kim-
liğinin önemi yadsınamayacak dü-
zeydedir. Bilindiği üzere Türklerin
ezelden beri var olan en büyük ye-
tilerinden biri devlet kurma beceri-
sidir. Türk tarihine baktığımızda bu
süreç içerisinde kadın kahramanla-
rın çokluğu dikkat çekmektedir.
Türk kadınlarının hem siyasi hem
de sosyal roller kazanmış olmasın-
da dini, ekonomik ve kültürel kod-
ların etkisi oldukça fazla olmuştur.
Eş ve anne sıfatlarından beslenen
kadın aile içerisindeki görevlerini
başarıyla yerine getirmeye ve salt
aile içerisinde değil toplumsal ze-
minin refah düzeyini de artırmaya
gayret etmiştir. Hane halkı içerisin-
de kadının en önemli rolü ‘Annelik’
rolüdür. Baktığımız zaman anne
evin birleştirici unsurudur. Ayrıca
kadın millet istikbaline nesil yetiş-
tirmesi bakımından büyük katkı
sağlar. Erkekler savaş ve toplayıcı-
lık faaliyetleri amacıyla haneden
uzaklaştığı zaman aralığında evin
erkeği olma vazifesi de kadına düş-
müştür . Kadın o derece yüceltilme
eğilimine gidilmiştir ki en değer ve-
rilen alan olarak vatan kelimesiyle
özdeşleştirilmiştir ve “anavatan”
adlandırmasıyla taçlandırılmıştır.
Türklerin toy geleneğinin netice-
si olan yasa kavramına da dâhil
edilerek “anayasa” olarak nitelen-
dirilmesi de oldukça manidardır.
Bu vazifeden aldığı gücün yansı-
masına sosyal hayatta fazlasıyla
rastlanmış ve sosyal hayat içinde
birçok sorumluluk barındıran Türk
kadını at binme, kılıç kuşanma
gibi özellikleri ile erkek profiline
ithaf edilen özellikleri üstlenmiştir.
“Erkekleri büyütecek onlara ilk
kelimeyi telaffuz ettirecek, ilk ter-
biye-i vataniyeyi verecek kadın-
lardır. Terbiye-i vataniye diyorum
.Çünkü bir çocuk daha pek küçük
iken daima ailesini, ocağını sevme-
yi onu müdafaa etmeyi öğrenirse
öğretilirse büyüdüğü zaman ayni
hisle (…) vatanını milletini büyük
bir muhabbet ve aşkla sevecektir”.
Bu görevleri sebebiyle kadınlar
hem kendilerini hem de toplumun
diğer bireylerini yetiştirecek olan
rehberlerdir. Eski Türklerde bir
belgeyi sadece kağanın değil ha-
tunun da imzalaması ve öyle kabul
edilmesi gereği siyasi noktalarda
da kadına söz hakkı sunulması ge-
rektiğini açıkça beyan etmektedir.
Cengiz Han’ın Börte Hatuna sarf
ettiği “Ben bu halkın hakanıyım
sen de benim hanımsın” sözleri
Türk kadınına verilen değerin bir
mottosu niteliğindedir. Görüldüğü
üzere hem askeri ve hem de sosyal
yönünü geliştiren kadın, birde siya-
si haklar elde etmiş ve toplumda-
ki konumunu perçinleyerek tarihe
damgasını vurmuştur.
35
....
Enderun Mektebi
Hikaye
Lamia Betül ÇAKIR - AL/11B
ZULMÜN ZÜLFİKÂRI
Dedem Zevta diye bilinir. Mah’ın
oğlu Zevta yani Ay’ın oğlu de-
mektir. Dedemin bazen “Zuta”
diye anıldığı da olunur. Ama ba-
bam Sabit ondan hep babam
“Zevta” diye bahsederdi. Dedem
Zevta, İran’ın fethi sırasında Ka-
bil yöresinde oturuyormuş. İslam
orduları Kabil’e girdiğinde Türk-
ler ve Farslardan oluşan birlikler
İslam ordularına karşı uzun süre
direnmişler ve sonra Hz.Ömer’in
başlattığı İran fethi Hz.Osman’ın
takviye ordusuyla sona ermiş.
Dedem ve Kabil halkı Müslüman
olmadıkları için Kabil’i saran İs-
lam ordularının toplu katliam yap-
malarından korkuyorlarmış. Ney-
se ki korktukları olmamış. İslam
ordularının kontrolünde Kufe’ye
yola çıkmışlar. Kölesi olarak veril-
dikleri Müslüman aile yol boyun-
ca dedeme İslam’ın yeryüzünde
tek ve gerçek bir din olduğunu
tüm ayrıntılarıyla anlatmış. Kalbi
İslam’a ısınan dedem ve ailesi
kelime-i şahadet getirerek Müs-
lüman olmuşlar. Dedem Zevta,
Kufe’ye geldiğinde Hz.Ali, vahşi-
ce şehit edilen Hz.Osman’ın hi-
lafet sancağını devralmış. Hz Ali
ile görüşmeyi çok isteyen dedem
onun küçük kubbeli, sekiz mer-
mer sütunun taşıdığı makamına
gitmiş ve Hz Ali ile görüşmüş.
Çıkarken de Hz Ali “Ey Zevta,
bundan sonra senin ailenden her
kim olursa huzuruma almaktan
memnuniyet duyacağım. Artık siz
de Ehli Beyt’ten sayılırsınız. Beni
ve Ehli Beyt’imi sevindireni Allah
Teâlâ, her iki cihanda sevindire-
cektir.” demiş.
Daha sonra babam Sabit de
Hz.Ali’nin huzuruna gitmiş. Ve
Hz.Ali’nin “Çocukların hele ki on-
lardan özellikle birisi Ehli Beyt’e
yönelecek zulme ve işkenceye
karşı ilmin ve ahlakın Zülfikar’ı
olacaktır. Resulullah’ın kutlu ai-
36
....
Enderun Mektebi
Hikaye
Lamia Betül ÇAKIR - AL/11B
lesine düşmanlık edenlere karşı
senin oğlun benim Zülfikar’ımın
yerini tutacaktır.” Sözü üzerine
sevincinden uçacak duruma gel-
miş.
Babam bana Hz.Ali’nin ruhunu
teslim ettiğini anlattıktan son-
ra “Oğlum, Hz.Ali’yi şehit eden
melunlar bundan böyle gücü hep
ellerinde tutacaklardır. Müca-
delemiz zorlu olacak. Ben epey
yaşlandım. Hz Ali’nin hayır ve
bereket duası seninle olsun. O,
Allah’ın Zülfikar’ıydı. Sen de Allah
adına onun ve Ehli Beyt’in Zülfi-
karısın. Çünkü onun duasıyla sen,
Müslümanlara arız olan tüm hak-
sızlık ve zulümlere karşı ilim ve
kalem Zülfikar’ı olacaksın. Zalim-
ler senden korkacak. Sen bana ve
Müslümanlara Hz Ali’nin duasıyla
bahşedilen, benim neslimden ge-
len Zülfikarsın. Hadi oğlum Ehli
Beyt yetimleri seni bekliyor.”
Gençlik yıllarımda babamdan
kalan kumaş dükkanında kumaş
imalatı yapıyordum. İki yıl kadar
Ehli Beyt’e olan muhabbet ve
bağlılığımın artmasını sohbetle-
rine katıldığım, on iki imamdan
altıncısı olan Cafer-i Sadık sağla-
mıştı. Katıldığım son sohbetinde
beni kenara çekip “Oğlum, Zülfi-
kar’ım, Muhammed (sav) ümme-
tinin ve onun yetim Ehli Beyt’in
umudu sen, ilmin ve irfanınla Ali
evladının sığınağı olacaksın. Hz
Peygamberin vasiyetinin takip-
çisisin belki ben görmeyeceğim;
ama Ehli Beyt’in daha önce ol-
duğu gibi, bundan sonra da kan
ve ateşle imtihan olacağınız o
acı dolu günleri yaşayacaksınız.
Senin şanında ve ününden ya-
rarlanıp yanlarına çekmek için
müstekbirler, her türlü hileye
başvuracaklar. Sakın, onların şa-
şalı mevki ve makam tekliflerine
aldanma. Evladım, dökecekleri
mazlumların kanlarını senin fet-
valarınla aklama yoluna gidecek-
ler. İslam’ın şeref ve haysiyetini
siyasal iktidarları uğruna yerlerde
süründürecekler. Her türlü ahlak-
sızlığı senin keskin zekân ve derin
hukuk bilginle meşrulaştırmak
için ya seni önemli görevlere ge-
tirerek kandırmayı deneyecekler
ya da bu görevleri kabul etme-
diğin takdirde, sana aynen Ehli
Beyt’e ve mazlum Müslümanlara
yaptıkları işkenceleri yapmaktan
bir an bile tereddüt etmeyecek-
ler. Aklını ve ruhunu bu zalimlere
teslim etme.” Aklım ve ruhumla
bu vasiyeti artık ölünceye kadar
kılavuz edinecektim. Çevrem-
deki en yakın üstatlardan ders
alıyordum. Sonunda en mümtaz
hocamı buldum Hammad b. Ebu
Süleyman ve onun ilim halkasına
katıldım. Dersler başlayana kadar
ticaret hayatımı düzenlemek için
arkadaşımla buluştuk. Yağmurlu
bir gün olduğundan ıslanmamak
için bir çayhaneye oturduk. Et-
rafıma benimle konuşmak için
insanlar gelip gidiyordu o sırada
uzaktan bana doğru gelen bir ka-
dın gördüm. Kadın yanıma gelip
konuştuğunda gözler, kalplerden
aldıkları mektupları saniyeler için-
de yazıp birbirine gönderiyordu.
Kalpten kalbe bir yol kurulmuştu
bir anda… Her ne kadar benim
gönlüm Fatma Hatun’a düşmüş
olsa da hocam Hammad benim
Rabia ile evlenmemi istiyordu.
Tam on sekiz yılımı Hammad’ın
ilim halkasında geçirdim. Hakkın
rahmetine kavuşuncaya kadar
da ondan ayrılmayı düşünmü-
yordum. Son günlerde ders ve-
rirken zorlanıyor, sık sık yerine
beni vekil bırakıyordu. Üzerimdeki
hakkını helal ettirmek için Rabia
ile evlenmiştim. Halkaya onun
yerine vekâlet ederken o gün öğ-
reteceklerimi her gün Hammad’a
sunuyordum. Yine bir gün öğre-
teceklerimi ona sunmaya gittim.
Kapıda beni eşi karşıladı ve çok
üzgün görünüyordu. Ağzını bıçak
açmıyordu. İçeriye girdiğimde
Hammad’ı yatağına uzanmış
buldum. Eliyle işaret edip yata-
ğının kenarına oturmamı istedi.
Ölmeden önce bana bir kaç va-
siyette bulundu ve son olarak da
Rabia’yı ömrümün sonuna kadar
bırakmamamı istedi. Kalbimdeki
aşk yarası bir kez daha kanamaya
başlamıştı.
Emevilerin bana düşmanlık etme-
lerinin birçok sebebi vardı bunlar-
dan birisi de; rüşvet olarak bana
sundukları iktidarın nimetlerini
kesin olarak reddetmemdi. İnan-
dığım yoldan, doğru bildiğimden
asla taviz veremezdim. Hakikat,
37
....
Enderun Mektebi
Deneme
Lamia Betül ÇAKIR - AL/11B
güneş gibi parlaktı, balçıkla sıva-
namazdı. Ben hakikat aşığıydım.
O yüzden hakikat neredeyse ben
oradaydım. Kufe’nin valisi olan
İbn Hübeyre mührü yani tüm
yetkileri bana vermek için huzu-
runa çağırmıştı. Gittiğimde “Sen
boynunu vurmak için bir adamın
ölüm fermanını yazacaksın ben
de onu imzalayacağım öyle mi?”
diyerek verdiği bu görevi de ka-
bul etmemiştim. Bunun üzerine
çok sinirlenerek beni hapisha-
neye kapattırmıştı. Gördüğüm
işkence ve eziyetler canımı yak-
mıyordu. Bedenim acı çekiyordu
ama ruhumdaki sevgi bu acılara
dayanmamı sağlıyordu. Hep iş-
kence etmek için gelenlerden
Abdülkadir adında genç yine
yanıma doğru geliyordu. Ama bu
seferki gelişinde bir tuhaflık var-
dı. Yalnızdı ve içeri girerken de
diğer görevlilerden çekiniyordu.
İçeri girdiği zaman “ Bu zamana
kadar huzuruna işkence yapmak
için gelmiş olmaktan ar duyuyo-
rum. Zalimlerle iş birliği yapmayı
yüreğim, insanlığım daha fazla
izin vermedi. Dualarım senin beni
affetmen ve buradan sağ salim
kurtulman içindir. Senin buradan
kurtulman için elimden ne gelirse
yapacağım.” dedi ve bu hücre ile
koridordaki kapının anahtarını bı-
raktı.. Gecenin karanlığı çökünce
ve işkenceleri biten gardiyanla-
rın da uyuduklarına emin olduk-
tan sonra Abdülkadir’in verdiği
anahtarla kapıları açarak dışarıya
çıktım. Etrafa, Abdülkadir’e ve
getireceği ata bakıyordum. Biraz
bekledikten sonra Abdülkadir ya-
nında bir at ile geldi. Abdülkadir’e
Fatma Hatun için yazdığım mek-
tubu verdikten sonra atla hızlıca
oradan uzaklaştım.
Mekke’ye geleli tam altı yıl olmuş
burada da ilim halkaları oluştur-
muştum. Fakat hala Fatma Ha-
mıyordu. Bedenim acı çekiyordumıyordu. Bedenim acı çekiyordu
ama ruhumdaki sevgi bu acılaraama ruhumdaki sevgi bu acılara
kurtulman için elimden ne gelirsekurtulman için elimden ne gelirse
yapacağım.” dedi ve bu hücre ileyapacağım.” dedi ve bu hücre ile
burada da ilim halkaları oluştur-burada da ilim halkaları oluştur-
muştum. Fakat hala Fatma Ha-muştum. Fakat hala Fatma Ha-
38
....
Enderun Mektebi
Deneme
Lamia Betül ÇAKIR - AL/11B
tun’dan ve Abdülkadir’den bir ses
yoktu. Acaba mektubu ulaştıra-
madı mı ya da başına bir şey mi
geldi, diye merak ediyordum. Bir
gün karşılaştığım dilenci kadını
yine Fatma Hatun sanmış ve bir
süre konuşmuştuk. Konuşması,
bakışları, tavırları ona benziyordu
fakat onun dilenci bir kadın ola-
mayacağını düşünerek oradan
uzaklaşmıştım. Geçen sürenin ar-
dından hac vazifesini yapmak için
Mekke’ye gelmiş olan Ebu Ömer
ile görüştüm. Ve onun anlattıkla-
rına göre benim gitmemden son-
ra Abdülkadir’i benim gitmeme
yardım ettiği için öldürmüşler ve
cebinden çıkan Fatma Hatun’a
yazdığım mektubu değiştire-
rek benim adıma değiştirdikleri
mektubu yollamışlar. Ebu Ömer
yolladıkları sahte mektubu bana
okuttu. Yakın bir zamanda Fatma
Hatun’un Mekke’ye geldiğinden
bahsetti. Ve aslında çok ben-
zettiğim karşıma çıkan o dilenci
kadının Fatma Hatun olduğunu
söyledi.
Emevilerin saltanatı yıkılmış, Ab-
basiler nihayet iktidarı ellerine
geçirmişlerdi. Ben de Kufe’ye
yeniden dönecektim. Abbasiler
iktidarı sağlama alınca önceki
iktidarın yöntemine başvurmuş-
lar, zulümlere dur diyen ulemayı
öldürmeye başlamışlardı. Zaman
geçtikçe vaatlerinin bu şekilde
tersini yapmaya Emeviler’i bile
mumla aratmaya başlamışlar-
dı. Siyasi tartışmalar, kavgalar
biteceğe benzemiyordu. Ama
önce evime gitmem gerekiyor-
du. Evime gittiğim zaman bekle-
diğimden daha temiz ve düzenli
buldum. Evi bu hale Rabia’nın ge-
tirdiğini düşündüm öncelikle ama
sonra onun benim Kufe’den ayrıl-
mamla birlikte babasının yanına
gittiğini hatırladım. Komşularıma
sorduğumda ise arada bir evime
gelerek temizleyen kişinin Fatma
Hatun olduğunu söylediler.
Bir gün evimde Fatma Hatunun
evimi temizlemeye gelmesini
umarak beklediğimde kapı çaldı.
Ve gelen oydu. İçeri girdikten
sonra uzun süre konuştuk. Bana
yolladığım mektubu sordu önce-
likle sonra Emeviler’in saltanatı-
nın yıkılmasıyla babasının şehri
terk ettiğini, babasının sıkı bir
Emevi taraftarı olduğunu ve ken-
disini de evlatlıktan reddettiğini
söyledi. Artık aramızda hiçbir en-
gel kalmadığı için Fatma Hatun’la
nikâh hazırlıklarımıza başlamıştık,
ama Halife Mansur yakamı bırak-
mıyor ve bana Emevi’lerin teklif
ettiği gibi görev teklif ediyordu.
Emevi zulmüne karşı Ehli Beyt’in
Zülfikar’ı idim, şimdi de Abbasi
zulmüne karşı Zülfikar olmaya
kararlıydım. Fakat görevi kabul
etmediğim için çok öfkelenen
Mansur beni Bağdat hapishane-
sine yollamıştı. Burada da her şey
aynıydı. Acımasız gardiyanlar, el-
leri keskin kılıç tutan gardiyanlar,
nöbetçiler… Yalnız farklı olan tek
şey vardı o da ölüm kokusu, bu
hapishanenin tüm duvarlarına
ölüm sirayet etmişti. Allah en
iyisini bilir ya buradan ölüm çıka-
cağa benziyordu. Yaşım iyice iler-
lemişti. Kufe’deki işkencelere da-
yanabilmiştim ama buradakilere
dayanabileceğimi sanmıyordum.
Ben bu düşünceler içerisindey-
ken dışarıdan sesler geliyordu.
Hücremin dar penceresinden dı-
şarıya baktığımda Fatma Hatunu
ve onu tutan askerleri gördüm.
Fatma Hatun içeriye girmek isti-
yordu, buna izin vermeyen asker-
lerse onu dövdüler.
Hapishanedeki acı ve zulüm dolu
hayatımı yaşarken bir gün Fatma
Hatun geldi. Mansur’un onun
gelmesine nasıl izin verdiğini dü-
şünerek bir yandan korkuyor bir
yandan da ölümümün yaklaştığı-
nı hissediyordum. Fatma Hatunu
bu son görüşümdü. Fatma Hatun
gittikten sonra Mansur beni ya-
nına çağırttı. Beni gören Mansur
asık suratıyla bana baktıktan son-
ra görevliyi çağırıp sevik getirme-
sini istedi. Ve içmemi emretti.
Sevik zehirliydi, bunun farkınday-
dım. Askerlerine zorla içirmelerini
emrettikten sonra uzatılan kâseyi
alıp içtim. Zehir vücuduma yayı-
lırken Mansur “Hey, Ebu Hanife
nereye gidiyorsun?” dedi.
“Nereye olacak, senin gönder-
mek istediğin yere gidiyorum.
Sen saltanatınla kal bu dünya da,
gözünü zulümler doyursun! Fani
saltanatınla avun dur, ben asıl
saltanat sahibi olan Allah’ımın
yanına gidiyorum.”
39
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi
Enderun mektebi 15. Sayi

More Related Content

More from Gençlik Eğitim Kurumları

BİLİM VE SANAT MERKEZİ (BİLSEM) VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
BİLİM VE SANAT MERKEZİ  (BİLSEM)  VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİBİLİM VE SANAT MERKEZİ  (BİLSEM)  VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
BİLİM VE SANAT MERKEZİ (BİLSEM) VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİGençlik Eğitim Kurumları
 
BİLİM VE SANAT MERKEZİ (BİLSEM) VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
BİLİM VE SANAT MERKEZİ  (BİLSEM)  VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİBİLİM VE SANAT MERKEZİ  (BİLSEM)  VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
BİLİM VE SANAT MERKEZİ (BİLSEM) VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİGençlik Eğitim Kurumları
 
2018-2019 Gençlik İlkokulu/Ortaokulu Veli̇ El Rehberi̇
2018-2019 Gençlik İlkokulu/Ortaokulu Veli̇ El Rehberi̇2018-2019 Gençlik İlkokulu/Ortaokulu Veli̇ El Rehberi̇
2018-2019 Gençlik İlkokulu/Ortaokulu Veli̇ El Rehberi̇Gençlik Eğitim Kurumları
 

More from Gençlik Eğitim Kurumları (20)

Bilsem Bilgilendirme Sunumu 22-23
Bilsem Bilgilendirme Sunumu 22-23Bilsem Bilgilendirme Sunumu 22-23
Bilsem Bilgilendirme Sunumu 22-23
 
BİLİM VE SANAT MERKEZİ (BİLSEM) VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
BİLİM VE SANAT MERKEZİ  (BİLSEM)  VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİBİLİM VE SANAT MERKEZİ  (BİLSEM)  VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
BİLİM VE SANAT MERKEZİ (BİLSEM) VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
 
BİLİM VE SANAT MERKEZİ (BİLSEM) VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
BİLİM VE SANAT MERKEZİ  (BİLSEM)  VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİBİLİM VE SANAT MERKEZİ  (BİLSEM)  VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
BİLİM VE SANAT MERKEZİ (BİLSEM) VELİ BİLGİLENDİRME SEMİNERİ
 
ZAMAN VE ZAMAN YÖNETİMİ
ZAMAN VE ZAMAN YÖNETİMİZAMAN VE ZAMAN YÖNETİMİ
ZAMAN VE ZAMAN YÖNETİMİ
 
İLKOKULDAN ORTAOKULA GEÇİŞ
İLKOKULDAN ORTAOKULA GEÇİŞİLKOKULDAN ORTAOKULA GEÇİŞ
İLKOKULDAN ORTAOKULA GEÇİŞ
 
ÇOCUĞUM OKULA BAŞLIYOR
ÇOCUĞUM OKULA BAŞLIYORÇOCUĞUM OKULA BAŞLIYOR
ÇOCUĞUM OKULA BAŞLIYOR
 
YEME-İÇME ADABI
YEME-İÇME ADABIYEME-İÇME ADABI
YEME-İÇME ADABI
 
YKSTANITIMSUNUMU.pptx
YKSTANITIMSUNUMU.pptxYKSTANITIMSUNUMU.pptx
YKSTANITIMSUNUMU.pptx
 
Öğrenci Veli Sözleşmesi
Öğrenci Veli SözleşmesiÖğrenci Veli Sözleşmesi
Öğrenci Veli Sözleşmesi
 
Veli Sözleşmesi
Veli SözleşmesiVeli Sözleşmesi
Veli Sözleşmesi
 
2019-2020 VELİ EL REHBERİ
2019-2020 VELİ EL REHBERİ2019-2020 VELİ EL REHBERİ
2019-2020 VELİ EL REHBERİ
 
LGS VELİ BİLGİLENDİRME SUNUMU
LGS VELİ BİLGİLENDİRME SUNUMULGS VELİ BİLGİLENDİRME SUNUMU
LGS VELİ BİLGİLENDİRME SUNUMU
 
1. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri
1. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri1. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri
1. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri
 
5. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri
5. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri5. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri
5. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri
 
Veli Sözleşmesi
Veli SözleşmesiVeli Sözleşmesi
Veli Sözleşmesi
 
Nobet
NobetNobet
Nobet
 
Enderun Liseleri Veli El Rehberi 2018-2019
Enderun Liseleri Veli El Rehberi 2018-2019Enderun Liseleri Veli El Rehberi 2018-2019
Enderun Liseleri Veli El Rehberi 2018-2019
 
5. Sınıf Oryantasyon Semineri
5. Sınıf Oryantasyon Semineri5. Sınıf Oryantasyon Semineri
5. Sınıf Oryantasyon Semineri
 
1. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri
1. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri1. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri
1. Sınıf Uyum Eğitimi Semineri
 
2018-2019 Gençlik İlkokulu/Ortaokulu Veli̇ El Rehberi̇
2018-2019 Gençlik İlkokulu/Ortaokulu Veli̇ El Rehberi̇2018-2019 Gençlik İlkokulu/Ortaokulu Veli̇ El Rehberi̇
2018-2019 Gençlik İlkokulu/Ortaokulu Veli̇ El Rehberi̇
 

Enderun mektebi 15. Sayi

  • 1. Enderun MektebiENDERUN LİSELERİ KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DERGİSİ Yeter ki yürekten olsun, Bir dinleyen mutlaka çıkar Sayı:15-Haziran2017 RöportajDosyaİncelemeAraştırmaİnceleme Rasim Özdenören Kurtuluş Savaşı Saint Simon Çay’ın Serüveni Kudüs
  • 2.
  • 3. Enderun MektebiENDERUN LİSELERİ KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DERGİSİ 2017
  • 4. Enderun Mektebi Özel Enderun Fen ve Anadolu Liseleri Kültür Sanat Edebiyat Dergisi İMTİYAZ SAHİBİ Özel Enderun Fen ve Anadolu Liseleri Adına Said TURGUT Okul Müdürü GENEL YAYIN YÖNETMENİ Öznur Özgür İÇ Fen Lisesi Müdür Yardımcısı YAYIN KOORDİNATÖRÜ Zahid AYDOĞAN Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni EDİTÖR Öznur ÖZDEMİR Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni GRAFİK-TASARIM Emre YALDIZ YAZIŞMA ADRESİ Kayacık Araplar Mh. Ataç Sk. No:1 Karatay/KONYA ELEKTRONİK POSTA enderunlisesi@gmail.com WEB www.gencegitim.com.tr TEL 0.332 237 81 08 BASKI Eroğlu Ofset Selçuk V.D. 3360160642 Matbaacılar Sitesi Yayın Cd. No:19 Karatay/KONYA Tel: 0.332 342 08 31 Basım: Haziran 2017 YAYIN TÜRÜ Yerel süreli yayın. Dönemde bir yayınlanır. Ücretsizdir. Gideceği limanı bilmeyene hiçbir rüzgardan yardım gelmez. MONTAIGNE Merhabalar… Zorlu bir büyüme, öğrenme ve gelişme çağına eşlik eden sınav hazırlığı sürecini birlikte yaşadığımız tüm öğrencileri arkadaşlarımı- za, bütün hayatları boyunca sağlık, mutluluk ve başarı dileklerimi sunmak istiyorum. Bir düşünürün şöyle bir sözü vardı:“İnsan yaşadıkça anlıyor ki ,kendi kayığını kendin çekmezsen bir yerlere gidemiyorsun.” Hayatta başarılı olmak her insanın istediği bir şeydir. Fakat hiçbir başarı şans değildir, kendiliğinden gelmez. Her başarı sabır disiplin ve çalışmanın bir ürünüdür. “Asıl başa- rı başarısız olma korkusunu yenmektir” demiş bir düşünür. Hiçbir zaman ümitsizliğe düşüp gücümüzü ve öz güvenimizi yitirmeyelim. Hiçbir şey zor değildir. Yeter ki onu ufak parçalara bölmesini bilelim. Benim size tavsiye edebileceğim ilk şey, eğer hedefiniz yoksa hedef belirlemenizdir. Çalışma- larımızı bir sistem ve hedef içerisine yerleştirmediğimiz müddetçe, bütün çabamız heba olur gider. Değerli arkadaşlar! Kendimiz bir şeyler yapabilirsek daha huzurlu olabiliyo- ruz. Başkalarından bir şeyler beklersek kıyıya ulaşmak çok zor ve güç. Dergimizin bu bölümünde, öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin emeklerini bulacaksınız. Derginin sayfalarında “mutluluk” ve baharı, nevruz/hıdırellez ruhunu bulacaksınız. Edebiyat alanında Halil Cibran’ı, bir ilim ve fikir öncüsü Rasim Özdenören’i, Sosyolog Saint Simon’ u, bulacaksınız. “Kurtuluş Sa- vaşında Kadının rolü ve yeri” konusu, dosyası bizler için çok değerli bir anı niteliği taşıyor. Dergimizin bu güne kadar yayınlanan sayılarının hazırlanmasında emeği geçen öğretmenlerime, yazılarıyla bize destek olan öğrenci arkadaşlarıma teşekkür eder; Özel Enderun Anadolu Lisesi ailesinin bir ferdi olarak sevgi ve saygılarımı sunarım. Zeynep Aslı TANOĞLU - AL/9A BAŞLARKEN...
  • 5. İçindekiler BAŞLARKEN | Zeynep Aslı TANOĞLU.................................................................................................................. BİR AN’IN DUYGUSU | Ahmet Emin HADİMOĞLU | Deneme............................................................................ BİLİNMEYEN | Zehra KUNTOĞLU | Şiir ............................................................................................................ ÇAY’IN SERÜVENİ | Berat Enes ERTÜRK | İnceleme ......................................................................................... İLK SOSYOLOG : SAİNT SİMON | Ahmet Hakan ÖZEL | İnceleme ..................................................................... HAYAT İLKEMİZ | Sena Nur YILMAZ | Deneme ............................................................................................... YARATICININ ADL ESMASININ BİR YANSIMASI: ADALET | Ali İhsan ŞENCAN | Deneme ................................ YENİ BİR DİL ÖĞRENDİĞİMİZDE BEYNİMİZDE NELER OLUYOR? | Mehmet AYGÜN | İnceleme ...................... HAYATA DAİR PRATİK BİLGİLER | Zeynep Sude GÜVEN | Hikaye ...................................................................... DİĞERGAMLIĞIN ZUHURU; VAKIFLAR | Merve Reyhan SAKAR | Araştırma .................................................... ACI ÇEKEN ÜMMET COĞRAFYASINDA NELER YAŞANIYOR? | Merve Reyhan SAKAR | Röportaj ..................... HIDIRELLEZ | Ali İhsan ŞENCAN | Deneme ..................................................................................................... VAR OLMANIN MÂNASI | Muhammed Veli ÜNLÜ | Deneme ......................................................................... GÜL YETİŞTİREN ADAM RASİM ÖZDENÖREN | Zeynep Sude GÜVEN - Aynur Sena DERBENTLİ - Öznur ÖZDEMİR | Röportaj ..................................................... RAMİZ BABA | Fatma Özlem URGAN | Deneme ............................................................................................. YENİDEN BAŞLIYORUZ | Zeynep Aslı TANOĞLU | Şiir ....................................................................................... DİL VE EDEBİYAT HAKKINDA BAZI ÖĞÜTLER | Berat Enes ERTÜRK | Derleme ................................................ TÜRK TOPLUMUNDA KADININ YERİ VE ÖNEMİ | Ahmet FIRTINA- Ali İhsan ŞENCAN | Araştırma .................. ZULMÜN ZÜLFİKÂRI | Lamia Betül ÇAKIR | Hikaye ........................................................................................ HZ. İSA VE 12 HAVARİSİ | Merve Hilal DADACI | İnceleme .............................................................................. SAKIN PES ETME! | Zeynep Aslı TANOĞLU | Şiir ............................................................................................. ŞÜKÜR VE TELAKKİ | Zeynep Sude GÜVEN | Deneme .................................................................................... LATİN KÜLAHI YERİNE TÜRK SARIĞI | Zeynep Sena KÜÇÇÜK | Araştırma ....................................................... MEKKE’YE İLK NAZAR | Aynur DOĞAN | Sohbet ............................................................................................. BATI’NIN ÇOCUKLARINA KARŞI MÜSLÜMANLARIN DUA SEANSLARI | Zahid AYDOĞAN | Deneme ............... “MUTLU MUSUN?” DİYE SORSAM | Halim SELVİ | Sohbet ............................................................................. “KENDİMLE KONUŞMALAR” IŞIĞINDA HALİL CİBRAN | Öznur ÖZDEMİR | İnceleme ..................................... 4 6 7 8 10 11 12 14 16 17 18 22 24 26 30 33 34 35 36 40 42 43 44 46 48 50 52
  • 6. .... Enderun Mektebi Deneme Ahmet Emin HADİMOĞLU - AL/9A BİR AN’IN DUYGUSU Zorla uyanıyorum. Bir abdest alıp namaz- dayım, bitiriyorum. Tam yatağa giderken bir kızıllık takılıyor gözlerime. Dışarda, ta ufukta sönük bir kı- zıllık. Acelesi yok sanki. Süzülen bir kuş gibi sakin- ce yükseliyor. Müthiş bir manzara dayanamıyorum uykuya, gözlerim kapanıyor. Son ışıklar o kızıllıktan geliyor. Uyuyorum. Yüzüme vuran bir sıcak, açmak istiyorum göz- lerimi. Kilit vurulmuş sanki açılmıyor. Sıcak, elimle kapatsam da gitmiyor. Kızıyorum, kızarıyorum. Son- ra soruyorum birden: “Gerçekten ne bu sıcaklık?” Açılıyor gözlerim birden ve bir kızıllık; tek- rar kapanıyor, açıyorum, alışıyorum. Bir bardak su ve cam kenarındayım. Evet, kızıllık hala orada; ama sanki daha bir parlak mı ne ve yükseliyor! Yüksel- dikçe parlıyor, parlaklığı gözümü yakıyor. Sanki bir şeyler saklıyor, bana bir şeyler söylüyor ama anla- mıyorum. Kısa bir kahvaltı, hazırlanıyor ve çıkıyorum dı- şarıya. Yürüyorum. Aniden bir kızıllık vuruyor yüzü- me, gözlerime ve hemen sönüveriyor. Duruyorum, dönüyorum. Bir iki adım ve yine o kızıllık vuruyor yü- züme ama sanki daha bir parlak, daha bir sarı, daha bir yakıcı. Kısıyorum gözlerimi ve görüyorum, bir aradan sızıyor. Evet, yine bir şeyler saklıyor eminim. Doğuyor; batacak olan kızıllık. Sanki, sanki uzakken sıcak, yakın iken soğuyor. Evet, yaklaştık- ça soğuyan uzaklaştıkça ısınan kızıllık sanki acıyla azabı kendinde barındırıyor gibi. Beni uyandırdı ve uyutacak. Hem de aynı anda. Aynı anda zıtlıklar bir arada, kendinde barındırıyor sanki. Sanki, sanki… Yürüyorum. Dalmışım. Bir an başımı kaldırıp baktım. Yine oraya bakıyorum ama hayır! Kızıllık yok. Göremiyorum, ağlamaya başlayıveriyorum. Eve gi- riyor, sıkılıyorum. Dışarı çıkıyorum. Geziyorum. Ak- lıma kızıllık geliyor birden nerede acaba? Şu bulutlu gökyüzünün neresinde saklanıyor bilemiyorum; ama bilmek istiyorum. Onu arıyor gözlerim sokak aralarında bulamıyorum. Görmek istiyorum kızıllığı ve bir tepeye dönüyorum yüzümü. Nefes nefese- yim; ama işte zirvedeyim. Kızıllığı arıyor gözlerim ve evet orada, ufukta. Saklamış bulutlar, göremiyorum kızıllığı ama kolları tam karşımda. Bulutlardan sızan, demet demet, parlak ya da soluk… Belki kızıllığın kendi yok ama uzatmış kol- larını, ipucu veriyor bana’’ buradayım’’ diyor. Evet, anlıyorum. Doğmuştu batıyor; uyandırmıştı uyutu- yor; bilmiyordum bildiriyor. Sanki zıtlıkların ahengini öğretiyor kızıllık bana. Ahenk ve zıddı ’’zıtlık’’ bir arada. Sanki anlıyor gibiyim Kızıllığı. Sanki, sanki kızıllık… 6
  • 7. .... Enderun Mektebi Şiir Zehra KUNTOĞLU - AL/9A BİLİNMEYEN Kimim ben? Ve burası neresi? Bir takım belermiş gözler çarpıyor suratıma Alışveriş merkezlerinde ‘Kim bu cüzzamlı?’ Ben zenci mahallesine düşmüş albino Aslında ben çam ağaçları gölgesinde büyüyen Pimi çekilmiş bir çiçek Nereliyim bilmem Tüm şehirler dünyaya cahilken ‘Yurt’ isimi nereye nasıl yerleştiririm? Belki biraz Kudüs’tenim Endülüs’ten, Çokça Slovakya Biraz babamın hiç anlatmadığı askerlik anılarından Annemin nasırlı gülüşünden biraz Halk otobüsüne arka kapıdan binmeye çalışan bir evsizin hüznü Enes’in hurmaları fırlatışı elinden Bakın bu ellere, Bu ellere bakın! Bakın, eller bu! Tutamaz kalemim başkasını Öyle süslü sözler bilmem Kabarmaz keklerim Dört numara miyop kalabalık dolu bir mide Ergenlikten çıkmadı sivilcelerim Ontolojik bunalım ne hiç bilmedim; ama Dalıp giderim, korkar annem Çocuğumun vejetaryen bir inek olmasından Yaşım on dört ve dökülüyor saçlarım Cebimdeki tüm parayı mendil satan bir çocuğa kaptırdım. -Sevebilir misin beni? Bilmem? 7
  • 8. Enderun Mektebi İnceleme Berat Enes ERTÜRK - AL/9A ÇAYIN SERÜVENİ Soğukta içimizi ısıtan, sıcakta hararetimizi alan, sabah-akşam birlikte olduğumuz, muhabbet- lerimizi demleyen çayın, kahve ile bir savaşı vardır. Ama güzel bir atışmadır bu. Sonuçta kimsenin galip gelmediği müphem bir savaş. Çay severler ki bu kişiler kendilerini “Çay tir- yakisi” olarak tanımlarlar. Ve çay, muhabbetin ma- zotudur felsefesine göredir bu ölçü. Diğer tarafta ise kahve severler, onlarda kendi içlerinde kaliteli “kahve sever” öğrencilerdir. Biz ise bugün çay ile muhabbeti demlemeyi, çayın öyküsünü ve edebiyat ile ilişkisini ele alacağız. Bizim bu çayın tavşan kanı olduğu söylenir ya, aslında ne kan var, ne tavşan. Sadece renk uyu- mu ve kibarlığından ötürü tavşan demişler. Sonuçta kimse “çaycı bana oradan kurbağa kanı çay gön- der” demeyi istemez. Anlayacağın bizim masum tavşan bu uğurda kurban olmuş. Bilimsel açıdan ele alacak olursak. Dün- ya’da sudan sonra en çok tüketilen içecek çay- dır. Yani tüm dünya çayı seviyor ve tüketiyor. Çay 1800’lü yıllarda Japonya’da çığırından çıkarak çay felsefesi peydâh olmuş daha sonra mesele büyümüş ve önderliğini Kakuzo Okakura’nın yaptığı “ÇAYİZM” inanışı benimsenmiştir. Osmanlıda ise Seyyid Mehmed İzzet Efendi “Çay Risalesi” adlı eserini 1879’da kaleme almıştır. Çay ile ilgili detaylı bilgi sunan bu eserde günümüz- de halen yayındadır. Bu kitaptan sonra İzzet Efen- di’nin adı “Çaycı” olup çıkmıştır. Ülkemizde Bursa gibi şehirlere Japon- ya’dan getirilen çay fideleri dikilmiş ancak bu bölgede verim alınamamıştır. Süreç içerisinde Karadeniz’in bu iş için ideal olduğu tespit edil- miş ve bu bölgenin adı çay ile özdeşleşmiştir. Günümüzde dünyanın en kaliteli çayı, ülkemizde Karadeniz Bölgesi, Rize şehrinde üretilmektedir. 8
  • 9. .... Enderun Mektebi İnceleme Berat Enes ERTÜRK - AL/9A ÇAY İLE EDEBİYATIN İLİŞKİSİ 1-Çay Risalesi (Seyyid Mehmed İzzet Efendi) 2-Çay Kitabı (Kakuzo Okakura) 3-Çay’ın Kültür Tarihi (Stephen Reimertz) 4-Çay Kitabı (Mustafa Duman) 5-Çay ve Zen (Kakuzo Okakura) 6-Çaylar Şirketten (Remzi Kazmaz) 7-Bahçeden İncebel Bardağa Türk Çayı (Mustafa Duman) 8-Demlikten Süzülen Kültür : Çay (Deniz Gürsoy) 9-Bin Yılın Çayı (Kemalettin Kuzucu) 10-Bir Yeşilin Peşinde (Asım Zihnioğlu) Çay ile ilgili olan kitaplar; Çay, bazı yazarlarımızın damarına dokunmuş olsa gerek ki şu sözler meydana gelmiş: …benim sana vereceğim çok şey yok aslında; çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen… AŞIK VEYSEL …biz çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz… OĞUZ ATAY …bir gün çay içelim seninle, çaylar benden, manzara senden olsun…. ORHAN KEMAL ...açık çay içerdi hep, demli olunca bardağın diğer tarafından beni göre- mezmiş, öyle derdi… CEMAL SÜREYA …benim çay bardağımda senin gözlerin olur, senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda… SEZAİ KARAKOÇ …gönül ne çay ister ne çayhane, gönül sohbet ister, çay bahane… …çay sıvı bilgeliktir… …ve oturdu mu bir masaya hakkını verir çay içmenin… CAHİT ZARİFOĞLU …Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; Köpük köpük, duman duman erisin! NECİP FAZIL KISAKÜREK Çay İle İlgili Söz Ve Şiirler gerek ki şu sözler meydana gelmiş:gerek ki şu sözler meydana gelmiş: …benim sana vereceğim çok şey…benim sana vereceğim çok şey yok aslında; çay var içersen,yok aslında; çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen…ben var seversen, yol var gidersen… yalnızlığa iyi gelenyalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz…tarafını da severiz… …bir gün çay içelim seninle,…bir gün çay içelim seninle, çaylar benden, manzara senden olsun….çaylar benden, manzara senden olsun…. ORHAN KEMALORHAN KEMAL senin gözlerin olur,senin gözlerin olur, senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda…senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda… SEZAİ KARAKOÇSEZAİ KARAKOÇ …gönül ne çay ister ne çayhane,…gönül ne çay ister ne çayhane, gönül sohbet ister, çay bahane…gönül sohbet ister, çay bahane… …çay sıvı bilgeliktir……çay sıvı bilgeliktir… …ve oturdu mu bir masaya…ve oturdu mu bir masaya hakkını verir çay içmenin…hakkını verir çay içmenin… CAHİT ZARİFOĞLUCAHİT ZARİFOĞLU getir, ilâç kokulu çaydan!getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan!Dakika düşelim, senelik paydan! 9
  • 10. .... Enderun Mektebi İnceleme Ahmet Hakan ÖZEL - AL/9A İLK SOSYOLOG SAİNT SİMON Bu yazıda sizlere Fransız filozof, iktisatçı, düşünür ve günümüzde sosyoloji olarak adlandırdığımız bilimin düşünce babası Saint Simon’u tanıtacağım. Saint Simon 17 Ekim 1760’ta Paris’te doğdu,19 Mayıs 1825’te ise aynı kentte hayata gözlerini kapadı. Ha- yatı zorluklar içerisinde geçti. 17 yaşında orduya ka- tıldı. Amerikan bağımsızlık savaşında yaralanarak esir düştü. Esirliği sırasında Atlantik Okyanusu ve Büyük Okyanusu birleştirecek dev bir proje olan Nikaragua Projesini tasarladı. Serbest kaldıktan sonra projeyi Meksika Valisine sunduğunda olumlu bir tepki almadı. Bunun üzerine Amerika’da daha fazla durmadı. Avru- pa’ya döndüğünde ise Madrid şehrini denize bağla- yacak kanal projesine benzer bir tasarı ortaya sundu; bu girişiminden de sonuç alamayınca Fransa’ya gitti. Burada kilise karşıtı davranışlarından dolayı kısa bir tutukluluk süreci geçirdi. Hapis hayatı bitince ekonomik krizden yararlanarak büyük bir servet edindi. Paris’te çift- liğine bilim adamları ve aydınları ça- ğırarak gösterişli bir yaşam sürmeye başladı. Çalışmalarına ilk olarak fizik alanında yön verdi. Bu çalışmaları es- nasında “Bir Cenevrelinin Çağdaşları- na Mektupları” adlı bir kitap yazdı. Ül- kesinin gelişmesi için sürekli çabaladı. Bu gelişme ve ilerleme için din bilimle- rinin yerini pozitif bilimlerin, din adam- larının yerini ise bilim adamlarının alması gerektiğini savundu. Çalışmalarını yaptığı bu zaman zarfı içerisin- de maddi durumu iyice kötüye gitti. Ancak o asla pes etmedi, direndi, düşündü ve vatanı için fedakârlıklar yaptı. Zor şartlar altında çalışmalarını gerçekleştirdi. Hatta ne kadar kötü şartlar altında çalıştığını kendisini yetkililere ifade ederken ki şu sözünden anlayabiliriz: “On beş gündür kuru ekmek tüketiyorum, odamda ateş yok, kitabımın kopya masraflarını karşılamak için elbiselerimi de sattım. İlim aşkı, Avrupa’yı buhrandan kurtarma arzusu beni bu hale düşürdü. Niçin yüzüm kızarsın ki eserimi tamamlamak için yardım istiyo- rum.” Bahsi geçen bu şartlarda çalışarak Avrupa’daki kaosu bitirmeye çalışıyordu. Bunu yaparken Batı dün- yasının fikir ve düşünce yapısını da derinden etkiledi. Yaptığı bu büyük fedakârlıklar, çalışma azmi, ilme olan aşkı ve vatan-millet sevgisi kendisine; Av- rupa toplumu hakkında yaptığı çalışmalar doğrultusunda sosyolojinin babası olmak, kendinden sonraki düşünürleri etkilemek ve Avrupa’da kaosun bitmesinde rol oyna- mak gibi başarılar getirdi. Şimdi de kendimizi, sahip olduğumuz im- kânları, inandığımız dini ve üstünde yaşa- dığımız vatanı düşünerek onlar için neleri yapıp neleri yapmadığımızı bir düşünelim. Vesselam… 10
  • 11. .... Enderun Mektebi Deneme Sena Nur YILMAZ - FL/ 10A HAYAT İLKEMİZ “De ki: ‘Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir.” En’am Suresi, 162 Bu ayet yaşamamızın bir amacıdır. Hayatımızı nasıl şekillendireceğimizi öğrenmemizi sağlar. Her şeyi ama her şeyi Allah rızası için yapmalıyız. Namazımız, iba- detlerimiz, hayatımız, ölümümüz âlemlerin Rabbi olan Allah için olmalıdır. Bunlar söylendikten hemen sonra akla birçok soru gelir. Örneğin ders çalışmamız nasıl Allah rı- zası için olur? Matematik, fizik, kimya, tarihi nasıl Allah rızası için çalışılır? Bunlar gibi birçok soru insanın ak- lına gelir. Cevapları ise basittir. Eğer bizler sadece Allah rızası için bu derslere çalışır, ileri- de sınavlara girip sonunda iyi neticeler alırsak bu neticeler sonunda iyi bir meslek sahibi olabilir ve Allah rızası için bu meslek vesilesiyle insanlara yar- dım edebiliriz. Örneğin iyi bir doktor olur fakir zengin ayırt etmeden herke- se sağlık noktasında yardımcı olabiliriz ya da iyi bir mühendis olup insanların hayatlarında ihti- yaç duydukları konularda onlara yardımcı olabiliriz. Bunlar sayesinde ise cennete giden yolda bir adım atmış oluruz. Tabi sorular bu kadarla son bulmaz. Mesela bir sporcu Allah rızası için nasıl yaşar? Bu soru- yu da günümüzden örnek vererek açıklamak istiyorum. Akla gelen İlk isim Kenan Sofuoğlu. Sofuoğlu bir spor- cudur ve kazandığı paranın bir kısmını insanlara yardım için kullanmıştır. Eğer insanlar isterse bu ayetteki gibi Allah rızası için çalışabilir ve ayet her akıllarına geldi- ğinde yaşamlarındaki amacı hatırlayabilirler. O yüzden bu ayeti hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Ayet aklımıza her geldiğinde Allah rızası için işler yaparak hayatımızı sürdürmemiz gerektiğini hatırlamalıyız. Kendini Allah yoluna adayan insanların yaptığı gibi biz- ler de işlerimizi Allah’ın rızasına yönelerek yapmalıyız. Bizler de Allah’ın rızasını ve cenneti hedeflememiz ge- rekir. Allah’ın rızasını kazanıp bizi cennete götürecek yolda cenneti kazanmamız için gerekli donanımlara, bilgiye, ilme ve güce sahip olabilmemiz gerekir. Bu bilgile- ri öğrenirken Kur’an ve Sünnet bizim baş tacımızdır. Bu bilgileri öğrenirken de şunu unutmayalım ki: Öğrenmek, öğretmeyi zorunlu kılar. Biz- ler bunları öğreneceğiz. Öğrendikten sonra da başkalarına öğreteceğiz ve bizler hayatın İman ve Cihad olduğunu unutup gereksiz işlerle uğraşmayacağız. Gereksiz her işe “ la” deyip “ İlla ” inkılabını yükselteceğiz. Tabii ki gereksiz her şeye hayır yani “la “demek nefsimizi zorlayacaktır. Ama biz- ler dünya nimetlerine karşı öyle bir oruç tutacağız ki ölümümüz iftarımız olacaktır. Aynı Musab Bin Umeyr’in yap- tığı gibi yapacağız. O Allah rızası için her şeye “la!” dedi makam mevki para zenginlik gibi birçok şeyi Allah rızası için elinin tersiyle itti. Yolunu Allah’a ada- dı. Annesi onu Allah’a inkâra sürüklemek istedi. Ama o annesini dinlemedi ve Allah yolundan ayrılmadı. Al- lah’ın rızasına kavuşmak için uğraş verdi. Biz de bu timsallerde olduğu gibi gereksiz her şeye “ la” deyip “ la ilahe illallah”ı yüceltmeliyiz. Unutmayalım ki hayat iman ve cihattır. Gerisi tefer- ruattır. Yani insanlar bir şeylere inanır ve inandığı şey üzerine mücadele verir. Bizler de Allah’a iman edip Allah yolunda mücadele vereceğiz ve onun yolundan ayrılmayacağız. Rabbim bizleri de onun dininin şahitlerinden kılsın. Bizi yolundan ayırmasın. oruç tutacağız ki ölümümüz iftarımızoruç tutacağız ki ölümümüz iftarımızdım edebiliriz. Örneğin iyi bir doktordım edebiliriz. Örneğin iyi bir doktor olur fakir zengin ayırt etmeden herke-olur fakir zengin ayırt etmeden herke- olacaktır. Aynı Musab Bin Umeyr’in yap-olacaktır. Aynı Musab Bin Umeyr’in yap- 11
  • 12. .... Enderun Mektebi Deneme Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A YARATICININ ADL ESMASININ BİR YANSIMASI Kur’an’ın en temel esaslarından birisi olan ADALET; zulüm etmemek, hak sahibine hakkını vermek ve haksızları terbiye etmek gibi manalara gelir. Kur’an ve hadislerde genellikle denge, eşitlik, dü- rüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kullanılan “ada- let” aynı zamanda Allah’ın Adl esmasının bir görün- tüsü ve yansımasıdır. Bu manada; ahiretin, cennetin ve cehen- nemin yaratılma sebeplerinden biri de adalettir. Zulümler, dengesiz- likler, haksızlıklar yaşadığımız evrende sürüp gitmektedir. İşte bu dengesizliklerin gi- derilmesi, her hak sahibine hakkının verilmesi gerekir ki bu da cennet ve cehenne- mi gerektirir. Allah’ın “Adil” ismi gereği işte budur. Yani Allah’ın “Adil” ismi ahirete ima- nı gerektirir. Adalet mülkün temelidir, sözüne bakacak olursak; mülk ferdi olarak sahip olunan şeyler olabildiği gibi toplumsal olarak helal mülk sahibi olmanın, sahip olduğumuz devletin devamı ve uzun ömürlü olması için gereklidir. Kıyametle ömrü son bulacak olan bu fani dünya mülkündeki eylemlerin tam adaletle karşılıklarının verilmesi için ahiret âlemi kurulacaktır. Yani adalet ahiretin varlığını gerektirir. Fani dünya mülkünün devamı da ahiretle olur, yani adalet mülkün teme- lidir. Hakiki adalet için ahiret, cennet, cehennem zaruridir. Bir de Adaletli olmak ile adaleti sağlamak farklı şeylerdir. Şahsi olarak adaletli olabiliriz ama ada- leti sağlamak için zulüm ve haksızlıklardan haberi- mizin olması gerekir. Fertler arasında, toplumlar ve devletlerarasında adaleti sağlamak önce haberdar olacak vasıtalarla sahip olmayı, sonra birikimli (ilim, kültür, medeniyet, teknoloji) olmayı ve kudretli olmayı gerektirir ki bu da bilim-teknikte, kültür ve medeniyette hikmet ve felsefede, ekonomide, siya- sette, birlik ve beraberlikte önde olmayı gerektirir. Adaletli olan fertler ilim, kül- tür, ekonomi, siyaset ve medeniyette, ittihat ve kardeşlikte ileri olmak için gayret sarf etmelidirler ki adaleti de sağlayan insan- lar, toplumlar ve devletler olsun. Allah’ın insan, zaman, mekân ve topluma müdahale- si olan Kur’an’ın muhatabı olan Müslümanlar olarak bizler vasat üm- met olmak, denge toplumu olmak, adaletli olan ve adaleti sağlayan insanlar olma kaynak ve birikimine sahibiz... Muvaffakiyet ve için çaba sarf etmeliyiz vesselam. Adalet mülkün temelidir, sözüne buradan devam edersek; devletler, fertlere ve toplumlara adaletli davranabildikleri sürece ilerleyerek varlıklarını sür- dürebilmişlerdir. Devletler ne zaman adaletli olmak ve adaleti sağlamak hususunda zaafa düştülerse( ki bu şahsi ve toplumsal bir çürümenin ve bozulma- nın göstergesidir ) dağılıp yıkılıp gitmişlerdir. “ADALET” 12
  • 13. .... Enderun Mektebi Deneme Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A Müslümanların, özellikle milletimizin öncülüğünde kurulan devletlere bakıldığında görülür ki; ne zaman adaletli olmak ve adaleti sağlamak için çaba sarf edildiyse Allah’ın yardımıyla muzaffer olunmuştur. Ne zaman da adaletli olma ve adaleti sağlama mefkûre ve inancından sapıldıysa bozulma, gerileme ve çürümelerin neticesinde mağlup olunmuştur. Fatih’in Rum mimarla Kadı Hızır Bey huzurunda mahkemesi ne mühim örnektir. Özetle Rum mimar kolunu kestiren padişah Fatih’ten şikâyetçi olur. Kadının huzuruna giren Fatih başköşeye geçmek oturmak ister fakat kadı padişa- ha beyim burada mahkeme oluyorsunuz. Ayakta beraber duracaksınız der ve yargılama sonucunda kısas olarak Fatih’inde kolunun kesilmesine karar verilir. Sonra Rum mimar kısastan vazgeçtiği için günde on altın tazminata mahkum olur.. İnsanlığı hususen Müslümanları, dini kendilerine alet eden engizisyon fikriyatı ve haçlı seferleri tasallutundan mu- hafaza ederek, adaletli olan ve adaleti sağlayarak insanları ve Müslümanları bir araya getiren Selçuklular, Eyyubiler, Memlukler gibi devletler olmuştur. Ne zaman adaletten şaşılsa bu vazifeler de yapılamamıştır. İlahi kudret nazarında bir insanın yaratılması ile bütün insanların yaratılması arasında fark yoktur. Büyük- küçük, zor- kolay biz yaratılmış insanlara göre- dir. Yaratıcı için böyle bir farklılık olamaz. Bu açıdan eksiksiz ve hakiki adalet nazarında hakkın büyüğü küçüğü olmaz, hak haktır. Yani ilahi adalet açısın- dan bir insanın hukuku, bütün insanların hukuku kadar kıymetlidir. Tarafgirlik hissiyatıyla kardeşlerimiz arasında kayırma ve ayrımcılık(emaneti ehline teslim etmeme gibi) yapabiliyoruz. Bu durumlarda da adalet düsturu unutulmamalıdır. Kimse için hak hukuk feda edilmemelidir. 13
  • 14. .... Enderun Mektebi Araştırma Mehmet AYGÜN Yeni Bir Dil Öğrendiğimizde Beynimizde Neler Oluyor? Sinirbilim- beyin tarama yöntemleri ile bilim insanla- rının çalışmaları sonucunda ikinci bir dil öğrenildiğinde beyin yapısında nelerin değiştiğini anlamamıza yardımcı oluyor. İkinci bir dil öğrenmek beynimizin büyümesini sağla- yabiliyor. Bu durumu İsveç bilim insanları ikinci bir dil öğrenilmesi sırasında beyin tarama yöntemi ile beyinleri izlerken keşfettiler. Bu çalışma, beyin görüntüleme tek- nolojilerinin ikinci dil öğreniminin bilişsel faydaların neler olduğu anlamak için kullanılan ve her geçen gün artan araştırmaların bir parçası. Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ve elektrofizyo- loji günümüzde bize sadece dizimizden ameliyata ihtiya- cımız olup olmadığını veya kalp atış düzeni tespiti değil ikinci bir dili duyduğumuzda, anladığımızda ve kullandığımızda beynimizde neler olduğu- nu da gösteriyor. İsveçli bilim insanlarının yürüt- tüğü MRI çalışmaları, yabancı bir dil öğrenmenin beynimizde gözle görülür bir etki yarattığını gösterdi. Genç yetişkin askeri göçmenlerden dile karşı yatkın- lığı olanlar yoğun bir çalışma ile Arapça, Rusça veya Farsça öğre- nirken, kontrol grubundaki medikal ve bilişsel bilim öğrencileri de dil dışın- daki alanlarda yoğun bir çalışma içine girdiler. MRI görüntüleri, dil öğrenen öğrencilerin beyinlerindeki belirli bölümlerinin büyürken, kontrol grubunda bulunan bireylerin beyin yapılarının durağan olduğunu gösterdi. İlginç şekilde, beyinlerindeki büyümeler hipokampüs ya da serebral korteksin dil öğrenme ile ilgili bölümünde gözlenen deneklerin, serebral korteksin motor bölümün- de gelişim gösterenlere kıyasla daha gelişmiş dil beceri- lerine sahip olduğu gözlenmiştir. Diğer bir ifadeyle, beynin gelişen alanları öğrenenin dili ne kadar kolay bulduğu ile ilişkilidir ve beyin gelişimi performansla değişiklik göstermektedir. Araştırmacı- ların da belirttiği gibi, yoğun bir şekilde dil öğrendikten üç ay sonra uzun dönemde ne gibi değişiklikler olduğu ise tam olarak net olmamakla birlikte, beynin büyümesi umut vaat etmektedir. Fonksiyonel MRI beyin görüntüleri, belirli bir öğrenme işleminde beynimizin hangi bölümlerinin aktive olduğu- nu gösteriyor. Örneğin, ana dili Japonca gibi bir dil olan yetişkinlerin neden kolayca İngilizce “l” ve “r” harflerini ayırt edemediklerini (örneğin onlar için İngilizce “river” ve “liver” kelimelerini ayırt etmek zordur) görebiliyoruz. İngilizceden farklı olarak Japonlar “r” ve “l” harflerini ses olarak ayırt edemezler. Onun yerine her iki harfi de fe- nom olarak bilinen tek bir ses birimi temsil eder. Beyin görüntüleme çalışmaları, ana dili Japonca olan bireylere bu iki sesten birini içeren bir İngilizce kelime sunulduğunda be- yinlerinde tek bir bölgenin aktive olduğunu, ana dili İngilizce olan kişilerin beyinlerinde ise her biri bir sese özgü iki ayrı bölgede aktivasyon olduğunu gösteri- yor. Japonca konuşan kişilerde İngilizcedeki bu iki sesin farkını öğrenmek, beyin devrelerindeki belirli bileşenlerin yapılanmasını gerektirir. Bunun için neler yapılabilir? Bu farklılıkları nasıl öğrenebiliriz? Dil öğrenimi üzerine gerçekleştirilen daha önceki çalış- malar, Japonca konuşan kişilerin, “r” ve “l” harflerine özgü seslerinin abartılarak her iki sesin farklılaşmasını sağlayan bir yazılım programı vasıtasıyla “r” ve “l” harf- leri arasındaki farklılığı duymayı ve aynı zamanda üre- tebilmeyi öğrenebildiklerini göstermiştir. Yazılım ile bu iki ses modifiye edildiğinde ve daha geniş bir süreye yayıldığında katılımcılar iki ses arasındaki farklılığı daha kolay duyabilmişlerdir. Bu çalışmalardan birinde katılım- cılar 20 dakikalık 3 oturum sonrasında (sadece 1 saatlik süre) bu iki ses arasındaki farklılığı normal bir konuşma- nın parçası olarak sunulduğunda dahi kolayca ayırt ede- bilmeyi öğrendiler. cımız olup olmadığını veya kalp atış düzeni tespiti değilcımız olup olmadığını veya kalp atış düzeni tespiti değil ikinci bir dili duyduğumuzda, anladığımızda veikinci bir dili duyduğumuzda, anladığımızda ve kullandığımızda beynimizde neler olduğu-kullandığımızda beynimizde neler olduğu- İsveçli bilim insanlarının yürüt-İsveçli bilim insanlarının yürüt- tüğü MRI çalışmaları, yabancıtüğü MRI çalışmaları, yabancı bir dil öğrenmenin beynimizdebir dil öğrenmenin beynimizde gözle görülür bir etki yarattığınıgözle görülür bir etki yarattığını gösterdi. Genç yetişkin askerigösterdi. Genç yetişkin askeri göçmenlerden dile karşı yatkın-göçmenlerden dile karşı yatkın- lığı olanlar yoğun bir çalışma ilelığı olanlar yoğun bir çalışma ile Arapça, Rusça veya Farsça öğre-Arapça, Rusça veya Farsça öğre- nirken, kontrol grubundaki medikalnirken, kontrol grubundaki medikal ve bilişsel bilim öğrencileri de dil dışın-ve bilişsel bilim öğrencileri de dil dışın- daki alanlarda yoğun bir çalışma içine girdiler.daki alanlarda yoğun bir çalışma içine girdiler. Beyin görüntüleme çalışmaları, ana dili JaponcaBeyin görüntüleme çalışmaları, ana dili Japonca olan bireylere bu iki sesten birini içerenolan bireylere bu iki sesten birini içeren bir İngilizce kelime sunulduğunda be-bir İngilizce kelime sunulduğunda be- yinlerinde tek bir bölgenin aktiveyinlerinde tek bir bölgenin aktive olduğunu, ana dili İngilizce olanolduğunu, ana dili İngilizce olan kişilerin beyinlerinde ise her birikişilerin beyinlerinde ise her biri bir sese özgü iki ayrı bölgedebir sese özgü iki ayrı bölgede aktivasyon olduğunu gösteri-aktivasyon olduğunu gösteri- yor.yor. Japonca konuşan kişilerdeJaponca konuşan kişilerde İngilizcedeki bu iki sesin farkınıİngilizcedeki bu iki sesin farkını öğrenmek, beyin devrelerindekiöğrenmek, beyin devrelerindeki belirli bileşenlerin yapılanmasınıbelirli bileşenlerin yapılanmasını gerektirir. Bunun için neler yapılabilir?gerektirir. Bunun için neler yapılabilir? Bu farklılıkları nasıl öğrenebiliriz?Bu farklılıkları nasıl öğrenebiliriz? 14
  • 15. .... Enderun Mektebi Araştırma Mehmet AYGÜN Böylesi bir araştırma, ikinci dil öğreniminde teknolojiden yararlanmanın avantajlarının göz önünde bulundurulma- sına yardımcı olabilir. Örneğin, anne babaların rahimde- ki bir bebeğin özelliklerini ve hareketlerini görmelerini sağlayan ultrason makinaları gibi, fonetik ses bilimci araştırmacılar dil öğrenen kişilere dillerini, dudaklarını ve çenelerini nasıl hareket ettirmeleri gerektiğini gösteren şekiller kullanarak, hava akış mekanizmalarını ve damak- larını nasıl hareket ettirmeleri gerektiğini açıklayabilirler. Japonya’da çalışan araştırmacı Ian Wilson, bu umut verici teknolojilere yönelik çalışmaları raporladı. Araş- tırmacılar doğal olarak ultrason cihazlarının İngilizce derslerinin bir parçası olarak kullanılmasını önermiyor- lar, ancak deneyimli yazılım mühendisleri ileri teknoloji dil öğrenme uygulamalarına görüntüleme yöntemlerini dahil ederek bu yeni bilgiden çıkar sağlamanın yollarını arıyorlar. Chicago Illinois Üniversitesi’nden Profesör Kara Mor- gan-Short beynin iç çalışmasını irdelemek için elektro- fizyolojiyi kullanıyor. O ve çalışma arkadaşları ikinci dil öğrenenlere yapay bir dilde -dil bilimciler tarafından oluşturulan ve dil öğrenilebilirliğini kontrollü bir şekilde test etmeyi sağlayan minyatür bir dilde- konuşmayı öğ- rettiler. Bu deney kapsamında bir grup gönüllü bu dili, dilin ku- rallarının açıklanması yoluyla öğrenirken, diğer grup ise ana dilimizi öğrendiğimize benzerlik gösteren bir yön- temle aynı dili öğrendi. Tüm katılımcılar dili öğrenmeyi başarsalar da, ana dili öğrendiğimiz yöntemle öğrenen bireylerin beyinlerindeki işlemleri ana dil konuşanlara oranla daha çok benziyordu. İlginç bir şekilde, yapay bir dil olduğundan bu dile yaşamlarında maruz kalmayan bi- reyler altı aya kadar testlerde daha başarılı performans sergilediler ve beyin işlemleri ana dil konuşanlarınkine daha çok benzedi. Devam niteliğindeki bir çalışmada Morgan-Short ve arkadaşları, örüntü ve dizileri seçebil- me konusunda özel yetenekli bireylerin ana dili öğren- diğimiz yönteme benzer yöntemle dil bilgisini daha iyi öğrendiklerini gösterdiler. Morgab-Short “Bu beyin temelli araştırmalar bize sade- ce yetişkinlerin çocuklar gibi ana dili öğrendiğimiz yön- temle öğrenebildiklerini değil, aynı zamanda bireyleri optimal öğrenme bağlamları ile de eşleştirebileceğimizi gösterdi” diyor. Beyin görüntüleme çalışmaları dil öğrenme yöntemleri- ni, kuralların ön planda olduğu öğrenme yöntemleri ile mi yoksa dilin konuşulduğu bir ortamda bulunarak mı en iyi öğrendiğimizi ayırt ederek, bizim bilişsel yetenekleri- mize uygun hale getirme konusunda yardımcı olabilir. Ancak, yakın zamanda gerçekleştirilen beyin temelli araştırmalar bize güzel haberler veriyor. Birden fazla dili akıcı konuşan kişilerin tek dil bilenlere kıyasla hafızala- rının daha iyi olduğunu ve bilişsel açıdan daha yaratıcı ve daha esnek olduklarını biliyoruz. Kanadalı araştırma- cıların çalışmaları, iki dil bilen bireylerde tek dil bilenlere kıyasla daha geç Alzheimer hastalığı ve bunama başlan- gıcı gözlendiğini ve ikinci bir dil bilmenin bilişsel sağlığı- mızı daha uzun yıllar koruduğunu belirtiyor. Daha umut verici olan ise iki dil bilmenin sağladığı ya- rarların çocukluğunda ikinci dil öğrenmeyenler için de devam ediyor olması. Edinburgh Üniversitesindeki araş- tırmacılar bir konuya dikkat çekiyorlar: “Dünyadaki mil- yonlarca insan ikinci dillerini okul, üniversite, iş hayatı, göç ya da evlilik yoluyla yaşamlarının ilerleyen yıllarında öğreniyorlar.” 853 kişinin katıldığı araştırmanın sonuçları ikinci bir dil bilmenin ne zaman öğrendiğimizden bağım- sız olarak pek çok yararının olduğunu açıkça gösteriyor. Böylesi bir araştırma, ikinci dil öğreniminde teknolojidenBöylesi bir araştırma, ikinci dil öğreniminde teknolojiden daha çok benzedi. Devam niteliğindeki bir çalışmadadaha çok benzedi. Devam niteliğindeki bir çalışmada 15
  • 16. .... Enderun Mektebi Deneme Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A HAYATA DAİR PRATİK BİLGİLER Günlük yaşantımızda sürekli bazı sorunlar yaşarız. Bu sorunlarla yüzleşebilmek kişiliğimizin gelişebilmesi açısından çok önemlidir. Kimisi resim yaparak, kimileri ise yazarak veya şarkı söylerek rahatlar. Peki, sorun yaşadığı zaman salata yapan birini hiç gördünüz mü? İtiraf etmeliyim ki bana salata yapmak çok iyi geliyor. Şimdi, öncelikle malzemelerimizi yıkamakla başlayalım. Marullarımızı dikkatlice yıkıyoruz. Yıkıyoruz ki, yeşilimizdeki siyahlar gitsin. Ardından, önce boyuna sonra enine büyük bir bıçakla kesiyoruz. O bıçak bizim gücümüz. Bıçağı doğru kullanırsak, siyahları temizlediğimize değer. Şayet doğru kullanamazsak, diğer malzemeleri rahatça kullanabileceğimiz bir elimiz olmaz. Sıra havuçta. Sert bir sebze olan havucumuzu rende kullanarak rendeliyoruz. Rende, çabalarımızdır. Eğer çabalarsak rendeleyebiliriz sıkıntılarımızı. Sıra turpa geldiğinde, soyacak yardımıyla pembe renkli kısmını soyuyoruz. Bu ise fedakârlıklarımız. Üstteki pembe ne kadar güzel olsa da amacımız beyaza ulaşmak. Turpu da rendeliyoruz. Karalahanaya geldiğimizde, yine güçlü bir bıçak alıyoruz. Lahanayı kesmek zordur. Zor olanı, güçlü bir bıçak yardımıyla küçültmek, kolaylaştırmak yine bilek gücümüzün elinde! Salatamız hazır. Peki, salatamızı nar ekşisi ve limonla tatlandırmaya ne dersiniz? Öyleyse, gidelim ve zorluklara gülümseyerek bakalım! Afiyet olsun! Ardından, önce boyuna sonra enine büyük bir bıçakla kesiyoruz. O bıçak bizim gücümüz.Ardından, önce boyuna sonra enine büyük bir bıçakla kesiyoruz. O bıçak bizim gücümüz. Bıçağı doğru kullanırsak, siyahları temizlediğimize değer.Bıçağı doğru kullanırsak, siyahları temizlediğimize değer. Şayet doğru kullanamazsak, diğer malzemeleri rahatça kullanabileceğimiz bir elimiz olmaz.Şayet doğru kullanamazsak, diğer malzemeleri rahatça kullanabileceğimiz bir elimiz olmaz. Sıra havuçta. Sert bir sebze olan havucumuzu rende kullanarak rendeliyoruz.Sıra havuçta. Sert bir sebze olan havucumuzu rende kullanarak rendeliyoruz. Rende, çabalarımızdır. Eğer çabalarsak rendeleyebiliriz sıkıntılarımızı.Rende, çabalarımızdır. Eğer çabalarsak rendeleyebiliriz sıkıntılarımızı. Sıra turpa geldiğinde, soyacak yardımıyla pembe renkli kısmını soyuyoruz.Sıra turpa geldiğinde, soyacak yardımıyla pembe renkli kısmını soyuyoruz. Bu ise fedakârlıklarımız. Üstteki pembe ne kadar güzel olsa da amacımız beyaza ulaşmak.Bu ise fedakârlıklarımız. Üstteki pembe ne kadar güzel olsa da amacımız beyaza ulaşmak. Turpu da rendeliyoruz. Karalahanaya geldiğimizde, yine güçlü bir bıçak alıyoruz.Turpu da rendeliyoruz. Karalahanaya geldiğimizde, yine güçlü bir bıçak alıyoruz. Lahanayı kesmek zordur.Lahanayı kesmek zordur. Zor olanı, güçlü bir bıçak yardımıyla küçültmek,Zor olanı, güçlü bir bıçak yardımıyla küçültmek, kolaylaştırmak yine bilek gücümüzün elinde!kolaylaştırmak yine bilek gücümüzün elinde! Salatamız hazır.Salatamız hazır. Peki, salatamızı nar ekşisi ve limonla tatlandırmaya ne dersiniz?Peki, salatamızı nar ekşisi ve limonla tatlandırmaya ne dersiniz? Öyleyse, gidelim ve zorluklara gülümseyerek bakalım!Öyleyse, gidelim ve zorluklara gülümseyerek bakalım! Afiyet olsun!Afiyet olsun! 16
  • 17. .... Enderun Mektebi İnceleme Merve Reyhan SAKAR - FL/ 10A DİĞERGAMLIĞIN ZUHURU: VAKIFLAR Vakıf, bir grup insanın, be- lirli bir hizmetin yerine ge- tirilmesi ya da başkalarının yararlanması için malını, parasını ya da mülkünü bağışlayarak oluşturulan kuruluştur. Vakfın tarihçesi çok eskile- re dayanır. Dinimiz yardım- laşmayı ve dayanışması temel almıştır. Tarihte ilk vakıf malı; Hz. Ömer’in (a.s.) Hayber’in fethinden sonra ganimet olarak ken- disine düşen bir arazinin satılmaması ve miras bı- rakılmaması şartı ile fakir, köle, misafir ve Allah yo- lunda olanların istifadesine sunduğu toprak kabul edil- mektedir. Vakıfların Anadolu’da hızla yaygınlaşıp önemli hale gelmesinde sadaka, infak ve hayırda yarışma- ya teşvik edici ayetlerin yanı sıra şu hadis-i şe- rifler de etkili olmuştur: *“Âdemoğlu vefat edince ameli kesilir, ancak üç hu- susta müstesna: Sadaka-i Cariye, faydalı ilim ve ken- dine dua eden hayırlı evlat” *“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Malın en hayırlısı Allah yo- lunda harcanandır. Vakfın en hayırlısı Allah yolunda harcanandır. Vakfın en hayırlısı da insanların en çok eksiklik duyduğu ihtiyacı karşılıyordu.” Vakıflar, servetin zengin kesimlerden top- lumun daha fakir kesimlerine doğru akı- şını önemli ölçüde gerçekleştirerek sos- yal dengelerin kurulmasında ve sosyal bütünleşmenin sağlanmasında merkezi yö- netimlerin en büyük yardımcıları olmuşlardır. Vakıflar Osmanlılar zamanında daha da yaygınlaşmıştır. Osmanlı insanının günlük hayatın- da hemen hemen her gün karşılaştığı ve yararlandığı cami, medrese, hasta- ne, han, hamam, köprü, çeşme, imarethane, gibi kamusal nitelikli kurum- ların neredeyse tamamı, padişahlar, diğer yönetici zümreler ve bunların ya- kınlarınca hayrat olarak yaptırılmıştır. Bunların hizmetlerinde sürekliliği sağlamak üzere gelirlerini temin eden kervansaray, bedesten, dükkan, bağ, bahçe gibi diğer mal ve mülkler de akar olarak vakfedilmiştir. Böylece yal- nızca Allah rızası için ku- rulan vakıflar ve vakıfların topluma sunduğu hizmet- ler yıllarca hatta yüzyıllar boyunca yaşatılabilmiştir. Cumhuriyetin kurulu- şundan sonra da etkin- liğini sürdürmüş olan vakıflar; eğitime, öğre- time, belediyelere, sağ- lık işlerine ve yoksullara yardım etmektedirler. Ülkemizin sosyal, kültürel, ekonomik alanda özellikle yurt savunmasında vakıf- ların yardımları büyüktür. Bu güzel hizmetin devam- lılığını sağlamak hepimizin görevidir. Selam ile… 17
  • 18. .... Enderun Mektebi Röportaj Merve Reyhan SAKAR - FL/ 10A Acı Çeken Ümmet Coğrafyasında Neler Yaşanıyor? Şu an Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Sayın Sacide KULU geçtiğimiz günlerde Kudüs’e bir ziyarette bulundu. Biz de bu soruyu ve diğer merak ettiklerimizi kendisine sorduk, ümmetin durumunu konuştuk. Keyifli okumalar… Merve Reyhan Sakar: Geçtiğimiz günlerde Kudüs’e bir ziyarette bulundunuz ve o mübarek toprakları dolaştınız. Öncelikle bize kısaca Kudüs’ün tarihinden bahsedebilir misiniz? Enderun Mektebi Sacide Kulu: Kudüs dünyanın en eski, en köklü yerlerinden biri. İlk olarak Kenanilerin yerleştiği Kudüs, tarih boyunca İskender’in, Roma’nın ve birçok krallığın toprakları olmuştur. Daha son- ra Hz. Ömer döneminde ilk defa Müslümanların himayesine geçtiğini görüyoruz. Hz. Ömer bir emanname yayınlamış ve halkın hayatını güven- ce altına almıştır. Hz. Ömer’den sonra sırasıyla Emeviler, Abbasiler ve Selçuklular Kudüs’e hâkim olmuş, halkı huzurla yönetmiştir. Haçlı Seferleri sırasında ise 460 yıl sonra Kudüs, Haçlıların eli- ne geçmiştir, malesef ki Haçlılar Kudüs’te büyük bir yıkım ve kıyım yapmıştır. Bu acı dolu 88 yılın sonunda Selâhaddin Eyyubi Kudüs’ü fethetmiş, Hristiyanlara gayet iyi davranmış ve düşmanları- na insanlık dersi vermiştir. Selâhaddin’den sonra Memluklerin hâkimiyetine geçiyor Kudüs; ancak Memlukler zayıf ve güçsüz düşünce Yavuz Sultan Selim Kudüs’ü Osmanlı topraklarına katmıştır. Osmanlı padişahlarından 2. Abdülhamit Kudüs’e ziyadesiyle önem vermiş ve siyonizm’le mücadele etmiştir. Bütün çabalara rağmen 1917 yılında İn- giliz işgaliyle bölgedeki 1200 yıllık Müslüman hâ- kimiyeti sona ermiştir. 31 yıl kadar İngiliz işgalinde kalmış, 1948’de ise İngiltere her yerde yaptığı gibi ortalığı karıştırdıktan sonra gitmiş ve ardından İngiltere döneminde ortaya çıkan terör örgütleri birleşerek ‘İsrail Devleti’ni ilan etmişlerdir. Halen baskıcı İsrail rejimi o bölgeye egemen durumdadır. Merve Reyhan Sakar: Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar için çok önemli bir yer Kudüs bunu biliyo- ruz. Peki neden? Sacide Kulu: Bu durumun birçok sebebi var ama kısaca bakacak olursak: Yahudiler için Kudüs, ‘Arz-ı Mevut’ yani Yahudi’lere “vaat edilmiş topraklar” ayrıca birçok peygamber de orada yaşamış, buna bina- en Yahudiler kendilerini bu coğrafyada tek egemen olarak görüyorlar. Hristiyanlar içinse tüm Hristiyanlık 18
  • 19. .... Enderun Mektebi Röportaj Merve Reyhan SAKAR - FL/ 10A mezheplerinin ittifak ettikleri tek nokta olan Kıyamet Kilisesi Kudüs’te, yine Hz. İsa’nın burada yaşamış olması onlar için önem arz ediyor. Müslümanlar içinse Mescid- i Aksa’nın yani yeryüzünde inşa edilmiş ikinci mabedin, ilk kıblemizin ve Mirac’ın durağının Kudüs’te olması, orada Müslüman kardeşlerimizin yaşa- ması, Kuran’ı Kerim de ‘etrafı bereketli kılınan topraklar’ olarak zikredilmesi gibi etmenler de Kudüs’ü bizim gözümüzde değerli kılıyor. Merve Reyhan Sakar: Mescid-i Aksa’dan bahsettiniz. Mescid-i Aksa tam olarak neresi? Sacide Kulu: Aslında bu özellikle Türkler arasında çok karıştırılan bir mevzu. Mescid-i Aksa içinde; Mervan Mescidi, Burak Mescidi, Kıble Mescidi, Ka- dim Mescid ve Kubbetü’s Sahra Mescidini barın- dıran 144 dönümlük arazinin tamamıdır, hepimizin bildiği fotoğraflarda ki sarı kubbeli yer ise Kubbet’üs Sahra’dır. Merve Reyhan Sakar: Biraz da gözlemlerinize değinmek istiyorum. Kudüs’ te sosyal yaşam na- sıl, farklı dinlerin mensupları birbirlerine, özellikle de Müslümanlara nasıl davranıyorlar? Günlük hayat- larında televizyonda gördüğümüz haricinde neler yapıyorlar? Sacide Kulu: Yahudiler, Hristiyan halka karşı daha nazikler; ancak Müslümanlara karşı yapabildikleri kadar düşmanlık yapıyor, zulüm ediyorlar. Bu at- mosferde Hristiyanlar Müslümanlara yardım etme- ye çalışıyor, düşmanlık etmiyor yani Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında büyük bir gerginlik yok. Hat- ta Kıyamet Kilisesi’nin anahtarlarını Müslüman iki aile koruyor. Kudüs’e gittiğimde en çok şaşırdığım şey şu oldu: Müslümanlar dimdik ayakta. Enderun Mektebi Açıkçası ben ölü bir şehir bekliyordum; çünkü bize medyada hep karanlık tarafı gösterildi Kudüs’ün, hep sa- vaşlarından bahsedildi. Acılar yok diyemeyiz elbette tahmin ettiğimizden daha çok var ama güçlü kalmasını biliyorlar. Elhamdülillah Miraç gecesinde Miracın durağında olabilmeyi nasip etti Allah. Miraç gecesinden ön- ceki gün Mescid-i Aksa’da müthiş bir olaya şahitlik ettik: Avlunun her tarafından her yaştan okul öğrencileri ve genç gruplar mehter marşına ve yürüyüşüne oldukça benzeyen gösteriler yaptılar. Bu onların moralini yüksek tutarken, Mescidin girişlerinde eli silahlı bekleyen Siyonist askerleri ise oldukça rahatsız ediyor. Merve Reyhan Sakar: Peki orada turistlere davranışları nasıl, çok zorluk çıkarıyorlar mı? 19
  • 20. ........ Enderun Mektebi Röportaj Merve Reyhan SAKAR - FL/ 10A Sacide Kulu: Bize yıllarca anlatıldığı gibi eziyet bo- yutuna varan yaptırımlar yok. Sadece psikolojik ola- rak yıpratmak için havaalanlarında işlerinizi yavaş yapıp bekletiyorlar onun dışında özellikle Türkleri karşılarına almak istemiyorlar. Gözlemlerime ve tur rehberimle istişarelerime göre hala Osmanlı ruhunu taşıdığımızı farkındalar ve o ruhu uyandırmak iste- miyorlar. Merve Reyhan Sakar: Son olarak, o kutsal bel- deyi ziyaret etmiş biri olarak insanlara neler söyle- mek istersiniz? Nelere dikkat etmeliyiz? Sacide Kulu: Üzülerek söylemeliyim ki bütün din- ler arasında Kudüs’ü en az ziyaret edenler Müs- lümanlar. Bu durum Siyonistlerin işine geliyor ve istediklerini daha rahat yapmalarını sağlıyor. Belki duymuşsunuzdur yakınlarda el- Halil’deki camiimize İsrail bayraklarını astılar. Bunu orada Müslüman ka- fileler varken yapamıyorlar, ne zamanki meydan bo- şaldı o zaman harekete geçiyorlar. Bu yüzden orada her daim Müslüman grupların olması lazımdır. Ömründe bir kere umreye gitmiş veya Hac vazifesi- ni yapmış bir Müslümanın bir de Kudüs’e gidip ora- ları görmesi ümmetin üzerindeki borçtur diye düşü- nüyorum. Çünkü oradaki kardeşlerimiz Müslüman, özellikle de Türk görünce çok seviniyorlar, çocuklar gelip boynumuza atlıyor, kadınlar ‘burayı unutma- yın hep gelin’ diye adeta yalvarıyor, size mesaj ve selam gönderiyorlar. Bende size selamlarını ve mesajlarını iletiyorum: ‘’ Müslümanlar! Bizi yalnız bırakmayın, Müslümanlar, artık bir olun, aranızda- ki kavgalara son verin, mescidiniz işgal altında, biz ölüyoruz! Müslümanlar, UYANIN, kendinize gelin” Merve Reyhan Sakar: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Sacide Kulu: Filistinli kardeşlerimizin selamını ilet- meme, orada gördüklerimi ve Kudüs davasını dilim döndüğünce anlatmama fırsat verdiğiniz için ben teşekkür ederim. 20
  • 22. .... Enderun Mektebi Deneme Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A HIDIRELLEZ Bayramlar, toplumun fertleri tarafından benim- senen bunun neticesinde insanlar arasında saygı, sevgi, hoşgörü ve paylaşma kültürünün yayılma- sına vesile olan kültür ve inanç etkinliği olarak kabul görmüştür. Hikâyesini Hızır ve İlyas’ın Samandağ’da buluşup bolluk bereket getirmesinden alan Hıdırellez, UNESCO’nun “İnsanlığın Somut Olmayan Kültür Mirası” listesine almak için çalışmalar başlatmış- tır. İlk çağlardan beri Anadolu, Mezopotamya, İran, Balkanlar ve hatta Doğu Akdeniz ülkelerin- de bahar gelişiyle belli başlı kut- lamalara neden olan, Ruz-ı Hızır olarak da adlan- dırılan olan Hı- dırellez Bayramı Hızır inancımız ile ilgilidir. Peki, Hızır ve İlyas Kimdir? Hızır, İslam Ansik- lopedisi’nde veri- len bilgiye göre, Hz. Mûsâ döne- minde yaşayan, kendisine ilâhî bilgi ve hikmet öğretilen kişidir. Arapça kaynaklarda Hadır (hadr, hıdr) şeklinde yer alan ve Arapça kaynaklı olduğu kabul edilen kelime, Türkçe’ de Hızır ve Hıdır biçiminde kulla- nılmaktadır. Hadır “yeşil, yeşilliği çok olan yer” anlamındaki “ahdar” ile eş anlamlıdır. Hızır’ın; yaşam suyu (ab-ı hayat) içerek ölümsüzlüğe ulaş- mış; özellikle de baharda insanlar arasında dola- narak, bolluk ve sağlık dağıtan, darda kalıp başı sıkışanlara yardım eden bir veli olduğuna inanılır. Hüviyeti tam olarak bilinmese de halk arasında ve İslam mitolojisinde bir Hızır geleneği vardır. Bunun en iyi ispatı ise halk arasında sıkça kullanı- lan “Kul sıkışmadan Hızır yetişmez” sözüdür. İlyas ise Hızır ismi kadar ön plana çıkmamıştır çünkü Hızır’ın yukarıda bahsedilmiş olan özellik- leri onu ön planda tutmuştur. Hızır İnancı Nedir? Hızır inancı temelde şu iki ilkeden oluşmuştur: -Rivayete göre Hızır gelirken yanında baharı da getirir. -Hızır günleri sıkıntılı kış günlerinden sonra gelen bolluk, bereket, canlılık günleridir. Hıdırellez Gele- nekleri Nelerdir? İnsanlar beyaz gi- yerler ve gün doğ- madan yola çıka- rak yeşilin hâkim olduğu alanlara giderler. Hızır’ın gezdiği kabul edi- len yeşil yerlerde dolaşıp çiçek top- lanır, oyunlar oy- nanır, baharın ilk kuzusu kesilerek yenilir. Toplanan çiçekler kayna- tılıp içilirse hastalıklara iyi geleceğine; bu su ile kırk gün yıkanan kişinin gençleşip güzelleşeceği- ne inanılır. Hızır’ın elinin değeceği şeyin dolup taşacağı inan- cından yola çıkıp kese ağızları, ambarlar açık bı- rakılır. İnsanlar Hızır’ın bir sopası olduğuna ve bu so- panın değdiği yeri iyileştirdiğine inanırlar.Ayrıca genç kızlardan ziynet eşyaları alınır ve su dolu bir kaba atılır daha sonra bu kap sabaha kadar gül ağacının dibinde bekletilir ve sabah törenlerle bu kaplar açılır bunlara: “Baht Açma” törenleri de- nilir. 22
  • 23. .... Enderun Mektebi Deneme Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A Hıdırellez kutlamalarının temelinde, zorluklar- la geçen kara kıştan kurtularak bahara ermenin sevinci; bolluğa, berekete kavuşmanın kıvancı vardır. Kış mevsimi boyunca insanın gerek kendi- sinin gerekse hayvanlarının kapalı kalması, hare- ketlerinin kısıtlanması baharla birlikte son bulur ve bunlar yerini açıklığa, aydınlığa, sıcaklığa, ha- reketliliğe bırakır. Mayıs ayında tabiat canlanmış, toprak işlenir hale gelmiş, hayvanlar yavrulamış; dolayısıyla süt, yoğurt, peynir, et bollaşmıştır. Tüm bunlar da canlılara aksederek doğada canlı- lığı, hareketliliği, bereketi sağlamıştır. Gelen yeni yılın toplumsal barış ve huzur içinde geçmesi ve ferdî istek ve dileklerin gerçekleşmesi yönündeki beklentiler, Hıdrellez kutlamalarının önemini bir kat daha artırır. Hıdrellez kutlamaları, toplumun ortak bir payda- da buluştuğu, insanların birbirleriyle kaynaştığı, ortak değerlerin güncellendiği ve geliştirildiği bir gündür. Küslerin barıştığı, evliliklerin temelinin atıldığı, toplumsal dayanışmanın tesis edildiği bu kutlamalar, insanın çevresiyle, tabiatla uyumunu, barışıklığını geliştirmektedir. Tarih boyunca birçok kesimin hayal ve tefekkü- ründe yer etmiş olan bu inanç, geçmişten günü- müze gelmekte ve geleceğe akıp gitmektedir. Sevinçli olunan günler, bahar mevsimi günleri ve bayram günleri aynı zamanda insanı gaflete dü- şürüp vazifelerin unutulabildiği günlerdir. Gafleti izale noktasında, gelen bu güzel bahar günlerini birer hakiki bayrama çevirebilmek için Hızır ve İlyas peygamberleri hatırlayıp vesile kılarak, za- man ve mekânı yaratan Rabbimizi şükranla ana- bilmek duasıyla… 23
  • 24. .... Enderun Mektebi Deneme Muhammed Veli ÜNLÜ - FL/ 9A VAR OLAMANIN MÂNASI Öyle ya insan amelleri ile “esfele safi- line” inebilmekte yine aynı insan “a’lâ- yı illiyyîn’e” yükselebilmektedir. Bu yokuşun tırmanışlık derecesi ise her şahsa özeldir. Yani sıradan bir varlık ile insan arasındaki farlılığın ardından bir de insandan insana değişen yeni bir farklılık çıkıyor karşımıza. Ve elbette bu farklılık da var olma manasını daha ay- rıntılı bir şekilde bir kez daha özelleştirecektir. Bu durumda insanın var olma manası- nı belirleyen aslında onun diğer yaratılmışlardan ve insanlardan farklı olan -ken- disine has, çalıştığı ölçüde hak ettiği derecesidir. Bu dereceyi aslında birbirinden alakasız olmayan iki ayrı açı- dan inceleyelim. Bi- rincisi insanın diğer insanlar gözündeki Bilimsel açıdan bir şeyin var olması onun evrende kapladığı alan ile ilgilidir. İnsanın var olması normal bir var olma olarak düşünülemez. Çünkü insan diğer yaratılanlara benzemez. Onu diğerlerinden ayıran bir özelliği vardır, o yaratılış itibari ile diğer yara- tılmışlardan üstündür. Bütün var olanları var eden yüce Allah kitabında şöyle der: Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları kara- da ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.(İsra/70). Peki, bu üstünlüğün, farklılığın sebebi nedir? Elbet- te ki insana verilen akletme ve tercih etme (irade) kabiliyetidir. Peki, bizi farklı yapan bu özellik var olmanın anlamını da farklı kılmaz mı? Elbette kılar, insanın var olması ile bir hayvanın var olması aynı kefeye konulamaz. Peki, günlük hayatta karşılaştığımız onlarca varlıklar arasında da bir fark yok mudur? İnsanlara yararlı, elinden ve dilinden emin olunan bir insanın varlığı ile kötü, kokuşmuş ruhlu, kendisiyle aynı ortamı paylaşmaktan huzur ve güven duymadığımız birinin varlığı arasında elbette fark vardır. 24
  • 25. .... Enderun Mektebi Deneme Muhammed Veli ÜNLÜ - FL/ 9A değeri, ikincisi insanın Allah katındaki dere- cesidir. Müslüman insanın diğer insanlar gözündeki değeri şüphesiz Allah katındaki değerini de etkileyecektir. Çünkü mahşer günü birbirimizin şahidi yine bizler olaca- ğız. Ayrıca salih kulların hayır dualarını ve kul hakkını göz önünde bulundurarak güzel neticelere varmamız gayet do- ğaldır. Buradan insan nezdinde bizim dere- cemizi belirleyen medeniyete yap- tığımız katkı, insanlara kattığımız şeylerdir. Nitekim insan vardır ya- şadığı hayatla diğerlerinin gözünde değerlenir, yükselir ve belki ölüm- süzleşir; insan vardır yaşadığı hayatla adileşir, yerlere iner ve unutulup gider. Ne adı anılır ne bir hayır dua alır. Ama diğeri öyle mi? Yüzyıllar sonrasında bile namı şan- la yürür insanların dille- rinde. Gelecek nesillere örnek olur, rehber olur gelecek kuşaklara. Fakat insan diğer insanlara ne kadar hizmet ederse etsin. Allah (c.c.) “İnsanlar, imtihandan geçirilme- den, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvere- ceklerini mi sandılar?” (Ankebut/2) ayetinden anla- dığımız üzere geçici olan bu hayat sonunda elbette gerçek, asıl hayatımıza kavuşacağız. Ve hiç şüphe- siz hesaba çekileceğiz. Allah acaba bizden razı mı, değil mi, onun katında değerimiz ne? Allah’ın hoşnutluğunu kazanmamız bizim onun ka- tında değerimizi belirleyecek ve bu değer, bizim var olma manamızı oluşturacak esas etkendir. Her ne kadar insanlığa yaptığımız icraatlar neticesinde oluşan derecemizin Allah katında olan derecemize etki etmesi mümkün görünse de insan “iman”dan mahrum olduktan sonra yaptığı işlerin Allah katında ehemmiyeti olmayacaktır. Yani asıl olan, öncelikli olan “iman” etmemizdir. İman etmemiş birisi esas sınavdan kalacağına göre alacağı ek puan başında sıfır çarpanı olan parantezli işleme benzer. Bu, ona ancak aldatıcı bir itibar ka- zandıracaktır. Sonuç olarak elinde kalan ise bir sıfırdan öteye ge- çemeyecektir. 25
  • 26. .... Enderun Mektebi Röportaj Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A- Aynur Sena DERBENTLİ - AL/9C Öznur ÖZDEMİR Gül Yetiştiren Adam; -Rasim hocam yıllardır pek çok eser kaleme aldı- nız. Hikâyeleriniz sinemaya aktarıldı. Öğrencilerimiz şunu merak ediyorlar; Ne zaman yazmaya başladınız? İlk yazınızın konusu ve türü neydi? Rasim Özdenören: İlk yazımın türü hikâyeydi. Yoksul bir çocuğu anlatmıştım. Lise bire gider- ken yazmıştım ama yayınlanmadı. İlk yayınla- nan yazım ise Varlık Dergisi’nde yayınlanan köy hayatını anlatan bir hikâyeydi. - Türlerden bahsetmişken “Gül Yetiştiren Adam” kitabınıza roman değil anlatı diyorsunuz? Bu bi- raz açıklayabilir misiniz? Rasim Özdenören: Buna roman dediler ama anlatı demiştik biz ona. Me- sela bazıları eleştirdiler: “Böyle roman mı olur?” , “Romanın tanımları var o tanımlara uymuyor!” diyerek eleştirenler oldu. Fakat zaten türler şu anda birbirine karışmış vaziyette. Bu kitabım da bir ara tür. Yeni bir tür de oluşuyor aslında. Bu sadece bizim ürünlerimizde değil genel olarak türünü tespit edemediğimiz metinler ortaya çı- kıyor. Bu dönemin, çağın ruhu dediğimiz bir olay var. O ruhun sana getirdiği, empoze ettiği bir tür. Mesela kısa hikaye yahut minimal öykü yahut kısa kısa öykü deniyor. Ama bir de bildiğimiz kısa öykü var. Çehov’un Maupassant’ın bildiği- miz klasik tarzda kısa öyküleri var. Ama bugün küçük öykü dediğimiz tür bunları aşıyor. Gül Yetiştiren Adam;Gül Yetiştiren Adam; Rasim Özdenören: Buna romanRasim Özdenören: Buna roman ile Röportaj 26
  • 27. .... Enderun Mektebi Röportaj Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A- Aynur Sena DERBENTLİ - AL/9C Öznur ÖZDEMİR -Zaten hocam dediğiniz gibi bunların ortaya çıkma nedeni de artık insanların roman okuyacak sabırları- nın, vakitlerinin olmayışını ifade etmeleri. Tramvayda, otobüste, vapurda bitirile- bilecek kadar kısa yazılar istiyorlar. O arayış bu şekil- de cevap bulmuş oluyor sa- nırım? Rasim Özdenören: Tabii. Kısa öykünün kendisi de bu maksatla çıkmış zaten. İnsanlar otobüsle, trenle, metroyla evinden işyerine; işyerinden evine gi- derken sıkılmasınlar vakit geçirsinler, hem de okumalarını geliştirsinler diye oluşturulmuş. Ama okuma yazma eyleminin mutlak mecburi- yeti var hayatımızda. A ile B’yi buluşturacaksın. Asgari seviyede okuma yazma bilgisi gerekiyor. Okuma seviyesi çok az hatta kıt. -Gül Yetiştiren Adam Kitabınızın içeriğine geçecek olursak pek çok anahtar noktalar mevcut. Kitap içerisindeki kilitleri açabilecek. Bunlardan biraz bahsedebilir mi- siniz? Rasim Özdenören: Gül Yetiştiren Adam aynı anda cereyan edi- yor ama farklı iki düzlem üze- rinde ilerliyor. Bir Gül Yetiştiren Adam’ın düzlemi söz konusu. Di- ğerine de Sitare düzlemi diyelim. Edebiyat açısından baktığımızda Sitare’nin düz- lemi yani nerede yaşadığı belli değil. -Las Vegas olabilir mi hocam? Rasim Özdenören: Las Vegas’ta diyebilirsin İs- tanbul Hilton, Taksim, eski adıyla Cadde-i Kebir / İstiklal Caddesi. O mıntıkaları da söyleyebi- lirsin. Ama Las Vegas daha yakışık kalıyor. İki düzlemi var; bir Las Vegas düzlemi bir de Maraş düzlemi. Las Vegas düzle- mi bugünün “modern in- sanının” yaşantısıyla ilgili. Orada her şey dıştan anla- tılıyor. Bu bilinçli bir seçim. İnsanlar orada hep: “ gitti, geldi, koştu.” İç dünyaları hemen hemen hiç yok gibi. İç dünyayı kahramanların konuşmalarından anlıyoruz sadece. Anlatıcının bilinçli seçimi: “ yüzeyi anlatmak, eşyayı anlatmak”. Gül Ye- tiştiren Adam’da ise zen- gin bir iç yaşantı var, fakat dışta hareket yok. Çünkü adam kendini eve kapatmış, otuz-kırk yıldır ora- da yaşamış, bütün bir zamanını orada geçirmiş. Gül yetiştiriyor. Çiçekleriyle gülleriyle meşgul olabilir bunu söyleyebilirsin ama onun dışında bir hareket yok. Bütün hareket iç yaşantıda. Orada da iç yaşantı anlatıyor böylece iki farklı düzlem arasında bu kontrast ortaya çıkıyor. ‘Dış yaşantının olduğu yerde iç yaşantıya değinil- memiş, iç yaşantının olduğu yer- de dış yaşantıya değinilmemiş’. Öykünün sonunda gül yetiştiren adam denilen şahıs sabah namazı için dışarı çıkar hareket sadece o son bölümde. -Kitap ‘her şey zıttı ile mevcuttur’ düşüncesi işlenmiş diyebilir miyiz? Rasim Özdenören: Gül yetiştiren Adam romanın da Sitare düzle- mi dile getirilmemiş olsaydı yani o kontrastı, o zıtlığı bir biçimde vermeseydik öbürünü de tam canlandıramayabilirdik ka- famızda. Mozaik bir yapı var kitapta, parçalar birbirini tamamlıyor.Sitare kısmını daha bir coşkuyla yazdığımı hatırlıyorum. Asıl oyunlar orda var bence. Orada bunalımlar, kâbuslar, intiharlar yani bir sürü yaşantı var. Kahraman- ların birbiriyle grift ilişkisi. Kıskançlıklar, gıy- betler, birbirlerinin beğendikleri beğenmedik- leri yönler, nefretler bir sürü iç ve dış hareket 27
  • 28. .... Enderun Mektebi Röportaj Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A- Aynur Sena DERBENTLİ - AL/9C Öznur ÖZDEMİR orada var. Bu Sitare bölümünü tek başına oku- duğumuzda belki tek bir manayı ifade etmi- yor ama tümünü birden okuduğumuz takdirde kafamızda belli bir dünya canlanıyor.. Fazlaca düşünüldü şahısların ismi. Sitare yerine pe- kala Yıldız da denilebilirdi. Ama yıldızda eg- zotiklik olmazdı. Herkes kendi tanıdığı yıldızı aklına getirirdi buradaki yıldız akla gelmezdi.. -Hocam romanda bir de hayvanlara isim verme olayı üzerinde durmuşsunuz. Bundan da biraz bahsedebilir misiniz? Rasim Özdenören: Sevgili olan Polonyalı kızla bir Türk. Kız bir köpek almış: “ Köpeğe senin adını koymak istiyo- rum.” diyor. Aslında sadece duyuruyor, izin istemek için söylemiyor bunu. Hatta bir müjde diye, bir tebrik kazan- mak için söylüyor. Ama oğlan itiraz ediyor: “Biz köpeklere kendi isimlerimizi vermeyiz.” diyor. Ama Amerika’da pe- kala sevdiklerinin isimlerini köpeğe veriyorlar. Biz hayvanlarımızın adını Ah- met, Mehmet, Rasim koymuyoruz. Yakıştırmı- yoruz ama onların dünyasında bir sakıncası yok. Sakıncayı bir tarafa bırak sempatisini ifade için o isimler konuluyor. - Gül Yetiştiren Adam da dedeyle torunun bir bu- luşması var. Kitabın en dikkat çeken sahnelerin- den biri. Burayı bize açabilir misiniz? Rasim Özdenören: Evet öyle. Torun yine dedeyi dışarı çıkmaya zorlar ve namaz münasebetiyle dışarı çıkmaya ikna eder. Dede dışarıya çıktı- ğında bir dolu değişiklikler görür. Mesela yollar parke taşlarıyla döşenmiş. Kendisinin zamanın- da 1920’li yıllarda, öyle yollar yok. Vitrinleri gö- rür merak eder. Biz zannediyoruz ki vitrin baştan beri var. Vitrin olayı bize batıdan geldi. Eşyayı, mağazasının yahut dükkanın önüne koyarak teşhir etmek. Bizde teşhir etmek yoktur. Teşhir ederken ne yapıyor? “Benim malım güzel!” de- meye getiriyor. Halbuki bizde eşyanın güzelliğini söylemek değil, kusurunu söylemek meziyettir. Kusurunu saklıyor ise sahtekarlık yapıyor. Buğ- dayın yahut hububatın iyi taraflarını üste çıkar- tıp kötü çürük kısmını alta koymayı Peygamber Efendimiz görüyor ve yasaklıyor. Eğer kusuru görünmüyorsa bile söylemen gerek. Çocuk da şaşırıyor: vitrini bilmeyen bir adam!. Bu ne işe yarar? diye soruyor dede. Neden bu eşyalar teş- hir ediliyor? Camide fötr şapka görüyor. Diyor biz bunlardan kaçmak için bunları camiye sokmamak için bunca sene evimizde kaldık. Bu şapka buralara ka- dar girmiş. Bu arada birinin mihraba doğru yürüdüğünü görüyor sarıklı cübbeli. Se- viniyor bizim zamanımızdan kalma biri de varmış burada. Namaz sonunda o adamla ta- nışmak istiyor. Ortalarda gö- remiyor etrafa soruyor: “İşini bitirdi gitti.” cevabını alıyor. Namaz iş olarak değer gö- rüyor. Adamın çok tuhafına gidiyor ve kanına dokunuyor. Size “Hristiyan!”- desem namaz kıldınız şimdi gördük, Hristiyana benzemiyorsunuz. “Müslüman!” desem, bu haliniz nedir? bu kılık kıyafetiniz nedir? Müslü- mana benzemiyorsunuz! Şöyle bir cümlesi var orada: “İslam zahire, İman bâtına bakar.” iman kalptedir onu biz göremeyiz. İslam’ınızı ise za- hirde göstereceksiniz diyor.. Bir nutuk çekiyor. Bundan sonra: “Hadi şimdi gidin!” diyor. Ken- disi eve geliyor. Adamın bir süre sonra tutuklan- dığı haberi geliyor. Birisi şikayet etmiş olacak. Sebebini bilmiyoruz. -Gül Yetiştiren Adam kitabıyla hayatınızı özleşti- rebiliyor musunuz? Rasim Özdenören: Maraş’ta liseye devam eder- ken , Gül Yetiştiren Adam gibi şahısların yaşadık- larını işitirdik. Alfabeyi veya kılık kıyafet değişi- mini protesto etmek için evlerine çekilmişler. 28
  • 29. .... Enderun Mektebi Röportaj Zeynep Sude GÜVEN - AL/9A- Aynur Sena DERBENTLİ - AL/9C Öznur ÖZDEMİR Bunlar o bölgenin muteber isimleriydi. “Filan mahallede 20-30 senedir evinden çıkmayan in- sanlar yaşıyor.” denirdi. 1920’li yıllarda yapılan o devrimleri beğenmediği için kendisini evine sürgün etmiş insanlardı. -İslam’ı kurtaracak şey edebiyat mıdır sizce? Rasim Özdenören: Edebiyata böyle bir fonksiyon yüklemiyoruz. Edebiyat kurtarıcı değil felsefe de kurtarıcı değil. Uyarıcı diyebilirsin. Olmasın diye de bir şey söyleyemeyiz. Edebiyata kurtarı- cı fonksiyon yüklediğinde edebiyat edebiyat ol- maktan çıkar siyasete girer. Kurtarıcılık siyasetle ilgilidir. Edebiyata kurtarıcı diye bir fonksiyon yüklediğin takdirde o güdümlü edebiyat haline gelir. Edebiyat olmaktan çıkar nasihate döner. O da genel anlamda literatürde bir edebiyattır. Mesela Aşık Paşa’nın Tarihi gibi bir nasihat ki- tabı. Nasihat dediğimiz olay din nasihatten iba- rettir deniliyor ya bu şu demek değildir: “ Elini, gözünü haramdan sakın!” Nasihat; neyi nasıl yapacağının yolunu göstermektir. Kişinin kendi- sinin uymadığı şeyi etrafına söylemesi nasihat değildir ahkam kesmektir. Bu da yanlıştır. 29 -Yazı yazarken hiç tıkandığınız oluyor mu? Ya da tıkandığınızda ne yapıyorsunuz? Rasim Özdenören: Yazarken tıkanmıyoruz çünkü tıkanıklıkları aştıktan sonra yazmaya başlıyoruz. Yazarken not alarak yazıyoruz halen de öyle ya- zarım. Notları aldıktan sonra problem olmuyor bir oturuşta yazıyorum. Yeter ki yazı bir oturuşta bitecek uzunlukta olsun. Şimdi şimdi biraz daha özen mi gösteriyorum desem üzerine düşüyorum mu desem farklı bir moda mı girdik onu bilemiyorum ama halen notlarımı alıyorum. Liseden beri ikinci bir ya- zışım olmadı. Hepsi bir vuruşta çıkmıştır. Ama daktilomuz olmadığı için karalamalardan temi- ze çekerdik. Benim gibi bir Dostoyevski’yi biliyo- rum kafasının içinde tamamlanıyor, tamamlan- dıktan sonra yazıyor. Ama benim yakın arkadaş çevrem de olsun uzaktan kendilerinin nasıl yaz- dıklarını bildiklerimiz kafasının içinde not alarak yazmıyor. Mesela Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç, Alaeddin Özdenören ,Akif İnan, Nuri Pakdil bun- ların tamamı ve başka yazarlar ilhamla yazdıkla- rını söylüyor.
  • 30. .... Enderun Mektebi Deneme Fatma Özlem URGAN - AL/11B RAMİZ BABA Ramiz Baba, ya da meş- hur kapıcı Ramiz… Ramiz evli ve bir çocuk babası Huzur Apartmanı- nın tatlı dilli emektarıydı. Huzur apartmanına geldi- ğinde belki de daha çocuk sayılırdı. Ortaokuldan me- zun olduktan sonra eğitim hayatını sonlandırmış ve bu apartmanın temizlik işlerine bakmaya baş- lamıştı. Daha o günden tüm apartmanın sevgisi- ni kazanmış ve gözdesi olmuştu. Tüm hayatı bu- rada geçiyordu. İyi niyetli ve güler yüzlü birisi olarak apartman sakinlerinin adeta sağ kolu olmuştu. Yaşlı neslin Ramiz karde- şi, genç neslin Ramiz Babasıydı. Apartman sakin- leri, bakkal, market, manav ve mahalledeki herkes onu bir kapıcı gibi değil de aileden biri olarak gö- rüyordu. Herkes tarafından bu kadar sevilip kabul görülürken biri vardı ki Ramiz’den kaçıyor ondan utanıyordu. Ve çok acı ki bu Ramiz babanın can parçası asi oğlu Cem idi. Cem üniversiteye yeni başlamış, dik başlı; ailesini bir türlü kabul etmeyen gerçek bir egoistti. Cem babasının hatırına komşu- larının verdiği bursla özel üniversiteye başlamıştı. Ama ona göre bu okul sadece kendi başarısıydı. Her zaman olduğu gibi bu okulda da kendini farklı tanıtıp, ailesinin yurtdışında yaşadığını söyleyerek kendini zengin ve asilzade biri olduğunu belirtmiş- ti. Bu güne kadar hiçbir veli toplantısına ailesini çağırmamış hep bir bahaneyle atlatmıştı. Cem’in en yakın arkadaşı bile ailesi ile tanışmamıştı. Arka- daşları onu eve bırakmak istediklerinde arabayı en lüks semtlerde durdurup inerek oradan dolmuşla eve gelirdi. Arkadaşla- rının: ‘Senin arabanın markası ne, araban nere- de? gibi sorularına küçük yaşta yaptığı bir kazadan dolayı araba kullanama- dığını, arabasının garajda onu beklediğini belirtirdi. Lüks mekânlar, caddeler, havalı tipler onun haz al- dığı şeylerdi. Ramiz Baba yemez, iç- mez tüm kazandığı parayı oğluna verir, daha da ol- mazsa geceleri taksicilik yaparak ek gelir sağlardı. Bütün parasını oğluna vermesine ve onu bu kadar sevmesine rağmen oğ- lundan bir tebessüm dahi görmüyordu. Bu durum onu çok üzüyor, kendini içten içe yiyip bitiriyordu. Hatayı kendinde arayıp, eksik olan şeyi arar du- rurdu. Cem okula gittiği bir sabah tüm duvarlarda konser afişlerini gördü. Arkadaşlarının yanına gel- mesiyle konsere katılacakları kesinleşti. Bu konser için bilet parası, kıyafet masrafı ve gece kalacak- ları otel için yüklü bir miktar gerekiyordu. Bir an duraksasa da “Nasıl olsa bizim saftan alırım” diye düşündü Cem. Eve gelir gelmez annesine, kendisi için acil para lazım olduğunu evde ne kadar varsa annesinden vermesini istedi. Maaşın gününe de daha vardı. Evdeki para ancak iki yüz-üç yüz lira kadardı. Bu neye yetecekti ki? Bir anda sinirlen- di ve dudaklarından can yakıcı sözler dökülmeye başladı. Annesi sakinleştirmeye çalışsa da fayda 30
  • 31. .... Enderun Mektebi Deneme Fatma Özlem URGAN - AL/11B etmiyor, Cem sözlerine devam ediyordu. Kadıncağız; ancak bir köşede durup, elleriyle gözyaşlarını silebi- liyordu. Cem ise hiç durmadan hayata, babasına is- yan edip, nefret sözcükleri saçmaya devam etti. O, neden diğer arkadaşları gibi bir doktorun bir avukatın oğlu değildi. Bu sırada eve giren Ramiz Baba, olan- ları anlamaya çalışarak endişeli gözlerle eşine baktı. Ramiz’in geldiğini gören Cem, hızla kapıyı çarpıp evi terk etti. Eşi tükenmiş bir halde olanları Ramiz’e an- lattı. Ramiz Baba da kederinden evden çıkarak ken- dini sokağa attı. Oysaki o gün çok hasta olduğu için işi erken bırakıp dinlenmek için eve gelmişti; ama oğlu her şeyden değerliydi. Madem para lazımsa bu parayı bulmak Ramiz’in göreviydi. Taksiye çıktı, ne kazanırsa kardı. Taksiye ilerleyen saatlerde üç tane genç bindi. Biner binmez sigara kokusu tüm arabayı kaplamıştı. Konuşmalar, tavırlar fazlasıyla lakayttı. Ramiz Baba, dikiz aynadan göz ucuyla gençlere ba- kıp gidecekleri yeri öğrenerek yola koyuldu. Bir süre sonra gençlerden biri : “İleride bir arkadaş binecek yavaşlasana babalık!” diyene kadar konuşulan onca laftan hiçbiri derin bir üzüntüden dolayı Ramiz Baba- nın kulağına gitmemişti. Az sonra arabaya binenin kendi oğlu olduğunu fark edince üzüntüsü bir kat daha artarak büyük bir şaşkınlık yaşadı. Bilenmiş sözleri vardı bıçak kadar keskin bir ok kadar sivri; an- cak yine de kıyamadı biricik oğluna söyleyemedi hiç- birini. Ne kadar dünyalık kahır varsa hepsini intihar edercesine bir zehir gibi tek yudumda içti. Cem babasını tanımamış gibi yaparak arkadaşlarına uyum sağladı. Ramiz Baba, dikiz aynadan oğluna baktığında; Cem’in gözlerinde babasının gelirinden ve işinden utanan nefretli bakışları fark etti. Cem babasına ade- ta ölümcül bakışlar atarken Ramiz Babanın üzüntüsü bir ateş olmuş ihtiyar kalbine damla damla düşüyor- du. Kahırdan üzüntüden boğazı Sahra çölüne döner- ken bedeni ise terden sırılsıklam olmuştu. Sonunda varacakları yere gelmişlerdi. 31 Cem ve arkadaşları arabadan indikten sonra az ötede üstü başı perişan halde duran küçük kızı fark ettiler. Cem, zengin ve duyarlı edalarıyla kızın eline birkaç lira sıkıştırmak ve bunun sözünü ederek caka satmak amacıyla kıza yaklaşırken Ramiz Baba elem ve keder dolu gözlerle, doğduğu için mutluluktan kendinden geçtiği adına akika kurbanlar kestiği oğ- luna bakıyordu. Cem büyük bir gururla kıza birkaç on lira para uzattı; ancak kız dilenci olmadığını babasını beklediğini söyleyince şaşırdı. Kız, Cem’in kendisine yardım etme eyleminden aldığı cesaret karşısında gözyaşları içinde kalarak hayat hikâyesini kısacık da olsa anlatıverdi. -Abi, biz mutlu bir aileydik. Ta ki annem ölene kadar! Babam ömrünü ömrüne adadığı annemden sonra yı- kıldı, dağıldı! Annemden sonra birbirimize daha da bir düşkün hale gelmiştik; ancak babam bu kötülüğe düştükten sonra az görüşür ve konuşur olduk. Üzün- tüden her akşam buraya gelerek sürekli içer. Evimize sabaha karşı gelir, öğleye kadar yatar, sonra da işe diye çıkıp gider.
  • 32. .... Enderun Mektebi Deneme Fatma Özlem URGAN - AL/11B 32 Babam, benim ilk kahramanım. Ben onu her şeye rağmen çok seviyorum. Onu burada bekliyorum ki eve giderken başına bir şey gelmesin. Yolda aya- ğı takılıp düşmesin, eve güvenli bir şekilde gelsin. Babamın kokusunu özlüyorum, onu taşıma baha- nesiyle bana sarılıyor ben de özlemimi ve hasre- timi böyle gideriyorum O yüzden her gece babam evden çıkınca arkasından çıkıp onu takip ediyorum ve çıkana kadar da bekliyorum. Sonra birlikte baba kız eve gidiyoruz. Cem duydukları karşısında ezilerek bir kendisini bir de bu kızı düşündü. Bir yanda küçük kızın her şeye rağmen babasına olan sevgisi diğer yanda da kendine tüm imkânları sunan babasına karşı duyduğu öfke! Bu duygu karmaşasını yaşarken çevreden yükselen sesleri fark etti. Etraf kalabalık- laştı. Neler oluyordu acaba? Kafasını çevirdiğinde ileride elektrik trafosuna çarparak kaza yapan bir araç gördü. Bir an babasını düşündü ve “O, ola- maz herhalde!” dedi kendi kendine. İlk defa babası için endişelenmişti. Hızla oraya doğru koşmaya başladı. Kalbi yerinden çıkacaktı adeta. Büyük kalabalığı, bariyerleri aşa- rak taksinin içine doğru eğildi. O; kimselere anla- tamadığı, utandığı, akşama kadar apartmandaki dairelerin isteklerini yerine getirmek maksadıyla katları bilinmez kaç kez inip çıkan ve alın teriyle he- lal para kazanan babası cansız vaziyette direksiyon başındaydı. Ramiz Baba yoktu artık? Huzur apartmanının gü- len yüzü gitmişti? Hem de evladının asiliği uğruna! Ağlama krizine giren Cem; baba beni affet, beni bırakma diyebiliyordu. Belki babasından bir helallik bile alamayacaktı. Babasını ambulansa koyarlar- ken Cem de bindi yanına. Babasının ellerini avuç- larının arasına alıp öpe öpe af diliyordu. Bir anlı- ğına gözlerini açan Ramiz Baba her şeye rağmen oğluna son kez şefkatle bakabilmişti. Çünkü o bir babaydı ve babaların yongası kalın da olsa babalar şefkat pınarıydı!
  • 33. ........ Her gün yeni umutlarla belki de keşkelerle, Yeni hedeflerle, bembeyaz sayfalarla, Doğan güneşin tatlı umuduyla, Bir şeyleri değiştirmenin hevesiyle, Öğrenebilmenin mutluluğuyla, Okumanın verdiği heyecan ile. Atılan her adımdaki netliğin verdiği şevkle, etraftan gelen güvenle, Üzerimizde hissettiğimiz yük ile, Bize güvenenlerin varlıkları ile, Yeniden Başlıyoruz. Başlayabilmenin verdiği huzur ile… Enderun Mektebi Şiir Zeynep Aslı TANOĞLU - AL/9A YENİDEN BAŞLIYORUZ! 33
  • 34. .... Enderun Mektebi İnceleme Berat Enes ERTÜRK - AL/9A DİL VE EDEBİYAT HAKKINDA BAZI ÖĞÜTLER 1. Her gün, iyi bir eserden, yüksek sesle beş on sayfa oku. Bu sayede konuşma ve söz söyleme is- tidadın gelişir. 2. Rastladığın edebi, fikri, felsefi bazı güzel parçaları ezberle. Bu sayede hem kelime ve ifade hazinen zenginler, hem de hafızan kuvvetlenir. 3. Her şeyden evvel, ana dilini iyi konuşmayı ve iyi yazmayı öğren. İnsan için en faydalı olan kendi ana dilidir. Kişinin kıymeti, dilinin altında ve kelimenin ucunda gizlidir; onu söz ve yazı açığa vurur. Dilbil- gisi gaye değil vasıtadır; asıl olan fikir zenginliğidir. 4. Sözlerin ve yazıların kısa, açık ve manalı olsun. Çok konuşma; yerinde ve özlü konuş. Kıymet ve te- sir çok sözde değil, yerinde ve özlü sözdedir. 5. Dilini tut ve bil ki dil yarası bıçak yarasından daha vahimdir. 6. En yakın arkadaşlarına bile şakaların hoş, sözlerin tatlı ve tavırların zarif olsun. İnsanın kabası ısırgan köpek gibidir, herkes tarafından taşlanır. 7. İşinde ve sözünde doğruluktan ayrılma. Hak doğ- ruların yardımcısıdır. 8. Boşuna iddia ve inat etme; hakikati ara ve sev. Hakikat doğruların yardımcısıdır. 9. Bir mevzu hakkındaki bir eser veya bir yazı yaz- maya karar verdiğin zaman, önce bu mevzu üzerin- de evvelce yazılmış eserleri araştır ve oku ki yazıl- mış ve söylenmiş şeyleri tekrar edip ömrünü israf etmeyesin. 10. Daima çalış, çok oku, öğren; çünkü bilgili olan güçlü olur. Prof. Dr.Prof. Dr.Prof. Dr. Esad COŞANEsad COŞAN HocaefendiHocaefendi Esad COŞANEsad COŞANEsad COŞANEsad COŞAN HocaefendiHocaefendi 34
  • 35. .... Enderun Mektebi Araştırma Ahmet FIRTINA - AL/11A Ali İhsan ŞENCAN - AL/11A Türk Toplumunda Kadının Yeri ve Önemi Savaş ve kadın birbirinden uzak iki kelimedir ancak her ne kadar uzak iki kelime olsa da farklı bir yapı ola- rak Türk toplumunda kadınlar ge- rek yaşam şartları gerek siyasi ko- şullar hasebiyle savaşın içinde yer almışlardır. Bundan dolayı kadın ve savaş kelimelerini Türk toplu- munda bağdaştırmak zor değildir. Nitekim Türk milletine bakıldığın- da, pek çok örnekte kadının dahil olduğu işe olumlu katkısı olduğu görülmüştür. Türklerin savaşçı kim- liğinin önemi yadsınamayacak dü- zeydedir. Bilindiği üzere Türklerin ezelden beri var olan en büyük ye- tilerinden biri devlet kurma beceri- sidir. Türk tarihine baktığımızda bu süreç içerisinde kadın kahramanla- rın çokluğu dikkat çekmektedir. Türk kadınlarının hem siyasi hem de sosyal roller kazanmış olmasın- da dini, ekonomik ve kültürel kod- ların etkisi oldukça fazla olmuştur. Eş ve anne sıfatlarından beslenen kadın aile içerisindeki görevlerini başarıyla yerine getirmeye ve salt aile içerisinde değil toplumsal ze- minin refah düzeyini de artırmaya gayret etmiştir. Hane halkı içerisin- de kadının en önemli rolü ‘Annelik’ rolüdür. Baktığımız zaman anne evin birleştirici unsurudur. Ayrıca kadın millet istikbaline nesil yetiş- tirmesi bakımından büyük katkı sağlar. Erkekler savaş ve toplayıcı- lık faaliyetleri amacıyla haneden uzaklaştığı zaman aralığında evin erkeği olma vazifesi de kadına düş- müştür . Kadın o derece yüceltilme eğilimine gidilmiştir ki en değer ve- rilen alan olarak vatan kelimesiyle özdeşleştirilmiştir ve “anavatan” adlandırmasıyla taçlandırılmıştır. Türklerin toy geleneğinin netice- si olan yasa kavramına da dâhil edilerek “anayasa” olarak nitelen- dirilmesi de oldukça manidardır. Bu vazifeden aldığı gücün yansı- masına sosyal hayatta fazlasıyla rastlanmış ve sosyal hayat içinde birçok sorumluluk barındıran Türk kadını at binme, kılıç kuşanma gibi özellikleri ile erkek profiline ithaf edilen özellikleri üstlenmiştir. “Erkekleri büyütecek onlara ilk kelimeyi telaffuz ettirecek, ilk ter- biye-i vataniyeyi verecek kadın- lardır. Terbiye-i vataniye diyorum .Çünkü bir çocuk daha pek küçük iken daima ailesini, ocağını sevme- yi onu müdafaa etmeyi öğrenirse öğretilirse büyüdüğü zaman ayni hisle (…) vatanını milletini büyük bir muhabbet ve aşkla sevecektir”. Bu görevleri sebebiyle kadınlar hem kendilerini hem de toplumun diğer bireylerini yetiştirecek olan rehberlerdir. Eski Türklerde bir belgeyi sadece kağanın değil ha- tunun da imzalaması ve öyle kabul edilmesi gereği siyasi noktalarda da kadına söz hakkı sunulması ge- rektiğini açıkça beyan etmektedir. Cengiz Han’ın Börte Hatuna sarf ettiği “Ben bu halkın hakanıyım sen de benim hanımsın” sözleri Türk kadınına verilen değerin bir mottosu niteliğindedir. Görüldüğü üzere hem askeri ve hem de sosyal yönünü geliştiren kadın, birde siya- si haklar elde etmiş ve toplumda- ki konumunu perçinleyerek tarihe damgasını vurmuştur. 35
  • 36. .... Enderun Mektebi Hikaye Lamia Betül ÇAKIR - AL/11B ZULMÜN ZÜLFİKÂRI Dedem Zevta diye bilinir. Mah’ın oğlu Zevta yani Ay’ın oğlu de- mektir. Dedemin bazen “Zuta” diye anıldığı da olunur. Ama ba- bam Sabit ondan hep babam “Zevta” diye bahsederdi. Dedem Zevta, İran’ın fethi sırasında Ka- bil yöresinde oturuyormuş. İslam orduları Kabil’e girdiğinde Türk- ler ve Farslardan oluşan birlikler İslam ordularına karşı uzun süre direnmişler ve sonra Hz.Ömer’in başlattığı İran fethi Hz.Osman’ın takviye ordusuyla sona ermiş. Dedem ve Kabil halkı Müslüman olmadıkları için Kabil’i saran İs- lam ordularının toplu katliam yap- malarından korkuyorlarmış. Ney- se ki korktukları olmamış. İslam ordularının kontrolünde Kufe’ye yola çıkmışlar. Kölesi olarak veril- dikleri Müslüman aile yol boyun- ca dedeme İslam’ın yeryüzünde tek ve gerçek bir din olduğunu tüm ayrıntılarıyla anlatmış. Kalbi İslam’a ısınan dedem ve ailesi kelime-i şahadet getirerek Müs- lüman olmuşlar. Dedem Zevta, Kufe’ye geldiğinde Hz.Ali, vahşi- ce şehit edilen Hz.Osman’ın hi- lafet sancağını devralmış. Hz Ali ile görüşmeyi çok isteyen dedem onun küçük kubbeli, sekiz mer- mer sütunun taşıdığı makamına gitmiş ve Hz Ali ile görüşmüş. Çıkarken de Hz Ali “Ey Zevta, bundan sonra senin ailenden her kim olursa huzuruma almaktan memnuniyet duyacağım. Artık siz de Ehli Beyt’ten sayılırsınız. Beni ve Ehli Beyt’imi sevindireni Allah Teâlâ, her iki cihanda sevindire- cektir.” demiş. Daha sonra babam Sabit de Hz.Ali’nin huzuruna gitmiş. Ve Hz.Ali’nin “Çocukların hele ki on- lardan özellikle birisi Ehli Beyt’e yönelecek zulme ve işkenceye karşı ilmin ve ahlakın Zülfikar’ı olacaktır. Resulullah’ın kutlu ai- 36
  • 37. .... Enderun Mektebi Hikaye Lamia Betül ÇAKIR - AL/11B lesine düşmanlık edenlere karşı senin oğlun benim Zülfikar’ımın yerini tutacaktır.” Sözü üzerine sevincinden uçacak duruma gel- miş. Babam bana Hz.Ali’nin ruhunu teslim ettiğini anlattıktan son- ra “Oğlum, Hz.Ali’yi şehit eden melunlar bundan böyle gücü hep ellerinde tutacaklardır. Müca- delemiz zorlu olacak. Ben epey yaşlandım. Hz Ali’nin hayır ve bereket duası seninle olsun. O, Allah’ın Zülfikar’ıydı. Sen de Allah adına onun ve Ehli Beyt’in Zülfi- karısın. Çünkü onun duasıyla sen, Müslümanlara arız olan tüm hak- sızlık ve zulümlere karşı ilim ve kalem Zülfikar’ı olacaksın. Zalim- ler senden korkacak. Sen bana ve Müslümanlara Hz Ali’nin duasıyla bahşedilen, benim neslimden ge- len Zülfikarsın. Hadi oğlum Ehli Beyt yetimleri seni bekliyor.” Gençlik yıllarımda babamdan kalan kumaş dükkanında kumaş imalatı yapıyordum. İki yıl kadar Ehli Beyt’e olan muhabbet ve bağlılığımın artmasını sohbetle- rine katıldığım, on iki imamdan altıncısı olan Cafer-i Sadık sağla- mıştı. Katıldığım son sohbetinde beni kenara çekip “Oğlum, Zülfi- kar’ım, Muhammed (sav) ümme- tinin ve onun yetim Ehli Beyt’in umudu sen, ilmin ve irfanınla Ali evladının sığınağı olacaksın. Hz Peygamberin vasiyetinin takip- çisisin belki ben görmeyeceğim; ama Ehli Beyt’in daha önce ol- duğu gibi, bundan sonra da kan ve ateşle imtihan olacağınız o acı dolu günleri yaşayacaksınız. Senin şanında ve ününden ya- rarlanıp yanlarına çekmek için müstekbirler, her türlü hileye başvuracaklar. Sakın, onların şa- şalı mevki ve makam tekliflerine aldanma. Evladım, dökecekleri mazlumların kanlarını senin fet- valarınla aklama yoluna gidecek- ler. İslam’ın şeref ve haysiyetini siyasal iktidarları uğruna yerlerde süründürecekler. Her türlü ahlak- sızlığı senin keskin zekân ve derin hukuk bilginle meşrulaştırmak için ya seni önemli görevlere ge- tirerek kandırmayı deneyecekler ya da bu görevleri kabul etme- diğin takdirde, sana aynen Ehli Beyt’e ve mazlum Müslümanlara yaptıkları işkenceleri yapmaktan bir an bile tereddüt etmeyecek- ler. Aklını ve ruhunu bu zalimlere teslim etme.” Aklım ve ruhumla bu vasiyeti artık ölünceye kadar kılavuz edinecektim. Çevrem- deki en yakın üstatlardan ders alıyordum. Sonunda en mümtaz hocamı buldum Hammad b. Ebu Süleyman ve onun ilim halkasına katıldım. Dersler başlayana kadar ticaret hayatımı düzenlemek için arkadaşımla buluştuk. Yağmurlu bir gün olduğundan ıslanmamak için bir çayhaneye oturduk. Et- rafıma benimle konuşmak için insanlar gelip gidiyordu o sırada uzaktan bana doğru gelen bir ka- dın gördüm. Kadın yanıma gelip konuştuğunda gözler, kalplerden aldıkları mektupları saniyeler için- de yazıp birbirine gönderiyordu. Kalpten kalbe bir yol kurulmuştu bir anda… Her ne kadar benim gönlüm Fatma Hatun’a düşmüş olsa da hocam Hammad benim Rabia ile evlenmemi istiyordu. Tam on sekiz yılımı Hammad’ın ilim halkasında geçirdim. Hakkın rahmetine kavuşuncaya kadar da ondan ayrılmayı düşünmü- yordum. Son günlerde ders ve- rirken zorlanıyor, sık sık yerine beni vekil bırakıyordu. Üzerimdeki hakkını helal ettirmek için Rabia ile evlenmiştim. Halkaya onun yerine vekâlet ederken o gün öğ- reteceklerimi her gün Hammad’a sunuyordum. Yine bir gün öğre- teceklerimi ona sunmaya gittim. Kapıda beni eşi karşıladı ve çok üzgün görünüyordu. Ağzını bıçak açmıyordu. İçeriye girdiğimde Hammad’ı yatağına uzanmış buldum. Eliyle işaret edip yata- ğının kenarına oturmamı istedi. Ölmeden önce bana bir kaç va- siyette bulundu ve son olarak da Rabia’yı ömrümün sonuna kadar bırakmamamı istedi. Kalbimdeki aşk yarası bir kez daha kanamaya başlamıştı. Emevilerin bana düşmanlık etme- lerinin birçok sebebi vardı bunlar- dan birisi de; rüşvet olarak bana sundukları iktidarın nimetlerini kesin olarak reddetmemdi. İnan- dığım yoldan, doğru bildiğimden asla taviz veremezdim. Hakikat, 37
  • 38. .... Enderun Mektebi Deneme Lamia Betül ÇAKIR - AL/11B güneş gibi parlaktı, balçıkla sıva- namazdı. Ben hakikat aşığıydım. O yüzden hakikat neredeyse ben oradaydım. Kufe’nin valisi olan İbn Hübeyre mührü yani tüm yetkileri bana vermek için huzu- runa çağırmıştı. Gittiğimde “Sen boynunu vurmak için bir adamın ölüm fermanını yazacaksın ben de onu imzalayacağım öyle mi?” diyerek verdiği bu görevi de ka- bul etmemiştim. Bunun üzerine çok sinirlenerek beni hapisha- neye kapattırmıştı. Gördüğüm işkence ve eziyetler canımı yak- mıyordu. Bedenim acı çekiyordu ama ruhumdaki sevgi bu acılara dayanmamı sağlıyordu. Hep iş- kence etmek için gelenlerden Abdülkadir adında genç yine yanıma doğru geliyordu. Ama bu seferki gelişinde bir tuhaflık var- dı. Yalnızdı ve içeri girerken de diğer görevlilerden çekiniyordu. İçeri girdiği zaman “ Bu zamana kadar huzuruna işkence yapmak için gelmiş olmaktan ar duyuyo- rum. Zalimlerle iş birliği yapmayı yüreğim, insanlığım daha fazla izin vermedi. Dualarım senin beni affetmen ve buradan sağ salim kurtulman içindir. Senin buradan kurtulman için elimden ne gelirse yapacağım.” dedi ve bu hücre ile koridordaki kapının anahtarını bı- raktı.. Gecenin karanlığı çökünce ve işkenceleri biten gardiyanla- rın da uyuduklarına emin olduk- tan sonra Abdülkadir’in verdiği anahtarla kapıları açarak dışarıya çıktım. Etrafa, Abdülkadir’e ve getireceği ata bakıyordum. Biraz bekledikten sonra Abdülkadir ya- nında bir at ile geldi. Abdülkadir’e Fatma Hatun için yazdığım mek- tubu verdikten sonra atla hızlıca oradan uzaklaştım. Mekke’ye geleli tam altı yıl olmuş burada da ilim halkaları oluştur- muştum. Fakat hala Fatma Ha- mıyordu. Bedenim acı çekiyordumıyordu. Bedenim acı çekiyordu ama ruhumdaki sevgi bu acılaraama ruhumdaki sevgi bu acılara kurtulman için elimden ne gelirsekurtulman için elimden ne gelirse yapacağım.” dedi ve bu hücre ileyapacağım.” dedi ve bu hücre ile burada da ilim halkaları oluştur-burada da ilim halkaları oluştur- muştum. Fakat hala Fatma Ha-muştum. Fakat hala Fatma Ha- 38
  • 39. .... Enderun Mektebi Deneme Lamia Betül ÇAKIR - AL/11B tun’dan ve Abdülkadir’den bir ses yoktu. Acaba mektubu ulaştıra- madı mı ya da başına bir şey mi geldi, diye merak ediyordum. Bir gün karşılaştığım dilenci kadını yine Fatma Hatun sanmış ve bir süre konuşmuştuk. Konuşması, bakışları, tavırları ona benziyordu fakat onun dilenci bir kadın ola- mayacağını düşünerek oradan uzaklaşmıştım. Geçen sürenin ar- dından hac vazifesini yapmak için Mekke’ye gelmiş olan Ebu Ömer ile görüştüm. Ve onun anlattıkla- rına göre benim gitmemden son- ra Abdülkadir’i benim gitmeme yardım ettiği için öldürmüşler ve cebinden çıkan Fatma Hatun’a yazdığım mektubu değiştire- rek benim adıma değiştirdikleri mektubu yollamışlar. Ebu Ömer yolladıkları sahte mektubu bana okuttu. Yakın bir zamanda Fatma Hatun’un Mekke’ye geldiğinden bahsetti. Ve aslında çok ben- zettiğim karşıma çıkan o dilenci kadının Fatma Hatun olduğunu söyledi. Emevilerin saltanatı yıkılmış, Ab- basiler nihayet iktidarı ellerine geçirmişlerdi. Ben de Kufe’ye yeniden dönecektim. Abbasiler iktidarı sağlama alınca önceki iktidarın yöntemine başvurmuş- lar, zulümlere dur diyen ulemayı öldürmeye başlamışlardı. Zaman geçtikçe vaatlerinin bu şekilde tersini yapmaya Emeviler’i bile mumla aratmaya başlamışlar- dı. Siyasi tartışmalar, kavgalar biteceğe benzemiyordu. Ama önce evime gitmem gerekiyor- du. Evime gittiğim zaman bekle- diğimden daha temiz ve düzenli buldum. Evi bu hale Rabia’nın ge- tirdiğini düşündüm öncelikle ama sonra onun benim Kufe’den ayrıl- mamla birlikte babasının yanına gittiğini hatırladım. Komşularıma sorduğumda ise arada bir evime gelerek temizleyen kişinin Fatma Hatun olduğunu söylediler. Bir gün evimde Fatma Hatunun evimi temizlemeye gelmesini umarak beklediğimde kapı çaldı. Ve gelen oydu. İçeri girdikten sonra uzun süre konuştuk. Bana yolladığım mektubu sordu önce- likle sonra Emeviler’in saltanatı- nın yıkılmasıyla babasının şehri terk ettiğini, babasının sıkı bir Emevi taraftarı olduğunu ve ken- disini de evlatlıktan reddettiğini söyledi. Artık aramızda hiçbir en- gel kalmadığı için Fatma Hatun’la nikâh hazırlıklarımıza başlamıştık, ama Halife Mansur yakamı bırak- mıyor ve bana Emevi’lerin teklif ettiği gibi görev teklif ediyordu. Emevi zulmüne karşı Ehli Beyt’in Zülfikar’ı idim, şimdi de Abbasi zulmüne karşı Zülfikar olmaya kararlıydım. Fakat görevi kabul etmediğim için çok öfkelenen Mansur beni Bağdat hapishane- sine yollamıştı. Burada da her şey aynıydı. Acımasız gardiyanlar, el- leri keskin kılıç tutan gardiyanlar, nöbetçiler… Yalnız farklı olan tek şey vardı o da ölüm kokusu, bu hapishanenin tüm duvarlarına ölüm sirayet etmişti. Allah en iyisini bilir ya buradan ölüm çıka- cağa benziyordu. Yaşım iyice iler- lemişti. Kufe’deki işkencelere da- yanabilmiştim ama buradakilere dayanabileceğimi sanmıyordum. Ben bu düşünceler içerisindey- ken dışarıdan sesler geliyordu. Hücremin dar penceresinden dı- şarıya baktığımda Fatma Hatunu ve onu tutan askerleri gördüm. Fatma Hatun içeriye girmek isti- yordu, buna izin vermeyen asker- lerse onu dövdüler. Hapishanedeki acı ve zulüm dolu hayatımı yaşarken bir gün Fatma Hatun geldi. Mansur’un onun gelmesine nasıl izin verdiğini dü- şünerek bir yandan korkuyor bir yandan da ölümümün yaklaştığı- nı hissediyordum. Fatma Hatunu bu son görüşümdü. Fatma Hatun gittikten sonra Mansur beni ya- nına çağırttı. Beni gören Mansur asık suratıyla bana baktıktan son- ra görevliyi çağırıp sevik getirme- sini istedi. Ve içmemi emretti. Sevik zehirliydi, bunun farkınday- dım. Askerlerine zorla içirmelerini emrettikten sonra uzatılan kâseyi alıp içtim. Zehir vücuduma yayı- lırken Mansur “Hey, Ebu Hanife nereye gidiyorsun?” dedi. “Nereye olacak, senin gönder- mek istediğin yere gidiyorum. Sen saltanatınla kal bu dünya da, gözünü zulümler doyursun! Fani saltanatınla avun dur, ben asıl saltanat sahibi olan Allah’ımın yanına gidiyorum.” 39