SlideShare a Scribd company logo
1 of 56
Dewey, 1859-1952 yılları arasında
yaşamış olan ve aletçilik olarak bilinen
felsefe akımının kurucusu ünlü ABD'li
filozof ve eğitim kuramcısı,Charles
Sanders Peirce ve William James'ın
görüşlerinin bir sentezini yapmış olan
Dewey, pragmatizmi, mantıksal ve ahlaki
bir analiz kuramı olarak geliştirmiştir.

 John
Dewey 20. yüzyılın ilk yarısının en
önemli ABD'li filozofu olarak tanınır.
1859’da Burlington, Vermont’ta dünyaya
gelmiştir. Kısa bir öğretmenlik kariyerinin
ardından felsefe alanında doktora yapmış
ve 1889’dan sonra Michigan
Üniversitesi’nde felsefe bölümünün
başkanlığını üstlenmiştir.

 John
 Daha

sonraları Chicago Üniversitesi'ndeki
görevi esnasında kamu eğitimiyle aktif
olarak ilgilenmeye başlamış ve burada
1896-1904 yılları arasında, çocuk eğitimi
üzerindeki gözlemlerini derinleştirdiği
meşhur “laboratuar okul”u kurmuştur.
Akademik kariyerinin geriye kalan uzun
bölümünde Columbia Üniversitesi’nde
profesör olarak çalışmıştır.


Dewey’in demokratik idealini ve bu ideale
ulaşmakta eğitime biçtiği rolü iyi
anlayabilmek için onun içinde yaşadığı
dönemi kaba hatlarıyla tarif etmek gerekir.
Dewey bir kriz, belirsizlik ve imkânlar
çağının filozofuydu.
 Dewey’in

Amerikası’nda, 1890’larda Chicago halkının
yaklaşık yüzde yirmisi evsizdi; her dört
kişiden biri işsizdi; hastalıklar kol geziyordu ve
sağlık hizmetleri nüfusun büyük bir kesimine
ulaşmıyordu. Toplumsal ihtilaflar her yerdeydi:
Bugün görülmemiş ölçülerde şiddet içeren
grevler yaygındı; toplumun zengin ve yoksul
katmanları arasında derin bir uçurum vardı;
siyasi partiler güç sahiplerinin elindeydi ve
yerel yönetimler yolsuzluk batağına
saplanmıştı.
 Kargaşanın

hakim olduğu bu ortama her
gün, yalnızca kendi dilini konuşan yeni
göçmenler ekleniyordu.
İngilizce Chicago’da henüz yaygın bir dil
değildi ve her dört kişiden yalnızca birinin
ebeveynleri Amerika’da doğmuştu.


Fakat bu kriz ve belirsizlik ortamı Dewey
ideallerinin gerçekleşebileceği imkânlar da
içeriyordu. 19. yüzyılın sonlarından
bakıldığında, otuz-kırk yıl sonrasının Amerikası’nın
halkın toplumsal yaşam ve siyasete katılımı
anlamında hangi yönde evrimleşeceği belirsiz
görünüyordu. Noam Chomsky, eğitim ve
demokrasi hakkındaki bir konuşmasında John
Dewey’i klasik liberalizmin özgürlükçü
değerlerinden beslenen ve erken eğitimde
gerçekleştirilecek reformların toplumsal değişim
için büyük imkânlar sağlayacağına inanan bir
düşünür olarak tanıtır.


Dewey bir kriz, belirsizlik ve imkânlar çağının filozofuydu.
Fakat bu kriz ve belirsizlik ortamı Dewey ideallerinin
gerçekleşebileceği imkânlar da içeriyordu. Ücretli ve
mekanik iş düzeni işçi sınıfı tarafından tümüyle kabul
gören bir norm haline gelmemişti; işçi sınıfı henüz
tüketim toplumunun ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde
örgütlenmemişti; yüksek siyaset büyük şirketlerin
tekelinde olsa bile halk yığınlarının bunun dışında
tutulması gerektiği bugün olduğu gibi meşru bir bakış
açısı haline gelmemişti. 19. yüzyılın sonlarından
bakıldığında, otuz-kırk yıl sonrasının Amerikası’nın halkın
toplumsal yaşam ve siyasete katılımı anlamında hangi
yönde evrimleşeceği belirsiz görünüyordu.


Noam Chomsky, eğitim ve demokrasi hakkındaki
bir konuşmasında John Dewey’i klasik liberalizmin
özgürlükçü değerlerinden beslenen ve erken
eğitimde gerçekleştirilecek reformların toplumsal
değişim için büyük imkânlar sağlayacağına inanan
bir düşünür olarak tanıtır. Dewey’e göre “üretimin
nihai hedefi meta üretimi değil, birbirleriyle eşitlik
temelinde ilşikilenen özgür insanların üretimi
olmalıdır”. “Eğitim bir vazoyu suyla doldurmak
değil, bir çiçeğe kendi tarzında büyüyebilmesi için
yardımcı olmaktır.”


Chomsky’e göre, Dewey’in savunduğu özgürlükçü
değerler, içinde yaşadığı erken 20. yüzyılın
yükselen değer ve yapılarıyla uzlaşmaz bir çelişki
taşımaktadır. Bir tarafta Leninist ve Stalinst komuta
ekonomileri, diğer tarafta, ABD ve Batı’da inşa
edilmekte olan devletçi kapitalist endüstriyel
ekonomiler, her ikisi de köklü otoriter değerleri
savunmakta, bireylerden itaat talep etmekte, eşitlik
temelinde dayanışmacı insani ilişkileri değil, vahşi
ve rekabetçi, tahakküm arayışındaki ilişkileri
desteklemektedir.
 20.

yüzyılda gelişen egemen siyaset ve
yönetim teorilerine göre halk, Walter
Lipmann’ın sözcükleriyle “sorumlu insanların
vahşi bir sürünün gürültü patırtısından azad
olabileceği” bir konumda yer almalıdır; bir
demokraside “bilgisiz ve başkasının işine
burnunu sokanların, yani dışarıdakilerin bir
işlevi vardır.” Onların işlevi “eylemin meraklı
bir izleyicisi olmaktır, fakat katılımcısı değil”.
 20.

yüzyılda devletler, şirketler, politik
sistem, medya ve okullar bu arzu ve
öngörüyü gerçekleştirecek şekilde
yapılanmıştır. Dewey’e göre ise “siyaset
büyük şirketlerin toplum üzerindeki bir
gölgesidir” ve bu böyle olduğu müddetçe
“gölgenin zayıflaması maddenin kendisinin
değiştiği anlamına gelmeyecektir”. Yani
reformların faydası çok sınırlıdır.


Dewey 1920’lerde şunları ifade etmektedir:
“Günümüzde iktidar üretim araçlarının, malların
mübadelesinin, reklamcılığın, taşımacılığın ve
iletişimin kontrolündedir.
Bankacılığı, arazileri, sanayii özel denetim altında
tutan, bu denetimi basın, basın kuruluşları ve diğer
reklam ve propaganda araçları üzerindeki
komutaları ile güçlendiren özel kâr amaçlı
işletmeler varoldukça, yani, gerçek iktidar
sistemi, baskı ve kontrolün gerçek kaynağı yerli
yerinde durduğu müddetçe, demokrasi ve
özgürlükden sözedilemez.”
 Serbest

ve demokratik bir toplumda işçiler
kendi kendilerinin efendisi olmalıdırlar. O
halde “çocukları özgür ve zekice
çalışamayacakları, sadece verilen iş
uğruna çalışacakları şekilde eğitmek dar
görüşlü ve gayrı ahlaki bir yaklaşımdır”.


Dewey’in demokratik idealini, yüksek siyaset
çerçevesinde tanımlanmış bir demokratik toplum
tasarımından kesin bir şekilde ayırt etmek gerekir.
Dewey’e göre demokratik toplumun temel kriteri bireyin
kendi yaratıcı potansiyelini toplumsal yaşama gönüllü
katılımı suretiyle ve toplumun iyiliği için çalışarak açığa
çıkarabilmesidir. İnsan doğasının yaratıcı potansiyeline
ve bireyde tesis edilmesi gereken katılımcı bir
karaktere dayalı, aşağıdan yukarıya bir demokrasi
ideali söz konusudur. İnsanın bireysel-psikolojik
temelinden hareketle geliştirilen bu ideal bireyi
toplumun iyiliği adına toplumsal bir çalışmaya davet
etmek suretiyle birey ve toplum arasında bir denge
arayışındadır.


Dewey’in eğitim reformuna olan ilgisi ABD ile sınırlı
kalmamıştır. 1920’lerde
Çin, Meksika, Japonya, Türkiye ve Rusya gibi
modernleşen ve eğitim altyapılarını oluşturmaya
çalışan ülkeleri ziyaret etmiş ve reform çabalarına
destek vermiştir. Dewey 1924 yazında, iki ay gibi
sınırlı bir zaman aralığında Atatürk’ün davetiyle
Türkiye’ye gelmiştir. Bu ziyaretin hemen ardından
yazdığı rapor on beş sene boyunca, 1939’a kadar
Türkçe’de yayımlanmamış ve İngilizce orijinali
ölümünün ardından, toplu çalışmalarının
yayımlanması esnasında gün yüzüne çıkmıştır.


Dewey’in İstanbul, İzmir, Bursa ve
Ankara’da, okulların kapalı olduğu yaz aylarında
yaptığı incelemelerin sonucunda Türkiye’nin
eğitimde reform çabalarına sıcak
yaklaştığı, Ankara’da mahrumiyet koşulları altında
altyapısı kurulan cumhuriyet idealinden etkilendiği
ve bu ideale sempatiyle baktığı görülmektedir.
Yazdığı raporda, Türkiye’yi eğitimde “aşırı
merkezileşme” çabalarına karşı uyardığı, maarif
vekaletini “çeşitliliğin” esas alınması yönünde
uyardığı dikkati çekmektedir. Ayrıca, köy enstitüleri
fikri konusunda da Dewey’in esin verici olduğu
ifade edilmektedir.


Dewey, Batı felsefesini 17. yüzyıldan beri etkisi
altına alan zihin ve dünya, düşünce ve eylem
ikiliğine karşıt bir bilgi felsefesi geliştirmeye
çalışmıştır. Dewey’e göre düşünce insan
yaşamının devamına ve insanın refahına hizmet
edecek şekilde evrimleşmiş bir fonksiyondur.
Düşüncenin bilgiye dönüşebilmesi için eylemle
sınanması gerekir. Dewey’e göre çocuklar formel
eğitimlerine başladıklarında dört “doğuştan itici
kuvveti” (native impulse) birlikte getirirler.
Bunlar, iletişim (communication), inşa etme
(construction), sorgulama (inquiry) ve ifade etme
(fine articulation) güdüleridir.
 Bu

güdüler “üzerine hiç yatırım yapılmamış
olan doğal sermayelerdir”. Çocuk ayrıca ev
yaşantısından edindiği ilgi ve aktiviteleri de
birlikte getirir ki bunların tümü birlikte
öğretmenin değerli sonuçlar üretmek üzere
işleyeceği hammaddeyi oluşturur.
Deweyci pedagoji öğretmenleri müfredat
konularının tümünü “deneyim içine
yerleştirmek” gibi çetin bir göreve çağırır.
 Zira

müfredat konularının tümü, tıpkı tüm
insan bilgisi gibi insan deneyimi
sonucunda, belirli problemleri çözebilmek
çabası içinde öğrenilmiş olan
şeylerdir, fakat daha sonraları bu
bağlamından soyutlanarak müfredata
yerleştirilmişlerdir. Dewey eğitim
hakkındaki görüşlerini 1897’de yayınlanan
“Pedagojik Amentüm” adındaki
bildirgesinde özetlemektedir.
 Eğitim

bireyin, soyumuzun toplumsal bilincine
katılımıyla ilerler. Bu süreç doğumla birlikte
bilinçdışı bir şekilde başlar, bireyin güçlerini
sürekli şekillendirir, bilincini doyurur, huylarını
oluşturur, düşüncelerini eğitir, duygu ve
hislerini harekete geçirir. Bu bilinçdışı eğitim
yoluyla birey, aşama aşama, insanlığın
biraraya getirmeyi başardığı entelektüel ve
ahlaki kaynakları paylaşmaya başlar.
Medeniyetin bir mirasçısı ve sermayesine
dönüşür.
 Dünyadaki

en formel ve teknik eğitim dahi bu
genel süreçten ayrışamaz. Yalnızca bunu
organize edebilir veya bunu farklı bir yöne
çevirebilir. Tek gerçek eğitim çocuğun
güçlerinin, içinde bulunduğu toplumsal
kurumların talepleri tarafından harekete
geçirilmesiyle birlikte gelir. Bu talepler
sayesinde birey bir bütünlüğün parçası olarak
davranmaya teşvik edilir, kendisini içinde
bulunduğu grubun iyiliği açısından
değerlendirir.


Kendi eylemlerinin toplumsal anlamını başkalarının
buna verdiği tepkiyle keşfeder. Bu eğitim sürecinin
psikolojik ve sosyolojik yönleri vardır; bunlardan
hiçbiri birbirine karşı üstün değildir. Psikolojik olan
temeldir. Çocuğun kendi güdüsel güçleri eğitime
başlangıç noktası sağlar. Çocuğun kendi inisiyatifi
doğrultusunda sürdürdüğü aktiviteyle buluşmayan
bir eğitim dışarıdan bir baskıya dönüşür. Bireyin
psikolojik yapı ve aktivitelerini kavramayan bir
eğitim gelişigüzel ve keyfidir. Çocuğun
aktiviteleriyle tesadüfen buluşursa bir sıçrama
noktası yakalar, aksi halde ihtilaf ve parçalanma
yaratır.
 Toplumsal

koşullara, medeniyetin mevcut
durumuna dair bilgi çocuğun güçlerinin uygun
şekilde yorumlanması için gereklidir. Onları
toplumsal eşdeğerlerine tercüme etmediğimiz
müddetçe çocuğun içgüdülerinin ne olduğunu
bilemeyiz. Bir gücün gerçekten ne olduğunu
anlamak için onun
amacının, kullanımının, veya işlevinin ne
olduğunu bilmeliyiz. Bu nedenle, bireyi aktif
toplumsal ilişkilerin dışında kavrayamayız.
 Özetle,

eğer toplumsal faktörü çocuktan
bertaraf edecek olursak bir soyutlamayla
başbaşa kalmış oluruz; bireyi toplumdan
bertaraf edecek olursak yaşamayan bir
yığınla başbaşa kalırız. O halde eğitim
çocuğun kapasitelerine, ilgilerine, ve
huylarına dair psikolojik bir kavrayışla
başlamalı; her aşamada bu değerlendirmeler
referans alınarak kontrol edilmeli; bu güç, ilgi
ve huylar sürekli yorumlanmalı, toplumsal
eşdeğerlerine tercüme edilmelidir.
 Okul

çok basit olarak cemaatin, çocuğu
soyumuzun miras aldığı kaynakları
paylaşabilmesi ve kendi güçlerini
toplumsal amaçlar için kullanabilmesi için
en etkili olacak araçları bir araya getirecek
şekilde düzenlenmiş bir biçimidir. Eğitim bir
yaşam biçimidir, gelecek için hazırlık
değildir. Okul, çocuk açısından yaşamsal
olan mevcut hayatı temsil etmelidir.
 Okul

mevcut toplumsal yaşamı
basitleştiren, onu embriyonik bir biçime
indirgeyen bir model olmalıdır. Çünkü
yaşamın kendisi çocuğun içinde kendi
güçlerinin parçalanmasına neden olacak
derecede karmaşıktır. Bir cemaat yaşamı
olarak okul ev yaşamını temel alarak
başlamalıdır. Çocuğa çeşitli aktiviteleri
göstermeli, çocuk bunların anlamını kendi
rolünü oynayarak öğrenmelidir.
 Mevcut

sistemin en büyük sorunu okulu bir
cemaat yaşamı olarak değil, bilgi
verilecek, ders öğrenilecek, alışkanlık tesis
edilecek bir mekân olarak görmesidir. En iyi
ahlaki eğitim bir kişinin başkalarıyla bir iş ve
düşünce bütünlüğü içinde uygun ilişkilere
girmesiyle sağlanabilir. Mevcut eğitim
sistemleri bu birliği bozdukları için gerçek
ahlaki eğitimi güçleştirirler. Öğretmen de
cemaatin bir parçası olmalıdır.
 Görevi

belirli düşünceleri empoze etmek
değildir, cemaatin bir üyesi olarak çocuğu
etkileyecek etkileri seçmek ve ona bu
etkilere uygun yanıtlar üretmek konusunda
yardımcı olmaktır. Disiplin okul
yaşamından
kaynaklanmalıdır, öğretmenden değil.
 Çocuğun

toplumsal yaşamı odak noktasıdır.
Çocuğun aniden okuma, yazma, coğrafya, vb.
birbirinden ayrı konularla karşı karşıya
bırakılması, çocuğun doğasını ihlal
etmekte, iyi etik sonuçlar elde edilmesini
güçleştirmektedir. Demek ki eğitimin odak
noktası, fen, edebiyat, tarih, coğrafya
değil, çocuğun kendi toplumsal aktivitesi
olmalıdır. Edebiyat toplumsal deneyimin bir
ifadesidir, bu deneyimi takip etmelidir.
 Tarih,

toplumsal yaşamın safhalarını ve
büyümeyi anlattığı müddetçe eğitsel bir
değere sahiptir. İnsanın toplumsal yaşamının
ve ilerlemenin bir kaydı olarak kabul edilmesi
halinde anlamlı hale gelir. İfadeye
dayalı, yapıcı aktiviteler (pişirme, dikiş, el işi
vs.) merkeze alınmalıdır. Bunlar bir
hobi, serbest zaman etkinliği olarak
düşünülmemelidir. Daha formel konular bu
aktiviteler aracılığıyla sunulmalıdır.
 Fen,

gerçekte mevcut deneyimleri yorumlama
ve kontrol etme becerisi sağladığı için
değerlidir. Yeni bir konu olarak değil, geçmiş
deneyimle ilişkili olarak sunulmalıdır. O halde
ideal okul müfredatında bir dizi ders
olmamalıdır. Eğer eğitim bir yaşamsa, her
yaşam bilimsel, sanatsal ve kültürel
veçhelere, ve iletişim vechesine sahiptir.
Eğitim deneyimin durmaksızın devam eden
bir inşaası olarak görülmelidir, eğitim süreci
ve eğitimin amacı bir ve aynı şeydir.
 Bireyin

aktif yönü pasif yönünü önceler. İfade
bilinçli izlenimden önce gelir, kassal gelişim
duyusal gelişimi önceler. Çocuk pasif alıcı
konuma itildiğinde aslında kendi doğasını
izlemesine izin verilmemektedir.
İmge, öğrenimin en büyük aracıdır. Öğretmek
için harcanan zamanın neredeyse tamamı
çocuk doğru imgeyi oluşturabiliyor mu
sorusunun cevabını araştırmaya harcansa
ders vermek çok daha başarılı hale gelir.


İlgi, büyüyen gücün işaret ve semptomlarıdır.
Yükselen kapasitelere işaret eder. Ancak ilginin
dikkatli ve empatik bir gözlemlemesi sonucunda
yetişkin çocuğun yaşamına girebilir ve onun neye
hazır olduğunu görebilir. Duygular eylemlerin
refleksidir. Duygular karşı geldikleri aktivitelerden
bağımsız düşünülemezler. Mevcut
eğitim, ölü, sıkıcı, formel ve rutin olmasının yanı
sıra aşırı duygusallık belasınca da tehdit
edilmektedir. Bu aşırı duygusallığın, duyguları
eylemden koparmanın bir sonucu olduğunu
düşünüyorum.
 Eğitim

toplumsal ilerleme ve reformun temel
yöntemidir. Kanunlara, cezalara veya mekanik
ve dışsal düzenlemelere dayalı reformlar
nafiledir. Eğitim toplumsal bilinci paylaşma
sürecinin regüle edilmesidir; ve bireysel
aktivitenin toplumsal bilinç temelinde
ayarlanması toplumsal yeniden inşaa için tek
güvenli yöntemdir. Bu kavrayışın hem bireyci
hem de toplumcu ideallere saygısı vardır.
 İdeal

bir okulda bireyci ve kurumsal
idealler uzlaşmalıdır. Kanun ve
ceza, toplumsal ajitasyon ve tartışma ile
toplum kendisini ancak gelişigüzel ve
rastgele düzenleyebilir. Oysa eğitim ile
toplum amaçlarını formüle edebilir, kendi
araç ve kaynaklarını organize
edebilir, kendisini gitmek istediği yöne
doğru biçimlendirir.
 Bir

okulun ahlaki ve politik gündemi, o
okulda çocuğun karakterinin ne şekilde
biçimlendirildiği bir tür “gizli müfredat”
olarak da adlandırılır. Dewey açısından
eğitim teori ve pratiğinin bu veçhesi son
derece açıktır. “Belirli bir karakterin
oluşumu doğru bir yaşam biçiminin tek
hakiki temelidir” ve “doğru bir yaşam”
demokratik pratiklerle özdeştir.


Bireyler kendilerine has yetenekleri toplumun iyiliği
yönünde kullanarak kendi kendilerini gerçekleştirirler
ve bu nedenle, demokratik bir toplumda eğitimin en
hassas görevi çocuğun kendi kendisini
gerçekleştirebileceği karakteri, huyları ve erdemleri
geliştirmesine yardım etmek olmalıdır. Dewey’in bir
eğitim reformcusu olarak amacı Amerikan okullarını
Amerikan toplumunun radikal anlamda
demokratikleştirilmesinin bir aracına dönüştürmektir.
Eğer okullar toplumsal yeniden üretimin değil de
toplumsal reformun bir eyleyicisi olacaklarsa, bunların
tam anlamıyla yeniden kurulması gerekmektedir.
eğitimin ruhu, malzemesi ve
yönteminin farklı tipteki cemaat yaşantıları
içinde nasıl değiştiği sorusundan hareket
eder. Eğitimin bir grup içerisinde baskın olan
yaşam kalitesine bağlı olarak değişeceğini
söyler. O halde eğitim toplumsal reformun bir
aracı olduğu kadar, toplumun bir aynasıdır da.
“Demokrasi ve Eğitim” adlı klasik eserinin 7.
Bölümü’nde eğitim ve demokrasi mefhumunu
bu çerçevede inceler.

 Dewey,
 Bir

toplumsal yaşam biçiminin değerine ve
kalitesine dair burada iki temel kriter sunar:
Bilinçli olarak paylaşılan ilgiler ne kadar
çeşitlidir; ve diğer toplumsal birimlerle
karşılıklı ilişkiler ne kadar zengin ve
özgürcedir? Bu iki zenginlik ve çeşitliliğin
doğrudan demokrasiye işeret ettiğini
belirtir. Bu iki özellik demokratik toplumu
tanımlayan unsurlardır.


Karşılıklı insani münasebetlerin ve paylaşılan ilgi
ve tecrübelerin zengin olduğu toplumlar
(demokratik toplum), keskin sınıflara ayrılarak
katmanlaşmış toplumların aksine, enetelektüel
imkânların herkes için hakkaniyetli bir şekilde
erişilebilir olmasını arzulayacaktır. Sınıflı bir
toplumun sadece yönetici sınıfların eğitimine
ihtiyacı vardır; geçişken (mobile), çok sayıda
değişim kanalları içeren toplumlar bireylerinin
kişisel inisiyatif ve uyum yeteneklerinin gelişeceği
şekilde eğitilmelerini isteyecektir.
 Eğitim

toplumsal bir süreç olduğu için ve çok
çeşitli toplum biçimleri varolduğundan, eğitim
eleştirisi ve eğitimin yapılandırılması
hakkındaki kriterler muayyen bir toplumsal
ideale işaret eder. Bir toplumsal düzenin
değerini ölçmek üzere önerilen iki kriter
dikkate alındığında, özgür ilişkilerin ve
deneyimin paylaşılmasının önüne içsel ve
dışsal engeller getiren toplumlar arzu
edilmeyen toplumlardır.
 Üyelerinin

toplumun iyiliğine eşitlik temelinde
katılımını destekleyen, farklı ilişki biçimlerinin
etkileşimi yoluyla kurumlarının esnekçe
yeniden düzenlemelerini güvence altına alan
toplumlar demokratiktir. Böylesi bir toplum
bireylerine, toplumsal ilişkili ve denetime karşı
kişisel bir ilgi ve düzensizlik yaratmadan
yaşanacak toplumsal değişimleri güvence
altına alacak zihni melekeler kazandıran bir
eğitim biçimine sahip olmalıdır.
üç tipik tarihsel eğitim felsefesini bu
bakış açısıyla değerlendirdiğinde şu
sonuçlara varır: Birincisi, Platoncu eğitim
felsefesinin benzer idealleri vardı, fakat
bireyden ziyade bir sınıfı toplumsal birim
olarak ele alıyordu. Bireylerin çeşitliliğinin
değil, toplumsal kategorilerin çeşitliliğinin
farkındaydı.

 Dewey
 İkincisi,

On sekizinci yüzyıl
aydınlanmasının sözde bireyciliği
insanlığın kendisi kadar geniş bir toplum
tahayyül ediyor ve bu toplumda özgür
bireyler arasındaki alış verişin kısıtlayıcı
toplumsal kurumların varlığına ihtiyaç
duyulmaksızın, doğanın gücüyle
gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyordu.


Toplum ideali tüm insanlıktı ve eğer insanlar suni
kurumsal kısıtlamaların dayatmalarından (örneğin
devlet) kurutulurlarsa doğanın yasaları, Newton’un
güneş sisteminde keşfettiği o muhteşem uyumu
insan ilişkilerinde de tesis edebilirdi. Çünkü
doğa, bireysel yeteneklerin çeşitliliğini ve bireylerin
özgür gelişiminin gerekliliğini gösteriyordu. O halde
eğitim de bu doğa yasalarıyla uyumlu olmalıydı.
Fakat on sekizinci yüzyılın bireyci idealinde bu
özgür bireyi gerçekleştirecek toplumsal organ
yoktu.
 Son

olarak, üçüncüsü, on dokuzuncu
yüzyılın kurumsal idealist felsefesi bu ideali
ulus devlet aracılığıyla gerçekleştirmeye
çalıştı fakat bunu yaparken söz konusu
toplumsal amacı aynı politik birimin
üyeleriyle sınırlandırdı. Bireyin kurum
karşısındaki alt konumunu yeniden üretti.
John dewey1213
John dewey1213

More Related Content

Similar to John dewey1213

Roberto Unger Hakkında Rapor by SFI.pdf
Roberto Unger Hakkında Rapor by SFI.pdfRoberto Unger Hakkında Rapor by SFI.pdf
Roberto Unger Hakkında Rapor by SFI.pdf
Suat Furkan ISIK
 
Batuhan Baypars Çağdaş Siyasi Akımlar
Batuhan Baypars   Çağdaş Siyasi AkımlarBatuhan Baypars   Çağdaş Siyasi Akımlar
Batuhan Baypars Çağdaş Siyasi Akımlar
Şaban Yıldız
 
Program GelişTirme
Program GelişTirmeProgram GelişTirme
Program GelişTirme
derslopedi
 

Similar to John dewey1213 (6)

Roberto Unger Hakkında Rapor by SFI.pdf
Roberto Unger Hakkında Rapor by SFI.pdfRoberto Unger Hakkında Rapor by SFI.pdf
Roberto Unger Hakkında Rapor by SFI.pdf
 
Batuhan Baypars Çağdaş Siyasi Akımlar
Batuhan Baypars   Çağdaş Siyasi AkımlarBatuhan Baypars   Çağdaş Siyasi Akımlar
Batuhan Baypars Çağdaş Siyasi Akımlar
 
Program GelişTirme
Program GelişTirmeProgram GelişTirme
Program GelişTirme
 
Sosyal Sermaye Teorisi
Sosyal Sermaye TeorisiSosyal Sermaye Teorisi
Sosyal Sermaye Teorisi
 
Felsei akmlar
Felsei akmlarFelsei akmlar
Felsei akmlar
 
Noam_Chomsky_Medya_Denetimi_Propaganda_M.pptx
Noam_Chomsky_Medya_Denetimi_Propaganda_M.pptxNoam_Chomsky_Medya_Denetimi_Propaganda_M.pptx
Noam_Chomsky_Medya_Denetimi_Propaganda_M.pptx
 

John dewey1213

  • 1.
  • 2. Dewey, 1859-1952 yılları arasında yaşamış olan ve aletçilik olarak bilinen felsefe akımının kurucusu ünlü ABD'li filozof ve eğitim kuramcısı,Charles Sanders Peirce ve William James'ın görüşlerinin bir sentezini yapmış olan Dewey, pragmatizmi, mantıksal ve ahlaki bir analiz kuramı olarak geliştirmiştir.  John
  • 3.
  • 4. Dewey 20. yüzyılın ilk yarısının en önemli ABD'li filozofu olarak tanınır. 1859’da Burlington, Vermont’ta dünyaya gelmiştir. Kısa bir öğretmenlik kariyerinin ardından felsefe alanında doktora yapmış ve 1889’dan sonra Michigan Üniversitesi’nde felsefe bölümünün başkanlığını üstlenmiştir.  John
  • 5.
  • 6.  Daha sonraları Chicago Üniversitesi'ndeki görevi esnasında kamu eğitimiyle aktif olarak ilgilenmeye başlamış ve burada 1896-1904 yılları arasında, çocuk eğitimi üzerindeki gözlemlerini derinleştirdiği meşhur “laboratuar okul”u kurmuştur. Akademik kariyerinin geriye kalan uzun bölümünde Columbia Üniversitesi’nde profesör olarak çalışmıştır.
  • 7.
  • 8.
  • 9.  Dewey’in demokratik idealini ve bu ideale ulaşmakta eğitime biçtiği rolü iyi anlayabilmek için onun içinde yaşadığı dönemi kaba hatlarıyla tarif etmek gerekir. Dewey bir kriz, belirsizlik ve imkânlar çağının filozofuydu.
  • 10.  Dewey’in Amerikası’nda, 1890’larda Chicago halkının yaklaşık yüzde yirmisi evsizdi; her dört kişiden biri işsizdi; hastalıklar kol geziyordu ve sağlık hizmetleri nüfusun büyük bir kesimine ulaşmıyordu. Toplumsal ihtilaflar her yerdeydi: Bugün görülmemiş ölçülerde şiddet içeren grevler yaygındı; toplumun zengin ve yoksul katmanları arasında derin bir uçurum vardı; siyasi partiler güç sahiplerinin elindeydi ve yerel yönetimler yolsuzluk batağına saplanmıştı.
  • 11.  Kargaşanın hakim olduğu bu ortama her gün, yalnızca kendi dilini konuşan yeni göçmenler ekleniyordu. İngilizce Chicago’da henüz yaygın bir dil değildi ve her dört kişiden yalnızca birinin ebeveynleri Amerika’da doğmuştu.
  • 12.  Fakat bu kriz ve belirsizlik ortamı Dewey ideallerinin gerçekleşebileceği imkânlar da içeriyordu. 19. yüzyılın sonlarından bakıldığında, otuz-kırk yıl sonrasının Amerikası’nın halkın toplumsal yaşam ve siyasete katılımı anlamında hangi yönde evrimleşeceği belirsiz görünüyordu. Noam Chomsky, eğitim ve demokrasi hakkındaki bir konuşmasında John Dewey’i klasik liberalizmin özgürlükçü değerlerinden beslenen ve erken eğitimde gerçekleştirilecek reformların toplumsal değişim için büyük imkânlar sağlayacağına inanan bir düşünür olarak tanıtır.
  • 13.
  • 14.  Dewey bir kriz, belirsizlik ve imkânlar çağının filozofuydu. Fakat bu kriz ve belirsizlik ortamı Dewey ideallerinin gerçekleşebileceği imkânlar da içeriyordu. Ücretli ve mekanik iş düzeni işçi sınıfı tarafından tümüyle kabul gören bir norm haline gelmemişti; işçi sınıfı henüz tüketim toplumunun ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde örgütlenmemişti; yüksek siyaset büyük şirketlerin tekelinde olsa bile halk yığınlarının bunun dışında tutulması gerektiği bugün olduğu gibi meşru bir bakış açısı haline gelmemişti. 19. yüzyılın sonlarından bakıldığında, otuz-kırk yıl sonrasının Amerikası’nın halkın toplumsal yaşam ve siyasete katılımı anlamında hangi yönde evrimleşeceği belirsiz görünüyordu.
  • 15.  Noam Chomsky, eğitim ve demokrasi hakkındaki bir konuşmasında John Dewey’i klasik liberalizmin özgürlükçü değerlerinden beslenen ve erken eğitimde gerçekleştirilecek reformların toplumsal değişim için büyük imkânlar sağlayacağına inanan bir düşünür olarak tanıtır. Dewey’e göre “üretimin nihai hedefi meta üretimi değil, birbirleriyle eşitlik temelinde ilşikilenen özgür insanların üretimi olmalıdır”. “Eğitim bir vazoyu suyla doldurmak değil, bir çiçeğe kendi tarzında büyüyebilmesi için yardımcı olmaktır.”
  • 16.  Chomsky’e göre, Dewey’in savunduğu özgürlükçü değerler, içinde yaşadığı erken 20. yüzyılın yükselen değer ve yapılarıyla uzlaşmaz bir çelişki taşımaktadır. Bir tarafta Leninist ve Stalinst komuta ekonomileri, diğer tarafta, ABD ve Batı’da inşa edilmekte olan devletçi kapitalist endüstriyel ekonomiler, her ikisi de köklü otoriter değerleri savunmakta, bireylerden itaat talep etmekte, eşitlik temelinde dayanışmacı insani ilişkileri değil, vahşi ve rekabetçi, tahakküm arayışındaki ilişkileri desteklemektedir.
  • 17.  20. yüzyılda gelişen egemen siyaset ve yönetim teorilerine göre halk, Walter Lipmann’ın sözcükleriyle “sorumlu insanların vahşi bir sürünün gürültü patırtısından azad olabileceği” bir konumda yer almalıdır; bir demokraside “bilgisiz ve başkasının işine burnunu sokanların, yani dışarıdakilerin bir işlevi vardır.” Onların işlevi “eylemin meraklı bir izleyicisi olmaktır, fakat katılımcısı değil”.
  • 18.  20. yüzyılda devletler, şirketler, politik sistem, medya ve okullar bu arzu ve öngörüyü gerçekleştirecek şekilde yapılanmıştır. Dewey’e göre ise “siyaset büyük şirketlerin toplum üzerindeki bir gölgesidir” ve bu böyle olduğu müddetçe “gölgenin zayıflaması maddenin kendisinin değiştiği anlamına gelmeyecektir”. Yani reformların faydası çok sınırlıdır.
  • 19.  Dewey 1920’lerde şunları ifade etmektedir: “Günümüzde iktidar üretim araçlarının, malların mübadelesinin, reklamcılığın, taşımacılığın ve iletişimin kontrolündedir. Bankacılığı, arazileri, sanayii özel denetim altında tutan, bu denetimi basın, basın kuruluşları ve diğer reklam ve propaganda araçları üzerindeki komutaları ile güçlendiren özel kâr amaçlı işletmeler varoldukça, yani, gerçek iktidar sistemi, baskı ve kontrolün gerçek kaynağı yerli yerinde durduğu müddetçe, demokrasi ve özgürlükden sözedilemez.”
  • 20.  Serbest ve demokratik bir toplumda işçiler kendi kendilerinin efendisi olmalıdırlar. O halde “çocukları özgür ve zekice çalışamayacakları, sadece verilen iş uğruna çalışacakları şekilde eğitmek dar görüşlü ve gayrı ahlaki bir yaklaşımdır”.
  • 21.  Dewey’in demokratik idealini, yüksek siyaset çerçevesinde tanımlanmış bir demokratik toplum tasarımından kesin bir şekilde ayırt etmek gerekir. Dewey’e göre demokratik toplumun temel kriteri bireyin kendi yaratıcı potansiyelini toplumsal yaşama gönüllü katılımı suretiyle ve toplumun iyiliği için çalışarak açığa çıkarabilmesidir. İnsan doğasının yaratıcı potansiyeline ve bireyde tesis edilmesi gereken katılımcı bir karaktere dayalı, aşağıdan yukarıya bir demokrasi ideali söz konusudur. İnsanın bireysel-psikolojik temelinden hareketle geliştirilen bu ideal bireyi toplumun iyiliği adına toplumsal bir çalışmaya davet etmek suretiyle birey ve toplum arasında bir denge arayışındadır.
  • 22.  Dewey’in eğitim reformuna olan ilgisi ABD ile sınırlı kalmamıştır. 1920’lerde Çin, Meksika, Japonya, Türkiye ve Rusya gibi modernleşen ve eğitim altyapılarını oluşturmaya çalışan ülkeleri ziyaret etmiş ve reform çabalarına destek vermiştir. Dewey 1924 yazında, iki ay gibi sınırlı bir zaman aralığında Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye gelmiştir. Bu ziyaretin hemen ardından yazdığı rapor on beş sene boyunca, 1939’a kadar Türkçe’de yayımlanmamış ve İngilizce orijinali ölümünün ardından, toplu çalışmalarının yayımlanması esnasında gün yüzüne çıkmıştır.
  • 23.  Dewey’in İstanbul, İzmir, Bursa ve Ankara’da, okulların kapalı olduğu yaz aylarında yaptığı incelemelerin sonucunda Türkiye’nin eğitimde reform çabalarına sıcak yaklaştığı, Ankara’da mahrumiyet koşulları altında altyapısı kurulan cumhuriyet idealinden etkilendiği ve bu ideale sempatiyle baktığı görülmektedir. Yazdığı raporda, Türkiye’yi eğitimde “aşırı merkezileşme” çabalarına karşı uyardığı, maarif vekaletini “çeşitliliğin” esas alınması yönünde uyardığı dikkati çekmektedir. Ayrıca, köy enstitüleri fikri konusunda da Dewey’in esin verici olduğu ifade edilmektedir.
  • 24.
  • 25.  Dewey, Batı felsefesini 17. yüzyıldan beri etkisi altına alan zihin ve dünya, düşünce ve eylem ikiliğine karşıt bir bilgi felsefesi geliştirmeye çalışmıştır. Dewey’e göre düşünce insan yaşamının devamına ve insanın refahına hizmet edecek şekilde evrimleşmiş bir fonksiyondur. Düşüncenin bilgiye dönüşebilmesi için eylemle sınanması gerekir. Dewey’e göre çocuklar formel eğitimlerine başladıklarında dört “doğuştan itici kuvveti” (native impulse) birlikte getirirler. Bunlar, iletişim (communication), inşa etme (construction), sorgulama (inquiry) ve ifade etme (fine articulation) güdüleridir.
  • 26.  Bu güdüler “üzerine hiç yatırım yapılmamış olan doğal sermayelerdir”. Çocuk ayrıca ev yaşantısından edindiği ilgi ve aktiviteleri de birlikte getirir ki bunların tümü birlikte öğretmenin değerli sonuçlar üretmek üzere işleyeceği hammaddeyi oluşturur. Deweyci pedagoji öğretmenleri müfredat konularının tümünü “deneyim içine yerleştirmek” gibi çetin bir göreve çağırır.
  • 27.  Zira müfredat konularının tümü, tıpkı tüm insan bilgisi gibi insan deneyimi sonucunda, belirli problemleri çözebilmek çabası içinde öğrenilmiş olan şeylerdir, fakat daha sonraları bu bağlamından soyutlanarak müfredata yerleştirilmişlerdir. Dewey eğitim hakkındaki görüşlerini 1897’de yayınlanan “Pedagojik Amentüm” adındaki bildirgesinde özetlemektedir.
  • 28.  Eğitim bireyin, soyumuzun toplumsal bilincine katılımıyla ilerler. Bu süreç doğumla birlikte bilinçdışı bir şekilde başlar, bireyin güçlerini sürekli şekillendirir, bilincini doyurur, huylarını oluşturur, düşüncelerini eğitir, duygu ve hislerini harekete geçirir. Bu bilinçdışı eğitim yoluyla birey, aşama aşama, insanlığın biraraya getirmeyi başardığı entelektüel ve ahlaki kaynakları paylaşmaya başlar. Medeniyetin bir mirasçısı ve sermayesine dönüşür.
  • 29.  Dünyadaki en formel ve teknik eğitim dahi bu genel süreçten ayrışamaz. Yalnızca bunu organize edebilir veya bunu farklı bir yöne çevirebilir. Tek gerçek eğitim çocuğun güçlerinin, içinde bulunduğu toplumsal kurumların talepleri tarafından harekete geçirilmesiyle birlikte gelir. Bu talepler sayesinde birey bir bütünlüğün parçası olarak davranmaya teşvik edilir, kendisini içinde bulunduğu grubun iyiliği açısından değerlendirir.
  • 30.  Kendi eylemlerinin toplumsal anlamını başkalarının buna verdiği tepkiyle keşfeder. Bu eğitim sürecinin psikolojik ve sosyolojik yönleri vardır; bunlardan hiçbiri birbirine karşı üstün değildir. Psikolojik olan temeldir. Çocuğun kendi güdüsel güçleri eğitime başlangıç noktası sağlar. Çocuğun kendi inisiyatifi doğrultusunda sürdürdüğü aktiviteyle buluşmayan bir eğitim dışarıdan bir baskıya dönüşür. Bireyin psikolojik yapı ve aktivitelerini kavramayan bir eğitim gelişigüzel ve keyfidir. Çocuğun aktiviteleriyle tesadüfen buluşursa bir sıçrama noktası yakalar, aksi halde ihtilaf ve parçalanma yaratır.
  • 31.  Toplumsal koşullara, medeniyetin mevcut durumuna dair bilgi çocuğun güçlerinin uygun şekilde yorumlanması için gereklidir. Onları toplumsal eşdeğerlerine tercüme etmediğimiz müddetçe çocuğun içgüdülerinin ne olduğunu bilemeyiz. Bir gücün gerçekten ne olduğunu anlamak için onun amacının, kullanımının, veya işlevinin ne olduğunu bilmeliyiz. Bu nedenle, bireyi aktif toplumsal ilişkilerin dışında kavrayamayız.
  • 32.  Özetle, eğer toplumsal faktörü çocuktan bertaraf edecek olursak bir soyutlamayla başbaşa kalmış oluruz; bireyi toplumdan bertaraf edecek olursak yaşamayan bir yığınla başbaşa kalırız. O halde eğitim çocuğun kapasitelerine, ilgilerine, ve huylarına dair psikolojik bir kavrayışla başlamalı; her aşamada bu değerlendirmeler referans alınarak kontrol edilmeli; bu güç, ilgi ve huylar sürekli yorumlanmalı, toplumsal eşdeğerlerine tercüme edilmelidir.
  • 33.  Okul çok basit olarak cemaatin, çocuğu soyumuzun miras aldığı kaynakları paylaşabilmesi ve kendi güçlerini toplumsal amaçlar için kullanabilmesi için en etkili olacak araçları bir araya getirecek şekilde düzenlenmiş bir biçimidir. Eğitim bir yaşam biçimidir, gelecek için hazırlık değildir. Okul, çocuk açısından yaşamsal olan mevcut hayatı temsil etmelidir.
  • 34.  Okul mevcut toplumsal yaşamı basitleştiren, onu embriyonik bir biçime indirgeyen bir model olmalıdır. Çünkü yaşamın kendisi çocuğun içinde kendi güçlerinin parçalanmasına neden olacak derecede karmaşıktır. Bir cemaat yaşamı olarak okul ev yaşamını temel alarak başlamalıdır. Çocuğa çeşitli aktiviteleri göstermeli, çocuk bunların anlamını kendi rolünü oynayarak öğrenmelidir.
  • 35.  Mevcut sistemin en büyük sorunu okulu bir cemaat yaşamı olarak değil, bilgi verilecek, ders öğrenilecek, alışkanlık tesis edilecek bir mekân olarak görmesidir. En iyi ahlaki eğitim bir kişinin başkalarıyla bir iş ve düşünce bütünlüğü içinde uygun ilişkilere girmesiyle sağlanabilir. Mevcut eğitim sistemleri bu birliği bozdukları için gerçek ahlaki eğitimi güçleştirirler. Öğretmen de cemaatin bir parçası olmalıdır.
  • 36.  Görevi belirli düşünceleri empoze etmek değildir, cemaatin bir üyesi olarak çocuğu etkileyecek etkileri seçmek ve ona bu etkilere uygun yanıtlar üretmek konusunda yardımcı olmaktır. Disiplin okul yaşamından kaynaklanmalıdır, öğretmenden değil.
  • 37.  Çocuğun toplumsal yaşamı odak noktasıdır. Çocuğun aniden okuma, yazma, coğrafya, vb. birbirinden ayrı konularla karşı karşıya bırakılması, çocuğun doğasını ihlal etmekte, iyi etik sonuçlar elde edilmesini güçleştirmektedir. Demek ki eğitimin odak noktası, fen, edebiyat, tarih, coğrafya değil, çocuğun kendi toplumsal aktivitesi olmalıdır. Edebiyat toplumsal deneyimin bir ifadesidir, bu deneyimi takip etmelidir.
  • 38.  Tarih, toplumsal yaşamın safhalarını ve büyümeyi anlattığı müddetçe eğitsel bir değere sahiptir. İnsanın toplumsal yaşamının ve ilerlemenin bir kaydı olarak kabul edilmesi halinde anlamlı hale gelir. İfadeye dayalı, yapıcı aktiviteler (pişirme, dikiş, el işi vs.) merkeze alınmalıdır. Bunlar bir hobi, serbest zaman etkinliği olarak düşünülmemelidir. Daha formel konular bu aktiviteler aracılığıyla sunulmalıdır.
  • 39.  Fen, gerçekte mevcut deneyimleri yorumlama ve kontrol etme becerisi sağladığı için değerlidir. Yeni bir konu olarak değil, geçmiş deneyimle ilişkili olarak sunulmalıdır. O halde ideal okul müfredatında bir dizi ders olmamalıdır. Eğer eğitim bir yaşamsa, her yaşam bilimsel, sanatsal ve kültürel veçhelere, ve iletişim vechesine sahiptir. Eğitim deneyimin durmaksızın devam eden bir inşaası olarak görülmelidir, eğitim süreci ve eğitimin amacı bir ve aynı şeydir.
  • 40.  Bireyin aktif yönü pasif yönünü önceler. İfade bilinçli izlenimden önce gelir, kassal gelişim duyusal gelişimi önceler. Çocuk pasif alıcı konuma itildiğinde aslında kendi doğasını izlemesine izin verilmemektedir. İmge, öğrenimin en büyük aracıdır. Öğretmek için harcanan zamanın neredeyse tamamı çocuk doğru imgeyi oluşturabiliyor mu sorusunun cevabını araştırmaya harcansa ders vermek çok daha başarılı hale gelir.
  • 41.  İlgi, büyüyen gücün işaret ve semptomlarıdır. Yükselen kapasitelere işaret eder. Ancak ilginin dikkatli ve empatik bir gözlemlemesi sonucunda yetişkin çocuğun yaşamına girebilir ve onun neye hazır olduğunu görebilir. Duygular eylemlerin refleksidir. Duygular karşı geldikleri aktivitelerden bağımsız düşünülemezler. Mevcut eğitim, ölü, sıkıcı, formel ve rutin olmasının yanı sıra aşırı duygusallık belasınca da tehdit edilmektedir. Bu aşırı duygusallığın, duyguları eylemden koparmanın bir sonucu olduğunu düşünüyorum.
  • 42.  Eğitim toplumsal ilerleme ve reformun temel yöntemidir. Kanunlara, cezalara veya mekanik ve dışsal düzenlemelere dayalı reformlar nafiledir. Eğitim toplumsal bilinci paylaşma sürecinin regüle edilmesidir; ve bireysel aktivitenin toplumsal bilinç temelinde ayarlanması toplumsal yeniden inşaa için tek güvenli yöntemdir. Bu kavrayışın hem bireyci hem de toplumcu ideallere saygısı vardır.
  • 43.  İdeal bir okulda bireyci ve kurumsal idealler uzlaşmalıdır. Kanun ve ceza, toplumsal ajitasyon ve tartışma ile toplum kendisini ancak gelişigüzel ve rastgele düzenleyebilir. Oysa eğitim ile toplum amaçlarını formüle edebilir, kendi araç ve kaynaklarını organize edebilir, kendisini gitmek istediği yöne doğru biçimlendirir.
  • 44.  Bir okulun ahlaki ve politik gündemi, o okulda çocuğun karakterinin ne şekilde biçimlendirildiği bir tür “gizli müfredat” olarak da adlandırılır. Dewey açısından eğitim teori ve pratiğinin bu veçhesi son derece açıktır. “Belirli bir karakterin oluşumu doğru bir yaşam biçiminin tek hakiki temelidir” ve “doğru bir yaşam” demokratik pratiklerle özdeştir.
  • 45.  Bireyler kendilerine has yetenekleri toplumun iyiliği yönünde kullanarak kendi kendilerini gerçekleştirirler ve bu nedenle, demokratik bir toplumda eğitimin en hassas görevi çocuğun kendi kendisini gerçekleştirebileceği karakteri, huyları ve erdemleri geliştirmesine yardım etmek olmalıdır. Dewey’in bir eğitim reformcusu olarak amacı Amerikan okullarını Amerikan toplumunun radikal anlamda demokratikleştirilmesinin bir aracına dönüştürmektir. Eğer okullar toplumsal yeniden üretimin değil de toplumsal reformun bir eyleyicisi olacaklarsa, bunların tam anlamıyla yeniden kurulması gerekmektedir.
  • 46. eğitimin ruhu, malzemesi ve yönteminin farklı tipteki cemaat yaşantıları içinde nasıl değiştiği sorusundan hareket eder. Eğitimin bir grup içerisinde baskın olan yaşam kalitesine bağlı olarak değişeceğini söyler. O halde eğitim toplumsal reformun bir aracı olduğu kadar, toplumun bir aynasıdır da. “Demokrasi ve Eğitim” adlı klasik eserinin 7. Bölümü’nde eğitim ve demokrasi mefhumunu bu çerçevede inceler.  Dewey,
  • 47.  Bir toplumsal yaşam biçiminin değerine ve kalitesine dair burada iki temel kriter sunar: Bilinçli olarak paylaşılan ilgiler ne kadar çeşitlidir; ve diğer toplumsal birimlerle karşılıklı ilişkiler ne kadar zengin ve özgürcedir? Bu iki zenginlik ve çeşitliliğin doğrudan demokrasiye işeret ettiğini belirtir. Bu iki özellik demokratik toplumu tanımlayan unsurlardır.
  • 48.  Karşılıklı insani münasebetlerin ve paylaşılan ilgi ve tecrübelerin zengin olduğu toplumlar (demokratik toplum), keskin sınıflara ayrılarak katmanlaşmış toplumların aksine, enetelektüel imkânların herkes için hakkaniyetli bir şekilde erişilebilir olmasını arzulayacaktır. Sınıflı bir toplumun sadece yönetici sınıfların eğitimine ihtiyacı vardır; geçişken (mobile), çok sayıda değişim kanalları içeren toplumlar bireylerinin kişisel inisiyatif ve uyum yeteneklerinin gelişeceği şekilde eğitilmelerini isteyecektir.
  • 49.  Eğitim toplumsal bir süreç olduğu için ve çok çeşitli toplum biçimleri varolduğundan, eğitim eleştirisi ve eğitimin yapılandırılması hakkındaki kriterler muayyen bir toplumsal ideale işaret eder. Bir toplumsal düzenin değerini ölçmek üzere önerilen iki kriter dikkate alındığında, özgür ilişkilerin ve deneyimin paylaşılmasının önüne içsel ve dışsal engeller getiren toplumlar arzu edilmeyen toplumlardır.
  • 50.  Üyelerinin toplumun iyiliğine eşitlik temelinde katılımını destekleyen, farklı ilişki biçimlerinin etkileşimi yoluyla kurumlarının esnekçe yeniden düzenlemelerini güvence altına alan toplumlar demokratiktir. Böylesi bir toplum bireylerine, toplumsal ilişkili ve denetime karşı kişisel bir ilgi ve düzensizlik yaratmadan yaşanacak toplumsal değişimleri güvence altına alacak zihni melekeler kazandıran bir eğitim biçimine sahip olmalıdır.
  • 51. üç tipik tarihsel eğitim felsefesini bu bakış açısıyla değerlendirdiğinde şu sonuçlara varır: Birincisi, Platoncu eğitim felsefesinin benzer idealleri vardı, fakat bireyden ziyade bir sınıfı toplumsal birim olarak ele alıyordu. Bireylerin çeşitliliğinin değil, toplumsal kategorilerin çeşitliliğinin farkındaydı.  Dewey
  • 52.  İkincisi, On sekizinci yüzyıl aydınlanmasının sözde bireyciliği insanlığın kendisi kadar geniş bir toplum tahayyül ediyor ve bu toplumda özgür bireyler arasındaki alış verişin kısıtlayıcı toplumsal kurumların varlığına ihtiyaç duyulmaksızın, doğanın gücüyle gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyordu.
  • 53.  Toplum ideali tüm insanlıktı ve eğer insanlar suni kurumsal kısıtlamaların dayatmalarından (örneğin devlet) kurutulurlarsa doğanın yasaları, Newton’un güneş sisteminde keşfettiği o muhteşem uyumu insan ilişkilerinde de tesis edebilirdi. Çünkü doğa, bireysel yeteneklerin çeşitliliğini ve bireylerin özgür gelişiminin gerekliliğini gösteriyordu. O halde eğitim de bu doğa yasalarıyla uyumlu olmalıydı. Fakat on sekizinci yüzyılın bireyci idealinde bu özgür bireyi gerçekleştirecek toplumsal organ yoktu.
  • 54.  Son olarak, üçüncüsü, on dokuzuncu yüzyılın kurumsal idealist felsefesi bu ideali ulus devlet aracılığıyla gerçekleştirmeye çalıştı fakat bunu yaparken söz konusu toplumsal amacı aynı politik birimin üyeleriyle sınırlandırdı. Bireyin kurum karşısındaki alt konumunu yeniden üretti.