3. Allah’ın
ahdi
meşîet,
hikmet,
inayet
• "Örülmüş kalın bir şeridi açıp dağıtmak" mânâsını ifade
eden َضَقَن tâbiri, yüksek bir üslûba işarettir.
• Sanki Cenâb-ı Hakkın ahdi meşiet, hikmet, inayet'in
ipleriyle örülmüş nûranî bir şerittir ki, ezelden ebede
kadar uzanmıştır.
• Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecellî
ederek, silsilelerini kâinatın envaına dağıtırken, en acip
silsilesini nev-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek
çok istidat ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir.
• Fakat o istidatların terbiyesini ve neticesini, cüz-ü
ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz-ü ihtiyarînin yuları da,
şeriatın, yani delâil-i nakliyenin eline verilmiştir. . . .
4. Allah’ın
ahdi
ahdi
nakzetmek
• Binaenaleyh, Cenâb-ı Hakkın ahdini bozmamak ve ifa
etmek, ancak o istidatları lâyık ve münasip yerlerine sarf
etmekle olur.
• Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir.
Meselâ, bazı enbiyayı iman ve tasdik, bazılarını inkâr ve
tekzip; bazı hükümleri kabul, bazılarını red; bazı âyetleri
tahsin, bazılarını kabih ve çirkin görmek gibi. Zira böylece
yapılan nakz-ı ahd nazmı, nizamı, intizamı ihlâl eder,
bozar. . . .
5. Allah’ın
ahdi
teşriî ve
tekvinî
ahidler
ahdi
nakzetmek
• َلَصوُي ْنَا َٓهِب ُ هاّٰلل َرَمَا آََم َونُعَطْقَي َو
• Bil ki, bu emir, fıtrî kanunlarla âdetullahta mündemiç
bulunan bütün teşriî ve tekvinî emirleri içine alır.
• Şer’an birleştirilmesi emrolunan şeyi kat’ etmek: sıla-i
rahmi kesmek ve mü’minlerin kalplerini birbirinden
ayırmak gibi şeylerdir.
• Tekvinî olarak kat’ etmek ise: amel ile ilim, ilim ile zekâ,
zekâ ile istidat, akıl ile marifetullah, kuvvet ile sa’y,
cesaret ile cihad, ilh. arasını kesmektir. Çünkü kuvvetin
verilmiş olması sa’y için, zekânın verilmesi de ilim için
manevî ve tekvini bir emirdir, ilh.
• İşârâtü’l-İ’câz | Bakara: 27
6. Meşîet,
hikmet,
inayetin
ipleriyle
örülmüş
nuranî bir
şerit
• Her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam
gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler
envâın birtek nev'i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz
efradından birtek ferdin yüzer âzâsından birtek uzvu olan
kanadının kast ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine
mazhariyeti ve ona lâkayt kalmaması ve başıboş bırakmaması
gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve
hâmisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef'al ve ahvali, belki
hiçbir şeyi — cüz'î olsun küllî olsun — irade ve ihtiyar ve kasd-
ı İlâhî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak, hikmetinin
muktezasıyla, zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor.
• 14. Sözün Zeyli
7. Meşîet,
hikmet,
inayetin
ipleriyle
örülmüş
nuranî bir
şerit
• Yüzer fennin her birisinin kat'î şehadetiyle, noksansız bir
intizam-ı ekmel içinde, hadsiz hikmetler, maslahatlarla
bu kâinat tezyin edilmiştir. Ve o harika ve ihatalı hikmetle
mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük
bir zîhayat ve bir çekirdekte, küçük bir mikyasta derc
etmiştir. Ve malûm ve bedihîdir ki, intizamla gayeleri ve
hikmetleri ve faydaları takip etmek, ihtiyar ile, irade
ile, kast ile, meşiet ile olabilir, başka olamaz.
• 30. Lem’a | 3. Nükte | 3. Nokta
8. Meşîet,
hikmet,
inayetin
ipleriyle
örülmüş
nuranî bir
şerit
• Evet, görünüyor ki, şu âlemde tasarruf eden Zât,
nihayetsiz bir hikmetle iş görüyor. Ona burhan
mı istersin? Herşeyde maslahat ve faydalara riayet
etmesidir. Görmüyor musun ki, insanda bütün âzâ,
kemikler ve damarlarda, hattâ bedenin hüceyrâtında, her
yerinde, her cüz'ünde faydalar ve hikmetlerin
gözetilmesi; hattâ bazı âzası, bir ağacın ne kadar
meyveleri varsa, o derece o uzva hikmetler ve faydalar
takması gösteriyor ki, nihayetsiz bir hikmet eliyle iş
görülüyor.
• 10. Söz | 3. Hakikat
9. Meşîet,
hikmet,
inayetin
ipleriyle
örülmüş
nuranî bir
şerit
• Evet, şu mevcudata; zerrelerden güneşlere kadar, fertler olsun,
neviler olsun, küçük olsun, büyük olsun,
• semerat ve gayatla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir
kumaş-ı hikmetten muhteşem bir gömlek giydirilmiş,
• ·ve o hikmetnümâ suret gömleği üstünde, lütuf ve ihsan
çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inâyet, herşeyin kametine
göre biçilmiş,
• ve o müzeyyen hulle-i inâyet üzerine, tahabbüb ve ikram ve
tahannün ve in'âm lem'alarıyla münevver rahmet nişanları
takılmış,
• ve o münevver ve murassâ nişanları ihsan etmekle beraber,
zeminin yüzünde bütün zevilhayatın taifelerine kâfi, bütün
hâcetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî kurulmuştur.
• İşte şu iş, güneş gibi âşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerîm, Rahîm,
Rezzâk bir Zât-ı Zülcemâle işaret edip gösteriyor.
• 22. Söz | 2. Makam | 7. Lem’a
10. Ezelden
ebede uzanan
bu nuranî
şerit,
kâinatta
nizam-ı
umumî
şeklinde
tecelli eder
• Evet, bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül
goncası gibidir. Belki esmâ ve ef'âl-i umumiye-i İlâhiyenin
adedince vahdetleri giymiş birtek insan-ı ekberdir. Belki,
envâ-ı mahlûkat sayısınca dallarına vahdetler, birlikler
asılmış bir şecere-i tûbâ-i hilkattir.
• Evet, kâinatın idaresi bir ve tedbiri bir ve saltanatı bir ve
sikkesi bir, bir, bir, bir, tâ bin bir bir birler kadar...
• . . .
11. Ezelden
ebede uzanan
bu nuranî
şerit,
kâinatta
nizam-ı
umumî
şeklinde
tecelli eder
• Hem bu kâinatı çeviren isimler ve fiiller bir iken, her biri
kâinatı veya ekserisini ihata eder. Yani, içinde işleyen
hikmeti bir ve inayeti bir ve tanzimatı bir ve iaşesi bir ve
muhtaçlarının imdatlarına koşan rahmet bir ve o
rahmetin bir şerbetçisi olan yağmur bir — ve hâkeza, bir,
bir, bir, tâ binler bir birler...
• Hem bu kâinatın sobası olan güneş bir, lâmbası olan
kamer bir, aşçısı olan ateş bir, levazımat deposu ve
hazineli direği olan dağ bir, sakacı ve sucusu bir ve
bağları sulayan süngeri bir — ve hâkeza, bir, bir, bir, tâ
bin bir birler kadar...
• 2. Şua | 3. Makam
12. Silsilelerini
kâinatın
envaına
dağıtırken…
• O, dört günde yerin üstünde sabit dağlar yarattı, onu
bereketli hale getirdi ve rızık arayanlar için azıklarını
ihtiyaca uygun şekilde takdir etti.
• Bundan başka, duman halindeki göğe yöneldi ve hem
ona, hem de yeryüzüne “İsteseniz de, istemeseniz de
gelin” buyurdu. İkisi de “İsteyerek geldik” dedi.
• Onların hepsini yedi gök olarak iki günde yarattı ve her
bir göğe görevlerini bildirdi. Dünya semâsını da
kandillerle süsledik ve güvenli kıldık. Bu, kudreti herşeye
üstün olan, ilmi herşeyi kuşatan Allah’ın çizdiği kaderdir.
• Fussılet, 41:10-12
13. Silsilelerini
kâinatın
envaına
dağıtırken…
• Rabbin balarısına vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan,
insanların kurduğu kovanlardan kendine evler edin.
• “Sonra her türlü üründen ye de, Rabbinin sana
müyesser kıldığı yollara çık.” Karınlarından çeşitli
renklerde bir şerbet çıkar ki, onda insanlar için şifa
bulunur. Düşünen bir topluluk için bunda bir âyet vardır.
• Nahl, 16:68-69
14. Silsilelerini
kâinatın
envaına
dağıtırken…
• Yerde hareket eden hiçbir canlı, havada kanat çırpan
hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer topluluk olmasın. Biz
kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onların hepsi
Rablerinin huzurunda toplanırlar.
• En’âm, 6:38
• Göklerin, yerin ve onlarda yaydığı canlıların yaratılışı da
Onun âyetlerindendir. Dilediğinde onların hepsini
huzurunda toplamaya da Onun gücü yeter.
• Şûrâ, 42:29
15. Silsilelerini
kâinatın
envaına
dağıtırken…
• O Allah ki, gemiler Onun koyduğu yasalara uygun şekilde
akıp gitsin ve siz de Onun lütfundan nasibinizi arayıp
şükredin diye, denizleri sizin hizmetinize verdi.
• Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsini O kendi
tarafından bir lütuf olarak sizin hizmetinize verdi.
Tefekkür eden bir topluluk için bunda nice âyetler vardır.
• Câsiye, 45:12-13
16. En acip
silsilesini
nev-i beşere
uzatmış…
• Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk. Onlar
korktular ve yüklenmekten kaçındılar; insan ise onu
yükleniverdi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.
• Ahzâb, 33:72
• Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, sen onu Allah
korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün.
Bu misalleri Biz insanlara tefekkür etsinler diye
veriyoruz.
• Haşir, 59:21
17. En acip
silsilesini
nev-i beşere
uzatmış…
• Cenâb-ı Hak ve Mâbûd-u Bilhak, insanı şu kâinat içinde
rububiyet-i mutlakasına ve umum âlemlere rububiyet-i
âmmesine karşı en ehemmiyetli bir abd
• ve hitâbât-ı Sübhâniyesine en mütefekkir bir muhatap
• ve mazhariyet-i esmâsına en cami' bir ayna
• ve onu İsm-i Âzamın tecellîsine ve her isimde bulunan İsm-i
Âzamlık mertebesinin tecellîsine mazhar bir ahsen-i
takvimde, en güzel bir mucize-i kudret
• ve hazâin-i rahmetinin müştemilâtını tartmak, tanımak için,
en ziyade mizan ve âletlere mâlik bir müdakkik [olarak
yaratmış]
• . . .
18. En acip
silsilesini
nev-i beşere
uzatmış…
• öyle bir istidat verip, yer ile gökler ve dağlar tahammülünden
çekindiği emanet-i kübrâyı tahammül edip, yani küçücük, cüz'î
ölçüleriyle, san'atçıklarıyla Hâlıkının muhît sıfatlarını, küllî
şuûnâtını, nihayetsiz tecelliyâtını ölçerek [bilen]
• . . . bütün yerin nebatî ve hayvanî olan mahlûkatına bir nevi
tanzimat memuru yapıp, onların tarz-ı tesbihat ve
ibadetlerine müdahale ettirip, kâinattaki icraat-ı İlâhiyeye
küçücük mikyasta bir temsil gösterip Rububiyet-i Sübhâniyeyi
fiilen ve kàlen kâinatta ilân ettirmek, meleklerine tercih edip
hilâfet rütbesini [vermiş].
• 10. Söz | 11. Hakikat
19. İnsanın ahdi
• Ruhlar âleminde alınan söz
• Nimetlerin karşılığında kullara düşen yükümlülükler
• Özel olarak alınan ahidler
• Allah adına verilen sözler
• Genel mânâda her türlü ahid
***
• Fıtratın ahdi tevhiddir. Şeriatın bütün ahkâmı o misakın
füruudur.
• Tabatabaî (özetle)
20. İnsanın ahdi
يوصل نأ به هللا مرأ ما يقطعونو
• Bil ki, bu emir, fıtrî kanunlarla âdetullahta mündemiç
bulunan bütün teşriî ve tekvîni emirleri içine alır.
• Şer’an birleştirilmesi emrolunan şeyi kat’ etmek: sıla-i
rahmi kesmek ve mü’minlerin kalplerini birbirinden
ayırmak gibi şeylerdir.
• Tekvinî olarak kat’ etmek ise: amel ile ilim, ilim ile zekâ,
zekâ ile istidat, akıl ile marifetullah, kuvvet ile sa’y,
cesaret ile cihad, ilh. arasını kesmektir. Çünkü kuvvetin
verilmiş olması sa’y için, zekânın verilmesi de ilim için
manevî ve tekvinî bir emirdir, ilh.
• İşârâtü’l-İ’câz | Bakara: 27
21. Birleştirilmesi
emredilen
şeylerin
arasını
kesmek
• Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, “Kimine inanır,
kimini reddederiz” diyerek Allah ile peygamberlerinin
arasını ayıran ve böyle bir orta yol bulmak isteyenlere
gelince:
• Öyleleri kelimenin tam anlamıyla gerçek kâfirlerin tâ
kendisidir. Biz ise o kâfirlere aşağılayıcı bir azap
hazırlamışızdır.
• Allah’a ve peygamberlerine hiçbirini ayırt etmeksizin
iman edenlere ise Allah ödüllerini verecektir. Zira Allah
çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.
• Nisâ, 4:150-152
22. Birleştirilmesi
emredilen
şeylerin
arasını
kesmek
• Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan Rabbinizden
sakının ki, o tek candan da eşini yarattı, ikisinden ise nice
erkekler ve kadınlar türetti. Onun adını vererek
birbirinizden istekte bulunduğunuz Allah’a karşı
gelmekten ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının.
Şurası muhakkak ki, Allah sizi görüp gözetmektedir.
• Nisâ, 4:1
23. Birleştirilmesi
emredilen
şeylerin
arasını
kesmek
• Allah buyurdu ki:
• Ben Rahmân’ım. Ben akrabalığı yarattım ve ona kendi
ismimden ayırdığım rahim ismini verdim. Onunla
alâkasını devam ettiren ile (sıla-i rahim) Ben de alâkamı
devam ettiririm; ondan alâkasını kesenden Ben de
alâkamı keserim.
• Ebu Dâvud, Zekât: 45; Tirmizî, Birr: 9; Müsned, 1:191
• Akrabalık bağı Arş’a tutunarak der ki: “Beni gözeteni
Allah da gözetsin. Benimle ilgisini kesenden Allah da
ilgisini kessin.”
• Buharî, Edeb: 13; Müslim, Birr: 17
24. Birleştirilmesi
emredilen
şeylerin
arasını
kesmek
• Demek siz iş başına geçecek olsanız, memlekette fesat
çıkaracak ve akrabalık bağlarını keseceksiniz, öyle mi?
• İşte onlar, Allah’ın lânetlediği ve kulaklarını sağır,
gözlerini kör ettiği kimselerdir.
• Muhammed, 47:22-23
• Size oruçtan, namazdan ve zekâttan daha faziletlisini
haber vereyim mi?
• İnsanların arasını bulmaktır. Çünkü insanların arasını
bozmak (fesat), dini kökünden kazımak demektir.
• Tirmizî, Kıyamet: 56
25. Mü’minler ve
ahidleri
• Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı
bozmazlar.
• Onlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi
birleştirirler, Rablerinden korkarlar, hesabın kötü
çıkmasından çekinirler.
• Onlar, Rablerinin rızasını umarak sabrederler, namazı
dosdoğru kılarlar, onlara rızık olarak verdiğimiz şeylerden
gizli ve açık bağışta bulunurlar, kötülüğü de iyilikle
savarlar. Dünya yurdunun hayırlı sonu işte onlar içindir.
• Onlar ve atalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi işler
yapmış olanlar Adn Cennetlerine girerler. Melekler de
herbir kapıdan onların yanına varırlar.
• . . .
26. Mü’minler ve
ahidleri
• . . .
• “Sabrettiğiniz için selâm olsun size,” derler. “Dünya
yurdunun ne güzel sonucudur bu!”
• Sözleştikten sonra Allah’ın ahdini bozan, Allah’ın
birleştirilmesini emrettiği şeyi kesen ve yeryüzünde
bozgunculuk yapanlara gelince, lânet de onlar için,
yurdun kötüsü de onlar içindir.
• Ra’d, 13:20-25
27. Mü’minler ve
ahidleri
• Allah, mü’minlerden, canlarını ve mallarını,
karşılığında onlara Cenneti vermek üzere satın
almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürür ve
öldürülürler. Bu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da
Allah’ın hak olarak verdiği bir sözdür. Sözüne
Allah’tan daha vefalı kim var? Onunla yapmış
olduğunuz bu alışveriş size kutlu olsun. Asıl büyük
bahtiyarlık işte budur.
• Tevbe, 9:111
28. Mü’minler ve
ahidleri
• Sana biat edenler Allah’a biat etmiştir. Allah’ın eli
onların eli üzerindedir. Ahdini bozan, kendi aleyhine
bozmuş olur. Allah’a verdiği sözü tutan kimseye ise
Allah büyük bir mükâfat verecektir.
• Fetih, 48:10
• Kim ahdine vefa gösterir ve kötülükten sakınırsa,
Allah da o takvâ sahiplerini sever.
• Âl-i İmrân, 3:76
29. Mü’minler ve
ahidleri
• - Muâz ibni Cebel!
• - Buyur yâ Resulallah!
• - Muâz ibni Cebel!
• - Buyur yâ Resulallah!
• - Kulların üzerinde Allah’ın hakkı nedir, bilir misin?
• - Allah ve Resulü daha iyi bilir.
• - Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın
Ona ibadet etmeleridir.
• - Muâz ibni Cebel!
• - Buyur yâ Resulallah!
• - Kullar böyle yaptığı zaman onların Allah üzerindeki hakkı
nedir, biliyor musun?
• - Allah ve Resulü daha iyi bilir.
• - Onlara azap etmemektir.
• Müslim, İman: 48
30. Mü’minlerin
Allah ile
ahidleri
KUL İLE RABBİ ARASINDAKİ AHİD
TARAFLARIN VAZİFELERİ / SORUMLULUKLARI
KUL ALLAH
Cihad etmek
Neticeyi takdir etmek ve
yaratmak
Tövbe edip durumunu
düzeltmek
Bağışlamak
İnsanlara merhamet etmek Merhamet etmek
Başkalarını hoşgörüp
bağışlamak
Bağışlamak
Peygambere iman ve itaat
etmek
Yardım etmek
Allah yolunda savaşmak Cenneti vermek
31. Mü’minlerin
Allah ile
ahidleri
• Âyetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, sen onlara de
ki: Size selâm olsun. Rabbiniz kendi üzerine rahmeti yazdı.
Sizden kim bir cahillik edip de kötülük işler, sonra ardından
tövbe eder ve durumunu düzeltirse, Onun çok bağışlayıcı ve
çok merhamet edici olduğunu görecektir.
• En’âm, 6:54
• İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.
• Buharî, Tevhid: 2; Müslim, Fedâil: 66
32. Mü’minlerin
Allah ile
ahidleri
• Sizden fazilet sahibi ve imkânı geniş olanlar, akrabaya,
yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere birşey
vermemek için yemin etmesinler; hoşgörsünler ve
bağışlasınlar. Allah’ın da sizi bağışlamasından
hoşlanmaz mısınız? Allah ise çok bağışlayıcı, çok
merhamet edicidir.
• Nur, 24:22
• Senden önce de kendi kavimlerine Biz peygamberler
gönderdik de onlara apaçık âyetler getirdiler. Sonra da
cürüm işleyenlerden intikamımızı aldık. Mü’minlere
yardım etmek ise üzerimize bir hak olmuştur.
• Rum, 31:47
33. Ahdini
okuyan insan
• İşte, insan, şu kâinata geldikten sonra iki cihetle ubûdiyeti var.
Bir ciheti, gaibâne bir surette bir ubûdiyeti, bir tefekkürü var.
Diğeri, hâzırâne, muhâtaba suretinde bir ubûdiyeti,
bir münâcâtı vardır.
• Birinci vecih şudur ki: Kâinatta görünen saltanat-ı
Rububiyeti, itaatkârâne tasdik edip kemâlâtına
ve mehâsinine hayretkârâne nezaretidir.
• Sonra, esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin nukuşlarından ibaret
olan bedî san'atları, birbirinin nazar-ı ibretlerine
gösterip dellâllık ve ilâncılıktır.
• Sonra, her biri birer gizli hazine-i mâneviye hükmünde
olan esmâ-i Rabbâniyenin cevherlerini idrak terazisiyle
tartmak, kalbin kıymetşinaslığıyla takdirkârâne kıymet
vermektir.
34. Mü’minlerin
Allah ile
ahidleri
• . . . Kalem-i kudretin mektubatı hükmünde
olan mevcudat sahifelerini, arz ve semâ yapraklarını mütalâa
edip hayretkârâne tefekkürdür.
• Sonra, şu mevcudattaki ziynetleri ve lâtif sanatları
istihsankârâne temâşâ etmekle, onların Fâtır-ı
Zülcemâlinin marifetine muhabbet etmek
ve onların Sâni-i Zülkemâlinin huzuruna çıkmaya
ve iltifatına mazhar olmaya bir iştiyaktır.
• İkinci vecih huzur ve hitap makamıdır ki, eserden müessire
geçer. . . .
35. Mü’minlerin
Allah ile
ahidleri
• Görür ki, bir Sâni-i Zülcelâl, kendi
san'atının mu'cizeleriyle kendini tanıttırmak ve
bildirmek ister. O da iman
ile, marifet ile mukabele eder.
• Sonra görür ki, bir Rabb-i Rahîm, rahmetinin güzel
meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da Ona hasr-ı
muhabbetle, tahsis-i taabbüdle kendini Ona sevdirir.
• Sonra görüyor ki, bir Mün'im-i Kerîm, maddî ve mânevî
nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. O da, ona
mukabil fiiliyle, hâliyle, kàliyle, hattâ elinden gelse
bütün hasseleriyle, cihâzâtıyla şükür ve hamd ü senâ
eder. . . .
36. Mü’minlerin
Allah ile
ahidleri
• Sonra görüyor ki, bir Celîl-i Cemîl, şu mevcudatın aynalarında
kibriyâ ve kemâlini ve celâl ve cemâlini izhar edip nazar-ı
dikkati celb ediyor. O da, ona mukabil, "Allahu ekber,
Sübhânallah" deyip, mahviyet içinde, hayret ve muhabbetle
secde eder.
• Sonra görüyor ki, bir Ganiyy-i Mutlak, bir sehâvet-i mutlak
içinde nihayetsiz servetini, hazinelerini gösteriyor. O da, ona
mukabil, tâzim ve senâ içinde, kemâl-i iftikarla sual eder ve
ister.
• Sonra görüyor ki, o Fâtır-ı Zülcelâl, yeryüzünü bir sergi
hükmünde yapmış, bütün antika san'atlarını orada teşhir
ediyor. O da, ona mukabil, "Mâşaallah" diyerek takdir ile,
"Bârekâllah" diyerek tahsin ile, "Sübhânallah" diyerek hayret
ile, "Allahu ekber" diyerek istihsan ile mukabele eder. . . .
37. Mü’minlerin
Allah ile
ahidleri
• Sonra görüyor ki, bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında
taklit edilmez sikkeleriyle, Ona mahsus hâtemleriyle, Ona
münhasır turralarıyla, Ona has fermanlarıyla, bütün
mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını
nakşediyor. Ve âfâk-ı âlemin aktârında vahdâniyetin
bayrağını dikiyor ve rububiyetini ilân ediyor. O da, ona
mukabil, tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz'ân ile, şehadet
ile, ubûdiyet ile mukabele eder.
• İşte, bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakikî insan olur,
ahsen-i takvimde olduğunu gösterir, imanın yümniyle
emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.
• 23. Söz | 2. Mebhas | 5. Nükte
38. Mü’minlerin
Allah ile
ahidleri
• Sanki Cenâb-ı Hakkın ahdi meşiet, hikmet, inayet'in
ipleriyle örülmüş nûranî bir şerittir ki; ezelden ebede
kadar uzanmıştır.
• Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecellî
ederek, silsilelerini kâinatın envaına dağıtırken, en acip
silsilesini nev-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek
çok istidat ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir.
• Fakat o istidatların terbiyesini ve neticesini, cüz-ü
ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz-ü ihtiyarînin yuları da,
şeriatın, yani delâil-i nakliyenin eline verilmiştir.
• Binaenaleyh, Cenab-ı Hakkın ahdini bozmamak ve ifa
etmek, ancak o istidatları lâyık ve münasip yerlerine
sarf etmekle olur.
• İşârâtü’l-İ’câz, Bakara: 27
39. • İstidatları geliştirerek insanı yaratılış gayesine sevk
edecek ve ahdini en güzel bir surette yerine getirmiş bir
kul olarak Allah’ın muhabbetine ulaştıracak olan
formüller:
Allah’ın Kitabı + kâinat kitabı
Resulullahın Sünneti
• İnsana düşen: bu üçüyle hergün haşir neşir olmak.
• Yani:
• Dönüp dönüp yukarıdaki satırları tekrar tekrar okuyup
durmak değil, bu satırların bizi yönlendirdiği kaynağı
bulmak ve oraya varmak.