SlideShare a Scribd company logo
Şuûnât: 2
Ümit Şimşek
RİSALE-İ NUR İLE TEFEKKÜR DERSLERİ: 6
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
• Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana "ene"
namında öyle bir miftah vermiş ki, âlemin bütün
kapılarını açar. Ve öyle tılsımlı bir enaniyet
vermiş ki, Hallâk-ı Kâinatın künûz-u mahfiyesini
onunla keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet
muğlâk bir muammâ ve açılması müşkül bir
tılsımdır. Eğer onun hakikî mahiyeti ve sırr-ı
hilkati bilinse, kendisi açıldığı gibi kâinat dahi
açılır.
• . . .
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
30. Söz | 1. Maksat
• Meselâ, daire-i mülkünde mevhum
rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Hâlıkının
rububiyetini anlar. Ve zâhir mâlikiyetiyle,
Hâlıkının hakikî mâlikiyetini fehmeder ve "Bu
haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şu kâinatın
mâlikidir" der. Ve cüz'î ilmiyle Onun ilmini
fehmeder. Ve kisbî san'atçığıyla O Sâni-i
Zülcelâlin ibdâ-i san'atını anlar. Meselâ, "Ben şu
evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de, şu
dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş"
der. Ve hâkezâ, bütün sıfât ve şuûnât-ı İlâhiyeyi
bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı
ahval ve sıfât ve hissiyat, ene’de münderiçtir.
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
11. Söz
• [Hayatının gayelerinden] yedincisi: Senin
hayatına verilen cüz'î ilim ve kudret ve irade gibi
sıfat ve hallerinden küçük nümunelerini vahid-i
kıyasî ittihaz ile, Hâlık-ı Zülcelâlin sıfât-ı
mutlakasını ve şuûn-u mukaddesesini ölçülerle
bilmektir.
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
4. Şua | 5. Mertebe
| 4. Mesele
• İkinci vecih: Hayatımdaki cüz'î ilim ve irade ve
sem' ve basar gibi mânâlarıyla Hâlıkımın küllî ve
ihâtalı sıfatlarına ve şuûnâtına aynadarlıktır.
• Evet, ben kendi hayatımda ve şuurlu fiillerimde
bilmek, işitmek, görmek, söylemek, istemek gibi
çok mânâlarıyla bildim ki, bu kâinatın şahsımdan
büyüklüğü derecesinde daha büyük bir mikyasta
Hâlıkımın muhit ilmini, iradesini, sem' ve basar
ve kudret ve hayat gibi evsafını ve muhabbet ve
gazap ve şefkat gibi şuûnâtını anladım; iman
ederek tasdik ettim ve itiraf ederek bir mârifet
yolunu daha buldum.
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
24. Mektup
2. Makam
1. Mebhas
• Bu temsiller şuûnât-ı rububiyetin hakikatini
tutamaz, ihata edemez, mikyas olamaz; fakat
baktırabilir. O gelecek temsilâtta ve geçen
remizlerde, Zât-ı Akdesin şuûnâtına münasip
olmayan tabirat, temsilin kusuruna aittir.
Meselâ, lezzet ve sürur ve memnuniyetin bizce
malûm mânâları, şuûnât-ı mukaddeseyi ifade
edemiyor; fakat birer ünvan-ı mülâhazadır, birer
mirsad-ı tefekkürdür.
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
33. Söz | 32. Pencere
• ÜÇÜNCÜ NOKTA: Hayatın pek mühim bir
mahiyeti ve ehemmiyetli bir vazifesi var. Fakat o
bahis, Hayat Penceresinde ve Yirminci
Mektubun Sekizinci Kelimesinde tafsili
geçtiğinden, ona havale edip yalnız bunu ihtar
ederiz ki:
• Hayatta hissiyat suretinde kaynayan memzuç
nakışlar, pek çok esmâ ve şuûnât-ı zâtiyeye
işaret eder, gayet parlak bir surette Hayy-ı
Kayyûmun şuûnât-ı zâtiyesine aynadarlık eder.
Müteşabihat
Âl-i İmrân, 3:7
• Sana kitabı indiren de Odur. O kitaptan bir kısmı
muhkem âyetlerdir ki, onlar kitabın anasıdır;
diğer bir kısmı da müteşabihattır. Kalplerinde
eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için müteşabih
olanın peşine takılır da onu kendince
yorumlamaya uğraşır. Oysa onların kesin
yorumunu Allah’tan başkası bilemez. İlimde
derinlik sahibi olanlar ise, “Biz ona inandık;
hepsi Rabbimizin katındandır” derler. Fakat
bunu ancak selim akıl sahipleri düşünüp anlar.
Müteşabihat
Şûrâ, 42:11
Zümer, 39:67
• O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. O size kendi
nefislerinizden eşler yarattı, davarlardan da
çiftler yarattı ki, sizi böylece çoğaltıp duruyor.
Ona benzer hiçbir şey yoktur. O herşeyi işiten,
herşeyi görendir.
***
• Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa
kıyamet gününde bütün yeryüzü Onun
avucunda, gökler ise dürülmüş halde elindedir.
O her kusurdan münezzeh, onların ortak
koştukları şeylerden de yücedir.
Müteşabihat
A’râf, 7:54
Fetih, 48:10
• Sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan,
sonra da Arş üzerine kurulan Allah’tır. . . .
***
• Sana biat edenler Allah’a biat etmiştir. Allah’ın
eli onların eli üzerindedir. Ahdini bozan, kendi
aleyhine bozmuş olur. Allah’a verdiği sözü tutan
kimseye ise Allah büyük bir mükâfat verecektir.
Müteşabihat
25. Söz | 1. Şule |
1. Şua | 2. Suret |
5. Nokta
• Amma ifham ve talimdeki beyanat-ı Kur'âniye o kadar harikadır, o
derece letafetli ve selâsetlidir; en basit bir âmi, en derin bir
hakikati onun beyanından kolayca tefehhüm eder. Evet, Kur'ân-ı
Mu'cizü'l-Beyan çok hakaik-i gàmızayı, nazar-ı umumîyi
okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı taciz
edip yormayacak bir surette, basitâne ve zahirâne söylüyor, ders
veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça tabirat istimal edilir.
Öyle de, ِ َ‫َش‬َ‫ب‬ْ‫ل‬‫ا‬ ِ‫ول‬ُ‫ق‬ُ‫ع‬ ٰ‫ٰل‬ِ‫ا‬ ٌ‫ة‬َّ‫ي‬ِ‫ه‬ٰ‫ل‬ِ‫ا‬ ٌ‫ت‬ٰ‫ال‬ُّ َ‫ََن‬‫ت‬ denilen mütekellim üslûbunda
muhatabın derecesine sözüyle nüzul edip öyle konuşan esâlib-i
Kur'âniye, en mütebahhir hükemanın fikirleriyle yetişemediği
hakaik-i gàmıza-ı İlâhiye ve esrar-ı Rabbâniyeyi müteşabihat
suretinde bir kısım teşbihat ve temsilâtla en ümmî bir âmiye
ifham eder. Meselâ ‫ى‬ٰ‫و‬َ‫ت‬ ْ‫اس‬ ِ‫ش‬ْ‫ر‬َ‫ع‬ْ‫ل‬‫ا‬ َ‫َل‬َ‫ع‬ ُ‫ن‬ٰ ْ‫ْح‬َّ‫لر‬َ‫ا‬ bir temsil ile, rububiyet-i
İlâhiyeyi saltanat misalinde; ve âlemin tedbirinde mertebe-i
rububiyetini, bir sultanın taht-ı saltanatında durup icra-yı
hükûmet ettiği gibi bir misalde gösteriyor.
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
30. Lem’a |
6. Nükte |
5. Şua | 3. Vazifesi
• [İnsan] şuûnât-ı İlâhiyeye aynadarlık eder. Yani,
kendi hayatıyla Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına
işaret ettiği gibi, kendi hayatında inkişaf eden sem'
ve basar gibi duyguların vasıtasıyla, Zât-ı Hayy-ı
Kayyûmun sem' ve basar gibi sıfatlarına aynadarlık
eder, bildirir.
• Hem insan, hayatında bulunan ve inkişaf etmeyen
ve his ve hassasiyet suretinde galeyan eden ve
kesretli bir surette olan çok ince hayatî duygular,
mânâlar ve hisler vasıtasıyla, Zât-ı Hayy-ı
Kayyûmun şuûnât-ı kudsiyesine aynadarlık eder.
Meselâ, o hassasiyet içinde, sevmek, iftihar etmek,
memnun olmak, mesrur olmak, müferrah olmak gibi
mânâlarla — Zât-ı Akdesin kudsiyetine ve gınâ-yı
mutlakına münasip ve lâyık olmak şartıyla — o
neviden olan şuûnâtına aynadarlık eder.
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
Mesnevî-i Nuriye
(tam tercüme) |
Şemme’nin 3.
Parçası (10. Risale) |
48. İ’lem
• İnsan hayatının vazifelerinden biri de, gerek
kendisinin, gerekse nev’inin veya cinsinin cüz’î
sıfat ve şe’nlerinin mikyasıyla, Fâtırının sıfat ve
şe’nlerini anlamaktır. Lâkin, Onun haşir ve
âhiretteki azametli şuûnâtını, kıyamet ve
ölüleri diriltmekteki külliyetli ef’âlini kat’î bir
iz’ân ile anlamak için, bahar haşri ve güz
kıyametindeki fâiliyetin vücuduna ihtiyaç vardır
— ta ki bunları, büyük kıyametteki İlâhî şuûnâta
kıyas etsin. İşte, bahara bak: Onda, ُ‫س‬ْ‫م‬َّ‫ش‬‫ال‬ ‫ا‬َ‫ذ‬ِ‫إ‬
ْ‫ت‬َ‫ر‬ ِِّ‫و‬ُ‫ك‬ emsali âyetlerin bir nevi tefsir gibi
nazîrlerini göreceksin.
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
30. Söz | 2. Mevkıf
3. Maksat
4. Remiz
• DÖRDÜNCÜ REMİZ: Birşeyin lezzeti, hüsnü, cemâli,
emsal ve ezdâdına bakmaktan ziyade, mazharlarına
bakarlar. Meselâ, kerem güzel ve hoş bir sıfattır. Kerîm
olan zât, başka mükrimlere tefevvuk cihetiyle aldığı
lezzet-i nisbiyeden bin defa daha hoş bir lezzeti, ikram
ettiği adamların telezzüzleriyle, ferahlarıyla alır. Hem bir
şefkat ve merhamet sahibi, şefkat ettiği mahlûkların
istirahatleri derecesinde hakikî bir lezzet alır. Meselâ, bir
validenin, evlâdının mes'udiyetlerinden ve
istirahatlerinden şefkat vasıtasıyla aldığı lezzet o derece
kuvvetlidir ki, onların rahatı için ruhunu feda eder
derecesine getirir. Hattâ o şefkatin lezzeti, tavuğu
civcivlerini himaye etmek için arslana saldırtır.
• İşte, madem evsâf-ı âliyedeki hakikî lezzet ve hüsün ve
saadet ve kemâl, akran ve ezdâda bakmıyor, belki
mezâhir ve müteallikatına bakıyor. Elbette, Hayy-ı
Kayyûm ve Hannân-ı Mennân ve Rahîm ve Rahmân
olan Zât-ı Zülcemâl ve Kemâlin rahmetindeki cemâl ise,
merhumlara bakar. . . .
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
30. Söz | 2. Mevkıf
3. Maksat
4. Remiz
• . . . Merhametine mazhar olanların, hususan Cennet-i
bâkiyede nihayetsiz envâ-ı rahmet ve şefkatine
mazhar olanların derece-i saadetlerine ve
tena'umlarına ve ferahlarına göre, o Zât-ı
Rahmânü'r-Rahîm, Ona lâyık bir tarzda bir
muhabbet, bir sevmek gibi, Ona lâyık şuûnâtla tabir
edilen ulvî, kudsî, güzel, münezzeh mânâları vardır.
"Lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh,
mesruriyet-i kudsiye" tabir edilen, izn-i şer'î
olmadığından yad edemediğimiz gayet münezzeh,
mukaddes şuûnâtı vardır ki, her biri, kâinatta
gördüğümüz ve mevcudat mâbeyninde hissettiğimiz
aşk ve ferah ve mesruriyetten nihayetsiz
derecelerde daha yüksek, daha ulvî, daha
mukaddes, daha münezzeh olduğunu çok yerlerde
ispat etmişiz. O mânâların birer lem'asına bakmak
istersen, gelecek temsilâtın dürbünüyle bak: . . .
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
30. Söz | 2. Mevkıf
3. Maksat
4. Remiz
• Meselâ, nasıl ki sehâvetli, âlicenap, müşfik bir
zât, güzel bir ziyafeti, gayet fakir ve aç ve muhtaç
olanlara vermek için, seyahat eden güzel bir
gemisine serer. Kendi de üstünde seyreder. O
fukaranın minnettârâne tena'umları ve o aç
olanların müteşekkirâne telezzüzleri ve o
muhtaç olanların senâkârâne memnuniyetleri,
ne derece o kerîm zâtı mesrur ve müferrah eder,
ne kadar onun hoşuna gider, anlarsın. . . .
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
30. Söz | 2. Mevkıf
3. Maksat
4. Remiz
• . . . İşte, küçücük bir sofranın hakikî mâliki olmayan ve bir
tevziat memuru hükmünde olan bir insanın mesruriyeti
böyle ise, cin ve insi ve hayvânâtı feza-yı âlem denizinde
seyir ve seyahat ettiren ve bir sefine-i Rabbâniye olan
koca zeminin üstüne bindirip, yüzünde hadsiz envâ-ı
mat'umâtı câmi' bir sofrayı serip, bütün zîhayatı küçük
bir kahvaltı nev'inde o ziyafete davet etmekle beraber,
gayet mükemmel ve bütün envâ-ı lezâizi câmi', sermedî,
ebedî bir dâr-ı bekâda Cennetleri, her birisini birer
sofra-i nimet ederek hadsiz lezâizi ve letâifi câmi' bir
tarzda, nihayetsiz bir zamanda, nihayetsiz muhtaç,
nihayetsiz müştak, nihayetsiz ibâdına, hakikî yemek için
ziyafet açan bir Rahmân-ı Rahîme ait ve tabirinde âciz
olduğumuz maânî-i mukaddese-i muhabbeti ve netâic-i
rahmeti kıyas edebilirsin. . . .
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
30. Söz | 2. Mevkıf
3. Maksat
4. Remiz
• Hem meselâ, mahir bir san'atperver, maharetini
göstermeyi sever bir usta, güzel, plâksız konuşan
fonoğraf gibi bir san'atı icad ettikten sonra onu kurup
tecrübe ediyor, gösteriyor. O san'atkârın düşündüğü ve
istediği neticeleri en mükemmel bir tarzda gösterse,
onun mucidi ne kadar iftihar eder, ne kadar memnun
olur, ne derece hoşuna gider, kendi kendine
"Bârekâllah" der.
• İşte, küçücük bir insan, icadsız, sırf surî bir san'atçığıyla,
bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa,
acaba bir Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir musikî, bir
fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin
içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde
insanın başını öyle bir fonograf-ı Rabbânî ve bir
musika-i İlâhî tarzında yapmış ki, hikmet-i beşer, o
san'at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor. . . .
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
30. Söz | 2. Mevkıf
3. Maksat
4. Remiz
• . . . İşte, bütün o masnuat, bütün onlardan
matlup neticeleri nihayet derecede ve gayet
güzel bir surette gösterdiklerinden ve ibâdât-ı
mahsusa ve tesbihat-ı hususiye ve tahiyyât-ı
muayyene ile tabir edilen, evâmir-i tekvîniyeye
karşı onların itaatleri ve onlardan matlup olan
makàsıd-ı Rabbâniyenin husulünden hasıl olan
ve iftihar ve memnuniyet ve ferahla tabir
edemediğimiz maânî-i mukaddese ve şuûn-u
münezzehe, o derece âli ve mukaddestir ki,
bütün ukul-ü beşer ittihad edip bir akıl olsa, yine
onların künhüne yetişemez ve ihata edemez. . . .
Şuûnât
İnsana açılan
hazineler
30. Söz | 2. Mevkıf
3. Maksat
4. Remiz
• Hem meselâ, adaletperver, ihkak-ı hakkı sever ve
ondan zevk alır bir hâkim, mazlumların haklarını
vermekten ve mazlumların teşekkürlerinden ve
zalimleri tecziye etmekle mazlumların intikamlarını
almaktan nasıl memnun olur, bir zevk alır.
• İşte, Hakîm-i Mutlak ve Âdil-i Bilhak ve Kahhâr-ı
Zülcelâl, değil yalnız cin ve inste, belki bütün
mevcudatta ihkak-ı haktan, yani herşeye hakk-ı
vücudu ve hakk-ı hayatı vermekten ve vücut ve
hayatını mütecavizlerden muhafaza etmekten ve
dehşetli mevcutları tecavüzlerden tevkif ve
durdurmaktan, hususan mahşerde ve dâr-ı âhirette
cin ve insin muhakemesinden başka bütün
zîhayata karşı tecellî-i kübrâ-yı adl ve hikmetten
gelen maânî-i mukaddeseyi kıyas edebilirsin.
Şuûnât
Kasas, 28:77
Nur, 24:22
• “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et.”
***
• Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabaya,
yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere
birşey vermemek için yemin etmesinler;
hoşgörsünler ve bağışlasınlar. Allah’ın da sizi
bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah ise
çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.
Şuûnât
Müslim, Tevbe: 3
• Mü’min kulunun tövbesi sebebiyle Allah’ın
sevinci, şu adamınkinden daha fazladır:
• O kişi, ıssız ve tehlikeli bir çöldedir. Yanında
devesi, onun üzerinde de yiyecek ve içeceği
bulunmaktadır. Derken adam uyur; uyandığında
bakar ki devesi gitmiştir. Susuzluktan dili
kuruyuncaya kadar devesini arar. Sonra der ki,
“Bari evvelce bulunduğum yere döneyim de
orada uykuya yatıp öleyim.” Öylece ölmek üzere
başını kolunun üzerine koyar. Sonra, bir de
uyanır ki, devesi yanı başında; azığı, yiyecek ve
içeceği de üzerindedir.
• İşte, mü’min kulunun tövbesi sebebiyle Allah’ın
sevinci, o adamın azığıyla beraber devesini
bulduğu andaki sevincinden daha fazladır.
Şuûnât
Fahreddin Razi,
Şerhu Esmâillâhi’l-
Husnâ
• Sanki Allah Teâlâ [Gafir, Gafûr ve Gaffâr
isimleriyle] şöyle buyuruyor:
• Ey kulum, senin ma’siyet zulmünde üç ismin,
Benim de mağfiretle rahmet edişimde üç ismim
var. Sen zalimsen Ben de Gafir’im. Sen zalûm
isen Ben de Gafûr’um. Sen zallâm isen Ben de
Gaffâr’ım.
• Ayrıca senin sıfatların sana yakışır şekilde
mütenahîdir; Benim sıfatlarım ise Bana yakışır
şekilde gayr-ı mütenahîdir. Gayr-ı mütenahî ise
mütenahîye galebe eder. Onun için, ey miskin,
sakın ümit kesenlerden olma. “Sapıtmışlardan
başka kim Rabbinin rahmetinden ümit keser?”
(Hicr, 15:56.)
Şuûnât
Fahreddin Razi,
Şerhu Esmâillâhi’l-
Husnâ
• Af, giderip yok etmek demektir. Allah Teâlâ
hakkında ise, günahların izini tamamen
gidermek, onu Kiramen Kâtibînin divanından
silmek, onu kıyamet gününde bir daha ortaya
çıkarmamak, hatırladıkları takdirde onları
üzmesin diye kalplerinden de silmek demektir.
“Allah dilediğini yok eder, dilediğini sabit kılar.
Ana Kitap Onun katındadır.” (Ra’d, 13:39).
• Şöyle de denilmiştir: Afüvv, defterlerden
günahları silip onları çeşit çeşit lütuflarla
değiştiren kimsedir.
Şuûnât
Müslim, Tevbe: 31
Nuh, 71:10-13
• Allah Tealâ gündüz günah işleyenin tövbesini kabul
etmek için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenin
tövbesini kabul etmek için de gündüz elini açar.
Güneş battığı yerden doğuncaya kadar bu böyle
devam eder.
***
• Rabbinizden af dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.
• “Tâ ki üzerinize bol bol yağmur yağdırsın.
• “Size mal ve evlât nasip etsin, bağlar yeşertsin,
ırmaklar akıtsın.
• “Size ne oluyor ki Allah’tan öyle bir büyüklük
ummuyorsunuz?
Şuûnât
İsrâ, 17:70
• Gerçekten, Biz Âdem oğullarını şereflendirdik;
onları karada ve denizde taşıdık; onları hoş ve
temiz nimetlerle rızıklandırdık; yarattıklarımızın
birçoğundan da onları ziyadesiyle üstün kıldık.
Şuûnât
10. Söz |
11 . Hakikat
• Hem hiç kabil midir ki, Hâkim-i Bilhak, Rahîm-i Mutlak,
• insana öyle bir istidat verip, yer ile gökler ve dağlar
tahammülünden çekindiği emanet-i kübrâyı tahammül edip,
• yani küçücük, cüz'î ölçüleriyle, san'atçıklarıyla Hâlıkının muhît
sıfatlarını, küllî şuûnâtını, nihayetsiz tecelliyâtını ölçerek bilip,
• hem yerde en nazik, nazenin, nazdar, âciz, zayıf yaratıp,
• halbuki bütün yerin nebatî ve hayvanî olan mahlûkatına bir nevi
tanzimat memuru yapıp,
• onların tarz-ı tesbihat ve ibadetlerine müdahale ettirip,
kâinattaki icraat-ı İlâhiyeye küçücük mikyasta bir temsil gösterip
Rububiyet-i Sübhâniyeyi fiilen ve kàlen kâinatta ilân ettirmek,
• meleklerine tercih edip hilâfet rütbesini verdiği halde;
• ona, bütün bu vazifelerinin gayesi ve neticesi ve semeresi olan
saadet-i ebediyeyi vermesin?
Şuûnât • İnsan bütün sıfât ve esmâ-i İlâhiyeye mazhar
olacak ve Âlemlerin Rabbini bütün isim ve
sıfatlarıyla tanıyacak bir kabiliyette yaratılmıştır.
• Aynı zamanda bütün bu isim ve sıfatları kendi
kabiliyetince yansıtmak üzere yaratılmıştır:
• Rabbinin lütuf ve ihsanlarına sonsuz denebilecek
seviyede muhtaçtır; bu lütuf ve ihsanlara
mazhar olur / Aynı zamanda, kendisi de Allah’ın
kendisine verdikleriyle başka kullara lütuf ve
ihsanlarda bulunur.
Şuûnât
• Âlemlerin Rabbi, âlemde ve insan üzerinde İlâhî
sanatının en güzel numunelerini sergilemiştir /
İnsan da Rabbinin kendisinden öğrendiği şekilde
ve kendisine verilmiş olan kabiliyetlerle eserler
verir, içinde bulunduğu âleme kendi
kabiliyetince güzellikler katar.
• Rabbi ona hem ilim öğretir, hem de öğretmeyi
öğretir.
• Rabbi onu hikmetinin eserleriyle teçhiz eder;
aynı zamanda ona hikmetli olmayı öğretir.
• Rabbi onu hem bağışlar, hem de ona
bağışlamayı öğretir.
Şuûnât
• Dünya, her biri birer kâinat yaratılırcasına yaratılmış
insanların üzerine yağan nimetlerle beraber, onların
üzerinde ve onlar vasıtasıyla zuhur eden maddî-
manevî tecellîlerle kaynar: her an milyarlarca
ağızdan muhtelif dillerde sözler dünya semâsının
zerrelerine yüklenir; karada, denizde, havada, uzayın
derinliklerinde insanların yaptıkları araçlar dolaşır;
insanların ellerinden, dillerinden, hayallerinden
çıkan her türden sanat eserleriyle yeryüzü bezenir;
muhabbetler, merhametler, affedişler, gönül
almalar, yardımlaşmalar, ikramlar, ihsanlar Yer ve
Gökler Rabbinin herşeyi kuşatan rahmetinin en
parlak tecellîleri olarak kullardan kullara akseder.
• İnsan, Âlemlerin Rabbini şuûnâtıyla tanır ve tanıtır.

More Related Content

What's hot

Eserden Esmaya 2
Eserden Esmaya 2Eserden Esmaya 2
Eserden Esmaya 2
Ümit Şimşek
 
Eserden Esmâya 1
Eserden Esmâya 1Eserden Esmâya 1
Eserden Esmâya 1
Ümit Şimşek
 
Allah'ın ahdi
Allah'ın ahdiAllah'ın ahdi
Allah'ın ahdi
Ümit Şimşek
 
Esma i hüsna -80 et-tevvâb
Esma i hüsna -80 et-tevvâbEsma i hüsna -80 et-tevvâb
Esma i hüsna -80 et-tevvâb
Abdulaziz Beştoğrak
 
Esma i hüsna -82 eş-şâkir
Esma i hüsna -82 eş-şâkirEsma i hüsna -82 eş-şâkir
Esma i hüsna -82 eş-şâkir
Abdulaziz Beştoğrak
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Esma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuvEsma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuv
Abdulaziz Beştoğrak
 
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Selçuk Sarıcı
 
Esma i hüsna -77 er-rezzâk
Esma i hüsna -77  er-rezzâkEsma i hüsna -77  er-rezzâk
Esma i hüsna -77 er-rezzâk
Abdulaziz Beştoğrak
 
İmam gazali itikatta sözün özü
İmam gazali   itikatta sözün özüİmam gazali   itikatta sözün özü
İmam gazali itikatta sözün özü
Selçuk Sarıcı
 
İmam gazali abidler yolu
İmam gazali   abidler yoluİmam gazali   abidler yolu
İmam gazali abidler yolu
Selçuk Sarıcı
 
İmam gazali hikmetler kitabı
İmam gazali   hikmetler kitabıİmam gazali   hikmetler kitabı
İmam gazali hikmetler kitabı
Selçuk Sarıcı
 
İmam gazali dinde kırk prensip
İmam gazali   dinde kırk prensipİmam gazali   dinde kırk prensip
İmam gazali dinde kırk prensip
Selçuk Sarıcı
 

What's hot (20)

Eserden Esmaya 2
Eserden Esmaya 2Eserden Esmaya 2
Eserden Esmaya 2
 
Eserden Esmâya 1
Eserden Esmâya 1Eserden Esmâya 1
Eserden Esmâya 1
 
4.Sua
4.Sua4.Sua
4.Sua
 
Allah'ın ahdi
Allah'ın ahdiAllah'ın ahdi
Allah'ın ahdi
 
Esma i hüsna -80 et-tevvâb
Esma i hüsna -80 et-tevvâbEsma i hüsna -80 et-tevvâb
Esma i hüsna -80 et-tevvâb
 
Esma i hüsna -82 eş-şâkir
Esma i hüsna -82 eş-şâkirEsma i hüsna -82 eş-şâkir
Esma i hüsna -82 eş-şâkir
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
30.Soz
30.Soz30.Soz
30.Soz
 
Esma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuvEsma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuv
 
Katrenin Zeyli
Katrenin ZeyliKatrenin Zeyli
Katrenin Zeyli
 
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
 
Esma i hüsna -77 er-rezzâk
Esma i hüsna -77  er-rezzâkEsma i hüsna -77  er-rezzâk
Esma i hüsna -77 er-rezzâk
 
İmam gazali itikatta sözün özü
İmam gazali   itikatta sözün özüİmam gazali   itikatta sözün özü
İmam gazali itikatta sözün özü
 
9.Soz
9.Soz9.Soz
9.Soz
 
03 Kastamonu
03 Kastamonu03 Kastamonu
03 Kastamonu
 
2.Sua
2.Sua2.Sua
2.Sua
 
İmam gazali abidler yolu
İmam gazali   abidler yoluİmam gazali   abidler yolu
İmam gazali abidler yolu
 
İmam gazali hikmetler kitabı
İmam gazali   hikmetler kitabıİmam gazali   hikmetler kitabı
İmam gazali hikmetler kitabı
 
Zuhre
ZuhreZuhre
Zuhre
 
İmam gazali dinde kırk prensip
İmam gazali   dinde kırk prensipİmam gazali   dinde kırk prensip
İmam gazali dinde kırk prensip
 

Similar to Şuunat 2

29.Lemadan Ikinci Bab
29.Lemadan Ikinci Bab29.Lemadan Ikinci Bab
29.Lemadan Ikinci BabAhmet Türkan
 
10. fecr suresi
10. fecr suresi10. fecr suresi
10. fecr suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Dünyevi̇leşme faruk kesgi̇n
Dünyevi̇leşme faruk kesgi̇nDünyevi̇leşme faruk kesgi̇n
Dünyevi̇leşme faruk kesgi̇n
Faruk Kesgin
 

Similar to Şuunat 2 (20)

29.Lemadan Ikinci Bab
29.Lemadan Ikinci Bab29.Lemadan Ikinci Bab
29.Lemadan Ikinci Bab
 
7.Sua(Ayetulkubra)
7.Sua(Ayetulkubra)7.Sua(Ayetulkubra)
7.Sua(Ayetulkubra)
 
8. Mesele
8. Mesele8. Mesele
8. Mesele
 
10. fecr suresi
10. fecr suresi10. fecr suresi
10. fecr suresi
 
29.Soz
29.Soz29.Soz
29.Soz
 
24.Mektup
24.Mektup24.Mektup
24.Mektup
 
Hutbe I şAmiye
Hutbe I şAmiyeHutbe I şAmiye
Hutbe I şAmiye
 
20.Mektup
20.Mektup20.Mektup
20.Mektup
 
Reshalar
ReshalarReshalar
Reshalar
 
12.Soz
12.Soz12.Soz
12.Soz
 
17.Soz
17.Soz17.Soz
17.Soz
 
Dünyevi̇leşme faruk kesgi̇n
Dünyevi̇leşme faruk kesgi̇nDünyevi̇leşme faruk kesgi̇n
Dünyevi̇leşme faruk kesgi̇n
 
Asır Süresi
Asır SüresiAsır Süresi
Asır Süresi
 
13.Soz
13.Soz13.Soz
13.Soz
 
10. Mesele
10. Mesele10. Mesele
10. Mesele
 
13.Lema
13.Lema13.Lema
13.Lema
 
1.Mektup
1.Mektup1.Mektup
1.Mektup
 
19.Soz
19.Soz19.Soz
19.Soz
 
Sule
SuleSule
Sule
 
27.Soz
27.Soz27.Soz
27.Soz
 

Şuunat 2

  • 1. Şuûnât: 2 Ümit Şimşek RİSALE-İ NUR İLE TEFEKKÜR DERSLERİ: 6
  • 2. Şuûnât İnsana açılan hazineler • Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana "ene" namında öyle bir miftah vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar. Ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki, Hallâk-ı Kâinatın künûz-u mahfiyesini onunla keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlâk bir muammâ ve açılması müşkül bir tılsımdır. Eğer onun hakikî mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse, kendisi açıldığı gibi kâinat dahi açılır. • . . .
  • 3. Şuûnât İnsana açılan hazineler 30. Söz | 1. Maksat • Meselâ, daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Hâlıkının rububiyetini anlar. Ve zâhir mâlikiyetiyle, Hâlıkının hakikî mâlikiyetini fehmeder ve "Bu haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şu kâinatın mâlikidir" der. Ve cüz'î ilmiyle Onun ilmini fehmeder. Ve kisbî san'atçığıyla O Sâni-i Zülcelâlin ibdâ-i san'atını anlar. Meselâ, "Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de, şu dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş" der. Ve hâkezâ, bütün sıfât ve şuûnât-ı İlâhiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfât ve hissiyat, ene’de münderiçtir.
  • 4. Şuûnât İnsana açılan hazineler 11. Söz • [Hayatının gayelerinden] yedincisi: Senin hayatına verilen cüz'î ilim ve kudret ve irade gibi sıfat ve hallerinden küçük nümunelerini vahid-i kıyasî ittihaz ile, Hâlık-ı Zülcelâlin sıfât-ı mutlakasını ve şuûn-u mukaddesesini ölçülerle bilmektir.
  • 5. Şuûnât İnsana açılan hazineler 4. Şua | 5. Mertebe | 4. Mesele • İkinci vecih: Hayatımdaki cüz'î ilim ve irade ve sem' ve basar gibi mânâlarıyla Hâlıkımın küllî ve ihâtalı sıfatlarına ve şuûnâtına aynadarlıktır. • Evet, ben kendi hayatımda ve şuurlu fiillerimde bilmek, işitmek, görmek, söylemek, istemek gibi çok mânâlarıyla bildim ki, bu kâinatın şahsımdan büyüklüğü derecesinde daha büyük bir mikyasta Hâlıkımın muhit ilmini, iradesini, sem' ve basar ve kudret ve hayat gibi evsafını ve muhabbet ve gazap ve şefkat gibi şuûnâtını anladım; iman ederek tasdik ettim ve itiraf ederek bir mârifet yolunu daha buldum.
  • 6. Şuûnât İnsana açılan hazineler 24. Mektup 2. Makam 1. Mebhas • Bu temsiller şuûnât-ı rububiyetin hakikatini tutamaz, ihata edemez, mikyas olamaz; fakat baktırabilir. O gelecek temsilâtta ve geçen remizlerde, Zât-ı Akdesin şuûnâtına münasip olmayan tabirat, temsilin kusuruna aittir. Meselâ, lezzet ve sürur ve memnuniyetin bizce malûm mânâları, şuûnât-ı mukaddeseyi ifade edemiyor; fakat birer ünvan-ı mülâhazadır, birer mirsad-ı tefekkürdür.
  • 7. Şuûnât İnsana açılan hazineler 33. Söz | 32. Pencere • ÜÇÜNCÜ NOKTA: Hayatın pek mühim bir mahiyeti ve ehemmiyetli bir vazifesi var. Fakat o bahis, Hayat Penceresinde ve Yirminci Mektubun Sekizinci Kelimesinde tafsili geçtiğinden, ona havale edip yalnız bunu ihtar ederiz ki: • Hayatta hissiyat suretinde kaynayan memzuç nakışlar, pek çok esmâ ve şuûnât-ı zâtiyeye işaret eder, gayet parlak bir surette Hayy-ı Kayyûmun şuûnât-ı zâtiyesine aynadarlık eder.
  • 8. Müteşabihat Âl-i İmrân, 3:7 • Sana kitabı indiren de Odur. O kitaptan bir kısmı muhkem âyetlerdir ki, onlar kitabın anasıdır; diğer bir kısmı da müteşabihattır. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için müteşabih olanın peşine takılır da onu kendince yorumlamaya uğraşır. Oysa onların kesin yorumunu Allah’tan başkası bilemez. İlimde derinlik sahibi olanlar ise, “Biz ona inandık; hepsi Rabbimizin katındandır” derler. Fakat bunu ancak selim akıl sahipleri düşünüp anlar.
  • 9. Müteşabihat Şûrâ, 42:11 Zümer, 39:67 • O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. O size kendi nefislerinizden eşler yarattı, davarlardan da çiftler yarattı ki, sizi böylece çoğaltıp duruyor. Ona benzer hiçbir şey yoktur. O herşeyi işiten, herşeyi görendir. *** • Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet gününde bütün yeryüzü Onun avucunda, gökler ise dürülmüş halde elindedir. O her kusurdan münezzeh, onların ortak koştukları şeylerden de yücedir.
  • 10. Müteşabihat A’râf, 7:54 Fetih, 48:10 • Sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş üzerine kurulan Allah’tır. . . . *** • Sana biat edenler Allah’a biat etmiştir. Allah’ın eli onların eli üzerindedir. Ahdini bozan, kendi aleyhine bozmuş olur. Allah’a verdiği sözü tutan kimseye ise Allah büyük bir mükâfat verecektir.
  • 11. Müteşabihat 25. Söz | 1. Şule | 1. Şua | 2. Suret | 5. Nokta • Amma ifham ve talimdeki beyanat-ı Kur'âniye o kadar harikadır, o derece letafetli ve selâsetlidir; en basit bir âmi, en derin bir hakikati onun beyanından kolayca tefehhüm eder. Evet, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan çok hakaik-i gàmızayı, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı taciz edip yormayacak bir surette, basitâne ve zahirâne söylüyor, ders veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça tabirat istimal edilir. Öyle de, ِ َ‫َش‬َ‫ب‬ْ‫ل‬‫ا‬ ِ‫ول‬ُ‫ق‬ُ‫ع‬ ٰ‫ٰل‬ِ‫ا‬ ٌ‫ة‬َّ‫ي‬ِ‫ه‬ٰ‫ل‬ِ‫ا‬ ٌ‫ت‬ٰ‫ال‬ُّ َ‫ََن‬‫ت‬ denilen mütekellim üslûbunda muhatabın derecesine sözüyle nüzul edip öyle konuşan esâlib-i Kur'âniye, en mütebahhir hükemanın fikirleriyle yetişemediği hakaik-i gàmıza-ı İlâhiye ve esrar-ı Rabbâniyeyi müteşabihat suretinde bir kısım teşbihat ve temsilâtla en ümmî bir âmiye ifham eder. Meselâ ‫ى‬ٰ‫و‬َ‫ت‬ ْ‫اس‬ ِ‫ش‬ْ‫ر‬َ‫ع‬ْ‫ل‬‫ا‬ َ‫َل‬َ‫ع‬ ُ‫ن‬ٰ ْ‫ْح‬َّ‫لر‬َ‫ا‬ bir temsil ile, rububiyet-i İlâhiyeyi saltanat misalinde; ve âlemin tedbirinde mertebe-i rububiyetini, bir sultanın taht-ı saltanatında durup icra-yı hükûmet ettiği gibi bir misalde gösteriyor.
  • 12. Şuûnât İnsana açılan hazineler 30. Lem’a | 6. Nükte | 5. Şua | 3. Vazifesi • [İnsan] şuûnât-ı İlâhiyeye aynadarlık eder. Yani, kendi hayatıyla Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına işaret ettiği gibi, kendi hayatında inkişaf eden sem' ve basar gibi duyguların vasıtasıyla, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun sem' ve basar gibi sıfatlarına aynadarlık eder, bildirir. • Hem insan, hayatında bulunan ve inkişaf etmeyen ve his ve hassasiyet suretinde galeyan eden ve kesretli bir surette olan çok ince hayatî duygular, mânâlar ve hisler vasıtasıyla, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun şuûnât-ı kudsiyesine aynadarlık eder. Meselâ, o hassasiyet içinde, sevmek, iftihar etmek, memnun olmak, mesrur olmak, müferrah olmak gibi mânâlarla — Zât-ı Akdesin kudsiyetine ve gınâ-yı mutlakına münasip ve lâyık olmak şartıyla — o neviden olan şuûnâtına aynadarlık eder.
  • 13. Şuûnât İnsana açılan hazineler Mesnevî-i Nuriye (tam tercüme) | Şemme’nin 3. Parçası (10. Risale) | 48. İ’lem • İnsan hayatının vazifelerinden biri de, gerek kendisinin, gerekse nev’inin veya cinsinin cüz’î sıfat ve şe’nlerinin mikyasıyla, Fâtırının sıfat ve şe’nlerini anlamaktır. Lâkin, Onun haşir ve âhiretteki azametli şuûnâtını, kıyamet ve ölüleri diriltmekteki külliyetli ef’âlini kat’î bir iz’ân ile anlamak için, bahar haşri ve güz kıyametindeki fâiliyetin vücuduna ihtiyaç vardır — ta ki bunları, büyük kıyametteki İlâhî şuûnâta kıyas etsin. İşte, bahara bak: Onda, ُ‫س‬ْ‫م‬َّ‫ش‬‫ال‬ ‫ا‬َ‫ذ‬ِ‫إ‬ ْ‫ت‬َ‫ر‬ ِِّ‫و‬ُ‫ك‬ emsali âyetlerin bir nevi tefsir gibi nazîrlerini göreceksin.
  • 14. Şuûnât İnsana açılan hazineler 30. Söz | 2. Mevkıf 3. Maksat 4. Remiz • DÖRDÜNCÜ REMİZ: Birşeyin lezzeti, hüsnü, cemâli, emsal ve ezdâdına bakmaktan ziyade, mazharlarına bakarlar. Meselâ, kerem güzel ve hoş bir sıfattır. Kerîm olan zât, başka mükrimlere tefevvuk cihetiyle aldığı lezzet-i nisbiyeden bin defa daha hoş bir lezzeti, ikram ettiği adamların telezzüzleriyle, ferahlarıyla alır. Hem bir şefkat ve merhamet sahibi, şefkat ettiği mahlûkların istirahatleri derecesinde hakikî bir lezzet alır. Meselâ, bir validenin, evlâdının mes'udiyetlerinden ve istirahatlerinden şefkat vasıtasıyla aldığı lezzet o derece kuvvetlidir ki, onların rahatı için ruhunu feda eder derecesine getirir. Hattâ o şefkatin lezzeti, tavuğu civcivlerini himaye etmek için arslana saldırtır. • İşte, madem evsâf-ı âliyedeki hakikî lezzet ve hüsün ve saadet ve kemâl, akran ve ezdâda bakmıyor, belki mezâhir ve müteallikatına bakıyor. Elbette, Hayy-ı Kayyûm ve Hannân-ı Mennân ve Rahîm ve Rahmân olan Zât-ı Zülcemâl ve Kemâlin rahmetindeki cemâl ise, merhumlara bakar. . . .
  • 15. Şuûnât İnsana açılan hazineler 30. Söz | 2. Mevkıf 3. Maksat 4. Remiz • . . . Merhametine mazhar olanların, hususan Cennet-i bâkiyede nihayetsiz envâ-ı rahmet ve şefkatine mazhar olanların derece-i saadetlerine ve tena'umlarına ve ferahlarına göre, o Zât-ı Rahmânü'r-Rahîm, Ona lâyık bir tarzda bir muhabbet, bir sevmek gibi, Ona lâyık şuûnâtla tabir edilen ulvî, kudsî, güzel, münezzeh mânâları vardır. "Lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh, mesruriyet-i kudsiye" tabir edilen, izn-i şer'î olmadığından yad edemediğimiz gayet münezzeh, mukaddes şuûnâtı vardır ki, her biri, kâinatta gördüğümüz ve mevcudat mâbeyninde hissettiğimiz aşk ve ferah ve mesruriyetten nihayetsiz derecelerde daha yüksek, daha ulvî, daha mukaddes, daha münezzeh olduğunu çok yerlerde ispat etmişiz. O mânâların birer lem'asına bakmak istersen, gelecek temsilâtın dürbünüyle bak: . . .
  • 16. Şuûnât İnsana açılan hazineler 30. Söz | 2. Mevkıf 3. Maksat 4. Remiz • Meselâ, nasıl ki sehâvetli, âlicenap, müşfik bir zât, güzel bir ziyafeti, gayet fakir ve aç ve muhtaç olanlara vermek için, seyahat eden güzel bir gemisine serer. Kendi de üstünde seyreder. O fukaranın minnettârâne tena'umları ve o aç olanların müteşekkirâne telezzüzleri ve o muhtaç olanların senâkârâne memnuniyetleri, ne derece o kerîm zâtı mesrur ve müferrah eder, ne kadar onun hoşuna gider, anlarsın. . . .
  • 17. Şuûnât İnsana açılan hazineler 30. Söz | 2. Mevkıf 3. Maksat 4. Remiz • . . . İşte, küçücük bir sofranın hakikî mâliki olmayan ve bir tevziat memuru hükmünde olan bir insanın mesruriyeti böyle ise, cin ve insi ve hayvânâtı feza-yı âlem denizinde seyir ve seyahat ettiren ve bir sefine-i Rabbâniye olan koca zeminin üstüne bindirip, yüzünde hadsiz envâ-ı mat'umâtı câmi' bir sofrayı serip, bütün zîhayatı küçük bir kahvaltı nev'inde o ziyafete davet etmekle beraber, gayet mükemmel ve bütün envâ-ı lezâizi câmi', sermedî, ebedî bir dâr-ı bekâda Cennetleri, her birisini birer sofra-i nimet ederek hadsiz lezâizi ve letâifi câmi' bir tarzda, nihayetsiz bir zamanda, nihayetsiz muhtaç, nihayetsiz müştak, nihayetsiz ibâdına, hakikî yemek için ziyafet açan bir Rahmân-ı Rahîme ait ve tabirinde âciz olduğumuz maânî-i mukaddese-i muhabbeti ve netâic-i rahmeti kıyas edebilirsin. . . .
  • 18. Şuûnât İnsana açılan hazineler 30. Söz | 2. Mevkıf 3. Maksat 4. Remiz • Hem meselâ, mahir bir san'atperver, maharetini göstermeyi sever bir usta, güzel, plâksız konuşan fonoğraf gibi bir san'atı icad ettikten sonra onu kurup tecrübe ediyor, gösteriyor. O san'atkârın düşündüğü ve istediği neticeleri en mükemmel bir tarzda gösterse, onun mucidi ne kadar iftihar eder, ne kadar memnun olur, ne derece hoşuna gider, kendi kendine "Bârekâllah" der. • İşte, küçücük bir insan, icadsız, sırf surî bir san'atçığıyla, bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa, acaba bir Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir musikî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonograf-ı Rabbânî ve bir musika-i İlâhî tarzında yapmış ki, hikmet-i beşer, o san'at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor. . . .
  • 19. Şuûnât İnsana açılan hazineler 30. Söz | 2. Mevkıf 3. Maksat 4. Remiz • . . . İşte, bütün o masnuat, bütün onlardan matlup neticeleri nihayet derecede ve gayet güzel bir surette gösterdiklerinden ve ibâdât-ı mahsusa ve tesbihat-ı hususiye ve tahiyyât-ı muayyene ile tabir edilen, evâmir-i tekvîniyeye karşı onların itaatleri ve onlardan matlup olan makàsıd-ı Rabbâniyenin husulünden hasıl olan ve iftihar ve memnuniyet ve ferahla tabir edemediğimiz maânî-i mukaddese ve şuûn-u münezzehe, o derece âli ve mukaddestir ki, bütün ukul-ü beşer ittihad edip bir akıl olsa, yine onların künhüne yetişemez ve ihata edemez. . . .
  • 20. Şuûnât İnsana açılan hazineler 30. Söz | 2. Mevkıf 3. Maksat 4. Remiz • Hem meselâ, adaletperver, ihkak-ı hakkı sever ve ondan zevk alır bir hâkim, mazlumların haklarını vermekten ve mazlumların teşekkürlerinden ve zalimleri tecziye etmekle mazlumların intikamlarını almaktan nasıl memnun olur, bir zevk alır. • İşte, Hakîm-i Mutlak ve Âdil-i Bilhak ve Kahhâr-ı Zülcelâl, değil yalnız cin ve inste, belki bütün mevcudatta ihkak-ı haktan, yani herşeye hakk-ı vücudu ve hakk-ı hayatı vermekten ve vücut ve hayatını mütecavizlerden muhafaza etmekten ve dehşetli mevcutları tecavüzlerden tevkif ve durdurmaktan, hususan mahşerde ve dâr-ı âhirette cin ve insin muhakemesinden başka bütün zîhayata karşı tecellî-i kübrâ-yı adl ve hikmetten gelen maânî-i mukaddeseyi kıyas edebilirsin.
  • 21. Şuûnât Kasas, 28:77 Nur, 24:22 • “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et.” *** • Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere birşey vermemek için yemin etmesinler; hoşgörsünler ve bağışlasınlar. Allah’ın da sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah ise çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.
  • 22. Şuûnât Müslim, Tevbe: 3 • Mü’min kulunun tövbesi sebebiyle Allah’ın sevinci, şu adamınkinden daha fazladır: • O kişi, ıssız ve tehlikeli bir çöldedir. Yanında devesi, onun üzerinde de yiyecek ve içeceği bulunmaktadır. Derken adam uyur; uyandığında bakar ki devesi gitmiştir. Susuzluktan dili kuruyuncaya kadar devesini arar. Sonra der ki, “Bari evvelce bulunduğum yere döneyim de orada uykuya yatıp öleyim.” Öylece ölmek üzere başını kolunun üzerine koyar. Sonra, bir de uyanır ki, devesi yanı başında; azığı, yiyecek ve içeceği de üzerindedir. • İşte, mü’min kulunun tövbesi sebebiyle Allah’ın sevinci, o adamın azığıyla beraber devesini bulduğu andaki sevincinden daha fazladır.
  • 23. Şuûnât Fahreddin Razi, Şerhu Esmâillâhi’l- Husnâ • Sanki Allah Teâlâ [Gafir, Gafûr ve Gaffâr isimleriyle] şöyle buyuruyor: • Ey kulum, senin ma’siyet zulmünde üç ismin, Benim de mağfiretle rahmet edişimde üç ismim var. Sen zalimsen Ben de Gafir’im. Sen zalûm isen Ben de Gafûr’um. Sen zallâm isen Ben de Gaffâr’ım. • Ayrıca senin sıfatların sana yakışır şekilde mütenahîdir; Benim sıfatlarım ise Bana yakışır şekilde gayr-ı mütenahîdir. Gayr-ı mütenahî ise mütenahîye galebe eder. Onun için, ey miskin, sakın ümit kesenlerden olma. “Sapıtmışlardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümit keser?” (Hicr, 15:56.)
  • 24. Şuûnât Fahreddin Razi, Şerhu Esmâillâhi’l- Husnâ • Af, giderip yok etmek demektir. Allah Teâlâ hakkında ise, günahların izini tamamen gidermek, onu Kiramen Kâtibînin divanından silmek, onu kıyamet gününde bir daha ortaya çıkarmamak, hatırladıkları takdirde onları üzmesin diye kalplerinden de silmek demektir. “Allah dilediğini yok eder, dilediğini sabit kılar. Ana Kitap Onun katındadır.” (Ra’d, 13:39). • Şöyle de denilmiştir: Afüvv, defterlerden günahları silip onları çeşit çeşit lütuflarla değiştiren kimsedir.
  • 25. Şuûnât Müslim, Tevbe: 31 Nuh, 71:10-13 • Allah Tealâ gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de gündüz elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar bu böyle devam eder. *** • Rabbinizden af dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. • “Tâ ki üzerinize bol bol yağmur yağdırsın. • “Size mal ve evlât nasip etsin, bağlar yeşertsin, ırmaklar akıtsın. • “Size ne oluyor ki Allah’tan öyle bir büyüklük ummuyorsunuz?
  • 26. Şuûnât İsrâ, 17:70 • Gerçekten, Biz Âdem oğullarını şereflendirdik; onları karada ve denizde taşıdık; onları hoş ve temiz nimetlerle rızıklandırdık; yarattıklarımızın birçoğundan da onları ziyadesiyle üstün kıldık.
  • 27. Şuûnât 10. Söz | 11 . Hakikat • Hem hiç kabil midir ki, Hâkim-i Bilhak, Rahîm-i Mutlak, • insana öyle bir istidat verip, yer ile gökler ve dağlar tahammülünden çekindiği emanet-i kübrâyı tahammül edip, • yani küçücük, cüz'î ölçüleriyle, san'atçıklarıyla Hâlıkının muhît sıfatlarını, küllî şuûnâtını, nihayetsiz tecelliyâtını ölçerek bilip, • hem yerde en nazik, nazenin, nazdar, âciz, zayıf yaratıp, • halbuki bütün yerin nebatî ve hayvanî olan mahlûkatına bir nevi tanzimat memuru yapıp, • onların tarz-ı tesbihat ve ibadetlerine müdahale ettirip, kâinattaki icraat-ı İlâhiyeye küçücük mikyasta bir temsil gösterip Rububiyet-i Sübhâniyeyi fiilen ve kàlen kâinatta ilân ettirmek, • meleklerine tercih edip hilâfet rütbesini verdiği halde; • ona, bütün bu vazifelerinin gayesi ve neticesi ve semeresi olan saadet-i ebediyeyi vermesin?
  • 28. Şuûnât • İnsan bütün sıfât ve esmâ-i İlâhiyeye mazhar olacak ve Âlemlerin Rabbini bütün isim ve sıfatlarıyla tanıyacak bir kabiliyette yaratılmıştır. • Aynı zamanda bütün bu isim ve sıfatları kendi kabiliyetince yansıtmak üzere yaratılmıştır: • Rabbinin lütuf ve ihsanlarına sonsuz denebilecek seviyede muhtaçtır; bu lütuf ve ihsanlara mazhar olur / Aynı zamanda, kendisi de Allah’ın kendisine verdikleriyle başka kullara lütuf ve ihsanlarda bulunur.
  • 29. Şuûnât • Âlemlerin Rabbi, âlemde ve insan üzerinde İlâhî sanatının en güzel numunelerini sergilemiştir / İnsan da Rabbinin kendisinden öğrendiği şekilde ve kendisine verilmiş olan kabiliyetlerle eserler verir, içinde bulunduğu âleme kendi kabiliyetince güzellikler katar. • Rabbi ona hem ilim öğretir, hem de öğretmeyi öğretir. • Rabbi onu hikmetinin eserleriyle teçhiz eder; aynı zamanda ona hikmetli olmayı öğretir. • Rabbi onu hem bağışlar, hem de ona bağışlamayı öğretir.
  • 30. Şuûnât • Dünya, her biri birer kâinat yaratılırcasına yaratılmış insanların üzerine yağan nimetlerle beraber, onların üzerinde ve onlar vasıtasıyla zuhur eden maddî- manevî tecellîlerle kaynar: her an milyarlarca ağızdan muhtelif dillerde sözler dünya semâsının zerrelerine yüklenir; karada, denizde, havada, uzayın derinliklerinde insanların yaptıkları araçlar dolaşır; insanların ellerinden, dillerinden, hayallerinden çıkan her türden sanat eserleriyle yeryüzü bezenir; muhabbetler, merhametler, affedişler, gönül almalar, yardımlaşmalar, ikramlar, ihsanlar Yer ve Gökler Rabbinin herşeyi kuşatan rahmetinin en parlak tecellîleri olarak kullardan kullara akseder. • İnsan, Âlemlerin Rabbini şuûnâtıyla tanır ve tanıtır.