Companies are increasingly using common short codes (CSC) and SMS mobile marketing to reach wide audiences. CSC allows companies to send promotional, informational, or interactive messages to opted-in customers through a 5-6 digit number. Examples show CSC campaigns generated significantly higher response rates than websites. Metrics like message opens, subscriptions, leads, and purchases allow companies to calculate return on investment. Integrating CSC with other channels like email, apps, and websites creates more effective multichannel mobile strategies.
The article discusses the top 10 endangered species that National Geographic has highlighted over the past 71 years. It notes that many endangered species are facing threats from habitat loss, poaching, and climate change. The list includes species such as the tiger, giant panda, humpback whale, and Sumatran orangutan that National Geographic has brought attention to in hopes of inspiring conservation efforts.
Probabilistic Approach to Provisioning of ITV - By Amos_KohnAmos Kohn
This white paper discusses a probabilistic approach to provisioning network and computing resources for delivering interactive TV. It develops a proprietary spreadsheet model to estimate the costs and benefits of deploying an interactive TV streaming processor. The model is based on analyzing user behavior, data packaging into MPEG streams, required bit rates, forward and return network paths, processing needs, and financial projections to calculate return on investment.
Άρθρο European Telecom Market στο Communication SolutionsTelco News
Η Ευρωπαϊκή προοπτική και εξέλιξη της αγοράς των Ηλεκτρονικών επικοινωνιών.
Το μακρινό 1995, όταν το καθεστώς ήταν το μονοπώλιο του ΟΤΕ, τα αιτήματα των πελατών της παραδοσιακής τηλεφωνίας στον ΟΤΕ που ήταν σε αναμονή ήταν πολλές εκατοντάδες χιλιάδες όπου πολλά από αυτά εκκρεμούσαν για πάνω από 4 χρόνια. Ακόμα και στο Βέλγιο στην καρδιά της Ευρώπης η αναμονή ήταν πάνω από έξι μήνες γα αιτήματα σταθερής τηλεφωνίας.
Για το Ίντερνετ ας μην το συζητήσουμε διότι τότε ήταν ανύπαρκτο από πλευράς ταχυτήτων με τις πενιχρές dialup συνδέσεις των 28 Kbps !
Η απελευθέρωση των τηλεπικοινωνιών σε Ευρωπαϊκό επίπεδο και στην Ελλάδα, παρά τα προσκόμματα και τις καθυστερήσεις που παρατηρήθηκαν στην εφαρμογή της, αναμφίβολα δημιούργησε τεράστια οφέλη για τους Έλληνες καταναλωτές. Οι μειώσεις των τιμών στην παροχή τηλεπικοινωνιακών υπηρεσιών, αλλά και η επιτάχυνση της διάθεσης νέων καινοτομικών τεχνολογιών επικοινωνίας, όπως οι ευρυζωνικές υπηρεσίες, αποτελούν τα δύο πλέον βασικά και απτά οφέλη που αποκόμισε ο Έλληνας πολίτης από την «ελεύθερη» λειτουργία της αγοράς.
Παρόλα αυτά εντείνεται η ανησυχία στην Ευρωπαϊκή Ένωση αναφορικά με την επίτευξη των στόχων της Ψηφιακής Ατζέντας 2020 καθώς σύμφωνα με τον τελευταίο ετήσιο πίνακα αποτελεσμάτων του ψηφιακού θεματολογίου της Επιτροπής, οι Ευρωπαίοι διαθέτουν βασικά ψηφιακά δίκτυα και υπηρεσίες, αλλά υπολείπονται όσον αφορά τα κύρια σημερινά και τα μελλοντικά οφέλη της ψηφιακής επανάστασης.
Άρθρο στο περιοδικό Communication Solutions:
Αυτή η πλατφόρμα αναφέρεται σε μία μέθοδο παροχής συνδυασμένων ή και μεμονωμένων προπληρωμένων υπηρεσιών προστιθέμενης αξίας. Η μέθοδος περιλαμβάνει την παροχή ενός κέντρου λήψης και επεξεργασίας τηλεφωνικών κλήσεων και υπηρεσιών προστιθέμενης αξίας, την διάθεση στους χρήστες καρτών προσβάσεως, άυλων καρτών οι οποίες περιέχουν ένα προσωπικό αριθμό πρόσβασης (pin) καθώς και οδηγίες για την καθοδήγηση του χρήστη, έτσι ώστε μετά την κλήση να έχει πρόσβαση στην επιθυμητή υπηρεσία προστιθέμενης αξίας . Η κλήση μπορεί να υλοποιείται από οποιοδήποτε σταθερό ή κινητό τηλέφωνο.
Σε κάθε pin αντιστοιχεί χρηματικό ποσό και η πλατφόρμα φροντίζει για την διαχείριση του χρηματικού ποσού που αντιστοιχεί σε μεμονωμένες ή συνδυασμένες προπληρωμένες υπηρεσίες προστιθέμενης αξίας.
Η μονάδα μέτρησης χρημάτων μπορεί να είναι είτε στην μονάδα του χρόνου (π.χ. ευρώ / λεπτό) ή drop charge (ευρώ / κλήση).
This document provides an agenda and overview for a Sun Storage 6780 solution presentation. The agenda covers challenges customers face with storage systems, why customers purchase the Sun 6000 series, features of the 6780 like performance and scalability, how the 6780 improves VMware, Oracle, and Exchange, and how Sun Profiler enhances management. It also shares customer success stories and provides links to application guides and white papers about using the 6780 with various applications and workloads.
This document discusses the importance of Islamic dress codes for women. It provides four instances of wisdom in the Quran's injunction for women to veil themselves:
1. Veiling is natural for women as they seek to attract affection and avoid unwanted attention due to age, beauty, jealousy, or safety concerns.
2. A woman's relationship with her husband extends to the afterlife, so she should restrict her beauty to him alone out of love and respect.
3. Immodest dress destroys mutual trust and respect between spouses by attracting attention from other men.
4. Abandoning Islamic dress decreases marriage and population growth, as men still seek chaste wives who preserve their honor through
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Ahmet Türkan
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz. Hiç ibret alınsa ibretlik olunacak hallere düşülür mü? Ama yine de insan olmanın manasına bakıldığında insan unutkan ve cahildir. Kendi ibretlik hayatından da ibret almaz.
Madem imtihan dünyası olan şu aleme bize ihsan edilen akıl, şuur, idrak, zekâ ve hafıza kuvveleri sayesinde gönderildik. Madem bize bir emanet verildi. O emaneti hafızamızı diri tutarak muhafaza etmenin yollarını da öğrenmeliyiz. Yani aklımız gibi hafızamızı da muhafaza etmeliyiz.
Yaklaşık 50 (670) yılında doğdu.
Berberî asıllı
Nefzâve veya Zenâte kabilesine mensuptur; Mağrib fetihleri sırasında esir alındığı belirtilir.
Hemedan (İran) kökenli olup Kuzey Afrika’ya göç etmiş bir kabileden geldiği veya Arap asıllı olduğuna dair görüşler de vardır.
Leys veya Sadîf kabilesine nisbet edilmesi onun bu kabilelerin Âzatlısı diye kabul edilmesindendir.
Türk kültüründe ve dünya kültüründe çok uzun yıllar boyunca hikâye anlatımı ve yazımı yaygındır. Bizim köklü edebiyatımızın görklü hikayeleri Dede korkut hikâyeleri ile özdeşleşmiştir. Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ı, Mevlana’nın Mesnevisi gibi daha pek çok yazarımızın hikayeleri bu alanda en güzel örneklerdir.
Bazı sözler insana yâredir.
Bazı sözler insana çaredir.
İnsan duyduğundan etkilenir. İnsan kulaktan ya zehirlenir ya da şifa bulur. Şifalı sözlerden derlediğim ilaçları sizlerle paylaşmak istedim değerli kitap dostlarım.
El documento habla sobre la historia de Turquía y la importancia de preservarla. Explica que la historia turca debe ser estudiada y enseñada a las generaciones futuras para mantener la identidad cultural del país. También destaca el papel de la institución Türk Tarih Kurumu en investigar, compilar y publicar documentos históricos sobre Turquía.
Garip bir çağda yaşıyoruz. Çekirdek aile kavramını içi boşaltılmış, çitlenmiş çekirdeğe döndürmüşüz. Anneler babalar huzur evlerinde, evde kedi köpek besler olmuşuz. Kaybedince anlamışız anne ne demek, baba ne demek. Aslında var iken sarılmak lazım değil miydi? Var iken ellerini öpmek, yaralarını sarmak lazım değil miydi?
Asıl varken gölge eksiktir. Hak yolunun yolcuları ise O Nebi’nin varisleridir. Bizlere rehberlik yolunda Allah Resulünün ahlakını aktarırlar, aktarmak isterler. Yani sözleri ile fillerindeki tutarlılık kişiyi ahlak sahibi yapar. Erdemli kılar. İnsanı insan yapan, diğer canlılardan ayıran özelliği öğrenme kabiliyeti, bu değerler ile birleştirip insan onuruna yakışan şekilde hareket etmesidir.
Günümüz dünyasında haramlarla helallerin karıştığı, etik ile ahlakın sınırlarının iç içe olduğu günümüzde iş ahlakının nerede başladığı nerede son bulduğu muammadır. Lakin mensubu olmakla şeref duyduğumuz İslam Dini her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere almamız gereken tavır konusunda son derece tatminkâr cevaplar vermiştir.
İlk yazımdan itibaren tarih sırasına göre sıralanmış olup her 50 yazı ayrı bir ciltte değerlendirilecektir. Böylece geri dönüp bakmak ta kolay olacaktır. Şimdi elinizdeki bu kitap 3. Cilt olarak hazırlanmıştır.
1. Onikinci Lem'a
(Re'fet Bey'in iki cüz'î suali münasebetiyle, iki nükte-i Kur'aniyenin beyanına dairdir.)
ِبِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِن شَيْء اِل ّ يُسَبحُ بِحَمْدِه
ّ ٍ ْ
ُاَلسّلَم عَلَيْكُم وَ عَلَى اِخْوَانِكُم وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُه
ْ ْ ُ
Aziz sıddık kardeşim Re'fet Bey! Senin bu müsaadesiz zamanımda suallerin, beni
müşkil bir mevkide bulunduruyor. Bu defaki iki sualin çendan cüz'îdir. Fakat iki nükte-i
Kur'aniyeye münasebetdar olduklarından ve Küre-i Arz'a dair sualiniz, Coğrafya ve
Kozmoğrafya'nın yedi kat zemin ve yedi tabaka semavata tenkidlerine temas ettiğinden, bana
ehemmiyetli geldi. Onun için sualin cüz'iyetine bakmayarak ilmî ve küllî bir surette, iki Âyet-
i Kerîmeye dair quot;İki Nüktequot; icmâlen beyan edilecek. Sen de cüz'î sualine karşı ondan hisse
alırsın.
BİRİNCİ NÜKTE: quot;İki Noktaquot;dır.
Birinci Nokta:
َوَكَاَيّن مِنْ دَابّةٍ ل َ َتحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّهُ يَرْزُقُهَا واِيّاكُمْ } اِنّ اللّه
َ ْ
ُ هُوَ الرّزّاقُ ذُو الْقُوّةِ اْلمَتِينÂyetlerinin sırrınca: Rızk doğrudan doğruya Kadîr-i
Zülcelâl'in elindedir ve hazine-i Rahmetinden çıkar. Herbir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü
Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir. Halbuki zâhiren açlıktan
ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakikatın ve şu sırrın halli şudur ki: Taahhüd-ü
Rabbanî, hakikattır. Rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünki o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın
bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder.
Hatta bedenin her hüceyresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hüceyrenin bir köşesinde
iddihar eder. İstikbalde hariçten rızık gelmediği zaman, sarfedilmek üzere bir ihtiyat zahiresi
hükmünde bulundurur.
İşte bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek,
rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüd eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve
âdetin terkinden neş'et eden bir marazla ölüyorlar.
sh: » (L: 57)
Evet zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak
kırk gün mükemmelen devam eder. Hatta bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki
kırkı geçer. Hatta bir adam, şedid bir inad yüzünden Londra mahpushanesinde yetmiş gün
sıhhat ve selâmetle, hiçbirşey yemeden hayatı devam ettiğini, onüç -şimdi otuzdokuz- sene
evvel gazeteler yazmışlar. Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam
ediyor ve madem Rezzâk ismi, gâyet geniş bir surette rûy-i zeminde cilvesi görünüyor ve
madem hiç ümid edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, baş gösteriyor.
Eğer pür-şerr beşer, sû-i ihtiyarıyla müdahâle edip karışmazsa, her halde rızk-ı fıtrî bitmeden
evvel, o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyle ise: Açlıktan
ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat'iyen rızıksızlıktan değildir. Belki quot;Terk-ül-âdât
min-el-mühlikâtquot; sırriyle, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş'et eden bir
illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir. Evet
bilmüşahede görünüyor ki: Rızk, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasibdir. Meselâ: Daha
dünyaya gelmeden evvel bir yavru, rahm-ı maderde ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum
2. olduğu bir zamanda, ağzını kımıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir surette rızkı veriliyor.
Sonra dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyar yok, fakat bir derece istidadı ve bilkuvve bir
hissi olduğundan, yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en mükemmel ve en
mugaddi ve hazmı en kolay ve en lâtif bir surette ve en acib bir fıtratta, memeler musluğundan
ağzına veriliyor. Sonra iktidar ve ihtiyara bir derece alâka peyda ettikçe, o kolay ve güzel rızk,
bir derece, çocuğa karşı nazlanmağa başlar. O memeler çeşmeleri kesilir, başka yerlerden
rızkı gönderilir. Fakat iktidar ve ihtiyarı, rızkı takib etmeye müsaid olmadığı için, Rezzâk-ı
Kerîm peder ve validesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyarına yardımcı
gönderiyor. Her ne vakit iktidar ve ihtiyar tekemmül eder, o vakit rızkı ona koşmaz ve
koşturulmaz. Rızk yerinde durur. Der: quot;Gel beni ara ve bul ve al!quot; Demek rızk, iktidar ve
ihtiyar ile mâkûsen mütenasibdir. Hatta çok Risalelerde beyan etmişiz ki: En ihtiyarsız ve
iktidarsız hayvanlar, daha iyi yaşıyorlar, daha iyi besleniyorlar.
İkinci Nokta: İmkânın enva'ı var. İmkân-ı aklî, imkân-ı örfî, imkân-ı âdi gibi kısımları
vardır. Bir hâdise, eğer imkân-ı aklî dairesinde olmazsa, reddedilir; imkân-ı örfî dairesinde
olmazsa dahi, mu'cize olur fakat kolayca keramet olamaz. Eğer örfen ve kaideten nazîri
bulunmazsa, şuhud derecesinde bir bürhan-ı kat'î ile ancak kabul edilir.
İşte bu sırra binaen kırk gün ekmek yemeyen Seyyid Ahmed-i Bedevî'nin hârikulâde
halleri, imkân-ı örfî dairesindedir. Hem keramet olur, hem hârikulâde bir âdeti de olabilir.
Evet Seyyid Ahmed-i Bedevî'nin (K.S.)
sh: » (L: 58)
acib ve istiğrakkârane hallerde bulunduğu, tevâtür derecesinde naklediliyor. Kırk günde
bir defa yemek yemesi, vâki olmuştur. Fakat her vakit öyle değil. Keramet nevinden bazı defa
olmuştur. Bir ihtimal var ki: Hâlet-i istiğrâkıyesi, yemeye ihtiyaç görmediği için, ona nisbeten
âdet hükmüne girmiştir. Seyyid Ahmed-i Bedevî (K.S.) nevinden çok evliyalardan bu tarz
harikalar mevsûkan rivayet edilmiş. Madem Birinci Nokta'da isbat ettiğimiz gibi; müddehar
rızık, kırk günden fazla devam eder ve o mikdar yememek, âdeten mümkündür ve mevsûkan
harika adamlardan o hal rivayet edilmiştir. Elbette inkâr edilmeyecektir.
İKİNCİ SUAL münasebetiyle iki mes'ele-i mühimme beyan edilecek. Çünki: Coğrafya
ve Kozmoğrafya fenlerinin kısacık kanunlariyle ve daracık düsturlariyle ve küçücük
mizanlariyle Kur'anın semavatına çıkamadıklarından ve Âyâtın yıldızlarındaki yedi kat
mânâları keşfedemediklerinden Âyeti tenkid, belki inkârına dîvanecesine çalışmışlar.
Birinci Mes'ele-i Mühimme: Semavat gibi arzın da yedi tabaka olmasına dairdir. Şu
mes'ele, yeni zamanın feylesoflarına hakikatsız görünüyor. Onların arza ve semavata dair olan
fenleri kabul etmiyor. Bunu vasıta ederek bazı hakaik-i Kur'aniyeye itiraz ediyorlar. Buna dair
muhtasaran birkaç işaret yazacağız.
Birincisi: Evvelâ: Âyetin mânâsı ayrıdır; ve o mânâların efradı ve mâsadakları ayrıdır.
İşte o küllî mânânın müteaddid efradından bir ferdi bulunmazsa, o mânâ inkâr edilmez.
Semavatın yedi tabakasına ve arzın yedi katına dair mânâ-yı küllîsinin çok efradından yedi
mâsadak zâhiren görünüyor. Sâniyen: Âyetin sarahatinde quot;yedi kat arzquot; dememiş.
ّاَللّهُ الّذِى خَلقَ سَبْع سَموَاتٍ وَمِنَ اْلَرْضِ مثْلَهُن
ِ َ َ
ilâhir. Âyetin zâhiri diyor ki: quot;Arzı da o seb'a semavat gibi halketmiş ve mahlûkatına
mesken ittihaz etmiş.quot; Yedi tabaka olarak halkettim, demiyor. Misliyet ise mahlûkıyet ve
mahlûkata meskeniyet cihetiyle bir teşbihtir.
İkincisi: Küre-i Arz her ne kadar semavata nisbeten çok küçüktür, fakat hadsiz
masnûat-ı İlâhiyyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmünde olduğundan; kalb,
cesede mukabil geldiği gibi, Küre-i Arz dahi, koca hadsiz semavata karşı bir kalb ve mânevî
bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir. Onun için zeminin küçük mikyasta eskiden beri
3. yedi (*) iklimi; hem Avrupa, Afrika, Okyanusya, İki Asya, İki Amerika namlarıyla maruf
yedi kıt'ası; hem denizle beraber Şark, Garb, Şimal, Cenub, bu yüzdeki
________________________________
(*) Seb'a ile beraber yedi kelimesi yedi kerre tevâfuku pek güzel düşmüş.
sh: » (L: 59)
ve yeni dünya yüzündeki mâlûm yedi kıt'ası; hem merkezinden tâ kışr-ı zâhirîye kadar
hikmeten, fennen sabit olan muttasıl ve mütenevvî yedi tabakası, hem zîhayat için medâr-ı
hayat olmuş yetmiş basit ve cüz'î unsurları tazammun edip ve quot;yedi katquot; tabîr edilen meşhur
yedi nevi küllî unsuru; hem dört unsur denilen su, hava, nar, toprak (türab) ile beraber,
quot;mevalid-i selâsequot; denilen maadin, nebatat ve hayvanatın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri;
hem cin ve ifrit ve sair muhtelif zîşuur ve zîhayat mahlûkların âlemleri ve meskenleri olduğu,
çok kesretli ehl-i keşf ve ashâb-ı şuhûdun şEhadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri; hem Küre-
i Arzımıza benzeyen yedi küre-i uhrâ dahi bulunmasına, zîhayata makarr ve mesken olmasına
işareten yedi tabaka yâni yedi küre-i arziyye bulunmasına işareten Küre-i Arz dahi, yedi
tabaka Âyât-ı Kur'aniyeden fehmedilmiştir.
İşte yedi nevi ile yedi tarzda, arzın yedi tabakası mevcud olduğu tahakkuk ediyor.
Sekizincisi olan âhirki mânâ, başka nokta-i nazarda ehemmiyetlidir; o yedide dâhil değildir.
Üçüncüsü: Mâdem Hakîm-i Mutlak israf etmiyor, abes şeyleri yaratmıyor. Ve mâdem
mahlûkatın vücudları, zîşuur içindir ve zîşuurla kemalini bulur ve zîşuurla şenlenir ve zîşuurla
abesiyetten kurtulur. Ve madem bilmüşahede o Hakîm-i Mutlak, o Kadîr-i Zülcelâl, hava
unsurunu, su âlemini, toprak tabakasını hadsiz zîhayatlarla şenlendiriyor. Ve madem hava ve
su, hayvanatın cevelânına mani olmadığı gibi; toprak, taş gibi kesif maddeler, elektrik ve
röntgen gibi maddelerin seyrine mâni olmuyorlar. Elbette o Hakîm-i Zülkemal, o Sâni-i
Bîzeval, Küre-i Arzımızın merkezinden tut, tâ meskenimiz ve merkezimiz olan bu kışr-ı
zâhirîye kadar birbirine muttasıl yedi küllî tabakayı ve geniş meydanlarını ve âlemlerini ve
mağaralarını boş ve hâli bırakmaz. Elbette onları şenlendirmiş. O âlemlerin şenlenmesine
münasib ve muvafık zîşuur mahlûkları halkedip orada iskân etmiştir. O zîşuur mahlûklar,
mademki melâike ecnâsından ve ruhânî envâlarından olmak lâzım gelir. Elbette en kesif ve en
sert tabaka, onlara nisbeten, balığa nisbeten deniz ve kuşa nisbeten hava gibidir. Hatta
zeminin merkezindeki müdhiş ateş dahi, o zîşuur mahlûklara nisbeti, bizlere nisbeten Güneşin
harareti gibi olmak iktiza eder. O zîşuur rûhânîler nurdan oldukları için, nâr onlara nur gibi
olur.
Dördüncüsü: Onsekizinci Mektub'da tabakat-ı Arzın acâibine dair ehl-i keşfin tavr-ı
akıl haricinde beyan ettikleri tasvirata dair bir temsil zikredilmiştir. Hülâsası şudur ki: Küre-i
Arz, âlem-i şEhadette bir çekirdektir; âlem-i misâliyye ve berzâhiyyede bir büyük ağaç gibi,
semavata omuz omuza vuracak bir azamettedir. Ehl-i keşfin Küre-i Arzda ifritlere mahsus
tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, âlem-i şEhadete ait Küre-i Arzın çekirdeğinde
değil, belki âlem-i misalîdeki dallarının ve ta
sh: » (L: 60)
bakalarının tezahürüdür. Madem Küre-i Arzın zâhiren ehemmiyetsiz bir tabakasının
böyle başka âlemde azametli tezahüratı var; elbette yedi kat semavata mukabil yedi kat
denilebilir ve mezkûr noktaları ihtar için îcaz ile i'cazkârane bir tarzda Âyât-ı Kur'aniye,
semavatın yedi tabakasına karşı bu küçücük arzı mukabil göstermekle işaret ediyor.
İkinci Mes'ele-i Mühimme'dir:
ّ تُسَبحُ لَهُ السّموَاتُ السّبْع وَاْلَرْضُ وَمَنْ فِيهنİlâ âhir...
ِ ُ ّ
4. ّثُمّ استَوَى اِلَى السّمَاء فَسَوّيهُنّ سَبْع سَموَاتٍ وَهُوَ بِكُل
َ ِ ْ
ٌشيْءٍ عَلِيم
َ
Şu âyet-i kerime gibi müteaddid âyetler, semavatı yedi sema olarak beyan ediyor.
İşarat-ül İ'caz tefsirinde eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar
mecburiyetiyle gâyet mücmel beyan ettiğimiz o mes'elenin yalnız bir hülâsasını yazmak
münasibdir. Şöyle ki:
Eski hikmet, semavatı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde, Arş ve Kürsî, yedi semavat
ile beraber kabul edip acib bir suretle semavatı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî
hükemasının şa'şaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında
tutmuşlar. Hatta çok ehl-i tefsir, âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye
mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-
i cedîde namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur u ubûra ve hark ve iltiyama kabil
olmıyan semavat hakkındaki ifratına mukabil tefrit edip, semavatın vücudunu âdeta inkâr
ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip hakikatı tamamıyla gösterememişler. Kur'an-ı
Hakîm'in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni-
i Zülcelâl, yedi kat semavatı halketmiştir. Hareket eden yıldızlar ise, balıklar gibi sema içinde
gezerler ve tesbih ederler. Hadîste اَلس ّفمَاء مَوْفجٌ مَكْفُوف ٌف
ُ denilmiş. Yâni: quot;Sema,
emvâcı karardâde olmuş bir denizdir.quot;
İşte bu hakikat-ı Kur'aniyeyi yedi kaide ve yedi vecih mânâ ile gâyet muhtasar bir
surette isbat edeceğiz.
Birinci Kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki: Bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz
bir boşluk değil, belki quot;esîrquot; dedikleri madde ile doludur.
İkincisi: Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki: Ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve
dâfia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve
sh: » (L: 61)
elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde
mevcuddur.
Üçüncüsü: Madde-i esîriye, esîr kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif
teşekkülâta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet nasıl ki buhar, su, buz
gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya, aynı maddeden oluyor. Öyle de: Madde-i esîriyyeden
dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medâr olmaz.
Dördüncüsü: Ecram-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki: O ulvî âlemlerin
tabakatında muhâlefet var. Meselâ: Nehr-üs-sema ve Kehkeşan namiyle mâruf, Türkçe
quot;Samanyoluquot; tabîr olunan bulut şeklindeki daire-i azîmenin bulunduğu tabaka, elbette sevâbit
yıldızların tabakasına benzemiyor. Güya tabaka-i sevâbit yıldızları, yaz meyveleri gibi
yetişmiş, ermişler. Ve o Kehkeşan'daki bulut şeklinde görülen hadsiz yıldızlar ise, yeniden
yeniye çıkıp ermeye başlıyorlar. Tabaka-i sevâbit dahi, sâdık bir hads ile Manzûme-i
Şemsiye'nin tabakasına muhâlefeti görünüyor. Ve hâkeza yedi manzâmat ve yedi tabaka,
birbirine muhalif bulunması, hiss ve hads ile derkolunur.
Beşincisi: Hadsen ve hissen ve istikrâen ve tecrübeten sabit olmuştur ki: Bir maddede
tanzim ve teşkil düşse ve o maddeden başka masnûat yapılsa, elbette muhtelif tabaka ve
şekillerde olur. Meselâ: Elmas madeninde teşkilât başladığı vakit, o maddeden hem remad
5. yâni hem kül, hem kömür, hem elmas nevileri tevellüd ediyor. Hem meselâ: Ateş, teşekküle
başladığı vakit; hem alev, hem duman, hem kor tabakalarına ayrılıyor. Hem meselâ:
Müvellid-ül-mâ, müvellid-ül- humuza ile mezcedildiği vakit, o mezcden hem su, hem buz,
hem buhar gibi tabakalar teşekkül ediyor. Demek anlaşılıyor ki bir madde-i vâhidde teşkilât
düşse, tabakata ayrılıyor. Öyle ise: Madde-i esîriyede Kudret-i Fâtıra teşkilâta başladığı için,
elbette ayrı ayrı tabaka olarak ٍف َسَوّيهُنّ سَبْع سَموَات
َ sırriyle yedi nevi semavatı
ondan halketmiştir.
Altıncısı: Şu mezkûr emâreler, bizzarûre semavatın hem vücuduna, hem taaddüdüne
delâlet ederler. Madem kat'iyyen semavat müteaddiddir ve Muhbir-i Sâdık, Kur'an-ı Mu'ciz-ül
Beyan'ın lisaniyle yedidir der; elbette yedidir.
Yedincisi: Yedi, yetmiş, yedi yüz gibi tabîrat, üslûb-u arabîde kesreti ifade ettiği için,
o küllî yedi tabaka çok kesretli tabakaları havi olabilir.
ELHASIL: Kadîr-i Zülcelâl, esir maddesinden yedi kat semavatı halkedip tesviye
ederek, gâyet dakik ve acib bir nizam ile tanzim etmiş ve yıldızları içinde zer'edip ekmiştir.
Madem Kur'ân-ı Mu'ciz-ül-Beyan,
sh: » (L: 62)
umum ins ü cinin umum tabakalarına karşı konuşan bir hûtbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i
beşerin her bir tabakası, herbir Âyât-ı Kur'âniyeden hissesini alacak ve Âyât-ı Kur'âniye, her
tabakanın fehmini tatmin edecek surette ayrı ayrı ve müteaddid mânâları zımnen ve işareten
bulunacaktır. Evet hitâbât-ı Kur'aniyenin vüs'ati ve maânî ve işaratındaki genişliği ve en âmi
bir avamdan en has bir havassa kadar derecat-ı fehimlerini mürâat ve mümaşat etmesi gösterir
ki: Herbir Âyetin herbir tabakaya bir veçhi var, bakıyor.
İşte bu sırra binaen, quot;yedi semavatquot; mânâ-yı küllîsinde yedi tabaka-i beşeriye, muhtelif
yedi kat mânâyı fehmetmişler. Şöyle ki: ٍفَفسَوّيهُنّ سفبْع سفَموَات
َ َ Âyetinde, kısa
nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye, hava-yı nesîmînin tabakatını fehmeder. Ve
Kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka-i insaniye dahi, elsine-i enamda seb'a-i
seyyare ile meşhur yıldızları ve medârlarını fehmeder. Daha bir kısım insanlar küremize
benzer zevil-hayatın makarrı olmuş semavî yedi küre-i âharı fehmeder. Diğer bir taife-i
beşeriye, Manzûme-i Şemsiyye'nin yedi tabakaya ayrılmasını, hem Manzûme-i
Şemsiyye'mizle beraber yedi manzûmat-ı şümusiyyeyi fehmeder. Daha diğer bir taife-i
beşeriye, madde-i esîriyyenin teşekkülâtı yedi tabakaya ayrılmasını fehmeder. Daha geniş
fikirli bir tabaka-i beşeriye, yıldızlarla yaldızlanıp, bütün görünen gökleri bir sema sayıp, onu
bu dünyanın semasıdır diyerek, bundan başka altı tabaka-i semavat var olduğunu fehmeder.
Ve nev-i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise; semavat-ı seb'ayı, âlem-i şEhadete
münhasır görmüyor. Belki avalim-i uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misâliyenin birer
muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semavatın var olduğunu fehmeder.
Ve hâkeza bu Âyetin külliyetinde mezkûr yedi kat tabakanın yedi kat mânâları gibi
daha çok cüz'î mânâları vardır. Herkes fehmine göre hissesini alır ve o mâide-i semaviyeden
herkes rızkını bulur.
Madem o Âyetin böyle pek çok sâdık mâsadakları var. Şimdiki akılsız feylesofların ve
serseri kozmoğrafyalarının, inkâr-ı semavat bahanesiyle böyle Âyete taarruz etmesi, haylaz
ahmak çocukların semavattaki yıldızlara bir yıldızı düşürmek niyetiyle taş atmasına benzer.
Çünki Âyetin mânâ-yı küllîsinden bir tek mâsadak sâdıksa, o küllî mânâ sadık ve hak olur.
Hatta vâkide bulunmayan, fakat umumun lisanında mütedavil bulunan bir ferdi, umumun
efkârını müraat için o küllîde dahil olabilir. Halbuki, hak ve hakiki çok efradını gördük. Ve
6. şimdi bu insafsız ve haksız coğrafyaya ve sersem ve sermest ve sarhoş kozmoğrafyaya bak!
Nasıl bu iki fen hata ederek, hak ve hakikat ve sâdık olan küllî mânâdan gözlerini yumup ve
çok sâdık olan mâsadakları görmiyerek; hayalî bir acib fer
sh: » (L: 63)
di, mânâ-yı Âyet tevehhüm ederek Âyete taş attılar; kendi başlarını kırdılar, îmanlarını
uçurdular!...
Elhasıl: Kıraat-ı seb'a, vücuh-u seb'a ve mu'cizat-ı seb'a ve hakaik-i seb'a ve erkân-ı
seb'a üzerine nâzil olan Kur'an semasının o yedişer tabakalarına, cin ve şeyâtîn hükmündeki
itikadsız maddi fikirler çıkamadıklarından Âyâtın nücumunda ne var, ne yok bilmeyip yalan
ve yanlış haber verirler. Ve onların başlarına o Âyâtın nücumundan mezkûr tahkikat gibi
şahablar inerler ve onları yakarlar. Evet cin fikirli feylesofların felsefesiyle o semavat-ı
Kur'aniyeye çıkılmaz. Belki Âyâtın yıldızlarına, hikmet-i hakikiyenin mî’raciyle ve îman ve
İslâmiyetin kanatlariyle çıkılabilir.
َاَللّهُمّ صَل عَلَى شَمْسِ سَمَاء الرّسَالَةِ وَ قَمَرِ فَلكِ النّبُوّة و
ِ َ ِ ّ
عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ نُجُومِ الهُدَى لِمَنِ اهْتدَى
َ ْ
ُسُبْحَانَك ل َ عِلْم لَنَا اِل ّ مَا علّمْتَنَا اِنّك اَنْت العَلِيم الْحَكِيم
ُ ْ َ َ َ َ َ
ِاَللّهُم يَا رَب السّموَاتِ و اْلَرْضِ زَيّنْ قُلُوب كَاتِبِ هذه
ِ َ َ ّ ّ
َالرّسَالَةِ وَ رُفَقَائِهِ بِنُجُومِ حَقَائقِ الْقُرْآنِ وَ اْل ِيمَانِ آمِين
ِ
***