1. Üçüncü Lem'a
(Bu Lem'aya bir derece hiss ve zevk karışmış. Hiss ve zevkin coşkunlukları ise aklın
düsturlarını, fikrin mizanlarını çok dinlemediklerinden ve müraat etmediklerinden bu Üçüncü
Lem'a mantık mizanları ile tartılmamalı.)
ِ م ل ر ن ر م
ِ بسْ ِ ا ّ ال ّحْم ِ ال ّحي
َُ ّ َيْ ٍ َاِ ٌ ِ ّ َجْه ُ َ ُ الْ ُكْ ُ ََِيْ ِ ُر َ ُون
كل ش ء ه لك ال و َه له ح م وال ه ت ْجع
âyetinin mealini ifade eden َا َا ِى َنْ َ الْ َا ِى َا َا ِى َنْ َ الْ َا ِىì iki cümlesi mühim iki hakikatı
ي بق ات بق ي بق ات بق
ifade ediyorlar. Ondandır ki: Nakşîlerin rüesasından bir kısım, bu iki cümle ile kendilerine bir
hatme-i mahsus yapıp muhtasar bir hatme-i Nakşiye hükmünde tutuyorlar. Madem o azîm
âyetin mealini bu iki cümle ifade ediyor. Biz bu iki cümlenin ifade ettiği iki hakikat-ı
mühimmenin birkaç nüktesini beyan edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE: Birinci defa َا َا ِى َنْ َ الْ َا ِىbir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde kalbi
ي بق ات بق
masivadan tecrid ediyor, kesiyor. Şöyle ki: İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibariyle mevcudatın
hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı
muhabbet dercedilmiştir. Onun için insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor.
Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennet'e bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki
muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azab çekiyor. Onun o
hadsiz muhabbeti, hadsiz bir manevî azaba medar oluyor. O azabı çekmekte kabahat, kusur
ona aittir. Çünki kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemal-i bâkiye mâlik bir
zâta tevcih etmek için verilmiş. O insan sû'-i istimal ederek o muhabbeti fâni mevcudata
sarfettiği cihetle kusur ediyor, kusurun cezasını, firakın azabıyla çekiyor.
İşte bu kusurdan teberri edip o fâni mahbubattan kat-ı alâka etmek, o mahbublar onu
terketmeden evvel o onları terketmek cihetiyle Mahbub-u Bâki'ye hasr-ı muhabbeti ifade eden
َا َا ِى َنْتَ الْ َا ِىolan birinci cümlesi: quot;Bâki-i Hakikî yalnız sensin. Masiva fânidir. Fâni
بق ي بق ا
sh: » (L: 13)
olan elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin
alâkasına medar olamaz.quot; manasını ifade ediyor. quot;Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni
bırakıp gidiyorlar; onlar beni bırakmadan evvel ben onları َا َا ِى َنْ َ الْ َا ِىdemekle
ي بق ات بق
bırakıyorum. Yalnız sen bâkisin ve senin ibkan ile mevcudat beka bulabildiğini bilip itikad
ederim. Öyle ise senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller.quot;
demektir. İşte bu halette kalb, hadsiz mahbubatından vazgeçiyor. Hüsün ve cemalleri üstünde
fânilik damgasını görür, alâka-i kalbi keser. Eğer kesmezse, mahbubları adedince manevî
cerihalar oluyor. İkinci cümle olan َا َا ِى َنْ َ الْ َا ِىo hadsiz cerihalara hem merhem, hem
ي بق ات بق
tiryak oluyor. Yani: quot; َا َا ِىMadem sen bâkisin, yeter; herşeye bedelsin. Madem sen varsın,
ي بق
herşey var.quot; Evet mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle
Bâki-i Hakikî'nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işaratı ve çok perdelerden geçmiş zaîf
gölgeleridir; belki cilve-i esma-i hüsnanın gölgelerinin gölgeleridir.
İKİNCİ NÜKTE: İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedid bir aşk var. Hattâ her sevdiği
şeyde kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi beka tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevalini
2. düşünse veya görse, derinden derine feryad eder. Bütün firaklardan gelen feryadlar, aşk-ı
bekadan gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü beka olmazsa muhabbet
edemez. Hattâ denilebilir ki: Âlem-i bekanın ve ebedî Cennet'in bir sebeb-i vücudu, şu
mahiyet-i insaniyedeki o şiddetli aşk-ı bekadan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu beka ve beka için
fıtrî umumî duadır ki, Bâki-i Zülcelal o şedid sarsılmaz fıtrî arzuyu, o tesirli kuvvetli umumî
duayı kabul etmiştir ki, fâni insanlar için bâki bir âlemi halketmiş. Hem hiç mümkün müdür
ki: Fâtır-ı Kerim, Hâlık-ı Rahîm, küçük midenin cüz'î arzusunu ve muvakkat bir beka için
lisan-ı hal ile duasını hadsiz enva'-ı mat'umat-ı leziziyenin icadıyla kabul etsin de, umum nev-
i beşerin pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden gelen pek şiddetli bir arzusunu ve küllî ve daimî ve
haklı ve hakikatlı, kalli, halli, bekaya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin? Hâşâ, yüzbin
defa hâşâ. Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine ve rahmet ve kudretine
hiçbir cihetle yakışmaz. Madem insan bekaya âşıktır, elbette bütün kemalâtı, lezzetleri,
bekaya tabidir. Ve madem beka, Bâki-i Zülcelal'e mahsustur ve madem Bâki'nin esması
bâkiyedir ve madem Bâki'nin âyineleri Bâki'nin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekaya
mazhar olur. Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife; o Bâki'ye karşı alâka peyda
etmektir ve esmasına
sh: » (L:14)
yapışmaktır. Çünki Bâki yoluna sarfolunan herşey, bir nevi bekaya mazhar olur. İşte o ikinci
َا َا ِى َنْتَ الْ َا ِىcümlesi bu hakikatı ifade ediyor. İnsanın hadsiz manevî yaralarını tedavi
بق ي بق ا
etmekle beraber, fıtratındaki gayet şiddetli arzu-yu bekayı onunla tatmin ediyor.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Şu dünyada zamanın, fena ve zeval-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir.
Ve mevcudat ise mütedâhil daireler gibi birbiri içinde iken, hükümleri zeval noktasında ayrı
ayrı oluyor. Nasılki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan
daireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür'atte birbirine muhaliftir. Öyle de: İnsandaki cisim,
nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir. Meselâ: Cismin bekası, hayatı, vücudu; bulunduğu
bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli madum ve meyyit bulunduğu halde,
kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı
geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i
hayatına ve vücuduna dâhildir.
İşte bu istidada binaen hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlahiye ve muhabbet-i
Rabbaniye ve ubudiyet-i Sübhaniye ve marziyat-ı Rahmaniye cihetiyle bu dünyadaki fâni
ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intac eder ve bâki ve lâyemut
bir ömür hükmüne geçer. Evet Bâki-i Hakikî'nin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye,
bir senedir. Eğer onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki onun yolunda bir saniye,
lâyemuttur, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi, bir saniye hükmüne
geçer. Meşhur böyle bir söz var ki: ٌ َ ِ ِ ِ َ ُ الْ ِ َا ِ َن ٌ َ َن ُ الْ ِ َاyani: quot;Firakın bir saniyesi,
سنة فر ق س َة و س َة وص ل سنة
bir sene kadar uzundur ve visalin bir senesi, bir saniye kadar kısadır.quot; Ben bu fıkranın bütün
bütün aksine diyorum ki: Visal, yani Bâki-i Zülcelal'in rızası dairesinde livechillah bir saniye
visal, değil yalnız böyle bir sene, belki daimî bir pencere-i visaldir.
Gaflet ve dalalet firakı içinde değil bir sene, belki bin sene, bir saniye hükmündedir. O sözden
daha meşhur şu söz var:
3. ا ض فل مع ل د ء ف ْج ن َم ْخي ط َع ل ب ب م د ن
ٌ َرْ ُ الْ َ َتِ َ َ اْ َعْ َا ِ ِن َا ٌ س ّ ال ِ َا ِ م َ اْ َحْ َا ِ َيْ َا
sh: » (L: 15)
hükmümüzü teyid ediyor. Meşhur evvelki sözün sahih bir manası budur ki: Fâni mevcudatın
visali madem fânidir, ne kadar uzun da olsa yine kısa hükmündedir. Senesi, bir saniye gibi
geçer; hasretli bir hayal ve esefli bir rü'ya olur. Bekayı isteyen kalb-i insanî bir sene visalde,
yalnız bir saniyecikte ancak zerre gibi bir zevkini alabilir. Firak ise saniyesi bir sene değil,
senelerdir. Çünki firakın meydanı geniştir. Bekayı isteyen bir kalbe, firak çendan bir saniye de
olsa, seneler kadar tahribat yapar. Çünki hadsiz firakları ihtar eder. Maddî ve süflî
muhabbetler için bütün mazi ve müstakbel, firakla doludur.
Şu mes'ele münasebetiyle deriz: Ey insanlar! Fâni, kısa, faidesiz ömrünüzü; bâki, uzun,
faideli, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır, Bâki-i
Hakikî'nin yoluna sarfediniz. Çünki Bâki'ye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar
olur. Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır ve madem
bu fâni ömrü, bâki ömre tebdil eden bir çare var ve manen çok uzun bir ömür hükmüne
geçirmek mümkündür. Elbette insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o
imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek. İşte o çare budur: Allah için
işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. quot;Lillah, livechillah, lieclillahquot; rızası
dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.
Bu hakikata işareten Leyle-i Kadir gibi bir tek gece, seksen küsur seneden ibaret olan bin ay
hükmünde olduğunu Nass-ı Kur'an gösteriyor. Hem bu hakikata işaret eden ehl-i velayet ve
hakikat beyninde bir düstur-u muhakkak olan quot;bast-ı zamanquot; sırrıyla çok seneler hükmünde
olan birkaç dakikalık zaman-ı Mi'rac, bu hakikatın vücudunu isbat eder ve bilfiil vukuunu
gösteriyor. Mi'racın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs'ati ve ihatası ve
uzunluğu vardır. Çünki o Mi'rac yoluyla, beka âlemine girdi. Beka âleminin birkaç dakikası,
şu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir. Hem şu hakikata bina edilen beyn-el evliya
kesretle vuku bulmuş olan quot;bast-ı zamanquot; hâdiseleridir. Bazı evliya bir dakikada, bir günlük
işi görmüş. Bazıları bir saatte, bir sene vazifesini yapmış. Bazıları bir dakikada, bir hatme-i
Kur'aniyeyi okumuş olduklarını rivayet edip ihbar ediyorlar. Böyle ehl-i hak ve sıdk, bilerek
kizbe elbette tenezzül etmezler. Hem o derece hadsiz ve kesretli bir tevatürle
sh: » (L: 16)
quot;bast-ı zamanquot; (Haşiye) hakikatını aynen müşahede ettikleri medar-ı şübhe olamaz. Şu quot;bast-ı
zamanquot; herkesçe musaddak bir nev'i, rü'yada görünüyor. Bazan bir dakikada insanın gördüğü
rü'yayı, geçirdiği ahvali, konuştuğu sözleri, gördüğü lezzetleri veya çektiği elemleri görmek
için yakaza âleminde bir gün, belki günler lâzımdır.
Elhasıl: İnsan çendan fânidir. Fakat beka için halkedilmiş ve bâki bir zâtın âyinesi olarak
yaratılmış ve bâki meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve bâki bir zâtın, bâki
esmasının cilvelerine ve nakışlarına medar olacak bir suret verilmiştir. Öyle ise böyle bir
insanın hakikî vazifesi ve saadeti: Bütün cihazatı ve bütün istidadatıyla o Bâki-i Sermedî'nin
daire-i marziyatında esmasına yapışıp, ebed yolunda o Bâki'ye müteveccih olup gitmektir.
Lisanı َا َا ِى َنْ َ الْ َا ِىdediği gibi; kalbi, ruhu, aklı, bütün letaifi quot;Hüve-l Bâki, Hüve-l
ي بق ات بق
Ezeliyy-ül Ebedî, Hüve-s Sermedî, Hüve-d Daim, Hüve-l Matlub, Hüve-l Mahbub, Hüve-l
Maksud, Hüve-l Mabudquot; demeli.
4. ِ م لن ال م عل تن انك ا ت عل م حك م
ُب َا َكَ لَ علْ َ َ َا ِ ّ َا َّمْ َ َا ِ ّ َ َنْ َ الْ َِي ُ الْ َ ِي ُ
س ْح ن
َ ّ َا َ ُ َا ِذْ َا ِنْ َ ِي َا َوْ َخ َاْ َا
ربن ل تؤ خ ن ا نس ن ا ا ْط ن
_________________________________
وَ ِ ُوا ِى َهْ ِ ِمْ َ َ َ ِا َ ٍ ِ ِينَ َازْ َا ُوا ِسْ ًا َ âyetiyleا َ َا ِ ٌ ِنْ ُمْ َمْ َ ِثْ ُمْ َاُوا َ ِثْ َا َوْ ًا َوْ َعْ َ َوْ ٍ:)(Haşiye
ق ل ق ئل م ه ك لب ت ق ل لب ن ي م ا ب ض ي م َلبث ف ك فه ثلث م ئة سن و د د ت ع
âyeti de quot;bast-ı zamanquot;ıوِ ّ َوْ ًا ِنْدَ َ ّكَ كَلْ ِ َ َةٍ ِم ّا َ ُ ّونَ ,âyeti quot;tayy-ı zamanquot;ı gösterdiği gibi
َان ي م ع رب َا ف سن م تعد
.gösterir