SlideShare a Scribd company logo
1 of 8
‫َفر سو ء عل ِ ءا ذ ته ا ل ت ذ ه ل ي من ن‬
       َ ‫ِ ّ اّذينَ ك َ ُوا َ َا ٌ ََيْهمْ ََنْ َرْ َ ُمْ َمْ َمْ ُنْ ِرْ ُمْ َ ُؤْ ِ ُو‬
                                                                                  ‫ان ل‬
      Bu cümlenin mâkabliyle cihet-i nazmı:
       Arkadaş! Cenab-ı Hakk'ın sıfat-ı ezeliye âleminde biri celalî, diğeri
cemalî iki türlü tecellisi vardır. Celal ile Cemal'in sıfat-ı ef'al âleminde
tecellisinden; lütuf ve kahr, hüsün ve heybet tezahür eder. Ef'al âlemine
tecelli edince; tahliye (   ‫َحِْيَه‬
                               ‫ت ل‬
                              ) ile tahliye (        ‫َخِْيَه‬
                                                        ‫ت ل‬
                                                 ) (tezyin ile tenzih) doğar.
Âsâr ve a'mâl âleminden âlem-i âhirete intiba edince; lütuf, Cennet ve nur
olarak; kahr da, Cehennem ve nar olarak tecelli eder. Sonra âlem-i zikre
in'ikas edince; biri hamd, diğeri tesbih olmak üzere iki kısma ayrılır. Sonra
âlem-i kelâmda tecelli edince, kelâmın emir ve nehye taksimine sebeb
olur. Sonra âlem-i irşada intikal edince; irşadı tergib ve terhib, tebşir ve
inzara taksim eder. Sonra vicdana tecelli edince, reca ve havf husule gelir.
Sonra irşadın iktizasındandır ki, havf ile reca arasındaki müvazene
devamla muhafaza edilsin ki, reca ile doğru yollara sülûk edilsin, havf ile
de eğri yollara gidilmesin. Ne Allah'ın rahmetinden me'yus, ne de
azabından emin olunsun.
     İşte böylece teselsül eden şu hikmetten dolayı Kur'an-ı Kerîm;
aleddevam, tergibden sonra terhib ve ebrarı medhettikten sonra füccârı
zemmetmiştir.

      S- Bu cümle ile        ‫ا ل ر ر ل نع م وا فج ر ل جح م‬
                             ٍ ‫ ِنّ اْ َبْ َا ِ َفِى َ ِي ٍ َِنّ الْ ُ ّا َ َفِى َ ِي‬cümlesi
arasında ne gibi bir fark vardır ki, orada atf var, burada yoktur?
       C- Atfın hüsnü, münasebetin hüsnüne bakar. Hüsn-ü münasebet,
her iki cümleden takib edilen garaz ve maksadın bir olmasına
mütevakkıftır. Halbuki oradaki maksad, burada yoktur. Burada birinci
cümledeki maksad, Kur'anın medhine incirar eden mü'minlerin medhidir.
İkinci cümleden maksad, yalnız tahvif ve terhib için kâfirlerin zemmidir. Bu
ise Kur'anın medhiyle alâkadar değildir.
      Sonra bu cümlenin ihtiva ettiği eczanın nazmında tezahür eden letaif
cihetine bakalım:

     ّّ‫ ِن‬ile َّّ‫ َّ ِين‬mevkilere
        ‫ا‬          ‫الذ‬        göre ifade ettikleri nüktelerden maada,
belâgatça kıymetli sayılan iki nükteyi daha tazammun etmişlerdir ki;
Kur'an,
sh: » (İ: 65)

pek çok yerlerinde        ّ‫ ِن‬ile َّ‫ َّ ِين‬yi
                            ‫ا‬         ‫الذ‬       mükerreren zikretmiştir. Tahkiki ifade
eden   ّ‫ِن‬
         ‫ا‬
         deki nükte şöyle tasvir edilebilir ki:             ّ‫ِن‬
                                                              ‫ا‬
                                                    herhangi bir cümlede
bulunursa, o cümlenin damını deler, hakikate nüfuz eder. Ve o dâvayı
veya hükmü aşağıya indirir, hakikate yapıştırmakla, o hükmün hayalî veya
zannî veya mevzu veya hurafe hükümlerden olmadığını ve ancak hakaik-i
sâbiteden olduğunu isbat eder. Bu cümlede                  ّ‫ِن‬
                                                             ‫ا‬
                                          nin hususî nüktesi: Bu
âyetin muhatabı olan Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) şek ve inkâr
bulunmadığı halde şek ve inkârı ref'etmek şe'ninde olan           ile          ّ ّ‫ِن‬
                                                                                   ‫ا‬
karşılanması, onların iman etmesi için Peygamber'in (A.S.M.) şiddet-i
hırsına işarettir.

      َّ‫ َّ ِين‬kelimesi ise, göze görünmezden
          ‫الذ‬                                    evvel akla görünen garib ve
yeni hakikatlara bir vasıta-i işarettir. Bunun içindir ki, hakikatları tebdil ve
tecdid eden inkılâbları tasvir için kullanılan işaret ve vasıtalardan en çok
kullanılan,   َ‫ َّ ِين‬ve emsalidir.
                 ‫الذ‬
       Kur'anın tecellisiyle çok nevi'ler silindi, hakikatlar yıkıldı. Onlara
bedel, yeni yeni nevi'ler, hakikatlar teşekkül etti. Evet zaman-ı cahiliyete
bak! O zamanda bütün nevi'ler millî rabıtalar üzerine teşekkül ettiği gibi,
içtimaî hakikatlar da taassub-u kavmî üzerine bina edilmişti. Kur'anın
tecellisiyle o rabıtalar kesildi, o hakikatlar tahrib edildi. Onlara bedel, dinî
rabıtalar üzerine yeni nevi'ler ve hakikatlar ihdas edildi. Evet Şems-i
Kur'anın tulûu ile, bazı kalbler, onun ziyasıyla tenevvür etti. Ve
mü'minlerin nev'ini temyiz ve tayin eden bir hakikat-ı nuraniye meydana
geldi. Kezalik o keskin ziya karşısında, mezbeleye benzeyen bazı pis
kalbler de yanıp kömür oldular. Ve o kâfirlerin nev'ini ilân eden zehirli bir
hakikat-ı küfriyye husule geldi. İşte bu hakikat-ı küfriyyeye işaret için
َ‫ َّ ِين‬zikredilmiştir.
   ‫الذ‬
      Maahâza her iki         َّ‫َّ ِين‬
                                  ‫الذ‬
                                  arasında tam bir münasebet vardır. Çünkü
herbirisi birbirine zıt olan bir hakikata işarettir.
sh: » (İ: 66)

       Ve keza harf-i tarif olan (  ‫)ال‬     in ifade ettiği beş manayı,   َّ‫ َّ ِين‬de
                                                                              ‫الذ‬
ifade ediyor. O manaların en meşhuru, ahddir. Yani gerek          ‫ ال‬den,    gerek
َّ‫ َّ ِين‬den,
    ‫الذ‬   ma'hud ve ma'lûm bir şey kasdedilir. Binaenaleyh Ebûcehil,
Ebûleheb, Ümeyye İbn-i Halef ve saire gibi ma'hud ve meşhur büyük
kâfirlere  َّ‫َّ ِين‬
               ‫الذ‬
               ile işaret edilmiş olduğu ihtimali pek kavîdir. Bu ihtimale
binaen şu âyet, gaybdan ihbar eden âyetlerden biri olur. Çünkü onlar
küfür üzerine ölmüşlerdir. Ve aynı zamanda, i'caz-ı manevînin dört
nev'inden bir nev'i, şu gaybî ihbarlardan tezahür eder.
     S: Kur'an zaruriyat-ı diniyedendir. Zaruriyatta ihtilaf olamaz. Halbuki
müfessirlerce verilen ayrı ayrı manaların bir kısmı, birbirine muhaliftir?
       C: Azizim! Kur'anın herbir kelâmı, üç kaziyeyi müştemildir:
       Birincisi: Bu, Allah'ın kelâmıdır.
       İkincisi: Allah'ca murad olan mâna, haktır.
       Üçüncüsü: Mâna-yı murad, budur.
        Eğer Kur'anın o kelâmı, başka bir manaya ihtimali olmayan
muhkemattan olursa veya Kur'anın başka bir yerinde beyan edilmiş ise,
birinci ve ikinci kaziyeleri aynen kabul etmek lâzımdır ve inkârları da
küfürdür. Şayet Kur'anın o kelâmı, başka bir manaya ihtimali olan bir nass
veya zâhir olursa, üçüncü kaziyeyi kabul etmek lâzım olmadığı gibi inkârı
da küfür değildir. İşte müfessirlerin ihtilafları, ancak ve ancak şu kısma
aittir.
       İhtar: Mütevatir hadîsler de, bu hususta, âyetler gibidir. Yalnız
birinci kaziye, teemmül yeridir. Çünki(           ‫ه َا‬
                                                   ‫ذ‬
                                               )ile işaret edilen hadîsin
hakikaten hadîs olup olmadığında tereddüd yeri vardır.
      S- Küfür, cehildir. Halbuki kâfirler, Hazret-i Muhammed'i (A.S.M.)
evlâtları kadar tanıyorlardı?
       C- Küfür, iki kısımdır. Bir kısmı, bilmediği için inkâr eder; ikincisi,
bildiği halde inkâr eder. Bu da, birkaç şubedir. Birincisi; bilir lâkin
sh: » (İ: 67)
kabul etmez. İkincisi; yakîni var, lâkin itikadı yoktur. Üçüncüsü; tasdiki
var, lâkin vicdanî iz'anı yoktur.
      S: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?
      C: Yoktur. Çünki san'at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile
telkin için, fikri daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan,
kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.
      S- Küfür, kalbe ait bir sıfattır. Kalbde o sıfat bulunmadığı takdirde,
zünnar bağlanmasından veya ona kıyas edilen şapkanın giyilmesinden ne
için küfür hasıl olsun?
     C- Gizli olan umûra, şeriat emarelere göre hükmeder. Hattâ illet
olmayan esbab-ı zâhirîyi, illet yerine kabul eder. Binaenaleyh itmam-ı
rükûa mâni olan bir kısım zünnarların bağlanması ve secdenin ikmaline
mâni olan bazı şapkaların giyilmesi, ubudiyetten istiğna ve küfre teşebbüh
etmeye emarelerdir. Gizli olan o sıfat-ı küfriyenin yok olduğuna kat'iyetle
hükmedilemediğinden, bu gibi emarelere göre hükmedilir.
      S- İnzar yapılmadıkça teklif nasıl yapılır?
      C- İnzar yapılmadığı takdirde teklif de yapılmazsa, adem-i
tecziyelerine bir hüccet olur. Zira, quot;Biz ne yapalım. Ne tebligat yapıldı ve
ne tekliften haberimiz var.quot; diye mücazâttan kurtuluşlarına bir medar olur.
      S- Cenab-ı Hakk'ın onların küfür ve temerrüdlerinden yaptığı ihbar,
onların imana gelmelerini imtina derecesine çıkarıyor. Mümteni' ve muhal
bir şey teklif edilir mi?
      C- Cenab-ı Hakk'ın ihbarı, ilmi ve iradesi, sebebden kat'-ı nazarla
yalnız küfürlerine taallûk etmez. Ancak ihtiyarlarıyla küfürlerine birlikte
taallûk eder. Bu ise ihtiyarlarını nefyetmez ki, teklif-i bilmuhal olsun. Bu
bahsin tafsilâtı gelecektir.

      S- Îman etmeyeceklerini ifade eden      َّ‫َ ُؤْ ِ ُون‬
                                                  ‫ل ي من‬
                                                 ve emsali âyetlere,
onları îman etmeye davet etmekten adem-i îmana îman çıkıyor. Bu ise,
muhal-i aklîdir?
      C- Onlara teklif edilen îman, icmalîdir; tafsilî değildir. Herbir âyete,
herbir hükme ayrı ayrı, birer birer îman ediniz! diye teklif yapılmıyor ki bu
mahzur lâzım gelsin. Sonra küfürlerini sîga-i mâzi ile zikretmek,
sh: » (İ: 68)
hakkın izhar ve isbatından evvel onların küfrü kucaklayıp kabul etmelerine
işarettir. Bunun içindir ki, onlara karşı inzarın adem-i inzar gibi faidesiz
kaldığına,ٌ ‫ َ َا‬kelimesiyle işaret yapılmıştır.
          ‫سو ء‬
      Sonra, fevkaniyeti ifade eden ّ‫ ََ ْ ِم‬deki ‫ ََى‬onların
                                       ْ ‫عليه‬      ‫عل‬       yüzleri yere
yapışmış gibi başlarını kaldırıp âmirlerinin sözünü dinleyemediklerine
işarettir. Ve keza manaya bir zarar ve bir halel îras etmeyen ve terkine
tercih edilen   ْ‫ََيْ ِ م‬
                   ‫عل ه‬
                   in zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a
nazaran inzarın adem-i inzar gibi olmadığına işarettir. Zira inzarda ecr ü
sevap vardır.

       ّْ‫ ََنْ َرْ َ ُمّْ َمّْ َمّْ ُنْ ِرْ ُم‬cümlesindeki hemze ile ّْ‫ َم‬müsavatı ifade
          ‫ءا ذ ته ا ل ت ذ ه‬                                             ‫ا‬
ettiğinden, ٌ ‫ َ َا‬kelimesine te'kiddir. Yahut ٌ ‫ َ َا‬kelimesinden müsavatın
               ‫سو ء‬                                        ‫سو ء‬
bir manası, hemze ile ّ‫ َم‬den ikinci manası irade edilir. Çünkü müsavatın
                                  ْ‫ا‬
medarı ya adem-i faidedir veya mûcibin adem-i vücududur.
      S- İstifham şekliyle müsavatı ifade etmekte ne mâna vardır?
       C- Yapmış olduğu fiilinde bir faidesi olmayan muhatabın fiilinin
faidesiz olduğuna lâtif ve mukniane bir vecihle ikaz edilmesi ancak
istifham ile olur ki, muhatab, fiilini düşündükten sonra, kötü neticesini
nazara alarak kalbi mutmain olsun.

      S-  ٌ ‫ سَّ َا‬kelimesi
          ‫وء‬                  inzar ve adem-i inzardan mecaz ise, aralarındaki
alâka nedir?
       C- İstifhamın müsavatı tazammun etmesidir. Zira istifham eden
adamın bilgisine göre, vücut ile adem mütesavidir. Maahâza bu gibi
istifhamlara verilen cevablar, alelekser şu müsavat-ı zımniyye ile verilir.
      S- Mâzi sigasıyla inzardan yapılan tâbir neye işarettir?
sh: » (İ: 69)
      C- İkinci ve üçüncü inzarlara lüzum kalmadığına işarettir. Yani
yaptığın inzar faide vermedi, bundan sonra da faidesiz kalır.

     S- İnzar etmemekte faidenin bulunmaması zâhirdir.                    ّْ‫َمّْ َمّْ تنْ ِرْ ُم‬
                                                                             ‫ا ل ُذ ه‬
kaydında ne faide vardır?
    C- Sükût etmek, bazan                  muhatabın     insafa   gelip      matlup        işe
muvafakatına sebeb olur.
      S- Kur'an-ı Kerim, başka makamlarda terhibden sonra tergib de
yaptığı halde, burada tergibi terketmiştir. Esbabı nedir?
      C- Küfür makamına, ancak terhib ve tahvif münasipdir. Hem de
küfür gibi mazarratları def'etmek, Cennet'i kazanmak gibi menfaatların
celbinden daha evlâ ve daha tesirlidir. Maahaza buradaki terhib, tergibi de
andırıyor. Çünkü inzar ve adem-i inzarı gören hayal, zıddiyet
münasebetiyle, derhal tebşir ve adem-i tebşire intikal eder.
      Azizim! Herbir hükmün başka şeylere hizmet eden çok mânaları
olduğu ve herbir hükümden takib edilen gizli maksadlar bulunduğu ve bu
kelâmın da Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) işaret eden mânaları olduğu
gibi; küfrü takbih etmek maksadıyla, büyük bir ölçüde tenkiratta
bulunmuştur. Ezcümle:
       Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın görmekte olduğu zahmetlerin
tahfifine ve göstermekte olduğu hırs ve şiddetin tehvinine medar olmak
için, mânâ-yı harfî kabilinden bazan îmalarda bulunmuş ve eski resullerin
hallerini nazara alarak, onlara iktida ile teselli yollarını göstermiş ise de;
bu kanun-u fıtrîdir, tahammül ve inkıyad lâzımdır diye lisan-ı hal ile ilân
etmiştir. Bu âyet   ‫وله عذ ب عظ م‬
                    ٌ ‫ََ ُمْ َ َا ٌ َ ِي‬
                                    cümlesine kadar bütün eczasıyla, küfrü
takbih ve tenfir ile nehyeder. Ve ehl-i küfrü tehdid ve tahvif ile küfürden
terhib eder. Ve keza bütün kelimatıyla, küfrün büyük bir musibet olmakla
beraber, lezzeti yok elemi var, ni'meti yok nıkmeti var diye ilân eder. Ve
keza bütün cümleleriyle, küfrün her şeyden zararlı olduğunu tasrih eder.
Evet onlar îman etmediklerinden ve cevher-i ruhu ifsad ve bütün elemleri
içine alan küfür musibetine maruz kaldıklarından          ‫ َ مْ ُؤْ ِ ُوا‬ye bedel ‫ك َ ُوا‬
                                                            ‫ل ي من‬                  ‫َ فر‬
tabiriyle işaret edilmiştir. Ve keza َ ْ ُ ْ ‫ َ َت ُ ُو َ ا‬kelimesine bedel
                                     ‫ل ي ْ رك ن لك ف ر‬
sh: » (İ: 70)

‫ل ي من ن‬
َ ‫ َ ُؤْ ِ ُو‬tabiriyle, onların büyük musibete maruz kaldıkları gibi, pırlanta
gibi cevher-i îmanîyi de kaybettiklerine işarettir. Ve keza ‫َ َمّ ا ّ ّ ََى‬
                                                                  ‫خت َ ل عل‬
ْ‫ ُُو ِ ِم‬cümlesiyle kalb ile vicdan, nûr-u îman sayesinde hakaik-i İlahiyenin
  ‫قل به‬
tecellisine mazhar olmakla menba-ı kemalât, hayattar ve ziyadar oldukları
halde, küfrün ihtiyar edilmesiyle zulmetli, ıssız, haşarât-ı muzırra yuvasına
inkılâb ettikleri için mühürlenmiş, kilitlenmiş ki; o korkunç yuvadaki
akreblerden veya yılanlardan ictinab edilmesine işaret edilmiştir. Ve keza,
ْ‫ وَ ََى َمْ ِهم‬kelimesiyle, küfür sebebiyle kulağa ait pek büyük bir ni'meti
  ِ ‫عل س ع‬
kaybettiklerine işaret edilmiştir. Hattâ kulaktaki zar, nur-u iman ile
ışıklandığı zaman, kâinattan gelen manevî nidaları işitir. Lisan-ı hal ile
yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hattâ o nur-u iman sayesinde,
rüzgârların terennümatını, bulutların nâralarını, denizlerin dalgalarının
nağamatını ve hâkeza yağmur, kuş ve saire gibi her nevi'den Rabbanî
kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir. Sanki kâinat, İlahî bir musikî dairesidir.
Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve
Rabbanî aşkları intıba' ettirmekle kalbleri, ruhları nuranî âlemlere götürür,
pek garib misalî levhaları göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetlere,
zevklere garkeder. Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman, o leziz,
manevî yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri îras eden avazlar,
matem seslerine inkılâb eder. Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbabın
fıkdanıyla ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle nihayetsiz vahşetler ve
sonsuz gurbetler hasıl olur. Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar
helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları îras
eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden
sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna,
vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.

      ٌ َ ‫ َ ََى َبْ َا ِ ِمْ ِ َا‬Bu cümle ile rü'yete, yani göze ait büyük bir
      ‫و عل ا ص ره غش وة‬
ni'met-i basariyenin küfür ile kaybolduğuna işaret edilmiştir. Zira gözün
nûru, nûr-u îmanla ışıklanırsa ve kavileşirse, bütün kâinat gül ve reyhanlar
ile müzeyyen bir Cennet şeklinde görünür. Gözün gözbebeği de, bal arısı
gibi, bütün kâinat safhalarında menkuş gül
sh: » (İ: 71)
ve çiçek gibi delillerinden, bürhanlarından alacağı ibret, fikret, ünsiyet gibi
usare ve şiralarından vicdanda o tatlı, îman balları yapar. Eğer o göz küfür
zulmetiyle kör olursa; dünya, genişliğiyle beraber bir hapishane şekline
girer. Bütün hakaik-i kevniye, nazarından gizlenir. Kâinat ondan tevahhuş
eder. Kalbi ahzan ve ekdar ile dolar.   ٌّ‫ ََ ُمّْ َ َابٌّ َ ِيم‬cümlesiyle, küfür
                                            ‫وله عذ عظ‬
şeceresinin âhirete ait zakkum gibi semeresine işaret edilmiştir. َ ‫َ ُ ْ ِ ُو‬
                                                                      ‫ل يؤمن ن‬
kelimesi ise, inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata nassederek ٌ ‫َ َا‬  ‫سو ء‬
kelimesine te'kiddir.

More Related Content

What's hot (20)

3.Lema
3.Lema3.Lema
3.Lema
 
Iman I Bilgayb
Iman I BilgaybIman I Bilgayb
Iman I Bilgayb
 
Hubab
HubabHubab
Hubab
 
22.Mektup
22.Mektup22.Mektup
22.Mektup
 
7.Mektup
7.Mektup7.Mektup
7.Mektup
 
16.Soz
16.Soz16.Soz
16.Soz
 
10. Huccet I Imaniye
10. Huccet I  Imaniye10. Huccet I  Imaniye
10. Huccet I Imaniye
 
5.Sua
5.Sua5.Sua
5.Sua
 
13.Soz
13.Soz13.Soz
13.Soz
 
Hutbe I şAmiye
Hutbe I şAmiyeHutbe I şAmiye
Hutbe I şAmiye
 
2.Sua
2.Sua2.Sua
2.Sua
 
11.Mektup
11.Mektup11.Mektup
11.Mektup
 
Ibtiday I Tefsir
Ibtiday I TefsirIbtiday I Tefsir
Ibtiday I Tefsir
 
Zeyl Ul Hubab
Zeyl Ul HubabZeyl Ul Hubab
Zeyl Ul Hubab
 
Zerre
ZerreZerre
Zerre
 
13.Mektup
13.Mektup13.Mektup
13.Mektup
 
28.Lema
28.Lema28.Lema
28.Lema
 
Denizli Lahikasi
Denizli LahikasiDenizli Lahikasi
Denizli Lahikasi
 
21.Lema
21.Lema21.Lema
21.Lema
 
8.Mektup
8.Mektup8.Mektup
8.Mektup
 

Similar to Mahiyet I KüFüR (19)

Onuncu Risale
Onuncu RisaleOnuncu Risale
Onuncu Risale
 
Delail I Hasir
Delail I HasirDelail I Hasir
Delail I Hasir
 
Semme
SemmeSemme
Semme
 
19.Soz
19.Soz19.Soz
19.Soz
 
13.Lema
13.Lema13.Lema
13.Lema
 
3. Huccet I Imaniye
3. Huccet I  Imaniye3. Huccet I  Imaniye
3. Huccet I Imaniye
 
Katre
KatreKatre
Katre
 
Zeyl Ul Habbe
Zeyl Ul HabbeZeyl Ul Habbe
Zeyl Ul Habbe
 
9. Mesele
9. Mesele9. Mesele
9. Mesele
 
Katrenin Zeyli
Katrenin ZeyliKatrenin Zeyli
Katrenin Zeyli
 
29.Mektup
29.Mektup29.Mektup
29.Mektup
 
23.Lema
23.Lema23.Lema
23.Lema
 
4.Lema
4.Lema4.Lema
4.Lema
 
11.Lema
11.Lema11.Lema
11.Lema
 
6.Sua
6.Sua6.Sua
6.Sua
 
14.Lema
14.Lema14.Lema
14.Lema
 
23.Soz
23.Soz23.Soz
23.Soz
 
Sule
SuleSule
Sule
 
1.Sua
1.Sua1.Sua
1.Sua
 

More from Ahmet Türkan

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Ahmet Türkan
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxAhmet Türkan
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfAhmet Türkan
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfAhmet Türkan
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfAhmet Türkan
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfAhmet Türkan
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfAhmet Türkan
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfAhmet Türkan
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfAhmet Türkan
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfAhmet Türkan
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAhmet Türkan
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfAhmet Türkan
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfAhmet Türkan
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfAhmet Türkan
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfAhmet Türkan
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfAhmet Türkan
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfAhmet Türkan
 

More from Ahmet Türkan (20)

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdf
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
 
ANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdfANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdf
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
 
AİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdfAİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdf
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptx
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
 
İŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdfİŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdf
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdf
 

Mahiyet I KüFüR

  • 1. ‫َفر سو ء عل ِ ءا ذ ته ا ل ت ذ ه ل ي من ن‬ َ ‫ِ ّ اّذينَ ك َ ُوا َ َا ٌ ََيْهمْ ََنْ َرْ َ ُمْ َمْ َمْ ُنْ ِرْ ُمْ َ ُؤْ ِ ُو‬ ‫ان ل‬ Bu cümlenin mâkabliyle cihet-i nazmı: Arkadaş! Cenab-ı Hakk'ın sıfat-ı ezeliye âleminde biri celalî, diğeri cemalî iki türlü tecellisi vardır. Celal ile Cemal'in sıfat-ı ef'al âleminde tecellisinden; lütuf ve kahr, hüsün ve heybet tezahür eder. Ef'al âlemine tecelli edince; tahliye ( ‫َحِْيَه‬ ‫ت ل‬ ) ile tahliye ( ‫َخِْيَه‬ ‫ت ل‬ ) (tezyin ile tenzih) doğar. Âsâr ve a'mâl âleminden âlem-i âhirete intiba edince; lütuf, Cennet ve nur olarak; kahr da, Cehennem ve nar olarak tecelli eder. Sonra âlem-i zikre in'ikas edince; biri hamd, diğeri tesbih olmak üzere iki kısma ayrılır. Sonra âlem-i kelâmda tecelli edince, kelâmın emir ve nehye taksimine sebeb olur. Sonra âlem-i irşada intikal edince; irşadı tergib ve terhib, tebşir ve inzara taksim eder. Sonra vicdana tecelli edince, reca ve havf husule gelir. Sonra irşadın iktizasındandır ki, havf ile reca arasındaki müvazene devamla muhafaza edilsin ki, reca ile doğru yollara sülûk edilsin, havf ile de eğri yollara gidilmesin. Ne Allah'ın rahmetinden me'yus, ne de azabından emin olunsun. İşte böylece teselsül eden şu hikmetten dolayı Kur'an-ı Kerîm; aleddevam, tergibden sonra terhib ve ebrarı medhettikten sonra füccârı zemmetmiştir. S- Bu cümle ile ‫ا ل ر ر ل نع م وا فج ر ل جح م‬ ٍ ‫ ِنّ اْ َبْ َا ِ َفِى َ ِي ٍ َِنّ الْ ُ ّا َ َفِى َ ِي‬cümlesi arasında ne gibi bir fark vardır ki, orada atf var, burada yoktur? C- Atfın hüsnü, münasebetin hüsnüne bakar. Hüsn-ü münasebet, her iki cümleden takib edilen garaz ve maksadın bir olmasına mütevakkıftır. Halbuki oradaki maksad, burada yoktur. Burada birinci cümledeki maksad, Kur'anın medhine incirar eden mü'minlerin medhidir. İkinci cümleden maksad, yalnız tahvif ve terhib için kâfirlerin zemmidir. Bu ise Kur'anın medhiyle alâkadar değildir. Sonra bu cümlenin ihtiva ettiği eczanın nazmında tezahür eden letaif cihetine bakalım: ّّ‫ ِن‬ile َّّ‫ َّ ِين‬mevkilere ‫ا‬ ‫الذ‬ göre ifade ettikleri nüktelerden maada, belâgatça kıymetli sayılan iki nükteyi daha tazammun etmişlerdir ki; Kur'an,
  • 2. sh: » (İ: 65) pek çok yerlerinde ّ‫ ِن‬ile َّ‫ َّ ِين‬yi ‫ا‬ ‫الذ‬ mükerreren zikretmiştir. Tahkiki ifade eden ّ‫ِن‬ ‫ا‬ deki nükte şöyle tasvir edilebilir ki: ّ‫ِن‬ ‫ا‬ herhangi bir cümlede bulunursa, o cümlenin damını deler, hakikate nüfuz eder. Ve o dâvayı veya hükmü aşağıya indirir, hakikate yapıştırmakla, o hükmün hayalî veya zannî veya mevzu veya hurafe hükümlerden olmadığını ve ancak hakaik-i sâbiteden olduğunu isbat eder. Bu cümlede ّ‫ِن‬ ‫ا‬ nin hususî nüktesi: Bu âyetin muhatabı olan Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) şek ve inkâr bulunmadığı halde şek ve inkârı ref'etmek şe'ninde olan ile ّ ّ‫ِن‬ ‫ا‬ karşılanması, onların iman etmesi için Peygamber'in (A.S.M.) şiddet-i hırsına işarettir. َّ‫ َّ ِين‬kelimesi ise, göze görünmezden ‫الذ‬ evvel akla görünen garib ve yeni hakikatlara bir vasıta-i işarettir. Bunun içindir ki, hakikatları tebdil ve tecdid eden inkılâbları tasvir için kullanılan işaret ve vasıtalardan en çok kullanılan, َ‫ َّ ِين‬ve emsalidir. ‫الذ‬ Kur'anın tecellisiyle çok nevi'ler silindi, hakikatlar yıkıldı. Onlara bedel, yeni yeni nevi'ler, hakikatlar teşekkül etti. Evet zaman-ı cahiliyete bak! O zamanda bütün nevi'ler millî rabıtalar üzerine teşekkül ettiği gibi, içtimaî hakikatlar da taassub-u kavmî üzerine bina edilmişti. Kur'anın tecellisiyle o rabıtalar kesildi, o hakikatlar tahrib edildi. Onlara bedel, dinî rabıtalar üzerine yeni nevi'ler ve hakikatlar ihdas edildi. Evet Şems-i Kur'anın tulûu ile, bazı kalbler, onun ziyasıyla tenevvür etti. Ve mü'minlerin nev'ini temyiz ve tayin eden bir hakikat-ı nuraniye meydana geldi. Kezalik o keskin ziya karşısında, mezbeleye benzeyen bazı pis kalbler de yanıp kömür oldular. Ve o kâfirlerin nev'ini ilân eden zehirli bir hakikat-ı küfriyye husule geldi. İşte bu hakikat-ı küfriyyeye işaret için َ‫ َّ ِين‬zikredilmiştir. ‫الذ‬ Maahâza her iki َّ‫َّ ِين‬ ‫الذ‬ arasında tam bir münasebet vardır. Çünkü herbirisi birbirine zıt olan bir hakikata işarettir.
  • 3. sh: » (İ: 66) Ve keza harf-i tarif olan ( ‫)ال‬ in ifade ettiği beş manayı, َّ‫ َّ ِين‬de ‫الذ‬ ifade ediyor. O manaların en meşhuru, ahddir. Yani gerek ‫ ال‬den, gerek َّ‫ َّ ِين‬den, ‫الذ‬ ma'hud ve ma'lûm bir şey kasdedilir. Binaenaleyh Ebûcehil, Ebûleheb, Ümeyye İbn-i Halef ve saire gibi ma'hud ve meşhur büyük kâfirlere َّ‫َّ ِين‬ ‫الذ‬ ile işaret edilmiş olduğu ihtimali pek kavîdir. Bu ihtimale binaen şu âyet, gaybdan ihbar eden âyetlerden biri olur. Çünkü onlar küfür üzerine ölmüşlerdir. Ve aynı zamanda, i'caz-ı manevînin dört nev'inden bir nev'i, şu gaybî ihbarlardan tezahür eder. S: Kur'an zaruriyat-ı diniyedendir. Zaruriyatta ihtilaf olamaz. Halbuki müfessirlerce verilen ayrı ayrı manaların bir kısmı, birbirine muhaliftir? C: Azizim! Kur'anın herbir kelâmı, üç kaziyeyi müştemildir: Birincisi: Bu, Allah'ın kelâmıdır. İkincisi: Allah'ca murad olan mâna, haktır. Üçüncüsü: Mâna-yı murad, budur. Eğer Kur'anın o kelâmı, başka bir manaya ihtimali olmayan muhkemattan olursa veya Kur'anın başka bir yerinde beyan edilmiş ise, birinci ve ikinci kaziyeleri aynen kabul etmek lâzımdır ve inkârları da küfürdür. Şayet Kur'anın o kelâmı, başka bir manaya ihtimali olan bir nass veya zâhir olursa, üçüncü kaziyeyi kabul etmek lâzım olmadığı gibi inkârı da küfür değildir. İşte müfessirlerin ihtilafları, ancak ve ancak şu kısma aittir. İhtar: Mütevatir hadîsler de, bu hususta, âyetler gibidir. Yalnız birinci kaziye, teemmül yeridir. Çünki( ‫ه َا‬ ‫ذ‬ )ile işaret edilen hadîsin hakikaten hadîs olup olmadığında tereddüd yeri vardır. S- Küfür, cehildir. Halbuki kâfirler, Hazret-i Muhammed'i (A.S.M.) evlâtları kadar tanıyorlardı? C- Küfür, iki kısımdır. Bir kısmı, bilmediği için inkâr eder; ikincisi, bildiği halde inkâr eder. Bu da, birkaç şubedir. Birincisi; bilir lâkin
  • 4. sh: » (İ: 67) kabul etmez. İkincisi; yakîni var, lâkin itikadı yoktur. Üçüncüsü; tasdiki var, lâkin vicdanî iz'anı yoktur. S: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır? C: Yoktur. Çünki san'at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor. S- Küfür, kalbe ait bir sıfattır. Kalbde o sıfat bulunmadığı takdirde, zünnar bağlanmasından veya ona kıyas edilen şapkanın giyilmesinden ne için küfür hasıl olsun? C- Gizli olan umûra, şeriat emarelere göre hükmeder. Hattâ illet olmayan esbab-ı zâhirîyi, illet yerine kabul eder. Binaenaleyh itmam-ı rükûa mâni olan bir kısım zünnarların bağlanması ve secdenin ikmaline mâni olan bazı şapkaların giyilmesi, ubudiyetten istiğna ve küfre teşebbüh etmeye emarelerdir. Gizli olan o sıfat-ı küfriyenin yok olduğuna kat'iyetle hükmedilemediğinden, bu gibi emarelere göre hükmedilir. S- İnzar yapılmadıkça teklif nasıl yapılır? C- İnzar yapılmadığı takdirde teklif de yapılmazsa, adem-i tecziyelerine bir hüccet olur. Zira, quot;Biz ne yapalım. Ne tebligat yapıldı ve ne tekliften haberimiz var.quot; diye mücazâttan kurtuluşlarına bir medar olur. S- Cenab-ı Hakk'ın onların küfür ve temerrüdlerinden yaptığı ihbar, onların imana gelmelerini imtina derecesine çıkarıyor. Mümteni' ve muhal bir şey teklif edilir mi? C- Cenab-ı Hakk'ın ihbarı, ilmi ve iradesi, sebebden kat'-ı nazarla yalnız küfürlerine taallûk etmez. Ancak ihtiyarlarıyla küfürlerine birlikte taallûk eder. Bu ise ihtiyarlarını nefyetmez ki, teklif-i bilmuhal olsun. Bu bahsin tafsilâtı gelecektir. S- Îman etmeyeceklerini ifade eden َّ‫َ ُؤْ ِ ُون‬ ‫ل ي من‬ ve emsali âyetlere, onları îman etmeye davet etmekten adem-i îmana îman çıkıyor. Bu ise, muhal-i aklîdir? C- Onlara teklif edilen îman, icmalîdir; tafsilî değildir. Herbir âyete, herbir hükme ayrı ayrı, birer birer îman ediniz! diye teklif yapılmıyor ki bu mahzur lâzım gelsin. Sonra küfürlerini sîga-i mâzi ile zikretmek,
  • 5. sh: » (İ: 68) hakkın izhar ve isbatından evvel onların küfrü kucaklayıp kabul etmelerine işarettir. Bunun içindir ki, onlara karşı inzarın adem-i inzar gibi faidesiz kaldığına,ٌ ‫ َ َا‬kelimesiyle işaret yapılmıştır. ‫سو ء‬ Sonra, fevkaniyeti ifade eden ّ‫ ََ ْ ِم‬deki ‫ ََى‬onların ْ ‫عليه‬ ‫عل‬ yüzleri yere yapışmış gibi başlarını kaldırıp âmirlerinin sözünü dinleyemediklerine işarettir. Ve keza manaya bir zarar ve bir halel îras etmeyen ve terkine tercih edilen ْ‫ََيْ ِ م‬ ‫عل ه‬ in zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a nazaran inzarın adem-i inzar gibi olmadığına işarettir. Zira inzarda ecr ü sevap vardır. ّْ‫ ََنْ َرْ َ ُمّْ َمّْ َمّْ ُنْ ِرْ ُم‬cümlesindeki hemze ile ّْ‫ َم‬müsavatı ifade ‫ءا ذ ته ا ل ت ذ ه‬ ‫ا‬ ettiğinden, ٌ ‫ َ َا‬kelimesine te'kiddir. Yahut ٌ ‫ َ َا‬kelimesinden müsavatın ‫سو ء‬ ‫سو ء‬ bir manası, hemze ile ّ‫ َم‬den ikinci manası irade edilir. Çünkü müsavatın ْ‫ا‬ medarı ya adem-i faidedir veya mûcibin adem-i vücududur. S- İstifham şekliyle müsavatı ifade etmekte ne mâna vardır? C- Yapmış olduğu fiilinde bir faidesi olmayan muhatabın fiilinin faidesiz olduğuna lâtif ve mukniane bir vecihle ikaz edilmesi ancak istifham ile olur ki, muhatab, fiilini düşündükten sonra, kötü neticesini nazara alarak kalbi mutmain olsun. S- ٌ ‫ سَّ َا‬kelimesi ‫وء‬ inzar ve adem-i inzardan mecaz ise, aralarındaki alâka nedir? C- İstifhamın müsavatı tazammun etmesidir. Zira istifham eden adamın bilgisine göre, vücut ile adem mütesavidir. Maahâza bu gibi istifhamlara verilen cevablar, alelekser şu müsavat-ı zımniyye ile verilir. S- Mâzi sigasıyla inzardan yapılan tâbir neye işarettir?
  • 6. sh: » (İ: 69) C- İkinci ve üçüncü inzarlara lüzum kalmadığına işarettir. Yani yaptığın inzar faide vermedi, bundan sonra da faidesiz kalır. S- İnzar etmemekte faidenin bulunmaması zâhirdir. ّْ‫َمّْ َمّْ تنْ ِرْ ُم‬ ‫ا ل ُذ ه‬ kaydında ne faide vardır? C- Sükût etmek, bazan muhatabın insafa gelip matlup işe muvafakatına sebeb olur. S- Kur'an-ı Kerim, başka makamlarda terhibden sonra tergib de yaptığı halde, burada tergibi terketmiştir. Esbabı nedir? C- Küfür makamına, ancak terhib ve tahvif münasipdir. Hem de küfür gibi mazarratları def'etmek, Cennet'i kazanmak gibi menfaatların celbinden daha evlâ ve daha tesirlidir. Maahaza buradaki terhib, tergibi de andırıyor. Çünkü inzar ve adem-i inzarı gören hayal, zıddiyet münasebetiyle, derhal tebşir ve adem-i tebşire intikal eder. Azizim! Herbir hükmün başka şeylere hizmet eden çok mânaları olduğu ve herbir hükümden takib edilen gizli maksadlar bulunduğu ve bu kelâmın da Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) işaret eden mânaları olduğu gibi; küfrü takbih etmek maksadıyla, büyük bir ölçüde tenkiratta bulunmuştur. Ezcümle: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın görmekte olduğu zahmetlerin tahfifine ve göstermekte olduğu hırs ve şiddetin tehvinine medar olmak için, mânâ-yı harfî kabilinden bazan îmalarda bulunmuş ve eski resullerin hallerini nazara alarak, onlara iktida ile teselli yollarını göstermiş ise de; bu kanun-u fıtrîdir, tahammül ve inkıyad lâzımdır diye lisan-ı hal ile ilân etmiştir. Bu âyet ‫وله عذ ب عظ م‬ ٌ ‫ََ ُمْ َ َا ٌ َ ِي‬ cümlesine kadar bütün eczasıyla, küfrü takbih ve tenfir ile nehyeder. Ve ehl-i küfrü tehdid ve tahvif ile küfürden terhib eder. Ve keza bütün kelimatıyla, küfrün büyük bir musibet olmakla beraber, lezzeti yok elemi var, ni'meti yok nıkmeti var diye ilân eder. Ve keza bütün cümleleriyle, küfrün her şeyden zararlı olduğunu tasrih eder. Evet onlar îman etmediklerinden ve cevher-i ruhu ifsad ve bütün elemleri içine alan küfür musibetine maruz kaldıklarından ‫ َ مْ ُؤْ ِ ُوا‬ye bedel ‫ك َ ُوا‬ ‫ل ي من‬ ‫َ فر‬ tabiriyle işaret edilmiştir. Ve keza َ ْ ُ ْ ‫ َ َت ُ ُو َ ا‬kelimesine bedel ‫ل ي ْ رك ن لك ف ر‬
  • 7. sh: » (İ: 70) ‫ل ي من ن‬ َ ‫ َ ُؤْ ِ ُو‬tabiriyle, onların büyük musibete maruz kaldıkları gibi, pırlanta gibi cevher-i îmanîyi de kaybettiklerine işarettir. Ve keza ‫َ َمّ ا ّ ّ ََى‬ ‫خت َ ل عل‬ ْ‫ ُُو ِ ِم‬cümlesiyle kalb ile vicdan, nûr-u îman sayesinde hakaik-i İlahiyenin ‫قل به‬ tecellisine mazhar olmakla menba-ı kemalât, hayattar ve ziyadar oldukları halde, küfrün ihtiyar edilmesiyle zulmetli, ıssız, haşarât-ı muzırra yuvasına inkılâb ettikleri için mühürlenmiş, kilitlenmiş ki; o korkunç yuvadaki akreblerden veya yılanlardan ictinab edilmesine işaret edilmiştir. Ve keza, ْ‫ وَ ََى َمْ ِهم‬kelimesiyle, küfür sebebiyle kulağa ait pek büyük bir ni'meti ِ ‫عل س ع‬ kaybettiklerine işaret edilmiştir. Hattâ kulaktaki zar, nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen manevî nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hattâ o nur-u iman sayesinde, rüzgârların terennümatını, bulutların nâralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hâkeza yağmur, kuş ve saire gibi her nevi'den Rabbanî kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir. Sanki kâinat, İlahî bir musikî dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbanî aşkları intıba' ettirmekle kalbleri, ruhları nuranî âlemlere götürür, pek garib misalî levhaları göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder. Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman, o leziz, manevî yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri îras eden avazlar, matem seslerine inkılâb eder. Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbabın fıkdanıyla ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle nihayetsiz vahşetler ve sonsuz gurbetler hasıl olur. Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları îras eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır. ٌ َ ‫ َ ََى َبْ َا ِ ِمْ ِ َا‬Bu cümle ile rü'yete, yani göze ait büyük bir ‫و عل ا ص ره غش وة‬ ni'met-i basariyenin küfür ile kaybolduğuna işaret edilmiştir. Zira gözün nûru, nûr-u îmanla ışıklanırsa ve kavileşirse, bütün kâinat gül ve reyhanlar ile müzeyyen bir Cennet şeklinde görünür. Gözün gözbebeği de, bal arısı gibi, bütün kâinat safhalarında menkuş gül
  • 8. sh: » (İ: 71) ve çiçek gibi delillerinden, bürhanlarından alacağı ibret, fikret, ünsiyet gibi usare ve şiralarından vicdanda o tatlı, îman balları yapar. Eğer o göz küfür zulmetiyle kör olursa; dünya, genişliğiyle beraber bir hapishane şekline girer. Bütün hakaik-i kevniye, nazarından gizlenir. Kâinat ondan tevahhuş eder. Kalbi ahzan ve ekdar ile dolar. ٌّ‫ ََ ُمّْ َ َابٌّ َ ِيم‬cümlesiyle, küfür ‫وله عذ عظ‬ şeceresinin âhirete ait zakkum gibi semeresine işaret edilmiştir. َ ‫َ ُ ْ ِ ُو‬ ‫ل يؤمن ن‬ kelimesi ise, inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata nassederek ٌ ‫َ َا‬ ‫سو ء‬ kelimesine te'kiddir.