SlideShare a Scribd company logo
1 of 6
Onikinci Lem'a
      (Re'fet Bey'in iki cüz'î suali münasebetiyle, iki nükte-i Kur'aniyenin beyanına dairdir.)

              ِ‫بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِن شَيْء اِل ّ يُسَبحُ بِحَمْدِه‬
                           ّ           ٍ     ْ
          ُ‫اَلسّلَم عَلَيْكُم وَ عَلَى اِخْوَانِكُم وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُه‬
                                            ْ                     ْ         ُ
         Aziz sıddık kardeşim Re'fet Bey! Senin bu müsaadesiz zamanımda suallerin, beni
müşkil bir mevkide bulunduruyor. Bu defaki iki sualin çendan cüz'îdir. Fakat iki nükte-i
Kur'aniyeye münasebetdar olduklarından ve Küre-i Arz'a dair sualiniz, Coğrafya ve
Kozmoğrafya'nın yedi kat zemin ve yedi tabaka semavata tenkidlerine temas ettiğinden, bana
ehemmiyetli geldi. Onun için sualin cüz'iyetine bakmayarak ilmî ve küllî bir surette, iki Âyet-
i Kerîmeye dair quot;İki Nüktequot; icmâlen beyan edilecek. Sen de cüz'î sualine karşı ondan hisse
alırsın.
         BİRİNCİ NÜKTE: quot;İki Noktaquot;dır.
         Birinci Nokta:

       َ‫وَكَاَيّن مِنْ دَابّةٍ ل َ َتحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّهُ يَرْزُقُهَا واِيّاكُمْ } اِنّ اللّه‬
                              َ                                                         ْ
ُ‫ هُوَ الرّزّاقُ ذُو الْقُوّةِ اْلمَتِين‬Âyetlerinin sırrınca: Rızk doğrudan doğruya Kadîr-i
Zülcelâl'in elindedir ve hazine-i Rahmetinden çıkar. Herbir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü
Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir. Halbuki zâhiren açlıktan
ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakikatın ve şu sırrın halli şudur ki: Taahhüd-ü
Rabbanî, hakikattır. Rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünki o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın
bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder.
Hatta bedenin her hüceyresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hüceyrenin bir köşesinde
iddihar eder. İstikbalde hariçten rızık gelmediği zaman, sarfedilmek üzere bir ihtiyat zahiresi
hükmünde bulundurur.
         İşte bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek,
rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüd eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve
âdetin terkinden neş'et eden bir marazla ölüyorlar.
       sh: » (L: 57)
       Evet zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak
kırk gün mükemmelen devam eder. Hatta bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki
kırkı geçer. Hatta bir adam, şedid bir inad yüzünden Londra mahpushanesinde yetmiş gün
sıhhat ve selâmetle, hiçbirşey yemeden hayatı devam ettiğini, onüç -şimdi otuzdokuz- sene
evvel gazeteler yazmışlar. Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam
ediyor ve madem Rezzâk ismi, gâyet geniş bir surette rûy-i zeminde cilvesi görünüyor ve
madem hiç ümid edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, baş gösteriyor.
Eğer pür-şerr beşer, sû-i ihtiyarıyla müdahâle edip karışmazsa, her halde rızk-ı fıtrî bitmeden
evvel, o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyle ise: Açlıktan
ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat'iyen rızıksızlıktan değildir. Belki quot;Terk-ül-âdât
min-el-mühlikâtquot; sırriyle, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş'et eden bir
illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir. Evet
bilmüşahede görünüyor ki: Rızk, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasibdir. Meselâ: Daha
dünyaya gelmeden evvel bir yavru, rahm-ı maderde ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum
olduğu bir zamanda, ağzını kımıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir surette rızkı veriliyor.
Sonra dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyar yok, fakat bir derece istidadı ve bilkuvve bir
hissi olduğundan, yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en mükemmel ve en
mugaddi ve hazmı en kolay ve en lâtif bir surette ve en acib bir fıtratta, memeler musluğundan
ağzına veriliyor. Sonra iktidar ve ihtiyara bir derece alâka peyda ettikçe, o kolay ve güzel rızk,
bir derece, çocuğa karşı nazlanmağa başlar. O memeler çeşmeleri kesilir, başka yerlerden
rızkı gönderilir. Fakat iktidar ve ihtiyarı, rızkı takib etmeye müsaid olmadığı için, Rezzâk-ı
Kerîm peder ve validesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyarına yardımcı
gönderiyor. Her ne vakit iktidar ve ihtiyar tekemmül eder, o vakit rızkı ona koşmaz ve
koşturulmaz. Rızk yerinde durur. Der: quot;Gel beni ara ve bul ve al!quot; Demek rızk, iktidar ve
ihtiyar ile mâkûsen mütenasibdir. Hatta çok Risalelerde beyan etmişiz ki: En ihtiyarsız ve
iktidarsız hayvanlar, daha iyi yaşıyorlar, daha iyi besleniyorlar.
        İkinci Nokta: İmkânın enva'ı var. İmkân-ı aklî, imkân-ı örfî, imkân-ı âdi gibi kısımları
vardır. Bir hâdise, eğer imkân-ı aklî dairesinde olmazsa, reddedilir; imkân-ı örfî dairesinde
olmazsa dahi, mu'cize olur fakat kolayca keramet olamaz. Eğer örfen ve kaideten nazîri
bulunmazsa, şuhud derecesinde bir bürhan-ı kat'î ile ancak kabul edilir.
        İşte bu sırra binaen kırk gün ekmek yemeyen Seyyid Ahmed-i Bedevî'nin hârikulâde
halleri, imkân-ı örfî dairesindedir. Hem keramet olur, hem hârikulâde bir âdeti de olabilir.
Evet Seyyid Ahmed-i Bedevî'nin (K.S.)
       sh: » (L: 58)
       acib ve istiğrakkârane hallerde bulunduğu, tevâtür derecesinde naklediliyor. Kırk günde
bir defa yemek yemesi, vâki olmuştur. Fakat her vakit öyle değil. Keramet nevinden bazı defa
olmuştur. Bir ihtimal var ki: Hâlet-i istiğrâkıyesi, yemeye ihtiyaç görmediği için, ona nisbeten
âdet hükmüne girmiştir. Seyyid Ahmed-i Bedevî (K.S.) nevinden çok evliyalardan bu tarz
harikalar mevsûkan rivayet edilmiş. Madem Birinci Nokta'da isbat ettiğimiz gibi; müddehar
rızık, kırk günden fazla devam eder ve o mikdar yememek, âdeten mümkündür ve mevsûkan
harika adamlardan o hal rivayet edilmiştir. Elbette inkâr edilmeyecektir.
        İKİNCİ SUAL münasebetiyle iki mes'ele-i mühimme beyan edilecek. Çünki: Coğrafya
ve Kozmoğrafya fenlerinin kısacık kanunlariyle ve daracık düsturlariyle ve küçücük
mizanlariyle Kur'anın semavatına çıkamadıklarından ve Âyâtın yıldızlarındaki yedi kat
mânâları keşfedemediklerinden Âyeti tenkid, belki inkârına dîvanecesine çalışmışlar.
        Birinci Mes'ele-i Mühimme: Semavat gibi arzın da yedi tabaka olmasına dairdir. Şu
mes'ele, yeni zamanın feylesoflarına hakikatsız görünüyor. Onların arza ve semavata dair olan
fenleri kabul etmiyor. Bunu vasıta ederek bazı hakaik-i Kur'aniyeye itiraz ediyorlar. Buna dair
muhtasaran birkaç işaret yazacağız.
        Birincisi: Evvelâ: Âyetin mânâsı ayrıdır; ve o mânâların efradı ve mâsadakları ayrıdır.
İşte o küllî mânânın müteaddid efradından bir ferdi bulunmazsa, o mânâ inkâr edilmez.
Semavatın yedi tabakasına ve arzın yedi katına dair mânâ-yı küllîsinin çok efradından yedi
mâsadak zâhiren görünüyor. Sâniyen: Âyetin sarahatinde quot;yedi kat arzquot; dememiş.

              ّ‫اَللّهُ الّذِى خَلقَ سَبْع سَموَاتٍ وَمِنَ اْلَرْضِ مثْلَهُن‬
                      ِ                          َ       َ
     ilâhir. Âyetin zâhiri diyor ki: quot;Arzı da o seb'a semavat gibi halketmiş ve mahlûkatına
mesken ittihaz etmiş.quot; Yedi tabaka olarak halkettim, demiyor. Misliyet ise mahlûkıyet ve
mahlûkata meskeniyet cihetiyle bir teşbihtir.
       İkincisi: Küre-i Arz her ne kadar semavata nisbeten çok küçüktür, fakat hadsiz
masnûat-ı İlâhiyyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmünde olduğundan; kalb,
cesede mukabil geldiği gibi, Küre-i Arz dahi, koca hadsiz semavata karşı bir kalb ve mânevî
bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir. Onun için zeminin küçük mikyasta eskiden beri
yedi (*) iklimi; hem Avrupa, Afrika, Okyanusya, İki Asya, İki Amerika namlarıyla maruf
yedi kıt'ası; hem denizle beraber Şark, Garb, Şimal, Cenub, bu yüzdeki
      ________________________________
        (*) Seb'a ile beraber yedi kelimesi yedi kerre tevâfuku pek güzel düşmüş.
      sh: » (L: 59)
       ve yeni dünya yüzündeki mâlûm yedi kıt'ası; hem merkezinden tâ kışr-ı zâhirîye kadar
hikmeten, fennen sabit olan muttasıl ve mütenevvî yedi tabakası, hem zîhayat için medâr-ı
hayat olmuş yetmiş basit ve cüz'î unsurları tazammun edip ve quot;yedi katquot; tabîr edilen meşhur
yedi nevi küllî unsuru; hem dört unsur denilen su, hava, nar, toprak (türab) ile beraber,
quot;mevalid-i selâsequot; denilen maadin, nebatat ve hayvanatın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri;
hem cin ve ifrit ve sair muhtelif zîşuur ve zîhayat mahlûkların âlemleri ve meskenleri olduğu,
çok kesretli ehl-i keşf ve ashâb-ı şuhûdun şEhadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri; hem Küre-
i Arzımıza benzeyen yedi küre-i uhrâ dahi bulunmasına, zîhayata makarr ve mesken olmasına
işareten yedi tabaka yâni yedi küre-i arziyye bulunmasına işareten Küre-i Arz dahi, yedi
tabaka Âyât-ı Kur'aniyeden fehmedilmiştir.
        İşte yedi nevi ile yedi tarzda, arzın yedi tabakası mevcud olduğu tahakkuk ediyor.
Sekizincisi olan âhirki mânâ, başka nokta-i nazarda ehemmiyetlidir; o yedide dâhil değildir.
        Üçüncüsü: Mâdem Hakîm-i Mutlak israf etmiyor, abes şeyleri yaratmıyor. Ve mâdem
mahlûkatın vücudları, zîşuur içindir ve zîşuurla kemalini bulur ve zîşuurla şenlenir ve zîşuurla
abesiyetten kurtulur. Ve madem bilmüşahede o Hakîm-i Mutlak, o Kadîr-i Zülcelâl, hava
unsurunu, su âlemini, toprak tabakasını hadsiz zîhayatlarla şenlendiriyor. Ve madem hava ve
su, hayvanatın cevelânına mani olmadığı gibi; toprak, taş gibi kesif maddeler, elektrik ve
röntgen gibi maddelerin seyrine mâni olmuyorlar. Elbette o Hakîm-i Zülkemal, o Sâni-i
Bîzeval, Küre-i Arzımızın merkezinden tut, tâ meskenimiz ve merkezimiz olan bu kışr-ı
zâhirîye kadar birbirine muttasıl yedi küllî tabakayı ve geniş meydanlarını ve âlemlerini ve
mağaralarını boş ve hâli bırakmaz. Elbette onları şenlendirmiş. O âlemlerin şenlenmesine
münasib ve muvafık zîşuur mahlûkları halkedip orada iskân etmiştir. O zîşuur mahlûklar,
mademki melâike ecnâsından ve ruhânî envâlarından olmak lâzım gelir. Elbette en kesif ve en
sert tabaka, onlara nisbeten, balığa nisbeten deniz ve kuşa nisbeten hava gibidir. Hatta
zeminin merkezindeki müdhiş ateş dahi, o zîşuur mahlûklara nisbeti, bizlere nisbeten Güneşin
harareti gibi olmak iktiza eder. O zîşuur rûhânîler nurdan oldukları için, nâr onlara nur gibi
olur.
        Dördüncüsü: Onsekizinci Mektub'da tabakat-ı Arzın acâibine dair ehl-i keşfin tavr-ı
akıl haricinde beyan ettikleri tasvirata dair bir temsil zikredilmiştir. Hülâsası şudur ki: Küre-i
Arz, âlem-i şEhadette bir çekirdektir; âlem-i misâliyye ve berzâhiyyede bir büyük ağaç gibi,
semavata omuz omuza vuracak bir azamettedir. Ehl-i keşfin Küre-i Arzda ifritlere mahsus
tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, âlem-i şEhadete ait Küre-i Arzın çekirdeğinde
değil, belki âlem-i misalîdeki dallarının ve ta
      sh: » (L: 60)
      bakalarının tezahürüdür. Madem Küre-i Arzın zâhiren ehemmiyetsiz bir tabakasının
böyle başka âlemde azametli tezahüratı var; elbette yedi kat semavata mukabil yedi kat
denilebilir ve mezkûr noktaları ihtar için îcaz ile i'cazkârane bir tarzda Âyât-ı Kur'aniye,
semavatın yedi tabakasına karşı bu küçücük arzı mukabil göstermekle işaret ediyor.
        İkinci Mes'ele-i Mühimme'dir:

           ّ‫ تُسَبحُ لَهُ السّموَاتُ السّبْع وَاْلَرْضُ وَمَنْ فِيهن‬İlâ âhir...
             ِ                      ُ                         ّ
ّ‫ثُمّ استَوَى اِلَى السّمَاء فَسَوّيهُنّ سَبْع سَموَاتٍ وَهُوَ بِكُل‬
                               َ                 ِ                   ْ
                                        ٌ‫شيْءٍ عَلِيم‬
                                                    َ
        Şu âyet-i kerime gibi müteaddid âyetler, semavatı yedi sema olarak beyan ediyor.
İşarat-ül İ'caz tefsirinde eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar
mecburiyetiyle gâyet mücmel beyan ettiğimiz o mes'elenin yalnız bir hülâsasını yazmak
münasibdir. Şöyle ki:
        Eski hikmet, semavatı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde, Arş ve Kürsî, yedi semavat
ile beraber kabul edip acib bir suretle semavatı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî
hükemasının şa'şaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında
tutmuşlar. Hatta çok ehl-i tefsir, âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye
mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-
i cedîde namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur u ubûra ve hark ve iltiyama kabil
olmıyan semavat hakkındaki ifratına mukabil tefrit edip, semavatın vücudunu âdeta inkâr
ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip hakikatı tamamıyla gösterememişler. Kur'an-ı
Hakîm'in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni-
i Zülcelâl, yedi kat semavatı halketmiştir. Hareket eden yıldızlar ise, balıklar gibi sema içinde

gezerler ve tesbih ederler. Hadîste   ‫اَلس ّفمَاء مَوْفجٌ مَكْفُوف ٌف‬
                                                          ُ             denilmiş. Yâni: quot;Sema,
emvâcı karardâde olmuş bir denizdir.quot;
        İşte bu hakikat-ı Kur'aniyeyi yedi kaide ve yedi vecih mânâ ile gâyet muhtasar bir
surette isbat edeceğiz.
        Birinci Kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki: Bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz
bir boşluk değil, belki quot;esîrquot; dedikleri madde ile doludur.
        İkincisi: Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki: Ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve
dâfia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve
       sh: » (L: 61)
        elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde
mevcuddur.
        Üçüncüsü: Madde-i esîriye, esîr kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif
teşekkülâta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet nasıl ki buhar, su, buz
gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya, aynı maddeden oluyor. Öyle de: Madde-i esîriyyeden
dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medâr olmaz.
        Dördüncüsü: Ecram-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki: O ulvî âlemlerin
tabakatında muhâlefet var. Meselâ: Nehr-üs-sema ve Kehkeşan namiyle mâruf, Türkçe
quot;Samanyoluquot; tabîr olunan bulut şeklindeki daire-i azîmenin bulunduğu tabaka, elbette sevâbit
yıldızların tabakasına benzemiyor. Güya tabaka-i sevâbit yıldızları, yaz meyveleri gibi
yetişmiş, ermişler. Ve o Kehkeşan'daki bulut şeklinde görülen hadsiz yıldızlar ise, yeniden
yeniye çıkıp ermeye başlıyorlar. Tabaka-i sevâbit dahi, sâdık bir hads ile Manzûme-i
Şemsiye'nin tabakasına muhâlefeti görünüyor. Ve hâkeza yedi manzâmat ve yedi tabaka,
birbirine muhalif bulunması, hiss ve hads ile derkolunur.
        Beşincisi: Hadsen ve hissen ve istikrâen ve tecrübeten sabit olmuştur ki: Bir maddede
tanzim ve teşkil düşse ve o maddeden başka masnûat yapılsa, elbette muhtelif tabaka ve
şekillerde olur. Meselâ: Elmas madeninde teşkilât başladığı vakit, o maddeden hem remad
yâni hem kül, hem kömür, hem elmas nevileri tevellüd ediyor. Hem meselâ: Ateş, teşekküle
başladığı vakit; hem alev, hem duman, hem kor tabakalarına ayrılıyor. Hem meselâ:
Müvellid-ül-mâ, müvellid-ül- humuza ile mezcedildiği vakit, o mezcden hem su, hem buz,
hem buhar gibi tabakalar teşekkül ediyor. Demek anlaşılıyor ki bir madde-i vâhidde teşkilât
düşse, tabakata ayrılıyor. Öyle ise: Madde-i esîriyede Kudret-i Fâtıra teşkilâta başladığı için,

elbette ayrı ayrı tabaka olarak  ٍ‫ف َسَوّيهُنّ سَبْع سَموَات‬
                                          َ                         sırriyle yedi nevi semavatı
ondan halketmiştir.
        Altıncısı: Şu mezkûr emâreler, bizzarûre semavatın hem vücuduna, hem taaddüdüne
delâlet ederler. Madem kat'iyyen semavat müteaddiddir ve Muhbir-i Sâdık, Kur'an-ı Mu'ciz-ül
Beyan'ın lisaniyle yedidir der; elbette yedidir.
        Yedincisi: Yedi, yetmiş, yedi yüz gibi tabîrat, üslûb-u arabîde kesreti ifade ettiği için,
o küllî yedi tabaka çok kesretli tabakaları havi olabilir.
        ELHASIL: Kadîr-i Zülcelâl, esir maddesinden yedi kat semavatı halkedip tesviye
ederek, gâyet dakik ve acib bir nizam ile tanzim etmiş ve yıldızları içinde zer'edip ekmiştir.
Madem Kur'ân-ı Mu'ciz-ül-Beyan,
      sh: » (L: 62)
      umum ins ü cinin umum tabakalarına karşı konuşan bir hûtbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i
beşerin her bir tabakası, herbir Âyât-ı Kur'âniyeden hissesini alacak ve Âyât-ı Kur'âniye, her
tabakanın fehmini tatmin edecek surette ayrı ayrı ve müteaddid mânâları zımnen ve işareten
bulunacaktır. Evet hitâbât-ı Kur'aniyenin vüs'ati ve maânî ve işaratındaki genişliği ve en âmi
bir avamdan en has bir havassa kadar derecat-ı fehimlerini mürâat ve mümaşat etmesi gösterir
ki: Herbir Âyetin herbir tabakaya bir veçhi var, bakıyor.
        İşte bu sırra binaen, quot;yedi semavatquot; mânâ-yı küllîsinde yedi tabaka-i beşeriye, muhtelif

yedi kat mânâyı fehmetmişler. Şöyle ki:      ٍ‫فَفسَوّيهُنّ سفبْع سفَموَات‬
                                                       َ َ                         Âyetinde, kısa
nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye, hava-yı nesîmînin tabakatını fehmeder. Ve
Kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka-i insaniye dahi, elsine-i enamda seb'a-i
seyyare ile meşhur yıldızları ve medârlarını fehmeder. Daha bir kısım insanlar küremize
benzer zevil-hayatın makarrı olmuş semavî yedi küre-i âharı fehmeder. Diğer bir taife-i
beşeriye, Manzûme-i Şemsiyye'nin yedi tabakaya ayrılmasını, hem Manzûme-i
Şemsiyye'mizle beraber yedi manzûmat-ı şümusiyyeyi fehmeder. Daha diğer bir taife-i
beşeriye, madde-i esîriyyenin teşekkülâtı yedi tabakaya ayrılmasını fehmeder. Daha geniş
fikirli bir tabaka-i beşeriye, yıldızlarla yaldızlanıp, bütün görünen gökleri bir sema sayıp, onu
bu dünyanın semasıdır diyerek, bundan başka altı tabaka-i semavat var olduğunu fehmeder.
Ve nev-i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise; semavat-ı seb'ayı, âlem-i şEhadete
münhasır görmüyor. Belki avalim-i uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misâliyenin birer
muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semavatın var olduğunu fehmeder.
         Ve hâkeza bu Âyetin külliyetinde mezkûr yedi kat tabakanın yedi kat mânâları gibi
daha çok cüz'î mânâları vardır. Herkes fehmine göre hissesini alır ve o mâide-i semaviyeden
herkes rızkını bulur.
         Madem o Âyetin böyle pek çok sâdık mâsadakları var. Şimdiki akılsız feylesofların ve
serseri kozmoğrafyalarının, inkâr-ı semavat bahanesiyle böyle Âyete taarruz etmesi, haylaz
ahmak çocukların semavattaki yıldızlara bir yıldızı düşürmek niyetiyle taş atmasına benzer.
Çünki Âyetin mânâ-yı küllîsinden bir tek mâsadak sâdıksa, o küllî mânâ sadık ve hak olur.
Hatta vâkide bulunmayan, fakat umumun lisanında mütedavil bulunan bir ferdi, umumun
efkârını müraat için o küllîde dahil olabilir. Halbuki, hak ve hakiki çok efradını gördük. Ve
şimdi bu insafsız ve haksız coğrafyaya ve sersem ve sermest ve sarhoş kozmoğrafyaya bak!
Nasıl bu iki fen hata ederek, hak ve hakikat ve sâdık olan küllî mânâdan gözlerini yumup ve
çok sâdık olan mâsadakları görmiyerek; hayalî bir acib fer
      sh: » (L: 63)
      di, mânâ-yı Âyet tevehhüm ederek Âyete taş attılar; kendi başlarını kırdılar, îmanlarını
uçurdular!...
        Elhasıl: Kıraat-ı seb'a, vücuh-u seb'a ve mu'cizat-ı seb'a ve hakaik-i seb'a ve erkân-ı
seb'a üzerine nâzil olan Kur'an semasının o yedişer tabakalarına, cin ve şeyâtîn hükmündeki
itikadsız maddi fikirler çıkamadıklarından Âyâtın nücumunda ne var, ne yok bilmeyip yalan
ve yanlış haber verirler. Ve onların başlarına o Âyâtın nücumundan mezkûr tahkikat gibi
şahablar inerler ve onları yakarlar. Evet cin fikirli feylesofların felsefesiyle o semavat-ı
Kur'aniyeye çıkılmaz. Belki Âyâtın yıldızlarına, hikmet-i hakikiyenin mî’raciyle ve îman ve
İslâmiyetin kanatlariyle çıkılabilir.

      َ‫اَللّهُمّ صَل عَلَى شَمْسِ سَمَاء الرّسَالَةِ وَ قَمَرِ فَلكِ النّبُوّة و‬
         ِ           َ                         ِ                   ّ
               ‫عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ نُجُومِ الهُدَى لِمَنِ اهْتدَى‬
                  َ                ْ
         ُ‫سُبْحَانَك ل َ عِلْم لَنَا اِل ّ مَا علّمْتَنَا اِنّك اَنْت العَلِيم الْحَكِيم‬
                    ُ     ْ َ      َ              َ                 َ         َ
          ِ‫اَللّهُم يَا رَب السّموَاتِ و اْلَرْضِ زَيّنْ قُلُوب كَاتِبِ هذه‬
            ِ          َ                      َ            ّ       ّ
      َ‫الرّسَالَةِ وَ رُفَقَائِهِ بِنُجُومِ حَقَائقِ الْقُرْآنِ وَ اْل ِيمَانِ آمِين‬
                                         ِ
                                               ***

More Related Content

What's hot (20)

21.Soz
21.Soz21.Soz
21.Soz
 
Habbe
HabbeHabbe
Habbe
 
İmam gazali abidler yolu
İmam gazali   abidler yoluİmam gazali   abidler yolu
İmam gazali abidler yolu
 
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
 
02 Kastamonu
02 Kastamonu02 Kastamonu
02 Kastamonu
 
İmam gazali ahiret aleminin sırları
İmam gazali   ahiret aleminin sırlarıİmam gazali   ahiret aleminin sırları
İmam gazali ahiret aleminin sırları
 
Şuunat 2
Şuunat 2Şuunat 2
Şuunat 2
 
Zuhre
ZuhreZuhre
Zuhre
 
Lemalar
LemalarLemalar
Lemalar
 
15.Sua
15.Sua15.Sua
15.Sua
 
24.Lema
24.Lema24.Lema
24.Lema
 
9.Soz
9.Soz9.Soz
9.Soz
 
32.Soz
32.Soz32.Soz
32.Soz
 
İmam gazali ölüm ve ötesi
İmam gazali   ölüm ve ötesiİmam gazali   ölüm ve ötesi
İmam gazali ölüm ve ötesi
 
8. Mesele
8. Mesele8. Mesele
8. Mesele
 
Şuunata giriş
Şuunata girişŞuunata giriş
Şuunata giriş
 
01barla
01barla01barla
01barla
 
29.Soz
29.Soz29.Soz
29.Soz
 
Zerre
ZerreZerre
Zerre
 
8.Soz
8.Soz8.Soz
8.Soz
 

Viewers also liked

Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
Ahmet Türkan
 
Sms Marketing increase ROI - whitepaper
Sms Marketing increase ROI - whitepaperSms Marketing increase ROI - whitepaper
Sms Marketing increase ROI - whitepaper
Telco News
 
Akademik kaynaklar dizini
Akademik kaynaklar diziniAkademik kaynaklar dizini
Akademik kaynaklar dizini
Ahmet Türkan
 
Probabilistic Approach to Provisioning of ITV - By Amos_Kohn
Probabilistic Approach to Provisioning of ITV - By Amos_KohnProbabilistic Approach to Provisioning of ITV - By Amos_Kohn
Probabilistic Approach to Provisioning of ITV - By Amos_Kohn
Amos Kohn
 
Άρθρο European Telecom Market στο Communication Solutions
Άρθρο European Telecom Market στο Communication SolutionsΆρθρο European Telecom Market στο Communication Solutions
Άρθρο European Telecom Market στο Communication Solutions
Telco News
 
Kemal Reisin Hayatı Ve TüRk Denizciligine KatkıLarı
Kemal Reisin Hayatı Ve TüRk Denizciligine KatkıLarıKemal Reisin Hayatı Ve TüRk Denizciligine KatkıLarı
Kemal Reisin Hayatı Ve TüRk Denizciligine KatkıLarı
Ahmet Türkan
 
Prepaid mulltiservice platform
Prepaid mulltiservice platformPrepaid mulltiservice platform
Prepaid mulltiservice platform
Telco News
 
Presentation sun storage 6780 solution
Presentation   sun storage 6780 solutionPresentation   sun storage 6780 solution
Presentation sun storage 6780 solution
xKinAnx
 
The Twenty Forth Flash
The Twenty Forth FlashThe Twenty Forth Flash
The Twenty Forth Flash
Ahmet Türkan
 

Viewers also liked (20)

Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
 
17.Lema
17.Lema17.Lema
17.Lema
 
18.Soz
18.Soz18.Soz
18.Soz
 
Sms Marketing increase ROI - whitepaper
Sms Marketing increase ROI - whitepaperSms Marketing increase ROI - whitepaper
Sms Marketing increase ROI - whitepaper
 
Akademik kaynaklar dizini
Akademik kaynaklar diziniAkademik kaynaklar dizini
Akademik kaynaklar dizini
 
6. Huccet I Imaniye
6. Huccet I  Imaniye6. Huccet I  Imaniye
6. Huccet I Imaniye
 
gemiler hakkında
gemiler hakkındagemiler hakkında
gemiler hakkında
 
Reshalar
ReshalarReshalar
Reshalar
 
Huruf U Mukattaa
Huruf U MukattaaHuruf U Mukattaa
Huruf U Mukattaa
 
Numaralar Turkce
Numaralar  TurkceNumaralar  Turkce
Numaralar Turkce
 
Probabilistic Approach to Provisioning of ITV - By Amos_Kohn
Probabilistic Approach to Provisioning of ITV - By Amos_KohnProbabilistic Approach to Provisioning of ITV - By Amos_Kohn
Probabilistic Approach to Provisioning of ITV - By Amos_Kohn
 
Άρθρο European Telecom Market στο Communication Solutions
Άρθρο European Telecom Market στο Communication SolutionsΆρθρο European Telecom Market στο Communication Solutions
Άρθρο European Telecom Market στο Communication Solutions
 
Anzakli omerin hikayesi
Anzakli omerin hikayesiAnzakli omerin hikayesi
Anzakli omerin hikayesi
 
7.Lema
7.Lema7.Lema
7.Lema
 
Kemal Reisin Hayatı Ve TüRk Denizciligine KatkıLarı
Kemal Reisin Hayatı Ve TüRk Denizciligine KatkıLarıKemal Reisin Hayatı Ve TüRk Denizciligine KatkıLarı
Kemal Reisin Hayatı Ve TüRk Denizciligine KatkıLarı
 
6.Sua
6.Sua6.Sua
6.Sua
 
Prepaid mulltiservice platform
Prepaid mulltiservice platformPrepaid mulltiservice platform
Prepaid mulltiservice platform
 
Iman I Bilgayb
Iman I BilgaybIman I Bilgayb
Iman I Bilgayb
 
Presentation sun storage 6780 solution
Presentation   sun storage 6780 solutionPresentation   sun storage 6780 solution
Presentation sun storage 6780 solution
 
The Twenty Forth Flash
The Twenty Forth FlashThe Twenty Forth Flash
The Twenty Forth Flash
 

Similar to 12.Lema (20)

13.Lema
13.Lema13.Lema
13.Lema
 
19.Soz
19.Soz19.Soz
19.Soz
 
3.Lema
3.Lema3.Lema
3.Lema
 
24.Mektup
24.Mektup24.Mektup
24.Mektup
 
Mahiyet I KüFüR
Mahiyet I KüFüRMahiyet I KüFüR
Mahiyet I KüFüR
 
8. Huccet I Imaniye
8. Huccet I  Imaniye8. Huccet I  Imaniye
8. Huccet I Imaniye
 
9. Mesele
9. Mesele9. Mesele
9. Mesele
 
Semme
SemmeSemme
Semme
 
27.Soz
27.Soz27.Soz
27.Soz
 
Onuncu Risale
Onuncu RisaleOnuncu Risale
Onuncu Risale
 
Hubab
HubabHubab
Hubab
 
22.Lema
22.Lema22.Lema
22.Lema
 
28.Soz
28.Soz28.Soz
28.Soz
 
23.Lema
23.Lema23.Lema
23.Lema
 
28.Mektup
28.Mektup28.Mektup
28.Mektup
 
30.Soz
30.Soz30.Soz
30.Soz
 
25.Soz
25.Soz25.Soz
25.Soz
 
Hutbe I şAmiye
Hutbe I şAmiyeHutbe I şAmiye
Hutbe I şAmiye
 
15.Mektup
15.Mektup15.Mektup
15.Mektup
 
7.Sua(Ayetulkubra)
7.Sua(Ayetulkubra)7.Sua(Ayetulkubra)
7.Sua(Ayetulkubra)
 

More from Ahmet Türkan

More from Ahmet Türkan (20)

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdf
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
 
ANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdfANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdf
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
 
AİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdfAİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdf
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptx
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
 
İŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdfİŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdf
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdf
 

12.Lema

  • 1. Onikinci Lem'a (Re'fet Bey'in iki cüz'î suali münasebetiyle, iki nükte-i Kur'aniyenin beyanına dairdir.) ِ‫بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِن شَيْء اِل ّ يُسَبحُ بِحَمْدِه‬ ّ ٍ ْ ُ‫اَلسّلَم عَلَيْكُم وَ عَلَى اِخْوَانِكُم وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُه‬ ْ ْ ُ Aziz sıddık kardeşim Re'fet Bey! Senin bu müsaadesiz zamanımda suallerin, beni müşkil bir mevkide bulunduruyor. Bu defaki iki sualin çendan cüz'îdir. Fakat iki nükte-i Kur'aniyeye münasebetdar olduklarından ve Küre-i Arz'a dair sualiniz, Coğrafya ve Kozmoğrafya'nın yedi kat zemin ve yedi tabaka semavata tenkidlerine temas ettiğinden, bana ehemmiyetli geldi. Onun için sualin cüz'iyetine bakmayarak ilmî ve küllî bir surette, iki Âyet- i Kerîmeye dair quot;İki Nüktequot; icmâlen beyan edilecek. Sen de cüz'î sualine karşı ondan hisse alırsın. BİRİNCİ NÜKTE: quot;İki Noktaquot;dır. Birinci Nokta: َ‫وَكَاَيّن مِنْ دَابّةٍ ل َ َتحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّهُ يَرْزُقُهَا واِيّاكُمْ } اِنّ اللّه‬ َ ْ ُ‫ هُوَ الرّزّاقُ ذُو الْقُوّةِ اْلمَتِين‬Âyetlerinin sırrınca: Rızk doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâl'in elindedir ve hazine-i Rahmetinden çıkar. Herbir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir. Halbuki zâhiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakikatın ve şu sırrın halli şudur ki: Taahhüd-ü Rabbanî, hakikattır. Rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünki o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hatta bedenin her hüceyresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hüceyrenin bir köşesinde iddihar eder. İstikbalde hariçten rızık gelmediği zaman, sarfedilmek üzere bir ihtiyat zahiresi hükmünde bulundurur. İşte bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek, rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüd eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş'et eden bir marazla ölüyorlar. sh: » (L: 57) Evet zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hatta bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hatta bir adam, şedid bir inad yüzünden Londra mahpushanesinde yetmiş gün sıhhat ve selâmetle, hiçbirşey yemeden hayatı devam ettiğini, onüç -şimdi otuzdokuz- sene evvel gazeteler yazmışlar. Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam ediyor ve madem Rezzâk ismi, gâyet geniş bir surette rûy-i zeminde cilvesi görünüyor ve madem hiç ümid edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, baş gösteriyor. Eğer pür-şerr beşer, sû-i ihtiyarıyla müdahâle edip karışmazsa, her halde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel, o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyle ise: Açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat'iyen rızıksızlıktan değildir. Belki quot;Terk-ül-âdât min-el-mühlikâtquot; sırriyle, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş'et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir. Evet bilmüşahede görünüyor ki: Rızk, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasibdir. Meselâ: Daha dünyaya gelmeden evvel bir yavru, rahm-ı maderde ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum
  • 2. olduğu bir zamanda, ağzını kımıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir surette rızkı veriliyor. Sonra dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyar yok, fakat bir derece istidadı ve bilkuvve bir hissi olduğundan, yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en mükemmel ve en mugaddi ve hazmı en kolay ve en lâtif bir surette ve en acib bir fıtratta, memeler musluğundan ağzına veriliyor. Sonra iktidar ve ihtiyara bir derece alâka peyda ettikçe, o kolay ve güzel rızk, bir derece, çocuğa karşı nazlanmağa başlar. O memeler çeşmeleri kesilir, başka yerlerden rızkı gönderilir. Fakat iktidar ve ihtiyarı, rızkı takib etmeye müsaid olmadığı için, Rezzâk-ı Kerîm peder ve validesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyarına yardımcı gönderiyor. Her ne vakit iktidar ve ihtiyar tekemmül eder, o vakit rızkı ona koşmaz ve koşturulmaz. Rızk yerinde durur. Der: quot;Gel beni ara ve bul ve al!quot; Demek rızk, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasibdir. Hatta çok Risalelerde beyan etmişiz ki: En ihtiyarsız ve iktidarsız hayvanlar, daha iyi yaşıyorlar, daha iyi besleniyorlar. İkinci Nokta: İmkânın enva'ı var. İmkân-ı aklî, imkân-ı örfî, imkân-ı âdi gibi kısımları vardır. Bir hâdise, eğer imkân-ı aklî dairesinde olmazsa, reddedilir; imkân-ı örfî dairesinde olmazsa dahi, mu'cize olur fakat kolayca keramet olamaz. Eğer örfen ve kaideten nazîri bulunmazsa, şuhud derecesinde bir bürhan-ı kat'î ile ancak kabul edilir. İşte bu sırra binaen kırk gün ekmek yemeyen Seyyid Ahmed-i Bedevî'nin hârikulâde halleri, imkân-ı örfî dairesindedir. Hem keramet olur, hem hârikulâde bir âdeti de olabilir. Evet Seyyid Ahmed-i Bedevî'nin (K.S.) sh: » (L: 58) acib ve istiğrakkârane hallerde bulunduğu, tevâtür derecesinde naklediliyor. Kırk günde bir defa yemek yemesi, vâki olmuştur. Fakat her vakit öyle değil. Keramet nevinden bazı defa olmuştur. Bir ihtimal var ki: Hâlet-i istiğrâkıyesi, yemeye ihtiyaç görmediği için, ona nisbeten âdet hükmüne girmiştir. Seyyid Ahmed-i Bedevî (K.S.) nevinden çok evliyalardan bu tarz harikalar mevsûkan rivayet edilmiş. Madem Birinci Nokta'da isbat ettiğimiz gibi; müddehar rızık, kırk günden fazla devam eder ve o mikdar yememek, âdeten mümkündür ve mevsûkan harika adamlardan o hal rivayet edilmiştir. Elbette inkâr edilmeyecektir. İKİNCİ SUAL münasebetiyle iki mes'ele-i mühimme beyan edilecek. Çünki: Coğrafya ve Kozmoğrafya fenlerinin kısacık kanunlariyle ve daracık düsturlariyle ve küçücük mizanlariyle Kur'anın semavatına çıkamadıklarından ve Âyâtın yıldızlarındaki yedi kat mânâları keşfedemediklerinden Âyeti tenkid, belki inkârına dîvanecesine çalışmışlar. Birinci Mes'ele-i Mühimme: Semavat gibi arzın da yedi tabaka olmasına dairdir. Şu mes'ele, yeni zamanın feylesoflarına hakikatsız görünüyor. Onların arza ve semavata dair olan fenleri kabul etmiyor. Bunu vasıta ederek bazı hakaik-i Kur'aniyeye itiraz ediyorlar. Buna dair muhtasaran birkaç işaret yazacağız. Birincisi: Evvelâ: Âyetin mânâsı ayrıdır; ve o mânâların efradı ve mâsadakları ayrıdır. İşte o küllî mânânın müteaddid efradından bir ferdi bulunmazsa, o mânâ inkâr edilmez. Semavatın yedi tabakasına ve arzın yedi katına dair mânâ-yı küllîsinin çok efradından yedi mâsadak zâhiren görünüyor. Sâniyen: Âyetin sarahatinde quot;yedi kat arzquot; dememiş. ّ‫اَللّهُ الّذِى خَلقَ سَبْع سَموَاتٍ وَمِنَ اْلَرْضِ مثْلَهُن‬ ِ َ َ ilâhir. Âyetin zâhiri diyor ki: quot;Arzı da o seb'a semavat gibi halketmiş ve mahlûkatına mesken ittihaz etmiş.quot; Yedi tabaka olarak halkettim, demiyor. Misliyet ise mahlûkıyet ve mahlûkata meskeniyet cihetiyle bir teşbihtir. İkincisi: Küre-i Arz her ne kadar semavata nisbeten çok küçüktür, fakat hadsiz masnûat-ı İlâhiyyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmünde olduğundan; kalb, cesede mukabil geldiği gibi, Küre-i Arz dahi, koca hadsiz semavata karşı bir kalb ve mânevî bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir. Onun için zeminin küçük mikyasta eskiden beri
  • 3. yedi (*) iklimi; hem Avrupa, Afrika, Okyanusya, İki Asya, İki Amerika namlarıyla maruf yedi kıt'ası; hem denizle beraber Şark, Garb, Şimal, Cenub, bu yüzdeki ________________________________ (*) Seb'a ile beraber yedi kelimesi yedi kerre tevâfuku pek güzel düşmüş. sh: » (L: 59) ve yeni dünya yüzündeki mâlûm yedi kıt'ası; hem merkezinden tâ kışr-ı zâhirîye kadar hikmeten, fennen sabit olan muttasıl ve mütenevvî yedi tabakası, hem zîhayat için medâr-ı hayat olmuş yetmiş basit ve cüz'î unsurları tazammun edip ve quot;yedi katquot; tabîr edilen meşhur yedi nevi küllî unsuru; hem dört unsur denilen su, hava, nar, toprak (türab) ile beraber, quot;mevalid-i selâsequot; denilen maadin, nebatat ve hayvanatın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri; hem cin ve ifrit ve sair muhtelif zîşuur ve zîhayat mahlûkların âlemleri ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşf ve ashâb-ı şuhûdun şEhadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri; hem Küre- i Arzımıza benzeyen yedi küre-i uhrâ dahi bulunmasına, zîhayata makarr ve mesken olmasına işareten yedi tabaka yâni yedi küre-i arziyye bulunmasına işareten Küre-i Arz dahi, yedi tabaka Âyât-ı Kur'aniyeden fehmedilmiştir. İşte yedi nevi ile yedi tarzda, arzın yedi tabakası mevcud olduğu tahakkuk ediyor. Sekizincisi olan âhirki mânâ, başka nokta-i nazarda ehemmiyetlidir; o yedide dâhil değildir. Üçüncüsü: Mâdem Hakîm-i Mutlak israf etmiyor, abes şeyleri yaratmıyor. Ve mâdem mahlûkatın vücudları, zîşuur içindir ve zîşuurla kemalini bulur ve zîşuurla şenlenir ve zîşuurla abesiyetten kurtulur. Ve madem bilmüşahede o Hakîm-i Mutlak, o Kadîr-i Zülcelâl, hava unsurunu, su âlemini, toprak tabakasını hadsiz zîhayatlarla şenlendiriyor. Ve madem hava ve su, hayvanatın cevelânına mani olmadığı gibi; toprak, taş gibi kesif maddeler, elektrik ve röntgen gibi maddelerin seyrine mâni olmuyorlar. Elbette o Hakîm-i Zülkemal, o Sâni-i Bîzeval, Küre-i Arzımızın merkezinden tut, tâ meskenimiz ve merkezimiz olan bu kışr-ı zâhirîye kadar birbirine muttasıl yedi küllî tabakayı ve geniş meydanlarını ve âlemlerini ve mağaralarını boş ve hâli bırakmaz. Elbette onları şenlendirmiş. O âlemlerin şenlenmesine münasib ve muvafık zîşuur mahlûkları halkedip orada iskân etmiştir. O zîşuur mahlûklar, mademki melâike ecnâsından ve ruhânî envâlarından olmak lâzım gelir. Elbette en kesif ve en sert tabaka, onlara nisbeten, balığa nisbeten deniz ve kuşa nisbeten hava gibidir. Hatta zeminin merkezindeki müdhiş ateş dahi, o zîşuur mahlûklara nisbeti, bizlere nisbeten Güneşin harareti gibi olmak iktiza eder. O zîşuur rûhânîler nurdan oldukları için, nâr onlara nur gibi olur. Dördüncüsü: Onsekizinci Mektub'da tabakat-ı Arzın acâibine dair ehl-i keşfin tavr-ı akıl haricinde beyan ettikleri tasvirata dair bir temsil zikredilmiştir. Hülâsası şudur ki: Küre-i Arz, âlem-i şEhadette bir çekirdektir; âlem-i misâliyye ve berzâhiyyede bir büyük ağaç gibi, semavata omuz omuza vuracak bir azamettedir. Ehl-i keşfin Küre-i Arzda ifritlere mahsus tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, âlem-i şEhadete ait Küre-i Arzın çekirdeğinde değil, belki âlem-i misalîdeki dallarının ve ta sh: » (L: 60) bakalarının tezahürüdür. Madem Küre-i Arzın zâhiren ehemmiyetsiz bir tabakasının böyle başka âlemde azametli tezahüratı var; elbette yedi kat semavata mukabil yedi kat denilebilir ve mezkûr noktaları ihtar için îcaz ile i'cazkârane bir tarzda Âyât-ı Kur'aniye, semavatın yedi tabakasına karşı bu küçücük arzı mukabil göstermekle işaret ediyor. İkinci Mes'ele-i Mühimme'dir: ّ‫ تُسَبحُ لَهُ السّموَاتُ السّبْع وَاْلَرْضُ وَمَنْ فِيهن‬İlâ âhir... ِ ُ ّ
  • 4. ّ‫ثُمّ استَوَى اِلَى السّمَاء فَسَوّيهُنّ سَبْع سَموَاتٍ وَهُوَ بِكُل‬ َ ِ ْ ٌ‫شيْءٍ عَلِيم‬ َ Şu âyet-i kerime gibi müteaddid âyetler, semavatı yedi sema olarak beyan ediyor. İşarat-ül İ'caz tefsirinde eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar mecburiyetiyle gâyet mücmel beyan ettiğimiz o mes'elenin yalnız bir hülâsasını yazmak münasibdir. Şöyle ki: Eski hikmet, semavatı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde, Arş ve Kürsî, yedi semavat ile beraber kabul edip acib bir suretle semavatı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî hükemasının şa'şaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar. Hatta çok ehl-i tefsir, âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet- i cedîde namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur u ubûra ve hark ve iltiyama kabil olmıyan semavat hakkındaki ifratına mukabil tefrit edip, semavatın vücudunu âdeta inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip hakikatı tamamıyla gösterememişler. Kur'an-ı Hakîm'in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni- i Zülcelâl, yedi kat semavatı halketmiştir. Hareket eden yıldızlar ise, balıklar gibi sema içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadîste ‫اَلس ّفمَاء مَوْفجٌ مَكْفُوف ٌف‬ ُ denilmiş. Yâni: quot;Sema, emvâcı karardâde olmuş bir denizdir.quot; İşte bu hakikat-ı Kur'aniyeyi yedi kaide ve yedi vecih mânâ ile gâyet muhtasar bir surette isbat edeceğiz. Birinci Kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki: Bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil, belki quot;esîrquot; dedikleri madde ile doludur. İkincisi: Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki: Ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve sh: » (L: 61) elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde mevcuddur. Üçüncüsü: Madde-i esîriye, esîr kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet nasıl ki buhar, su, buz gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya, aynı maddeden oluyor. Öyle de: Madde-i esîriyyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medâr olmaz. Dördüncüsü: Ecram-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki: O ulvî âlemlerin tabakatında muhâlefet var. Meselâ: Nehr-üs-sema ve Kehkeşan namiyle mâruf, Türkçe quot;Samanyoluquot; tabîr olunan bulut şeklindeki daire-i azîmenin bulunduğu tabaka, elbette sevâbit yıldızların tabakasına benzemiyor. Güya tabaka-i sevâbit yıldızları, yaz meyveleri gibi yetişmiş, ermişler. Ve o Kehkeşan'daki bulut şeklinde görülen hadsiz yıldızlar ise, yeniden yeniye çıkıp ermeye başlıyorlar. Tabaka-i sevâbit dahi, sâdık bir hads ile Manzûme-i Şemsiye'nin tabakasına muhâlefeti görünüyor. Ve hâkeza yedi manzâmat ve yedi tabaka, birbirine muhalif bulunması, hiss ve hads ile derkolunur. Beşincisi: Hadsen ve hissen ve istikrâen ve tecrübeten sabit olmuştur ki: Bir maddede tanzim ve teşkil düşse ve o maddeden başka masnûat yapılsa, elbette muhtelif tabaka ve şekillerde olur. Meselâ: Elmas madeninde teşkilât başladığı vakit, o maddeden hem remad
  • 5. yâni hem kül, hem kömür, hem elmas nevileri tevellüd ediyor. Hem meselâ: Ateş, teşekküle başladığı vakit; hem alev, hem duman, hem kor tabakalarına ayrılıyor. Hem meselâ: Müvellid-ül-mâ, müvellid-ül- humuza ile mezcedildiği vakit, o mezcden hem su, hem buz, hem buhar gibi tabakalar teşekkül ediyor. Demek anlaşılıyor ki bir madde-i vâhidde teşkilât düşse, tabakata ayrılıyor. Öyle ise: Madde-i esîriyede Kudret-i Fâtıra teşkilâta başladığı için, elbette ayrı ayrı tabaka olarak ٍ‫ف َسَوّيهُنّ سَبْع سَموَات‬ َ sırriyle yedi nevi semavatı ondan halketmiştir. Altıncısı: Şu mezkûr emâreler, bizzarûre semavatın hem vücuduna, hem taaddüdüne delâlet ederler. Madem kat'iyyen semavat müteaddiddir ve Muhbir-i Sâdık, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın lisaniyle yedidir der; elbette yedidir. Yedincisi: Yedi, yetmiş, yedi yüz gibi tabîrat, üslûb-u arabîde kesreti ifade ettiği için, o küllî yedi tabaka çok kesretli tabakaları havi olabilir. ELHASIL: Kadîr-i Zülcelâl, esir maddesinden yedi kat semavatı halkedip tesviye ederek, gâyet dakik ve acib bir nizam ile tanzim etmiş ve yıldızları içinde zer'edip ekmiştir. Madem Kur'ân-ı Mu'ciz-ül-Beyan, sh: » (L: 62) umum ins ü cinin umum tabakalarına karşı konuşan bir hûtbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i beşerin her bir tabakası, herbir Âyât-ı Kur'âniyeden hissesini alacak ve Âyât-ı Kur'âniye, her tabakanın fehmini tatmin edecek surette ayrı ayrı ve müteaddid mânâları zımnen ve işareten bulunacaktır. Evet hitâbât-ı Kur'aniyenin vüs'ati ve maânî ve işaratındaki genişliği ve en âmi bir avamdan en has bir havassa kadar derecat-ı fehimlerini mürâat ve mümaşat etmesi gösterir ki: Herbir Âyetin herbir tabakaya bir veçhi var, bakıyor. İşte bu sırra binaen, quot;yedi semavatquot; mânâ-yı küllîsinde yedi tabaka-i beşeriye, muhtelif yedi kat mânâyı fehmetmişler. Şöyle ki: ٍ‫فَفسَوّيهُنّ سفبْع سفَموَات‬ َ َ Âyetinde, kısa nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye, hava-yı nesîmînin tabakatını fehmeder. Ve Kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka-i insaniye dahi, elsine-i enamda seb'a-i seyyare ile meşhur yıldızları ve medârlarını fehmeder. Daha bir kısım insanlar küremize benzer zevil-hayatın makarrı olmuş semavî yedi küre-i âharı fehmeder. Diğer bir taife-i beşeriye, Manzûme-i Şemsiyye'nin yedi tabakaya ayrılmasını, hem Manzûme-i Şemsiyye'mizle beraber yedi manzûmat-ı şümusiyyeyi fehmeder. Daha diğer bir taife-i beşeriye, madde-i esîriyyenin teşekkülâtı yedi tabakaya ayrılmasını fehmeder. Daha geniş fikirli bir tabaka-i beşeriye, yıldızlarla yaldızlanıp, bütün görünen gökleri bir sema sayıp, onu bu dünyanın semasıdır diyerek, bundan başka altı tabaka-i semavat var olduğunu fehmeder. Ve nev-i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise; semavat-ı seb'ayı, âlem-i şEhadete münhasır görmüyor. Belki avalim-i uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misâliyenin birer muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semavatın var olduğunu fehmeder. Ve hâkeza bu Âyetin külliyetinde mezkûr yedi kat tabakanın yedi kat mânâları gibi daha çok cüz'î mânâları vardır. Herkes fehmine göre hissesini alır ve o mâide-i semaviyeden herkes rızkını bulur. Madem o Âyetin böyle pek çok sâdık mâsadakları var. Şimdiki akılsız feylesofların ve serseri kozmoğrafyalarının, inkâr-ı semavat bahanesiyle böyle Âyete taarruz etmesi, haylaz ahmak çocukların semavattaki yıldızlara bir yıldızı düşürmek niyetiyle taş atmasına benzer. Çünki Âyetin mânâ-yı küllîsinden bir tek mâsadak sâdıksa, o küllî mânâ sadık ve hak olur. Hatta vâkide bulunmayan, fakat umumun lisanında mütedavil bulunan bir ferdi, umumun efkârını müraat için o küllîde dahil olabilir. Halbuki, hak ve hakiki çok efradını gördük. Ve
  • 6. şimdi bu insafsız ve haksız coğrafyaya ve sersem ve sermest ve sarhoş kozmoğrafyaya bak! Nasıl bu iki fen hata ederek, hak ve hakikat ve sâdık olan küllî mânâdan gözlerini yumup ve çok sâdık olan mâsadakları görmiyerek; hayalî bir acib fer sh: » (L: 63) di, mânâ-yı Âyet tevehhüm ederek Âyete taş attılar; kendi başlarını kırdılar, îmanlarını uçurdular!... Elhasıl: Kıraat-ı seb'a, vücuh-u seb'a ve mu'cizat-ı seb'a ve hakaik-i seb'a ve erkân-ı seb'a üzerine nâzil olan Kur'an semasının o yedişer tabakalarına, cin ve şeyâtîn hükmündeki itikadsız maddi fikirler çıkamadıklarından Âyâtın nücumunda ne var, ne yok bilmeyip yalan ve yanlış haber verirler. Ve onların başlarına o Âyâtın nücumundan mezkûr tahkikat gibi şahablar inerler ve onları yakarlar. Evet cin fikirli feylesofların felsefesiyle o semavat-ı Kur'aniyeye çıkılmaz. Belki Âyâtın yıldızlarına, hikmet-i hakikiyenin mî’raciyle ve îman ve İslâmiyetin kanatlariyle çıkılabilir. َ‫اَللّهُمّ صَل عَلَى شَمْسِ سَمَاء الرّسَالَةِ وَ قَمَرِ فَلكِ النّبُوّة و‬ ِ َ ِ ّ ‫عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ نُجُومِ الهُدَى لِمَنِ اهْتدَى‬ َ ْ ُ‫سُبْحَانَك ل َ عِلْم لَنَا اِل ّ مَا علّمْتَنَا اِنّك اَنْت العَلِيم الْحَكِيم‬ ُ ْ َ َ َ َ َ ِ‫اَللّهُم يَا رَب السّموَاتِ و اْلَرْضِ زَيّنْ قُلُوب كَاتِبِ هذه‬ ِ َ َ ّ ّ َ‫الرّسَالَةِ وَ رُفَقَائِهِ بِنُجُومِ حَقَائقِ الْقُرْآنِ وَ اْل ِيمَانِ آمِين‬ ِ ***