2. Şam yolculuğunda, Hz. Ömer ile kölesi
beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre
girişte, sıra köleye gelince, Halife devesinden indi. Yerine
kölesini bindirdi. Devenin yularından tuttu.
Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti. Uzaktan bakan;
deveye binmiş köleyi halife, devenin yularını çeken Hz.
Ömer'i de köle zannediyordu.
3. Bunu gören ordu komutanı Ebu Ubeyde bin Cerrah dedi ki:
"Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların
halifesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu
yaptığınızı nasıl izah edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler,
küçümseyecekler."
Hz. Ömer buyurdu ki: "Ey Ebu Ubeyde! Senin bu sözünü
işitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve
süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelil ve
hakir bir kavimdik. Allah Teâlâ, bizleri Müslümanlıkla
şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allah Teâlâ bizi
zelil eder, her şeyden aşağı eder."
5. Hazreti Ömer (r.a.) hilâfeti zamanında, 400 dirhem
paraya muhtaç olmuş ve bu parayı da Abdurrahman b. Avf
hazretlerinden istemişti. Abdurrahman b. Avf hazretleri,
Hazreti Ömer'e, para yerine su telkinde bulundu:
Ya Ömer! Parayı benden mi istiyorsun? Halbuki Beyt'ül
Mal senin elindedir... Parayı oradan al, sonra iade
edersin... Hayati, adalet timsali olan Hazreti Ömer,
Abdurrahman b. Avf hazretlerine su cevabi verdi:
6. Ya Abdurrahman! Parayı senden istiyorum...
Zira bir emri ilahî vukuunda veya borcu ödeyememe gibi
bir durumda seninle helalleşmek kolay olur. Ya
mirasımdan bir miktar ayırtırım, yahut helalleşiriz. Ama
ben, bu borçlanmayı devlet hazinesine yaparsam, bütün
Müslümanlarla helalleşmek lazım gelir ki, bu da
mümkün değildir. O takdirde, ne benim malim onu
ödemeye kafi gelir, ne de sevabım, ahirette beni kurtarır.
Bu kadar ağır bir yükün altına girmeye edemedim,
ya Abdurrahman!
7. Hz. Ali anlatıyor: “Bir gün Ömer’i, binekli olarak ve telaş
içinde, hızlı hızlı giderken gördüm;
“Ya emire’l-müminin nereye gidiyorsun?” diye sordum.
“Devlete ait develerden biri kaçmış, onu aramaya
gidiyorum” diye cevap verdi. O zaman ben: “İnan ki,
senden sonra bu milleti idare edecek olanlara ağır bir yük
bırakıyorsun! Herkes senin yaptığını yapamaz!” dedim.
Bunun üzerine şöyle konuştu:
“Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamı, hak peygamber
olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, Fırat kenarında
bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa)
korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer’den
sorulur!”
8. Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!
Mehmet Akif Ersoy
9. İran'da 531 ile 579 yılları arasında hükümdarlık etmiş, adaletiyle
ün salmış sasani şahı. «Nuşirevan-ı adil" diye de bilinir. Hz.
Muhammed'in: "keşke Nuşirevan da benim ümmetimden olsaydı"
dediği rivayet edilir.
Peygamber efendimiz; “Ben, adil sultan zamanında dünyaya
geldim.” buyurarak onun adaletini övmüştür.
Adaletiyle şöhret bulmuş ve tarihe adil hükümdar olarak geçmiş
olan İran Nuşirevan, tahta çıktığı ilk yıllarda halkına karşı son
derece zalimane bir tutum içindeymiş. Öylesine gaddar ve
insafsızca bir yönetim göstermiş ki, halkı adeta canından
bezdirmiş. Üstelik zevk-ü sefasına düşkün olup, korkunç
harcamalar ve aşırı israf içinde sürdürdüğü saltanatla halkından
tamamen kopmuş, en ufak bir ses çıkaran olursa cezalandırılmış.
10. . Saltanatın ilk yıllarında böyle halına zulmeden, ve onları
adeta inim inim inleten Nuşirevan, maiyeti ile beraber bir
gün ava çıkmıştı. Yanında gayet zeki ve halkın durumuna
içten içe üzülen veziri de vardı. Bir süre avlandıktan sonra bir
ara veziri ile beraber diğer adamlarını yanından ayrılarak bir
suyun başına vardı. Atından indi. Orada bir müddet
istirahate çekildi. Onlar orada istirahat ederlerken iki tane
baykuş gelip yakınlarına bir yere konarak ötmeye başladılar.
Öylesine ötüyorlardı ki ister istemez Nuşirevan’ın dikkatini
çekti. Baykuşların bu nameleri hoşuna gidince vezirine
seslendi.
Ey vezirim! Şu kuşların dilinden anlıyor olsaydık ta
konuştuklarını bilseydik. Kim bilir neler konuşuyorlardır.
Zeki vezire halkı içinde bulunduğu durumu anlatabilmek için
bir fırsat doğmuştu. Nuşirevan’a dedi ki:
11. -Sultanım! Ben bu kuşların ne dediklerini biliyorum.
Eğer müsaadeniz olursa ve beni bağışlarsanız bu kuşların
aralarında neler konuştuklarını anladığım kadarıyla size
bildireyim.
Nuşirevan hayretle; “Peki anlat bakalım, gazabımdan emin
olabilirsin.”
Bunun üzer,ne vezir; “bu kuşlardan bir tanesi diğerinin kızını
oğluna istiyor. Öbürü ise işi biraz naza çekerek, senin oğluna
kızımı veririm fakat başlık parası olarak bir harabe isterim
diyor. Bu öyle diyince kızı oğluna isteyen gayet memnun bir
şekilde başımızda Nuşirevan gibi bir hükümdar varken ben
sana bir değil on tane bile harabe veririm. Yeter ki sen kızını
oğluma ver, diyor. İşte sultanım kuşların konuştuklarından
benim anlayabildiğim bundan ibaret.
Vezirin böyle söylemesi üzerine Nuşirevan hiçbir şey demedi.
Ama vezirin ne demek istediğini çok iyi anladı. Memleketin
ve halkın şu anda içinde bulunduğu durumu veziri ince bile
üslupla nasıl da anlatmıştı.
12. Saraya döndüklerinde bu durumu inceden inceye bütün
detaylarıyla düşündü. Gerçekten de veziri doğru söylüyordu.
O andan itibaren hal ve ahvalini değiştirdi. Halkını gözeten,
onlara destek olan, son derce ad,l bir hükümdar oldu.
Ölünceye dek yıllarca halkını adaletle yönetti. Ve gün geldi
her fani gibi, oda ölüm döşeğine yattı. Son derece hastaydı.
Etrafında çocukları, sevenleri çaresizlik içinde bekliyorlardı.
Hekimler bir türlü onu iyileştirememişlerdi. Nuşirevan onlara
dedi ki evlatlarım benim hastalığıma ancak harabede yaşayan
baykuş eti iyi gelir. Hemen bana ondan bulun getirin de
ondan yiyip şifa bulayım.
Çocukları sevinçle bundan kolay ne var diyerek
harabede yaşayan baykuş eti bulmak için çıktılar. Fakat
durum umdukları gibi olmamıştı. Geri döndüklerinde son
derece üzüntülüydüler. Babacığım memleketin her tarafını
gezdik, dolaştık.
13. Ne kadar aradıksa maalesef ne bir harabe bulabildik, ne
de orada yaşayan bir baykuş bulamadık dediler. Tabi
Nuşirevan bunu duyunca çok sevindi. İlk önce harabeden
geçilmeyen memleketinde demek ki şimdi her yer müreffeh
bir hale gelmiş, hiç harabe kalmamış.
Nuşirevan öldüğünde tabutu tüm memleketi
dolaştırılarak kimin hakkı varsa alsın diye tellal bağırtılmış
olmasına rağmen, bir kimse çıkıp ta benim ondan şöyle bir
alacağım vardı dememiştir. Bir memleketin idarecisi müşrik
bile olsa, şayet adil ise o memleket ayakta kalır. Fakat idareci
müslüman da olsa şayet adil değilse, halkına zulmediyorsa o
memleket ayakta kalamaz.
14. Bir öğle üzeri idi. Dergah ve saray kapısı boştu.
Nöbetçiler rehavet içerisindeydiler. Artık unutulmuş olan
ziller devamlı olarak çalmaya başladı. Nûşirevân işitti. Derhal
iki hadimini gönderdi. Kimdir bakınız ve derhal huzuruma
getiriniz dedi. Hadimler dışarıya çıkıp gördüler ki, sarayın
kapısından girmiş olan ve sırtını o zincirlere sürten,
ihtiyarlamış, zayıflamış, uyuz olmuş bir eşek idi.
Her iki hadim, Nûşirevân’ın huzuruna çıktılar ve:
“Şikayet için gelmiş kimse yoktur. Fakat ihtiyar, zayıf ve uyuz
bir eşek kendisini zincire sürtüyor. Belki de kaşınıyor,
sürtünmek hoşuna gidiyor” dediler.
Nûşirevân, “Hata ediyorsunuz. Zira bu eşek de adalet
istemeye gelmiştir. Her ikinizin gitmenizi ve bu eşeği şehrin
içinde dolaştırmanızı istiyorum. Kimin olduğunu öğreniniz ve
bana doğru olarak bildiriniz” dedi.
15. Hadimler Nûşirevân’ın huzurundan çıktılar ve eşeği
şehirde gezdirmeye başladılar. Halka “Bu eşeği tanıyan kimse
var mıdır?” diye soruyorlardı. Halktan pek çok kişi “Evet, zira
halkın çoğu onu tanır. Bu eşek filan çamaşırcı adamındır.
Yirmi yıldır kendisini tanırız. Her gün elbiselerini bu eşeğe
yükler, çaya gider; yıkar; akşamleyin geri getirir. Eşek genç
olduğu müddetçe ona iş yapıyordu. Artık ihtiyarlamıştır. İş
yapamıyor diye sahibi onu serbest bırakmıştır. Eşek de şehirde
dolaşıyor, insanlar ona acıyarak ot ve su veriyorlar. Çoğu kez
onu da bulamıyor.”
Hadimler durumu öğrenince çabucak geri döndüler.
Nûşirevân’ın huzuruna çıkarak durumu bildirdiler.
Nûşirevân: “Ben bu eşek de adalet istemeye gelmiştir diye
söylemedim mi? Bu gece kendisine yem veriniz.
16. Yarın o çamaşırcı adamı mahallenin dört kethüdası ile birlikte
huzuruma çağırınız. Gereken ne ise emredeyim” dedi.
Hadimler ertesi gün denileni yaptılar. Eşeği ve çamaşırcıyı
mahallenin dört kethüdası ile birlikte Nûşirevân’ın huzuruna
getirdiler.
Nûşirevân çamaşırcıya dönerek: “Bu eşek genç olduğu
müddetçe ona iş buyuruyordun. Şimdi ihtiyarlamıştır ve iş
yapmaktan aciz kalmıştır. Bu yüzden ona boşuna ot ve yem
vermekten çekindin, kovdun. Peki onun 20 yıllık hizmeti
nerede kaldı?” dedi ve çamaşırcıya 40 değnek vurmalarını
emretti.
Ardından nihaî kararını bildirdi. “Bu eşek yaşadığı müddetçe
yiyebileceği kadar yemi bu dört kethüdanın bilgisi dahilinde
vereceksin. Yem vermekte kusur ettiğin malumum olursa seni
müthiş cezalandırırım, bilmiş olasın.”