1. Ram Pa Pa Pam: Dinamik Bir Bilim
ve Eğitim Felsefesine Doğru
Süleyman ARI
2013
1
2. ÖZET
Tümevarım sorunu bize ampirik hipotezlerin
doğrulanması için sonsuza kadar zamanımızın
olmadığını hatırlatmaktadır. Duhem problemiyse
tümüyle yanlışlamanın da beklenmesinin doğru
olmadığını söyler. Dolayısıyla daha az deterministik
bir
durum
için
uzlaşılmalıdır.
O
halde
durum,
amacımıza
göre
değişmektedir.
Yani, amacımız yanlışlamaksa ona doğru bir yol
haritası
izlerken;
amacımız
doğrulamaksa
haritamız bu doğrultuda olacaktır.
2
3. Bu durum da bilim felsefesini öyle bir ilişkisel
mantığa getirmiştir ki ampirik hipotezlerimiz ya
tezimizi doğrular ya da onu yanlışlar yönde
ilerlemelidir. Klasik standart bilim felsefesi, bu
basitleştirilmiş ilkeden yola çıkarak ilerler.
3
4. Doğrulamaya gelince, gerçek doğası karmaşık
görünebilir. Bu durumda temellendirme devreye
girmektedir. Temellendirme de eninde sonunda
doğrulamakla sağlanmaktadır. Doğrulama, kendi
içinde temellendirmeyi içerdiğinden dolayı bilim
felsefesi için otoritelerce gerekli görülen koşul
yerine gelmiş olur ve böylece bilim felsefesinde
keşfin ve yaratıcılığın bir önemi de kalmamış olur.
Bu da bilim felsefesinin dinamik doğasını zedeler.
(Laudan 1980).
4
5. Böylece
tüm diğer boyutların önemi de
kalmamış olur. Bilim felsefesine kalan tek
misyonsa teorilerle hipotezleri arasındaki
ilişkinin niteliğini ortaya çıkarmaktır. Bu da
çoktan standart bilim felsefesi tarihinin tipik
özelliği durumuna gelmiştir. Bu tarz bir bilim
felsefesi lineer bir ilişki felsefesine dönüşmüştür.
5
6. İlişki felsefesi doğal gibi görünmesinin yanı sıra
değişime de kapalı bir hale gelmiştir. Tüm
etkin yaklaşımlar bu bağlamda onun alt
dallarına ve yaklaşımlarına dönüşmüştür. Bu
yaklaşımlara naif hipotetik-dedüktif yaklaşım,
pozitivist-ampirik
doğrulama
yaklaşımı,
Popper tarzı yanlışlama, tarihselcilik ve de
Bayezyan sentezci yaklaşım dahildir.
6
7. Bilim felsefesindeki bu statik yapı kendisini eğitim
felsefesinde de göstermektedir. Eğitim felsefesi de
insanlara kendilerini ifade etme ve kendilerini
gerçekleştirme konusunda dinamik bir yol haritası
çizme konusunda sorunsaldır. Bu yazıda Bilim ve
eğitim felsefesine ve de genel olarak epistemoloji
tarihine eşgüdümlü bir bakışla felsefede yeni bir
motivasyona çağrıda bulunmak amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bilim felsefesi, eğitim felsefesi,
dinamik felsefe, doğrulama, yanlışlama.
7
8. ABSTRACT
Problem of induction reminds us that we do
not have unlimitted time for the verification of
ampirical hypothesisses. Problem of Duhem,
on the other hand, indicates that expecting
the full refutation is also unfavorable.
Therefore, we have to settle for something
less deterministic.For this reason, status of the
research changes in accordance with our
purpose.
8
9. In
other words, if the purpose of the
researcher
is
confirmation
of
the
hypothesis, the researcher falls into the
position of verifying the purpose he or she
has. If otherwise, then, he or she searches for
refutation. This is the main definning principle
of the traditional philosophy of science.
9
10. As far as confirmation is concerned, tough it
seems complex, it contains justification within
itself. Justification is therefore, achieved by
confirmation. Deductively, then, importance
of discovery and creativity in philosophy of
science has been reduced to an exception.
10
11. Unfortunately, this poses a serious challenge
to the dynamic nature of philosophy of
science. The only mission, then,
left to
philosophy of science is to figure out the
relations
between
theories
and
the
hypothesises thereof. Given the situation
above, it is clear to see that philosophy of
science has become a philosophy of linear
relationship.
11
12. This static structure in philosophy of science reflects
itself upon philosophy of education also. It is such that
philosophy of education, today is incapable of
providing a dynamic roadmap with people for their
true self-expression and self-realization.
12
13. In this brief paper, it is aimed to provide an
overview of philosophy of science and
thereby philosophy of education in
conjunction with the history of epistemology
and call for a new motivation for a dynamic
attitude in philosophy.
Key words: Philosophy of science, philosophy
of education, dynamic philosophy,
confirmation, falsification.
13
14. Rampapapam: Dinamik Bir Felsefeye Doğru
Tümevarım sorunu bize ampirik hipotezlerin
doğrulanması için sonsuza kadar zamanımızın
olmadığını hatırlatmaktadır. Duhem problemiyse
tamamiyle yanlışlamanın da beklenmesinin
doğru olmadığını soyler. Dolayısıyla daha az
deterministik bir durum için uzlaşilmalidir.O halde
durum, amacımıza göre, daha doğrusu
niyetimize göre değişmektedir. Yani, amacimiz
yanlışlamaksa ona doğru bir yol haritasi izlerken
amacımız
doğrulamaksa
haritamiz
bu
doğrultuda olacaktır.
14
15. Bu durum da bilim felsefesini öyle bir ilişkisel
mantığa getirmiştir ki ampirik hipotezlerimiz ya
tezimizi doğrular ya da onu yanlışlar yönde
ilerlemelidir. Klasik standart bilim felsefesi, bu
basitleştirilmiş ilkeden yola çıkarak ilerler.
15
16. Doğrulamaya
gelince, gerçek doğası karmaşık
görünebilir. Bu durumda temellendirme devreye
girmektedir. Temellendirme de eninde sonunda
doğrulamakla sağlanmaktadır. Tarihteki bilimsel realist
tartışmalar, kuramlarla test edilen hipotezler arasındaki
ilişkiye bağlı olarak uzlaşıya bağlanmıştır. (Glymour
1981, Friedman 1983).
16
17. Doğrulama,
kendi
içinde
temellendirmeyi
içerdiğinden dolayı bilim felsefesi için otoritelerce
gerekli görülen koşul yerine gelmiş olur ve
böylece bilim felsefesinde keşfin ve yaratıcılığın
bir önemi de kalmamış olur. Bu da bilim
felsefesinin dinamik doğasını zedeler. (Laudan
1980).
17
18. Böylece tüm diğer boyutların önemi de kalmamış
olur. Bilim felsefesine kalan tek misyonsa teorilerle
hipotezleri arasındaki ilişkinin niteliğini ortaya
çıkarmaktır. Bu da çoktan standart bilim felsefesi
tarihinin tipik özelliği durumuna gelmiştir.
Yorumsamacı bir ifadeyle bu tarz bir bilim felsefesi
lineer bir ilişki felsefesine dönüşmüştür.
18
19. İlişki felsefesi doğal gibi görünmesinin yanı sıra
değişime de kapalı bir hale gelmiştir. Tüm
etkin yaklaşımlar bu bağlamda onun alt
dallarına ve yaklaşımlarına dönüşmüştür. Bu
yaklaşımlara naif hipotetik-dedüktif yaklaşım,
pozitivist-ampirik
doğrulama
yaklaşımı,
Popper tarzı yanlışlama, tarihselcilik ve de
Bayezyan sentezci yaklaşım dahildir.
Her zaman söylediğimiz gibi doğal görünenle
dirençli görünen ne aynıdır ne de
kaçınılmazdır. O halde farklı bir başlangıç
noktası farklı bir bilim felsefesine götürecektir.
19
20. Doğrulama ve yanlışlama ve de Kuhncu
paradigma yaklaşımı hepsi birer misyona
sahiptir ve bilim felsefesine işlevsel olarak katkı
sağlarlar. Fakat, herbirine “Hangi dindeysen
ona tapayım” diyen ozan gibi iman eden
bilim insanları ve takipçiler oldukça bu
bağlamda uzlaşmanın zor olduğu da kesin
gibidir
20
21. Bu da belki de William James’i haklı çıkararak
insandaki inanma ihtiyacını ortaya koyan bir
durumdur (James, 1948). Biz burada bu
yaklaşımlara birer prosedür olarak bakıyoruz.
Dolayısıyla aradığımız yanıt; bilimsel olarak bir
soruna çözüm arıyorsa ve bu sorunun
çözümüne katkıda bulunacak bir yaklaşımsa,
yani prosedürde hangi yol haritası işe
yarayacaksa onu kullanmaktan yanayız.
21
22. Bu göreceli bir bilim felsefesine ya da pragmatik bir
yaklaşıma işaret etse de hayatın kendisi insanlık
tarihince pratiği gerektirmiştir. Nihayetinde dinamik bir
paradigmaya giden yolu inşa etmek için bazı fikirleri
dinamitlemek de gerekmektedir. Fakat, biz ne sınırsız
pragmatizmi ne de sınırsız göreceliliği savunmaktayız.
Şu ana kadarki ifadelerimiz daha çok bilim felsefesel
bir anarşizme işaret etmektedir. Belki de bu yazının
sonuna kadar sürecek olan bu tavrımız yeni bir
perspektif sunabilir diye umuyoruz.
22
23. Teknik ifadeyle bizim önerdiğimiz bilim felsefesi
tüm yaklaşımları dinamik bir gerçeklik ortamında
sorunlara çözüm ararken eklektik bir şekilde
kullanabilmeyi ve bir bilgisayar programı gibi her
durumda yeni yöntemlerle çözümü geliştirmeyi
sürdürebilmelidir. Biz buna dinamik bilim felsefesi
diyoruz.
Dinamik bilim felsefesi Akdeniz’in dalgalarında
sörf yapan bir sörfçüye dalganın büyüklüğüne
ve şiddetine göre kendini uyarlama yetisi
kazandırabilen bir teknik olmalıdır.
23
24. Bir tek yöntem bir sorunu çözmeye hem
yetebilir hem de yetmeyebilir. Dolayısıyla aynı
sorunu çözerken bile birçok yöntemi kullanan
ve yöntemlere işlem ve işlev olarak bakabilen
dinamik bir bilim felsefesi ve onu da hayata
geçiren uygulamalı bir felsefi tutuma girmenin
zamanı gelmiştir.
24
25. Kısaca bilim felsefesi tarihine göz atacak olursak;
yukarda özetlediğimiz eleştirileri içermektedir.
Bacon tümevarımla tümdengelimi sistematize
ederken insana güç kazandırmayı ve doğadan
daha fazla yararlanmayı amaçlamıştır. İşte bu
yüzden kendisi “bilmek egemen olmaktır”
demiştir.
(www.felsefe.gen.tr/Francis_Bacon_felsefesi.asp).
25
26. Descartes de sayısallaştırma, analiz ve sıra kuralını
ortaya koyarken kuşkuyu önemsemiş ve kuşkuyla
yaklaşarak doğrunun daha sağlam bir temele
oturtulacağını ileri sürmüştür. (Prof. Sugur, 2013,
seminer notları).
Hume ise daha da ileri giderek olayların birbirlerini
izlemelerinin bir ilişkiye işaret edemeyeceğini
belirtmiş ve “her akşamdan sonra sabahın olması
yarın sabahın olacağına kanıt olamaz “diyerek
ampirik
genellemelerin
nedenselliğinin
temelsizliğini gösterip nedensellik ilkesinin köküne
kibrit suyu ekmiştir. (Hume, 1967, 1975).
26
27. Dahası Kant “Gerçek vardır ve bu gerçek ne
akılla ne de deneyle elde edilebilir. Ancak
hem akılla hem de deney ve gözlemle
gerçeğe en fazla yaklaşabiliriz” diye klasik
Aristo etiğindeki orta yolu tutacaksın erdemini
bilim felsefesine taşımıştır. (Kitcher, 1984).
27
28. Gözlemle deneyin ön plana çıktığı pozitivist
ve ampirik görüşler de aynı şekilde ya
gözleme önem verip deney yapmışlar ya da
deneye önem verip gözlem yapmışlardır.
Eleştirici yaklaşım Marksist metodolojiyi biraz
daha yumuşatarak sosyal gerçeklikte güç ve
üretim ilişkilerine bakmalıyız.
28
29. “Yapı da önemlidir ve güç ilişkilerine ancak
tenkitçi bir yaklaşımla bilim yapılabilir; çünkü
bilim de güçlere hizmet etmektedir” diyerek
belki de son yüz yıldaki en ciddi felsefi tutuma
imza atmıştır.
Sonuç
itibarıyla görüldüğü gibi kendi
küllerinden yeniden kıvılcımlar tutuşmaya
başlasa da felsefe ve dolayısıyla bilim felsefesi
infaz edilmiş durumdadır.
29
30. Eleştirel yaklaşım yeni bir kıvılcım olsa da daha
dinamik bir tutuma ve hızlı çözümsel projelere
gerek duymaktadır.
Biz bu yazıda eleştirel
yaklaşımın
insan
vurgusuna
ve
insanı
özgürleştirme hedefine daha yakın bir duruşla
görüşlerimizi ifade etmekteyiz. Marx’ın da
söylediği gibi tüm felsefeciler bugüne kadar
dünyayı yorumlamakla yetinmişlerdir. Gerçekten
de
asıl
olan
onu
değiştirebilmektir.
(Marx, Fuerbach üzerine tezler, 11.)
Dolayısıyla insana dair olmayan ve çözümden
uzak olan yaklaşımlar dinamik felsefeden
düşerler.
30
31. Yorumsamacı yaklaşımsa Weber gibi bir üstün
zekâya sahip bir düşünürü bile anlam göreliliğinin
içine zorlamış ve de anlamanın sorunsallığından
ve öneminden dem vururken net anlamın
olamayacağından yakınıp kişiler arası bir
anlaşmayla paylaşılmış değerlere “intersubjective
understanding” ya da “shared values” diye
kendilerince bir orta yola yaklaşmışlardır. (Prof.
Sugur, 2013, seminer notları).
31
32. Daha da kötüsü postmodern yaklaşım “her şey
her yerdedir” diye yanlış bir hipotezle pozitivist bir
slogana sahip olduklarının farkına varamadan
“her şey olur, anything goes, just do it” gibi Adam
Smith’çi yaklaşımla fırtınaya yeni bir dalga
eklemiştir. O kadar ki, “bilim bir şey değildir,
sadece betimleme vardır ve bu da yapılması
gereken yegane etkinliktir” diyerek bilim
felsefesine fotoğraf makinası görevini yüklemiştir.
32
33. Postmodern
yaklaşımla
temellendirilmiş
görececiliğin kendisiyle çelişmesi uzun sürmez.
Her
durumda
görececiler
verebilecekleri
tavizden daha fazlasını vermeye başladıklarında,
göreceli
tutumlarından
mutlak
olarak
vazgeçerler. Bir görececiye onu öldürmenin
görece iyi bir şey olup olmadığını sorduğumuzda
alacağımız yanıt retorik olarak ne olur
bilemiyoruz; ama nihayetinde görececi olduğu
için kazanımdan çok kayıp içindeyse bu tutum
kısa sürecektir.
33
34. Feminist yaklaşım her ne kadar da alternatif bir
başlangıç ontolojisine sahip görünse de her şeye
erkek egemendir; bilim ve felsefe de öyle ve bu
yüzden “kadınlar bu alanlarda da ezilmiştir”
diyerek erkeklerin yetişmesinde kadınların etkisi
hiç yokmuşçasına kendi görüşlerinin aşırı etkisinde
kalmışlardır.
34
35. Margaret Mead gibi dahi bir bilim insanı bile
kendi algılarından yola çıkarak tüm tarihi
bununla yorumlayıp bu açıdan tüm dünyaya
farklı bir bakış açısı vermeye çalışmıştır. Mead
“keep your powder dry” diyerek barutu erkek
doğasının mayası olarak yorumlamıştır.
(Mead, 2000).
35
36. Dahası tüm feministlerin birleştikleri yöntemsel bir
prosedür de yoktur. Kimisi kendisini feminist
sosyalist, kimisi feminist radikal ve kimisi de feminist
postmodernist gruplara dâhil edip yine erkek
egemen yaklaşımların içine teslim olmuşlardır.
(Sosyal Bilimler Felsefesi, seminer notlari).
36
37. Son yüzyılda iki önemli bilim felsefecisi Thomas
Kuhn’la Karl Popper zaten var olan fırtınaya
ekledikleri
dalgalarla
fırtınayı
kasırgaya
dönüştürmüşler ve onlara Lakatos’la Feyerabend
farklı açılardan kelebek etkileri eklemişlerdir.
Kuhn’a göre bilim tarihinde paradigma denen
görüşler ve onların egemen olduğu yöntemler
süregelirken, Popper’e göre bilimsel önermelerin
bilimselliğinin
ölçütü
yanlışlanabilirliktir.
Dahasi, Feyerabend’le
Lakatos yöntemsel
anarşiye entelektüel yeşil ışık yakmışlardır.
(seminer notları, 2013).
37
38. Sonuçta gelinen nokta söyle özetlenebilir:
Kişilere
bakıldığında
Kuhn’la
Popper
muhteşem bir momentumla Quantum hızında
bilim felsefesine yerleşmişlerdir. Yaptıkları etki
de sonsuza kadar kalacaktır. Fakat, her
yaklaşım ve temsilcileri öylesine kendilerine
iman etmişlerdir ki durumları Kerbeladaki
Müslümanlarla, reformasyon zamanındaki
Hristiyanlar gibi bölünmüştür. Bizim buna da
bir itirazımız elbette olamaz ve biz bu açıdan
hepsine
postmodernist
bir
hoşgörüyle
yaklaşıyoruz. (Kuhn, 1963, Popper, 1968).
38
39. Eleştirici
görüşümüzse;
bilim
felsefesini
insandan koparıp klasik soyut alanlara
getirerek, akademik çalışmalarda bile dili
anlaşılmaz ve sorun çözmekten çok sorun
üreten
bir
duruma
sokmalarınadır.
Bugün, bırakın bilim felsefesini; felsefi herhangi
bir tartışma ya da metin, her hangi bir insan
tarafından anlaşılabilecek durumda değildir.
39
40. Tüm başarılarına ve tüm keşfine rağmen batı
felsefesi belki de kendi içinden çıkan bir sesi
hala çözememiştir. Bu ses Nietzsche’dir.
Nietzsche, bilimsel ve siyasal olarak bir sistem
önermemiş olsa da yapıtlarında her ikisine de
uygun fikirler ve tezler bulmak mümkündür.
Ancak Nietzsche, 20. yüzyılda sanki insanlık
yeterince depresyonda değilmişçesine “god
is dead” (Nietzsche, 2001, s.125). “ Tanrı öldü”
demiştir.
40
41. Üstelik bu yeterince psikolog ve psikiyatriste
para kazandırmamışçasına Nietzsche bir de
“Tanrıyı biz öldürdük” demiştir. Görülüyor ki
bilim felsefesi de yoğun bir bunalım içindedir;
çünkü Nietzsche’nin iyi anlaşılması bu ifadeyi
bilim için kullandığını gösterecektir. Dolayısıyla
kendisine
entelektüel
rakip
seçtiği
Hristiyanlığın, Kant’ın, Platon’un kavramsal ve
soyut felsefelerinden çok insanca bir felsefe
ve hayata davet eden Nietzsche aslında bir
perspektifçidir.
41
42. Bunu ünlü eseri Ahlakın Soy Kütüğün ’de de
“ne kadar çok perspektifin varsa, doğruya o
kadar yakın olursun” diyerek özetlemiştir. Bizim
daha önce ifade ettiğimiz bir metaforu o
kendi dilince ifade etmiştir. (Nietzsche, 1967,
s117).
42
43. Doğru, bir güneşse ve boyumuz ne kadar
uzunsa kısalara göre güneşe daha yakınızdır.
Bugünkü noktada tüm felsefi yaklaşımlar ve
yöntemler birer perspektiftir ve de dinamik bir
tutumla her an her yerde işe yarama
olasılıkları vardır. Model mantıkta, zaten
mümkün olan, bir gün olası da olur.
Dolayısıyla bu yaklaşımların hepsi faydalıdır.
43
44. Kuhn’la Popper açısından biraz da ülkemize
bakacak olursak savsal olarak kimse Popper
yanlısı olamaz. Ülkemizde tezler ancak
kendimizin tezini güçlendirmek için çürütülür.
Hatta tüm gözlemler ve deneyler bir savı
doğrular olsun, o teze karşıysak, uzaktan
uydurulmuş bir tek örnekle tüm kuramı
çürütürüz ve arkasından da kurama karşı azılı
bir düşman oluruz.
44
45. Ancak eğer bir kuramın yanlısıysak ve de onu
savunacaksak tüm örnekler bizim kuramlarımızı
çürütürken bir tek örnek onu destekliyorsa
örneklerden örnekler türeterek kendi kuramımızı
destekler ve doğrularız. İşte bu yüzden bugün
eleştirdiğimiz ve Kerbela’daki Müslümanlar,
Katoliklerle Protestanlar kadar bölünmüş bir bilim
felsefesine sahip olmadığımız için o kadar renkli
bir entelicensiyamız da yoktur. Keşke olsaydı da
entelektüel olarak o kadar bölünmüş olsaydık.
45
46. Zihinlerimizle, ruhlarımızla, kalemlerimizle, birbir
imizle rekabet içinde, el ele kol kola ve
perspektiflerle
uğraşsaydık.
Özetlersek
ülkemizde bilimsel çalışmalar genellikle
“verificationist/confirmationist”
yani
doğrulayıcı bir tutumla yapılmaktadır. Bir
başka
özelliğimizse
paralel
olarak
paradigmalar kapsamında bilimsel etkinlik
içinde olmamızdır.
46
47. Bizim Bilim felsefesiyle ilintilendireceğimiz ikinci
bir durum da eğitim sistemi ve ondaki felsefi
yansımalardır.Ülkemizdeki bilimsel çalışmaların
tümüne yakınının doğrulamacı bir tutumla
yapıldığını ifade etmiştik. Maalesef eğitim
alanında da aynı durum geçerlidir. Eğitim
alanı aslında akademik olarak sorunlara
çözümsel yaklaşılabilecek harika bir alandır.
47
48. Yapılandırmacı
Dewey
yüz
yıl
önce
demokrasi ve eğitim diye eserler yazarken,
Maria Montessori ve Piajet çocuklarin
kendilerini nasıl en iyi gerçekleştirebilecekleri
üzerine kafa patlatırken; bizim ülkemizde
değerlerimiz
hızla
yok
olmaktadır.
(en.wikipedia.org/wiki/maria_montessori,en.w
ikipedia.org/wiki/John_Dewey,en.wikipedia.o
rg/wiki/Jean_Piajet).
48
49. Sorularımıza
çözüm üretmeye çalışırken yeni
sorunları yaratmaktayız. Yapılan çalışmaların
çoğu
da
günü
kurtarma
amaçlı
olup
doğrulamayı araştırmadaki görüşü meşrulaştıran
bir araç olarak kullanmaktadır. Çocuklarımız hızla
bir kaosa doğru ilerlemektedir. Kimileri okulu
bırakmakta, kimileri bunalıma girmektedir. Kimi
çocuklar sınav maratonlarından bıkıp gelecek
korkusuyla yaşamayı değil, maalesef aramızdan
ayrılmayı seçmektedirler.
49
50. Bugün
gelinen nokta, eğitimde de bir
bunalım ve anarşidir. Sorularımıza yanıt
alamadan yeni sorunlarla ve sorularla
cebelleşiyoruz. Her şey, her yerde ve hiçbir
yerde. Halimiz kumarbaz yanılsaması gibi.
Tüm bunların içinde karadelikler misali
tüketimle kendimizi terapi etmeye çalışıyoruz.
50
51. Bu kış ayında pazardan aldığımız domatesler
oraya nasıl ve kimlerce getirilmektedir, kimler
bu kış ayında bizim için domates üretmektedir
bu soruları sormak şöyle dursun domateslerin
fiyatından dem vururken üzerinde “just do it”
yazıyor diye bir giysiye bir ton domates
alacak parayı ödemekteyiz.
51
52. Maalesef,
başlangıçta başladığımız karamsar
tablo biraz daha fazla realiteyle ilintili olsa da
karamsarlığı artmıştır. Bir taraftan tüm bilim
felsefesi bir anarşi ve kaos içindeyken öte yandan
“Tanrı öldü ve onu biz öldürdük” diyen
Nietzsche… Dahası ürettiklerimizle tükettiklerimiz
arasındaki ilişkinin koptuğu bir gerçeklik… Ne
nedir ve kimdir bu duruma tüm hayatı getiren
özne? İşte bu soruyu sorabilecek güçte olabilmek
için bilim felsefesi yeniden kendisini küllerinden
yaratmalıdır. İşte o zaman bu zamandır.
52
53. En iyi zaman, her zaman, şimdidir. Felsefe her
zaman kendisini küllerinden en iyi yaratan
alandır. Hiçbir şey yoksa bile felsefe vardır.
Felsefenin kendi doğası soru sormakla başlar
ve kendisini sorularından yeniden inşa
edebilir.
53
54. Dolayısıyla Kuhn’a atıfla nasıl ki Kopernik ve
Galileo, Newton ve Einstein devrimler yapmışsalar
yeni bir devrim gerekmektedir. Şimdi de ister
zihinsel diyelim, ister tinsel diyelim, isterse de
bilinçsel diyelim yeni bir devrime, yeni bir
paradigmaya gerek vardır. İşte bu noktada
eleştirel yaklaşımla kendimizi ve hayatımızı
sorgulamaya başlamalıyız. Sokrates’in de dediği
gibi “sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değer
değildir. “ (Prof. Sugur, 2013, seminer notları).
54
55. O
halde işe sorgulamakla başlamalıyız.
Dahası şunu da farketmeliyiz ki yanlış hayatları
doğru şekilde yaşamaya çalışıyoruz. Bu
bağlamda Adorno’nun o sözü bizi kendi
içimize döndürmelidir. Eleştirel yaklaşımın
verdiği sorgulama gücüyle ve içimizdeki
üretkenliği birleştirip yeniden özgürleşmeye ve
yeniden insana dair sorunlara çözüm arayan
bir paradigmaya geçmeliyiz.
55
56. Bu paradigma tüm paradigmaları içeren ve
içerecek olan dinamik bir paradigmadır.
Dinamik bir bilim felsefesinin paradigması da
dinamiktir. Dinamik bir bilim felsefesi ve
paradigması uygulamalı felsefeye giden yolu
inşa eder.
56
57. Ünlü
İngiliz felsefeci Whitehead tüm batı
felsefesi tarihini Platon’a bir dipnot diye
özetlemiştir. Bizim de maalesef bilimsel
tarihimiz batı bilim ve felsefesine gönderilen
dipnotlardan ibaret kalmıştır. Arada sırada
mutlaka farklı örnekler ve farklı sesler vardır.
Biz burada Batıya karşı bir tutum da
savunmuyoruz
57
58. Biz
kendi zihinsel devrimimizle ve hızlı
ellerimizle ve de berrak zihinlerimizle tüm
evrene ışık yakacak bir akımın öncüsü
olmalıyız. Biz burada, şuna davet ediyoruz:
Yeni bir felsefeye, insan felsefesine…
58
59. Bu bağlamda kendi alanımız olan eğitim
alanında muhteşem bir potansiyel gizlidir. Bu
potansiyel içimizdedir. Yegâne potansiyel
içten gelendir. Çocuklarımıza doğru eğitimi
ve programını hazırlayacak olan eninde
sonunda felsefe değilse de eğitim felsefesidir.
Bu noktada üstat John Locke harika bir fırsatın
kapılarını zaten bize sunmuştur. Locke’ye göre
insan zihni doğuştan bir tabula rasadır.
(Locke, 1997).
59
60. Yani insan zihni boş bir levhadır. Dolayısıyla
deneyim yegâne öğretmendir. Fakat bugün
zihinlerimize öylesine karalamalar yazılmıştır ki
eğitim felsefesine düşen görev; doğru silgiyle
o karalamaları silip öğrencilere kendi
kendilerini gerçekleştirebilecek fikirlerin işaret
fişeklerini sunmaktır. Locke öyle derken ne
müthiş bir potansiyelin eğitimde gizli olduğunu
söylemiştir. En iyi felsefe de insana dair olup
insanı ve insanlığı ileri götüren felsefedir.
60
61. Nietzsche,
“Tanrı öldü” derken bugünkü
felsefenin geldiği noktayı önceden görmüştür.
Aylarca ve akademik makalelerce Russell’in
“antik çağin son büyük filozofu köpeklere
hayrandı” ifadesinden kimden söz ettiği
konusundan
tutun
da,
Wittgenstein’in
“Paris’teki ölçüler ve ayarlar müzesinde öyle
bir nesne vardır ki o ne bir metreden fazladır
ne de bir metreden eksiktir.
61
62. İşte o metrenin ta kendisidir.”(Kripke, 1980),
ya da “bir kasabada tek berber vardır ve bu
berber herkesin saçını kesiyorsa bu herkes
kendisini de kapsar mı kapsamaz mı?” gibi
zihinsel jimnastik etkinlikleriyle zaman geçiren
bir akademik alana dönüştürülmüş olan bilim
felsefesi, Wittgenstein olsun Russell olsun
insanların mutluluğu ve berrak zihinliliği için ne
büyük
çabalar
harcamış
olduğunu
anlamaktan uzaktır.
62
63. Yine de felsefecilerin zamanlarını daha kötü
geçirebilecekleri pek çok farklı etkinlik
olabilecekken
bu
türden
zihinsel
jimnastiklerden zarar gören varlıklar ağaçlarla
sınırlı kalmıştır. Çünkü böyle üst düzey soyut
etkinliklerin kaleme alınmasıyla pek çok ağaç
maalesef can vermiştir.
63
64. Hayatta her yaklaşımın bir yeri ve zamanı
vardır. Yaşamın da ölümün de bir yeri ve
zamanı vardır. Fakat bize düşen bu dünyada
bir etki yaratmak için doğruya ulaşmayı
denemektir. Bu da en iyi eğitimle olur. Eğitimi
de yönlendirecek olan Lockeci bir tutumla
yeniden düzenlenen bir eğitim felsefesi ve
çocuklarımıza kendi tebeşirlerini veren bir
uygulamalı felsefedir.
64
65. Yarını
ellerimizin arasında tutmaktayız. Bu
yarın ancak doğru eğitim felsefesiyle ve
yaşam boyu öğrenmeye dinamik felsefe ve
uygulamalı bilim felsefesini dâhil etmekle
mümkün olacaktır. Felsefe, her disiplinde ve
her öğrenim düzeyinde en az bir yıl okunacak
bir ders olmalıdır. Dahası her şeyin felsefesinin
de öğretilmesi elzemdir.
65
66. Felsefesiz bir eğitim sistemi dekapite edilmiş bir
kurbağadan
farksızdır.
İstediğimiz
kadar
debelenelim, gideceğimiz ve düze çıkacağımız
bir yer olamaz. Dolayısıyla bugün çocuklarımız
okullarda yanlarında bıçak, silah, sopa gibi birçok
aletle geliyorsa ve bunları şiddet amaçlı
kullanıyorsa kesin olan şudur: Eğitim felsefemizde
bir yanlışlık vardır ve yanlışı öğretenler doğru
epistemolojiyle çocuklarımızı elimizden bir bir alıp
götürmektedir.
66
67. Çocuklar
silahlarla okullara dalıp öğrencileri ve
öğretmenleri tarayarak öldürmektedir. Maalesef
bugünkü durum budur.
Şarkılarda “ben onu
öldürdüm,
yakalanmadan
kaçmalıyım,
belki
öldürdüğüm kişi birilerinin oğluydu” gibi zeka sorularına
taş çıkartacak sözleri çocuklarımıza bilinçaltı hipnoz ve
telkin olarak veren birçok kanal bulunurken; “bugün
ben daha iyi bir insan olmalıyım, bugün evrene barış
getirmeliyim,
bugün
bir
kişiyi
daha
fazla
sevmeliyim, bugün ağzımdan çıkan her sözcük pozitif
olmalı” diye telkin eden bir kanala ben ampirik olarak
rastlamadım.
67
69. Russell’in
dediği gibi “düşüncelerimiz için
ölemeyiz çünkü onlar her an yanlışlanabilir.”
Evet, bu bizim kendi aşırılıklarımızı törpülemek
için bir el feneridir. Bu da bilim felsefesine daha
da
büyük
bir
sorumluluğun
düştüğünü
göstermektedir.
69
70. Bilimsel bilgi eleştirici yaklaşımın özüyle insanı
özgürleştirip
potansiyeline
fırsat
verip,
zincirlerinden kurtaran bilgidir. Rousseau’nun
da dediği gibi özgür gibi görünsek de her yerde
zincir içindeyiz ve postmodern bir köleliğin
çanları çalmaktadır. (Rousseau, 1997).
70
71. Dahası bu kaos içinde muhteşem potansiyeller
kaybolup gitmektedir. Fakat kesin olmasa da
Humeci bir tutumla yorumlarsak en basit
düzeyde geceden sonra güneşin doğacağı bir
bağıntıdır ve bu bağıntıyla yaşamı ölüm takip
etmektedir.
71
72. Dolayısıyla düşüncelerimiz için mi olur, ne için
olur bilemesek de bir gün öleceğimiz olasıdır ve
model mantıkla olası olan zaten olmuş gibi bir
şeydir. O halde daha iyi bir yaşam için tüm
yaklaşımları içeren dinamik felsefeyi evrenin
hizmetine sunmalıyız.
Bu konuda eğitim felsefesini Lockeci bir bakış
açısıyla yeniden kendi küllerinden yaratmaya
davet ediyoruz.
72
74. Kaynakça:
Marx, K. Collected works, 40 vols. (New York, NY:
International Publishers, 1976), 5: 8.
Habermas, J. (1971). Knowledge and Human Interest.
Boston: Beacon Press.
Locke, J. (1997). An Essay Concerning Human
Understanding. London: Penguin.
Kripke, S. (1980). Naming and Necessity.
Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press.
Churchland, P. (1989) “The Anti-Realist Epistemology of Van
Fraassen’s The Scientific Image, in Readings in the
Philosophy of Science, B. Brody and R. Grandy, eds. New
York: Prentice Hall, pp. 72-79.
74
75. Earman, J. (1992) Bayes or Bust? A Critical Examination of
75
Bayesian Confirmation Theory, Cambridge: MIT Press.
Feyerabend, P. K. (1979) Against Method: Berkeley: Verso
Press.
Feyerabend, P. K. (1989) “How to be a Good Empiricist”, in
Readings in the Philosophy of Science, B. Brody and R.
Grandy, eds., New York: Prentice Hall, pp. 104-123.
Friedman, M. (1983) Foundations of Space-Time Theories:
Relativistic Physics and Philosophy of Science, Princeton:
Princeton University Press.
Glymour, C. (1980) Theory and Evidence, Princeton:
Princeton University Press.
76. Gardenfors, P. (1988) Knowledge in Flux: Modeling
76
the Dynamics of Epistemic States, Cambridge: MIT
Press.
Kitcher, P. (1984) “Kant's Philosophy of Science”, in
Self and Nature in Kant's Philosophy, Cornell University
Press: Ithaca.
Kuhn, T. (1970) The Structure of Scientific Revolutions,
Chicago: University of Chicago Press.
Laudan, L. (1996) Beyond Positivism and Relativism,
Boulder: Westview Press.
Laudan, L. (1980) “Why Abandon the Logic of
Discovery?”, in Scientific Discovery, Logic, and
Rationality, T. Nickles, ed., Dordrectht: D.
Nozick, R. (1981) Philosophical Explanations,
Cambridge: Harvard University Press.
77. Quine, W. V. (1992) Pursuit of Truth, Cambridge:
77
Harvard University Press. Sugur, N. (2013).
Philosophy of Social Sciences Seminar Notes.
Nietzsche, F. (1967). On The Geneaology Of
Morals. New York: Random House Inc.
Nietzsche, F. (2001). The Gay Science.
Cambridge: Cambridge University Press.
Hume, D. (1975). An Enquiry Concerning Human
Understanding. Oxford: Clarendon Press.
Hume, D. (1967). A Treatise of Human Nature.
Oxford: Oxford University Press.
78. James, W. (1948) “The Will to Believe”, in
78
Essays in Pragmatism, ed. A. Castell.
New York: Collier Macmillan.
Popper, K. (1968) The Logic of Scientific
Discovery, New York: Harper.
Rousseau, J.J. (1997). The Social Contract.
Cambridge: Cambridge University Press.
Mead, M. (2000). Keep Your Powder Dry.
Berghahn Books.