1. ََاّ ِينَ ُؤْ ِ ُونَ ب َا ُنْ ِلَ َِيْكَ َ َا ُنْ ِ َ ِنْ َبِْكَ َ ِاْل ِ َ ِ ُمْ ُو ِ ُون
و لذ ي من ِم ا ز ال وم ا زل م ق ل وب خرة ه ي قن
Kur'an-ı Kerim, bu âyet gibi çok âyetlerde terkiblerin, kelâmların
muhtemel bulundukları ihtimallerden, vecihlerden bir ihtimalini veya bir
vechini bir emare ile tayin etmemekle, nazm-ı kelâmı mürsel ve mutlak
bırakmıştır. Bu da i'cazı intac eden îcaza menşe' olarak lâtif bir sırdır.
Şöyle ki:
Belâgat, mukteza-yı hale mutabakattan ibarettir. Kur'anın
muhatabları, muhtelif asırlarda mütefavit tabakalardır. Bu tabakalara
mürâaten, muhavere ve mükâlemeyi o asırlara teşmil etmek üzere, çok
yerlerde tamim için hazf yapıyor, çok yerlerde nazm-ı kelâmı mutlak
bırakıyor ki; ehl-i belâgat ve ulûm-u Arabiyece güzel görünen vecihler,
ihtimaller çoğalsın ki, her asırda her tabaka, fehimlerine göre hissesini
alsın.
Bu âyeti mâkabliyle nazm ve rabteden münasebet: Kur'an-ı Kerim,
evvelki âyetle tamim yaptıktan sonra, bu âyetle tahsis yapmıştır. Evet bu
âyet, ehl-i kitabdan îman edenleri tahsisle şereflerini ilân ve îmana
gelmeyenleri îmana teşvik ediyor. Abdullah İbn-i Selâm ele alınarak
diğerlerinin Abdullah İbn-i Selâm gibi olmaları için yapılan teşvik gibi.
Ve keza Kur'an-ı Kerim'in bütün ümmetlere ve risalet-i
Muhammediye'nin bütün milletlere şâmil olduklarını tasrih etmek üzere,
her ikiَ َّ ِينile َ ُ ّ ِيnin her iki kısmına tansis edilmiştir.
متق ن الذ
Ve keza ِ ْ َ ْ ُ ْ ِ ُو َ ِاsadefinde bulunan îmanın rükünlerini beyan
يؤمن ن ب لغي ب
etmek için, icmalden sonra tafsile geçmiştir. Çünkü bu âyet; kitablara,
kıyamete sarahaten; rusül ve melâikeye zımnen delâlet eder.
2. sh: » (İ: 48)
Kur'an-ı Azîmüşşan burada و م من ن ب ُ ن
ِ َالْ ُؤْ ِ ُونَ ِالْقرْآنgibi îcazlı ifadeleri
terkedip, َ ْ َِ َ ِ ْ ُ َاّ ِي َ ُ ْ ِ ُو َ ِ َاile itnabı ihtiyar etmiştir. Şu itnab,
و لذ ن يؤمن ن بم انزل الي ك
bu makamı yüksek nükte ve letâifle tezyin etmek için ihtiyar edilmiştir.
1- Esma-i mevsule ve mübhemeden bulunan ََّ ِي ن
الذ
, burada hükmün
medarı ve maksadın esası îman sıfatı olduğuna ve mevsufu ile sair sıfatları
îman sıfatına tâbi ve altında görünmez bir durumda olduklarına işarettir.
2- Yalnız zamanların birinde sübutu ifade eden ُؤْ ِ ُونَنkelimesine
م من
bedel fiil sîgasıyla ُؤْ ِ ُونَن
ي من
tabiri, nüzul ve zuhur tekerrür ettikçe îmanın
teceddüd ettiğine işarettir.
3- İbhamı ifade eden مَا
, îman-ı icmalînin kâfi geldiğine ve îmanın,
Hadîs gibi bâtınî ve Kur'an gibi zâhirî vahiylere şamil olduğuna işarettir.
4- َُنْ ِل
از
maddesi itibariyle; Kur'ana îman, Kur'anın Allah'tan
nüzulüne îman demek olduğunu gösteriyor. Kezalik Allah'a îman; Allah'ın
vücuduna îman, âhirete îman, âhiretin gelmesine îman demektir.
5- َُنْ ِل
از, mâziye delâlet eden heyet itibariyle, henüz nâzil olmayanın
nüzulü, nâzil olanın nüzulü kadar muhakkak olduğuna işarettir. Maahaza
ي من ن
َ ُؤْ ِ ُوdeki istikbal, َ ِ ْ ُنnin mâziliğinden neş'et eden noksanı telafi eder.
ا زل
Yani henüz nâzil olmayan kısım َ ِ ْ ُ nin şumulü dâhilinde değilse de,
انزل
ي من ن
َ ُؤْ ِ ُوnin şümulü altındadır. Bu tenzil mes'elesi, Kur'anın
3. sh: » (İ: 49)
çok yerlerinde vuku bulmuştur. Bazan mâzi, istikbale misafir gider. Bazan
da muzari, mazinin memleketine gelir. Bunda, çok latif bir belâgat vardır.
Şöyle ki:
Bir adam, kendisine göre henüz geçmemiş bir şeyi mâziye delâlet
eden bir sîga ile işittiği zaman, zihni heyecana gelir, ayılır; anlar ki,
muhatab yalnız o değildir. Belki arkasında muhtelif mesafelerde pek çok
ayrı ayrı taifeler, saflar bulunmakla, kendisine tevcih edilen hitapları,
nidaları, İlahî hitabeleri, arkasında bulunan bütün o taifeler işitir gibi
zihnine gelir.
عل ك
َ ْ ََيye bedel َ َِيْ كnin zikri: Resul-i Ekrem (A.S.M.) in teklif edilen
ال
risalet vazifesini cüz'-i ihtiyarîsiyle haml ve kabul etmiş olduğuna ve bu
hizmet Cibril tarafından görüldüğünden, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) daha
yüksek olduğuna işarettir. Çünki ََىda
عل ihtiyar olmadığı gibi, vasıta-i
nüzulün daha yüksek olduğuna delâlet eder. ََِيْك
ال
deki zamirin ism-i zâhire
tercih sebebi, Kur'an ve Kur'ana ait hususat hususunda Hazret-i
Muhammed (A.S.M.) yalnız muhatab olup; kelâm, Allah'ın kelâmı
olduğuna işarettir.
Bu kelâmın îcaz derecesi, şu zikredilen letaiften anlaşıldı.
و ا زل م ق ْل ن
َ : َمَنا ُنْ ِ َ ِن نْ َبِك
Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o
teşvikten sami'leri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu
cümlenin mâkabliyle nazmına dair quot;dört letaifquot; vardır.
1- Bu cümlenin mâkabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle
ki:
Ey insanlar! Kur'ana iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sâbıkaya da iman
ediniz. Çünkü Kur'an, onların sıdkına delil ve şâhiddir.
2- Yahut o atf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki:
Ey ehl-i kitab! Geçmiş olan enbiya ve kitablara îman ettiğiniz gibi,
Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ile Kur'ana da îman ediniz! Zira onlar,
Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve
kitablarının sıdkına olan deliller, hakikatiyla, ruhiyle Kur'anda ve
4. sh: » (İ: 50)
Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) bulunmuştur. Öyle ise, Kur'an Allah'ın
kelâmı ve Hazret-i Muhammed (A.S.M.) de resulü olduğunu tarîk-i ûlâ ile
kabul ediniz ve etmelisiniz.
3- Zaman-ı Saadet'te, Kur'andan neş'et eden İslâmiyet sanki bir
şeceredir. Kökü zaman-ı saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı
hayat menba'larından kuvvet ve hayat alarak, her tarafa intişar ettikleri
gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere
maddî ve manevî semereleri yetiştiriyor. Evet İslâmiyet mazi ile istikbali
kanatları altına almış, gölgelendirerek istirahat-ı umumiyeyi temin ediyor.
4- Kur'an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle,
onlara bir ünsiyet, bir sühûlet gösteriyor. Şöyle ki:
Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur.
Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi
emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye
üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, bütün kütüb-ü
sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem' etmiş
olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta'dil ve tekmil edicidir.
Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle
maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir
cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların
tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış
devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve
maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı
fer'iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer'î hükümlerden biri, bir zamanda
maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir
şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ' olur. Bu sırdandır ki, Kur'an fer'î
hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka
hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.
َ: ِنننْ َبِْكنن
م قل Kur'anda hiçbir kelime bulunmuyor ki, mevkiiyle
münasebettar olmasın. Veyahut mevkiinin başka bir kelimeye münasebeti
daha çok olsun. Evet Kur'anın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o
mevkiin başında bir tâc-ı zerrın gibi görünür. Ve aralarındaki
münasebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur. Ezcümle: ِنْن
م
ق لك
َ ِْ َبkelimesine bak! Bu âyetin her tarafından uçup bu kelimenin
5. sh: » (İ: 51)
başına konan letâifi gör. Zira bu âyet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet
mes'elesinde quot;Beş Maksadquot; vardır. Bu maksadlar, beş nükte ve letaiften
in'ikas etmiştir. Bu beş letaif, م ق لك
َ ِْ ِنْ َبnin sadefindedir. Maksadlar ise:
1- Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resuldür.
2- Ekmel-ür Rusüldür.
3- Hâtem-ül Enbiyadır.
4- Risaleti, âmmedir.
5- Şeriatı, sair şeriatların mehasinini cem' ile onların nâsihidir.
Birinci maksadın ِ ق لك
َ ِْ منْ َبden vech-i in'ikası: Meslekleri ve yolları bir
olan bir cemaat, ِنن َ ِْكنkelimesinden imaen fehmolunur. Binaenaleyh
َ م ْ قبل
Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) َ ِن ْ َ ِْكdeki zamire merci olması, o
م ن قبل ن
cemaatten ma'dud olmasını iktiza eder. Ve onların meslekleri olan
nübüvvetlerine ve kitaplarının sıdkına olan bütün deliller, Hazret-i
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın risaletine ve Kur'anın Allah'tan nâzil
olduğuna bir hüccet-i katıa olduğu gibi, onların mu'cizeleri de Hazret-i
Muhammed'in (A.S.M.) davasına bir mu'cize hükmüne geçer.
İkinci maksadın vech-i in'ikası: Üç kaideden tezahür eder.
1- Sultanlar daima halkın, cemaatin, ordunun sonunda çıkarlar.
2- Nev-i beşerde tekemmül vardır. Bu tekemmül kanunu, ikinci
mürebbinin ve ikinci mükemmilin evvelki mürebbilerden daha ekmel
olmasını iktiza eder.
3- Alelekser, halefin mehareti, selefinden daha ziyadedir.
İşte bu üç kaideden, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ekmel-i enbiya
olduğu tezahür eder.
Üçüncü maksadın vech-i in'ikası: Meşhur bir kaidedir ki; bir vâhid
çoğalsa teselsül eder, gittikçe gider, bir yerde durmaz. Fakat çoklar ve
kesîr olanlar ittihad etse, kuvvetlenir, istikrar peyda eder, yerinde kalır,
daha değişmez. Demek Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hâtem-ül
enbiyadır. Mefhum-u muhalifiyle işmam eder ki, ondan sonra peygamber
gelmez. Hâtemiyetine hâtem ve imza basar.
6. sh: » (İ: 52)
Dördüncü maksadın vech-i in'ikası: ِنْن َبِْكَن
م قل kelimesinin ifade ettiği
gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.), onların halefidir. Ve onlar, tamamen o
hazretin selefleridir. Binaenaleyh halefin selefe ait vazifeyi tamamıyla
üzerine alarak onların yerine kaim olması, o hazretin bütün seleflerine
nâib ve bütün ümmetlerine resul olduğunu iktiza eder. Evet bu kaide,
hükmüne uygun fıtrî bir kaidedir. Zira zaman-ı saadetten evvel insan
âleminin ihtiva ettiği ümmetler, milletler arasında maddeten ve manen,
istidaden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniş mesafeler vardı. Bunun içindi
ki, terbiye-i vâhide ve davet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki, âlem-i
insaniyet zaman-ı saadetin şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i efkâr
ile, an'anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlarıyla
ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hatta
küre-i Arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet
ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü.
Beşinci maksadın vech-i in'ikası: ِنْن َبِْكَن
م قل deki ِنْن
م
, ibtida manasını
ifade eder. İbtida ise, bir intihaya bakar. İntiha, adem-i ihtiyaca delâlet
eder. Öyle ise o hazret, Hâtem-ül Enbiya'dır ve âlem-i insaniyetin başka
bir resule ihtiyacı yoktur.
م ق ْل ن
َ ِننْ َبِكkelimesininbu beş letaife ma'kes ve mazhar olmasına
nazar-ı belâgatça delâlet eden emare şudur ki: Bu beş maksad, bir nehir
gibi şu âyetlerin altında cereyan etmekle, âyetten âyete intikal
neticesinde, ِنْن َبِْكَن
م قل
havuzunda içtima etmiştir. Evet kelimenin sathında
görünen bir tereşşuh, bir yaşlık, kelimenin altında havuzun bulunduğuna
delâlet ve îma eder. Maahâza bu maksadların beyanına ayrı ayrı âyetler
tahsis edilmiştir.