SlideShare a Scribd company logo
1 of 6
َ‫َاّ ِينَ ُؤْ ِ ُونَ ب َا ُنْ ِلَ َِيْكَ َ َا ُنْ ِ َ ِنْ َبِْكَ َ ِاْل ِ َ ِ ُمْ ُو ِ ُون‬
      ‫و لذ ي من ِم ا ز ال وم ا زل م ق ل وب خرة ه ي قن‬
      Kur'an-ı Kerim, bu âyet gibi çok âyetlerde terkiblerin, kelâmların
muhtemel bulundukları ihtimallerden, vecihlerden bir ihtimalini veya bir
vechini bir emare ile tayin etmemekle, nazm-ı kelâmı mürsel ve mutlak
bırakmıştır. Bu da i'cazı intac eden îcaza menşe' olarak lâtif bir sırdır.
Şöyle ki:
       Belâgat, mukteza-yı hale mutabakattan ibarettir. Kur'anın
muhatabları, muhtelif asırlarda mütefavit tabakalardır. Bu tabakalara
mürâaten, muhavere ve mükâlemeyi o asırlara teşmil etmek üzere, çok
yerlerde tamim için hazf yapıyor, çok yerlerde nazm-ı kelâmı mutlak
bırakıyor ki; ehl-i belâgat ve ulûm-u Arabiyece güzel görünen vecihler,
ihtimaller çoğalsın ki, her asırda her tabaka, fehimlerine göre hissesini
alsın.
      Bu âyeti mâkabliyle nazm ve rabteden münasebet: Kur'an-ı Kerim,
evvelki âyetle tamim yaptıktan sonra, bu âyetle tahsis yapmıştır. Evet bu
âyet, ehl-i kitabdan îman edenleri tahsisle şereflerini ilân ve îmana
gelmeyenleri îmana teşvik ediyor. Abdullah İbn-i Selâm ele alınarak
diğerlerinin Abdullah İbn-i Selâm gibi olmaları için yapılan teşvik gibi.
    Ve keza Kur'an-ı Kerim'in bütün ümmetlere ve risalet-i
Muhammediye'nin bütün milletlere şâmil olduklarını tasrih etmek üzere,
her ikiَ‫ َّ ِين‬ile َ ‫ ُ ّ ِي‬nin her iki kısmına tansis edilmiştir.
          ‫متق ن الذ‬
      Ve keza ِ ْ َ ْ ‫ ُ ْ ِ ُو َ ِا‬sadefinde bulunan îmanın rükünlerini beyan
                  ‫يؤمن ن ب لغي ب‬
etmek için, icmalden sonra tafsile geçmiştir. Çünkü bu âyet; kitablara,
kıyamete sarahaten; rusül ve melâikeye zımnen delâlet eder.
sh: » (İ: 48)

       Kur'an-ı Azîmüşşan burada            ‫و م من ن ب ُ ن‬
                                            ِ‫ َالْ ُؤْ ِ ُونَ ِالْقرْآن‬gibi îcazlı ifadeleri
terkedip, َ ْ َِ َ ِ ْ ُ ‫ َاّ ِي َ ُ ْ ِ ُو َ ِ َا‬ile itnabı ihtiyar etmiştir. Şu itnab,
          ‫و لذ ن يؤمن ن بم انزل الي ك‬
bu makamı yüksek nükte ve letâifle tezyin etmek için ihtiyar edilmiştir.

     1- Esma-i mevsule ve mübhemeden bulunan                    َ‫َّ ِي ن‬
                                                                    ‫الذ‬
                                                        , burada hükmün
medarı ve maksadın esası îman sıfatı olduğuna ve mevsufu ile sair sıfatları
îman sıfatına tâbi ve altında görünmez bir durumda olduklarına işarettir.

       2- Yalnız zamanların birinde sübutu ifade eden               ‫ ُؤْ ِ ُونَن‬kelimesine
                                                                        ‫م من‬
bedel fiil sîgasıyla   ‫ُؤْ ِ ُونَن‬
                           ‫ي من‬
                             tabiri, nüzul ve zuhur tekerrür ettikçe îmanın
teceddüd ettiğine işarettir.

      3- İbhamı ifade eden           ‫مَا‬
                                 , îman-ı icmalînin kâfi geldiğine ve îmanın,
Hadîs gibi bâtınî ve Kur'an gibi zâhirî vahiylere şamil olduğuna işarettir.

     4-     َ‫ُنْ ِل‬
              ‫از‬
              maddesi itibariyle; Kur'ana îman, Kur'anın Allah'tan
nüzulüne îman demek olduğunu gösteriyor. Kezalik Allah'a îman; Allah'ın
vücuduna îman, âhirete îman, âhiretin gelmesine îman demektir.

     5-   َ‫ُنْ ِل‬
            ‫از‬, mâziye delâlet eden heyet itibariyle, henüz nâzil olmayanın
nüzulü, nâzil olanın nüzulü kadar muhakkak olduğuna işarettir. Maahaza
‫ي من ن‬
َ ‫ ُؤْ ِ ُو‬deki istikbal, َ ِ ْ‫ ُن‬nin mâziliğinden neş'et eden noksanı telafi eder.
                          ‫ا زل‬
Yani henüz nâzil olmayan kısım َ ِ ْ ُ nin şumulü dâhilinde değilse de,
                                          ‫انزل‬
‫ي من ن‬
َ ‫ ُؤْ ِ ُو‬nin şümulü altındadır. Bu tenzil mes'elesi, Kur'anın
sh: » (İ: 49)
çok yerlerinde vuku bulmuştur. Bazan mâzi, istikbale misafir gider. Bazan
da muzari, mazinin memleketine gelir. Bunda, çok latif bir belâgat vardır.
Şöyle ki:
      Bir adam, kendisine göre henüz geçmemiş bir şeyi mâziye delâlet
eden bir sîga ile işittiği zaman, zihni heyecana gelir, ayılır; anlar ki,
muhatab yalnız o değildir. Belki arkasında muhtelif mesafelerde pek çok
ayrı ayrı taifeler, saflar bulunmakla, kendisine tevcih edilen hitapları,
nidaları, İlahî hitabeleri, arkasında bulunan bütün o taifeler işitir gibi
zihnine gelir.

      ‫عل ك‬
      َ ْ‫ ََي‬ye bedel َ‫ َِيْ ك‬nin zikri: Resul-i Ekrem (A.S.M.) in teklif edilen
                           ‫ال‬
risalet vazifesini cüz'-i ihtiyarîsiyle haml ve kabul etmiş olduğuna ve bu
hizmet Cibril tarafından görüldüğünden, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) daha
yüksek olduğuna işarettir. Çünki      ‫ ََى‬da
                                       ‫عل‬      ihtiyar olmadığı gibi, vasıta-i
nüzulün daha yüksek olduğuna delâlet eder.      َ‫َِيْك‬
                                                    ‫ال‬
                                           deki zamirin ism-i zâhire
tercih sebebi, Kur'an ve Kur'ana ait hususat hususunda Hazret-i
Muhammed (A.S.M.) yalnız muhatab olup; kelâm, Allah'ın kelâmı
olduğuna işarettir.
      Bu kelâmın îcaz derecesi, şu zikredilen letaiften anlaşıldı.

      ‫و ا زل م ق ْل ن‬
      َ ‫: َمَنا ُنْ ِ َ ِن نْ َبِك‬
                              Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o
teşvikten sami'leri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu
cümlenin mâkabliyle nazmına dair quot;dört letaifquot; vardır.
      1- Bu cümlenin mâkabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle
ki:
      Ey insanlar! Kur'ana iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sâbıkaya da iman
ediniz. Çünkü Kur'an, onların sıdkına delil ve şâhiddir.
      2- Yahut o atf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki:
      Ey ehl-i kitab! Geçmiş olan enbiya ve kitablara îman ettiğiniz gibi,
Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ile Kur'ana da îman ediniz! Zira onlar,
Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve
kitablarının sıdkına olan deliller, hakikatiyla, ruhiyle Kur'anda ve
sh: » (İ: 50)
Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) bulunmuştur. Öyle ise, Kur'an Allah'ın
kelâmı ve Hazret-i Muhammed (A.S.M.) de resulü olduğunu tarîk-i ûlâ ile
kabul ediniz ve etmelisiniz.
      3- Zaman-ı Saadet'te, Kur'andan neş'et eden İslâmiyet sanki bir
şeceredir. Kökü zaman-ı saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı
hayat menba'larından kuvvet ve hayat alarak, her tarafa intişar ettikleri
gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere
maddî ve manevî semereleri yetiştiriyor. Evet İslâmiyet mazi ile istikbali
kanatları altına almış, gölgelendirerek istirahat-ı umumiyeyi temin ediyor.
      4- Kur'an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle,
onlara bir ünsiyet, bir sühûlet gösteriyor. Şöyle ki:
       Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur.
Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi
emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye
üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, bütün kütüb-ü
sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem' etmiş
olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta'dil ve tekmil edicidir.
Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle
maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir
cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların
tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış
devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve
maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı
fer'iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer'î hükümlerden biri, bir zamanda
maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir
şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ' olur. Bu sırdandır ki, Kur'an fer'î
hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka
hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.

      َ‫: ِنننْ َبِْكنن‬
          ‫م قل‬     Kur'anda hiçbir kelime bulunmuyor ki, mevkiiyle
münasebettar olmasın. Veyahut mevkiinin başka bir kelimeye münasebeti
daha çok olsun. Evet Kur'anın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o
mevkiin başında bir tâc-ı zerrın gibi görünür. Ve aralarındaki
münasebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur. Ezcümle:        ‫ِنْن‬
                                                                               ‫م‬
‫ق لك‬
َ ِْ‫ َب‬kelimesine bak! Bu âyetin her tarafından uçup bu kelimenin
sh: » (İ: 51)
başına konan letâifi gör. Zira bu âyet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet
mes'elesinde quot;Beş Maksadquot; vardır. Bu maksadlar, beş nükte ve letaiften
in'ikas etmiştir. Bu beş letaif,   ‫م ق لك‬
                                   َ ِْ‫ ِنْ َب‬nin sadefindedir. Maksadlar ise:
      1- Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resuldür.
      2- Ekmel-ür Rusüldür.
      3- Hâtem-ül Enbiyadır.
      4- Risaleti, âmmedir.
      5- Şeriatı, sair şeriatların mehasinini cem' ile onların nâsihidir.

      Birinci maksadın   ‫ِ ق لك‬
                         َ ِْ‫ منْ َب‬den vech-i in'ikası: Meslekleri ve yolları bir
olan bir   cemaat, ‫ ِنن َ ِْكن‬kelimesinden imaen fehmolunur. Binaenaleyh
                   َ ‫م ْ قبل‬
Hazret-i   Muhammed'in (A.S.M.) َ‫ ِن ْ َ ِْك‬deki zamire merci olması, o
                                      ‫م ن قبل ن‬
cemaatten ma'dud olmasını iktiza eder. Ve onların meslekleri olan
nübüvvetlerine ve kitaplarının sıdkına olan bütün deliller, Hazret-i
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın risaletine ve Kur'anın Allah'tan nâzil
olduğuna bir hüccet-i katıa olduğu gibi, onların mu'cizeleri de Hazret-i
Muhammed'in (A.S.M.) davasına bir mu'cize hükmüne geçer.
      İkinci maksadın vech-i in'ikası: Üç kaideden tezahür eder.
      1- Sultanlar daima halkın, cemaatin, ordunun sonunda çıkarlar.
     2- Nev-i beşerde tekemmül vardır. Bu tekemmül kanunu, ikinci
mürebbinin ve ikinci mükemmilin evvelki mürebbilerden daha ekmel
olmasını iktiza eder.
      3- Alelekser, halefin mehareti, selefinden daha ziyadedir.
     İşte bu üç kaideden, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ekmel-i enbiya
olduğu tezahür eder.
      Üçüncü maksadın vech-i in'ikası: Meşhur bir kaidedir ki; bir vâhid
çoğalsa teselsül eder, gittikçe gider, bir yerde durmaz. Fakat çoklar ve
kesîr olanlar ittihad etse, kuvvetlenir, istikrar peyda eder, yerinde kalır,
daha değişmez. Demek Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hâtem-ül
enbiyadır. Mefhum-u muhalifiyle işmam eder ki, ondan sonra peygamber
gelmez. Hâtemiyetine hâtem ve imza basar.
sh: » (İ: 52)

       Dördüncü maksadın vech-i in'ikası:   ‫ِنْن َبِْكَن‬
                                               ‫م قل‬   kelimesinin ifade ettiği
gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.), onların halefidir. Ve onlar, tamamen o
hazretin selefleridir. Binaenaleyh halefin selefe ait vazifeyi tamamıyla
üzerine alarak onların yerine kaim olması, o hazretin bütün seleflerine
nâib ve bütün ümmetlerine resul olduğunu iktiza eder. Evet bu kaide,
hükmüne uygun fıtrî bir kaidedir. Zira zaman-ı saadetten evvel insan
âleminin ihtiva ettiği ümmetler, milletler arasında maddeten ve manen,
istidaden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniş mesafeler vardı. Bunun içindi
ki, terbiye-i vâhide ve davet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki, âlem-i
insaniyet zaman-ı saadetin şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i efkâr
ile, an'anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlarıyla
ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hatta
küre-i Arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet
ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü.

      Beşinci maksadın vech-i in'ikası:  ‫ِنْن َبِْكَن‬
                                            ‫م قل‬  deki     ‫ِنْن‬
                                                              ‫م‬
                                                         , ibtida manasını
ifade eder. İbtida ise, bir intihaya bakar. İntiha, adem-i ihtiyaca delâlet
eder. Öyle ise o hazret, Hâtem-ül Enbiya'dır ve âlem-i insaniyetin başka
bir resule ihtiyacı yoktur.
      ‫م ق ْل ن‬
      َ‫ ِننْ َبِك‬kelimesininbu beş letaife ma'kes ve mazhar olmasına
nazar-ı belâgatça delâlet eden emare şudur ki: Bu beş maksad, bir nehir
gibi şu âyetlerin altında cereyan etmekle, âyetten âyete intikal
neticesinde,    ‫ِنْن َبِْكَن‬
                   ‫م قل‬
                     havuzunda içtima etmiştir. Evet kelimenin sathında
görünen bir tereşşuh, bir yaşlık, kelimenin altında havuzun bulunduğuna
delâlet ve îma eder. Maahâza bu maksadların beyanına ayrı ayrı âyetler
tahsis edilmiştir.

More Related Content

What's hot (20)

6.Sua
6.Sua6.Sua
6.Sua
 
13.Soz
13.Soz13.Soz
13.Soz
 
Fihrist
FihristFihrist
Fihrist
 
Katre
KatreKatre
Katre
 
Emirdag Lahikasi I Mektub 145 218
Emirdag Lahikasi I   Mektub 145 218Emirdag Lahikasi I   Mektub 145 218
Emirdag Lahikasi I Mektub 145 218
 
7.Lema
7.Lema7.Lema
7.Lema
 
19.Mektup
19.Mektup19.Mektup
19.Mektup
 
Ramazanda Ayinda Dikkat Edilecek Hususlar
Ramazanda Ayinda Dikkat Edilecek HususlarRamazanda Ayinda Dikkat Edilecek Hususlar
Ramazanda Ayinda Dikkat Edilecek Hususlar
 
10. Huccet I Imaniye
10. Huccet I  Imaniye10. Huccet I  Imaniye
10. Huccet I Imaniye
 
23.Mektup
23.Mektup23.Mektup
23.Mektup
 
28.Lema
28.Lema28.Lema
28.Lema
 
5.Mektup
5.Mektup5.Mektup
5.Mektup
 
5.Sua
5.Sua5.Sua
5.Sua
 
Hubab
HubabHubab
Hubab
 
Iman I Bilgayb
Iman I BilgaybIman I Bilgayb
Iman I Bilgayb
 
Onuncu Risale
Onuncu RisaleOnuncu Risale
Onuncu Risale
 
Mukaddeme
MukaddemeMukaddeme
Mukaddeme
 
Denizli Lahikasi
Denizli LahikasiDenizli Lahikasi
Denizli Lahikasi
 
02 Kastamonu
02 Kastamonu02 Kastamonu
02 Kastamonu
 
7.Sua(Ayetulkubra)
7.Sua(Ayetulkubra)7.Sua(Ayetulkubra)
7.Sua(Ayetulkubra)
 

Similar to Iman I Bilahiret (20)

Ibtiday I Tefsir
Ibtiday I TefsirIbtiday I Tefsir
Ibtiday I Tefsir
 
29.Mektup
29.Mektup29.Mektup
29.Mektup
 
Nokta
NoktaNokta
Nokta
 
Semme
SemmeSemme
Semme
 
Huruf U Mukattaa
Huruf U MukattaaHuruf U Mukattaa
Huruf U Mukattaa
 
15.Mektup
15.Mektup15.Mektup
15.Mektup
 
28.Mektup
28.Mektup28.Mektup
28.Mektup
 
8.Mektup
8.Mektup8.Mektup
8.Mektup
 
11.Lema
11.Lema11.Lema
11.Lema
 
Zeyl Ul Habbe
Zeyl Ul HabbeZeyl Ul Habbe
Zeyl Ul Habbe
 
Habbe
HabbeHabbe
Habbe
 
Zeyl Ul Hubab
Zeyl Ul HubabZeyl Ul Hubab
Zeyl Ul Hubab
 
3.Lema
3.Lema3.Lema
3.Lema
 
1. Huccet I Imaniye
1. Huccet I  Imaniye1. Huccet I  Imaniye
1. Huccet I Imaniye
 
Ibadetin Hakikati
Ibadetin HakikatiIbadetin Hakikati
Ibadetin Hakikati
 
1.Lema
1.Lema1.Lema
1.Lema
 
2.Sua
2.Sua2.Sua
2.Sua
 
Delail I Hasir
Delail I HasirDelail I Hasir
Delail I Hasir
 
1.Soz
1.Soz1.Soz
1.Soz
 
11.Mektup
11.Mektup11.Mektup
11.Mektup
 

More from Ahmet Türkan

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Ahmet Türkan
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxAhmet Türkan
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfAhmet Türkan
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfAhmet Türkan
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfAhmet Türkan
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfAhmet Türkan
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfAhmet Türkan
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfAhmet Türkan
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfAhmet Türkan
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfAhmet Türkan
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAhmet Türkan
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfAhmet Türkan
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfAhmet Türkan
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfAhmet Türkan
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfAhmet Türkan
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfAhmet Türkan
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfAhmet Türkan
 

More from Ahmet Türkan (20)

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdf
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
 
ANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdfANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdf
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
 
AİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdfAİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdf
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptx
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
 
İŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdfİŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdf
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdf
 

Iman I Bilahiret

  • 1. َ‫َاّ ِينَ ُؤْ ِ ُونَ ب َا ُنْ ِلَ َِيْكَ َ َا ُنْ ِ َ ِنْ َبِْكَ َ ِاْل ِ َ ِ ُمْ ُو ِ ُون‬ ‫و لذ ي من ِم ا ز ال وم ا زل م ق ل وب خرة ه ي قن‬ Kur'an-ı Kerim, bu âyet gibi çok âyetlerde terkiblerin, kelâmların muhtemel bulundukları ihtimallerden, vecihlerden bir ihtimalini veya bir vechini bir emare ile tayin etmemekle, nazm-ı kelâmı mürsel ve mutlak bırakmıştır. Bu da i'cazı intac eden îcaza menşe' olarak lâtif bir sırdır. Şöyle ki: Belâgat, mukteza-yı hale mutabakattan ibarettir. Kur'anın muhatabları, muhtelif asırlarda mütefavit tabakalardır. Bu tabakalara mürâaten, muhavere ve mükâlemeyi o asırlara teşmil etmek üzere, çok yerlerde tamim için hazf yapıyor, çok yerlerde nazm-ı kelâmı mutlak bırakıyor ki; ehl-i belâgat ve ulûm-u Arabiyece güzel görünen vecihler, ihtimaller çoğalsın ki, her asırda her tabaka, fehimlerine göre hissesini alsın. Bu âyeti mâkabliyle nazm ve rabteden münasebet: Kur'an-ı Kerim, evvelki âyetle tamim yaptıktan sonra, bu âyetle tahsis yapmıştır. Evet bu âyet, ehl-i kitabdan îman edenleri tahsisle şereflerini ilân ve îmana gelmeyenleri îmana teşvik ediyor. Abdullah İbn-i Selâm ele alınarak diğerlerinin Abdullah İbn-i Selâm gibi olmaları için yapılan teşvik gibi. Ve keza Kur'an-ı Kerim'in bütün ümmetlere ve risalet-i Muhammediye'nin bütün milletlere şâmil olduklarını tasrih etmek üzere, her ikiَ‫ َّ ِين‬ile َ ‫ ُ ّ ِي‬nin her iki kısmına tansis edilmiştir. ‫متق ن الذ‬ Ve keza ِ ْ َ ْ ‫ ُ ْ ِ ُو َ ِا‬sadefinde bulunan îmanın rükünlerini beyan ‫يؤمن ن ب لغي ب‬ etmek için, icmalden sonra tafsile geçmiştir. Çünkü bu âyet; kitablara, kıyamete sarahaten; rusül ve melâikeye zımnen delâlet eder.
  • 2. sh: » (İ: 48) Kur'an-ı Azîmüşşan burada ‫و م من ن ب ُ ن‬ ِ‫ َالْ ُؤْ ِ ُونَ ِالْقرْآن‬gibi îcazlı ifadeleri terkedip, َ ْ َِ َ ِ ْ ُ ‫ َاّ ِي َ ُ ْ ِ ُو َ ِ َا‬ile itnabı ihtiyar etmiştir. Şu itnab, ‫و لذ ن يؤمن ن بم انزل الي ك‬ bu makamı yüksek nükte ve letâifle tezyin etmek için ihtiyar edilmiştir. 1- Esma-i mevsule ve mübhemeden bulunan َ‫َّ ِي ن‬ ‫الذ‬ , burada hükmün medarı ve maksadın esası îman sıfatı olduğuna ve mevsufu ile sair sıfatları îman sıfatına tâbi ve altında görünmez bir durumda olduklarına işarettir. 2- Yalnız zamanların birinde sübutu ifade eden ‫ ُؤْ ِ ُونَن‬kelimesine ‫م من‬ bedel fiil sîgasıyla ‫ُؤْ ِ ُونَن‬ ‫ي من‬ tabiri, nüzul ve zuhur tekerrür ettikçe îmanın teceddüd ettiğine işarettir. 3- İbhamı ifade eden ‫مَا‬ , îman-ı icmalînin kâfi geldiğine ve îmanın, Hadîs gibi bâtınî ve Kur'an gibi zâhirî vahiylere şamil olduğuna işarettir. 4- َ‫ُنْ ِل‬ ‫از‬ maddesi itibariyle; Kur'ana îman, Kur'anın Allah'tan nüzulüne îman demek olduğunu gösteriyor. Kezalik Allah'a îman; Allah'ın vücuduna îman, âhirete îman, âhiretin gelmesine îman demektir. 5- َ‫ُنْ ِل‬ ‫از‬, mâziye delâlet eden heyet itibariyle, henüz nâzil olmayanın nüzulü, nâzil olanın nüzulü kadar muhakkak olduğuna işarettir. Maahaza ‫ي من ن‬ َ ‫ ُؤْ ِ ُو‬deki istikbal, َ ِ ْ‫ ُن‬nin mâziliğinden neş'et eden noksanı telafi eder. ‫ا زل‬ Yani henüz nâzil olmayan kısım َ ِ ْ ُ nin şumulü dâhilinde değilse de, ‫انزل‬ ‫ي من ن‬ َ ‫ ُؤْ ِ ُو‬nin şümulü altındadır. Bu tenzil mes'elesi, Kur'anın
  • 3. sh: » (İ: 49) çok yerlerinde vuku bulmuştur. Bazan mâzi, istikbale misafir gider. Bazan da muzari, mazinin memleketine gelir. Bunda, çok latif bir belâgat vardır. Şöyle ki: Bir adam, kendisine göre henüz geçmemiş bir şeyi mâziye delâlet eden bir sîga ile işittiği zaman, zihni heyecana gelir, ayılır; anlar ki, muhatab yalnız o değildir. Belki arkasında muhtelif mesafelerde pek çok ayrı ayrı taifeler, saflar bulunmakla, kendisine tevcih edilen hitapları, nidaları, İlahî hitabeleri, arkasında bulunan bütün o taifeler işitir gibi zihnine gelir. ‫عل ك‬ َ ْ‫ ََي‬ye bedel َ‫ َِيْ ك‬nin zikri: Resul-i Ekrem (A.S.M.) in teklif edilen ‫ال‬ risalet vazifesini cüz'-i ihtiyarîsiyle haml ve kabul etmiş olduğuna ve bu hizmet Cibril tarafından görüldüğünden, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) daha yüksek olduğuna işarettir. Çünki ‫ ََى‬da ‫عل‬ ihtiyar olmadığı gibi, vasıta-i nüzulün daha yüksek olduğuna delâlet eder. َ‫َِيْك‬ ‫ال‬ deki zamirin ism-i zâhire tercih sebebi, Kur'an ve Kur'ana ait hususat hususunda Hazret-i Muhammed (A.S.M.) yalnız muhatab olup; kelâm, Allah'ın kelâmı olduğuna işarettir. Bu kelâmın îcaz derecesi, şu zikredilen letaiften anlaşıldı. ‫و ا زل م ق ْل ن‬ َ ‫: َمَنا ُنْ ِ َ ِن نْ َبِك‬ Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvikten sami'leri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu cümlenin mâkabliyle nazmına dair quot;dört letaifquot; vardır. 1- Bu cümlenin mâkabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki: Ey insanlar! Kur'ana iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sâbıkaya da iman ediniz. Çünkü Kur'an, onların sıdkına delil ve şâhiddir. 2- Yahut o atf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki: Ey ehl-i kitab! Geçmiş olan enbiya ve kitablara îman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ile Kur'ana da îman ediniz! Zira onlar, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitablarının sıdkına olan deliller, hakikatiyla, ruhiyle Kur'anda ve
  • 4. sh: » (İ: 50) Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) bulunmuştur. Öyle ise, Kur'an Allah'ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed (A.S.M.) de resulü olduğunu tarîk-i ûlâ ile kabul ediniz ve etmelisiniz. 3- Zaman-ı Saadet'te, Kur'andan neş'et eden İslâmiyet sanki bir şeceredir. Kökü zaman-ı saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı hayat menba'larından kuvvet ve hayat alarak, her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere maddî ve manevî semereleri yetiştiriyor. Evet İslâmiyet mazi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek istirahat-ı umumiyeyi temin ediyor. 4- Kur'an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühûlet gösteriyor. Şöyle ki: Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem' etmiş olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta'dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer'iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer'î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ' olur. Bu sırdandır ki, Kur'an fer'î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir. َ‫: ِنننْ َبِْكنن‬ ‫م قل‬ Kur'anda hiçbir kelime bulunmuyor ki, mevkiiyle münasebettar olmasın. Veyahut mevkiinin başka bir kelimeye münasebeti daha çok olsun. Evet Kur'anın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o mevkiin başında bir tâc-ı zerrın gibi görünür. Ve aralarındaki münasebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur. Ezcümle: ‫ِنْن‬ ‫م‬ ‫ق لك‬ َ ِْ‫ َب‬kelimesine bak! Bu âyetin her tarafından uçup bu kelimenin
  • 5. sh: » (İ: 51) başına konan letâifi gör. Zira bu âyet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet mes'elesinde quot;Beş Maksadquot; vardır. Bu maksadlar, beş nükte ve letaiften in'ikas etmiştir. Bu beş letaif, ‫م ق لك‬ َ ِْ‫ ِنْ َب‬nin sadefindedir. Maksadlar ise: 1- Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resuldür. 2- Ekmel-ür Rusüldür. 3- Hâtem-ül Enbiyadır. 4- Risaleti, âmmedir. 5- Şeriatı, sair şeriatların mehasinini cem' ile onların nâsihidir. Birinci maksadın ‫ِ ق لك‬ َ ِْ‫ منْ َب‬den vech-i in'ikası: Meslekleri ve yolları bir olan bir cemaat, ‫ ِنن َ ِْكن‬kelimesinden imaen fehmolunur. Binaenaleyh َ ‫م ْ قبل‬ Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) َ‫ ِن ْ َ ِْك‬deki zamire merci olması, o ‫م ن قبل ن‬ cemaatten ma'dud olmasını iktiza eder. Ve onların meslekleri olan nübüvvetlerine ve kitaplarının sıdkına olan bütün deliller, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın risaletine ve Kur'anın Allah'tan nâzil olduğuna bir hüccet-i katıa olduğu gibi, onların mu'cizeleri de Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) davasına bir mu'cize hükmüne geçer. İkinci maksadın vech-i in'ikası: Üç kaideden tezahür eder. 1- Sultanlar daima halkın, cemaatin, ordunun sonunda çıkarlar. 2- Nev-i beşerde tekemmül vardır. Bu tekemmül kanunu, ikinci mürebbinin ve ikinci mükemmilin evvelki mürebbilerden daha ekmel olmasını iktiza eder. 3- Alelekser, halefin mehareti, selefinden daha ziyadedir. İşte bu üç kaideden, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ekmel-i enbiya olduğu tezahür eder. Üçüncü maksadın vech-i in'ikası: Meşhur bir kaidedir ki; bir vâhid çoğalsa teselsül eder, gittikçe gider, bir yerde durmaz. Fakat çoklar ve kesîr olanlar ittihad etse, kuvvetlenir, istikrar peyda eder, yerinde kalır, daha değişmez. Demek Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hâtem-ül enbiyadır. Mefhum-u muhalifiyle işmam eder ki, ondan sonra peygamber gelmez. Hâtemiyetine hâtem ve imza basar.
  • 6. sh: » (İ: 52) Dördüncü maksadın vech-i in'ikası: ‫ِنْن َبِْكَن‬ ‫م قل‬ kelimesinin ifade ettiği gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.), onların halefidir. Ve onlar, tamamen o hazretin selefleridir. Binaenaleyh halefin selefe ait vazifeyi tamamıyla üzerine alarak onların yerine kaim olması, o hazretin bütün seleflerine nâib ve bütün ümmetlerine resul olduğunu iktiza eder. Evet bu kaide, hükmüne uygun fıtrî bir kaidedir. Zira zaman-ı saadetten evvel insan âleminin ihtiva ettiği ümmetler, milletler arasında maddeten ve manen, istidaden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniş mesafeler vardı. Bunun içindi ki, terbiye-i vâhide ve davet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki, âlem-i insaniyet zaman-ı saadetin şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i efkâr ile, an'anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlarıyla ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hatta küre-i Arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü. Beşinci maksadın vech-i in'ikası: ‫ِنْن َبِْكَن‬ ‫م قل‬ deki ‫ِنْن‬ ‫م‬ , ibtida manasını ifade eder. İbtida ise, bir intihaya bakar. İntiha, adem-i ihtiyaca delâlet eder. Öyle ise o hazret, Hâtem-ül Enbiya'dır ve âlem-i insaniyetin başka bir resule ihtiyacı yoktur. ‫م ق ْل ن‬ َ‫ ِننْ َبِك‬kelimesininbu beş letaife ma'kes ve mazhar olmasına nazar-ı belâgatça delâlet eden emare şudur ki: Bu beş maksad, bir nehir gibi şu âyetlerin altında cereyan etmekle, âyetten âyete intikal neticesinde, ‫ِنْن َبِْكَن‬ ‫م قل‬ havuzunda içtima etmiştir. Evet kelimenin sathında görünen bir tereşşuh, bir yaşlık, kelimenin altında havuzun bulunduğuna delâlet ve îma eder. Maahâza bu maksadların beyanına ayrı ayrı âyetler tahsis edilmiştir.