1. Yedinci Lem'a
Sure-i Feth'in âhirindeki âyetin yedi nevi ihbar-ı gaybîsine dairdir.
ِبِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيم
َلَقَدْ صَدَق اللّهُ رَسُولَهُ الرّؤْيَا بِاْلحَقّ لَتَدْخلُنّ اْلمَسْجِد
ُ َ
َاْلحَرَامَ اِنْ شَاء اللّهُ آمِنِينَ مُحَلّقِينَ رُؤُسَكُم وَ مُقَصّرِينَ ل
ْ َ
* تَخَافُونَ فَعلِمَ مَا لَمْ تَعلَمُوا فَجَعَلَ منْ دُونِ ذلكَ فَتْحًا قَرِيبًا
ِ ِ ْ َ
ِهُوَ الّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ اْلحَقّ لِيُظهِرَهُ عَلَى الدّين
ْ
ُكُلّهِ وَ كَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا * مُحَمّدٌ رَسُولُ اللّهِ وَالذِينَ مَعَهُ اَشِدّاء
ّ
َعَلَى الكُفّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُم تَرَيهُمْ رُكّعًا سُجّدًا يَبْتغُونَ فَضْل ً مِن
َ ْ ُ ْ
َاللّهِ وَ رِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِى وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَر السّجُودِ ذلِك
ِ
ُمَثلُهُمْ فِى التّوْرَيةِ و مَثَلُهُم فِى اْل ِْنجِيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَج شَطاَه
ْ َ ْ َ َ
ُفَآزَرَهُ فَاستَغْلظَ فَاستَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِب الزّرّاعَ لِيَغِيظَ بِهِم
ُ ْ َ ْ
َالكُفّارَ وَعدَ اللّهُ الّذِين آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصّالِحَات مِنْهُمْ مَغْفِرَة و
ً ِ َ َ ْ
* اَجْرًا عَظِيمًا
Sure-i Feth'in bu üç âyetinin çok vücuh-u i'cazı vardır. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın on
vücuh-u külliye-i i'caziyesinden ihbar-ı bilgayb vechi, şu üç âyette yedi-sekiz vecihle
görünüyor.
BİRİNCİSİ: لَقدْ صَدَق اللَّهُ رََسُولَهُ الرّؤْيََا
َ َ َ ilâ âhir.. Feth-i Mekke'yi
vukuundan evvel kat'iyetle haber veriyor. İki sene sonra haber verdiği tarzda vukubulmuştur.
İKİNCİSİ: فَجَعَل مِنْ دُونِ ذلِكَ فتْحًا قَرِيبًاifade ediyor ki: Sulh-u
َ َ
sh: » (L: 26)
Hudeybiye, çendan zâhiri İslâm aleyhinde görülmüş ve Kureyşîler bir derece galib
görünmüş olduğu halde manen Sulh-u Hudeybiye, mânevî büyük bir fetih hükmünde olacak
ve sair fütuhatın da anahtarı olacak diye ihbar ediyor. Filhakika, Sulh-u Hudeybiye ile çendan
maddî kılınç, kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur'an-ı Hakîm'in barika-âsa elmas kılıncı
çıktı, kalbleri, akılları fethetti. Musâlâha münasebetiyle birbiriyle ihtilat ettiler. Mehâsin-i
2. İslâmiyet, envar-ı Kur'aniye, inad ve taassubat-ı kavmiye perdelerini yırtarak, hükmünü icra
ettiler. Meselâ: Bir dâhiye-i harb olan Hâlid Bin Velid ve bir dâhiye-i siyaset olan Amr İbn-ül
Âs gibi, mağlubiyeti kabul etmeyen zatlar, Sulh-u Hudeybiye ile cilvesini gösteren seyf-i
Kur'anî onları mağlup edip, Medine-i Münevvere'ye kemal-i inkıyad ile İslâmiyete
gerdendâde-i teslim olduktan sonra Hazret-i Hâlid, bir quot;Seyfullahquot; şekline girdi ve fütuhat-ı
İslâmiyenin bir kılıncı oldu.
MÜHİM BİR SUAL: Fahr-ül Âlemîn ve Habib-i Rabb-ül Âlemîn Hazret-i Resul-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud'un nihayetinde ve
Huneyn'in bidayetinde mağlubiyetinin hikmeti nedir?
ELCEVAP: Müşrikler içinde, o zamanda saff-ı Sahabede bulunan ekâbir-i Sahabeye
istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Hâlid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan
istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlahiye, hasenat-
ı istikbaliyelerinin bir mükâfat-ı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün
izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlub
olmuşlar. Tâ o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat
şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehamet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin.
ÜÇÜNCÜSÜ: َل َ تَخَافُون
َ kaydıyla ihbar ediyor ki: quot;Sizler emniyet-i mutlaka
içinde Kâbeyi tavaf edeceksiniz.quot; Halbuki Ceziret-ül Arab'daki bedevî akvam, çoğu düşman
olmakla beraber, Mekke etrafı ve Kureyş kabilesi kısm-ı azamı düşman iken, yakın bir
zamanda hiç havf hissedilmezken Kâbeyi tavaf edeceksiniz ihbarıyla Ceziret-ül Arab'ı itaat
altına ve bütün Kureyş'i İslâmiyet içine ve emniyet-i tâmme vaz'edilmesine, delâlet ve ihbar
eder. Aynen haber verdiği gibi vukua gelmiştir.
DÖRDÜNCÜSÜ: ّوَدِي ن اْلحَق
ِ هُوَ الّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالهُدَى
ْ
ِلِيُظْهِرَه عَلَى الدّين كُلّه
ِ ُ
sh: » (L: 27)
Kemal-i kat'iyetle ihbar ediyor ki: quot;Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın getirdiği
din, umum dinlere galebe çalacak.quot; Halbuki o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan
Nasara ve Yahudi ve Mecusî dinleri ve Roma, Çin ve İran hükûmeti gibi yüzer milyon tebaası
bulunan cihangir devletlerin edyan-ı resmîleri iken, kendi küçük kabilesine karşı tam galebe
edemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın getirdiği din,
umum dinlere galib ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor. Hem gâyet vuzuh ve
kat'iyetle ihbar ediyor. İstikbal, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhit-i Şarkî'den Bahr-i Muhit-i
Garbî'ye kadar İslâm kılıncının uzamasıyla tasdik etmiştir.
BEŞİNCİSİ: مُحَمّدٌ رَََسُولُ اللََّهِ وَالذِينَََ مَعَََهُ اَشِدّاءُ عَلَى
ّ
الْكُفّارِ رُحَمَاءُ بَينَهُ َم تَرَيهُ َمْ رُكّعًََا س َُجّدًاilâ
ْ ْ âhir... Şu Âyetin başı,
Sahabelerin Enbiyadan sonra nev-i beşer içinde en mümtaz olduklarına sebeb olan secâyâ-yı
âliye ve mezayâ-yı galiyeyi haber vermekle, mânâ-yı sarîhiyle; tabakat-ı Sahabenin istikbalde
muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz has sıfatlarını ifade etmekle beraber, mânâ-yı işârîsiyle;
ehl-i tahkikçe vefat-ı Nebevîden sonra makamına geçecek Hülefa-yı Raşidîn'e hilafet tertibi
ile işaret edip her birisinin en meşhur medâr-ı imtiyazları olan sıfat-ı hâssayı dahi haber
3. veriyor. Şöyle ki: ُوَالّذِي ن مَع َه
َ maiyet-i mahsusa ve sohbet-i hâssa ile ve en evvel vefat
ederek yine maiyetine girmekle meşhur ve mümtaz olan Hazret-i Sıddık'ı gösterdiği gibi,
ِ اَشِدّاءُ عَلَى الْكُفّارile istikbalde Küre-i Arz'ın devletlerini fütuhatıyla titretecek ve
adâletiyle zalimlere saika gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer'i gösterir. Ve
ْ رُحَمَاء بَيْنَهَُمile istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken kemal-i
ُ
merhamet ve şefkatinden İslâmlar içinde kan dökülmemek için ruhunu feda edip teslim-i nefs
ederek Kur'an okurken mazlûmen şehid olmasını tercih eden Hazret-i Osman'ı da haber
verdiği gibi, تَرَيهَُمْ رُكّعًَا سَجّدًا يبْتَغُونَ فَضْل ً مَِن اللَّهِ و رِضْوَانًَا
َ َ َ َ ُ
saltanat ve hilafete kemal-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemal-i zühd ve ibadet
ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve rükû ve sücudda
sh: » (L: 28)
devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali'nin (R.A.) istikbaldeki
vaziyetini ve o fitneler içindeki harbleriyle mes'ul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlâhî
olduğunu haber veriyor.
ALTINCISI: ِ ذلكَ مَثَلهُمْ فِى التّوْرَيةfıkrası, iki cihet ile ihbar-ı gaybîdir.
ُ ِ
Birincisi: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gibi ümmî bir zata nisbeten
gayb hükmünde olan Tevrat'taki evsaf-ı Sahabeyi haber veriyor. Evet Tevrat'ta -Ondokuzuncu
Mektub'da beyan edildiği gibi- âhirzamanda gelecek Peygamber'in Sahabeleri hakkında
Tevrat'ta bu fıkra var: quot;Kudsîlerin bayrakları beraberlerindedir.quot; Yâni Onun Sahabeleri ehl-i
taat ve ibadet ve ehl-i salahat ve velayettirler ki, o vasıfları quot;kudsîlerquot; yâni quot;mukaddesquot;
tabîriyle ifade etmiştir. Tevrat'ın pek çok ayrı ayrı lisanlara tercüme edilmesi vasıtasıyla o
kadar tahrifat olduğu halde, şu Sure-i Feth'in ِ مَثلُه ُم ف ِى التّوْرَيةhükmünü müteaddid
ْ َ
Âyâtiyle tasdik ediyor.
İkinci cihet ihbar-ı gaybî şudur ki: ِمَثلُه ُمْ ف ِى التّوْرَية
َ fıkrasıyla ihbar ediyor
ki: quot;Sahabeler ve Tâbiînler, ibadette öyle bir dereceye gelecekler ki, ruhlarındaki nuraniyet,
yüzlerinde parlayacak ve cebhelerinde kesret-i sücuddan hâsıl olan bir hâtem-i velâyet
nev'inde alınlarında sikkeler görünecek.quot; Evet istikbal bunu vuzuh ile ve kat'iyet ile ve parlak
bir surette isbat etmiştir. Evet o kadar acib fitneler ve dağdağa-i siyaset içinde, gece ve
gündüzde Zeynelâbidîn gibi bin rek'at namaz kılan ve Taus-u Yemenî gibi, kırk sene yatsı
abdestiyle sabah namazını eda eden çok mühim pek çok zatlar, ِمَثَلُهَُم فَِى التّوْرَية
ْ
sırrını göstermişlerdir.
YEDİNCİSİ:
4. َوَ مَثلُهُمْ فِى اْل ِْنجِيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطاَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتغْلَظ
َ ْ َ
َفَاسْتَوَى علَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزّرّاع ليَغِيظ بِهِمُ الْكُفّار
َ ِ َ َ
fıkrası, iki cihetle ihbar-ı gaybîdir.
Birincisi: Nebiyy-i Ümmi'ye nisbeten gayb hükmünde olan, İncil'in
sh: » (L: 29)
Sahabeler hakkındaki ihbarını ihbardır. Evet İncil'de, âhirzamanda gelecek
Peygamber'in (A.S.M.) vasfında َمَعََهُ قَضِيبَ مَِن حَدِيد وَاُمّتَُهُ كَذلَِك
ٍ ْ ٌ gibi
âyetler var. Yâni: Hazret-i İsa (A.S.) gibi kılınçsız değil, belki sahib-üs seyf bir peygamber
gelecek, cihada memur olacak ve onun sahabeleri dahi, kılınçlı ve cihada memur olacaklardır.
O (ٍ) قَضِيبَ حدِيد
َ ِ sahibi, reis-i âlem olacak. Çünki İncil'in bir yerinde der: quot;Ben
gidiyorum, tâ Âlemin Reisi gelsin.quot; Yâni: Âlemin Reisi geliyor. Demek oluyor ki; İncil'in bu
iki fıkrasından anlaşılıyor ki: Sahabeler, çendan mebdede az ve zaîf görünecekler. Fakat
çekirdekler gibi neşvünema bularak yükselip kalınlaşıp kuvvetleşerek, küffarın gayzlarını
onlara yutkundurup boğduracak vakitte, kılınçlarıyla nev-i beşeri kendilerine müsahhar edip,
reisleri olan Peygamber'in (A.S.M.) ise, âleme reis olduğunu isbat edecekler. Aynen şu Sure-i
Feth'in âyetinin mealini ifade ediyor.
İkinci Vecih: Şu fıkra ihbar ediyor ki: Sahabeler çendan azlığından ve zaafından Sulh-
u Hudeybiye'yi kabul etmişler; elbette, her halde az bir zamandan sonra sür'aten öyle bir
inkişaf ve ihtişam ve kuvvet kesbedecekler ki, rûy-i zemin tarlasında dest-i kudretle ekilen
nev-i beşerin o zamanda gafletleri cihetiyle kısa, kuvvetsiz, nâkıs, bereketsiz sünbüllerine
nisbeten gâyet yüksek ve kuvvetli ve meyvedar ve bereketli bir surette çoğalacaklar ve kuvvet
bulacaklar ve haşmetli hükûmetleri gıbtadan, hasedden ve kıskançlıktan gelen bir gayz içinde
bırakacaklar. Evet istikbal, bu ihbar-ı gaybîyi çok parlak bir surette göstermiştir. Şu ihbarda
hafî bir îma daha var ki: Sahabeyi tavsifat-ı mühimme ile sena ederken, en büyük bir
mükâfatın va'di, makamca lâzım geldiği halde, ًمَغْفِرَة
kelimesiyle işaret ediyor ki:
İstikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak. Çünki mağfiret,
kusurun vukuuna delâlet eder. Ve o zamanda Sahabeler nazarında en mühim matlub ve en
yüksek ihsan, quot;mağfiretquot; olacak ve en büyük mükâfat ise; afv ile, mücazat etmemektir.
ً مَغْفِرَةkelimesi, nasıl bu lâtif imayı gösteriyor. Öyle de Surenin başındaki َلِيغْفِرَل َك
َ
َ اللَّهُ مََا تَقدَّم مَِنْ ذَنْبَِكَ وَمََا تَاَخّرcümlesiyle münasebetdardır. Surenin başı,
َ َ
hakikî günahlardan mağfiret değil; çünki ismet var, günah yok. Belki makam-ı Nübüvvete
lâyık bir mânâ ile Peygamber'e müjde-i mağfiret ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde
etmekle, o îmaya bir letafet daha katar.
İşte âhir-i Feth'in mezkûr üç âyeti, on vücuh-u i'cazından yalnız ihbar-ı gaybî vechinin
çok vücuhundan yalnız yedi vechini bahsettik. Cüz-ü
sh: » (L: 30)
5. ihtiyarî ve kadere dair Yirmialtıncı Söz'ün âhirinde, şu âhirki âyetin hurufatının
vaziyetindeki mühim bir lem'a-i i'caza işaret edilmiştir. Bu âhirki âyet, cümleleriyle Sahabeye
baktığı gibi, kayıdlarıyla dahi yine sahabenin ahvaline bakıyor. Ve elfazıyla, Sahabenin
evsafını ifade ettikleri gibi, hurufatıyla ve o âyetteki hurufatın tekerrür-ü adediyle yine Ashab-
ı Bedir, Uhud, Huneyn, Suffe, Rıdvan gibi tabakat-ı meşhure-i Sahabede bulunan zatlara
işaret ettikleri gibi, ilm-i cifrin bir nev'i ve bir anahtarı olan tevâfuk cihetiyle ve ebced
hesabıyla daha çok esrarı ifade ediyor.
ُسُبْحَانَك ل َ عِلْم لَنَا اِل ّ مَا علّمْتَنَا اِنّك اَنْت العَلِيم الْحَكِيم
ُ ْ َ َ َ َ َ
Sure-i Feth'in âhirindeki âyetin mânâ-yı işarîsiyle verdiği ihbar-ı gaybî münasebetiyle;
gelecek âyette aynı haber, aynı mânâ-yı işarî ile verdiği münasebetle bir nebze ondan
bahsedilecek.
BİR TETİMME
َوَلَهدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُستَقِيمًا وَمَن يُطِعِ اللّهَ و الرّسُول
َ ْ ْ َ
َفَاُولئِكَ مَعَ الذِينَ اَنْعَمَ اللّهُ عَليْهِمْ مِن النّبِيّينَ و الصدّيقِينَ و
ّ َ َ َ ّ
الشهَدَاءِ وَ الصّالِحِينَ وَ حَسنَ اُولئِك رَفِيقًا
َ ُ ّ
Bu Âyetin beyanında binler nüktelerinden quot;İki Nüktequot;ye işaret edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan; mefahimiyle, mânâ-yı sarihiyle ifade-i
hakaik ettiği gibi; üslûblariyle, hey'atıyla çok maânî-i işariyeyi dahi ifade ediyor. Her bir
âyetin çok tabaka-i mânâları var. Kur'an, ilm-i muhitten geldiği için, bütün mânâları murad
olabilir. İnsanın cüz'î fikri ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi bir iki mânâya inhisar etmez.
İşte bu sırra binaen Âyât-ı Kur'aniyenin ehl-i tefsir tarafından hadsiz hakaiki beyan
edilmiş. Müfessirînin beyan etmediği daha çok hakaiki var. Ve bilhassa hurufatında ve mânâ-
yı sârihinden başka, işârâtında çok ulûm-u mühimme vardır.
İKİNCİ NÜKTE: İşte bu Âyet-i Kerime َمَِنَ النبِيّينَ وَ الصَدّيقِينَ و
ّ َ ّ
الشهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ وَ حََسنَ اُولئَِك رَفِيقًَاtâbiriyle, sırat-ı müstakîmin
َ ُ ّ
ehli ve hakikî niam-ı İlâhiyyeye mazhar nev-i beşerdeki taife-i Enbiya ve kafile-i Sıddîkîn ve
cemaat-i şüheda ve esnâf-ı sâlihîn ve envâ-ı tâbiînin bulunduklarını ifade etmekle beraber,
Âlem-i
sh: » (L: 31)
İslâmiyette o beş kısmın en mükemmelini dahi ayrıca sarahaten gösterdikten sonra o beş
kısmın imamları ve baştaki rüesalarını sıfât-ı meşhureleriyle zikretmekle onlara delâlet edip
ifade ettiği gibi, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'caz ile o taifelerin istikbaldeki reislerinin
vaziyetlerini bir vecihle tayin ediyor. Evet َ مَِنَ النبِيّينnasılki
َ ّ sarahatle Hazret-i
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'a bakıyor. َوَالصَدّيقِين
ّfıkrasıyla Ebu Bekir-is
Sıddîk'a bakıyor. Hem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sonra ikinci olduğuna ve en
6. evvel yerine geçeceğine ve quot; Sıddîk quot; ismi, ümmetçe ona ünvan-ı mahsus ve Sıddîkînlerin
başında görüneceğine işaret ettiği gibi, ِوَالشّهَدَاءkelimesiyle Hazret-i Ömer, Hazret-i
Osman, Hazret-i Ali Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn'i üçünü beraber ifade ediyor. Hem üçü
Sıddîk'tan sonra Nübüvvetin hilâfetine mazhar olacaklarını ve üçü de şehid olacaklarını,
fazilet-i şEhadetleri de sair fezâillerine ilâve edileceğini işaret ve gaybî bir surette ifade
ediyor. َ وَال صّالِحِينkelimesiyle Ashab-ı Suffe, Bedir, Rıdvan gibi mümtaz zevâta işaret
ederek و ح َسُنَ اُولئ ِكَ رَفِيق ًا
َ
cümlesiyle mânâ-yı sârihiyle onların ittibaına teşvik
ve Tâbiînlerdeki tebaiyeti çok müşerref ve güzel göstermekle, mânâ-yı işarisiyle hülefâ-i
erbaanın beşincisi olarak ve ًاِنَّ الْخِلَفَةَ بَعْدِى ثَلَثُونَ سَنَة
َ َ Hadîs-i şerifin
hükmünü tasdik ettiren müddet-i hilafeti azlığiyle beraber kıymetini azîm göstermek için o
mânâ-yı işarisiyle Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh'ı gösterir.
Elhasıl: Sure-i Feth'in âhirki Âyeti, hülefâ-i erbaaya baktığı gibi, bu Âyet dahi
te'yiden, ihbar-ı gayb nev'inden onların istikbaldeki vaziyetlerine kısmen işaret suretiyle
bakar. İşte Kur'anın envâ-ı i'cazından olan ihbar-ı gayb nev'inin lemaat-ı i'caziyesi âyât-ı
Kur'aniyede o kadar çoktur ki, hasra gelmez. Ehl-i zâhirin kırk elli âyete hasretmeleri, nazar-ı
zâhirî iledir. Hakikatta ise binden geçer. Bazen bir âyette dört beş vecihle ihbar-ı gaybî
bulunur.
رَبّنَا ل َ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخطَاْنَا
ْ
ُسُبْحَانَك ل َ عِلْم لَنَا اِل ّ مَا علّمْتَنَا اِنّك اَنْت العَلِيم الْحَكِيم
ُ ْ َ َ َ َ َ
sh: » (L: 32)
BU TETİMMEYE İKİNCİ BİR İZAH (*)
Şu âhir-i Feth'in işaret-i gaybiyesini te'yid eden, hem Fatiha-i Şerîfe'deki
sırat-ı müstakim ehli ve ْص َِرَاطَ الّذِين ََ اَنْعَمَْت عَلَيْهَِم
َ Âyetindeki murad kimler
olduğunu beyan eden, hem ebed-ül âbâdın pek uzun yolunda en nuranî, ünsiyetli, kesretli,
cazibedar bir kafile-i rüfekayı gösteren ve ehl-i îman ve ashâb-ı şuuru şiddetle o kafileye
tebaiyyet noktasında iltihak ve refakata mu'cizane sevkeden şu Âyet َفَاُولئِكَ مَعَ الذِين
ّ
َاَنْعَمَ اللّهُ عَليْهِم مِن النّبِيّينَ وَ الصدّيقِينَ و الشّهَدَاءِ وَ الصّالِحِين
َ ّ َ ْ َ
و حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًاyine âhir-i Feth'in âhirki Âyeti gibi İlm-i Belâgat'ta quot;maarîz-ul
َ
kelâmquot; ve quot;müstetbeât-üt terâkibquot; tâbir edilen mânâ-yı maksuddan başka işarî ve remzî
mânâlarla hülefa-i erbaa ve beşinci halife olan Hazret-i Hasan'a (R.A.) işaret ediyor. Gaybî
umûrdan birkaç cihette haber veriyor. Şöyle ki:
7. Nasılki şu âyet, mânâ-yı sarîhi ile nev-i beşerde niam-ı âliye-i İlahiyyeye mazhar olan
ehl-i sırat-ı müstakim olan kafile-i Enbiya ve taife-i sıddıkîn ve cemaat-ı şüheda ve envâ-ı
sâlihîn ve sınıf-ı tâbiîn; quot;muhsinînquot; olduğunu ifade ettiği gibi, âlem-i İslâmda dahi o taifelerin
en ekmeli ve en efdali bulunduğunu ve Nebiyy-i Âhirzaman'ın sırr-ı veraset-i Nübüvvetten
teselsül eden taife-i verese-i Enbiya ve Sıddîk-ı Ekber'in maden-i sıddîkiyetinden teselsül
eden kafile-i Sıddıkîn ve hülefa-yı selâsenin şEhadet mertebesiyle merbut bulunan kafile-i
şüheda, ِ وَ الّذِي ن آمَنُوا وَ عَمِلُوا ال صّالِحَاتsırrıyla bağlanan cemaat-ı sâlihîn ve
َ
ُ قُل اَِنْ كُنْتَُم ُتحِبّون ََ اللَّهَ فَاتّبِعُونَِى يُحْبِبْكَُمُ اللَّهsırrını imtisal eden ve
ْ ْ
Sahabelerin ve Hülefa-yı Raşidîn'in refakatinde giden esnaf-ı tâbiîni ihbar-ı gaybî nev'inden
gösterdiği gibi, َوَالص َّدّيقِين
kelimesiyle mânâ-yı işarî cihetinde Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sonra makamına geçecek ve halifesi olacak ve ümmetçe quot;Sıddıkquot;
ünvanıyla şöhret bulacak ve Sıddîkîn kafilesinin reisi olacak Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddîk'ı
ihbar ediyor. ِوَالشّهدَاء
َ
___________________________
(*) Kardeşlerim her ikisini faydalı bulmasından, iki izahı beraber kaydetmişler; yoksa
biri kâfi idi.
sh: » (L: 33)
kelimesiyle Hülefa-yı Raşidîn'den üçünün şEhadetini haber veriyor ve Sıddık'tan sonra
üç şehid, halife olacaklar. Çünki quot;şühedaquot; cem'dir. Cem'in ekalli üçtür. Demek Hazret-i
Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali (Radıyallahü Anhüm) Sıddık'tan sonra riyaset-i
İslâmiyete geçecekler ve şehid olacaklar. Aynı haber-i gaybî vukubulmuştur. Hem
َ وَال صّالِحِينkaydıyla Ehl-i Suffe gibi taat ve ibadette Tevrat'ın senasına mazhar olmuş
ehl-i salahat ve takva ve ibadet, istikbalde kesretle bulunacağını ihbar etmekle beraber, َو
حََسُن اُولئَِك رَفِيقًَاcümlesi;
َ َ Sahabeye, ilim ve amelde refakat ve tebaiyet eden
Tâbiînlerin tebaiyetini tahsin etmekle, ebed yolunda o dört kafilenin refakatlarını hasen ve
güzel göstermekle beraber; Hazret-i Hasan'ın (R.A.) birkaç ay gibi kısacık müddet-i hilâfeti,
çendan az idi. Fakat ً اِنَّ الْخِلَفَةَ بَعدِى ثَلَثُونَ سَنَةhükmüyle
َ َ ْ ve o ihbar-ı
gaybiye-i Nebeviyenin tasdiki ile ve ُاِن ّ ابْن ِى ح َسَنٌ هذَا سَيدٌ سَيُصْلِح الل ّه
ُ ّ
ِ بَِهِ بَيَْنَ فِئَتيَْن عَظِيمَتَيَْنHadîsindeki mu'cizane ihbar-ı gaybi-yi Nebevîyi tasdik
ِ َ
eden; ve iki büyük ordu, iki cemaat-ı azîme-i İslâmiyenin Musâlâhasını temin eden ve nizaı
ortalarından kaldıran Hazret-i Hasan'ın (R.A.) kısacık müddet-i hilâfetini ehemmiyetli
gösterip, hülefa-i erbaaya bir beşinci halife göstermek için, ihbar-ı gaybî nev'inden mânâ-yı
8. işarîsiyle ve وَ حََسُن اُولئَِكَ رَفِيقًَا
َ kelimesinde beşinci halifenin ismine İlm-i
Belâgat'ta quot;müstetbeat-üt terakibquot; tabîr edilen bir sır ile işaret ediyor.
İşte mezkûr işarî ihbarlar gibi daha çok sırlar var. Sadedimize gelmediği için şimdilik
kapı açılmadı. Kur'an-ı Hakîm'in çok âyâtı var ki, herbir âyet çok vecihlerle ihbar-ı gaybî
nev'indendir. Bu nev'i ihbarat-ı gaybiye-i Kur'aniye binlerdir.
رَبّنَا ل َ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخطَاْنَا
ْ
ُسُبْحَانَك ل َ عِلْم لَنَا اِل ّ مَا علّمْتَنَا اِنّك اَنْت العَلِيم الْحَكِيم
ُ ْ َ َ َ َ َ
***
Hâtime
Kur'an-ı Hakîm'in tevâfuk cihetinden tezâhür eden i'cazî nüktelerinden bir nüktesi
şudur ki: Kur'an-ı Hakîm'de İsm-i Allah, Rahmân, Rahîm,
sh: » (L: 34)
Rab ve İsm-i Celâl yerindeki Hüve'nin mecmuu, dörtbin küsurdur. ِبَِسْمِ اللَّه
َ( الرّحْمنَ الرّحِيمHesab-ı Ebced'in ikinci nev'i ki, huruf-u heca tertibiyledir) o da
ِ ِ
dörtbin küsur eder. Büyük adedlerde küçük kesirler, tevâfuku bozmadığından küçük
kesirlerden kat-ı nazar edildi. Hem المtazammun ettiği iki vav-ı atıf ile beraber ikiyüz
seksen küsur eder. Aynen Sure-i El-Bakara'nın ikiyüz seksen küsur İsm-i Celâline ve hem
ikiyüz seksen küsur âyâtın adedine tevâfuk etmekle beraber, Ebced'in hecaî tarzındaki ikinci
hesabıyla, yine dörtbin küsur eder. O da yukarıda zikri geçmiş beş Esmâ-i meşhûrenin
adedine tevâfuk etmekle beraber ِ ب ِسْمِ الل ّهِ الرّحْم َنِ الرّحِي مin kesirlerinden kat-ı
nazar, adedine tevâfuk ediyor. Demek bu sırr-ı tevâfuka binaen الم
hem müsemmasını
tazammun eden bir isimdir, hem El-Bakara'ya isim, hem Kur'ana isim, hem ikisine muhtasar
bir fihriste, hem ikisinin enmûzeci ve hülâsası ve çekirdeği, hem ِب ِسْمِ الل ّهِ الرّحْم َن
ِ الرّحِي مin mücmelidir. Ebced'in meşhur hesabıyla ِب ِسْمِ الل ّهِ الرّحْم َنِ الرّحِي م
ism-i Rab adedine müsavi olmakla beraber, ِ الرّحْمنِ الرّحِيمdeki müşedded ( ) رiki (
) رsayılsa; o vakit dokuzyüz doksan olup, pek çok esrar-ı mühimmeye medâr olup, ondokuz
harfiyle ondokuz bin âlemin miftahıdır. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'da Lafza-i Celalin
tevâfukat-ı lâtifesindendir ki, bütün Kur'anda sahifenin âhirki satırın yukarı kısmında seksen
9. Lafza-i Celal, birbirine tevâfukla baktığı gibi, aşağıki kısımda da aynen seksen Lafza-i Celal,
birbirine tevâfukla bakar. Tam o âhirki satırın ortasında yine ellibeş Lafza-i Celal, birbiri
üstüne düşüp ittihad ederek güya ellibeş Lafza-i Celalden terekküb etmiş birtek Lafza-i
Celaldir. Âhirki satırın başında yalnız ve bazı üç harfli kısa bir kelime fasıla ile yirmibeş tam
tevâfukla tam ortadaki ellibeşin tam tevâfukuna zammedilince seksen tevâfuk olup, o satırın
nısf-ı evvelindeki seksen tevâfuka ve nısf-ı âhirdeki yine seksen tevâfuka tevâfuk ediyor.
Acaba böyle lâtif, zarif, muntazam, mevzun, i'cazlı bu tevâfukat; nüktesiz, hikmetsiz olur mu?
sh: » (L: 35)
Hâşâ, olamaz. Belki o tevâfukatın ucuyla mühim bir define açılabilir.
رَبّنَا ل َ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخطَاْنَا
ْ
ُسُبْحَانَك ل َ عِلْم لَنَا اِل ّ مَا علّمْتَنَا اِنّك اَنْت العَلِيم الْحَكِيم
ُ ْ َ َ َ َ َ
Said Nursî
***