Kastamonu, Kastamonu ili'nin merkezi olan şehirdir. Gökırmak'ın bir kolu olan Karaçomak Deresi vadisinde kurulu bulunan şehrin denizden yüksekliği 774 metredir.
Kastamonu, Kastamonu ili'nin merkezi olan şehirdir. Gökırmak'ın bir kolu olan Karaçomak Deresi vadisinde kurulu bulunan şehrin denizden yüksekliği 774 metredir.
Alışkanlığın bağımlılığa dönüşmesi ve cesaretle eskiye dönmeYaseminSengunDemirca
Beyin ve bağımlılıkla ilgili bilimsel çalışmalardan çok şey öğrendik. Hormonlar, beyin-ödül mekanizmasının işleyişi, keyif duygusu ile dopamin hormonu arasındaki ilişki, dopamin toleransının oluşması (aynı miktar hormonun yarattığı etkinin zamanla azalması), eşlikçilerin (hatırlatıcı uyaranların) sürece etkisi, … gibi. Bunlar ile ilgili bir çok patikanın veya işleyiş mekanizmasının bağımlılık oluşumu ile bozulduğunu anladık. Yani, ne yazık ki farklı patikaların oluştuğunu gördük. Bu yanlış patikaların (ayak yollarının) oluşması uzun süreli yapılan şeylerin ardından uzun süreli hafızaya yerleşmesinden dolayıdır. Davranışsal sürece ek olarak bir de sigara vs. gibi diğer bazı maddelerdeki kimyasallar nedeni ile bu yanlış patikalar daha da belirginleşir.
Dolayısıyla belli evrelerden sonra bir-iki ilaç, üç-beş ay davranışsal terapi desteği çok kısa sürede eskiye dönmek için yeterli olmayabiliyor.
Elbette araç kullanımı ile ilgili verilen örnekteki gibi abartılı bir süreden bahsetmiyoruz. Bu tür örnekler vurgulanmak istenilenin daha hızlı etki göstermesi içindir, o örnek için verilmiştir.
Beynin işleyişinin eski haline geri dönmesi; o yanlış patikaların silinmesi kararlı, uzun ve emek isteyen bir süreci gerektiriyor; yani cesaret isteyen bir süreci gerektiriyor. Rollo May’in de işaret ettiği gibi cesaret kabadayılık veya güçlü olmak değildir. Cesaret tüm olumsuzluklara rağmen, umutsuzluğa düşmemektir. Cesaret her şeye rağmen ilerleyebilme yetisidir. Aslında bunu hepimiz her gün yaparız. Ama bazı durumlarda daha büyük cesaret gerekiyor.
Sonuçta doğduğumuzda beynimizin ilgili mekanizması yani beyin-ödül sistemi dediğimiz mekanizma/patika bağımlılıkla birlikte sonradan ortaya çıkan ‘yanlış patikalar’dan oluşmuyordu.
Doğamız gereği sahip olduğumuz asıl patikalara -yani ünlü sinirbilimcimizin dediği gibi fabrika ayarlarımıza- geri dönmek için zor ama cesaret gerektiren yolu seçme hakkımız var.
4. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
ANADOLU’DA DEMİR ÇAĞI
1.1.DEMİR ÇAĞI’NDA ANADOLU’NUN GENEL DURUMU
Demir Çağı M.Ö.1200’li yıllarında Hitit İmparatorluğu’nun yıkılması ile demirciler
çeşitli yerlere dağılana kadar, gerçek anlamda başlamadı. 1
Ne var ki, Hititlerin çöküşü ile
birlikte yazılı belgeler susmuş, aydınlık kararmış olduğundan, Anadolu köprüsünü bu defa
kullananların kimler olduğunu eski yöneticilerle, uygarlık yaratıcılarının ne olduğunu kesin
olarak söylemek mümkün değil. Mısır yazılı belgeleri, M.Ö. 1200 yıllarında göçebe ‘ Deniz
Halkları’ nın ‘ Anadolu’ya sürüler halinde geldiğini, kağnı arabalarıyla ülkenin içine doğru
yürüdüğünü, şehirlerin ve ülkelerin hiçbirinin bu güç karşısında dayanmadığını
anlatmışlardır. Mısır firavunları bunları zorlukla kendi topraklarından uzak tutmayı
başarmışlardır ama Anadolu’yla da ilişkileri kesilmiştir. M.Ö. 1200/1190’da yıkılan Hitit
imparatorluğundan sonra, Anadolu’da bildiğimiz ikinci büyük devlet olan Phryg Krallığı’nın
kuruluş tarihi yaklaşık 800/750’dir. Buna göre, iki büyük devlet arasında 450 yıllık bir boşluk,
yani bir ‘Karanlık Çağ’ vardır. İç Anadolu’nun öteki şehirlerinde de, M.Ö.1200-800 tarihleri
arasına tarihlenen bir buluntuya, bir yazılı belgeye rastlanmamıştır. Bundan dolayı bu tarihler
arasında Kızılırmak kavsi içinde kalan bölgede yerleşmenin ya çok seyrel, ya da göçebelerin
yaşam biçimi yüzünden, kalıcı izler bırakmayacak kadar düşük düzeyde, ilkel olduğunu
söyleyebiliriz.2
Anadolu’da, M.Ö.1.binyıl daha çok, dış etmenlerle siyasal güç dengelerinin sık
değiştiği bir dönem oldu. Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö.12.yüzyılda Ege göçleriyle gelen
kavimler tarafından yıkılmasından sonra, Doğu Anadolu’nun dağlık bölgelerinde, Van gölü
çevresinde, uzunca bir kesintiden sonra M.Ö.9. yüzyıl başlarında kurulan Urartu Krallığı ile
Phrygler, M.Ö.8.yüzyılın ikinci yarısında güney komşuları Asurlular’a karşı bir birlik
oluşturmuşlardı. Ancak, bu barış dönemi kısa zaman sonra bu kez, doğudan gelen Kimmerler’
in Orta Anadolu’yu istila etmesiyle ve Gordion’u yakıp yıkmasıyla son buldu. Orta Asya
kökenli ‘bozkır göçebelerinin’ büyük bir kolu, M.Ö.2.binyıl başlarından M.Ö.8 yüzyıla kadar
Karadeniz’in kuzeyinde, Doğu Avrupa bozkırlarında ve Kafkasya yöresinde yaşamış, bunu
izleyen dönemde de Kimmerler adı ile tanınmışlardır. M.Ö. 8.yüzyıl ile M.Ö.5. yüzyıl
arasında, yine Asya kökenli bir kavim olan İskitler’in baskısı ile göç etmek zorunda kalan bu
savaşçı kavimlerin çeşitli boyları Avrupa içlerine kadar yayılmış ve 200 yıla yakın bir süre de
Anadolu’yu istila etmişlerdir. Geriye dönüş olanakları bulunmayan bu göçebeler, karşılarına
çıkan o dönemin süper güçleri sayılabilecek Asur, Urartu, Phrygia ve Lydia devletleriyle
çatışmaya girmişler ve Anadolu’daki siyasal dengenin bozulmasına neden olmuşlardır.3
Phryg Krallığı, M.Ö.680 yıllarında, ikinci Kimmer istilasından sonra, bağımsız bir
siyasal güç olma niteliğini yitirdiğinden, bu bölgeye daha önceleri Phryg egemenliği altında
yaşayan Lydialılar egemen oldular ve Phryg kentleri olarak yeniden inşa edilen kalelere
yerleştiler. Örneğin, Gordion’da, Phryg kültürü, Lydia ile birlikte yan yana varlığını sürdürdü.
Aynı olgu, Hattuşa için de geçerlidir. Büyükkale’de Phryg dönemine rastlamaktadır. Böylece,
1 Sevgi Aktüre, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Ankara, 1996
2 Veli Sevin, Eski Anadolu ve Trakya Başlangıcından Pers Egemenliğine Kadar,İstanbul,ss: 449
3 Sevgi Aktüre, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Ankara, 1996,ss: 170
5. 2
yerleşmelerin mekânsal yapılarının, Lydia döneminde, Phryg dönemindeki niteliklerini aynen
devam ettirdiklerini düşünebiliriz.4
Buraya kadar yapılan araştırmalar bize gösteriyor ki, bu bölümde de incelediğimiz,
Orta Anadolu’daki Hitit dönemi kentlerinde, imparatorluğunun M.Ö.1200 yıllarında
dağılmasından uzun bir zaman sonra, M.Ö.1. binyılın ilk çeyreğinde, yeniden oturulmaya
başlanmış, ancak kentlerin mekânsal yapıları önemli bir dönüşüm geçirerek Hitit dönemiyle
karşılaştırıldığında oldukça küçülmüş, yerleşime, en korunaklı yer olan kaleye çekilmiş ve
etrafı kalın surlarla çevrilerek bir kale görünümü kazanmıştır.5
Orta Anadolu’da, Hitit sonrası bir nüfus boşluğu olduğu halde, I.Tiglatpieser’in
yazıtlarında, 5 kralın yönetiminde 20.000 kişilik bir muşki ordusundan söz edilmektedir.
Muşki adı, daha sonraki, 8. Yüzyıl Asur kaynaklarında da Phrygler için kullanılmış
olduğundan, bu onların Anadolu’daki geniş yaygınlığı ve etkinliğinin bir kanıtı sayılabilir. Bu
kralın belgelerinde geçen bir diğer düşman da, Anadolu’nun doğusunda, Van Gölü
çevresinde, büyük bir askeri ve siyasi güç olarak belirecek Uratular’ın öncüleri olan Nairi
Krallarıdır. Bu krallar, Asurlular’ın sürekli tehdit ve tehlikesine karşı birleşip Urartu
Devleti’ni kuracaklar. Asur Kralı’nın yazılı belgelerinden de anlayabileceğimiz üzere, bu
karanlık çağ da, Anadolu’nun doğusunda Urartular’ın öncüleri olan Nairi Kralalrı, Orta
Anadolu’dan Güneydoğu’ya kadar yayılan Phryg’ler, Kuzey Suriye Bölgesi’nde ise Aramiler
yerleşip yaşamaya çalışıyorlardı.6
M.Ö.1.binyılda, Güneydoğu Anadolu’nun ve Kuzey Suriye’nin kentler sisteminde
önemli değişiklikler olmuştur. Bir yanda Sam’al, Gurgum gibi Hitit kaynaklarında adı
geçmeyen bazı önemsiz yerleşmeler önem kazanırken ve birtakım yeni kentler kurulurken,
M.Ö.2.binyılın önemli ticaret merkezi olan Ugarit bir harabe haline gelmiştir. Buna karşılık,
Halep ve Kargamış gibi, kuzey-güney ticaret yolları üzerindeki bazı eski kentlerde, bu
dönemde, önemlerini korudular. Aynı karaşa sosyal yapıda da görülmektedir. Sam’al kralları
önceleri bütünüyle Luwice isimler taşıdıkları halde, sonradan Arami isimler almışlardır.
Böylelikle görülüyor ki, Ege göçlerinden sonra Anadolu ve Kuzey Suriye, kent devletleri
halkı, tek kavimden ibaret değildi. Ege göçleriyle gelen kavimler, bir yandan burda buldukları
Hitit ve Hurri kavimlerinin kalıntılarıyla, diğer yandan da, yeni gelen Arami ögeleriyle
karıştılar ve küçük kent devletleri oluşturdular. Bunların varlık nedeni ise, Doğu Akdeniz
havzasında sürdürülen yoğun ticaret ilişkileridir. Anadolu’nun demi madenlerine yakın olan
bölgelerinde ise, yeni teknolojinin sağladığı olanaklarla daha kapsamlı sosyal örgütlenmelere
gidildi ve Urartu, Phryg ve Lydia krallıkları gibi politik birimler oluştu.7
Sosyo-politik örgütlenmedeki farklılaşmaya koşut olarak ortaya çıkan mekânsal
farklılaşma, bölgesel ve bölgeler arası uzun mesafe ticaret ilişkilerinin niteliğiyle yakından
ilişkilidir. Merkezi yönetimin güçlü olduğu bir toplumda, ekonominin kralın ellerinde
tartışmasız olarak toplanması nedeniyle, halkın bağımsız bir ortamda, kar elde etmek
amacıyla ticaret yapması olasılığı oldukça zayıftır. Her ne kadar altın gümüş ve bakır gibi
4 Sevgi Aktüre, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Ankara, 1996,ss : 171
5 Sevgi Aktüre, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Ankara, 1996,ss: 172-173
6 Veli Sevin, Eski Anadolu ve Trakya Başlangıcından Pers Egemenliğine Kadar,İstanbul,ss: 450
7 Sevgi Aktüre, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Ankara, 1996, ss: 174
6. 3
metaller, takas türü ticaret için birimler olarak biliniyorsa da, nakit para yerine geçmiyorlardı.
Para basımının olmayışı, gerçek bir ticaret alışveriş ortamının gelişimini engellemiştir. Takas,
kar getirecek bir yeniden satım değildi, takasçının kendi yararı için yapılıyordu. Para, ilk kez
M.Ö.7. yüzyılda Lydialılar tarafından kullanıldığına göre, bu tarihe kadar ticaretten elde
edilen birikim, altın ve gümüş olarak, kralın elinde toplanmıştı. Kral ise, bu birikimi , bir
takas aracı olarak kullanıyordu. Buna karşın, ekonomi tekdüze değildi ve sarayın etkin
rolünün yanı sıra, hür girişimcinin de belirli bir payı vardı, bağımsız zanaatkarlar,
uzmanlaştıkları alanlarda kendi işlerini yürütmekteydiler. Bunlardan bazıları devamlım olarak
saray için çalışıyorlardı. Sarayın gereksimlerinden bir kısmı yerel yapımdan, kalanı ise,
yabancı ülkelerden gümüş karşılığı satın alınan mallardan karşılanıyordu. Saray, ekonominin
merkeziydi, kent ise bağımsız bir olgu düzeyine erişememişti. Kent nüfusu, surların dışındaki
etki alanı ile birlikte, kendi ürettiğini takas ederek yaşayan,tüketici kesimini oluşturuyordu.8
Ekonomik yapıda ortaya çıkan bu ilişkiler, kentin mekânsal yapısında da belirgindir.
Hattuşa’da ve Alişar’da daha Hitit döneminde kent planının en belirgin ögesi ve planın odak
noktası, sarayın içinde yer aldığı kaledir. Dört yüzyıl gibi çok uzun bir aradan sonra Demir
Çağı’nda, kentler yeniden ortaya çıktığında da kenti belirleyen tek öge, yine sarayın içinde
bulunduğu kale oldu. Bu dönemde kent, nüfusunun büyük kısmı ile birlikte yerleşim alanını
da yitirdiği halde, ekonominin merkezi konumundaki saray, varlığını sürdürmektedir. Bu
morfolojik yapı, Demir Çağı başlarında Anadolu toplumunun sosyal kademelenmesi hakkında
da bilgi veriyor. Görüyoruz ki, Demir Çağı başlarında, Anadolu’da biri tepenin üzerinde
kurulan kaledeki sarayında oturan kral ve yönetici sınıf, diğeri kırsal alanda yaşayan köylüler
olmak üzere, başlıca iki kesim bulunmaktadır. Sarayın gereksinimlerini karşılayan
zanaatkarlar ise, küçük bir grup olarak sarayın bulunduğu kalenin eteklerindeki konutlarda
oturmaktadırlar. Orta Anadolu’da Erken Demir Çağı kentlerinin en tipik özelliği ise, daha
önce de değindiğimiz gibi, bir kale kent görünümünde olmalarıdır.9
8 Sevgi Aktüre, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Ankara, 1996, ss: 175
9 Sevgi Aktüre, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Ankara, 1996, ss: 176-177
7. 4
1.2.DEMİR ÇAĞI’NDA ANADOLU’DA BULUNAN UYGARLIKLAR
Demir Çağı Anadolu Çağı’ndaki uygarlıklardan bahsetmeden önce ‘İlk Uygarlıklar’
nasıl kuruldu ondan bahsetmek daha doğru olacaktır. İlk uygarlıklar, tarımın ilk başladığı dağ
eteklerinden kaynaklanıp Güney Asya’nın çorak topraklarını sulayan büyük ırmakların
verimli alüvyonlarında doğmuştur. İnsan toplulukları tarım devrimini gerçekleştirip yerleşik
yaşama geçtikten sonra, giderek daha örgütlü toplum yapıları ve büyük uygarlıklar doğmaya
başladı. Bu insanlık sürecinin ılıman iklim kuşağının büyük nehir havzalarında en uygun
ortamı bulduğu anlaşılıyor. Neolitik insanın kurduğu dağınık köyleri, yerlerini daha karmaşık
toplumlara bırakmaya başladılar. Bunlar ilk uygarlıklardı ve ortaya çıkışları dünya tarihinde
yeni bir dönemin başlangıcını gösteriyordu. Bu uygarlıkların ortak özelliği, toplumsal önemi
git gide artan ve çevresindeki kırları yutarak büyüyen kentleriydi. O çağlarda başlayan sürecin
bir sonucu olarak günümüzde toplumsal ilerlemenin temelini kent uygarlıkları oluşturmuştur.
Günümüz uygarlığının temellerinin atıldığı klasik uygarlıklardan Mezopotomya, Mısır ve
Yunan uygarlıklarından, Mezopotomya Uygarlığı döneminde Anadolu’dan bahsedeceğiz.1
M.Ö. 4.binyılın sonları ve 3.binyılın başlarında Mezopotamya’daki gelişmeler
sırasında Anadolu, hala yazıyı tanımış değildi. Birtakım kültür bölgelerine ayrılmıştı. Bu
kültür bölgelerinde eskinin köyleri gelişmiş ve kasabalara dönüşmüştür. Bu bölgeler de daha
çok doğal sınırlarla belirlenmişti ve çoğu kez yöresel özelliklerini çağlar boyunca korumuştu.2
M.Ö. 1200 yıllarında meydana gelen Ege Göçleri (Deniz Kavimleri Göçleri) ve onu
izleyen gelişmelerle birlikte, Önasya’da ve Ege dünyasında Demirçağı başlamıştır.
Ege Göçlerinden M.Ö. 2.binler de, Demirçağı’nda Anadolu Yarımadası ,çeşitli
topluluklara ait büyüklü küçüklü devletlerin yönetimindeydi. Anadolu’nun Güney Doğusunda
ve Kuzey Suriye’nin bir bölümünde Geç Hitit Krallıkları’nı görüyoruz. Bunlar kısmen
Hititler’in devamı şeklindedir; fakat hem Asur, hem Arami, hem de Fenike kültürülerinin
karışımından oluşan bir uygarlıkları vardı. Doğu Anadolu bölgesinde ise Urartular’ı
görüyoruz.M.Ö.11. ve 10. Yüzyılda siyasal bir birlik kuramayan Urartular, Asurlular’ın
Aramilerle uğraşmasını fırsat bilerek M.Ö.9.yüzyılda merkezi bir devlet kurmuşlardır. Orta
Anadolu’da da Frygler’in bir devlet kurduklarını görüyoruz. Balkan kökenli kavimlerden olan
Frygler, siyasal bir birlik olarak ilk defa M.Ö.750’lerden sonra İç Batı Anadolu Bölgesinde,
yani bugünkü Kütahya, Eskişehir, Afyon, Ankara illerinin kapladığı alanlar da ortaya
çıkmıştır.Yine bu dönemde İç Batı Anadolu ‘da Lidyalıların bir devlet kurduklarını
görüyoruz. Fakat bunların Homeros destanlarında adı geçen ‘ Maeonialılar ‘ mı, yoksa
M.Ö.2.binyıl Luwileriyle bağlantılı bir kavim mi oldukları konusu açığa kavuşmuş değildir.
Demir Çağı’na önemli katkılarda bulunarak bu çağa damgasını vuran bu
uygarlıklardan kısaca bahsedeceğiz.
1
Recep Yıldırım, ‘Uygarlık Tarihine Giriş,İlkçağ Tarih ve Uygarlıkları, Ankara,2004 ss: 35-36
2
Recep Yıldırım, ‘Uygarlık Tarihine Giriş,İlkçağ Tarih ve Uygarlıkları, Ankara,2004 ss: 101
8. 5
1.2.1.Geç Hitit Uygarlığı
Geç Hitit Devletleri’nin bir çoğunda kral adları, Hitit imparatorluk dönemindeki
kralların adlarının değişikliğe uğramış biçiminde olması, bunların kendilerini Hititlerin
varisleri saymalarından geliyordu. Ancak yeni kurulan bu devletlerin karakteri ve yönetim
biçimi, merkezi bir güç yerine, küçük şehirler ve dar alanlar içinde sınırlı kalıyordu. Çeşitli
bölgeler de, ayrı ayrı hüküm süren bu devletler, dışarıya karşı güçsüz görünüyordu. Bu
yüzden Asur gibi, gittikçe yayılan ve büyüyen bir savaşçı devlete karşı, bazen birleşip
savaşabiliyor, bazen de çözülüp yeniliyorlardı. Bazı bölgeler de, örneğin Tabal gibi küçük
krallıkların daha güçlü bir kralın bağımlı olarak konfedarasyonlar kurduklarını biliyoruz. Ama
bu yönetim biçimi, gevşek bir dokuya sahip olduğundan, hiçbir zaman merkezi bir güç kadar ,
dış düşmana karşı etkili ve dirençli olamıyordu.3
Şehir Devletleri Kralları’nın görev, yetki ve sorumluluklarının neler olduğunu
gösteren yazılı belgelerden ne yazık ki yoksunuz. Fakat bunların ünvanları arasında ‘Büyük
Kral’, ‘Kahraman’, ‘Ülke Beyi’ gibi yetkilerinin derecelendirildiği terimlere rastlamak
mümkün. Bir de bunların yanında ‘ Hakim ‘ ünvanını da görebiliyoruz. Krallar savaşlar da
ordunun başında olup, ordularını yönetiyorlardı. Barış zamanında da rahip olduğu, bazı
kabartmalar üzerinde bulunan ve kralları dinsel tören sırasında gösteren betimlerden
anlaşılmaktadır. Aynı zamanda Tanrılara törenler düzenliyor, kurbanlar sunuyordu.
Elimizdeki belgelere dayanarak, plastik eserlerden süvarilerin, yaya ve arabalı
savaşçıların Geç Hitit askeri gücü içinde yer aldığını anlayabiliyoruz. 4
Ege Göçleri ve onu
takip eden Arami Göçlerinden sonra da Önasya2nın sosyal ve siyasal çehresi büyük
değişimlere uğramıştır. Örneğin M.Ö.2.binyılda ki feodal temele dayalı büyük devletler
yerine şimdi kavimler ve kabile esasına dayanan bir takım küçük şehir devletleri kurulmuştur.
Geç Hitit Şehir Devletler halkının, Hitit ve Hurri kavimlerinden geriye kalanlar ile
Luwilerden oluşturduğunu, Kuzey Suriye Geç Hitit Şehir Krallıkları’nda ise ayrıca Arami
halkının da yoğun olarak bulunduğunu görebiliriz.5
Geç Hitit Devletlri’nin yayılma alanlarını tanımlayacak olursak; Tuz Gölü’nden
Akdeniz’e kadar güney doğrultusunda çekilecek bir çizgi, bunların batı sınırını oluşturur;
kuzey sınırı ise, yine Tuz Gölü’nden Malatya’ya kadar doğu yönünde çizilecek bir çizgidir.
Bölge’nin doğu sınırı ise Malatya’dan güneye, Kargamış’a kadar çizilecek bir sınır olarak
belirlenebilir; Kargamış’ın daha güneyi ise, Arami etkisine daha çabuk girdiği için, Hitit’den
çok bir Arami bölgesi sayılabilir.
Sınırları belirlenen alanlar Asur kaynaklarına göre şu bölgelere ayrılıyordu: Kayseri,
Niğde, Nevşehir ve Ürgüp’ü kapsayan Tabal, Gürün, Malatya (Milidia) ve dolaylarını içine
alan Kummuh, Maraş ve Gaziantep’in merkezini oluşturduğu Gurgum, Adana ve dolayları,
yani Çukurova Bölgesi’ne eşitlenebilen Que, bunun hemen kuzeyinde yer alan Toros dağlık
bölgesinin bulunduğu Hilakku, ayrıca, Gaziantep’in güneyinde Fevzipaşa istasyonu
3
M.Ali Dinçol, Anadolu Uygarlıkları, Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, ss: 132
4
M.Ali Dinçol, Anadolu Uygarlıkları, Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, ss: 133
5
Recep Yıldırım, Uygarlık Tarihine Giriş, İlkçağ Tarihi ve Uygarlıkları, Ankara, ss: 122-123
9. 6
yakınındaki Sam’al (bugün Zincirli), Hitit İmparatorluk döneminden beri önemini korumuş
olan Kargamış, Antakya dolaylarında Hattina olarak söyleyebiliriz.6
1.2.2.Urartu Uygarlığı
M.Ö. 9-6. Yüzyıllar arasında, çekirdeğini Van gölü çevresinin oluşturduğu Urartu
Krallığı, Çıldır, Sevan (Gökçe) ve Urmiye Gölleri’nin bulunduğu bölgeleri kapsamaktaydı.
Asur kaynaklarından Urartu adı altında tanımlanan krallığın sınırları, kuzeyde Kafkasötesine,
doğuda Kuzeybatı İran içlerine, batıda Malatya çevresine, güneyde de Urfa-Halfeti
yakınlarına kadar uzanmaktaydı.7
Urartu Coğrafyası’nın büyük bölümü sıradağlar ve vadilerle birbirinden ayrılmış ve
yaylalarla kaplıdır. Tarım potansiyeli olan verimli ovalar sınırlıdır. Bu sebeple bu bölgede
yaşayan toplumlar, binlerce yıl göçebe olarak yaşamış, bir devletin himayesi altına
alınamamıştır. Bu göçebelik ve belli bir devlete bağlı olamaması, Urartular’ın Anadolu’daki
Demir Çağ krallıklarından farklı olarak, bölgenin sorunlarına uygun çözümler geliştirmesi
için zemin hazırlığına yol açmıştır. Devletin kuruluşu ve Başkent Tuşpa’nın (Van) inşa
edilmesinden sonra, çözümlerin bulunduğu ve bölgeyi geliştirdikleri görülebilir.8
Hitit Kralı Hattusilis ile Mısır Firavunu II. Ramses arasındaki savaşın bittiği yıllarda
Assur Krallığı’nın başına I. Salmanassar geçer ve ilk işi olarak Uruadri ülkesine saldırır.
Güneydoğuda Büyük Zap’ın kaynaklarından Van Gölü’nün doğu ve kuzeyine doğru uzanan
geniş topraklar, Assurluların “Uruatru” dediği Himme, Uatqun, Barqun, Salua, Halila, Luha,
Nilipahri ve Zingun adlı sekiz aşiret boy arasında paylaşılmıştı. 9
Hurrilerin egemenlik
alanının Van Gölü ve çevresine daha genel bir tanımla Doğu Anadolu’ya kadar uzandığını
savunanlar bulunmaktadır, hatta bazı araştırmacılar Urartuların, Hurrilerin devamı olduğunu
düşünmektedir10
Ancak Uruadri ve Nairi konfederasyonlarının üzerine kurulan ve ileride
büyük bir devlet olacak Urartu’yu, Hurri-Mitanni devletinin bir parçasıdır diyebilmek için
yeterli kanıtın olmadığını fakat Urartu’nun Hurri Devletinin bir parçası olduğu görüşünü
benimseyenler bulunmaktadır.11
Doğu Anadolu’da M.Ö. 2. binyılın başlarından beri süregelen kuraklık sonucunda
Hurri12
kökenli boylardan oluşan küçük beylikler13
yarı göçebe bir yaşam tarzını seçmişlerdi.
Zengin su kaynaklarına hayvanlarının beslenebileceği otlakların bol olduğu yaylalarda
6
M. Ali Dinçol, Geç Hititler, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, ss: 124
7
Belli, Urartular, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, ss: 140
8
Köroğlu, Konyar(ed), Urartu: Doğu’da Değişim, İstanbul, 2011, ss: 8
9
Sevin, Çavuştepe: II. Sarduri’nin Görkemi ”, ArkeoAtlas Özel Koleksiyon, İstanbul, 2010.
10
Tarhan, M.T. “M.Ö. XIII. Yüzyılda Uruatri ve Nairi Konfederasyonlar”, Yayınlanmamış Doçentlik Tezi, İstanbul,
1978, ss: 39 -. S. Güneri, “Erken Demir Çağında Doğu Anadolu ile Transkafkasya Arasında Gelişen Kültürel
İlişkiler”, Yayınlanmamış Doktora Tezi,Ankara, 1995, ss: 203.
11
Tarhan M.T. “M.Ö. XIII. Yüzyılda Uruatri ve Nairi Konfederasyonlar”, Yayınlanmamış Doçentlik Tezi, İstanbul,
1978, ss: 39; Akurgal, E. Anadolu Uygarlıkları, İstanbul, 1993, ss: 175
12
Çilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir, 1994, ss:.25.
13
Sevin “Çavuştepe: II. Sarduri’nin Görkemi ”, ArkeoAtlas Özel Koleksiyon, İstanbul, 2010, ss: 432.
10. 7
kurdukları kaleler ile kendi kültürlerini oluşturmaya başlamışlardı. Yukarıda da bahsettiğimiz
gibi M.Ö. 1274 yılına gelindiğinde ilk kez Assur Kralı I. Salmanassar tarafından dağlık
bölgede olan ve sekiz kabileden oluşan “Uruatri” 14
ismi geçmektedir.15
Daha sonraki yıllarda
Assur Kralı I. Tikulti Ninurta döneminde ele geçen kaynaklarda 60 krala sahip olan “Nairi
Ülkesi16
adı geçmektedir. Assur kralları her dönem Doğu Akdeniz Bölgesi ve ticaretini ele
geçirmeyi arzulamış ve aynı zamanda Doğu Anadolu’nun zengin hammadde kaynakları ile
ilgilenmişlerdir. Bunun yanında Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan beyliklerden haraç
olarak çeşitli maden, bronzdan yapılmış eşya ve at alarak vergiye bağlamak istemiş ve kendi
ekonomileri için sürekli bir gelir kaynağı oluşturmak istemişlerdir. Tamamen ekonomik
çıkarlı olan bu askeri seferler sonucunda işgale dayalı kalıcı bir Assur egemenliği söz konusu
olmamıştır.17
Demir Çağı dönemi genel özelliklerinden birisi de, bölgede beylikler halinde yaşayan
halk gruplarıdır ki, bu beylikler daha sonra bir araya gelerek Urartu Krallığını
oluşturacaklardır. Bu küçük beylikler Assur Krallığı’na karşı Uruatri ve Nairi adı altında
federasyon kurmuşlarsa da, Doğu Anadolu’nun topografik yapısı ve iklimsel özellikleri
yüzünden beyliklerin arasındaki iletişimin oldukça düşük olduğunu görürüz. Bu küçük
toplulukların beyleri yüksek ve sarp kayalıklar üzerinde bulunan kalelerde yaşarken, halk ise
kalelerin eteklerinde oturmaktaydı. Bu dönem yapılan kalelerde Urartu Krallığı kurulduktan
sonra tipik mimari tarz olan ve savunmayı kolaylaştıran kurtin ve bastiyonların
kullanılmadığını görmekteyiz. Ayrıca mezarlıkların sivil yerleşim yerlerinde bulunduğunu
ancak Urartu Krallığı’nın kuruluşu ile birlikte sivil yerleşim yerleri ile mezarlıkların
ayrıldığını görmekteyiz.18
Aynı coğrafyada bir arada yaşamayı sürdüren bu farklı kökenli topluluklar yeri
geldiğinde ortak düşmana karşı birlik olmayı başarmışlardır. İşte Van Gölü Havzası’nda
yaşayan bu beyliklerin örgütlenmelerindeki en büyük payın başta demir madeni olmakla
birlikte bölgeye ait zengin maden yatakları olduğu söylenebilinir.19
Urartu beylikleri Assur
Krallığı ve Batı İran topluluklarından çok daha önce demiri işlemeyi öğrenmiştir. İşte demiri
işlemek için gerekli olan organizasyon ve örgütlenme Van Gölü Havzası’nda yaşayan
beyliklerin ortak düşmanı olan ve güneyden gelen Assur tehlikesine karşı birleşmelerini
sağlayan itici güç olmuş olmalıdır.20
Bu sonucun doğruluğuna, Doğu Anadolu ve Güney
Transkafkasya’da M.Ö. II. binyılda var olan şartların sosyo-ekonomik-kültürel gelişimleri
üzerine ciddi çalışmalar yapmadan ulaşılamaz. Yani Assur Devleti olmasaydı Urartu Krallığı
kurulamazdı diye ileri sürülen bu görüş tartışmaya oldukça açıktır. Krallığın kuruluşunda
küçük beyliklerin yanı sıra Kuzey Mezopotamya’dan kaynaklanan bir göç dalgasının etken
olduğu da ileri sürülmektedir.21
Uzun bir dönem göçebe hayat yaşayan beyliklerin tek
14
O. Belli, “Urartu Krallığı’nın Tarihsel Gelişimi” Savaş ve Estetik, İstanbul, 2004a., s. 46.
15
M. Salvini, Urartu Tarihi Ve Kültürü, İstanbul, 2006, s. 29.
16
Belli, Urartu Krallığı’nın Tarihsel Gelişimi” Savaş ve Estetik/War and Aesthetics, İstanbul, 2004,ss: 46.
17
Yıldırım, Uygarlık Tarihine Giriş, Ankara, 2004, ss: 126.
18
Belli, Urartu Krallığı’nın Tarihsel Gelişimi” Savaş ve Estetik/War and Aesthetics, İstanbul, 2004, s. 47
19
Çilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir, 1994, ss: 27.
20
Yıldırım Uygarlık Tarihine Giriş, Ankara, 2004, ss: 126 ; Çilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir, 1994, ss: 28.
21
Sevin “Çavuştepe: II. Sarduri’nin Görkemi ”, ArkeoAtlas Özel Koleksiyon, İstanbul, 2010, ss: 434.
11. 8
merkezden yönetilen bir siyasi örgüt ile Assur’a karşı çok daha etkili bir savunma
sağlayabileceklerini ve bu halk topluluklarının ancak 400 yıl gibi bir süre içerisinde bir kral
çatısı altında toplandıklarını görüyoruz.22
İşte bu tarihten sonra Yakındoğu tarihinde Assur
Devleti’nin en büyük düşmanı Urartu Krallığı olacaktır.23
Urartular, yazı yazma, dil, edebiyat, sanat vb. kültür ve uygarlık değerlerini kısa
zamanda benimseyip, kendine gelişme yolları açmıştır. Hele göçebelikten devlet kurma
durumuna kısa sürede geçen bu kavim, çok şeyini borçlu olduğu Asur devletine her konu da
ciddi bir rakip haline gelmeyi başarmıştır.24
1.2.3.Frig Uygarlığı ( Phryg)
Frigler’in Anadolu’ya ne zaman geldikleri tartışma konusudur. Ancak kesin olan
şudur ki, MÖ. 9. yüzyılda Gordion merkez olmak üzere, Orta Anadolu’da Ankara, Sinop,
Alacahöyük, Pazarlı, Boğazköy, Konya’nın bir bölümü; Doğu Anadolu’da Malatya, Batıda
Afyon ve Manisa’ya kadar uzanan topraklar üzerinde yerleşmişlerdi. 25
Aslında Konya ilinin
kuzey parçası Frigya sınırları içindedir. Daha önceleri Konya’nın tamamının Frigya
kapsamında sayıldığı anlaşılıyor, çünkü MÖ. 401 de Konya’dan geçen Xenophon bu kenti
Frigya’nın son kenti olarak nitelemektedir.26
Frigler’in Anadolu’daki ilk yüzyılları hala büyük ölçüde karanlıktır. Frig Krallığı,
Anadolu’nun hakkında az şey bilinen uygarlıklarından biridir. Yazılı belgelerin suskunluğu
karşısında Frig toplumunu ve bu toplumun yarattığı uygarlığı anlamamıza ve tanımamıza
Eskiçağ yazarlarının vermiş olduğu bilgiler, arkeolojik kazı ve araştırmalar da gün ışığına
çıkan buluntular yardımcı olacaktır. 27
Eskiçağ yazarları Frigler’i genellikle müzik ve dansta ünlü fakat cesaret ve enerjiden
yoksun, köle ruhlu bir toplum olarak anlatırlar. Ancak Frigler, bu ünlerini muhtemelen daha
sonraki dönemler de kazanmışlardır. Homeros , onları ‘ savaşa girmek için yanıp tutuşan ‘ bir
ulus olarak tanımlar. Heredot ise Pers Kralı Büyük Darius’un ordusundaki savaşçı uluslar
arasında Friglere özel bir yer verildiğini kaydeder.28
Frigler, aynı topraklarda kendilerinden önce yaşamış olan Hitit, Luwi ve Hurriler’in
kültüründen çok farklı bir kültür yaratmışlardır.Fakat ne var ki,Frig toplumu ve toplum yapısı
hakkında çok fazla bir bilgi yoktur. Erken dönemlerde onlar daha çok savaşçı bir toplum
görüntüsü vermektedirler. Frigya genellikle bir köylü ülkesiydi ama doğal kaynaklar
22
Çilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir, 1994, ss: 28.
23
Çilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir, 1994, ss: 24.
24
Recep Yıldırım, Uygarlık Tarihine Giriş,İlkçağ Tarih ve Uygarlıkları, Ankara, ss: 126
25
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitapevi, 8.Baskı, Konya, 2009, ss: 187
26
Bilge Umar, Phrygia, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2008, ss: 1-2b
27
Taciser Tüfekçi Sivas, Frigler, Midas’ın Ülkesinde Anıtların Gölgesinde, Yapı Kredi Yayınları 1. Baskı, İstanbul,
2012, ss: 11
28
Veli Sevin, Frigler, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, ss: 258
12. 9
yönünden de fakir sayılmazdı. Ekonomisinin temeli tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. 29
Kralları tüm çabalarını ve dikkatlerini tarıma verirlerdi. Yaşadıkları coğrafyanın dağlık ve
ormanlık olmasından dolayı ahşap işçiliği ve marangozlukta ilerlemiş, kaya anıtlarından
gördüğümüz kadarıyla taş işçiliğinde ustalaşmış, dokumacılıkta ve tekstilde gelişmiş, ele
geçen tunç, gümüş, ve demir eserlerden anladığımız kadarıyla madencilik alanında üst düzeye
geldiklerini gösteren bir toplum olmuşlardır. 30
Bununla birlikte Gordion ve Midas kentlerinde
gelişmiş bir aydın tabakası ile tüccar ve esnaf sınıfları da bulunuyordu. 31
Nitekim, Frigler
Maden işçiliğinde de yüksek bir düzeye ulaşmışlardı. Yaylı çengelli iğneler dönemin
teknolojik bir Frig buluşu olup, bunlar Asur ve Geç Hitit merkezlerinde aranan ve beğenilen
sanat eserleri idiler. Frig eserleri Hellen sanatın etkilediği gibi, söz konusu eserler daha
sonraki dönemlerde İyonyalı sanatçılar tarafından da taklit edildiler.32
Bugün Orta Anadolu Bölgesi’nde nüfusun büyük kesimi Kırsalda yaşamakta. Bu
bölge geniş tarım alanları ile hala ülkemizin tahıl deposu. Antik dünyanın sevilen malları
arasında yer alan, Frigler’in ‘tapetes’olarak adlandırılan kilimlerindeki Frigler’e özgü
geometrik motifler, günümüzde hala Sivrihisar kilimlerinde yaşatılmaktadır. Frig soylusunun
içi kabı olarak kullanıldığı tunç kaseler, günümüzde ‘göbekli hamam tasları’ olarak
geleneksel hamamlarımızda yerini almıştır. Ana Tanrıça Matar’a yapılan dinsel ritüellerde
insanı kendinden geçiren Frigyen modundaki müzik, çağların derinliklerinden süzülerek, Frig
makamıyla hala yaşamaktadır.33
1.2.4.Lidya Uygarlığı ( Lydia)
Lidyalılar M.Ö.2.bin içinde Anadolu’ya gelip yerleşmiş bir kavim olarak kabul
edilmektedirler. Ancak bazı tarihçiler, Lydyalıların M.Ö. 2300 yıllarında Friglerle aynı
zamanda Anadolu’ya geldiklerini söylerler. Bazıları da Lidya dili ile Hitit dili arasında bir
ilişki olduğunu ve Lidyalıların Batı Anadolu’ya M.Ö.2.binyılın başlarında gelip yerleştiklerini
savunurlar. Lidyalılar ise kendilerini güney komşuları Karyalılar ve kuzey komşuları
Mysialılar ile aynı kökene dayandırırlar. Anlayacağımız üzerine Lydialıların kökeni tam
olarak bilinmemektedir. Tüm bu bilinmeyenlere karşın, Lydialıların Hint-Avrupa bir kavim
olduğu kesindir.34
29
Veli Sevin, Eski Anadolu ve Trakya Başlangıcından Pers Egemenliğine Kadar, Atlaslı Büyük Uygarlıklar
Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, 1. Baskı 2003 ss: 255
30
Taciser Tükekçi Sivas, Frigler, Midas’ın Ülkesinde Anıtların Gölgesinde, Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı,
İstanbul,2012, ss:11
31
Veli Sevin, Frigler, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, ss: 258
32
Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, Net Turistik Yayınları 9. Baskı, İstanbul, 2007, ss: 193
33
Taciser Tükekçi Sivas, Frigler, Midas’ın Ülkesinde Anıtların Gölgesinde, Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı,
İstanbul,2012, ss: 12
34
Recep Yıldırım, Uygarlık Tarihine Giriş,İlkçağ Tarih ve Uygarlıkları, Ankara
13. 10
Lidya bölgesi doğal kaynaklar açısından çok zengin ve bereketliydi. Nehirler
tarafından sulanan yeşil vadilerde toprak verimliydi ve dağlar ormanlarla kaplıydı. Bundan
dolayı hem doğal kaynak açısından hemde ormanlık alanlardan dolayı bölge, tarım ve
hayvancılık için çok elverişliydi. Bu bölgenin diğer bir zenginliğide kumaş boyama da
kullanılan kaliteli kök boyalarıydı. Güçlü ve hızlı atlar yetiştirilirdi.35
Lidya soylularına ait
Tümülüsler de bulunan altın ve gümüş eserler,Lidya maden işçiliğinin en güzel
örnekleridir.36
Lidya işte bu zenginlikleriyle ünlüydü.
M.Ö.7.yüzyıl ilk yarısında Gyges ile başlayan güçlü Lidya krallığı yaklaşık 135 yıl
süren egemenliği boyunca sürekli doğu sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır. Nitekim
sonuçta onu tüm çabalarına karşın,yine doğulu bir düşman tarih sahnesinden silmiştir. Doğu
sorunlarının yarattığı korku krallığın kendini tam olarak göstermesine engel olmuştur.37
1.2.5.Karia Uygarlığı
Karia, Anadolu'nun Güneybatısındaki antik bölgedir. Adını, yörenin yerli halkıolan ve
Karia dilini konuşan Kar'lardan alır. Kuzeyde İyonya, doğuda Frigya, güneyde Likya ve
batıda Ege deniziyle çevrilidir. Bugünkü Muğla ve Aydın illerinin büyük bölümlerini içine
alır. Batıkıyışeridinde Iassos, Knidos ve Keramos, iç kesimde Mylasa, Labranda, Alinda ve
Alabanda, Maiandros vadisinde Nysa, Tralles, Aphrodisias ve Hierapolis bölgenin önde gelen
kentleridir.38
Karia sahil bölgesinde maden ocakları da bulunuyordu. Kuzeyde Miletos’un
doğusunda Latmos (Beşparmak) Dağı’nda demir vardı. Gerçekten dağın güneydoğu ucuna
yakın bir yerde eski bir maden ocağının izleri bugünde görülebilmektedir.Myndos
(Gümüşlük)’un arkasındaki tepelerde, adını kentten alan uzun burnun ucunda önemli bir
gümüş ocağı bulunuyordu. Karia sahilinin yakınında zengin Kos (İstanköy) Adası yer
almaktadır. Kos’taeski maden ocaklarının izleri vardır ve biraz bakır bulunmuştur.39
Adanın
endüstrileri, toprak ve bakır kapların üretimini kapsamıştır; daha MÖ 300 gibi erken bir
tarihte,bakırcılar ve çömlekçiler, bir kurbandan özel pay alabilecek kadar önemli idiler.
Kibyra’lıların (Horzum) başka bir özelliği de, demir işçiliği ve kakmacılığındaki
ustalıklarıdır.40
35
Recep Yıldırım, Uygarlık Tarihine Giriş,İlkçağ Tarih ve Uygarlıkları, Ankara
36
Selçuk Gür, İlk İnsandan Selçuklu’ya Anadolu Uygarlıkları ve Antik Şehirler, İstanbul
37
Recep Yıldırım, Uygarlık Tarihine Giriş,İlkçağ Tarih ve Uygarlıkları, Ankara
38
Billorer Mehmet, Karia YarımadasıGezi Notları, Bodrum 2001
39
Magie David, Anadolu’da Romalılar 2 (1. Baskı). (Çeviren: Nezih Başgelen ve Ömer Çapar).Arkeoloji ve Sanat
Yayınları.İstanbul, 2002
40
Strabon, Geographika XII-XIII-XIV (5. Baskı). (Çeviren: Adnan Pekman), Arkeoloji ve Sanat
Yayınları,İstanbul,2005, ss: 182
15. 12
İKİNCİ BÖLÜM
URARTU KRALLIĞI
2.1.Urartu Ülkesi ve Sınırlar
Urartu (Biainili) Krallığı’nın, denetlenmesi oldukça zor olan yüksek yaylalar,
sıradağlar ve derin vadilerden oluşan Doğu Anadolu ve çevresinde 200 yılı aşkın süre
boyunca sürdürdüğü egemenlik birçok bakımdan incelenmesi gereken ilginç özellikler taşır.
Urartu, Orta Demir Çağı’nda Önasya’daki güçlü devletlerden biriydi. Çağdaşlarından
güneyde Assur, batıda Melitia (Melid, Malatya), Tablani (Tabal/Kayseri çevresi) ve Qumaha
(Kummuh/Kommagene, Adıyaman/Samsat) başta olmak üzere Geç Hitit devletleri, Orta
Anadolu’da Frigler, Kuzeybatı İran’da Mana ve Medler gibi krallıklarla siyasal ve ticari
ilişkiler kurmuştu. MÖ 9. yüzyıl ortalarında Van Gölü’nün doğu kıyısında başkent Tuşpa’da
(Van) ilan edilen Urartu Devleti, 7. yüzyılın ortalarına kadar batıda Fırat, kuzeyde Kars
platosu - Sevan Gölü havzası, doğuda Urmiye Gölü havzası ve güneyde Toros Dağlarının
çevrelediği bölgeyi yönetmiştir.1
Urartu Krallığı’nın egemen olduğu alan, genel hatlarıyla
burada belirtildiği gibi tanımlansa da günümüze ulaşan yazılı belgeler ve arkeolojik kalıntılar
sınırlar konusunda iki ayrı düşüncenin gelişmesine sebep olur. Bu nedenle Urartu Krallığı’nın
yayılım stratejisini ve sınırlarını iki farklı bakış açısı ile değerlendirmek gerekmektedir.2
Birinci öngörülen düşünce Urartu ordularının güçlü olduğu dönemlerinde hemen
hemen her yıl yaptıkları yağma seferleri ile ulaştıkları en uç noktalarda ana kayalara
kazdırdıkları “gösteriş yazıtlarını” veya diktikleri yazıtlı stelleri esas alarak çizilen sınırlardır.
Tamamen propaganda amaçlı olan bu yazıtlar kuzeyde Ardahan bölgesine ve Gürcistan
sınırına, doğuda Hazar Denizi yakınına, batıda da Malatya-Elazığ sınırına dikilmiştir. Gerçek
sınırları göstermeyen ve çağdaşlarını baskı altına almak için uyguladıkları yöntemlerden biri
olan bu anlayış, çivi yazısını aldıkları Yeni Assur Krallığı’ndan kopyalanmıştı. Yeni Assur
kralları da Anadolu’ya yaptıkları seferlerin işareti olan kabartmalarını, Çukurova’nın
kuzeyinde Torosların etekleri, Doğu Anadolu’da Muş yakınındaki Yoncalı gibi kendilerinin
olmayan, tarihleri boyunca ancak birkaç kez yağmalamak için gidebildikleri bölgelerde bile
dikmişlerdi.3
Urartu’nun egemen olduğu bölgeleri algılamak ve sınırlarını çizebilmek için devletin
inşa ettiği kentlerin ve bağlı yerel yönetim merkezlerinin dağılımına bakmak daha gerçekçi
bir yaklaşım olabilir. Urartu Devleti sitadel ve eteklerindeki sivil yerleşmelerden oluşan
kentlerin çoğunu Van Gölü havzasında ve kuzeyde Aras Nehri vadisinde inşa etmiştir.
Devlete bağlı yerel yönetim merkezleri ise daha geniş bir alanda karşımıza çıkar. 4
Urartu Devleti’nin kurulduğu Van Gölü havzası güneyden Mezopotamya ve
Anadolu’yu birbirinden ayıran Toroslar tarafından kuşatılmış durumdadır. Urartu Krallığı’nın
egemenlik alanını gösteren birçok haritada güney sınır Yukarı Dicle bölgesine kadar
uzatılmakla birlikte aslında bu doğru değildir. Krallık, bu yöndeki genişleme çabalarına
rağmen, yazıtlarda geçen birkaç yer adının kuşkulu lokalizasyonu tartışma dışında tutulursa,
1 Köroğlu, Urartu: Doğu’da Değişim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, ss: 12-13
2 Köroğlu, Urartu: Doğu’da Değişim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, ss: 13-14
3
Börker, Börker-Klähn, J. 1982 Altvorderasiatische Bildstelen und vergleichbare Felsreliefs,Mainz: Philipp von
Zabern.
4 Köroğlu, Urartu: Doğu’da Değişim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, ss: 14-15
16. 13
Torosların güneyinde kalıcı olamamış ve bereketli ovalarda herhangi bir merkez
kuramamıştır. Aynı dönemde Torosların güneyinde, Yukarı Dicle bölgesinde Tuşhan
(Üçtepe), Amedi (Diyarbakır) ve Tidu (Ziyaret Tepe) adlı üç eyalet merkezi kurmuş olan
Yeni Assur Krallığı egemendir.5
Bu bölgede Urartu Krallığı’yla ilişkilendirilebilecek herhangi
bir arkeolojik veri bulunmamaktadır. Ayrıca Urartu ile Assur arasında, hiçbir krallığın
denetimine girmeyen ve Assur yazıtlarında krallık olarak tanımlanan güçlü yerel aşiretlerin
varlığını sürdürdüğü bilinmektedir.6
Başkentin batısındaki Bingöl, Elazığ (Alzi) ve Tunceli bölgesi MÖ 9. yüzyıldan
itibaren Urartu’nun kontrolüne geçmiştir. Bölgenin denetimi Palu ve Mazgirt/Kaleköy gibi
içinde çok odalı kaya mezarları yer alan eyalet merkezleri aracılığıyla sağlanmıştı.
Günümüzde Karakaya Barajı’nın bulunduğu bölgede Fırat Nehri, ülkenin en batı sınırını
belirliyordu. II. Sarduri tarafından yazdırılan İzoli yazıtı 7
Urartu’nun bu bölgeye gelerek
Fırat’ı geçişini anlatmaktadır. Fırat Nehri’ni yalnızca vergi ve ganimet almak için aşan
Urartular, Minua ve II. Sarduri döneminde Melitia ve hatta Qumaha gibi kent devletleri
üzerinde baskı uygulamış ve vergi almışlarsa da nehrin ötesinde yerleşememiştir.8
Batı
sınırındaki Geç Hitit krallıklarını tanımlayan Hate adı Urartu’nun yıkılışına kadar yazıtlarda
varlığını korumuştur. 9
Ana kayalar üzerine yazdırdıkları çivi yazılı fetih yazıtları Urartuların kuzeyde
Erzurum, Kars ve Ardahan yaylası üzerinden Gürcistan sınırına kadar çıktığını gösterir. Aras
Nehri vadisinin kuzeyindeki Süngütaş, Sarıkamış, Taşköprü ve en kuzeydeki Hanak yazıtları,
bu yöndeki seferlerin rotasını göstermektedir. Urartu kuzeyde ulaştığı en uç noktayı
Hanak/Ortakent yazıtı ile belirlemiştir.10
Yazıtların kuzeyde Gürcistan sınırına kadar
ulaşmasına rağmen Urartu dönemi yerel eyalet merkezlerinin en kuzeyindekileri Aras Nehri
vadisindeki Pasinler ve Yoğunhasan’dır. Aras Nehri vadisi Urartu’nun merkezden
5
Köroğlu, Üçtepe I. Yeni Kazı ve Yüzey Bulguları Işığında Diyarbakır/Üçtepe ve Çevresinin Yeni Assur Dönemi
Tarihi Coğrafyası, Türk Tarih Kurumu., Ankara, 1998
6
Kessler, K. “Şubria, Urartu and Assur. Topographical Questions around the Tigris Sources”, M. Liverani
(ed),Neo-Assyrian Geography,Roma: Università di Roma “La Sapienza”,1995, ss: 55-67 - Schachner, A.Bilder
eines weltreichs. Kunst-und kulturgeschichtliche Untersuchungen zu den Verzierungen eines Tores aus Balawat
(Imgur-Enlil) aus der Zeit von Salmanassar III, Konig von Assyrien,Brepols
7
Salvini, M, “Le testimonianze storiche urartee sulle regioni del Medio Eufrate: Melitene, Kommagene,
Sophene, Tomis a”, La Parole del Passato 27,1972, ss: 100 -111.
8
Astour, M. C, “The Arena of Tiglath-pileser III’s Campaign Against Sarduri II (743 B.C.)”, Assur2 /3, 1979,ss: 69 -
91.
9 Köroğlu, Urartu: Doğu’da Değişim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, ss: 14-15
10
Dinçol, A., Dinçol, B, “Die urartäische Inschrift aus Hanak (Kars)”, H. Otten (ed), Hittite and Other Anatolian
and Near Eastern Studies in Honour of Sedat Alp, Anadolu Medeniyetlerini Araştırma ve Tanıtma Vakfı
Yayınları, Ankara, ss: 109-117.
17. 14
yönetebildiği alanın kuzey sınırını çiziyor gözükmektedir.11
Daha kuzeyde Kars ve Ardahan
yaylasında günümüze kadar yapılan araştırmalarda Urartu Devleti’nin inşa ettiği kent veya
içinde çok odalı kaya mezarı bulunan yerel yönetim merkezi saptanamamıştır.
Krallık kuzeydoğuda Aragats Dağı’nın güneyi ile Sevan Gölü’nün batısındaki verimli
Aras Nehri vadisine yerleşmek için büyük yatırımlar yapmıştır.12
Burada Armavir Blur
(Argitihinili), Arinberd (Erebuni) ve Karmir Blur (Teiebai URU) adlı üç büyük krali kent
kurulmuştur.13
Doğuda Urartu devletinin yaptığı en önemli yatırımlardan biri MÖ 7. yüzyılda
II. Rusa tarafından Kuzeybatı İran’da inşa ettirilen Bastam (Rusai-URU.TUR.) kentidir.14
Urartu ordularının ulaştığı noktaları işaretleyen yazıtlardır. Urartu Krallığı, Assur ile sınırını,
Zagros Dağları’nın doğal olarak böldüğü hattı kabul etmiş ve yazıtlara da bunu yansıtmıştır.
Ancak Assur’un bu sınırı tanıdığı konusu kuşkuludur. Doğuda Urartu ordularının Tebriz
üzerinden Hazar Denizi’ne yakın olan ve Razlık ve Naşteban yazıtlarıyla işaretlenen alana
kadar gittiği anlaşılmaktadır. Ancak bu türde yazıtların bulunduğu uç bölgelerde, Urartu’yla
doğrudan ilişkili başka herhangi bir bulguya rastlamak zordur .15
Anlaşıldığı gibi Urartular hiçbir zaman ne güneybatıda Akdeniz’e ne de kuzeyde
Karadeniz’e ulaşabilmiştir. Fildişi ve cam boncuk gibi ürünlerin Urartu merkezlerinde varlığı,
Doğu Akdeniz ve Kuzey Suriye ile ticari bağlantıya işaret etmektedir. Frig kökenli fibulaların
Urartu’ya gelişi, Anadolu ile olan ilişkilerin yalnızca seferler veya Assur’a karşı yapılan
ittifaklarla sınırlı olmadığını göstermektedir. Urartu Krallığı’nın, kurduğu kentler ve
oluşturduğu eyalet merkezleriyle sahip olmaya çalıştığı sınırlar içinde denetlenmesi zor
bölgeler bulunmaktadır. Bunların başında Toroslar, Nemrut, Süphan, Aladağlar, Ağrı, Aras
Güneyi Dağları gibi yükseklikleri 2500 ile 5000 m arasında değişen volkanik yükseltilerin
yamaçlarındaki yaylalar gelmektedir. Bu bölgelerde saptanan kalıntılar, genellikle yarı göçebe
toplumlarla ilişkili ve yerel karakterlidir. Devletin buraları denetlediğini gösteren kanıtlardan
yoksunuz. Urartu Devleti yatırımlarını genellikle tarım alanlarının bulunduğu bölgelere
yapmış, yüksek ve ulaşılması zor bölgeleri ise hayvan ihtiyacını karşılamak amacıyla
yağmalamıştır.16
11
Köroğlu, “The northern border of the Urartian kingdom”, A. Çilingiroğlu, G. Darbyshire (ed), Anatolian Iron
Ages V. Proceedings of the Fifth Anatolian Iron Ages Colloquium held at Van, 6-10 August 2001,London: British
Institute of Archaeology at Ankara,2005 ss: 99-106.
12 Biscione, R, “Pre-Urartian and Urartian Settlemen Patterns in the Caucasus, Two Case Studies: The Urmia
Plain, Iran and the Sevan Basin, Armenia”, A. T. Smith, K. S. Rubinson (ed), Archaeology in the Borderlands:
Investigations in Caucasia and Beyond, Los Angeles: Cotsen Institute of Archaeology, UCLA, 2003, ss: 167-183.
13 Piotrovskii, B, Urartu, London: Barrie & Rockliff, 1969
14
Kleiss, “Bastam, an Urartian Citadel Complex of the Seventh Century, B.C.”, American Journal of Archaeology
84,ss: 299-304.
15 Kroll, S, Keramik urartäischer Festungen in Iran ,Berlin: Dietrich Reimer Verlag, 1976
16 Köroğlu, Urartu: Doğu’da Değişim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, ss: 16
19. 15
2.2. Urartu Siyasi Tarihi
Yazılı kaynaklarda adları geçmeyen, karanlıkta kalan birçok halk gibi, kendilerini
Urartu olarak adlandıran bu halk da, ne zaman adlarını ilk defa önemli olaylara karıştırmaya
başladı, o zamandan itibaren varlıkları kesin olarak saptanabildi. Fakat Urartular hakkında ilk
bilgileri, M.Ö. 13.yüzyıldan başlayarak Urartu ve Nairi’deki kabilelerden söz eden Assur
kaynakları, Urartu Devleti’nin erken dönemleri hakkında bilgi verir.1
Assur kaynaklarında Urartu olarak tanımlanan krallığın sınırları, kuzeyde
Kafkasötesi’ne, doğuda Kuzeybatı İran içlerine, batıda Malatya çevresine, güneyde de Urfa-
Halfeti yakınlarına kadar uzanmaktaydı. 2
Urartu Krallığı, 3.yüzyıl boyunca Asur Devleti’nin en büyük rakibi olmuştu. Ne kadar
Urartular iki kez Asur orduları tarafından büyük yenilgiye uğratılsalarda, yüzyıllar süren
savaş ve anlaşmazlıklarda, Urartu Krallığı, Asurlular’ı yenilgiye uğratmayı başarmışlardır.
Fakat ne vardır ki, antik kaynaklar ve Ortaçağ tarihçileri Urartular’a ait tüm sanat eserlerinin
Asurlular tarafından yapıldığını kabul etmişlerdir.3
Assur kralı I. Şalmaneser (1274-1245)
Torosların kuzeyinde karşılaştığı aşiretleri Uruatri (Urartu) olarak adlandırır. Yağmalanan
dağlık coğrafyayı da tanımlayan bu isim, 9. yüzyılın ortalarında devleti kuran toplumun
bölgedeki varlığını gösteren en erken kanıttır. Şalmaneser, Uruatri’yi oluşturan 8 ülkeyi üç
günde fethettiğini anlatmaktadır. Assur ordularının Torosların kuzeyine çıkmakla birlikte,
birkaç ayda ancak katedilebilecek Doğu Anadolu’nun, küçük bir bölümünü yağmalayıp birkaç
günde geri döndüğü anlaşılmaktadır. I. Şalmaneser’den sonra I. Tukulti-Ninurta (1244-1208)
Doğu Anadolu’da Nairi olarak adlandırdığı bölgede 40 kralla savaştığını kaydetmektedir.
Nairi, güneyde Tur Abdin (Kaşiyari) Dağlarından başlayan ve Torosların kuzeyinde, Yukarı
Deniz olarak adlandırılan Van Gölü’nü de kapsayarak Diauei (Erzurum) bölgesine kadar
genişleyen dağlık bölgenin adıydı. 4
Bu geniş dağlık alandaki aşiretlerin Assur yazıtlarında,
başarının yüceltilmesi adına kral olarak tanımlandığı anlaşılmaktadır. I. Tiglat-Pleser (114-
1076) bu sözde kralların sayısını 60’a kadar çıkarmaktadır.5
Assur yazıtlarının Doğu Anadolu’da Uruatri ve Nairi adlı bölge ve toplumların ortaya
çıkışına tanıklık ettiği MÖ 13. yüzyıl sonrasına ilişkin arkeolojik veriler, Kurgan kültürlerini
yaratan toplumlardan farklı grupların Doğu Anadolu’ya gelişine işaret etmektedir. Erken
Demir Çağı olarak adlandırılan bu süreçte, mezar mimarisinde bireysel gömü için tasarlanan
kurganlar yerine, Kuzeydoğu Anadolu’da, içine çok sayıda gömü yapılan, dromoslu oda
1 Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2006, ss: 28
2 Belli, Urartular, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, 1982
3 Belli, Urartular, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, 1982
4
Russell, H. F. 1984 “Shalmaneser’s Campaign to Urartu in 856 B.C. and the Historical Geography of Eastern
Anatolia according to the Assyrian Sources”, Anatolian Studies 34: 171 - 201.
5
Zimansky, P. E. 1985 Ecology and Empire: The structure of the Urartian State,Chicago: The Oriental Institute
Press. – Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, 2006, ss: 28-34
20. 16
mezar anlayışı ortaya çıkmıştır. Bütün Doğu Anadolu’da ayrıca yaygın olarak yakarak
gömme (kremasyon) uygulanmaya başlamıştır. Çanak çömlek tipleri, yapım teknikleri ve
bezeme anlayışı da oldukça değişmiştir. Orta ve Geç Tunç Çağı’nın boya ve çizgisel bezemeli
kaplarının yerini tekdüze, elde yapılmış, genellikle orta ve kötü fırınlanmış bir tür çanak
çömlek almıştır. Bunlardan yaygın olan çanakların ağızları ile boyunları arasında yer alan yiv
bezeme nedeniyle bu dönemin temsilcisi “yivli çanak çömlek” olarak tanımlanır. Yivli çanak
çömleğin ortaya çıkışı Erken Demir Çağı’nın da başlangıcı olarak kabul edilir. Bu türün
tarihlenmesine yönelik stratigrafik veriler ilk kez Elazığ bölgesinde Korucutepe ve
Norşuntepe gibi höyüklerde saptanmıştır. Geç Tunç Çağı tabakalarının üzerinde saptanan bu
yeni kültürün MÖ 12. yüzyıl sonrasına ait olduğu kabul edilmiştir.6
Yivli çanak çömleğin Doğu Anadolu’daki yayılım alanı, Uruatri ve Nairi
toplumlarının yaşadığı coğrafya ile örtüşmekte, bu nedenle bu toplumlarla
ilişkilendirilmektedir.7
Urartu Devleti’nin kuruluşuyla birlikte, büyük kentlerde ve eyalet
merkezlerinde ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar doğrultusunda fabrikasyon, standart, bazıları lüks
çanak çömlek üretilmeye başlanmış ancak kırsal alanlarda, köylerde geleneksel “yivli çanak
çömlek” kullanılmaya devam etmiştir .8
6
Bartl, K. 2001 “Eastern Anatolia in the Early Iron Age”, R. Eichmann, H. Parzinger (ed), Migration und
Kulturtransfer. Der Wandel vorder-und zentralasiatischer Kulturen im Umbruch vom 2. zum 1. vorchristlichen
Jahrtausend. Akten des Internationalen Kolloquiums Berlin, 23. bis 26. November 1999,Bonn: Habelt: 383-410.-
Müller, U. 2005 “Norşun Tepe and Lidar Höyük. Two Examples for Cultural Change During the Early Iron Age”,
A.Çilingiroğlu, G. Darbyshire (ed), Anatolian Iron Ages V. Proceedings of the Fifth Anatolian Iron Ages
Colloquium held at Van, 6-10 August 2001,London: British Institute of Archaeology at Ankara: 107-114 - Winn,
M. N. 1980 “The Early Iron Age Pottery”, M. N. van Loon (ed), Korucutepe 3. Final Report on the Excavations of
the Universities of Chicago, California (Los Angeles) and Amsterdam in the Keban Reservoir, Eastern Anotalia
(1968-1978),Amsterdam: North-Holland: 155-175.
7
Roaf, M., Schachner, A. 2005 “The Bronze Age to Iron Age Transition in the upper Tigris region: new
information from Ziyaret Tepe and Giricano”, A.Çilingiroğlu, G. Darbyshire (ed), Anatolian Iron Ages V.
Proceedings of the Fifth Anatolian Iron Ages Colloquium held at Van, 6-10 August 2001, London: British
Institute of Archaeology at Ankara: 115-123.
8
Köroğlu, The Transition from Bronze Age to Iron Ages in Eastern Anatolia”, B. Fischer, H. Genz, E. Jean, K.
Köroğlu (ed), Identifying Changes: The Transition from Bronze to Iron Ages in Anatolia and its Neighbouring
Regions. Proceedings of the International Workshop Istanbul, November 8-9, 2002, Türk Eskiçağ Bilimleri
Enstitüsü Yayınları, İstanbul, 2003, ss: 231-244 – Köroğlu, K., Konyar, E. 2008 “Comments on the Early/Middle
Iron Age Chronology of Lake Van Basin”, Ancient Near Eastern Studies 45. A Re-Assessment of Iron Ages
Chronology in Anatolia and Neighbouring Regions. Proceedings of a Symposium held at Ege University, Izmir,
Turkey, 25-27 May 2005, ss: 123-146
Erdem, A. Ü. “Van Gölü Havzası’nda Bulunan Demir Çağ Yivli Çanak Çömleğinin Urartu Kalelerindeki Varlığı”, H.
Sağlamtimur, E. Abay, Z. Derin, A. Ü. Erdem, A. Batmaz, F. Dedeoğlu, M. Erdalkıran, M. B. Baştürk, E. Konakçı
(ed), Altan Çilingiroğlu’na Armağan. Yukarı Denizin Kıyısında Urartu Krallığı’na Adanmış Bir Hayat/Studies in
Honour of Altan Çilingiroğlu. A Life Dedicated to Urartu on the Shores of the Upper Sea,Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, İstanbul, 2009, ss: 299-307.
21. 17
Nairi toplumlarının yaşadığı ancak Urartu Devleti’nin sınırları içine alınamayan
Yukarı Dicle bölgesinde de yivli çanak çömleğin yaygın olduğu görülmektedir. Burada Orta
Assur egemenliğinin kesintiye uğradığı dönemde yaygınlaşmış; Yeni Assur Krallığı’nın
Amedi, Tuşhan ve Tidu gibi eyalet merkezleriyle yeniden denetlemeye başladığı dönemde de
varlığını korumuştur. Yukarı Dicle’de, yivli çanak çömlek Assur Krallığı’nın kurduğu
merkezler ve onlara bağlı yerleşmelerde daha az, kırsal alanda daha yaygındır.9
Yivli çanak
çömlek kullanan Nairi toplumları bölgede, 13. yüzyıldan itibaren Assur kültürüyle tanışmış ve
uzunca bir süre bu kültürün etkisi altında kalmıştır. Bölgedeki eyaletlerin II. Aşurnasirpal
(883-859) ve III. Şalmaneser (858-824) gibi krallar tarafından yeniden inşa edilme sürecinde
yerli halkı oluşturan Nairili grupların da çalıştırıldığı, bazılarının Assur kentlerine
yerleştirildiği kaydedilmektedir. Bu durum bize, Urartu Devleti’nin kuruluş sürecinde,
doğrudan Assur’dan uyarlanan yazı, devlet organizasyonu, sitadel ve kent inşası başta olmak
üzere birçok geleneğin Yukarı Dicle bölgesindeki Nairi toplumları tarafından taşınmış
olunabileceği yolunda değerlendirme yapma olanağı sağlar.10
9
Köroğlu, Üçtepe I. Yeni Kazı ve Yüzey Bulguları Işığında Diyarbakır/Üçtepe ve Çevresinin Yeni Assur Dönemi
Tarihi Coğrafyası, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1998 - Matney, T., Greenfield, T., Hartenberger, B., Keskin, A.,
Köroğlu, K., Ginnis, J. M., Monroe, W., Rainville, L., Shepperson, M. Vorderstrasse, T., Wicke, D. 2008
“Excavations at Ziyaret Tepe 2007-2008”, Anatolica 35: 36-84
10 Köroğlu, Urartu: Doğu’da Değişim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, ss: 23
22. 18
2.3 Urartu Kuruluş Dönemi
M.Ö. 11. Yüzyıla ait Asur yazıtlarında, ‘Uruatri’ adıyla karşılaşılmaktadır. M.Ö. 9.
Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren genellikle Urartu sözcüğüyle Nairi sözcüğü aynı anlamda
kullanılmaktaydı. Ön Asya tarihinde M.Ö. 9. Yüzyılın ortaları genellikle Asur seferlerinin
sıklaştığı dönem olarak kabul edilmekteydi. Bu dönem de Asurlular’ın eski askeri güçlerini
yeniden kazanmış oldukları dikkati çekmektedir. Ele geçirilmiş olan bölgelerde ise Asurlular
denetimi ateş ve kılıç kuvveti ile ayakta tutmuş ve Asur egemenliği kabul etmeyenlere karşı
savaş bütünü ile sürdürülmüştür. Bütün bunlara karşın Asurlular’ın hücumlarına uğrayan
ülkelerin direnişleri de gün geçtikçe artmıştır. Küçük beyler aralarında birleşerek yeni ve
büyük birlikler oluşturmuşlar ve bu birliklerden de zamanla yavaş yavaş yeni devlet
oluşmuştur. 1
Urartu’nun tarihi boyunca Assur’un her zaman hem tehdit ve hem de belirleyici unsur
olduğunu görüyoruz. Urartu’nun kuruluş yıllarının Assur’un bölgede baskısının arttığı yıllara
denk gelmesi, Assur’un zayıfladığı dönemde genişlemesi, bazı zamanlar Assur’un da
yükselişine rağmen zirvede kalabilmesi, çöküşünün de Assur ile yakın zamanlarda olması,
aralarındaki yakın ilişkiyi anlatmaktadır. MÖ 9. yüzyılın sonlarında ve 8. yüzyılın başlarında
Assur’un kuzeye yayılım politikalarında, Doğu Anadolu başrolü oynamıştır. Yazılı kaynakları
incelediğimizde bunun tamamen ekonomik nedenli olduğu görülmektedir. Özellikle yeraltı ve
yerüstü zenginlikleri başrolü oynamıştır. 13. yüzyılda Hitit ve Mitanni devletlerinin tarih
sahnesinden silinmesiyle, değişen siyasi dengeyi kendi lehine çevirmek isteyen Asur,
özellikle Doğu Akdeniz ticaretine ve Doğu Anadolu’daki madeni zenginlikleri eline geçirerek
süper güç olmak istiyordu. Ancak süreklileşen Arami göçleri, Assur’un bu amacını
engellerken, konfederasyonlar halinde yaşayan Urartu’nun, Assur’un Arami göçleriyle
uğraşması sonucunda, Assur karşısında güçlenmesine olanak vermiştir. İşte Assur baskıları
sonucunda o zamana kadar siyasi anlamda bir birliktelik sağlayamamış olan Uruatri ve Nairi
beyliklerinin bir araya gelerek I. Sarduri zamanında Van gölü çevresinde Tuşpa’yı başkent
yaparak, Urartu krallığının kurulmasına yol açmıştır.2
Bu süreç 3 tarihi kişiliğin eseridir. 9.
Yüzyıl boyunca Urartu Devleti’nin kurulmasına bulundukları katkıları olan krallar, Aramu,
Sarduri ve İşpuini’dir.3
1 Belli, Urartular, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, ss: 15
2 Köroğlu, Urartu: Krallık ve Aşiretler, Urartu Doğu’da Değişim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, ss: 12–51
3 Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006, ss: 35
23. 19
2.3.1. Aramu Dönemi
M.Ö. 858 yılında Van Gölü Çevresinde dağınık halde yaşayan beyliklerin tek bir
kralın egemenliği altında toplanmaya başlamasıyla Urartu’nun “Krallık Dönemi” başlar. Bu
irili ufaklı göçebe beyliklerin hangisinin ön plana çıkarak gerçek bir krallığa geçecek
dönüşümü sağladığı konusunda herhangi bir görüş birlikteliği bulunmamaktadır. Bu tarih ilk
kez Assur yazılı kaynaklarında, Urartu kralından bahsedildiği zamandır.1
M.Ö. 9. yüzyılın
ortasından itibarenUruadri, Nairi ve Van Gölü’nün etrafındaki diğer ülkelerinin bir kralı ve bir
başkenti vardır. Artık Van Gölü çevresindeki beyliklerin bir yönetici etrafında toplandığı ve
kendilerine idari bir başkent seçtikleri anlaşılmaktadır. Uruadri, Nairi ve yöredeki diğer
beylikler birleşerek bir krallık durumuna gelmişlerdir. Bu tarihten sonra Yeni Assur (MÖ
1000-609), karşısında dağınık ve tek bir liderden yoksun halkları değil, büyük olasılıkla
kendisinden kopya edilerek şekillendirilmiş, bir siyasi örgüt,bir askeri güç kısaca bir krallık
bulacaktır. Böylece M.Ö. 1274 yılından beri sürmekte olan “Urartu Beylikler Dönemi” de
sona ermiş ve “Urartu Krallık Dönemi” başlamıştır. 2
Bu yazılı kaynaklara göre ilk krali kent
Sugunia ve ilk kral Arame’dir.3
İlk kurucusunun adının Arame (858–832) olmasından dolayı
Arami kökenli insanların krallığın kuruluşunda etkin olduğu tahmin edilmektedir.4
Tarihselliği kanıtlanan bu ilk kral hakkında, Yeni Assur karşıtı olmasının ötesinde çok az şey
bilinmektedir.5
Kral Arame önce Sugunia ve daha sonra da Arzaşkun kalelerini kuvvetlendirerek, bu
şehirleri “Birleşik Devlet”in merkezi yani başkenti yapmış, Van Gölü’nü çevreleyen
“Çekirdek Ülke”nin topraklarını, bu güçlü merkezler ve diğer kalelerle yönetim ve kontrol
altına almıştır.6
“Balavat Kapısı”nın bronz kabartmalarında bu iki başkentin de III.
Salmanassar tarafından yağmalanması tasvir edilmiştir.7
M.Ö. 858 yılında Sugunia
Assurlular tarafından alınır ve yakılır. III.Salmanassar’ın 3. yılında Arame’nin ikameti olan
diğer kent Arzaşkun alınır. İşte Balavat’ın tunç kapısında bu görsel tasvirler yapılmıştır.8
Urartu ve Aramu adlı kişinin tarihiyle ilgili olarak, 9. Yüzyıl yazılı belgelerine
dayanarak şu çıkarımlarda bulunabiliriz. 858 ve 856 yıllarındaki yenilgilere rağmen bu kral,
gücünden ve siyasetinden çok fazla şey kaybetmemiştir. Oldukça uzun sürdüğü anlaşılan
iktidarı süresince (iktidarının ne başlangıcı ne de bitişi hakkında bilgimiz vardır) Urartu
topraklarında bir devlet oluşturacak kişiliğe sahip olmuştur. Aramu Dönemi’nin, gelişmiş bir
1
LAR I, Luckenbill, D.D., Ancient Records of Assyria and Babilonya, Vol I, Chicago, 1968, ss: 614
2 A.Çilingiroğlu, Urartu ve Kuzey Suriye, Siyasal ve Kültürel İlişkiler, İzmir, 1984a, s. 13 vd.
3
V. Sevin “Urartu Devleti”, ArkeoAtlas Özel Koleksiyon, İstanbul, 2011, ss: 434.
4 Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006, ss: 36
5 Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006, ss: 36
6
Salvini, Nairi e Ur (u) artri, Contributo Alla Storia Della Formazione Del Regno Dı Urartu, Roma, 1967, ss: 77
7 Ancient Records of Assyria and Babylonia-I, Chicago,1926., ss: 612–625;
8
Ancient Records of Assyria and Babylonia -I, Chicago,1926, ss: 614
24. 20
devlet düzeninin parlak zamanına işaret ettiği söylenebilir. Salmanassar’ın 31. Yılında sözünü
ettiği Sagunia ve Arşaskun kalelerinin varlığı, devletin kuruluşu açısından anlamlıdır.9
Bu döneme ilişkin Urartuca yazıtımız yoktur. Bu nedenle de Aramu’nun tarihsel
önemini değerlendirirken belirli olaylardan çok varsayımları göz önünde bulundurmalıyız. En
eski Urartuca belgeler, Van’da I. Sarduri’nin ‘ Sarduri Kalesi’ndeki yazıtlarıdır. Ancak
Urartu’nun en az bir kuşak önce yazıyı kullandığına ilişkin işaretler de mevcuttur. Bazı üslup
öğelerindeki arkaizm, net bir şekilde Urartu sanat ve el sanatlarında, tarihlenebilir
dönemlerden bilindiği kadarı ile tipolojik karışıklıklar olmadığını göstermiştir. Bu da
Aramu’nun, sadece dikkat çekici bir büyüklüğe ve örgütlülüğe ulaşmış bir devlet kurmakla
kalmadığını, aynı zamanda Asur’dan alınmış bile olsa yazı ve saray sanatına da sahip olan,
krallarının daha Tuşpa kurulmadan önce anıtlarda ölümsüzleşme isteklerini ifade etmiş
olduğu bir devlet kurduğunu göstermektedir.10
2.3.2. I. Sarduri Dönemi
M.Ö. 832’de krallığı belgelenmiş olan I.Sarduri, Urartu Devleti’nin 2. kurucusudur.
Salmanassar iktidarının 27.yılında turtanu Dayyan-Assur, Karasu Bölgesi’nde ‘Urartulu
Sedur’a karşı dövüşmekteydi. 11
Bu tarihi kişilikle birlikte, Urartular’ın tarih aktarımları da
başlar. Van kayalarının eteklerinde, ‘Sarduri Kalesi’’nin sarp kireçtaşı bloklarının üzerine
birbirinin aynı Assurca metni içeren 6 metin kazınmıştır. Urartular’ın ilk yazılı anıtları olan
bu metnin tam çevirisi şöyledir; 12
‘ Litubri’nin oğlu, büyük kral, güçlü kral, bütünlüğün kralıi Nairi’nin kralı, eşi benzeri
olmayan, hayrete değen, savaştan korkmayan, kendisine karşı gelenleri dize getiren,
Sarduri’nin yazıtı, Liturbi’nin oülu, kralların kralı, kendine tüm kralların haraç ödediği
Sarduri şöyle konuşur: Alniunu kentinden buraya, bu temel taşlarını getirttim. Bu duvarı inşa
ettim.’ 13
Sarduri, Urartu Devleti’nin 2. kurucusu olarak kabul edilebilir. Hatta büyük bir
olasılıkla kendisi Tuşpa’yı ikamet yeri olarak seçmiş ve sağlam bir hale getirmeyi başlamıştır.
Kendisini, selefi Aramu’ya değil de, hakkında bir bilgi olmayan Lutibri’ye bağlaması,
kendisinin sadece farklı bir hanedandan değil aynı zamanda da farklı bir kabileden; yani asıl
Urartular’dan olduğunu gösterebilir. Her şekilde I. Sarduri, ülkeyi 7. Yüzyılın 2. yarısındaki
çöküşe kadar yöneten Urartu hanedanının ilk üyesidir.14
Metinde, ‘ Sarduri Kalesi’nde kullanılan taşların geldiği yer olarak tanımlanan
Alniunu kenti, başka hiçbir kaynaktan bilinmemektedir. Yeni arazi çalışmaları sonucunda
burası, Van’ın güneyinde ve çok da uzağında olmayan bir taş ocağı (atölye?) ile bir
9 Michel, Ernst, Die Assur-Texte Salamanassars III. (858-824). Die Welt des Orients 1,1-2 1947 bis IV 1967-68, in
11 Fortsetzungen, Nach Textnummernzitiert.
10 Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006, ss:42-43
11 Michel, Ernst, Die Assur-Texte Salamanassars III. (858-824). Die Welt des Orients 1,1-2 1947 bis IV 1967-68, in
11 Fortsetzungen, Nach Textnummernzitiert
12 Wilhelm, Urartu als Region der Keilschrift-Kultur, V. Haas (Hrsg), Das Reich Urartu, Konstanz, 1986, ss: 101
13 Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006, ss: 43
14 Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006, ss: 44
25. 21
tutulmaktadır.15
Ancak taş bloklarının geldiği yer olan Alniunu ve ‘Nairi Kralı’ unvanı
arasında bir ilişki olduğu da düşünülebilir. Bu durumda Alniunu, Hubuskia Bölgesi’nde
aranmalıdır. Bu da Hurbuskia ve Urartu arasında, her iki ülkenin de uzun bir geleneğiifade
eden bu ünvanla, kendilerini ilişkilendirmelerinden ötürü siyasal bir ilişki olduğu anlamına
gelir. Fakat oldukça engebeli ve sapa yerlerden bu denli büyük kitlelerin getirilmesi ekonomik
olmayacağı için , ‘ Bu taşları Alniunu kentinden getirdim cümlesiyle kral, egemenliğini, daha
eski bir merkezden yada sağlamlaştırılmış bir yerden yeni kurulmuş olan başkent Tuşpa’ya
naklini mi ifade ediyor şeklinde sorularda karşımıza çıkabilir. Çok fazla net bilgiye sahip
olunmadığı için, devasa (kyklobik) kireçtaşı bloklarının geldiği yer olarak adının geçmesi
oldukça değerli bir bilgidir. Böylelikle Sarduri’den de önceki döneme dayanan kalelerin
varlığından haberdar olmaktayız , ki bu da Aramu’nun sağlamlaştırılmış kaleleri üzerine
yazılmış Assur metinleriyle uyum gösterir. 16
Urartu kralı, Asur’un bütün baskısına rağmen Urartu‟yu merkezî bir devlet yapmayı
başarmıştır. Ülkesini, Asur’un vasalı veya bir parçası değil onun rakibi olduğunu, yazıtında
açık bir şekilde vurgulamıştı. Kendisini ‘şar kişşati’ Dünyanın kralı daha doğrusu ve daha
güzel bir ifadeyle “cihan kralı”, olarak ilan etmiş ve çeşitli ülkelerden vergi aldığını
açıklamıştır. Kendinden sonra gelen Urartu kralları da Sarduri‟nin almış olduğu unvanları
kullanacaklardır. Ancak Urartu Devleti’ndeki bu gelişmeler, Asur kralı III. Salmanassar
tarafından sıkı bir şekilde takip edilmekte ve gelişmeyi önleyici tedbir olarak seferler
düzenlemekteydi. Asur kralı saltanatının 31. yılında Asur ordusunu, ordu komutanı Daian
Assur komutasında Hubuşkia ve Musasir ülkeleri üzerine sefere yollamıştır.17
“Krallığımın
31. yılında ikinci kez olarak yüzümü, Assur ve Adad’a çevirdim. Daian Assur’u ordularımın
başında (Datana) Hubuşkian şehrine karşı gönderdim. Oradan haraç aldıktan sonra
Sapparia’ya karşı Musasir Ülkesinin kalesine karşı yürüdüm. Sapparia ve diğer 46 Musasir
şehirlerini zapt ettim. Urartuluların kalelerine kadar ilerledim. Şehirlerden 50‟sini yakıp
yıktım. Gilzanu‟ya gelip dayandım, Uğu, Gilzanite’den ganimet olarak sığır, koyun, at aldım.
Tabal Ülkesinin şehirlerinin üzerine gittim. Perria, Şitiuaria gibi kuvvetli şehirleri ve diğer 22
şehri yaktım, yıktım, yerle bir ettim. Üstlerine korku saçtım. Parsuan şehirlerinin üstüne
yürüdüm. Buştu Şalahamanu, Kinihamanu kaleleri ve 23 komşu şehri zapt ettim. Savaşçılarını
kılıçtan geçirdim. Namri Ülkesine dayandım. Assur korkusu yüreklerine oturmuştu.
Şehirlerini terk ettiler. Vahşi ve dik dağlara kaçtılar. Şehirlerinden 250‟sini yaktım, yıktım,
tahrip ettim. Simesi geçidi Ülkesinden Halman Ülkesine geldim dayandım.”
III. Salmanassar yazıtının devamında, Suâ Omri’nin oğlu Lava’nın Musri Ülkesinin, Suhi,
Mardukapalunsur’un ve Hattina Karparunda’nın vergilerini belirtmektedir. Bu vergiler Asur‟a
nasıl bir zenginliğin aktığını göstermesi bakımından önemlidir. Buradaki metnin önemli
yönü, Urartu’nun egemenlik sahasının, gelişmeye başladığının göstergesi olmasıdır. Urartu
sınırları Hubuşkia Ülkesi’nin büyük bir bölümünü içine alacak şekilde genişlemiş, diğer
15 Belli,Oktay, Alniunu Kenti ve Taş Atölyesinin Keşfi (Die Entdeckung der Stadt Alniunu und ihres Steinateliers),
AnAr 8,1980, ss: 115-127
16 Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006, ss: 44
17 Ancient Records of Assyria and Babylonia-I, (ARAB),Chicago,1926, ss: 588
26. 22
yandan Musasir Ülkesi sınırlarına kadar dayanmıştır.18
Ancak bu yayılma politikasını geniş
bir şekilde incelenmesi için bu döneme ait yeterli sayıda yazıt yoktur. Kral I. Sarduri,
Urartu’nun merkezî bir sistem kurmasını başarmıştır. Kendisinden sonra gelen krallar onun
atmış olduğu temeller üzerinde Urartu Devlet’ni yükseltmişlerdir.19
2.3.3.İşpuini Dönemi
Urartu tahtına I. Sarduri’den sonra oğlu İşpuini (M.Ö.830-825)20
geçmiştir. Bazı
tarihçiler 21
İşpuini’nin M.Ö. 830 tarihinde tahta çıktığını ileri sürmekte ve III. Salmanassar’ın
31. seferinde (M.Ö. 828) başarısızlığa uğraması üzerine oğlu Menua’yı krallığına ortak
ettiğini belirtmektedir. İşpuini’nin tahta geçişi kesin olmamakla birlikte Urartu Devleti’nin
onun zamanında ve ortak krallık döneminde güçlendiği kabul edilmektedir.
Asur krallığının zayıflaması ve içişleriyle uğraşması Urartu Devleti‟nin
gelişmesindeki önemli etkenlerden biri olmuştur. İşpuini, babası I. Sarduri’nin politikasını
devam ettirmiştir. Özellikle bayındırlık faaliyetlerini hızlandırmış, yeni kentler ve kaleler
kurmuştur. İşpuini’ye ait yazıtlardan anlaşıldığına göre, Patnos22
, Zivistan23
, Kalecik24
ve
Aşağı Anzaf 25
kalelerini inşa ettirmiştir.
İşpuini’nin tek başına krallık yaptığı kısa dönem içerisinde Urartu Krallığı gelişme
kaydetmiştir. Genç Urartu Krallığı’nın sınırları kuzeyde Patnos, batıda Bulanık Ovası,
güneyde muhtemelen Tatvan ve doğuda günümüzdeki Türk-İran sınırını belirleyen dağ
18
Ancient Records of Assyria and Babylonia-I, (ARAB),Chicago,1926, ss: 588; A.Çilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir,
1994, ss: 40 vd.
19
B.B.Piotrovski, Urartu, Moskova,1959, 80 vd.; D.Frankel, The Ancient Kingdom of Armenia, New York, 1987,
ss: 10 vd.; A.H.Sayce-D.Litt, “The Kingdom of Van (Urartu)”, Cambridge Ancient History,Cambridge III, 1970, ss:
173 vd.; S. Smith The Foundation of the Assyrian Empire”, Cambridge Ancient History,Cambridge III, 1970, ss:
24; A.Erzen, Doğu Anadolu ve Urartular, Ankara, 1992,ss: 28.
20
Saltanat yılları hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. M.T.Tarhan, Anadolu Araştırmaları IX, 1983‟de
yukarıda verdiğimiz tarihleri uygun bulmaktadır. V.Sevin, Urartu Krallığının Tarihsel ve Kültürel Gelişimi,
İstanbul, (Basılmamış Doç.Tezi), 1979, 38‟de İşpuini‟nin tek başına krallık süresini M.Ö. 830-828 olarak
vermektedir. O.Belli, “Urartular”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi-I, 115‟de M.Ö., 830-810, A.Çilingiroğlu,
Urartu Tarihi, İzmir, 1994, 41 vd.‟da M.Ö.825/824-810; A.Erzen, A.Erzen, Doğu Anadolu ve Urartular, Ankara,
1992, 28‟de M.Ö. 825-815; A.M.Dinçol -E.Kavaklı, Anadolu Araştırmaları Ekyayın 1, 17‟de M.Ö.825-810;
M.Salvini, “Zeittegel der Urartaischen König”, Urartu Ein Wiederentdeckter Rivale Assyriens, München, 1976,
15‟de M.Ö.825-810 olarak verirler.
21
V.Sevin, Urartu Krallığının Tarihsel ve Kültürel Gelişimi, İstanbul, (Basılmamış Doç.Tezi), 1979, ss: 16 vd
22
K.Balkan, “Patnos‟da Keşfedilen Urartu Tapınağı ve Urartu Sarayı”, Atatürk Konferansları-I, 1964, ss: 235-243.
23
V.Sevin, Urartu Krallığının Tarihsel ve Kültürel Gelişimi, İstanbul, (Basılmamış Doç.Tezi), 1979, ss: 2
24
B.Öğün, Van‟da Urartu Sulama Tesisleri ve Şamran (Semiramis) Kanalı, Ankara, 1970, ss: 19,23,39
25
O.Belli, “Van-Anzaf Urartu Kaleleri Kazısı”, Arkeoloji ve Sanat 54-55, 1992, ss: 13 vd.
27. 23
silsilesine ulaşmıştır.26
Urartu’nun askerî ve siyasal egemenlik kurduğu bütün bölgelere
askerî ve ticari yol şebekesi kurulmuştur. Bu yollar ve üzerinde yapılan kale ve garnizonlar
Urartu’nun genişleme politikasının sonuçlarıdır. Uygulamaya konulan politika aynı zamanda
devletin güçlü bir ekonomisini ve askerî örgütlenmesini gösterir.27
2.3.4. Menua Dönemi
Kral İşpuini, tahta çıkışından kısa bir müddet sonra oğlu ve halefi Menua (M.Ö. 810-
786)‟yı tahta ortak etmiştir. Urartu tarihinde ilk kez “Ortak Krallık” dönemi böylece
başlamıştır. Ancak bu ortak krallığın hangi tarihte ve ne şekilde başladığı hakkında herhangi
bir bilgi yoktur.28
Ortak krallık dönemi sırasında, Asur Krallığı M.Ö. 745 yılına kadar sürecek
gerileme devresine girmiş bulunmaktaydı. Urartu kralları İşpuini ve Menua bu durumu çok iyi
değerlendirmişler ve devletin genişleme politikasını yeni ataklarla sürdürmüşlerdir. Öncelikle
dönemin kutsal şehirlerinden olan Musasir kentini savaş yapmadan ele geçirmişlerdir.29
Bu
şehrin ele geçirilişi Urartu Devleti’nde hiç alışık olunmayan geniş çaplı törenlerle kutlanmış
ve tanrılara kurbanlar sunulmuştur.30
Urartu kralları Urartu dininde yapmış oldukları
reformlar ile farklı din ve tanrılara önem vermişlerdir. Bu yaklaşım Urartu’nun yükselişindeki
temel nedenlerden biri olarak görülmüştür.
Urartu Devleti’nin doğuya ve kuzeye olan genişleme politikasının bu dönemde güneye
ve kuzeybatıya kaymaya başladığı görülür. Ancak kuzeyin eski önemini koruduğu ve zaman
zaman bu bölgeye de seferleryapıldığını söyleyebiliriz. Urartu kralları, Urmiye gölünün güney
batısına doğru sefere çıkmadan önce Yukarı Zap bölgesinin Başkale ve Zagros vadilerinin
giriş kapılarını kontrolü altına almak zorunda olduklarını anlamışlardır. Musasir şehrinin de
içinde bulunduğu bu yaylaya egemen olan gücün, Urmiye gölü ve çevresinde bulunan
stratejik topraklara da egemen olması kaçınılmazdı.31
İşpuini ve Menua‟nın, Musasir-Kelişin seferi sırasında Uşnu-Solduz vadilerine kadar
ilerlemiş olduğunu Kalatgah‟da bulunan bir yazıttan anlamaktayız.32
Urartu krallarının
26
V.Sevin, Urartu Krallığının Tarihsel ve Kültürel Gelişimi, İstanbul, (Basılmamış Doç.Tezi), 1979, ss: 11-17
27
A.Çilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir, 1994, ss: 42 vd.
28
A.Çilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir, 1994, ss: 42 vdd.; V.Sevin, Urartu Krallığının Tarihsel ve Kültürel Gelişimi,
İstanbul, (Basılmamış Doç.Tezi), 1979, ss: 14 vdd.
29 W.C. Benedict, “Urartian-Assyrian Inscription of Kelishin”, JAOS 81, ss: 359-385; G. A. Melikishvili, Urartskie
Klinoobraznye Nadpisi, (UKN), Moskova, 1960, ss: 19; F.W. König, Handbuch der Chaldischen Inschriften (HChI)
1955-1957, ss: 9.
30 G. A. Melikishvili, Urartskie Klinoobraznye Nadpisi, (UKN), Moskova,1960, F.W. König, Handbuch der
Chaldischen Inschriften (HChI) 1955-1957, ss: 10.
31
B.B.Piotrovskii, Urartu, ss: 86; V.Sevin, Urartu Krallığının Tarihsel ve Kültürel Gelişimi, İstanbul,
(BasılmamışDoç.Tezi), 1979, ss: 16 vd.
32 V.Sevin, Urartu Krallığının Tarihsel ve Kültürel Gelişimi, İstanbul, (Basılmamış Doç.Tezi), 1979, ss: 22
28. 24
Urmiye gölü ve çevresine sefer yapmalarına engel oluşturacak herhangi bir durum
kalmamıştı. Sonuçta İşpuini ve Menua arzuladıkları Urmiye seferine çıkmışlardır. 33
Yapılan
başarılı sefer sonucu Urartu Devleti, sınırlarını genişlettiği gibi verimli tarım ovalarına,
ihtiyaç duyduğu insan ve hayvan potansiyeline ulaşmıştır. Urartu krallarının Van gölünün
kuzey ve kuzeydoğusuna askerî seferler düzenlediği Van’da bulunan bir yazıt Kasımoğulları
Yazıtı ile kanıtlanmıştır. Bu bölgelere düzenlenen seferle bol miktarda at, sığır ve koyun
ganimet olarak elde edilmiştir.34
Urartu’nun dış politikada gösterdiği üstün başarılar,
ekonomik gelirinin artmasını da sağlamıştır. Bu durum Urartu Devleti’ndeki gelişmeleri kaygı
ile izleyen Asur Devleti’ni harekete geçirmiştir. Ancak Asur Devleti’nde bu dönemde bir
saltanat değişikliği olmuştur. Kral III. Salmanassar’ın saltanatının son yıllarında, oğullarından
Asur-dan-apli önderliğinde ayaklanma çıkmış ve bu ayaklanmaya 27 kent katılmıştır.35
İşpuini -Menua ortak krallığı döneminde bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden
Urartu Devleti, aktif ve programlı bir gelişme politikası uygulamaya koymuştur.
Merkezileşmeye önem vermiş oldukları bu çağda, bütün Nairi beylerinin egemenlik altına
alındığını söylemek mümkün değildir. Ancak bu merkezileşme arkasından yapılan dini
reformlarla da desteklenmiştir. Sonuçta Urartu Devleti, bölgenin önemli siyasi aktörlerinden
biri olmuştur.36
Urartu’yu güçlü kılan sebeplerden birisi de hiç şüphesiz ekonomik
durumudur. Gerek kuzey ve kuzeydoğuya yapılan seferler sırasında elde edilen ganimetler,
vergiler ve gerekse Asur Devleti’nin ordusunda bulunan atların büyük bir kısmının temin
edildiği Urmiye Gölü’nün güneyinin Urartu egemenliğine girmesi, ekonomik yönden
güçlenmeyi sağlamıştır. Bunun yanı sıra Azerbaycan’ın tarıma elverişli ovaları olan Uşnu ve
Solduz’un, Urartu egemenliğine geçmesi tarım alanında da zenginliğe ve yenileşmelere yol
açmıştır. Sulama kanallarının açılmaya başlanması ile sulu tarıma geçilmiştir.37
İşpuini -Menua dönemlerinde bşlayan bu kalkınma ve gelişme hareketleri, Menua’nın
(M.Ö. 810-786) Urartu tahtına geçişiyle artarak devam etmiştir.38
Menua’nın uygulamaya
koyduğu planının ana temeli Asur‟un gerileme döneminden en son noktasına kadar
faydalanabilmektir. Asur’un hammadde kaynaklarını ve önemli ticaret yollarını kendi
egemenliği altına alarak Urartu için onları tehlike olmaktan çıkarma planını uygulamaya
koymuştu. Urmiye Gölü’nün güney kıyılarında bulunan MenneaÜlkesi üzerine sefer
33 G. A. Melikishvili, Urartskie Klinoobraznye Nadpisi, Moskova,1960, ss: 24
34 G. A. Melikishvili, Urartskie Klinoobraznye Nadpisi, Moskova,1960, ss: 20-22.
35
V.Sevin, Urartu Krallığının Tarihsel ve Kültürel Gelişimi, İstanbul, (Basılmamış Doç.Tezi), 1979, ss: 33.
36
O.Belli, “Urartular”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi-I, ss: 155 vd.
37
O.Belli, “Van Bölgesinde Urartu Baraj ve Sulama Sisteminin Araştırılması”, Araştırma SonuçlarıToplantısı
VI,1988, ss: 313-331; O.Belli, “Van Bölgesi‟nde Urartu Baraj ve Sulama Sisteminin Araştırılması”, 1991,
Araştırma Sonuçları Toplantısı X, 1992, ss: 297-309.
38
O.Belli-E.Kavaklı, “Çivi Yazılı İki Urartu Kral Asası”, Anadolu Araştırmaları VII, 1979, ss: 15-25
29. 25
düzenlemiştir.39
Parşua ve Mennea Ülkesinin egemenliği tamamen Urartu’ya geçmiştir.
Mennea Ülkesinin, Urartu egemenliğinden kısa sürede çıkmasını önlemek için kaleler inşa
ettirerek içine askerler yerleştirmiştir. Menua’nın bölgeye yaptığı bu sefer sırasında büyük bir
ihtimalle Hasanlu kalesi de yapılan savaşla yakılıp yıkıldıktan sonra Urartu egemenliğine
girmiştir. Kuzeybatı İran’dan, Karadeniz’e giden önemli ticaret yolunun üzerine ve Uşnu
Ovası‟na hâkim bir tepeye Kalatkar Kalesi inşa edilmiştir. Böylece Urartu‟nun bölgedeki
egemenliği, uzun süre sarsılmayacak şekilde kurulmuştur.
Van Yazıtı’nın sağ yüzünde, Menua’nın, Mennea seferinden sonra aynı yıl ordusuyla
birlikte batıya sefere çıktığı anlaşılmaktadır. Aynı yıl içinde birbirinden çok uzak olan
bölgelere (yaklaşık 1.200 km) sefer düzenlenmesi, Menua döneminde, Urartu Devleti’nin ne
kadar güçlendiğinin bir göstergesidir. Böyle büyük bir organizasyonu gerçekleştirmek için,
çok güçlü orduya ve çok güçlü devlet örgütüne ihtiyaç duyulmaktadır. Menua’nın bu
zorlukları başardığını yapmış olduğu seferlerden anlamaktayız.40
Urartu ordusu Murat vadisi üzerinden, Sebeteria (Bugünkü Palu), Huzana (Bugünkü
Hozat) ve Supa(ni) (Bugünkü Altınova) ülkelerinin üzerine yürümüş ve buraları ele
geçirmiştir. Daha sonra, Hatti Ülkesine değin yürümüş ve Meliteia (Malatya) kenti kralı
Suliehauali’nin düzenli şekilde vergi ödemeyi kabul etmesi sonucu batı seferini, bu ülkenin
sınırlarında bitirmiştir. Böylece Malatya, Urartu Devleti’nin vasalı durumuna gelmiştir. 41
Malatya bölgesinin Hititler ve daha sonra Asurlular tarafından egemenlik altına alındığını
bilmekteyiz. Hitit ve Asur krallarının bölgeye olan ilgisini Menua’da da görmekteyiz. Çünkü
güçlü devletlerin ve kralların gözü, bölgenin maden yataklarıyla ünlü olması sebebiyle burada
idi. Aynı zamanda coğrafi konum itibariyle Kuzey Suriye, Orta Anadolu ile bağlantısını
sağlayan önemli ticaret yolunun da üzerindedir. İşte bu özellikler diğer güçlü kralları olduğu
gibi Menua’yı da bu bölgeye çekmiştir. Sonuçta istediğini elde etmenin gururuyla geri
dönmüştür.
Menua’nın güney ve batıya başarılı seferler yapmış olması onun kuzeyle ilgilenmesine
engel oluşturmamıştır. Tahminen M.Ö. VIII. yüzyılın ilk yıllarından sonra kuzeye iki sefer
düzenlemiştir. Bu seferler Erzurum ve Aras bölgelerine doğru gerçekleştirilmiştir. Menua’nın
ilk seferi hakkında yazıtlar bulunmaktadır.42
Bu yazıtlardan, Yazılıtaş’ta Menua’nın Diauehi
Ülkesini ve bu ülke kralı kenti Sasilu’yu ve öteki kalelerini fethedip seferine Seseti Ülkesi ya
da Geçit Ülkeleri’nin, Zua kentinde son verdiğini, Diauehi Ülkesi kralı Utupursi(ni)’nin
ayaklarına sarıldığını, altın ve gümüşten oluşanharaç ödediğini anlatır. Zivin yazıtı ise Sasilu
39
G. A. Melikishvili, Urartskie Klinoobraznye Nadpisi, Moskova,1960, ss: 29.
40
V.Sevin, Urartu Krallığının Tarihsel ve Kültürel Gelişimi, İstanbul, (Basılmamış Doç.Tezi), 1979, ss: 75 vd.
41 A.Çilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir, 1994, ss: 63 vd.
42
F.W. König, Handbuch der Chaldischen Inschriften , 1955-1957, ss: 24; G. A. Melikishvili, Urartskie
Klinoobraznye Nadpisi, Moskova,1960, ss: 37.
30. 26
kentinin zapt edilişini anlatmaktadır. Bölgenin maden zenginliğinden ve Pasin ovası gibi
bereketli bir ovadan faydalanmak için kale inşa ettirmiştir.43
Kısaca Menua akıllı dış politikalarıyla, bir yandan devamlı mücadele halinde oldukları
Asur Devleti’ni dağlık bölgelerden uzaklaştırmış ve güeydeki düz ovalar ile Akdeniz
Limanları arasındaki bölgeye sıkıştırmaya çalışmıştır. Aynı zamanda Asur devletinin can
damarı sayılacak bölgelerle bağlantısını koparmıştır. Menua batıda önemlli bir merkez olan
Meliteia’yı vasal duruma getirerek yıllık vergiye bağlamıştır. Aynı durum kuzeyde bulunan
Diauhei krallığı için de geçerlidir. Bu kadar başarılı bir dış politika izleyen Menua,
kendisinden sonra gelen Urartu kralları için de iyi bir örnek teşkil etmiştir.44
Devletin gerçek kurucusu Sarduri’dir ama devleti ilk olarak tam anlamıyla büyük bir
krallık yapan da Menua’dır. M.Ö. 820-810 yılları arasında babası İşpuhini ile Eş-Naiplik
görevini yürüttükten sonra tek kral olmasıyla birlikte Urartu sınırları genişletilerek ekonomisi
geliştirmesi, devrinde birçok sulama kanalları ve yollar inşa ettirmesi, geliştirdiği sulama
kanalları projeleri ve inşa ettirdiği yollardan, Urartu topraklarının tüm alanına yayılan bir ağ
inşa ettirmesi, onun ne kadar bayındır bir kral olduğunu ortaya koyar.
Günümüzde bile türkülere konu olan Menua (Şamram) kanalı 51 km. uzunluğa sahip
olup, yaklaşık 2800 yıldan beri hala Van ovasını kesintisiz olarak sulamaktadır. Bu
özelliğinden dolayı Menua Kanalı’nın benzerine ne Anadolu’da ne de dünyanın başka bir
yerinde rastlanmaz. 45
Doğu Anadolu’da kullanılan kara yollarının ilk güzergahı %60 Urartu
Kralları tarafından yaptırılmıştır. İlk Urartu yolları ise Kral İşpuini tarafından yapılmıştır.
Urartu kralları arasında en çok yol yaptıranlardan birisi de Menua’dır. Bu dönem de devletin
genişleme siyasetine paralel olarak yollar yapılmıştır. Örneğin, Tuşpa’dan başlayan Erciş-
Patnos-Tahir-Gediği-Horasan-Hasankale-Erzurum-Erzincan yolu, bu kral döneminde
yapılmıştır. Orta Anadolu bölgesine açılan bu yol, Urartu Krallığı’nın aynı zamanda ticaret
yoluydu. Tuşpa-Erciş-Ahlat-Tatvan-Muş-Bingöl-Elazığ-Malatya Yolu’nun ilk gğzergahı da
yine bu kral döneminde atılmıştır. Adıyaman, Ergani, Elazığ ve Malatya Bölgesi’ndeki zengin
maden yatakları için açılan bu yol, Urartu endüstrisi için oldukça önemliydi.46
43
D.J.G. Slattery, “Urartu and the Black sea Colonies: An Economic Perspective”, Al-Rafidan VIII-1987,ss: 1-30
44
Pehlivan , Selma, Urartu Krallığı ve Dış Politikası: 1.Sarduri (M.Ö. 844-828), İşpuini (M.Ö. 828-810) ve Menua
(M.Ö. 810-785) Dönemi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı:5, 2013
45 O. Belli, Van Bölgesi’nde Urartu Baraj ve Sulama Sisteminin Araştırılması, VI. Araştırma Sonuçları Toplantısı,
Ankara, 1998, ss: 31
46 O. Belli, Doğu Anadolu’da Urartu Yol Şebekesinin Araştırılması, Türkiye Arkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi
Yayını, Ankara, 2000, ss: 409-410
32. 27
2.4 Urartu Kentleri
Urartu Krallığı, Doğu Anadolu’da kökü eskilere giden bir geleneğin devamı değil,
öncüsüz ve birdenbire kurulmuş gözükmektedir. Devletin yapısı, kent tasarımı, mimari, yazı
ve sanat gibi alanlarda ortaya konan anlayış, bu değerlendirme kapsamında verilebilecek
öncüsüz örneklerden yalnızca birkaçıdır. Urartu’nun birdenbire varoluşu, arkasındaki güç,
kültürel etkiler ve en önemlisi de devlet tecrübesinin yönetici sınıfa hangi yolla ulaştığı gibi
sorulara kesin cevap bulamamaktadır. Güneydeki güçlü komşu Assur Krallığı, birçok
bakımdan model olmuş gözükmektedir. Urartu Devleti’nin kuruluşuyla Doğu Anadolu’ya
taşınan yeniliklerin birçoğu, buradaki geleneksel yaşam biçimiyle hiçbir şekilde
örtüşmemekte ve radikal değişimleri zorunlu kılmaktaydı. Coğrafyanın tüm olumsuzluklarına
rağmen nüfusun önemli bir bölümünün kentlerde yaşamaya zorlanması, sulu tarımın teşvik
edilerek yerleşik köy toplumu oluşturma çabaları ve güçlü bir merkezî yönetimin kurulması
bu değişim sürecinin belli başlı noktalarıdır.
Urartu Devleti’nin egemenlik alanı içindeki bütün merkezler genellikle “kale” olarak
tanımlanmaktadır. Urartu yazıtları da başkent Tuşpa dışında, diğer yerleşim yerleri için
belirgin tanımlar kullanmaz. Yazıtlarda geçen URU ve É.GAL gibi determinatif ve
terimlerden ilkinin “kent” ikincisinin de “saray, kale” isimlerinden önce kullanıldığı kabul
edilmektedir. Ancak bazı durumlarda yukarıda saydığımız özelliklerin çok azına sahip, yerel
karakteri ağır basan merkezler için de bu tanımlardan birinin kullanılabildiği görülmektedir. 1
Urartu Devleti, yalnızca başkentlerini geliştirmeye odaklanan Anadolu Demir Çağ
krallıklarının aksi-ne, ülkenin birçok noktasında başkentten daha büyük kentler inşa etmiştir.
Krallığın Doğu Anadolu’daki geleneksel yaşam biçimini değiştirme çabasını ve kendine özgü
yönetim anlayışını en iyi yansıtan uygulamalar kent inşa projeleridir. Urartu kriterlerinin
bütünü buralarda gözlenebilir. Kent olarak nitelediğimiz 12 yerleşim yerinin bizzat devlet
tarafından planlanıp inşa edildiğini gösteren bulgular vardır. Kentlerin ortak özellikleri şu
şekilde sıralanabilir : Sitadelin inşa edildiği kayalığın topografyası, düzleştirilerek ve teraslar
açılarak belirgin bir biçimde değiştirilmiştir. Sitadel surları, arazinin şekline göre değil,
ihtiyaç duyulan alan ölçüsünde, yamaçlara açılan geniş teraslara inşa edilmiştir. Sitadeller de
saray, tapınak, depo ve büyük sarnıç gibi planlı yapılar ve kanalizasyon gibi altyapı sistemi
yapılmıştır. Devletin planladığı kentlerde, başta tapınak duvarlarında olmak üzere mimariyle
ilişkili taş bloklar üzerine kazılmış çivi yazılı inşa kitabeleri veya yıllıklar bulunur. Başkent
dışında, sıraladığımız özelliklere sahip krali kentlerde çok odalı kaya mezarı yapılmamıştır.
Van Gölü havzasında Van (Tuşpa), Yukarı Anzaf, Çavuştepe (Sardurihinili),
Toprakkale (Rusahinili Qilbanikai), Ayanis (Rusahinili Eidurukai), Körzüt ve Kef Kalesi
(Haldiei URU); kuzeyde Murat Nehri havzasında Aznavurtepe; Aras Nehri havzasında
1
Zimansky P. E, Ecology and Empire: The structure of the Urartian State,Chicago: The Oriental Institute Press.
1985, SS: 60-75
33. 28
Armavir Blur (Argistihinili), Arin Berd (Erebuni), Karmir Blur (Teiebai URU) ve Bastam
(Rusai-URU.TUR.) ortak özellikleriyle bu kapsamda değerlendirilebilecek kralî kentlerdir. 2
M.Ö. 1. Binyılda Yakındoğu’nun en büyük başkentlerinden biri olan Tuşpa’nın
geçmişi M.Ö. 3.binyıla kadar uzanır. Bugün Van Kalesi adını taşıyan bu görkemli başkent,
Van Gölü havzasının en büyük ve en bereketli düzlüğü olan Van Ovası’nda, doğu-batı
doğrultusunda 1200 m. kadar uzanan, yaklaşık 100 m. genişliğinde, 80 m. yüksekliğinde bir
kayalık ile çevresinde kurulmuştur. Tatlı su kaynakları bakımından zengin olan bu elverişli
alan, Osmanlı döneminin sonuna kadar yerleşme gördü.
Asurlular’ın Turuşpa dediği Tuşpa M.Ö.9.yüzyılın ortalarından hemen sonra, M.Ö.
840’larda başkent ilan edildi. 3
Tuşpa’nın başkent olarak seçilişi güneydeki ezeli düşmanı
Assur’a ve çetin doğa şartlarına karşı verilen mücadelenin sonucudur. Batısında Van Gölü,
doğusunda yüksek Erek Dağı ile kuşatılmış olan ovanın, güneyi de yüksekliği 3500 metreye
ulaşan güneydoğu Torosları ile çevrilidir. Güneyde Assur Krallığı ile Urartu başkenti arasında
doğal bir set gibi yükselen bu engebeli dağlar, Urartu Krallığı’na çok avantajlı bir savunma
olanağı sağlamıştır.4
Tuşpa sitadeli Van Ovası’nın ortasında yükselen ve gerçekten bir doğa
harikası olan yalçın Van kayalığının üzerinde yüksekliği 100 metreyi bulan doğu-batı
doğrultusunda 1,5 km uzunluğunda, kuzey-güney doğrultusunda genişliği ise 70–80 metreye
ulaşır. Özellikle güneydeki sarp uçurum, bu yönden gelecek tehlikeleri imkânsız kılıp, doğal
bir savunma oluştururken; kuzey yamaçta ise doğal teraslardan da yararlanılarak oluşturulan
çok güçlü tahkimat sistemleri, eteklerden itibaren sitadeli ve İç Kale’yi kademeli olarak çok
akılcı bir düzenle çevrelemektedir. Eteklerden uzaklaştıkça Van Ovası boyunca ünlü bağ ve
meyve bahçelerinin yer aldığı kraliyet arazileri uzanmaktadır. Van’daki bahçe geleneği
Urartu’dan sonra da günümüze kadar süregelmiştir. Tuşpa sitadeli, günümüzde de
Urartumimarlığının özgün tasarımlarını içeren, başkente yarışır görkemli yapılarla doludur.
Tuşpa ve çevresinde bulunan in situ yazıtlara ek olarak, daha sonraki dönemlerde devşirme
malzeme olarak kullanılan stel, stel ve sütun kaideleri ile diğer parçalar üzerinde yer alan
100’ü aşkın yazıt, başkentin önemini ve de sayısız inşa faaliyetlerini kanıtlayan çok önemli
belgelerdir.5
Tuşpa MÖ I. binyılın ilk yarısı içinde Anadolu’nun en görkemli ve en kalabalık
başkentlerinden biridir. Sitadel ve Aşağı Şehir’le birlikte, kent nüfusunun 50.000’den az
olamayacağı düşünülmektedir.6
Başkent Tuşpa her dönem önemli olmuştur. Her dönem
birçok seyyah, araştırıcı için araştırma konusu olmuştur.7
2 Köroğlu K, Konyar E, Urartu: Doğu’da Değişim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, ss: 13
3 Sevin, Eski Anadolu Ve Trakya Başlangıcından Pers Egemenliğine Kadar, Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi,
İstanbul, 2003, ss: 199
4
M. Kurt, “Yeni Asur Devleti’nin Kuzey Yayılmı ve Doğu Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası”,Fırat Üniversitesi Doğu
Anadolu Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Cilt 8, Sayı 1, 2009, ss: 2
5
Tarhan, “Başkent Tuşpa”, Doğu’da Değişim/Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2011, ss: 300
6 Tarhan, “Başkent Tuşpa”, Doğu’da Değişim/Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2011, ss: 291
7
A. Erzen, Doğu Anadolu ve Urartular, Ankara, 1992, ss: 38.
34. 29
Kral II.Rusa büyük bir reform hareketi başlatıp, ülkenin çeşitli yerlerinde kaleler ve
kentler kurdu. Bunlardan en önemlisi, Van Ovası içinde kendi adını (Rusahinili) verdiği
Toprakkale’dir.8
I. Rusa tarafından kurulan Rusahinili (Toprakkale) “Rusa'nın kurduğu kent”
anlamına gelmektedir. Urartu Krallığı'nın ikinci başkentidir. Assur kralı III. Tiglatpilaser'in
Tuşpa'ya yaptığı saldırı karşısında savunmaya daha elverişli olabileceğini düşündüğü bu kent
Zimzim dağı eteklerinde kurulmuştur. Adından dolayı Rusahinili'nin hangi Rusa tarafından
yapıldığı halen tartışılsa da I. Rusa'nın Assurlu Sargon ile çağdaş olması (M.Ö. 722-705) ve
Toprakkale'de kesin bir şekilde 8. yüzyıla ait arkeolojik malzemenin olmaması II. Rusa
zamanında inşaa edildiğini görüşünü kuvvetlendirmektedir.9
Toprakkale ilk olarak 1879-1880 yılları arasında, Londra'daki British Museum'dan
Van'a gönderilen Van'daki İngiliz konsülü Captain Clayton başkanlığında ilk arkeolojik
araştırmalara girişmiştir. Bu kazılara Rassam ile birlikte Reynolds isimli bir Amerikalı
misyonerde katılmıştır.10
Van’ın 20 km batısında yer alan Keşiş Gölü yakınında bulunan yazıtta kanallarla yeni
kurulan Rusahinili kenti bölgesine bağlanan suni bir gölün yapımından övgüyle söz
edilmektedir11
Bu Keşiş Gölü metni Rusahinili'nin Van bölgesi ile ilişkili olduğunu ve II.
Rusa zamanında inşaa edildiğini ispatlayan yegane temeldir.12
Söz konusu yazıtın
Rusahinili'nin kuruluşu sırasında tamamlanan bir sulama projesi olduğu için, Van Ova'sını
suladığı ve Van Kalesi'ne giden Toprakkale'nin yakınından geçmesi bu merkezin yazıtta
geçen yer olması en büyük olasılıktır. Günümüze bu kentten Urartu Baştanrısı Haldi’ye ait bir
tapınak, sur kalıntıları, saray ve su sarnıcı gelebilmiştir.13
Rusahinili'den bahseden Keşiş Gölü
stelinden başka iki tane daha yazıt vardır. Biri Toprakkale'den ele geçen tablettir.14
II. Rusa’ya
ait bir tabletten öğrendiğimize göre, Rusahinili Sarayı’nda ve çevresinde 5507 kişi
yaşamaktadır. Zikredilenlerin kimlikleri ve sayıları, saray mensupları ve yönetim bürokrasisi
hakkında da açık bir fikir vermektedir. Bunlardan 1113’ü saraylıdır; 3784 hadımın 2409’u
içoğlanı, 119’u muhasebeci-hazinedar, 68’i dokumacı, 108’i harem ağası, 1188’i ise köpek
bakıcısı, saki, müzisyen gibi görevlerdedir. Ayrıca 168 saray hizmetçisi mevcuttur ve de 390
muhafız sarayı beklemektedir. Van Kayalığı üzerinde uzanan Tuşpa sitadeli ile ovanın hemen
doğusunda yükselen yalçın Erek Dağı’nın (3250 m) sarp bir kayalık uzantısı üzerine inşa
8 Sevin, Eski Anadolu ve Trakya Başlangıcından Pers Egemenliğine Kadar, Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi,
İstanbul, 2003, ss: 207
9
Zimansky, Paul E., Ecology and Empire, Chicago, 1985, ss: 3
10
Belli, “Çiviyazılı Anıtsal Kaya Kapıları ve Urartu Tanrıları” Savaş ve Estetik/War and Aesthetics,, İstanbul, 2004,
ss. 103–119.
11
Salvini, Urartu Tarihi Ve Kültürü, İstanbul, 2006, ss: 119
12 Zimansky, Paul E., Ecology and Empire, Chicago, 1985, ss: 3
13 Belli, Anadolu Uygarlıkları, 1982, ss: 139-208
14
Zimansky, Paul E., Ecology and Empire, Chicago, 1985, ss: 3