SlideShare a Scribd company logo
1 of 31
Köktürkler/Göktürkler
Orta Asya’da Hunlardan sonraki en büyük imparatorluklarından birini
kuran Göktürkler, tarihte kendisini Türk olarak niteleyen ilk devlettir.
542 yılında tarih sahnesine çıkışlarından önceki dönemlerine ait
bilgilerimiz daha çok efsane ve rivayetlere dayanır. 542 yılında Çin’e
saldırabilecek bir güce ulaşan Göktürklerin, Avarlara bağlı olarak
Altay dağlarının güney eteklerinde yaşadıkları bilinmektedir.
Türk Adı
Tevrat’a dayanan rivayetlere göre Türk, Hz. Yusuf’un neslindendir.
Bazı kaynaklarda Türk, Nuh’un üç oğlundan Yâfes’in oğlu olarak
gösterilir. Ancak yapılan araştırmalarda bu rivayetlerin doğru
olmadığı sonucuna varılmıştır.
İran rivayetlerine göre Cemşid’den (Nuh tufanı ile özdeşleştirilir)
sonra hükümdar olan Feridun geniş ülkesini üç oğlu Salm, İrac ve
Turac arasında bölüştürmüştür. Çin ve Türk ülkeleri Turac’a
düşmüştür. Gelişen olaylar sonucu İran ve Türk ülkesi arasındaki
sınır ok atılmasıyla belirlenmiş, Taberistan’dan atılan ok Ceyhun
üzerine düşmüş, böylece Ceyhun’un doğusu Türk veya Turan, batısı
ise İran olarak adlandırılmıştır.
Şahname yazarı Firdevsi tarafında da ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Destanın devamında İran ve Turan arasındaki mücadelelerde öne
çıkan Afrasyab isimli bir kahramanın Türklerin önem verdiği Alp
ErTunga ile aynı kişi olma olasılığı üzerinde durulmaktadır.
Arap kaynaklarında Türk adının ilk defa 6. yüzyılda cahiliye
döneminin tanınmış şairi Al-Nabiga al-Zuybani’nin divanında geçer.
Bizans kaynaklarında ise Türk adı ilk defa Aghatias tarafından
zikredilmiştir.
Çin kaynakları Göktürkleri T’u-küe adıyla kaydetmişlerdir. Bu
kelimenin kökeninde tekil “Türk” veya çoğul “Türük”-“Törük”
kelimesinin olduğu anlaşılmaktadır. Türk kelimesinin anlamı
üzerinde çeşitli görüşler vardır. Türk kelimesi Divanü Lügat-it Türk
de “olgunluk çağı” olarak açıklanmıştır. Türk kelimesinin “kanunla
düzenlenmiş”, “birlik kazanmış halk” şeklinde açıklayanlar
bulunduğu gibi “türemek”ten geldiğini ileri süren araştırmacılar da
vardır. Bazı araştırmacılar ise “güçlü”, “kuvvetli” manasına geldiğini
belirtmişlerdir. Anlamı tartışmalı olsa da bu kelime Müslümanlar
tarafından Türkçe konuşan bütün halkları ifade için kullanılmış ve bu
şekilde yaygınlaşarak kabul edilmiştir.
Çin yıllıklarına göre ise Göktürkler, Hunların A-shih-na soydan
gelmektedir. Shi-Shu Sülalesi Yıllıklarında (628-636) Türkler
hakkında şu bilgiler verdır.
“Türklerin ataları Batı Denizi’nin batısında otururlardı. Onlar
bağımsız bir kabile oluştururlar. Şüphesiz onlar Hsiung-nu’lardan
gelen bir koldur. Onlar A-shih-na uruğuna aittir. Daha sonra, onlar,
boylarını tamamen ortadan kaldıran komşu bir ülke tarafından
yenildiler.
On yaşında bir oğlan çocuk kalmıştı. Askerlerin, onun gençliğine
bakıp, onu öldürmek ellerinden gelmemişti.Onun ayaklarını ve
ellerini kesmişler ve bir bataklığın içindeki otlar arasına
bırakmışlardı.
Orada çocuğu etle besleyen bir dişi kurt peyda oldu. Oğlan
büyüyünce kurtla karı-koca hayatı yaşadı, onu gebe bıraktı. (Daha
önce çocuğun uruğunu yenen ve hepsini öldüren devletin) kralı
oğlanın hayatta olduğunu duydu ve birini onu öldürmesi için
gönderdi.
Bununla görevlendirilen oğlanla dişi-kurdu birlikte gördü, onu da
öldürmek istedi. O anda sanki bir ruh gibi birdenbire kurt Batı
Denizinin doğusuna taşındı. O Kao-Ch’ang’ın kuzeybatısında bir
dağda (Turfan Havzası) yerleşti.
Dada bir mağara vardı, mağaranın içinde bereketli otlarla kaplı,
yaylımı bir baştan bir başa birkaç yüz li’nin üstünde ve dört tarafı
dağlarla çevrili bir ova vardı. Kurt onun içine sığındı ve daha sonra
on oğlan doğurdu.
A-Shişh-na aile adı bu çocuklardan birinin soyundan gelir.
Aralarında en sekisi o idi ve onların yöneticisi oldu. Kökenlerini
unutmamış olduklarını göstermek için (Türklerin) ordugahının kapısı
önünde, tepesinde kurdun başının olduğu bir bayrak konurduBelli
bir A-hsien-shih boya başkanlık etti ve mağaradan çıktılar ve Juan-
Juan’lara bağlandılar.
Köktürk Devletinin kuruluşuyla ilgili de bir rivayet mevcuttur. Buna
göre, Göktürk kağanı Bumin, Avar/Juan Juan kağanının kızlarından
biriyle evlenmek istemiş, Avar kağanı bu isteği “Siz Altay’da demir
döverek bize silah yapan kölelerimiz değil misiniz” şeklinde Bumin
Kağanı rencide ederek reddetmiştir. Bunun üzerine bir Çin prensesiyle
evlenen Bumin 552 yılında Avarları yenerek ortadan kaldırmış ve I.
Köktürk Devletini kurmuştur. Türk adının ilk defa devlet ismi olarak
Göktürkler tarafından kullanıldığı kabul edilmektedir.
Köktürkler Avarları yendikten sonra Ötüken bölgesine yerleşmişler ve
başkent yapmışlardır. Bumin’in 552’te ölümünden sonra yerine oğlu
Kara (553), onun ölümü üzerine kardeşi Mukan (553) kağan olmuştur.
Mukan Kağan dönemi Köktürk devletinin topraklarının genişlediği
Töles ve diğer Türk boylarının Köktürklere bağlandığı, Kore’den
Karadeniz sahillerine kadar uzanan büyük bir imparatorluğun ortaya
çıktığı dönemdir. 557 yılında Sasanilerle anlaşılarak Eftalitler ortadan
kaldırılmış, Eftalit idaresindeki Batı Türkistan bölgesi Köktürk
egemenliğine geçmiştir.
İmparatorluk sınırlarının büyümesi nedeni ile doğu ve batı olarak iki
idari bölgeye ayrılan imparatorlukta kağan doğu bölgesini, kağana
bağlı olan yağbu ise batı bölgelerini idare etmeye başlamıştır. Mukan
Kağan batı bölgelerin idaresini amcası İstemi Yağbu’ya verilmiştir.
572 yılında Mukan Kağan’ın ölümünden sonra yerine kardeşi Taspar
kağan olmuştur. Taspar Kağan, imparatorluğu bölgelere ayırarak oğul
ve yeğenlerini kağan olarak atamış, kendisi de Buyük Kağan unvanı
almıştır. Taspar döneminde Göktürkler arasında Budizm yayılmaya
başlamış, Budizm’i kabul eden Taspar başkentleri Ötüken’de bir
Budist mabedi inşa ettirmiştir. Kendisine varis olarak ağabeyi
Mukan’ın oğlu Ta-lo-pien’i seçen Taspar 581 yılında ölmüştür.
Annesinin Türk olmaması nedeniyle halkın kabul etmediği Ta-lo-pien
devlet meclisi tarafından görevden alınarak yerine oğlu İşbora kağan
olarak atanmış ve böylece Göktürk yöneticiler arasında görüş
ayrılıkları başlamıştır.
Bu yıllarda imparatorluğun batı bölümünü idare eden İstemi ölmüş ve
yerine oğlu Tardu geçmiştir. Tardu’nun görüş ayrılıkları ve Çin’in
teşviki ile 582 yılında imparatorluktan ayrılması üzerine Göktürkler
Batı ve Doğu olarak ikiye bölünmüş ve I. Köktürk Devleti resmen
sona ermiştir.
Ayrılan beylikler kısa zaman sonra Çin saldırıları sonucu zayıflayarak
eski güçlerini ve diğer boylar üzerindeki kontrollerini kaybetmişlerdir.
Batı Göktürk Devleti Çin’e bağlı birçok beyliğe dönüşmüş, Doğu
Göktürk Devleti ise Çin hâkimiyetini kabul ederek 630 yılına kadar
varlığını devam ettirmiştir. 650 yılından itibaren ise Göktürk toprakları
Çin’den atanan valiler tarafından idare edilmeye başlanmıştır. Bu
dönemde Çin hâkimiyetine kaşı bazı direnişler olsa da bunlar
bastırılmış ve isyan eden boyların beyleri cezalandırılmıştır.
Bu beylerden Kutluğ ile daha sonra vezir olacak olan Tonyukuk 680
yılında Çin’le mücadeleye başlamışlardır. Bu mücadele 681 yılında
başarıya ulaşmış, 682 yılında Oğuzların da katılması ile Kutluğ Bey
İlteriş unvanı ile kağan ilan edilerek II. Göktürk Devleti kurulmuştur.
II. Göktürk Devleti 710 yılında Göktürklere bağlı boyların isyanı ile
sarsılmış, 742 yılındaki Basmil ve Uygur isyanları sonucu 745 yılında
yıkılmış ve yerine Uygur Devleti kurulmuştur.
Göktürk Anıt Külliyeleri:
Orta Asya’daki Göktürk külliyeleri üzerine çok sayıda araştırma
yapılmıştır ve bu araştırmalar halen devam edilmektedir. Bu
külliyelerden günümüzde çoğu kırılmış veya dağılmış haldeki yazıt
veya heykelleri ulaşabilmiştir. Bozkırda gelişigüzel bir şekilde duran
bu yazıt veya heykellerin her birinin özellikle de büyük boyutlu
olanlarının külliyelere ait oldukları anlaşılmaktadır. Bu eserler Türk
tarihinin ilk yazılı belgeleri ve heykel sanatı örnekleridir.
Göktürklerin ileri gelenleri için inşa edilen bu külliyeler kutsal olarak
addedilmiş ve buralarda belirli zamanlarda törenler icra edilmiştir.
Birçoğu toprak altında olması nedeniyle bu külliyelerin kapsamlı bir
değerlendirmesi henüz yapılabilmiş değildir. Ancak mevcut
örneklerden hareketle külliyelerin bir kuşatma duvarı içindeki bark
adı verilen ana yapı, bir sunak, bir yazıt ve heykel grubundan
oluştuğu söylenebilir. Bu külliyeler ve bünyelerindeki yazıt ve
heykeller sanatsal değerlerinin yanı sıra kitabeleriyle edebi ve tarihi
değere de sahiptirler.
Büyük külliyelerinin dışında Orta Asya bozkırlarında Göktürk
dönemine ait irili ufaklı mezarlar ve heykeller bulunmaktadır.
Birçoğu doğanın ve insan merhametinde varlığını sürdürmektedir.
Göktürk külliyeleri ile ilgili ilk kayıtlar 13. yüzyılın sonlarına aittir.
1675 yılında Rus Çarı Aleksi Mihayloviç’in Çin imparatoruna
gönderdiği elçiler Nnikolay Gavriloviç Mileski Spafariy ile Nicolaie
Milescu, Yenisey vadisinde taş yazıtlar görmüşler ve bunları not
etmişlerdir.
Semen Ul’yanoviç Remezov, 1696-1697 yılında hazırladığı Sibirya
Atlası’ndaki haritalarında büyük olasılıkla Spafarıy’nin verdiği
bilgilere dayanarak bu eserleri göstermiştir.
Orta Asya’daki Türk yazıtlarını ilk defa bilim dünyasına tanıtan
isimler ise Daniel Gottlieb Tabbet Meserchimidt ve Johann Philipp
Tabbert von Strahlenberg olmuştur.
Bir bilim adamı olan Meserchimidt, Çar Pertro döneminde Danzig’in
işgal edilmesinden sonra Rusya’da çalışmaya başlayan bir kişidir.
Strahlenberg ise 1709 yılındaki Poltava savaşında Ruslara esir düşen
ve Sibirya’ya sürgüne gönderilen İsveç ordusunda yüzbaşı rütbesinde
bir askerdir.
Sibirya’da kaldıkları sürece, bölgenin tarihi, coğrafyası, ekoloji ve
etnografik bilgilerini toplamaya başlamışlardır. Meserchimidt 1722
yılında bir Kazak köylüsünün yardımı ile Bay Nehri, Strahlenberg ise
Tes Irmağı kıyısında iki yazılı taş tespit etmişlerdir.
Meserchimidt tuttuğu notları St. Petersburg Bilimler Akademisi
Bülteninde 1729 yılında yayınlanmıştır. 1722 yılında tutsaklık hayatı
sona eren ve ülkesine dönen Strahlenberg ise a topladığı bilgileri
Avrupa ve Asya’nın Kuzeydoğu Bölümü/ Das nord-und östliche Teil
von Eurropa und Asia isimli kitapla kamuoyuna sunmuştur.
Orta Asya’da İskandinavya’daki harflere benzediği için runik olarak
adlandırılan yazılı taşların bulunduğunu anlatan bu kitap bilim
çevrelerinde büyük bir ilgi uyandırmış ve Orta Asya ile ilgili
çalışmaların başlangıcını oluşturmuştur.
Orta Asya’ya olan ilginin artması üzerine yeni araştırmalar yapılmış,
1768-1774’de Palas Uybat’da, 1847 de Castren Yenisey-Tuba’da,
1857 de Kastrov Abakan-Koybal ve Yenisey-Oya’da, 1878 de
Korçakov adlı bir Hakas köylüsü Altın Köl’de, 1879 da Aleksandr
Vasil, Kemçik’te ,1885 yılında Kuzneysov Uybat’ta ve Savenkov Ak-
Yüz’de yeni yazıtlar bulmuş ve yaklaşık 15 kadar yazıt saptanmıştır.
Çok sayıda eserin ele geçmesi üzerine Minusinsk’te bir müze açılarak
eserler buraya nakledilmiştir.
1887 ve 1888 yılında Fin Arkeolji Cemiyeti, Otto Hjalmar Appelgren
ve Johan Reinhold Aspelin başkanlığında iki araştırma grubu
göndererek Minusinsk Müzesi’ndeki taşların kopyalarını aldırmış,
ayrıca Aspelin başkanlığındaki grup yaptığı araştırmada 17 yazıt daha
tespit etmiştir. Yapılan çalışmalar 1889 yılında Helsinki’de Yenisey
Yazıtları/ Inscriptions de l'Iénissei: Recueillies et publiées par la
Société finlandaise d'archeologie adlı bir kitapta toplanmıştır.
1889 yılında Rus Coğrafya Cemiyeti adına Moğolistan’da araştırma
yapan Nikolay Mihayloviç Yadrintsev, Orhun Nehri ile Koço
Tsaydam Gölü çevresinde Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarını
bulmuştur. Bu yazıtlar uzun olmaları ve bir yüzlerinde Çince yazılar
bulunması açısından en önemli eserlerdir. Yazıtlar Rus Coğrafya
Cemiyeti tarafından hazırlanan iki raporla ve 1890 yılındaki
Moskova’daki 8. Arkeoloji Kongresi’nde bir bildiri ile duyurulmuştur.
Yeni yazıtların bulunması üzerine Fin Arkeoloji ve Fin-Ugor
Cemiyeti, dilci Axel Olai Heikel başkanlığında bir grubu bölgeye
göndermiştir. Heikel yazıtların kopyalarını alarak değerlendirmiş,
Çince metinlerin çevirilerinin de yer aldığı “Orhun Kitabeleri” isimli
geniş ve detaylı atlasını 1892 yılında yayınlamıştır. Heikel, Kül Tigin
ve Bilge Kağan yazıtlarının Çince metinlerindeki bilgileri
değerlendirmiş ve bunların Tu-kiü adlı bir kavme ait olduklarını tespit
etmiştir. Yazıtlar Otto Donner tarafından ele alınarak grafik sözlüğü
yapılmış ve 1892 yılında Londra’da toplanan Müşteşrikler Kongresine
sunulmuştur.
Bu gelişmeler sonucu Petersburg İlimler Akademisi Wilhelm Radloff
başkanlığında bir heyeti 1881 yılında Orhun bölgesine yollamıştır.
Radloff ülkesine dönerken Çin’e uğramış ve Çin’ce metinlerin
tercümelerini yaptırmıştır. Radloff, bu çalışmalarının sonuçlarını Atlas
drevnostey Mongolii ismiyle yayınlamıştır. Bu atlasta yer almayan
diğer yazıtlar ise 1893 ve 1896 yılarında iki fasikül halinde
yayınlanmıştır.
Çince metinlerden yazıtların Türklere ait olduğun anlaşılmış ve
alfabenin çözümü için çalışmalara başlanmıştır. Danimarkalı dil
bilimci Vilhelm Ludvig Peter Tomsen, yazıtlardaki 38 işareti,
satırların yukarıdan aşağıya ve soldan sağa doğru yazıldığını tespit
etmiştir. Daha sonra harflerin ses değerleri üzerinde yoğunlaşan
Tomsen, ünlü-ünsüz-ünlü, veya unsüz-ünlü-unsüz olabileceğini
düşündüğü seriler üzerinde çalışmaya başlamıştır. Bu çalışmaları
sonucu Kağan, Tengri, Kül Tigin ve Kök Tengri ifadelerini tespit
etmiş ve yazıtlar 25 Kasım 1893 te çözümlenmiştir. Tomsen bu
buluşunu Danimarka İlimler Akademisi’nin düzenlediği bir toplantıda
bilim âlemine sunmuş Orkun ve Yenisey Kitabelerinin Deşifresi/
Dèchiffrement des inscriptions de l'Orkhon et de l'lènissèi ismiyle de
yayınlamıştır.
Tomsen, yazıtları okuduğunu Radloff’a bildirdiğinde, Radloff’ta 11
harfi çözmeyi başarmıştır. Radloff, Tomsenin verdiği alfabenin
yardımı ile Kül Tigin yazıtının traskriptini, Almanca çevirilerini ve iki
yazıtın sözlüğünü hazırlamıştır. Radloff’ devan eden çalışmaları ile
toplam 55 yazıtın çevirileri ve sözlüğü ile bunlara ek olarak Türk
diyalektlerinin morfolojisini, anıtlardaki metinlerde geçen olayların
kronolojisini, Türk kabile ve boy adları ile diğer kabile isimlerini ve
Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının düzeltilmiş Almanca
tercümelerini 1885 yılında Die alttürkischen Inschriften der Mongolei
adıyla yayınlamıştır. Radloff, yazıtların gramer yapısı üzerinde
yoğunlaşarak çalışmalarını sürdürmüş ve daha sonra gramer üzerine
çalışan araştırmacıların temel kaynağı olacak bir kitap yayınlamıştır.
Tomsen, Radloff’un bu yayınından sonra 1896 yılında “Orhun
Kitabeleri” ismi ile eserleri tekrar yayınlamıştır. Tomsen tarafından
yayınlanan metinler bilim dünyasında daha doğru kabul edilerek
temel bir eser niteliği kazanmıştır.
Bu çalışmalar yapılırken bölgenin botaniği üzerine çalışmalar yapan
Nikolayevna Zvereva Klements tarafından Tonyukuk Yazıtı
keşfedilmiş ve Rafloff tarafında okunarak yayınlanmıştır. Yazılar ilk
defa Tomsen tarafından okunsa da Radloff 56 yazıtın çevirilerini, söz
dizinini, gramerini ve genel bir değerlendirmesini yaparak bilim
dünyasına önemli bir katkı da bulunmuştur.
Yazıtlarla ilgili Türkler tarafından yapılan ilk çalışma ise Şemseddin
Sami tarafından yapılmıştır. Bu çalışmayı Necip Asım’ın 1897 yılında
Göktürk alfabesini tanıtan çalışmaları ve 1925 yılında yayınladığı
“Orhun Abideleri” isimli çalışmasını belirtmek gerekir. Bu yayınları
Ragıp Hulusi Özdem, Nihal Atsız ve Hüseyin Namık Orkun’un
çalışmaları izlemiştir. Daha sonraki dönemlerde ise başka
araştırmacıların da bu konu üzerine yoğunlaştığı görülmektedir.
Göktürk Heykelleri
Göktürk döneminde önemli bir gelişme gösteren heykel sanatı
hakkında çok sayıda araştırma olmakla birlikte bu eserlerin tam bir
kataloğu henüz yoktur. Bozkırda tek başına duran bu heykellerin
tarihlendirilmesi de önemli sorunlardan biri olarak araştırmacıları
meşgul etmektedir. Üzerinde damga, yazı gibi tarihlemeye yardımcı
unsurlar bulunmayan heykeller ancak üslup analizi ile göreceli olarak
tarihlenebilmektedir. Göktürk döneminde inşa edilen anıt
külliyelerinin heykel sanatının gelişmesinde önemli rolleri olduğu
anlaşılmaktadır.
Göktürk dönemi heykellerini insan ve hayvan heykelleri olarak iki
ana gruba ayırmak gerekir. İnsan heykelleri; geyikli taşlar, Taştık
kültürü taş anıtları ile taş heykel ve balballar olarak üç grup olarak
sınıflanmıştır. Üzerlerinde çok sayıda geyik tasviri olması nedeniyle
geyikli taş olarak adlandırılan heykellerin boyu 3-5 m, kalınlıkları ise
50-60 cm arasında değişmektedir. Bu taşların ölen kahramanların
anısına dikilmiş olabileceği ileri sürülmektedir. Geyikli taşların
mezar alanlarında ve kurgan çevresinde değil, daha çok özel merasim
ve ayin yapılan bölgelerde dikildiği ve bu taşlara merasim sırasında
sunu yapıldığı düşünülmektedir.
İkinci grup mezar veya anıt külliyesi içerisinde yer alan insan
heykelleridir. Oldukça ayrıntılı işlenen bu heykellerin ölen bireyi,
merasime katılan önemli kişileri veya külliyeyi korumakla görevli
muhafızları temsil ettiğini düşünmek gerekir. Bu heykeller ayakta
veya oturur vaziyette tasvir edilmişlerdir. Kıyafetleri ayrıntılı olarak
işlenmiştir. Heykellerin ellerinde müzik aleti, küre ve kadeh gibi
nesneler ile kuş figürleri tuttukları tespit edilmektedir. En yaygın
olanı kadehtir. Üçüncü grubu balbalar oluşturur. Bunlar anıt
külliyesinin bir parçası olan, ancak anıt duvarları dışında bulunan
dikili taşlardır. Fazla ayrıntısı olmayan bu heykellerin ölen kişi
tarafından öldürülen düşmanları temsil ettiği kabul edilmektedir.
Hayvan heykelleri genellikle anıt külliyelerinin girişlerinde veya
merasim yolunun iki tarafında yer almaktadır. Dolayısıyla bu
heykeleri koruyucu varlıklar olarak değerlendirmek mümkündür.
Hayvan heykeleri içerisinde en çok karşılaşılanlar koç, koyun ve
arslan figürleridir. Kaplumbağalar genellikle kaidelerde, ejder
figürleri ise tepeliklerde karşımıza çıkmaktadır.
Bugut Yazıtı:
Bayn Tsagaan bölgesindeki mezar külliyesine ait olan yazıt
günümüzde Arhangay Aymag şehrindeki müzededir. Yazıt I. Köktürk
Kağanlığı döneminde 582 yılında dikilmiştir. Yazıtın üç yüzünde
Sogd harfleriyle yazılmış Soğdça, bir yüzünde ise Brâhmî harfleriyle
yazılmış Sanskritçe metinler bulunmaktadır.
Üzerine oturtulduğu kaplumbağa kaidesi ile birlikte 245cm
yüksekliğinde olan yazıtın tepeliğinin ön yüzünde "kurttan süt emen
çocuk tasviri"ne yer verilmiştir. Bugut yazıtı kaplumbağa kaidesi ile
birlikte ait olduğu mezar külliyesinden alınıp müzeye taşınmıştır.
Bugut anıt mezar külliyesinde yazıtın yanı sıra bark, sunak masası
ve balballar tespit edilmiştir. Ancak yazıt yerinden çıkarılıp müzeye
taşınmış; sunak masasına ait taşlar parçalanmış; bark tamamen
harabeye dönmüş; barkın duvarlarına ve temeline ait taş, tuğla ve
künkler geniş bir alana saçılmış; balballar da sağa sola devrilmiştir.
Sharon Dov (Shoroon Bumbagar-I) Kurganı:
Moğolistan’da Mayhan Dağı bölgesinde yer alan kurgan 7. yüzyıla tarihlenmektedir.
Yaklaşık 117x95m boyutlarında dikdörtgen biçimli bir hendekle çevrili olan kurgan
63x30.5m boyutlarındadır. Mezar odasına kurganın doğusunda yer alan yaklaşık
22.5m uzunluğunda giderek derinleşen eğimli bir koridor ile ulaşılır. Koridor
çökmemesi için kemerlerle desteklenmiştir. Koridor girişinden yaklaşık 17m sonra,
koridorun kuzey ve güneyine simetrik olarak yerleştirilmiş kare planlı küçük birer
niş vardır. Niş duvarlarının önüne ayakta duran pişmiş topraktan yapılmış (terakota)
figürler yerleştirilmiştir. Bu figürlerin önünde ise atlı figürler bulunmaktadır. Figürler
boyalıdır. Koridorun sonunda yaklaşık 2.90m yüksekliğinde 4.40x4m boyutlarında
yamuk planlı bir mezar odası yer almaktadır. Mezar odasında bir sanduka ile
ahşaptan yapılmış insan figürleri tespit edilmiştir
Shoroon Bumbagar-II (Mayhan Uul Bey) Kurganı
Orta Moğolistan’da, başkent Ulan Bator’un 210 kilometre batısında, Bulgan
eyaletinde, Mayhan Uul (Çadır) Dağı’nın eteğindedir. Kurgan’ın kazısı 2001
yılında gerçekleştirilmiştir.
Ele geçen sikkeler, yapım tarzı ve diğer buluntulara göre kurgan 7. yüzyılın
ortalarına tarihlenmektedir.
Mezar odası girişinin önündeki Çince yazıta göre kurgan Tölös boyundan P’u Ku
kabilesinden P’u Ku Yi Tu adlı bir komutana aittir. Yazıtta komutanın Çin
imparatoruna bağlı bir askeri görevli olduğu belirtilmiştir.
Mayhan Uul Kurganı 34×36 metre çapında bir alanı kaplar ve yüksekliği 4 metreye
ulaşır. Kurganı çevreleyen 110 metre çapındaki hendeğin bugünkü derinliği 50
santimetre kadardır.
Kurganın mezar odasına güneyinde yer alan bir koridorla girilir. Uzunluğu 42 m
olan koridorun ilk 20m’si yaklaşık 35 derecelik bir eğimle alçalmaktadır. Son
22m’lik kısım ise düz devam ederek mezar odasının girişine ulaşır. Koridor
çökmemesi için ceplere bölünmüş ve kemerlerle desteklenmiştir. Koridor boyunca
dört cep yer almaktadır.
Koridorun bütün duvarları samanlı bir harçla sıvanıp üzerine ince toprakla son kat
sıva çekilmiş ve resimlerle bezenmişti. Duvarlarda, kırmızı ve siyah boyalarla
yapılmış 45 resim bulunmaktadır. Fresklerde koruyucu hayvanlar, at ve seyisleri,
farklı rütbe ve teçhizatlara sahip askerler, süvariler, hizmetçiler, koşum takımlı atlar
ve tapınak resimleri gibi tasvirler vardır. Bunların en büyüğü, ürkütücü bir şekilde
tasvir edilen ve boyu 7,5 metreyi bulan pars betimlemesidir. Bu freskler çok sayıda
ve büyük boyutlu olmalarıyla Moğol bozkırında bir ilki temsil etmektedir.
Koridorun dördüncü cebinin iki yanında oval planlı birer niş şeklinde oda yer
almaktadır. 122х102cm boyutlarındaki iki kanatlı ahşap bir kapı ile örtülerek tunç
bir kilitle de kilitlenmiş odaların ardındaki bu odacıkların her birinde pişmiş
topraktan 45 figür tespit edilmiştir. Kadın ve erkek betimlerinden oluşan, bazıları
elinde bayrak tutan bir grup, yuvarlak bir dönüşe sahip kenarlara paralel
dizilmişlerdi. Odacığın ortasında ise at üstünde müzisyenler, zırhlı at, deve,
tanımlanamayan bazı hayvan ve tazı heykelcikleri yer alıyordu.
Bu figürler olasılıkla defin merasimindeki düzene göre yerleştirilerek cenaze
merasimini tekrarlamaktadır.
Kurganın ana bölümünü oluşturan mezar odasının girişine mezarı soygunculardan
ve mezar kapatılırken koridora doldurulan topraktan korumak için örülmüş bir taş
duvar yer almaktadır. Duvarın yanı sıra girişte, koruyucu olarak birçok yırtıcı
hayvanın karakteristik özelliklerine sahip iki mitolojik hayvan ile iki zırhlı insan
heykeli yer alıyordu.
Boyalarla renklendirilen bu pişmiş topraktan insan heykelcikleri oldukça detaylı
işlenmiştir.
Heykellerin arkasında mezar odasının ahşaptan, kilitli kapısına ulaşılmaktadır.
Odanın eni ve boyu 4m, yüksekliği ise 4,5m’dir. Odanın batı kenarında ahşap bir
tabut, doğusunda ise ahşap eşyalar yer almaktadır. Yamuk biçimde, iki kat tahtadan
yapılan tabutun içinde, 80×35cm boyutunda bir kutu yer almaktadır. Dört kat farklı
bezle sarılan kutunun içinde altından yapılmış eşyalar ile kutunun yanında duran
bez torbanın içinde de 45 adet altından Bizans ve yerel üretim sikke bulunmuştur.
Göktürk geleneklerine göre yakılan ölünün külleri ise ahşap bir kutuya
konulmuştur.
Bulunan eşyalar arasında taç, altın bardak ve kemer plakalar olasılıkla gömü töreni
için yapılmamış, mezar sahibinin yaşarken kullandığı eşyalardı. Koridorda olduğu
gibi mezar odasının duvarları da büyük boy resimlerle kaplıdır. Yanında erkek ve
kadın bulunan kutsal ağaç resmi beş ayrı yeri süslüyordu. Yüzleri hüzünlü olarak
betimlenen insanlar arasındaki bir kadın figürü de elinde mendile benzer bez
parçasıyla ağlar şekilde çizilmişti.
Mezarda toplam 560 ahşap eşya, pişmiş topraktan heykelcikler, altın eşyalar,
süslemeler ve duvar resimleri gibi çeşitli buluntular tespit edilmiştir.

More Related Content

Similar to GOKTURKKKKKKKL...AAAKAJWJWBHWHWHWBSUWJWBWJSUHS

6. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite İpek Yolunda Türkler
6. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite İpek Yolunda Türkler6. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite İpek Yolunda Türkler
6. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite İpek Yolunda Türklerenesulusoy
 
Orta asya türk tarihi
Orta asya türk tarihiOrta asya türk tarihi
Orta asya türk tarihimassive501
 
TüRk Edebiyatı Tarihi
TüRk Edebiyatı TarihiTüRk Edebiyatı Tarihi
TüRk Edebiyatı Tarihiderslopedi
 
KPSS Tarih Ders Notları.pdf
KPSS Tarih Ders Notları.pdfKPSS Tarih Ders Notları.pdf
KPSS Tarih Ders Notları.pdfMuhammedSalih48
 
7. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite 1. Bölüm Türk Tarihinde Yolculuk
7. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite 1. Bölüm Türk Tarihinde Yolculuk7. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite 1. Bölüm Türk Tarihinde Yolculuk
7. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite 1. Bölüm Türk Tarihinde Yolculukenesulusoy
 
TüRk DüNyasi
TüRk DüNyasiTüRk DüNyasi
TüRk DüNyasiBigBoss
 
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)esmus2
 
Islamiyet
IslamiyetIslamiyet
IslamiyetBigBoss
 
Kpss tarih önemli noktalar
Kpss tarih önemli  noktalarKpss tarih önemli  noktalar
Kpss tarih önemli noktalar10linekpss
 
Atalarımı Tanıyorum
Atalarımı TanıyorumAtalarımı Tanıyorum
Atalarımı Tanıyorumsaidnaci
 
Doğu Türkistan
Doğu TürkistanDoğu Türkistan
Doğu Türkistanasajs12
 
Uygur metinleri
Uygur metinleriUygur metinleri
Uygur metinleriMEB
 
İslam Öncesi Türk Tarihi.pdf
İslam Öncesi Türk Tarihi.pdfİslam Öncesi Türk Tarihi.pdf
İslam Öncesi Türk Tarihi.pdfArslanDurdu
 
Büyük selçuklular
Büyük selçuklularBüyük selçuklular
Büyük selçuklularElifnurB
 

Similar to GOKTURKKKKKKKL...AAAKAJWJWBHWHWHWBSUWJWBWJSUHS (20)

6. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite İpek Yolunda Türkler
6. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite İpek Yolunda Türkler6. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite İpek Yolunda Türkler
6. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite İpek Yolunda Türkler
 
Orta asya türk tarihi
Orta asya türk tarihiOrta asya türk tarihi
Orta asya türk tarihi
 
TüRk Edebiyatı Tarihi
TüRk Edebiyatı TarihiTüRk Edebiyatı Tarihi
TüRk Edebiyatı Tarihi
 
KPSS Tarih Ders Notları.pdf
KPSS Tarih Ders Notları.pdfKPSS Tarih Ders Notları.pdf
KPSS Tarih Ders Notları.pdf
 
7. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite 1. Bölüm Türk Tarihinde Yolculuk
7. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite 1. Bölüm Türk Tarihinde Yolculuk7. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite 1. Bölüm Türk Tarihinde Yolculuk
7. Sınıf Sosyal Bilimler 3. Ünite 1. Bölüm Türk Tarihinde Yolculuk
 
TüRk DüNyasi
TüRk DüNyasiTüRk DüNyasi
TüRk DüNyasi
 
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
 
Islamiyet
IslamiyetIslamiyet
Islamiyet
 
Kpss tarih önemli noktalar
Kpss tarih önemli  noktalarKpss tarih önemli  noktalar
Kpss tarih önemli noktalar
 
Gaskalar
GaskalarGaskalar
Gaskalar
 
Atalarımı Tanıyorum
Atalarımı TanıyorumAtalarımı Tanıyorum
Atalarımı Tanıyorum
 
Doğu Türkistan
Doğu TürkistanDoğu Türkistan
Doğu Türkistan
 
Uygur metinleri
Uygur metinleriUygur metinleri
Uygur metinleri
 
3. konu anlatimi
3. konu anlatimi3. konu anlatimi
3. konu anlatimi
 
Destan Nedir
Destan NedirDestan Nedir
Destan Nedir
 
öZge çoruk (1)
öZge çoruk (1)öZge çoruk (1)
öZge çoruk (1)
 
Van
VanVan
Van
 
Van
VanVan
Van
 
İslam Öncesi Türk Tarihi.pdf
İslam Öncesi Türk Tarihi.pdfİslam Öncesi Türk Tarihi.pdf
İslam Öncesi Türk Tarihi.pdf
 
Büyük selçuklular
Büyük selçuklularBüyük selçuklular
Büyük selçuklular
 

GOKTURKKKKKKKL...AAAKAJWJWBHWHWHWBSUWJWBWJSUHS

  • 1. Köktürkler/Göktürkler Orta Asya’da Hunlardan sonraki en büyük imparatorluklarından birini kuran Göktürkler, tarihte kendisini Türk olarak niteleyen ilk devlettir. 542 yılında tarih sahnesine çıkışlarından önceki dönemlerine ait bilgilerimiz daha çok efsane ve rivayetlere dayanır. 542 yılında Çin’e saldırabilecek bir güce ulaşan Göktürklerin, Avarlara bağlı olarak Altay dağlarının güney eteklerinde yaşadıkları bilinmektedir.
  • 2. Türk Adı Tevrat’a dayanan rivayetlere göre Türk, Hz. Yusuf’un neslindendir. Bazı kaynaklarda Türk, Nuh’un üç oğlundan Yâfes’in oğlu olarak gösterilir. Ancak yapılan araştırmalarda bu rivayetlerin doğru olmadığı sonucuna varılmıştır. İran rivayetlerine göre Cemşid’den (Nuh tufanı ile özdeşleştirilir) sonra hükümdar olan Feridun geniş ülkesini üç oğlu Salm, İrac ve Turac arasında bölüştürmüştür. Çin ve Türk ülkeleri Turac’a düşmüştür. Gelişen olaylar sonucu İran ve Türk ülkesi arasındaki sınır ok atılmasıyla belirlenmiş, Taberistan’dan atılan ok Ceyhun üzerine düşmüş, böylece Ceyhun’un doğusu Türk veya Turan, batısı ise İran olarak adlandırılmıştır. Şahname yazarı Firdevsi tarafında da ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Destanın devamında İran ve Turan arasındaki mücadelelerde öne çıkan Afrasyab isimli bir kahramanın Türklerin önem verdiği Alp ErTunga ile aynı kişi olma olasılığı üzerinde durulmaktadır.
  • 3. Arap kaynaklarında Türk adının ilk defa 6. yüzyılda cahiliye döneminin tanınmış şairi Al-Nabiga al-Zuybani’nin divanında geçer. Bizans kaynaklarında ise Türk adı ilk defa Aghatias tarafından zikredilmiştir. Çin kaynakları Göktürkleri T’u-küe adıyla kaydetmişlerdir. Bu kelimenin kökeninde tekil “Türk” veya çoğul “Türük”-“Törük” kelimesinin olduğu anlaşılmaktadır. Türk kelimesinin anlamı üzerinde çeşitli görüşler vardır. Türk kelimesi Divanü Lügat-it Türk de “olgunluk çağı” olarak açıklanmıştır. Türk kelimesinin “kanunla düzenlenmiş”, “birlik kazanmış halk” şeklinde açıklayanlar bulunduğu gibi “türemek”ten geldiğini ileri süren araştırmacılar da vardır. Bazı araştırmacılar ise “güçlü”, “kuvvetli” manasına geldiğini belirtmişlerdir. Anlamı tartışmalı olsa da bu kelime Müslümanlar tarafından Türkçe konuşan bütün halkları ifade için kullanılmış ve bu şekilde yaygınlaşarak kabul edilmiştir.
  • 4. Çin yıllıklarına göre ise Göktürkler, Hunların A-shih-na soydan gelmektedir. Shi-Shu Sülalesi Yıllıklarında (628-636) Türkler hakkında şu bilgiler verdır. “Türklerin ataları Batı Denizi’nin batısında otururlardı. Onlar bağımsız bir kabile oluştururlar. Şüphesiz onlar Hsiung-nu’lardan gelen bir koldur. Onlar A-shih-na uruğuna aittir. Daha sonra, onlar, boylarını tamamen ortadan kaldıran komşu bir ülke tarafından yenildiler. On yaşında bir oğlan çocuk kalmıştı. Askerlerin, onun gençliğine bakıp, onu öldürmek ellerinden gelmemişti.Onun ayaklarını ve ellerini kesmişler ve bir bataklığın içindeki otlar arasına bırakmışlardı. Orada çocuğu etle besleyen bir dişi kurt peyda oldu. Oğlan büyüyünce kurtla karı-koca hayatı yaşadı, onu gebe bıraktı. (Daha önce çocuğun uruğunu yenen ve hepsini öldüren devletin) kralı oğlanın hayatta olduğunu duydu ve birini onu öldürmesi için gönderdi.
  • 5. Bununla görevlendirilen oğlanla dişi-kurdu birlikte gördü, onu da öldürmek istedi. O anda sanki bir ruh gibi birdenbire kurt Batı Denizinin doğusuna taşındı. O Kao-Ch’ang’ın kuzeybatısında bir dağda (Turfan Havzası) yerleşti. Dada bir mağara vardı, mağaranın içinde bereketli otlarla kaplı, yaylımı bir baştan bir başa birkaç yüz li’nin üstünde ve dört tarafı dağlarla çevrili bir ova vardı. Kurt onun içine sığındı ve daha sonra on oğlan doğurdu. A-Shişh-na aile adı bu çocuklardan birinin soyundan gelir. Aralarında en sekisi o idi ve onların yöneticisi oldu. Kökenlerini unutmamış olduklarını göstermek için (Türklerin) ordugahının kapısı önünde, tepesinde kurdun başının olduğu bir bayrak konurduBelli bir A-hsien-shih boya başkanlık etti ve mağaradan çıktılar ve Juan- Juan’lara bağlandılar.
  • 6. Köktürk Devletinin kuruluşuyla ilgili de bir rivayet mevcuttur. Buna göre, Göktürk kağanı Bumin, Avar/Juan Juan kağanının kızlarından biriyle evlenmek istemiş, Avar kağanı bu isteği “Siz Altay’da demir döverek bize silah yapan kölelerimiz değil misiniz” şeklinde Bumin Kağanı rencide ederek reddetmiştir. Bunun üzerine bir Çin prensesiyle evlenen Bumin 552 yılında Avarları yenerek ortadan kaldırmış ve I. Köktürk Devletini kurmuştur. Türk adının ilk defa devlet ismi olarak Göktürkler tarafından kullanıldığı kabul edilmektedir. Köktürkler Avarları yendikten sonra Ötüken bölgesine yerleşmişler ve başkent yapmışlardır. Bumin’in 552’te ölümünden sonra yerine oğlu Kara (553), onun ölümü üzerine kardeşi Mukan (553) kağan olmuştur. Mukan Kağan dönemi Köktürk devletinin topraklarının genişlediği Töles ve diğer Türk boylarının Köktürklere bağlandığı, Kore’den Karadeniz sahillerine kadar uzanan büyük bir imparatorluğun ortaya çıktığı dönemdir. 557 yılında Sasanilerle anlaşılarak Eftalitler ortadan kaldırılmış, Eftalit idaresindeki Batı Türkistan bölgesi Köktürk egemenliğine geçmiştir.
  • 7. İmparatorluk sınırlarının büyümesi nedeni ile doğu ve batı olarak iki idari bölgeye ayrılan imparatorlukta kağan doğu bölgesini, kağana bağlı olan yağbu ise batı bölgelerini idare etmeye başlamıştır. Mukan Kağan batı bölgelerin idaresini amcası İstemi Yağbu’ya verilmiştir. 572 yılında Mukan Kağan’ın ölümünden sonra yerine kardeşi Taspar kağan olmuştur. Taspar Kağan, imparatorluğu bölgelere ayırarak oğul ve yeğenlerini kağan olarak atamış, kendisi de Buyük Kağan unvanı almıştır. Taspar döneminde Göktürkler arasında Budizm yayılmaya başlamış, Budizm’i kabul eden Taspar başkentleri Ötüken’de bir Budist mabedi inşa ettirmiştir. Kendisine varis olarak ağabeyi Mukan’ın oğlu Ta-lo-pien’i seçen Taspar 581 yılında ölmüştür. Annesinin Türk olmaması nedeniyle halkın kabul etmediği Ta-lo-pien devlet meclisi tarafından görevden alınarak yerine oğlu İşbora kağan olarak atanmış ve böylece Göktürk yöneticiler arasında görüş ayrılıkları başlamıştır.
  • 8. Bu yıllarda imparatorluğun batı bölümünü idare eden İstemi ölmüş ve yerine oğlu Tardu geçmiştir. Tardu’nun görüş ayrılıkları ve Çin’in teşviki ile 582 yılında imparatorluktan ayrılması üzerine Göktürkler Batı ve Doğu olarak ikiye bölünmüş ve I. Köktürk Devleti resmen sona ermiştir. Ayrılan beylikler kısa zaman sonra Çin saldırıları sonucu zayıflayarak eski güçlerini ve diğer boylar üzerindeki kontrollerini kaybetmişlerdir. Batı Göktürk Devleti Çin’e bağlı birçok beyliğe dönüşmüş, Doğu Göktürk Devleti ise Çin hâkimiyetini kabul ederek 630 yılına kadar varlığını devam ettirmiştir. 650 yılından itibaren ise Göktürk toprakları Çin’den atanan valiler tarafından idare edilmeye başlanmıştır. Bu dönemde Çin hâkimiyetine kaşı bazı direnişler olsa da bunlar bastırılmış ve isyan eden boyların beyleri cezalandırılmıştır.
  • 9. Bu beylerden Kutluğ ile daha sonra vezir olacak olan Tonyukuk 680 yılında Çin’le mücadeleye başlamışlardır. Bu mücadele 681 yılında başarıya ulaşmış, 682 yılında Oğuzların da katılması ile Kutluğ Bey İlteriş unvanı ile kağan ilan edilerek II. Göktürk Devleti kurulmuştur. II. Göktürk Devleti 710 yılında Göktürklere bağlı boyların isyanı ile sarsılmış, 742 yılındaki Basmil ve Uygur isyanları sonucu 745 yılında yıkılmış ve yerine Uygur Devleti kurulmuştur.
  • 10. Göktürk Anıt Külliyeleri: Orta Asya’daki Göktürk külliyeleri üzerine çok sayıda araştırma yapılmıştır ve bu araştırmalar halen devam edilmektedir. Bu külliyelerden günümüzde çoğu kırılmış veya dağılmış haldeki yazıt veya heykelleri ulaşabilmiştir. Bozkırda gelişigüzel bir şekilde duran bu yazıt veya heykellerin her birinin özellikle de büyük boyutlu olanlarının külliyelere ait oldukları anlaşılmaktadır. Bu eserler Türk tarihinin ilk yazılı belgeleri ve heykel sanatı örnekleridir. Göktürklerin ileri gelenleri için inşa edilen bu külliyeler kutsal olarak addedilmiş ve buralarda belirli zamanlarda törenler icra edilmiştir. Birçoğu toprak altında olması nedeniyle bu külliyelerin kapsamlı bir değerlendirmesi henüz yapılabilmiş değildir. Ancak mevcut örneklerden hareketle külliyelerin bir kuşatma duvarı içindeki bark adı verilen ana yapı, bir sunak, bir yazıt ve heykel grubundan oluştuğu söylenebilir. Bu külliyeler ve bünyelerindeki yazıt ve heykeller sanatsal değerlerinin yanı sıra kitabeleriyle edebi ve tarihi değere de sahiptirler.
  • 11. Büyük külliyelerinin dışında Orta Asya bozkırlarında Göktürk dönemine ait irili ufaklı mezarlar ve heykeller bulunmaktadır. Birçoğu doğanın ve insan merhametinde varlığını sürdürmektedir. Göktürk külliyeleri ile ilgili ilk kayıtlar 13. yüzyılın sonlarına aittir. 1675 yılında Rus Çarı Aleksi Mihayloviç’in Çin imparatoruna gönderdiği elçiler Nnikolay Gavriloviç Mileski Spafariy ile Nicolaie Milescu, Yenisey vadisinde taş yazıtlar görmüşler ve bunları not etmişlerdir. Semen Ul’yanoviç Remezov, 1696-1697 yılında hazırladığı Sibirya Atlası’ndaki haritalarında büyük olasılıkla Spafarıy’nin verdiği bilgilere dayanarak bu eserleri göstermiştir. Orta Asya’daki Türk yazıtlarını ilk defa bilim dünyasına tanıtan isimler ise Daniel Gottlieb Tabbet Meserchimidt ve Johann Philipp Tabbert von Strahlenberg olmuştur.
  • 12. Bir bilim adamı olan Meserchimidt, Çar Pertro döneminde Danzig’in işgal edilmesinden sonra Rusya’da çalışmaya başlayan bir kişidir. Strahlenberg ise 1709 yılındaki Poltava savaşında Ruslara esir düşen ve Sibirya’ya sürgüne gönderilen İsveç ordusunda yüzbaşı rütbesinde bir askerdir. Sibirya’da kaldıkları sürece, bölgenin tarihi, coğrafyası, ekoloji ve etnografik bilgilerini toplamaya başlamışlardır. Meserchimidt 1722 yılında bir Kazak köylüsünün yardımı ile Bay Nehri, Strahlenberg ise Tes Irmağı kıyısında iki yazılı taş tespit etmişlerdir. Meserchimidt tuttuğu notları St. Petersburg Bilimler Akademisi Bülteninde 1729 yılında yayınlanmıştır. 1722 yılında tutsaklık hayatı sona eren ve ülkesine dönen Strahlenberg ise a topladığı bilgileri Avrupa ve Asya’nın Kuzeydoğu Bölümü/ Das nord-und östliche Teil von Eurropa und Asia isimli kitapla kamuoyuna sunmuştur.
  • 13. Orta Asya’da İskandinavya’daki harflere benzediği için runik olarak adlandırılan yazılı taşların bulunduğunu anlatan bu kitap bilim çevrelerinde büyük bir ilgi uyandırmış ve Orta Asya ile ilgili çalışmaların başlangıcını oluşturmuştur. Orta Asya’ya olan ilginin artması üzerine yeni araştırmalar yapılmış, 1768-1774’de Palas Uybat’da, 1847 de Castren Yenisey-Tuba’da, 1857 de Kastrov Abakan-Koybal ve Yenisey-Oya’da, 1878 de Korçakov adlı bir Hakas köylüsü Altın Köl’de, 1879 da Aleksandr Vasil, Kemçik’te ,1885 yılında Kuzneysov Uybat’ta ve Savenkov Ak- Yüz’de yeni yazıtlar bulmuş ve yaklaşık 15 kadar yazıt saptanmıştır. Çok sayıda eserin ele geçmesi üzerine Minusinsk’te bir müze açılarak eserler buraya nakledilmiştir.
  • 14. 1887 ve 1888 yılında Fin Arkeolji Cemiyeti, Otto Hjalmar Appelgren ve Johan Reinhold Aspelin başkanlığında iki araştırma grubu göndererek Minusinsk Müzesi’ndeki taşların kopyalarını aldırmış, ayrıca Aspelin başkanlığındaki grup yaptığı araştırmada 17 yazıt daha tespit etmiştir. Yapılan çalışmalar 1889 yılında Helsinki’de Yenisey Yazıtları/ Inscriptions de l'Iénissei: Recueillies et publiées par la Société finlandaise d'archeologie adlı bir kitapta toplanmıştır. 1889 yılında Rus Coğrafya Cemiyeti adına Moğolistan’da araştırma yapan Nikolay Mihayloviç Yadrintsev, Orhun Nehri ile Koço Tsaydam Gölü çevresinde Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarını bulmuştur. Bu yazıtlar uzun olmaları ve bir yüzlerinde Çince yazılar bulunması açısından en önemli eserlerdir. Yazıtlar Rus Coğrafya Cemiyeti tarafından hazırlanan iki raporla ve 1890 yılındaki Moskova’daki 8. Arkeoloji Kongresi’nde bir bildiri ile duyurulmuştur.
  • 15. Yeni yazıtların bulunması üzerine Fin Arkeoloji ve Fin-Ugor Cemiyeti, dilci Axel Olai Heikel başkanlığında bir grubu bölgeye göndermiştir. Heikel yazıtların kopyalarını alarak değerlendirmiş, Çince metinlerin çevirilerinin de yer aldığı “Orhun Kitabeleri” isimli geniş ve detaylı atlasını 1892 yılında yayınlamıştır. Heikel, Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının Çince metinlerindeki bilgileri değerlendirmiş ve bunların Tu-kiü adlı bir kavme ait olduklarını tespit etmiştir. Yazıtlar Otto Donner tarafından ele alınarak grafik sözlüğü yapılmış ve 1892 yılında Londra’da toplanan Müşteşrikler Kongresine sunulmuştur. Bu gelişmeler sonucu Petersburg İlimler Akademisi Wilhelm Radloff başkanlığında bir heyeti 1881 yılında Orhun bölgesine yollamıştır. Radloff ülkesine dönerken Çin’e uğramış ve Çin’ce metinlerin tercümelerini yaptırmıştır. Radloff, bu çalışmalarının sonuçlarını Atlas drevnostey Mongolii ismiyle yayınlamıştır. Bu atlasta yer almayan diğer yazıtlar ise 1893 ve 1896 yılarında iki fasikül halinde yayınlanmıştır.
  • 16. Çince metinlerden yazıtların Türklere ait olduğun anlaşılmış ve alfabenin çözümü için çalışmalara başlanmıştır. Danimarkalı dil bilimci Vilhelm Ludvig Peter Tomsen, yazıtlardaki 38 işareti, satırların yukarıdan aşağıya ve soldan sağa doğru yazıldığını tespit etmiştir. Daha sonra harflerin ses değerleri üzerinde yoğunlaşan Tomsen, ünlü-ünsüz-ünlü, veya unsüz-ünlü-unsüz olabileceğini düşündüğü seriler üzerinde çalışmaya başlamıştır. Bu çalışmaları sonucu Kağan, Tengri, Kül Tigin ve Kök Tengri ifadelerini tespit etmiş ve yazıtlar 25 Kasım 1893 te çözümlenmiştir. Tomsen bu buluşunu Danimarka İlimler Akademisi’nin düzenlediği bir toplantıda bilim âlemine sunmuş Orkun ve Yenisey Kitabelerinin Deşifresi/ Dèchiffrement des inscriptions de l'Orkhon et de l'lènissèi ismiyle de yayınlamıştır.
  • 17. Tomsen, yazıtları okuduğunu Radloff’a bildirdiğinde, Radloff’ta 11 harfi çözmeyi başarmıştır. Radloff, Tomsenin verdiği alfabenin yardımı ile Kül Tigin yazıtının traskriptini, Almanca çevirilerini ve iki yazıtın sözlüğünü hazırlamıştır. Radloff’ devan eden çalışmaları ile toplam 55 yazıtın çevirileri ve sözlüğü ile bunlara ek olarak Türk diyalektlerinin morfolojisini, anıtlardaki metinlerde geçen olayların kronolojisini, Türk kabile ve boy adları ile diğer kabile isimlerini ve Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının düzeltilmiş Almanca tercümelerini 1885 yılında Die alttürkischen Inschriften der Mongolei adıyla yayınlamıştır. Radloff, yazıtların gramer yapısı üzerinde yoğunlaşarak çalışmalarını sürdürmüş ve daha sonra gramer üzerine çalışan araştırmacıların temel kaynağı olacak bir kitap yayınlamıştır.
  • 18. Tomsen, Radloff’un bu yayınından sonra 1896 yılında “Orhun Kitabeleri” ismi ile eserleri tekrar yayınlamıştır. Tomsen tarafından yayınlanan metinler bilim dünyasında daha doğru kabul edilerek temel bir eser niteliği kazanmıştır. Bu çalışmalar yapılırken bölgenin botaniği üzerine çalışmalar yapan Nikolayevna Zvereva Klements tarafından Tonyukuk Yazıtı keşfedilmiş ve Rafloff tarafında okunarak yayınlanmıştır. Yazılar ilk defa Tomsen tarafından okunsa da Radloff 56 yazıtın çevirilerini, söz dizinini, gramerini ve genel bir değerlendirmesini yaparak bilim dünyasına önemli bir katkı da bulunmuştur. Yazıtlarla ilgili Türkler tarafından yapılan ilk çalışma ise Şemseddin Sami tarafından yapılmıştır. Bu çalışmayı Necip Asım’ın 1897 yılında Göktürk alfabesini tanıtan çalışmaları ve 1925 yılında yayınladığı “Orhun Abideleri” isimli çalışmasını belirtmek gerekir. Bu yayınları Ragıp Hulusi Özdem, Nihal Atsız ve Hüseyin Namık Orkun’un çalışmaları izlemiştir. Daha sonraki dönemlerde ise başka araştırmacıların da bu konu üzerine yoğunlaştığı görülmektedir.
  • 19. Göktürk Heykelleri Göktürk döneminde önemli bir gelişme gösteren heykel sanatı hakkında çok sayıda araştırma olmakla birlikte bu eserlerin tam bir kataloğu henüz yoktur. Bozkırda tek başına duran bu heykellerin tarihlendirilmesi de önemli sorunlardan biri olarak araştırmacıları meşgul etmektedir. Üzerinde damga, yazı gibi tarihlemeye yardımcı unsurlar bulunmayan heykeller ancak üslup analizi ile göreceli olarak tarihlenebilmektedir. Göktürk döneminde inşa edilen anıt külliyelerinin heykel sanatının gelişmesinde önemli rolleri olduğu anlaşılmaktadır.
  • 20. Göktürk dönemi heykellerini insan ve hayvan heykelleri olarak iki ana gruba ayırmak gerekir. İnsan heykelleri; geyikli taşlar, Taştık kültürü taş anıtları ile taş heykel ve balballar olarak üç grup olarak sınıflanmıştır. Üzerlerinde çok sayıda geyik tasviri olması nedeniyle geyikli taş olarak adlandırılan heykellerin boyu 3-5 m, kalınlıkları ise 50-60 cm arasında değişmektedir. Bu taşların ölen kahramanların anısına dikilmiş olabileceği ileri sürülmektedir. Geyikli taşların mezar alanlarında ve kurgan çevresinde değil, daha çok özel merasim ve ayin yapılan bölgelerde dikildiği ve bu taşlara merasim sırasında sunu yapıldığı düşünülmektedir.
  • 21. İkinci grup mezar veya anıt külliyesi içerisinde yer alan insan heykelleridir. Oldukça ayrıntılı işlenen bu heykellerin ölen bireyi, merasime katılan önemli kişileri veya külliyeyi korumakla görevli muhafızları temsil ettiğini düşünmek gerekir. Bu heykeller ayakta veya oturur vaziyette tasvir edilmişlerdir. Kıyafetleri ayrıntılı olarak işlenmiştir. Heykellerin ellerinde müzik aleti, küre ve kadeh gibi nesneler ile kuş figürleri tuttukları tespit edilmektedir. En yaygın olanı kadehtir. Üçüncü grubu balbalar oluşturur. Bunlar anıt külliyesinin bir parçası olan, ancak anıt duvarları dışında bulunan dikili taşlardır. Fazla ayrıntısı olmayan bu heykellerin ölen kişi tarafından öldürülen düşmanları temsil ettiği kabul edilmektedir. Hayvan heykelleri genellikle anıt külliyelerinin girişlerinde veya merasim yolunun iki tarafında yer almaktadır. Dolayısıyla bu heykeleri koruyucu varlıklar olarak değerlendirmek mümkündür. Hayvan heykeleri içerisinde en çok karşılaşılanlar koç, koyun ve arslan figürleridir. Kaplumbağalar genellikle kaidelerde, ejder figürleri ise tepeliklerde karşımıza çıkmaktadır.
  • 22.
  • 23. Bugut Yazıtı: Bayn Tsagaan bölgesindeki mezar külliyesine ait olan yazıt günümüzde Arhangay Aymag şehrindeki müzededir. Yazıt I. Köktürk Kağanlığı döneminde 582 yılında dikilmiştir. Yazıtın üç yüzünde Sogd harfleriyle yazılmış Soğdça, bir yüzünde ise Brâhmî harfleriyle yazılmış Sanskritçe metinler bulunmaktadır. Üzerine oturtulduğu kaplumbağa kaidesi ile birlikte 245cm yüksekliğinde olan yazıtın tepeliğinin ön yüzünde "kurttan süt emen çocuk tasviri"ne yer verilmiştir. Bugut yazıtı kaplumbağa kaidesi ile birlikte ait olduğu mezar külliyesinden alınıp müzeye taşınmıştır. Bugut anıt mezar külliyesinde yazıtın yanı sıra bark, sunak masası ve balballar tespit edilmiştir. Ancak yazıt yerinden çıkarılıp müzeye taşınmış; sunak masasına ait taşlar parçalanmış; bark tamamen harabeye dönmüş; barkın duvarlarına ve temeline ait taş, tuğla ve künkler geniş bir alana saçılmış; balballar da sağa sola devrilmiştir.
  • 24.
  • 25.
  • 26. Sharon Dov (Shoroon Bumbagar-I) Kurganı: Moğolistan’da Mayhan Dağı bölgesinde yer alan kurgan 7. yüzyıla tarihlenmektedir. Yaklaşık 117x95m boyutlarında dikdörtgen biçimli bir hendekle çevrili olan kurgan 63x30.5m boyutlarındadır. Mezar odasına kurganın doğusunda yer alan yaklaşık 22.5m uzunluğunda giderek derinleşen eğimli bir koridor ile ulaşılır. Koridor çökmemesi için kemerlerle desteklenmiştir. Koridor girişinden yaklaşık 17m sonra, koridorun kuzey ve güneyine simetrik olarak yerleştirilmiş kare planlı küçük birer niş vardır. Niş duvarlarının önüne ayakta duran pişmiş topraktan yapılmış (terakota) figürler yerleştirilmiştir. Bu figürlerin önünde ise atlı figürler bulunmaktadır. Figürler boyalıdır. Koridorun sonunda yaklaşık 2.90m yüksekliğinde 4.40x4m boyutlarında yamuk planlı bir mezar odası yer almaktadır. Mezar odasında bir sanduka ile ahşaptan yapılmış insan figürleri tespit edilmiştir
  • 27.
  • 28. Shoroon Bumbagar-II (Mayhan Uul Bey) Kurganı Orta Moğolistan’da, başkent Ulan Bator’un 210 kilometre batısında, Bulgan eyaletinde, Mayhan Uul (Çadır) Dağı’nın eteğindedir. Kurgan’ın kazısı 2001 yılında gerçekleştirilmiştir. Ele geçen sikkeler, yapım tarzı ve diğer buluntulara göre kurgan 7. yüzyılın ortalarına tarihlenmektedir. Mezar odası girişinin önündeki Çince yazıta göre kurgan Tölös boyundan P’u Ku kabilesinden P’u Ku Yi Tu adlı bir komutana aittir. Yazıtta komutanın Çin imparatoruna bağlı bir askeri görevli olduğu belirtilmiştir. Mayhan Uul Kurganı 34×36 metre çapında bir alanı kaplar ve yüksekliği 4 metreye ulaşır. Kurganı çevreleyen 110 metre çapındaki hendeğin bugünkü derinliği 50 santimetre kadardır. Kurganın mezar odasına güneyinde yer alan bir koridorla girilir. Uzunluğu 42 m olan koridorun ilk 20m’si yaklaşık 35 derecelik bir eğimle alçalmaktadır. Son 22m’lik kısım ise düz devam ederek mezar odasının girişine ulaşır. Koridor çökmemesi için ceplere bölünmüş ve kemerlerle desteklenmiştir. Koridor boyunca dört cep yer almaktadır.
  • 29. Koridorun bütün duvarları samanlı bir harçla sıvanıp üzerine ince toprakla son kat sıva çekilmiş ve resimlerle bezenmişti. Duvarlarda, kırmızı ve siyah boyalarla yapılmış 45 resim bulunmaktadır. Fresklerde koruyucu hayvanlar, at ve seyisleri, farklı rütbe ve teçhizatlara sahip askerler, süvariler, hizmetçiler, koşum takımlı atlar ve tapınak resimleri gibi tasvirler vardır. Bunların en büyüğü, ürkütücü bir şekilde tasvir edilen ve boyu 7,5 metreyi bulan pars betimlemesidir. Bu freskler çok sayıda ve büyük boyutlu olmalarıyla Moğol bozkırında bir ilki temsil etmektedir. Koridorun dördüncü cebinin iki yanında oval planlı birer niş şeklinde oda yer almaktadır. 122х102cm boyutlarındaki iki kanatlı ahşap bir kapı ile örtülerek tunç bir kilitle de kilitlenmiş odaların ardındaki bu odacıkların her birinde pişmiş topraktan 45 figür tespit edilmiştir. Kadın ve erkek betimlerinden oluşan, bazıları elinde bayrak tutan bir grup, yuvarlak bir dönüşe sahip kenarlara paralel dizilmişlerdi. Odacığın ortasında ise at üstünde müzisyenler, zırhlı at, deve, tanımlanamayan bazı hayvan ve tazı heykelcikleri yer alıyordu.
  • 30. Bu figürler olasılıkla defin merasimindeki düzene göre yerleştirilerek cenaze merasimini tekrarlamaktadır. Kurganın ana bölümünü oluşturan mezar odasının girişine mezarı soygunculardan ve mezar kapatılırken koridora doldurulan topraktan korumak için örülmüş bir taş duvar yer almaktadır. Duvarın yanı sıra girişte, koruyucu olarak birçok yırtıcı hayvanın karakteristik özelliklerine sahip iki mitolojik hayvan ile iki zırhlı insan heykeli yer alıyordu. Boyalarla renklendirilen bu pişmiş topraktan insan heykelcikleri oldukça detaylı işlenmiştir. Heykellerin arkasında mezar odasının ahşaptan, kilitli kapısına ulaşılmaktadır. Odanın eni ve boyu 4m, yüksekliği ise 4,5m’dir. Odanın batı kenarında ahşap bir tabut, doğusunda ise ahşap eşyalar yer almaktadır. Yamuk biçimde, iki kat tahtadan yapılan tabutun içinde, 80×35cm boyutunda bir kutu yer almaktadır. Dört kat farklı bezle sarılan kutunun içinde altından yapılmış eşyalar ile kutunun yanında duran bez torbanın içinde de 45 adet altından Bizans ve yerel üretim sikke bulunmuştur. Göktürk geleneklerine göre yakılan ölünün külleri ise ahşap bir kutuya konulmuştur.
  • 31. Bulunan eşyalar arasında taç, altın bardak ve kemer plakalar olasılıkla gömü töreni için yapılmamış, mezar sahibinin yaşarken kullandığı eşyalardı. Koridorda olduğu gibi mezar odasının duvarları da büyük boy resimlerle kaplıdır. Yanında erkek ve kadın bulunan kutsal ağaç resmi beş ayrı yeri süslüyordu. Yüzleri hüzünlü olarak betimlenen insanlar arasındaki bir kadın figürü de elinde mendile benzer bez parçasıyla ağlar şekilde çizilmişti. Mezarda toplam 560 ahşap eşya, pişmiş topraktan heykelcikler, altın eşyalar, süslemeler ve duvar resimleri gibi çeşitli buluntular tespit edilmiştir.