2. Tevhid-i
hakikî
22. Söz
2. Makam
1. Lem’a
• Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir
şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki
çeşitle onun malı olduğu bilinir:
• Biri, icmâlî, âmiyânedir ki, "Bu kadar azîm mal,
ondan başka kimsenin haddi değil ki sahip
olabilsin." Fakat böyle âmî bir adamın nezaretinde
çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip
çıkabilir.
• İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur,
her bir top üstünde turrayı tanır, her bir ilân
üstünde mührünü bilir bir surette "Herşey o
zâtındır" der. İşte, şu halde her bir şey o zâtı mânen
gösterir. . . .
3. Tevhid-i
hakikî
22. Söz
2. Makam
1. Lem’a
• . . . Aynen öyle de, tevhid dahi iki çeşittir.
• Biri tevhid-i âmî ve zahirîdir ki, "Cenâb-ı Hak birdir;
şeriki, naziri yoktur. Bu kâinat onundur."
• İkincisi tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i
kudretini ve hâtem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini
görmekle, doğrudan doğruya herşeyden Onun
nuruna karşı bir pencere açıp, Onun birliğine ve
herşey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve
ulûhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir
vechile hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda
yakın bir yakinle tasdik edip iman getirmektir ve bir
nevi huzur-u daimî elde etmektir.
4. Tevhid-i
hakikî
7. Şua
Âyetü’l-Kübrâ
Mukaddime
2. Bab / 4. Hakikat
• İsm-i Âzam cilvesiyle tevhid-i hakiki âzamî bir
surette yazıldığından, meseleleri hem gayet geniş,
hem gayet derin ve bazen çok uzun olduğundan,
herkes birden ihata edemez.
• . . .
• Tevhid-i hakiki öyle bir hüküm ve tasdik ve iz'an ve
kabuldür ki, herbir şeyle Rabbini bulabilir. Ve
herşeyde Hâlıkına giden bir yolu görür. Ve hiçbir şey
huzuruna mâni olmaz. Yoksa, Rabbini bulmak için
her vakit kâinat perdesini yırtmak, açmak lâzım gelir.
5. Eserden
Esmâya
22. Söz
2. Makam
10. Lem’a
• Şu kitab-ı kebir-i kâinat, nasıl ki vücud ve vahdete
dair âyât-ı tekvîniyeyi bize ders veriyor. Öyle de, o
Zât-ı Zülcelâlin bütün evsâf-ı kemâliye ve cemâliye
ve celâliyesine de şehadet eder ve kusursuz ve
noksansız kemâl-i Zâtîsini ispat ederler. Çünkü,
bedihîdir ki:
• Bir eserde kemâl, o eserin menşe ve mebdei olan
fiilin kemâline delâlet eder.
• Fiilin kemâli ise, ismin kemâline,
• ve ismin kemâli, sıfatın kemâline,
• ve sıfatın kemâli, şe'n-i zâtînin kemâline,
• ve şe'nin kemâli, o zât-ı zîşuûnun kemâline, hadsen
ve zarureten ve bedâheten delâlet eder. . . .
6. Eserden
Esmâya
22. Söz
2. Makam
10. Lem’a
• . . . Meselâ, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel
olan nukuş ve tezyinatı, arkalarında bir usta ef'âlinin
mükemmeliyetini gösterir.
• O ef'âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini
gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini
gösterir.
• Ve o esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o
ustanın san'atına dair sıfatlarının mükemmeliyetini
gösterir.
• Ve o san'at ve sıfatların mükemmeliyeti, o san'at
sahibinin "şuûn-u zâtiye" denilen kabiliyet ve
istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir.
• Ve o şuûn ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o
ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini
gösterdiği misillü, aynen öyle de:
7. Eserden
Esmâya
22. Söz
2. Makam
10. Lem’a
• Şu kusursuz, fütursuz, ٍورُطُف ْنِم ى ٰرَت َْلهsırrına mazhar
olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudat-ı
muntazama-i kâinatta olan san'at ise, bilmüşahede,
bir Müessir-i zü'l-iktidarın kemâl-i ef'âline delâlet
eder. O kemâl-i ef'âl ise, bilbedâhe, o Fâil-i Zülcelâlin
kemâl-i esmâsına delâlet eder. O kemâl-i esma ise,
bizzarure, o esmânın Müsemmâ-i Zülcemâlinin
kemâl-i sıfatına delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i
sıfat ise, bilyakîn, o Mevsûf-u Zülkemâlin kemâl-i
şuûnuna delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i şuûn
ise, bihakkılyakîn, o zîşuûnun kemâl-i Zâtına öyle
delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün envâ-
ı kemâlât, Onun kemâline nisbeten sönük bir zıll-i
zaif suretinde bir Zât-ı Zülkemâlin âyât-ı kemâli ve
rumûz-u celâli ve işârât-ı cemâli olduğunu gösterir.
8. Eserden
Esmâya
• Bu metodun iki önemli şartı:
• Her şeyi ve her hadiseyi «eser» olarak görmek.
• İsimleri doğru koymak.
BİLGİNİN
KONUSU
BİLGİNİN MAHİYETİ
Eser Aynelyakîn
Fiil Aynelyakîn
İsim İlmelyakîn
Sıfat İlmelyakîn
Şuunat İlmelyakîn
Zât İlmelyakîn
9. Eserden
Esmâya
29. Lem’a
4. Bab
1. Fasıl
Haşiye 1
• Görünenden görünmeyene:
• Nefs-i RUBUBİYET görünmüyor, fakat onun ESERİ
olan TERBİYE VE TEDBİRLER görünüyor.
Eser Fiil İsim v.d.
Terbiye /
tedbir
Rububiyet
12. Bir
eserden
birçok
Esmâya
26. Mektup
4. Mebhas
4. Mesele
• Kâinatta tecellî eden isimler, devâir-i
mütedahile gibi ve ziyadaki elvân-ı seb'a gibi
birbiri içine giriyor, birbirine yardım ediyor,
birbirinin eserini tekmil ediyor, tezyin ediyor.
• Meselâ, Muhyî ismi birşeye tecellî ettiği vakit
ve hayat verdiği dakikada, Hakîm ismi
dahi tecellî ediyor, o zîhayatın yuvası olan
cesedini hikmetle tanzim ediyor.
• Aynı halde Kerîm ismi dahi tecellî ediyor,
yuvasını tezyin eder.
• Aynı anda Rahîm isminin dahi tecellîsi
görünüyor; o
cesedin şefkatle havâicini ihzar eder.
• Aynı zamanda Rezzâk ismi tecellîsi görünüyor;
o zîhayatın bekàsına lâzım maddî ve mânevî
rızkını ummadığı tarzda veriyor, ve hâkezâ...
13. Bir
eserden
birçok
Esmâya
26. Mektup
4. Mebhas
4. Mesele
• Demek, Muhyî kimin ismi ise, kâinatta nurlu
ve muhît olan Hakîm ismi de Onundur.
• Ve bütün zîhayatları keremiyle iaşe eden Rezzâk ismi
dahi Onun ismidir, ünvanıdır, ve hâkezâ...
• Ve bütü mahlûkatı şefkatle terbiye eden Rahîm ismi
de Onundur.
• Demek, her bir isim, her bir fiil, her bir eser öyle
bir burhan-ı vahdâniyettir ki, kâinatın sayfalarında
ve asırların satırlarında yazılan ve mevcudat denilen
bütün kelimâtı, Kâtibinin nakş-ı kalemi
olduğuna delâlet eden birer mühr-ü vahdâniyet,
birer hâtem-i ehadiyettir.
14. Bir
eserden
birçok
Esmâya
29. Mektup
5. Risale
• Bin bir ism-i İlâhînin, kâinata müteveccih olan o
Esmâdan her biri bir âlemi ve o âlem içindeki
âlemleri tenvir eden bir güneş hükmünde ve, sırr-ı
Ehadiyet cihetiyle, her bir ismin cilvesi içinde sair
isimlerin cilveleri dahi bir derece görünüyordu.
16. Aynı
Esmânın
bütün
kâinattaki
tecellîleri
2. Şua
1. Meyve
• Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbânî
tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye
gizli kalır.
• Evet, hadsiz cemâl ve kemâlât-ı İlâhiye ve nihayetsiz
mehasin ve hüsn-ü Rabbânî ve hesapsız ihsanat ve
bahâ-i Rahmânî ve gayetsiz kemâl-i cemâl-i Samedânî,
ancak vahdet âyinesinde ve vahdet vasıtasıyla, şecere-i
hilkatin nihâyâtındaki cüz'iyâtın simalarında temerküz
eden cilve-i esmâda görünür.
• Meselâ, iktidarsız ve ihtiyarsız bir yavrunun imdadına
umulmadık bir yerden, yani kan ve fışkı ortasından
beyaz, sâfi, temiz bir süt göndermek olan cüz'î fiil ise,
tevhid nazarıyla bakıldığı vakit, birden, bütün yavruların
pek çok harikulâde ve pek çok şefkatkârâne olan küllî
ve umumî iaşeleri ve validelerini onlara musahhar
etmeleriyle rahmet-i Rahmân'ın cemâl-i lâyezâlîsi
kemâl-i şâşaa ile görünür. Eğer tevhid nazarıyla
bakılmazsa, o cemâl gizlenir ve o cüz'î iaşe dahi esbaba
ve tesadüfe ve tabiata havale edilir, bütün bütün
kıymetini, belki mahiyetini kaybeder. . . .
17. Aynı
Esmânın
bütün
kâinattaki
tecellîleri
2. Şua
1. Meyve
• Hem meselâ, müthiş bir hastalıktan şifa bulmak, eğer
tevhid nazarıyla bakılsa, birden, zemin denilen
hastahane-i kübrâda bulunan bütün dertlilere, âlem
denilen eczahane-i ekberden ilâçları ve dermanlarıyla
şifa ihsan etmek yüzünde, Rahîm-i Mutlakın cemâl-i
şefkati ve mehasin-i rahîmiyeti küllî ve şâşaalı bir
surette görünür. Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o
cüz'î fakat alîmâne, basîrâne, şuurkârâne olan şifa
vermek dahi, câmid ilâçların hâsiyetlerine ve kör
kuvvete ve şuursuz tabiata verilir, bütün bütün
mahiyetini ve hikmetini ve kıymetini kaybeder.
• Bu makam münasebetiyle hatıra gelen bir salâvatın bir
nüktesini beyan ediyorum. Şöyle ki:
• Namaz tesbihatının âhirinde Şâfiîlerde gayet müstamel
ve meşhur bir salâvat olan
• ِلٰا ىٰلَع َو ٍدَّمَحُم َانِدِِّيَس ىٰلَع ِِّلَص َّمُهّٰللَاَد ِِّلُك ِدَدَعِب ٍدَّمَحُم َانِدِِّيَسٍاء َوَد َو ٍاء
ِثَك اًيرِثَك ْمِهْيَلَع َو ِهْيَلَع ْمِِّلَس َو ْك ِارَب َواًير
• nın ehemmiyeti yüzündendir ki. . .
18. Aynı
Esmânın
bütün
kâinattaki
tecellîleri
2. Şua
1. Meyve
• . . . insanın hikmet-i hilkati ve sırr-ı câmiiyeti ise, her
zaman, her dakika Hâlıkına iltica ve yalvarmak ve
hamd ve şükür etmek olduğundan, insanı dergâh-ı
İlâhiyeye kamçı vurup sevk eden en keskin ve
müessir sâik, hastalıklar olduğu gibi, insanı kemâl-i
şevkle şükre sevk eden ve tam mânâsıyla minnettar
edip hamd ettiren tatlı nimetler ise, başta şifalar ve
devâlar ve afiyetler olduğundan, bu salâvat-ı şerife
gayet müşerref ve mânidar olmuştur. Ben bazan ِدَدَعِب
ٍاء َوَد َو ٍاءَد ِِّلُك dedikçe, küre-i arzı bir hastahane
suretinde ve maddî ve mânevî bütün dertlerin ve
ihtiyaçların dermanlarını ihsan eden Şâfî-i Hakikînin
pek âşikâr bir mevcudiyetini ve küllî bir şefkatini ve
kudsî ve geniş bir rahîmiyetini hissediyorum. . . .
19. Aynı
Esmânın
bütün
kâinattaki
tecellîleri
2. Şua
1. Meyve
• Hem meselâ, dalâletin gayet müthiş mânevî elemini
hisseden bir adama iman ile hidayet ihsan etmek,
eğer tevhid nazarıyla bakılsa, birden, o cüz'î ve fâni
ve âciz adam, bütün kâinatın Hâlıkı ve Sultanı olan
Mâbudunun muhatap bir abdi olmak ve o iman
vasıtasıyla bir saadet-i ebediyeyi ve şahane ve çok
geniş ve şâşaalı bir mülk-ü bâki ve bâki bir dünyayı
ihsan etmek; ve onun gibi bütün mü'minleri dahi
derecelerine göre o lûtfa mazhar etmek olan bu
ihsan-ı ekber yüzünde ve simasında bir Zât-ı Kerîm
ve Muhsinin öyle bir hüsn-ü ezelîsi ve öyle bir
cemâl-i lâyezâlîsi görünür ki, böyle bir lem'asıyla
bütün ehl-i imanı kendine dost ve has kısmını da
âşık yapıyor. Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o
cüz'î imanı, ya mütehakkim ve hodbin Mutezileler
gibi kendi nefsine veya bazı esbaba havale eder ki,
hakiki fiyatı ve bahası Cennet olan o Rahmânî
pırlanta, bir cam parçasına inip, âyinedarlık ettiği
kudsî cemâlin lem'asını kaybeder. . . .
20. Aynı
Esmânın
bütün
kâinattaki
tecellîleri
2. Şua
1. Meyve
• İşte bu üç misale kıyasen, daire-i kesretin
müntehâsındaki cüz'iyâtın, cüz'iyât-ı ahvâlinde,
tevhid noktasında cemâl-i İlâhînin ve kemâl-i
Rabbânînin binler envâı ve yüz bin çeşitleri onlarda
temerküz cihetinde görünür, anlaşılır, bilinir,
tahakkuku sabit olur.
• İşte, tevhidde cemâl ve kemâl-i İlâhînin kalben
görünmesi ve ruhen hissedilmesi içindir ki, bütün
evliya ve asfiya, en tatlı zevklerini ve en şirin mânevî
rızıklarını, kelime-i tevhid olan Lâ ilâhe illâllah
zikrinde ve tekrarında buluyorlar.
• Hem kelime-i tevhidde azamet-i kibriyâ ve celâl-i
Sübhânî ve saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i
Samedâniye tahakkuk etmesi içindir ki, Resul-i
Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm ferman etmiş:
• . . .
21. Aynı
Esmânın
bütün
kâinattaki
tecellîleri
2. Şua
1. Meyve
• ِلْبَق ْنِم َُّونيِبَّنال َو َانَا ُتْلُق اَم ُلَضْفَاُهللا َّالِا َهِٰلا َال ى
• Yani: "Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin
en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri, Lâ ilâhe illâllah
kelâmıdır."
• Evet, bir meyve, bir çiçek, bir ışık gibi küçücük bir
ihsan, bir nimet, bir rızık, bir küçük ayna iken,
tevhidin sırrıyla birden bütün emsaline omuz omuza
verip ittisal ettiğinden, o nevi büyük aynaya dönüp,
o nev'e mahsus cilvelenen bir çeşit cemâl-i İlâhîyi
gösterir. Ve fâni, muvakkat olan güzellikle, bâki bir
nevi hüsn-ü sermedîyi irâe eder.
22. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
1. Burhan
• Nasıl ki işlenmiş bir eserin güzelliği, işlemesinin
güzelliğine; ve işlemek güzelliği, ustalığın o san'attan
gelen ünvanın güzelliğine; ve ustadaki san'atkârlık
ünvanının güzelliği, o san'atkârın o san'ata ait
sıfatının güzelliğine; ve sıfatının güzelliği, kàbiliyet ve
istidadının güzelliğine; ve kàbiliyetinin güzelliği,
zâtının ve hakikatinin güzelliğine derece-i bedahette
gayet kat'î bir sûrette delâlet ettiği gibi,
• aynen öyle de, bu kâinatın baştan başa bütün güzel
mahlûklarında ve yapılışları güzel umum
masnularındaki hüsün ve cemal dahi, San'atkâr-ı
Zülcelâldeki fiillerinin hüsün ve cemâline kat'î
şehadet;
• ve ef'âlindeki hüsün ve cemâl ise, o fiillere bakan
ünvanların, yani isimlerin hüsün ve cemâline
şüphesiz delâlet . . .
23. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
1. Burhan
• ve isimlerin hüsün ve cemâli ise, isimlerin menşei
olan kudsî sıfatların hüsün ve cemâline kat'î
şehadet;
• ve sıfatların hüsün ve cemâli ise, sıfatların mebde'i
olan şuûnât-ı zâtiyenin hüsün ve cemâline kat'î
şehadet;
• ve şuûnât-ı zâtiyenin hüsün ve cemâli ise, fâil ve
müsemmâ ve mevsuf olan zâtının hüsün ve
cemâline ve mâhiyetinin kudsî kemâline ve
hakikatinin mukaddes güzelliğine bedahet derecede
kat'î bir sûrette şehadet eder.
• Demek Sâni-i Zülcemâlin kendi Zât-ı Akdesine lâyık
öyle hadsiz bir hüsn-ü cemâli var ki, bir gölgesi
bütün mevcudâtı baştan başa güzelleştirmiş.
• Ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki,
bir cilvesi kâinatı serbeser güzelleştirmiş ve bütün
daire-i mümkinatı hüsün ve cemâl lem'alarıyla
tezyin edip ışıklandırmış.
24. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
2. Burhan
3. Nokta
• Nurun gelmesi elbette nuranîden ve vücut vermesi
her halde mevcuttan ve ihsan ise gınâdan ve
sehavet ise servetten ve talim ilimden gelmesi
bedihî olduğu gibi, hüsün vermek dahi hasenden
ve güzelleştirmek güzelden ve cemâl vermek
cemilden olabilir, başka olamaz.
• İşte bu hakikate binaen iman ederiz ki, bu kâinattaki
görünen bütün güzellikler öyle bir güzelden geliyor
ki, bu mütemâdiyen değişen ve tazelenen kâinat,
bütün mevcudatıyla âyinedarlık dilleriyle o güzelin
cemâlini tavsif ve târif eder.
25. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
2. Burhan
4. Nokta
• Nasıl ki ceset ruha dayanır, ayakta durur, hayatlanır; ve
lâfız mânaya bakar, ona göre nurlanır; ve suret hakikate
istinad eder, ondan kıymet alır.
• Aynen öyle de, bu maddî ve cismânî olan âlem-i
şehadet dahi bir cesettir, bir lâfızdır, bir surettir; âlem-i
gaybın perdesi arkasındaki esmâ-i İlâhiyeye dayanır,
hayatlanır, istinad eder, can alır, ona bakar, güzelleşir.
• Bütün maddî güzellikler kendi hakikatlerinin ve
mânâlarının mânevî güzelliklerinden ileri geliyor. Ve
hakikatleri ise, esmâ-i İlâhiyeden feyz alırlar ve onların
bir nevi gölgeleridir. Ve bu hakikat, Risale-i Nur'da kat'î
ispat edilmiştir.
• Demek bu kâinatta bulunan bütün güzelliklerin envâı
ve çeşitleri, âlem-i gayb arkasında tecellî eden ve
kusurdan mukaddes, maddeden mücerret bir cemâlin
esmâ vasıtasıyla cilveleri ve işaretleri ve emârâtlarıdır.
Fakat nasıl ki, Vâcibü'l-Vücudun Zât-ı Akdesi, başkalara
hiçbir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın
sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun
kudsî cemâli, mümkinatın ve mahlûkatın hüsünlerine
benzemez, hadsiz derecede daha âlidir.
26. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
2. Burhan
4. Nokta
• Evet, koca Cennet bütün hüsün ve cemâliyle bir cilvesi
bulunan ve bir saat müşahedesi ehl-i Cennete Cenneti
unutturan bir cemâl-i sermedî, elbette nihayeti ve
şebîhi ve nazîri ve misli olmaz.
• Malûmdur ki, herşeyin hüsnü kendine göredir; hem
binler tarzda bulunur ve nevilerin ihtilâfı gibi güzellikleri
de ayrı ayrıdır.
• Meselâ, gözle hissedilen bir güzellik, kulakla hissedilen
bir hüsün bir olmaması ve akılla fehmedilen bir hüsn-ü
aklî, ağızla zevk edilen bir hüsn-ü taam bir olmadığı
gibi; kalb, ruh ve sair zâhirî ve bâtınî duyguların istihsan
ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilâfı
gibi muhteliftir.
• Meselâ, imanın güzelliği ve hakikatın güzelliği ve nurun
hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemâli ve suretin
cemâli ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve
merhametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı
oldukları gibi; Cemîl-i Zülcelâlin nihayet derecede
güzel olan Esmâ-i Hüsnâsının güzellikleri dahi ayrı ayrı
olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı
düşmüş.
27. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
2. Burhan
4. Nokta
• Eğer Cemîl-i Zülcelâlin esmâsındaki hüsünlerin
mevcudat âyinelerinde bir cilvesini müşahede
etmek istersen, zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi
temâşa edecek bir geniş, hayalî gözle bak. Ve hem
bil ki, rahmâniyet, rahîmiyet, hakîmiyet, âdiliyet
gibi tâbirler, Cenâb-ı Hakkın hem isim, hem fiil, hem
sıfat, hem şe'nlerine işaret ederler.
• İşte, başta insan olarak bütün hayvanatın
muntazaman bir perde-i gaybdan gelen erzaklarına
bak, Rahmâniyet-i İlâhiyenin cemâlini gör.
• Hem bütün yavruların mu'cizâne iaşelerine ve
başları üstünde ve annelerinin sinelerinde asılmış
tatlı, sâfi, âb-ı kevser gibi iki tulumbacık süte temâşâ
eyle, rahîmiyet-i Rabbâniyenin câzibedar cemâlini
gör.
28. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
2. Burhan
4. Nokta
• Hem bütün kâinatı envâıyla beraber bir kitab-ı kebîr-
i hikmet ve öyle bir kitap ki, her harfi yüz kelime,
her kelimesi yüzer satır, her satırı bin bab, her babı
binler küçük kitap hükmüne getiren hakîmiyet-i
İlâhiyenin cemâl-i bîmisâline bak, gör.
• Hem kâinatı bütün mevcudatıyla mizanı altına alan
ve bütün ecram-ı ulviye ve süfliyenin
muvazenelerini idame ettiren ve güzelliğin en
mühim bir esası olan tenasübü veren ve herşeye en
güzel vaziyeti verdiren ve her zîhayata hakk-ı hayatı
verip ihkak-ı hak eden ve mütecavizleri durduran ve
cezalandıran bir âdiliyetin haşmetli güzelliğine bak,
gör.
29. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
2. Burhan
4. Nokta
• Hem insanın geçmiş tarihçe-i hayatını buğday tanesi
küçüklüğündeki kuvve-i hafızasında ve her nebat ve
ağacın gelecek tarihçe-i hayat-ı saniyesini çekirdeğinde
yazmasına ve her zîhayatın muhafazasına lüzumu
bulunan âlât ve cihazata, meselâ arının kanatçıklarına
ve zehirli iğnesine ve dikenli çiçeklerin süngücüklerine
ve çekirdeklerin sert kabuklarına bak ve hafîziyet ve
hâfiziyet-i Rabbâniyenin letafetli cemâlini gör.
• Hem zemin sofrasında Kerîm-i Mutlak olan Rahmân-ı
Rahîmin misafirlerine rahmet tarafından ihzar edilen
hadsiz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve
muhtelif, süslü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına
ve her zîhayatın zevk ve safâsına yardım eden cihazlara
bak, ikram ve kerîmiyet-i Rabbâniyenin gayet şirin
cemâlini ve gayet tatlı güzelliğini gör.
• Hem Fettâh ve Musavvir isimlerinin tecellîleriyle başta
insan olarak bütün hayvanatın su katrelerinden açılan
pek çok mânidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin
habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar
simalarına bak, fettâhiyet ve musavviriyet-i İlâhiyenin
mu'cizatlı cemâlini gör.
30. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
2. Burhan
4. Nokta
• İşte, bu mezkûr misallere kıyasen, Esmâ-i Hüsnânın
her birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemâli
var ki, birtek cilvesi koca bir âlemi ve hadsiz bir nev'i
güzelleştiriyor.
• Birtek çiçekte bir ismin cilve-i cemâlini gördüğün
gibi, bahar dahi bir çiçektir. Ve Cennet dahi
görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına
bakabilirsen ve Cenneti iman gözüyle görebilirsen
bak, gör, cemâl-i sermedînin derece-i haşmetini
anla.
• O güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet
cemâliyle mukabele etsen çok güzel bir mahlûk
olursun. Eğer dalâletin hadsiz çirkinliğiyle ve isyanın
menfur kubhuyla mukabele edip karşılasan, en
çirkin bir mahlûk olmakla beraber, bütün güzel
mevcudatın mânen menfurları olursun.
31. Sadece
isim değil,
EN GÜZEL
isimler
4. Şua
6. Mertebe
2. Burhan
5. Nokta
• Bu kâinat denilen dünyadan, meşher-i acaip ve
saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük
ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki, bu
saray bir aynadır; başkasının cemâlini ve kemâlini
göstermek için böyle süslenmiş. Evet, madem bu
saray-ı âlemin başka emsâli yok ki güzellikleri ondan
iktibas edip taklit edilsin. Elbette ve herhalde bunun
ustası kendi zâtında ve esmâsında kendine lâyık
güzellikleri var ki, kâinat ondan iktibas ediyor ve ona
göre yapılmış ve onları ifade etmek için bir kitap gibi
yazılmış.