SlideShare a Scribd company logo
88 (8). ENFÂL SURESİ
MEDENÎ, 75 ÂYET
GİRİŞ
Adını birinci âyette geçen ‫[الفنفال‬enfâl] sözcüğünden alan sûre Medîne'de,
hicretin ikinci yılı içerisinde Bedir savaşı sonrası inmiştir. 30-36. âyetlerin Mekkî
olduğu söylenmişse de bu görüş kabul görmemiştir.1
Yerinde de görüleceği üzere
bu âyetler, sûre ve paragrafın bir parçası olup, Mekke'de yaşananları konu
etmektedir. Sûrenin içeriği; iman, savaş, savaş stratejisi, uluslar arası antlaşmalar
ve mü’minlerin yöneticileriyle ilgili hükümler olarak özetlenebilir. Bu sûre aynı
zamanda Bakara/216-218. âyetlerin tafsili mahiyetindedir.
Sûrede, –Bedir adı zikredilmese de– Bedir savaşı'nın ön hazırlıkları, savaştan
bazı sahneler ve savaş sonrası gelişmeler yer alır. Bedir savaşı'yla ilgili bilgi sahibi
olmak sûrenin anlaşılmasına katkı sağlayacağı için detaylarına girmeden Bedir
savaşı hakkında özet bir bilgi vermek istiyoruz:
BEDİR SAVAŞI
Medîne'nin güney-batısında şehre 120 km. uzaklıkta, Kızıldeniz'e 20 km.
mesafede bulunan Bedir, Baharat Yolu konak yerlerinden biriydi. Halkı, gelip geçen
yolculara verdikleri hizmet ve kurulan panayırdan elde ettikleri kazanç ile
geçinirlerdi.
Söz konusu savaş bu yerleşim birimi sınırları içerisinde cereyan ettiği için
târihe “Bedir savaşı” olarak geçmiştir.
Mekke müşrikleri, Mekke'den ayrılıp Medîne'ye yerleşen Rasûlullah ve
arkadaşlarının konumlarından rahatsızlık duydukları, geleceklerinden korktukları
için zaman zaman bazı çeteler yollayıp onlara zarar vermekteydiler.
Ayrıca, Medîne'de Rasûlullah ve mü’minlerden rahatsız olan bir kesim vardı.
Bunlar Rasûlullah ve mü’minlerin Medîne'ye gelişinden hiç memnun olmamışlardı.
Bunların başında, –Rasûlullah'ın Medîne'ye davet edildiği günlerde taç giyip kral
olmak üzere olan– Abdullah b. Übey b. Selül vardı. Rasûlullah'ın Medîne'ye gelişi
bu planı altüst etmişti. Zira Medîne halkı Abdullah b. Übey b. Selül yerine
Rasûlullah'ı devlet başkanı yapmışlardı.
Halkın bu tercihi ve akrabalarından birçoğunun müslüman olması nedeniyle
Abdullah b. Übey b. Selül, Müslümanlara katılmanın kendisi ve yandaşları daha
uygun olacağına karar vererek görünürde müslüman oldu. Böylece Medîne'de
münâfıklık hareketi başladı.
Abdullah b. Übey b. Selül, aynı zamanda Mekke ileri gelenlerinin de dostuydu.
Mekke yönetimindeki kinci müşrikler, Medîne'deki dostları Abdullah b. Selül ile
işbirliği yaparak Rasûlullah ve arkadaşlarını Medîne'den çıkarmayı, hatta onları yok
etmeyi planladılar ve Abdullah b. Übey b. Selül'e şu mektubu yazdılar: “Siz
bizimkileri barındırdınız. Siz Muhammed'i ya öldürür ya yurdunuzdan çıkarırsınız;
yahut biz topluca üzerinize saldırır, erkeklerinizi öldürüp kadınlarınızı esir alırız.”
Bu mektuptan sonra Mekke müşrikleri ile Medîne münâfıkları işbirliği
yaptılar. Buna göre Rasûlullah ve mü’minler öldürülecek veya Medîne'den
sürüleceklerdi.
Rasûlullah ve mü’minler bu planı öğrendiler ve karşı tedbir almaya başladılar;
Medîne çevresindeki kabileleri ziyaret ediyor, onlarla dostluklar kuruyor ve barış
sözleşmeleri yapıyorlar; böylece kendilerini, kentlerini ve devletlerini güvenceye
1
Suyûtî, el-İtqân.
1
alıyorlardı. Bir taraftan da çevreyi gözetleyip denetlemeyi sürdürüyorlar, fakat kan
dökmekten uzak duruyorlardı. Zira henüz savaş izni verilmemişti.
İşte bu dönemde Allah mü’minler için yeni strateji belirliyor; fitne, zulüm ve
yeryüzünde kargaşanın ortadan kalkması için gerektiğinde savaşmaları [ölmeleri ve
öldürmeleri] gerektiğini bildiriyordu. Artık mü’minler, dinlerini, canlarını ve
yurtlarını korumak için savaşmak zorundaydılar.
Bu esnada Mekkeli müşrikler müslümanları tehdit ediyor, Medîne yakınlarına
kadar gönderdikleri çapulcu birlikler yoluyla onlara zararlar veriyorlardı. Son olarak
da Mekke müşriklerinin ortaklığıyla oluşturulan ve Ebû Süfyân tarafından idare
edilen bir ticaret kervanını Sûriye'ye gönderdiler; amaçları bundan elde edilen kâr ile
Müslümanlara karşı hazırlık yapmak ve onlara son darbeyi indirmekti.
Bunu haber alan Rasûlullah (s.a), durumu ashâbıyla istişare etti. Bu kervanın
Mekke'ye ulaşmasına engel olunması kararı alındı. Bunun üzerine 305 kişiden
oluşan bir ordu hazırlandı. Bu ordunun 83'ü Muhâcirlerden, 61'i Evs'den, geri
kalanları da Hazrec kabilesinden idiler. 3 atları ve 70 develeri vardı.
Rasûlullah müşriklerle karşılaşmak üzere Bedir kuyuları mevkiine doğru yola
koyuldu.
Kervanın idarecisi Ebû Süfyân, casusları aracılığıyla Rasûlullah'ın bu
hazırlığını öğrendi ve hemen Mekke'ye haberci yollayıp yardım istedi. Ebû Cehl gibi
ileri gelenlerin öncülüğünde 100'ü atlı, 700'ü develi, geri kalanı da piyade olmak
üzere yaklaşık 1.000 kişilik bir ordu hazırlanarak Müslümanların üzerine gönderildi.
Ebû Süfyân, Müslümanların Bedir'e gelmekte olduğunu öğrenince kervanın
yönünü değiştirdi. Deniz tarafından Mekke'ye yollandı. Müslümanlar Bedir'e
geldiğinde, kervan çoktan uzaklaşmıştı.
Müslümanlar, Zefiran denilen yere geldiklerinde Mekkeli müşriklerin büyük
bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduklarını öğrendiler. Biraz duraklayıp tereddüt
ettiler. Çünkü onların Mekke ordusuna karşı koyacak kadar güçleri yoktu. Zaten
hazırlık ve hesaplarını da kervan üzerine yapmışlardı.
Rasûlullah ashâbıyla yeniden istişare etti. Kervanın peşine mi düşülmeliydi;
yoksa müşrik ordusuna karşı mı durulmalıydı. Rasûlullah ve Muhâcirler ordunun
karşısına çıkılması taraftarıydılar. Ensâr, Akabe beyatında Rasûlullah'ı Medîne'de
korumak üzere söz verdikleri, şimdi ise Medîne dışında oldukları için Rasûlullah
onlara düşüncelerini sordu. Görüşmelerden sonra onlar da Muhâcirlerle birlikte
savaşmaya karar verdiler.
Bu sırada Ebû Süfyân'ın başında bulunduğu kervan Mekke'ye ulaştı. Ebû
Süfyân müşriklere, “Siz kervanınızı korumak için harekete geçtiniz. Kervanınız
güvende olduğuna göre savaşmanıza lüzum kalmadı, geri dönün” diye haber
gönderdi. Ancak çoğunluk savaşma taraftarıydı. Ebû Cehl, “Müslümanları
öldürmeye bile lüzum yoktur. Ellerini bağlayıp onları tekrar Mekke'ye götüreceğiz
ve böylece İslâm da bitecek” diyordu.
Nihâyet 17 Ramazân [13 Mart 624] Cuma günü sabahleyin iki ordu Bedir
kuyularının bulunduğu yerde karşılaştı.
2
Mekke müşriklerinin çokluğuna rağmen Allah'ın yardımıyla zafer inananların
oldu. Mekkeli müşriklerin elebaşılarının bir kısmı öldürüldü, bir kısmı esir alındı,
birçok da ganimetler elde edildi. Bu zafer, Müslümanları siyasî, askerî ve iktisadî
açıdan çok güçlendirdi.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1
Sana, savaşın bahşişlerinden soruyorlar. De ki: “Enfâl/savaş bahşişleri
Allah ve Elçisi/ kamu içindir. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah'ın
koruması altına girin, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah'a ve Elçisi'ne
itaat edin.
2-4
Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,
O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan
ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden,
salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu
aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan]
ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda
harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir.
Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.
5,6
Ve onlar, gerçek açığa konduktan sonra, sanki göz göre göre –Rabbinin
seni, gerçek ile evinden çıkardığı gibi, ki şüphesiz mü’minlerden bir kesim de
kesinlikle hoşlanmıyorlardı– kendileri ölüme sürükleniyorlarmışçasına, gerçek
hakkında seninle tartışıyorlardı.
7,8
Ve hani Allah, size, iki tâifeden birinin kesinlikle sizin olacağını vaat
ediyordu. Siz ise şanı ve şerefi olmayan şeyin/çapulun kendinizin olmasını
istiyordunuz. Allah da, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların
hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok etmek için
kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin arkasını
kesmek; hak dini geliştirmek istiyordu.
9
Hani siz, Rabbinizden yardım diliyordunuz da Rabbiniz, “Şüphesiz Ben,
işte ardarda bin haberci âyetle size yardım ediyorum” diye karşılık vermişti.
10
Bunu da Allah, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın
diye yapmıştı. Ve yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, en üstün,
en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır,
en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
11
Hani Rabbiniz, yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku
sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, kötü niyetli kişinin pisliğini/zararını
sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sabitleştirmek;
ayaklarınızın sağlam basması için gökten üzerinize bir su indiriyordu.
12
Ve hani, Rabbin doğal güçleri programlıyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle
beraberim, haydin inanmış kimselere sebat verin. Ben, kâfirlerin; Kendimin
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerin yüreğine korku
3
salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak
uçlarına/eklemlerine de!”
13
İşte kâfirlerin bu cezalandırılışı, Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelmeleri
nedeniyledir. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı
çok çetin olandır.
14
İşte artık, bunu tadın. Şüphesiz ki âhirette kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddedenler için ateşin azabı da vardır.
15
Ey iman etmiş kimseler! Toplu olarak kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddedenler ile karşılaştığınız zaman, hemen onlara
arkalarınızı dönmeyin.
16
Ve böyle bir günde her kim onlara, –tekrar dönüp çarpışmak için geri
çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri hariç– arkasını
dönerse, kesinlikle Allah'tan bir gazaba uğramış olur ve onun varacağı yer
cehennemdir. Orası da ne kötü bir dönüş yeridir.
17
Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman
da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve mü’minleri bundan güzel bir bela ile
belâlandırmak/güzelce sınamak içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi
bilendir.
18
İşte! Şüphesiz Allah, kâfirlerin; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerin tuzağını zayıflatandır.
19
Fetih istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Ve eğer son verirseniz, bu da
sizin için daha iyidir. Yok eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Her ne kadar
toplumunuz çok olsa da size hiçbir şekilde, hiçbir zaman yarar sağlamayacak.
Ve şüphesiz Allah, mü’minlerle beraberdir.
20
Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. İşitip dururken
ondan yüz çevirmeyin! 21
Vahye kulak asmadıkları hâlde “İşittik/vahye kulak
verdik” diyenler gibi de olmayın!
22
Şüphesiz yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, aklını
kullanmayan şu sağırlardır, dilsizlerdir.
23
Ve eğer Allah, onlarda hayır olduğunu bilseydi kesinlikle onlara
işittirirdi. Ve eğer işittirseydi yine de onlar, geri duranların ta kendisi olarak
sırt dönerlerdi.
24
Ey iman etmiş kimseler! Elçi sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı
zaman, Allah'a ve Elçi'ye karşılık verin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına
girer. Ve siz, kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız.
25
Ve sadece sizden kendi benliklerine haksızlık edenlere isâbet etmeyen
toplumsal ateşlerden korunun ve hiç şüphesiz Allah'ın, azabı çetin olan
olduğunu bilin.
26
Ve hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız,
insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz da Allah, kendinize
4
verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye barındırmıştı, sizi yardımıyla
güçlendirmişti ve size temiz-hoş şeylerden rızıklar vermişti.
27,28
Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile
kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve
evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden çıkaracak birer varlık
olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin.
29
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girerseniz, O, size
hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve
sizi bağışlar. Allah çok büyük armağan sahibidir.
30
Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp
çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da
cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır.
31
Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman da, “İşittik, dilersek bunun gibisini
biz de söyleriz, bu, geçmiş toplumların efsanelerinden başka bir şey değildir”
demişlerdi.
32
Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir
hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya
bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi.
33
Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma
diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir.
34
Ve onların, kendileri Mescid-i Harâm'ın/dokunulmaz kılınmış ilâhiyat
eğitimi merkezinin ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri olmadıkları
hâlde ondan menedip dururlarken Allah'ın kendilerine azap etmemesi için
neleri var? Onun ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri sadece Allah'ın
koruması altına girmiş kimselerdir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar.
35
Ve onların Beyt'in/Ka‘be'nin yanındaki destek vermeleri, sadece, ıslık
çalmak ve el çırpmaktır, bir gösteriştir. –Öyleyse küfrettiğinizden; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olduğunuzdan dolayı bu azabı tadınız!–
36,37
Şüphesiz, mallarını Allah yolundan alıkoymak için harcayan, kâfirler;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan o kişiler; yine onu sarf
edeceklerdir. Sonra onlara, bir pişmanlık olacak, sonra da onlar, Allah'ın,
murdarı temizden ayırt etmesi için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine
bindirip hepsini bir araya getirmesi, sonra da topunu birden cehenneme
koyması için yenileceklerdir. Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddetmiş olan kişiler cehenneme toplanacaklar. İşte bunlar, kayba,
zarara uğrayıp acı çeken o kimselerin içinde kalanların ta kendileridir.
38
Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu
kimselere de ki: “Eğer bu işe son verirlerse daha önce yaptıkları
bağışlanacak. Yine de dönerlerse, kesinlikle önceki önderli toplumlara
uygulanan kurallar devam etmiş olur.”
39
Ve insanları dinden çıkarma faaliyeti kalmayıp din tamamıyla Allah'ın
oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah,
onların yaptıklarını en iyi görendir.
40
Ve eğer onlar geri dururlarsa, artık siz, şüphesiz Allah'ın yardımcı, yol
gösterici, koruyucu yakınınız olduğunu bilin. O, ne güzel yardımcı, yol
gösterici, koruyucu yakın, ne güzel yardımcıdır!
5
41
Yine, biliniz ki eğer siz Allah'a, hak ile bâtılın ayrıldığı o gün; iki ordunun
karşı karşıya geldiği Bedir günü, kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman etmiş
iseniz, herhangi bir şeyden ganimet olarak elinize geçirttiğimiz şeyler; artık
onların beşte-biri, Allah, Elçi, yakınlığı olanlar; yurtlarından çıkarılan
fakirler, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir. Ve Allah, her şeye güç
yetirendir.
42
Hani siz, vâdinin yakın bir yamacında idiniz, onlar da uzak yamacında
idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Şâyet onlarla sözleşmiş olsaydınız
da, buluşma yerinde kesinlikle anlaşmazlık çıkarırdınız. Fakat olması gereken
işi Allah'ın gerçekleştirmesi için; değişime/yıkıma uğrayan apaçık bir delil
gördükten sonra yıkıma uğrasın, sağ kalanlar da yine apaçık bir delilden sonra
yaşasın diye... Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
43
Hani o vakitler Allah sana uykunda onları az gösteriyordu. Eğer Allah,
onları sana çok gösterseydi kesinlikle korkmuştunuz ve savaş konusunda
anlaşmazlığa düşmüştünüz. Fakat Allah güvenlik sağladı. Şüphesiz O,
gönüllerde olanı en iyi bilendir.
44
Ve hani olması gereken bir işi gerçekleştirmek için, onlarla
karşılaştığınız vakit onları sizin gözünüze az gösteriyordu. Sizi de onların
gözlerinde azaltıyordu. Ve bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.
45
Ey iman etmiş kimseler! Başarmanız/zafer kazanmanız için, bir topluluk
ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çokça anın.
46
Yine Allah'a ve O'nun Elçisi'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra
korkuya kapılırsınız ve gücünüz-canınız gider. Ve sabredin. Şüphesiz Allah,
sabredenlerle beraberdir.
47
Çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak yurtlarından çıkan ve Allah
yoluna engel koyan kimseler gibi de olmayın. Ve Allah, onların yaptıklarını
çepeçevre kuşatandır.
48,49
Hani o münâfıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, “Şu
adamları dinleri aldattı” dedikleri sırada, o kötü niyetli komutan, onlara
amellerini çekici göstermiş ve onlara, “Bugün sizi insanlardan bozguna
uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti. Sonra da, ne
zaman ki iki topluluk birbirini görür oldu, o, iki topuğu üstünde geri döndü
ve: “Şüphesiz ben sizden uzağım. Şüphesiz ben, sizin görmediğinizi
görmekteyim, şüphesiz ben, Allah'tan korkmaktayım” dedi. Ve Allah,
sonuçlandırması/ cezalandırması pek şiddetli olandır. Ve her kim Allah'a işin
sonucunu havale ederse bilsin ki şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli,
mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan,
bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
50,51
Ve sen, görevli güçlerin, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden o kimselerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın
bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana
getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde
haksızlık eden biri değildir” diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları
gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken bir görseydin.
52
Tıpkı Firavun'un yakınları ve onlardan öncekilerin gidişi gibi onlar da
Allah'ın âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini tanımadılar da Allah,
6
kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Şüphesiz ki Allah, çok
güçlüdür, cezası/ sonuçlandırması çok şiddetli olandır.
53
Bu, şüphesiz bir toplum, kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah'ın, o
topluma nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı ve şüphesiz Allah'ın en
iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir.
54
Tıpkı Firavun'un yakınları ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, onlar da
Rablerinin âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini yalanladılar. Biz, onları
günahları yüzünden değişime/yıkıma uğrattık; Firavun'un yakınlarını suda
boğduk. Hepsi de kendi benliklerine haksızlık eden kimseler idiler.
55,56
Şüphesiz, Allah katında canlıların en kötüsü, kâfirler; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedip de iman etmeyen kimseler; kendileriyle
antlaşma yaptığın hâlde her defasında antlaşmalarını bozan kimselerdir.
Onlar Allah'ın koruması altına girmezler.
57
Artık onları harpte; bozuma uğratma işinde yakalarsan, ibret almaları
için onlarla birlikte arkalarındaki kişileri dağıt.
58
Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde
antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri
sevmez.
59
Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o
kimseler, kendilerinin öne geçtiklerini de sanmasınlar. Şüphesiz onlar âciz
bırakamazlar.
60
Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet
biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki onlarla, Allah'a düşman olanları, kendi
düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha
başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz
ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.
61
Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de barışa yanaş! Ve Allah'a işin
sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.
62,63
Ve eğer onlar, sana hile yapmak isterlerse, bil ki şüphesiz sana Allah
yeter. O, seni Kendi yardımıyla ve mü’minlerle güçlendirendir ve mü’minlerin
gönüllerini kaynaştırandır. Sen yeryüzünde ne varsa hepsini topluca
harcasaydın yine de onların gönüllerini kaynaştıramazdın. Ama Allah,
aralarını kaynaştırdı. Şüphesiz O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp
edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı
iyi engelleyen/sağlam yapandır.
64
Ey Peygamber! Sana ve mü’minlerden sana uyan kimselere Allah yeter!
65
Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi
kişi olursa ikiyüze gâlip gelirler. Ve eğer sizden yüz olursa, şüphesiz bunlar,
anlayışsız bir toplum olduklarından dolayı, kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilerden bin kişiyi yenerler.
7
66
Şimdi Allah, sizden hafifletti ve sizde şüphesiz bir zaaf olduğunu bildi. O
hâlde sizden sabreden yüz kişi olursa ikiyüzü yenerler. Ve sizden bin olursa
Allah'ın izniyle/ bilgisiyle ikibini yenerler. Ve Allah sabredenlerle beraberdir.
67
Yeryüzünde ağır basmadıkça; savaşta kesin ve tam üstünlük
sağlamadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiçbir peygambere uygun
değildir. Siz, dünya genişliğini istersiniz, Allah da âhireti ister. Ve Allah, en
üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip
olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
68
Eğer Allah'tan bir yazı olmasa idi, kesinlikle aldığınız şeylerden dolayı
size büyük bir azap dokunurdu.
69
Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin ve Allah'ın
koruması altına girin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet
edicidir.
70
Ey Nebi! Esirlerden elinizde olan kimselere de ki: “Eğer Allah sizin
kalplerinizde bir hayır bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve
günahlarınızı bağışlar. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
71
Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki bundan önce onlar,
Allah'a hâinlik ettiler de Allah, mü’minlere onlardan fazla imkân verdi. Ve
Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam
yapandır.
72
Kuşkusuz iman etmiş, yurtlarından göç etmiş, Allah yolunda mallarıyla,
canlarıyla savaşan ve barındırıp yardım eden şu kimseler; evet işte bunlar,
bazısı bazısının yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olanlardır. İnanan ve
hicret etmeyen kimselere gelince, hicret edene kadar, onlara yakınlık söz
konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma
bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve
Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.
73
Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu
kimseler de, birbirlerinin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlarıdır. Eğer
siz de onu yapmazsanız; mü’minler olarak birbirinizin velîsi [yardımcı, yol
gösterici, koruyucu yakınları] olmazsanız, yeryüzünde büyük bir kargaşa ve
insanları dinden döndürme işleri ortaya çıkar.
74
Ve iman eden, hicret eden ve Allah yolunda var gücüyle gayret eden o
kimseler ile barındıran ve yardım eden kimseler; işte bunlar, gerçek
mü’minlerin ta kendileridir. Bunlar için bir bağışlanma ve saygın bir rızık
vardır.
75
Ve bundan sonra, inanan ve sizinle birlikte yurtlarından göç eden ve var
gücüyle gayret eden kimseler; artık onlar da sizdendirler. Akraba olanlar da,
Allah'ın kitabına göre, birbirlerine daha yakındırlar. Şüphesiz Allah, her şeyi
en iyi bilendir.
8
TAHLİL:
1
Sana, savaşın bahşişlerinden soruyorlar. De ki: “Enfâl/savaş bahşişleri
Allah ve Elçisi/ kamu içindir. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah'ın
koruması altına girin, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah'a ve Elçisi'ne
itaat edin.
Âyetteki, sana soruyorlar… ifadesinden anlaşıldığına göre bu âyet,
Müslümanlar arasında ganimetle ilgili bir çekişme olması ve bu çekişmenin
Rasûlullah'a yansıtılması üzerine inmiş ve sorulan suali cevaplandırarak,
Müslümanlar arasında baş gösteren çekişmeyi ortadan kaldırmıştır.
Malum olduğu üzere Bedir savaşı, Müslümanların, İslâm adına yaptıkları ilk
savaştır. Daha evvel Bakara sûresi'nde savaşa dair kısa bilgiler verilmiş olsa da bu
savaşın olduğu dönemde savaş hukukuna dair ilkeler henüz indirilmediği için
Müslümanlar, eski örfe göre hareket etmekteydiler. Önceleri bu ganimetler, ya
onları ele geçiren askerlerin, ya kumandanın ya da tüm orduya sahip olan kralın
olurdu. Her savaşçı eline geçirdiği ganimetin kendisine ait olmasını bekliyordu.
Ama ganimete aldırmayıp düşmanı takip eden, Rasûlullah'ın çevresinde muhafızlık
edenler de ganimetten pay istemekteydiler. Bu nedenle de problem ortaya çıkmış,
tartışma büyümüştü. Bu hususta nasıl hareket edileceği, 41. âyette bildirilmiştir.
Âyette geçen enfâl sözcüğü, ‫[فنفل‬nefl] sözcüğünün çoğuludur. Nefl ise, “asıl
üzerine bir şey eklemek” demektir.2
Bu sözcük genelde “ganimet” olarak çevrilir.
“Ganimet” de, yanlış olarak harbde elde edilen servet olarak anlaşılır. Hâlbuki
‫مة‬‫م‬‫[غنيم‬ğanîmet], “zahmetsiz olarak mal, başarı elde etmek” demektir.3
Eğer bu
kavramlar doğru anlaşılmazsa, İslâm'ın öngördüğü savaşın amacı yanlış anlaşılır.
Bazıları, savaşta elde edilen mallara, “enfâl” denilmesinin nedeninin, bunun
geçmiş ümmetlere harâm iken ümmet-i Muhammed'e helâl kılınması” olduğunu
iddia etmişlerdir. Bu kesinlikle yanlıştır, zira çapul yoluyla mal elde etmek, Allah'ın
doğru bulmadığı bir kazanç şeklidir.
1-5
Soluk soluğa koşanlar, sonra ateş saçanlar, sonra sabahtan baskın yapanlar, derken orada
tozu dumana katanlar, sonra bir topluluğun en değerli kaynaklarına, varlıklarına kadar dalanlar
kanıttır ki 6
kesinlikle insan, Rabbine karşı çok nankördür, 7
kendisi de buna kesinlikle tanıktır.
8
Şüphesiz o, mal sevgisinden dolayı da kesinlikle çok katıdır.
9-11
Peki, o vurguncu insanlar, kabirlerde olanların diriltilip dışa atıldığı, göğüslerde olanların
derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rablerinin kendilerine gerçekten haber verici
olduğunu bilmezler mi?
(Âdiyât/1-11)
2
Lisânu'l-Arab; c. 8, s. 658-660, “Nfl” mad.
3
Lisânu'l-Arab; c. 6, s. 687, “Ğnm” mad.
9
İslâm dini, savaşa, ancak ila-yı kelimetullah, savunma ve fitneyi bertaraf için
izin verir. İslâm'daki savaşın ana gayesi, fitne ve fesadın ortadan kalkıp din ve
imanın güvenceye alınmasıdır. Bu hizmetler yapılırken en ufak bir çıkar
düşünülmesine izin vermez. Ana hedef bu iken, savaş şartları gereği bir şeylere de
sahip olunuyorsa, işte bu artı değere/gelire “nefl, enfâl, ganimet” denir. Hedef ve
amaç olmamasına karşın, bu işin bahşişi mahiyetinde olan bu bahşiş, savaşçılara
değil kamuya aittir. O da bunu, Allah'ın emrettiği yerlere taksim eder. Nasıl taksim
edileceği de ileriki âyetlerde gelecektir.
Bu âyetin iniş sebebiyle ilgili klasik eserlerde şu bilgileri bulunmaktadır:
Ubâde b. es-Sâmit, rivâyetle der ki: Rasûlullah (s.a) Bedir'e çıktı. Orada düşmanla karşılaştılar.
Allah düşmanı hezimete uğratınca, Müslümanlardan bir grup peşlerine takılıp onların arasından
yakaladıklarını öldürdüler. Bir kesim de Rasûlullah'ın (s.a) etrafını çevirmişlerdi. Bir başka kesim ise
karargâhın etrafını dolanmış ve talana koyulmuştu.
Allah, düşmanı uzaklaştırıp onları takip edenler döndüklerinde şöyle dediler: “Nefel [ganimet]
bizimdir. Çünkü düşmanı takip edenler bizler olduk. Allah bizim vasıtamızla onları uzaklaştırdı ve
bozguna uğrattı.” Rasûlullah'ın (s.a) etrafını çevirenler de şöyle dedi: “Bu ganimetteki hakkınız
bizden fazla değildir. Bilakis bu ganimet bizimdir. Rasûlullah'a (s.a) düşman ansızın herhangi bir
zarar veremesin diye o'nun etrafını kuşatanlar bizler olduk.” Askerlerin karargâhını arkadan
dolananlar ve talanda bulunanlar da şöyle dediler: “Siz ona bizden daha fazla hakk sahibi değilsiniz.
O bizimdir. Çünkü onun etrafını kuşatan ve onu ele geçirenler bizler olduk.”
Bunun üzerine Yüce Allah, Sana enfâli soruyorlar de ki: “Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür.
O hâlde Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin. Eğer mü’minler iseniz Allah'a ve Rasûlü'ne itaat
edin” buyruğunu indirdi. Rasûlullah (s.a) da aradan bir devenin iki sağımlığı arasındaki süre kadar
bir zaman geçmeden ganimetleri aralarında paylaştırdı.4
Muhammed b. İshâk der ki: Bana Abdurrahman b. el-Hâris ile arkadaşlarımızdan ondan
başkaları Süleymân b. Mûsâ el-Eşdak'dan anlattılar. Süleymân Mekhul'den, o, Ebû Umame el-
Bahilî'den dedi ki: Ben Ubade b. es-Sa-mit'e el-Enfâl'e dair sual sordum, bana şöyle dedi: “Enfâl
hakkında anlaşmazlığa düşüp de bu hususta kötü davranınca biz Bedir ashâbı hakkında nâzil oldu.
Allah onu elimizden aldı ve Rasûlü'nün eline teslim etti. Rasûlullah (s.a) da onu eşit bir şekilde
paylaştırdı. İşte Allah'tan korkmak [takvâ] ve Onun Rasûlü'ne itaat etmek ile aramızı düzeltmek bu
idi.”5
Sahîh'de Sa‘d b. Ebî Vakkas'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah'ın (s.a) ashâbı
büyük bir ganimet ele geçirdi. Ganimetler arasında bir kılıç vardı. Onu alıp Peygamber'e (s.a)
götürerek şöyle dedim: “Bu kılıcı bana nefel olarak [paylaştırılacak ganimetler arasına sokmadan]
ver. Ben, durumunu bildiğin kimseyim” dedim. Rasûlullah (s.a), “Onu aldığın yere geri götür”
dedi. Onu aldığım yere alınan ganimetler arasına bırakmak üzere geri gittim, fakat bu sefer nefsim
beni kınadı. Tekrar o'na dönüp şöyle dedim: “Onu bana ver.” Bana karşı sesini yükselterek, “Onu
aldığın yere geri götür” dedi. Ben de onu alınan ganimetler arasına geri bırakmak isteği ile
döndüm. Tekrar nefsim beni kınadı, yine o'na dönüp “Bunu bana ver” dedim. Yine bana yüksek bir
sesle, “Onu aldığın yere geri götür” dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Sana enfâli soruyorlar.
buyruğunu indirdi.6
1) Hz. Peygamber (s.a), ashâbın, Bedir Günü elde ettikleri ganimetleri hem Bedir savaşı'na
katılmış olanlara, hem de katılmamış olan Müslümanlara bölüştürmüştü. Bedir savaşı'nda
bulunmadığı hâlde bu ganimetten istifade edenlerin üçü Muhâcirlerden, beşi de Ensârdandı.
Muhâcirlerden biri, Hz. Osman idi. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) onu, kızı hasta olduğu için, onun
yanında bırakmıştı. Diğer kişi de Talha (r.a) ile Sa‘îd b. Zeyd (r.a) idi. Zira Hz. Peygamber (s.a), bu
ikisini müşriklerin kervanının durumunu gözetlemeleri için göndermişti. Onlar da bunun için Şam
yoluna çıkmışlardı. Ensâr'dan olan o beş kişiden birisi Ebû Lubâbe Mervan b. Abdulmünzir idi. Hz.
Peygamber (s.a) onu Medîne'de kendi yerine vekil bırakmıştı. Bunlardan diğer birisi Âsim (r.a) idi.
Hz. Peygamber (s.a) onu da, “Âliye”de vekil olarak bırakmıştı. Üçüncüsü, Hâris b. Hatıb olup, Hz.
4
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
5
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
6
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
10
Peygamber (s.a) onu, Revhâ'dan, kendisine bir haber ulaştırmak üzere Amr b. Avf'a göndermişti. Bu
beş kişiden dördüncüsü ise, Hâris b. es-Samt idi. O da, Revha'da hastalanıp (kalmıştı). Beşincisi ise
Huvât b. Cübeyr'dir. İşte Bedir savaşı'nda bulunmadığı hâlde ganimet alan Ensâr bunlardır. Hz.
Peygamber (s.a), bunlara da ganimetlerden pay verdi. Dolayısıyla diğer Müslümanlar arasında bu
husus dedikoduya sebeb oldu. İşte bunun üzerine, bu âyet nâzil oldu.
2) Rivâyet olunduğuna göre, Bedir Günü genç olanlar savaştılar ve esir aldılar. Yaşlı
Müslümanlar ise, Hz. Peygamber (s.a) ile birlikte gerideki saflarda beklediler. Bundan dolayı
gençler, “Ganimetler bize âit. Çünkü biz vuruştuk, kâfirleri biz hezimete uğrattık” dediler.
İhtiyarlar da, “Biz, sizin gerideki destekçileriniz idik. Eğer bozguna uğrasaydınız, bizim yanımıza
gelip toplanacaktınız. Binâenaleyh ganimetleri, bizi dışta bırakarak almayın” dediler. İşte bundan
dolayı aralarında bir çekişme meydana geldi ve âyet bunun üzerine nâzil oldu.7
İmâm Ahmed der ki: Bize Ebû Muâviye... Sa‘d ibn Ebî Vakkâs'dan rivâyet etti ki o, şöyle
anlatıyor: Bedir günü olduğunda kardeşim Ümeyr öldürülmüş ve ben Sa‘îd ibn Âs'ı öldürüp kılıcını
almıştım. Kılıcının ismi Zû el-Ketîfe idi. Bu kılıcı Hz. Peygamber'e (s.a) getirdim, “Git ve onu
toplanan (ganimetlerin) içine at” buyurdu. Döndüm, ancak içimde kardeşimin öldürülmesi ve
öldürdüğüm Sa‘îd ibn el-Âs'dan almış olduklarımın benden alınmasından ötürü ancak Allah'ın
bildiği duygular vardı. Allah Rasûlü'nün (s.a) yanından azıcık ayrılmıştım ki Enfâl sûresi nâzil oldu.
Allah Rasûlü (s.a) bana, “Git ve kılıcım al” buyurdu.
Yine İmâm Ahmed der ki: Bize Esved ibn Âmir... Sa‘d ibn Mâlik'den rivâyet eder ki o, şöyle
anlatıyor: O, “Ey Allah'ın Elçisi! Bugün Allah müşriklerden intikamını almak sûretiyle benim kinimi
giderdi. Şu kılıcı bana ver” demişti. Hz. Peygamber, “Bu kılıç ne senindir, ne de benimdir. Onu koy”
buyurdu. Anlatmaya şöyle devam eder: Kılıcı koydum, sonra döndüm ve, “Belki de bu kılıcı, bugün
benim başıma gelenlerin başına gelmediği birisine verecek” dedim. Arkamdan birisi beni çağırdı.
Ben, “Allah benim hakkımda bir şey mi indirdi?” dedim. “Kılıcı benden istemiştin. O bana âit
değildi, ama Allah Rasûlü onu bana verdi. İşte kılıç senindir” dedi. Allah Teâlâ, Sana ganimetlerden
sorarlar. De ki: “Ganimetler Allah'ın ve Rasûlü'nündür âyetini indirdi.8
41. âyette, ganimetlerin 1/5'i kamuya, kalanının da eşit olarak gazilere ait
olduğu hükmüyle, savaş ganimetlerinin paylaştırılması hususunda bir devrim
gerçekleştirildi; böylece ganimet elde etmek için savaş ortadan kaldırıldı, savaşçının
ganimet için her türlü vahşete tevessülü önlendi.
Bu âyetteki enfâl sözcüğü, sadece savaş ekstrasını değil; maden, define, kamu
görevlilerine verilen hediyeler vs. her türlü ekstra geliri ifade eder.
2-4
Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,
O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan
ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden,
salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu
aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan]
ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda
harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir.
Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.
1. âyette mü’minler iseniz… buyurulmuştu. Burada ise, mü’minin nasıl
olduğuna, nasıl olması lazım geldiğine açıklık getirilmektedir: Şüphesiz mü’minler
ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen ve O'nun âyetleri kendilerine
okunduğu zaman, imanca güç kazanan ve yalnızca Rabb'lerine tevekkül eden
kimseler, salâtı ikâme eden ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden
infak eden kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara
Rabb'leri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.
7
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
8
İbn Kesîr.
11
Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen ifadesiyle gerçek mü’minlerin birinci
niteliği olarak, Allah'a haşyet duyma zikredilmiştir. Yüreklerin ürpermesi, Allah'ı
gereği gibi tanımaktan geçer. Zira ancak Allah'ı gereği gibi [tüm sıfatlarıyla]
tanıyanların yürekleri ürperir. Çünkü bu bilince erenler kendilerini daima O'nun
huzurunda hissederler.
Yüksek makam sahibinin veya çok sevip hayran olduğu birinin yanında bulunan
kimse etkilenip heyecanlanır, kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpar. Ama aynı
kişinin makam sahibi olduğunu bilmeyen veya hayran olduğu kişinin yanında
olmasına rağmen onu tanımayan kimse etkilenmez, heyecan duymaz:
34,35
Ve Biz, her önderli toplum için, Allah'ın kendilerine hayvanların kusursuzlarından rızık
olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye bir kulluk gösteri yeri/ kulluk biçimi yaptık. İşte,
sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit
kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel
açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve kendilerini
rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah'a içtenlikle boyun eğen o kimselere
müjdele.
(Hacc/34-35)
27-29,31
Yine o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: “Ona
Rabbinden bir alâmet/gösterge indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin
parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah,
dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla zihnindeki tüm
soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişileri Kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler,
yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla; zihnindeki tüm soru işaretlerini gidermekle rahata kavuşur. İman
etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler; tuba; güzellikler, müjdeler ve güzel dönüş yeri
sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki eğer Allah
dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne kılavuzluk ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi
gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına
inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz.
(Ra‘d/27-31)
57
Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama
insanların çoğu bilmiyorlar.
(Mü’min/57)
23
Allah, sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap hâlinde indirmiştir. Ondan,
Rablerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah'ın anılmasına karşı
yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa,
artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur.
(Zümer/23)
28
İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır.
Kulları arasında Allah'tan ancak bilginler saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperirler. Hiç şüphesiz Allah
çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.
(Fâtır/28)
83,84
Ve onlar, Elçi'ye indirilen Kur’ânı dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden
dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar: “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte
yaz!” ve “Biz, Rabb'imizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, Allah'a ve haktan
bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler.
(Mâide/83,84)
12
Yüreklerin ürpermesinin bir başka ifadesi de, “haşyet” duymadır. Haşyet ise,
“bilgi ve idrakin bir sonucu olarak ortaya çıkan hayranlık ve saygının doğurduğu
bir hasret kalma, uzak düşme korkusu”dur.9
Âyette, hakiki mü’minlerin ikinci niteliğine de, O'nun âyetleri kendilerine
okunduğu zaman, imanca güç kazanan… ifadesiyle işaret edilerek, Allah'ın
âyetlerinin onları imanca daha da kuvvetlendirdiği bildirilmiştir.
İmanın güçlenmesiyle ilgili şu âyetler de dikkate alınmalıdır:
172,173
Kendilerine yara dokunduktan sonra Allah ve Elçi'nin davetine katılan kimseler; insanlar
kendilerine: “Şüphesiz insanlar size karşı birlik oldular, onlardan ürperin” dediklerinde, bunun,
kendilerini inanç yönünden artırdığı ve: “Allah bize yeter. O, ne güzel tüm varlıkları belirli bir
programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”dır!” diyen kimseler;
onlardan iyileştiren, güzelleştiren ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere büyük bir ödül vardır.
(Âl-i İmrân/172,173)
4
O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin
eden güven ve yatışma duygusu/moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır.
Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.
(Fetih/4)
133-135
Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan,
öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık
ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan
başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın
koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve
Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever.
(Âl-i İmrân/135)
40,41
Rabbinin makamından korkan ve kendini boş-iğreti arzudan meneden kimseye gelince;
artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir.
(Nâzi‘ât/40-41)
124
Ve bir sûre indirildiği zaman, içlerinden bir kimse, “O indirilmiş sûre hanginizi iman
açısından güçlendirdi?” der. Fakat iman etmiş kimselere gelince, o inen sûre, onları iman açısından
ziyadeleştirmiştir; güçlendirmiştir ve onlar sürekli olarak müjdelenip duruyorlar.
(Tevbe/124)
22
Mü’minler, birleşik düşman birliklerini gördükleri zaman da: “İşte bu, Allah'ın ve Elçisi'nin
bize vaat ettiği şeydir. Allah ve Elçisi doğru söyledi” dediler. Bu, onlara sadece iman ve güvenlik
sağlamada artış sağladı.
(Ahzâb/22)
Konumuz olan âyetten ve naklettiğimiz diğer âyetlerden anlaşılacağına göre,
iman zayıflayıp güçlenebiliyor. Allah'ın âyetleri üzerinde tefekkür edildikçe iman
güçleniyor, âyetlere duyarsızlaştıkça da zayıflıyor.
9
Tebyînu'l-Kur’ân; c. ?????
13
5,6
Ve onlar, gerçek açığa konduktan sonra, sanki göz göre göre –Rabbinin
seni, gerçek ile evinden çıkardığı gibi, ki şüphesiz mü’minlerden bir kesim de
kesinlikle hoşlanmıyorlardı– kendileri ölüme sürükleniyorlarmışçasına, gerçek
hakkında seninle tartışıyorlardı.
Bu âyetlerde, savaş konusunda Rasûlullah'a karşı çıkanlar ve o'nunla tartışanlar
kınanmaktadır. Rasûlullah kendisine daha evvel vahyedilen âyetlerden hareketle
savaşa karar verip savaşmak üzere evinden çıkmıştır. Mü’minlerden bazıları ise bu
durumdan hoşlanmamışlar; sanki Rasûlullah onları zorla ölüme sürüklüyormuş gibi
meseleyi tartışmaya açmışlardır.
Rasûlullah'ın, o güne kadar inen âyetlerden hareketle savaşın zorunlu olduğuna
ictihad etmesi sebebiyle, Rabbinin seni, gerçek ile evinden çıkardığı gibi denilmiştir
ki bu, “seni savaşa Allah zorladı” demektir.
5. âyetin kendisiyle başladığı ‫[ك‬ke/gibi] edatı, daha evvel geçen bir yükleme
bağlanmadığında cümle anlamsız kalır. Müfessirler bu problemi çeşitli yollarla
gidermeye uğraşıp cümleyi anlaşılır kılmaya çalışmışlarsa da başaramamışlardır.
Bizce tertipten kaynaklanan bu sorun, –mealde yaptığımız gibi– 5. âyet ile 6. âyetin
yerlerinin değiştirmesiyle giderilebilir.
7,8
Ve hani Allah, size, iki tâifeden birinin kesinlikle sizin olacağını vaat
ediyordu. Siz ise şanı ve şerefi olmayan şeyin/çapulun kendinizin olmasını
istiyordunuz. Allah da, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların
hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok etmek için
kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin arkasını
kesmek; hak dini geliştirmek istiyordu.
Bu âyetlerde, Bedir savaşı öncesi yaşanan olaylara değinilmektedir ki özeti
şöyledir:
Rasûlullah, müşriklerin zulümlerini engellemek için bu kervanı ele geçirmeyi
planladığından Medîne'den küçük bir kuvvetle Bedir'e gitmişti. Ama yolda aldığı
habere göre, kervan kaçıp kurtulmuş, kendilerinden üç kat daha faza bir ordu
üstlerine gelmekteydi.
5-6. âyetlere göre Allah Elçisi'ni, kervanı ele geçirmek için değil; hakkı yerine
koymak, gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok etmek üzere savaş için çıkarmıştır.
Savaşçıların amacı ise, sadece kervanı ele geçirmekti.
İşte âyette konu edilen olaylar, bu esnada cereyan etmiştir: Bazıları –sadece
kervan için gelmeleri sebebiyle– çatışmaya girmeden dönmek istiyorlardı. Bir çoğu
da, savaştan ve savaşın doğuracağı sonuçlardan korktuklarını açığa vuruyorlardı:
18
Tam tersi Biz, hakkı bâtılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın bâtıl
yok olup gitmiştir. Ve Allah'a yakıştırdığınız niteliklerden dolayı size yazıklar olsun!
(Enbiyâ/18)
216
Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi.
Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü,
zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(Bakara/216)
14
81
Ve de ki: “Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl yok olup gider.”
(İsrâ/81)
32
Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş görmeseler de Kendi nûrunu
tamamlamaya dayatıyor.
33
Allah, ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, Din'in; hepsinin üzerine çıkarması için
Elçisi'ni, doğru yol kılavuzu ve hak din ile gönderendir.
(Tevbe/32-33)
Âyetteki, Allah da, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların hoşuna
gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok emek için kâfirlerin arkasını
kesmek istiyordu ifadesine göre, hedef kervan değil, müşrik ordusu olmalıydı.
Çünkü savaşın amacı, çapul değil, bâtılı iptal edip yerine hakkı oturtmaktı.
9
Hani siz, Rabbinizden yardım diliyordunuz da Rabbiniz, “Şüphesiz Ben,
işte ardarda bin haberci âyetle size yardım ediyorum” diye karşılık vermişti.
10
Bunu da Allah, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın
diye yapmıştı. Ve yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, en üstün,
en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır,
en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
11
Hani Rabbiniz, yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku
sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, kötü niyetli kişinin pisliğini/zararını
sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sabitleştirmek;
ayaklarınızın sağlam basması için gökten üzerinize bir su indiriyordu.
12
Ve hani, Rabbin doğal güçleri programlıyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle
beraberim, haydin inanmış kimselere sebat verin. Ben, kâfirlerin; Kendimin
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerin yüreğine korku
salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak
uçlarına/eklemlerine de!”
13
İşte kâfirlerin bu cezalandırılışı, Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelmeleri
nedeniyledir. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı
çok çetin olandır.
14
İşte artık, bunu tadın. Şüphesiz ki âhirette kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddedenler için ateşin azabı da vardır.
Bedir savaşı sonrası inen bu âyetlerde, Bedir'de yaşanan olaylara
değinilmektedir. 9. âyetteki, Hani siz Rabbinizden yardım diliyordunuz da O
[Rabbiniz], “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin melekle size yardım ediyorum” diye
icabet etmişti buyruğundaki, Şüphesiz Ben, işte art arda bin melekle size yardım
ediyorum ifadesiyle, mü’minleri iman, tevhid, adalet, cihad, sabır, sebat ve
âhiretteki ödüller konusunda inmiş olan binlerce Kur’ân âyeti kasdedilmiştir.
Allah binlerce âyette, insanların azmasına, dünyayı zulüm ve fesada boğmasına
dikkat çekmiş ve elçi gönderip kitap indirmek sûretiyle bu duruma müdahale ederek
insanların akıllarını başlarına almalarını istemiştir. Elçilerinden bir kısmına hikmet
de vererek onları toplumlara yönetici yapmıştır.
15
11-12. âyetlerdeki, Hani O [Rabbiniz], yine Kendi katından bir güven olarak
bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, şeytânın pisliğini/zararını sizden
gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için
gökten üzerinize bir su indiriyordu. Ve hani, Rabbin meleklere vahyediyordu:
“Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, hadiyin inanmış kimselere sebat verin. Ben,
küfretmiş kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun,
onlardan tüm parmak uçlarına [eklemlerine] da!” ifadeleriyle Allah'ın savaş
esnasındaki yardımları gözler önüne serilmektedir. Konunun daha iyi anlaşılması
için bu hususla alakalı diğer âyetleri de dikkate almakta yarar vardır:
154
Sonra Allah, o kederin ardından üzerinize bir güven, sizden bir grubu örtüp bürüyen bir uyku
indirdi. Bir grup da nefislerinin sevdasına düştü; Allah'a karşı gerçek dışı cahiliyet zannı olarak, zan
üretiyorlardı. Onlar, “Bu işten bize bir şey var mı?” diyorlardı. –De ki: “Bütün iş Allah'a aittir.–
Onlar, sana açıklamayacakları şeyleri içlerinde saklıyorlardı. Onlar, “Bize bu işten bir şey olsaydı
burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Eğer siz, evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülme
yazılmış olanlar kesinlikle yan gelip yatacakları [öldürülecekleri] yerlere çıkıp gidecekti.” Ve o,
Allah'ın göğüslerinizdekini sınaması ve kalplerinizdekini temizlemesi içindir. Ve Allah,
göğüslerinizdekini çok iyi bilendir.
(Âl-i İmrân/154)
123-127
Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz
diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin
haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması
altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size
işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf
bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden;
Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut
onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli,
mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin.
(Âl-i İmrân-123-127)
Âyetlerden anlaşılan görünür yardımlar şunlardır:
İslâm ordusu savaşa kararı alıp yola koyuldu. Hedef Bedir kuyularını tutmaktı.
Kureyşliler de aynı amaçla hareket ediyorlardı. Bu esnada yağan yağmurla
müşriklerin yolları çamur oldu, rahat yol alamadılar. Müslümanların yol güzergahı
ise kumluk olduğundan yağmur yeri sertleştirdi, müşriklerin aksine rahat yürüdüler.
Böylece Bedir kuyularına Rasûlullah ve ordusu Müşrik ordusundan önce varıp
kuyuları kontrol altına aldılar.
UYKU NİMETİ
Allah'ın müdahalesiyle mü’minler o şartlarda uyumuş –ki o şartlarda
uyuyabilmeleri Allah'ın bir mucizesidir–; böylece savaşın yapılacağı ertesi gün için
dinlenip güçlenmişler ve kalplerinden korku gidip kendilerine güven gelmiştir.
Âyette, Sizi kendisiyle temizlemek, şeytânın pisliğini/zararını sizden gidermek,
yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize
bir su indiriyordu ifadesinde bahsedilen, yağmurun temizlediği şeytânın
pisliği/zararı, zâhirî şartların aleyhlerine gözükmesinden dolayı Müslümanlarda
16
oluşan korku, tereddüt, pişmanlık gibi duygular ile 49. âyette konu edilen, Şu
adamları dinleri aldattı gibi dedikodulardır. O şartlarda uyutulmaları, yağmur
sayesinde arazinin sertleşmesi ve su ihtiyaçlarının karşılanması Müslümanları zafer
hususunda ümitlendirdi, korkuları yok oldu; moral kazandılar ve Allah'ın
yardımından emin oldular.
Târih kayıtlarına göre bu pasajda konu edilen olay şöyle gelişmiştir:
Bedir Günü Rasûlullah (s.a), müşriklere baktı. 1.000 kişi olduklarını gördü.
Ashâbı ise 317 kişi idi. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi (Allah'ın salat ve selâmı
üzerine olsun) kıbleye yöneldi, sonra ellerini uzattı. Rabbine şöylece niyaz etmeye koyuldu:
“Allahım! Bana vaadini gerçekleştir! Allahım! Bana vaad ettiğini ver. Allahım! Eğer İslâm
ehlinden bu topluluğu helak edecek olursan, yeryüzünde Sana ibâdet olunmayacaktır.” O, kıbleye
yönelmiş, ellerini uzatmış hâlde, Rabbine, –ridası omuzlarından düşünceye kadar– niyaza devam
etti. Sonra Ebû Bekr yanına gitti, ridasını alıp omuzlarına koydu. Arkasına durup şöyle dedi: Ey
Allah'ın Peygamberi! Rabbine bu kadar seslenişin yeter. Şüphesiz ki O, sana verdiği sözünü
gerçekleştirecektir. Bunun üzerine Yüce Allah, Hani siz, Rabbinizden imdat istiyordunuz da,
“Muhakkak Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediyorum” diye duanıza karşılık vermişti
buyruğunu indirdi.10
Bedir günü Hz. Peygamber (s.a), müşriklerin sayısının 1.000; ashâbının sayısının da 300 küsur
olduğunu görünce, kıbleye dönüp ellerini göğe kaldırarak, “Allahım! Bana vaad ettiğin şeyi yerine
getir. Allahım! Eğer şu bir avuç insanı helak edersen, yeryüzünde Sana bir daha ibâdet olunmaz”
diye dua etti. O durmadan bu duaya devam etti. Hatta ridâsı sırtından düştü. Hz. Ebû Bekr onu alıp
sırtına verdi ve o'na, “Yâ Rasûlallah! Rabbine yaptığın bu dua sana yeter. Çünkü O, sana vaad
ettiğini mutlaka yerine getirir” dedi. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. İki ordu karşı karşıya saf
bağlayınca, Ebû Cehl, “Allahım! Hangimiz hakka daha lâyık isek, ona yardım et” dedi ve Allah'ın
Rasûlü de, elini kaldırıp o yukarıdaki duasını yaptı.
Âyette bahsedilen yardım isteme, mü’minler tarafından olmuştur. Çünkü Hz. Peygamber'i (s.a)
yardım istemeye sevkeden sebep, ashâb için de söz konusu idi. Hatta ashâbın endişe ve korkusu, Hz.
Peygamber'inkinden daha fazla idi.
Bu hususta doğruya en yakın olan şöyle söylemektir: Rivâyet olunduğu gibi, Hz. Peygamber
(s.a) dua edip yalvardı; ashâb da o'nun duasına “âmin” dediler. Böylece içlerinden [kalben], bu dua
hususunda Hz. Peygamber'e tâbi olmuş oldular. Binâenaleyh Hz. Peygamber (s.a) sesli olarak dua
ettiği için, Hz. Peygamber'in dua etmiş olduğu rivâyet edildi, ashâbın dua ettiği nakledilmedi. İşte
bu hususta farklı rivâyetleri bu şekilde bağdaştırmak mümkündür.11
Bu paragrafta iki kez meleklerden bahsedilmektedir. Kanaatimize göre 9.
âyetteki “melekler” ile 12. âyetteki melekler birbirinden farklıdır.
9. âyette zikredilen “melekler”, ‫ئللللوك‬ [ülûk] sözcüğünün türevi olup,
“haberciler” demektir ki bununla da, “Kur’ân âyetleri” kasdedilmiştir. 12. âyetteki
“melekler” ise, m-l-k kökünden türemiş olup, “güçler” demektir ki bununla da
“yağmur, rüzgâr, ağrı, sancı, korku, sevinç” gibi şeyler kasdedilmiştir. Melek
kavramı hakkında daha evvel ayrıntılı bilgi verilmişti.12
Âyetteki, Ve hani, Rabbin meleklere vahyediyordu ifadesi, Nahl sûresi'ndeki
Rabbin bal arısına vahyetti ifadesi gibi anlaşılmalıdır.
“Melek” kavramı hakkında doğru bilgi sahibi olmayan kimseler, melekleri
savaşa sokmuşlardır. Klasik kaynaklardan birkaç örnek nakletmekle yetiniyoruz:
MELEKLERİN SAVAŞIP SAVAŞMADIĞI
10
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
11
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
12
Tebyînu'l-Kur’ân; c. ??????
17
Âlimler, meleklerin Bedir Günü bizzat savaşıp savaşmadıkları hususunda ihtilaf etmişlerdir:
Bir kısım âlimler şöyle demişlerdir: “Cebrâîl (a.s), 500 meleği Hz. Peygamber'in ordusunun sağına
indirmişti. Ordunun bu cenahında Hz. Ebû Bekr vardı. Mîkâîl (a.s) de 500 melek ile birlikte,
ordunun sol cenahına indi. Burada da Hz. Ali b. Ebî Tâlib (r.a) bulunuyordu. Melekler insan
şeklinde idiler ve üzerlerinde beyaz elbiseler vardı. Bu 1.000 melek, Bedir'de bizzat savaştı.”13
Meleklerin Bedir'de savaştıkları, fakat Hendek [Ahzâb] ve Huneyn savaşlarında savaşmadıkları
söylenmiştir. Ebû Cehl'in, İbn Mes‘ûd'a (r.a), “Sesini duyup da kendini göremediğimiz bu şeyler
nedir?” dediği, Abdullah b. Mes‘ûd'un (r.a) da, “Onlar, meleklerin sesidir” cevabını verdiği, bunun
üzerine Ebû Cehl'in, “Bizi yenen siz değilsiniz, onlar” dediği rivâyet edilmiştir. Yine rivâyet
edildiğine göre bir müslüman, bir müşriğin peşine düştüğünde, başının üstünde bir şakırtı duyuyordu
ve birden önündeki müşriğin yuvarlanıp düştüğünü ve yüzünün paramparça olduğunu görüyordu.
İşte böyle bir hâdiseyi Ensârdan biri, Hz. Peygamber'e (s.a) anlatınca, o, “Doğrusun. Bu, gökten
gelen yardımdandır” buyurdu.
Diğer bazı âlimler ise, meleklerin Bedir'de bizzat savaşmadıklarını, ancak Müslümanların
(yanında durarak) sayılarını çoğalttıklarını ve Müslümanlara sebat verdiklerini; aksi hâlde tek bir
meleğin gücünün, bütün dünyayı yok etmek için yeterli olacağını; çünkü (meselâ) Cebrâîl'in (a.s)
kanadının bir teleği ile, Lût (a.s) kavminin şehirlerini ve Semûd kavminin diyarlarını alt üst ettiğini,
tek bir nâra ile Sâlih (a.s) kavmini yok etmiş olduğunu söylemişlerdir.14
İbn Abbâs15
(r.a) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a), Bedir Günü çadırında oturmuş dua
ediyordu. Hz. Ebû Bekr (r.a) de sağında oturuyordu. Yanında Hz. Ebû Bekr'den başka kimse yoktu.
Derken Hz. Peygamber (s.a) biraz uyuklayıp uyandı. Sonra sağ eliyle Hz. Ebû Bekr'in dizine
dokunarak, “Allah'ın yardım edeceğini müjdelerim. Yemin olsun ki rüyamda Cibrîl'i, atlıları
yönlendirirken gördüm” dedi.16
Bu pasajdan da anlaşılacağı üzere, Allah Kendi yolunda cihad eden veya
savaşan kullarına daima yardım edecek, onları muzaffer kılacaktır. Bu vaad, onlarca
âyette zikredilmiştir:
7
Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve
ayaklarınızı sabit tutar.
(Muhammed/7)
2
Allah, Kitap Ehli’nden Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri, toplanmanın ilki
için yurtlarından çıkarandır. Siz, onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da, şüphesiz
kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağına kesinkes inanıyorlardı da Allah'ın azabı, onlara
hesaba katmadıkları yerden geliverdi. Ve Allah, onların yüreklerine, evlerini kendi elleriyle ve
mü’minlerin elleriyle harap edileceği korkusunu düşürdü. Ey sağduyu sahipleri! Artık ibret alın!
(Haşr/2)
151
Biz, Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmalarından dolayı,
kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimselerin kalplerine korku
salacağız. Onların varacakları yer Ateş'tir. Şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanların
barınağı da ne kötüdür!
(Âl-i İmrân/151)
50,51
Ve sen, görevli güçlerin, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o
kimselerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi
ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde
haksızlık eden biri değildir” diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken
yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken bir görseydin.
(Enfâl/50-51)
13
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
14
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
15
Bu savaşın vukû bulduğu tarihte İbn Abbâs henüz 4 yaşında bir çocuk olup Mekke'de idi. Babası Abbâs ise
Mekkeli müşriklerin ordusunda Rasûlullah ile savaştı ve esir düştü.
16
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
18
93
Ve Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana
vahyolundu” diyenden ve “Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha yanlış; kendi
zararlarına iş yapan kim olabilir? Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseleri ölümün
şiddetleri içindeyken, görevli güçler de onlara ellerini uzatmış, “Canlarınızı çıkarın. Bugün, Allah'a
karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı
bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen!
(En‘âm/93)
4-6
Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız
zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen
bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince
de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi
elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir.
Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla
boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı
cennete girdirecektir.
(Muhammed/4-6)
139
Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz.
140,141
Eğer size bir yara değmişse, o topluma da benzeri bir yara dokunmuştu. Ve işte o günler;
Biz onları, Allah'ın sizden iman eden kimseleri bilmesi ve sizden şâhitler edinmesi, Allah'ın iman
eden kimseleri arındırması, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenleri de
mahvetmesi için insanlar arasında döndürür dururuz. Ve Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına
iş yapanları sevmez.
(ÂI-i İmrân/139-141)
51
Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin
kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz.
(Mü’min/51)
21
Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye
gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır.
(Mücâdele/21)
171-173
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/ elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir:
“Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip
gelenlerin ta kendisidir.”
(Sâffât/171-173)
Pasajın 13-14. âyetlerinde de kâfirlerin hakk ettikleri sonuca değinilmiştir.
15
Ey iman etmiş kimseler! Toplu olarak kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddedenler ile karşılaştığınız zaman, hemen onlara
arkalarınızı dönmeyin.
16
Ve böyle bir günde her kim onlara, –tekrar dönüp çarpışmak için geri
çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri hariç– arkasını
dönerse, kesinlikle Allah'tan bir gazaba uğramış olur ve onun varacağı yer
cehennemdir. Orası da ne kötü bir dönüş yeridir.
19
Bu âyetlerde, savaş esnasında, bir savaş taktiği olarak ya da başka bir Müslüman
grubuna yardım maksadı dışında düşmana arkasını dönenlerin [savaş alanını
terkedenlerin veya firar edenlerin] mutlaka cezalandırılacağı beyân edilmektedir.
Burada, askerî strateji gereği ya da savaşan diğer bir gruba destek vermek amacıyla
geri çekilme yasaklanmamıştır. O nedenle müslümanlar, düşmanın baskısı çok
şiddetli ise, komutanın emri ile geri çekilebilirler. Yasaklanan geri çekilme, ölüm
korkusuyla, panikle geri çekilme, yani kaçmadır. Her kim öyle bir günde düşmana
arkasını çevirirse, Allah'tan bir gazaba uğrar ve onun varacağı yer cehennemdir.
Burada konu edilen cezayı, âhirete hasretmek yanlıştır. Allah yolunda
savaşmayanlar veya savaş meydanından kaçanlar dünyada da Allah'ın gazabına
uğrarlar ve egemen güçlerin kontrolünde zillet içinde cehennem hayatı yaşarlar.
17
Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman
da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve mü’minleri bundan güzel bir bela ile
belâlandırmak/güzelce sınamak içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi
bilendir.
18
İşte! Şüphesiz Allah, kâfirlerin; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerin tuzağını zayıflatandır.
Bu âyetlerde savaşın anlamı anlatılmaktadır: Savaşta insan kâtil olmaz.
Klasik kaynaklarda bu âyetin iniş sebebine ilişkin şu bilgiler verilmiştir:
Rivâyete göre Rasûlullah'ın (s.a) ashâbı, Bedir'den geri döndüklerinde her biri kendisinin
yaptıklarını söz konusu etmeye başlayarak, “Ben şu kadar kişi öldürdüm, şunu yaptım, bunu
yaptım” demeye koyuldu. İşte onların bu ifadelerinden karşılıklı övünme ve benzeri hâller ortaya
çıktı. Bunun üzerine, öldürenin de, her şeyi takdir edenin de Yüce Allah olduğunu, kulun ise, bu işe
yalnızca kesbi ve kastı ile katıldığını bildirmek için bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu âyet-i kerîme,
aynı zamanda, “Kulların fiilleri kullar tarafından yaratılmaktadır” diyenlerin görüşlerini de
reddetmektedir.17
Mücâhid şöyle demektedir: “Bedir Günü'nde ashâb ihtilâf ederek, biri “Ben öldürdüm!”; diğeri,
“Hayır, ben öldürdüm!” deyince, Allah bu âyeti inzâl buyurdu. Yani, “bu büyük bozgun ve kırma işi,
bu hasar, sizin tarafınızdan olmadı. Bu, ancak Allah'ın yardımıyla gerçekleşti” demektir. Rivâyet
olunduğuna göre, Kureyş ordusu gözükünce, Allah'ın Rasûlü, “İşte, Kureyş! Bütün kibri ve fahriyle,
Senin Rasûlünü yalanlamaya geliyorlar. Allahım! Senden, bana vaad ettiğini istiyorum!” dedi.
Bunun üzerine Cebrâîl gelerek, “Bir avuç toprak al ve onu onlara at!” dedi. İki ordu karşı karşıya
gelince, Hz. Peygamber (s.a), Hz. Ali'ye, “Bana, bu vâdinin çakıl taşlarından bir avuç ver!” dedi.
(Taşı aldığında) Hz. Peygamber bunu Kureyşlilerin yüzüne atarak, “Yüzleriniz, suratlarınız değişsin,
bozulsun!” dedi. Böylece, bütün müşrikler gözleriyle meşgul oldular, akabinde de bozguna
uğradılar.18
Süddî der ki: Allah Rasûlü (s.a) Bedir günü Hz. Ali'ye (r.a), “Yerden bana çakıl ver”,
buyurdu. Hz. Ali, üzerinde toprak olan çakılları o'na verdi de Hz. Peygamber bunu müşriklerin
yüzlerine attı. Gözlerine bu topraktan bir parça girmedik hiç bir müşrik kalmadı. Sonra mü’minler
peşlerine düştüler, onları ya öldürdüler ya da esir ettiler. Allah Teâlâ, Siz öldürmediniz onları, fakat
Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı âyetini indirdi.
Ebû Ma‘şer Medenî'nin Muhammed ibn Kays ve Muhammed ibn Ka‘b el-Kurâzî'den
rivâyetine göre; onlar şöyle demişlerdir: Kavim birbirlerine yaklaştığında, Allah Rasûlü (s.a) bir
avuç toprak alıp bunu kavmin [müşriklerin] yüzlerine attı ve, “Yüzleri çirkinleşsin” buyurdu.
Onların hepsinin gözlerine girdi ve Allah Rasûlü'nün (s.a) ashâbı ilerleyip onların kimini öldürdü,
kimini de esir etti. Onların hezimete uğramaları, Allah Rasûlü'nün (s.a) onlara bu şekilde toprak
atması sebebiyle olmuştur. Allah Teâlâ da, Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı âyetini
indirdi.
17
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
18
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
20
Abdurrahmân ibn Zeyd ibn Eslem, Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı âyeti
hakkında der ki: “Bu, Bedir günüdür. Allah Rasûlü (s.a) üç avuç (toprak, çakıl taşı) aldı ve bir
avucunu müşriklerin sağ cenahına, bir avucunu sol cenahına, bir avucunu da ortalarına attı ve,
“Yüzleri çirkinleşsin” buyurdu da hezimete uğradılar. Her ne kadar bu, Huneyn gününde vâki'
olmuşsa bile Urve ibn Zübeyr, Mücâhid, İkrime, Katâde ve imamlardan bir çoğundan rivâyete göre
bu, Hz. Peygamber'in (s.a) Bedir günü (müşriklerin yüzlerine toprak) atması hakkında nâzil
olmuştur.19
Âyetteki, Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı ifadesiyle ilgili klasik
eserlerde birtakım yakıştırmalar mevcuttur:
1) Müfessirlerin ekserisinin görüşüne göre, bu âyet-i kerîme Bedir Günü nâzil olmuştur.
Bununla kasdedilen şudur: Hz. Peygamber (s.a) bir avuç toprak aldı ve onu müşriklerin yüzüne
doğru serperek, “Yüzleriniz, suratlarınız değişsin, bozulsun” dedi. Bu toprak, istisnâsız olarak her bir
müşriğin gözüne ve burnuna dolmuştu. Dolayısıyla bu, müşriklerin bozulmasına sebep oldu. İşte
âyet-i kerîme, bu hususta nâzil olmuştur.
2) Bu âyet-i kerîme Hayber Günü nâzil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a), Hayber kalesi'nin
kapısının önünde, eline yayı alıp bir ok attı. Hz. Peygamber'in bu oku, hedefini buldu ve atı üzerinde
duran (kâfir) İbn Ebi'l-Hakîk'i öldürdü. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.
3) Bu âyet, Uhud Günü, Übeyy b. Halef'in öldürülmesi hakkında nâzil olmuştur. Çünkü
Übeyy, Hz. Peygamber'e (s.a) çürümüş bir kemik getirerek, “Ey Muhammed! Şu çürüyüp un ufak
olmuş kemiği kim diriltebilir?” demişti. Hz. Peygamber (s.a) de, “Allah diriltir! Nitekim seni de
öldürecek, sonra seni yeniden diriltip cehennemine sokacaktır!” buyurdu. Übeyy b. Halef, Bedir
Günü esir alındı. Fidye verip kurtulunca, Hz. Peygamber'e (s.a) “Bir atım var. Onu, birgün onun
üzerinde seni öldürebilmek için hergün biraz mısır ile besleyeceğim” dedi. Hz. Peygamber (s.a) de,
“Hayır, inşaallah ben seni öldüreceğim” dedi. Uhud Günü, Übeyy, işte o atı üzerinde
koşuşturuyordu. Derken Hz. Peygamber'e (s.a) yakın bir yere geldi. Bazı müslümanlar, onu
öldürmek için önüne dikiliverdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Geri durun” dedi ve ona
doğru kargısını atarak onun bir kaburgasını kırdı. Onu müşrikler atına yükleyip götürürlerken yolda
öldü. İşte bu âyet bu hususta nâzil olmuştur.20
Aslında, Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı ifadesi, bir deyimdir.
Nitekim Araplar, “Allah senin için atsın” ifadesini kullanırlar ve bununla “Allah
sana yardımcı olsun, sana zafer versin, senin lehine olacak işleri yapsın” anlamını
kasdederler. Buradaki ifade de, “sana yardım eden, sana zafer veren Allah'tır”
demektir.21
Bu âyet, Bedir'de zafer kazanan Rasûlullah ve mü’minlere bir ihtardır.
Müslümanlar, bu zaferle şımarmamalıdırlar. Savaşı, birçok olağanüstü yardımlar
yaratarak Allah kazanmıştır. Mü’minler, el edilen başarıyı kendilerine mal
etmemeli; onun Allah'ın lütfu olduğunu bilmelidirler.
Allah, Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü buyurmak
sûretiyle, öldürmeyi de Kendisine izafe ederek Müslüman askerlerin “kâtil” olarak
isimlendirilemeyeceğine işaret etmiştir. Zira, kamu otoritesinin emir ve izniyle
yapılan meşru savaşlarda adam öldürmek, öldüreni suçlu-katil yapmaz.
18. âyetteki, İşte! Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuzağını zayıflatandır ifadesiyle,
Allah'ın Bedir'de mü’minlere olan yardımına işaret edilmektedir. Allah'ın yardımı
sayesinde mü’minler kâfirlerin tuzaklarını bozdular. Allah'ın yardımından şu
âyetlerde de bahsedilir:
123-127
Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz
diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin
haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması
19
İbn Kesîr.
20
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
21
Kurtubî, Ebû Ubeyde, Mecâzu'l-Kur’ân'dan naklen.
21
altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size
işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf
bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden;
Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut
onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli,
mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin.
(Âl-i İmrân/123-127)
25
Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size
güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar
gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız.
(Tevbe/25)
Allah'ın savaşta mü’minlere yaptığı yardıma dair geçmiş ümmetlerden de bir
örnek verebiliriz:
249
Sonra Tâlût, ordu ile ayrılınca dedi ki: “Şüphesiz Allah sizi kesinlikle bir nehirle imtihan
edecek. Artık kim ondan içerse, benden değildir. Kim de, –ancak eliyle bir avuç alan başka– onu
tatmaz ise, işte o bendendir.” Sonra da içlerinden pek azı hariç, ondan içtiler. Tâlût ve beraberindeki
iman eden kimseler nehri geçtiklerinde İsrâîloğulları, “Bizim bugün, Câlût ile ordusuna karşı duracak
gücümüz yok” dediler. Allah'a kavuşacaklarına kesinlikle inananlar, “Nice az topluluklar, Allah'ın
izniyle nice çok topluluklara gâlip gelmişlerdir. Allah, sabredenlerle beraberdir” dediler.
(Bakara/249)
19
Fetih istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Ve eğer son verirseniz, bu da
sizin için daha iyidir. Yok eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Her ne kadar
toplumunuz çok olsa da size hiçbir şekilde, hiçbir zaman yarar sağlamayacak.
Ve şüphesiz Allah, mü’minlerle beraberdir.
Âyetin muhatabının kim olduğu konusunda farklı görüşler vardır; kimisi
muhatabın müşrikler, kimisi mü’minler, kimisi de âyetin ilk bölümünde muhatap
mü’minler, son bölümünde ise kâfirler olduğunu ileri sürmüşlerdir. Âyetin içeriği,
muhatabın müşriklere olduğunu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla âyette, Fetih
istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Ve eğer son verirseniz, bu da sizin için daha
iyidir. Yok eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Her ne kadar toplumunuz çok olsa da
size hiç bir şekilde, hiçbir zaman fayda vermeyecek. Ve şüphesiz Allah, mü’minlerle
beraberdir buyurularak müşrikler uyarılmaktadır. Nitekim âyetin sebeb-i nüzûlü
hakkındaki nakiller de bunu desteklemektedir:
Bu, kâfirlere bir hitaptır. Çünkü onlar, zafer ve fetih istemiş ve, “Allahım!
Bizden akrabalık bağını daha çok kim kesiyor, kim ötekine daha çok zulmediyor
ise, Sen onu yenik düşür” diye dua etmişlerdi. Bu açıklamayı el-Hasen, Mücâhid ve
başkaları yapmıştır. Onlar bu sözlerini kendi kervanlarına yardımcı olmak üzere
Mekke'den çıkışları sırasında söylemişlerdi.
Bunu, savaş esnasında Ebû Cehl'in söylediği de ifade edilmiştir. en-Nadr b. el-Hâris ise
şöyle demişti: “Allahım! Eğer bu Senin katından gelmiş bir hakk ise, üzerimize ya gökten taş
yağdır, yahut da bize acıklı bir azab gönder.” en-Nadr da Bedir'de öldürülenler arasında idi.22
22
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
22
Rivâyet olunduğuna göre Ebû Cehl, Bedir Günü, “Allahım! İki dinin en üstün olanına ve
yardıma en lâyık olanına yardım et” demiştir.
Yine rivâyet olunduğuna göre o, “Allahım! Hangimiz daha fazla sıla-i rahmi kesip fısk u fücûra
daldı ise, yarın onu helak et!” demiştir.
Süddî şöyle demektedir: Müşrikler Bedir'e varmayı ve savaşmayı istediklerinde, Ka‘be'nin
örtülerine yapışarak, “Allahım! İki ordunun en yüce ve üstün olanına; iki cemaatin en fazla hidâyette
olanına; iki grubun en kerîmine ve iki dinin en üstününe yardım et!” dediler. Bunun üzerine de,
Cenâb-ı Hakk bu âyeti indirdi.23
Süddî der ki: “Müşrikler, Mekke'den Bedir'e doğru çıktıklarında Ka‘be'nin örtülerine
yapışmışlar, Allah'tan yardım dilemişler ve, “Ey Allahım! İki ordudan en üstün olanına, iki gruptan
en şerefli olanına ve iki kabileden en hayırlı olanına yardım et” demişlerdi. Allah Teâlâ da, Eğer
siz fetih istiyor idiyseniz; işte fetih size gelmiştir âyetinde, “Sizin söylediğinize muhakkak yardım
ettim ki o da Muhammed'dir” (s.a) buyurur.”24
20
Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. İşitip dururken
ondan yüz çevirmeyin! 21
Vahye kulak asmadıkları hâlde “İşittik/vahye kulak
verdik” diyenler gibi de olmayın!
22
Şüphesiz yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, aklını
kullanmayan şu sağırlardır, dilsizlerdir.
23
Ve eğer Allah, onlarda hayır olduğunu bilseydi kesinlikle onlara
işittirirdi. Ve eğer işittirseydi yine de onlar, geri duranların ta kendisi olarak
sırt dönerlerdi.
Bu âyetlerde, mü’minler ile mü’min görünenler sergilenerek gerçek mü’minlere,
o yalancı Yahûdiler ve münâfıklar gibi olmamaları uyarısı yapılmaktadır. Âyetteki,
İşitmedikleri hâlde “İşittik [vahye kulak verdik]” diyenler ifadesi ile, vahyi
samimiyetle dinlemeyen, işittiklerini iyice düşünmeyen, onun hakkında tefekkür
etmeyen iki yüzlü kimseler kasdedilmiş; dolayısıyla da mü’minler ciddiyet ve
tefekküre davet edilmişlerdir:
171
Ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişilerin hâli, sadece bir
çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyen şeylere çoban haykırışı/ karga haykırışı yapan
kimsenin hâli gibidir; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden onlar akıl da etmezler.
(Bakara/171)
179
Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip
ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır,
onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar
duyarsızların ta kendileridir.
(A‘râf/179)
Âyetteki, Elçi'ye itaat ifadesiyle, “Elçi'ye bağlılık; o'nun aldığı kararlara; yaptığı
içtihatlara saygılı davranmak, özellikle bu âyetin bulunduğu bağlamda, devlet reisi,
ordu komutanı sıfatlarını da taşıması hasebiyle Elçi'ye askerî ve idarî alanlarda ters
harekette bulunmamak” kastedilmiştir.
23
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
24
İbn Kesîr.
23
24
Ey iman etmiş kimseler! Elçi sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı
zaman, Allah'a ve Elçi'ye karşılık verin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına
girer. Ve siz, kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız.
25
Ve sadece sizden kendi benliklerine haksızlık edenlere isâbet etmeyen
toplumsal ateşlerden korunun ve hiç şüphesiz Allah'ın, azabı çetin olan
olduğunu bilin.
26
Ve hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız,
insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz da Allah, kendinize
verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye barındırmıştı, sizi yardımıyla
güçlendirmişti ve size temiz-hoş şeylerden rızıklar vermişti.
Mü’minlere hitap edilen bu âyetlerde, başarılı olabilmeleri için yapmaları
gerekenler ifade edilmiş; yanlış davranışlarının sadece kendilerine değil başkalarına
da zarar vereceği bildirilmiştir. Paragrafta ilk olarak Elçi'ye itaat, bağlılık
sadedinde, Ey iman etmiş kimseler! O [Elçi], sizi, size hayat verecek şeylere
çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye icabet edin emri verilmiştir. Elçi'nin çağırdığı
“hayat verecek şeyler”in neler olduğunu tesbit etmek için önce şu âyetlere bir göz
atılmalıdır:
51
Ve bir beşer için, bir vahiy ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle/
bilgisiyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah'ın kendisine söz söylemesi olmaz. Şüphesiz O, çok
yüce ve yücelticidir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır.
(Şûrâ/51)
26,27
De ki: “Ey hükümranlığın hükümranı Allah'ım! Sen hükümranlığı dilediğin kimseye
verirsin, dilediğin kimseden de hükümranlığı çeker alırsın, dilediğin kimseyi güçlü yaparsın, dilediğin
kimseyi de alçak, rezil edersin. Hayır Senin elindedir. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin! Sen,
geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın; Sen, ölüden diri çıkarırsın, diriden
ölü çıkarırsın. Sen, dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”
(Âl-i İmrân/27)
169-171
Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler, Allah'ın
armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından
kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve
üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın şüphesiz,
mü’minlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler.
(Âl-i İmrân/169-171)
64
Ve bu iğreti dünya yaşamı, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise kesinlikle
hayatın ta kendisidir. Keşke onlar, bilmiş olsalardı.
(Ankebût/64)
97
Erkek-dişi, mü’min olarak kim iyi amel işlerse kesinlikle onu güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve
kesinlikle onların ücretlerini, yapmış oldukları amellerin daha güzeliyle ödüllendireceğiz.
(Nahl/97)
Âyetlerden anlaşıldığına göre, insanlığa hayat verecek şey, “Kur’ân, iman,
savaş; Allah yolunda ölmek, öldürmektir”tir.
Âyetteki, Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer ifadesi, vahiylerin, insanın
24
kimliğini değiştirmesine neden olduğuna işarettir. Kâfir ve fâsık kimse vahye kulak
verir ve onun hakkında tefekkür ederse, Allah onunla egosu arasına girip ona doğru
yolu gösterecek ve cennetine kılavuzlayacaktır.
25-26. âyetlerde de mü’minlerin savaş şartlarında takınmaları gereken tavırlara
vurgu yapılıp, Allah'ın kendilerine yardım edeceği ifade edilmektedir.
26. âyetteki, Ve hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf
bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz da O [Allah],
şükredersiniz diye barındırmıştı, sizi yardımıyla desteklemişti ve size temiz-hoş
şeylerden rızıklar vermişti ifadesi ile, mü’minlere geçmişte yaşadıkları korku ve
baskılar hatırlatılarak onlardan yaşadıkları hayatın değerlendirmesini yapmaları
istenmektedir.
25. âyetteki, Sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmeyen fitneler ifadesiyle,
insanları ateşe atan ihtilâf, çekişme, karışıklık, kafaları karıştırmak, düzeni bozmak,
anarşi çıkarmak gibi toplumsal fitneler kasdedilmektedir. Çünkü bu fitne, sınır
tanımaz. Böyle bir durumda sadece günahkârlar değil, nemelazımcı kimseler de
azaba uğrarlar.
Bu durum çevre sağlığı ile örneklenebilir: Çevreyi kirleten bir kimseye
müdahale edilmediğinde, kirlilik yayılır ve tüm kenti etkiler. Bunun zararı da,
sadece kirleten kişiyle sınırlı kalmaz, orada yaşayan herkese dokunur.
Aynı durum ahlâk ve kültür dejenerasyonu açısından da ele alınabilir: Bir
kişinin yaptığı ahlâksızlıkların, zaman içinde kenti, hatta ülkeyi bile sardığına tanık
olunmaktadır. Lût kavmi buna güzel bir örnektir; birkaç kişiyle başlayan cinsel
sapmalar zamanla tüm kavmi sarmış ve onların sonlarını hazırlamıştır.
27,28
Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile
kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve
evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden çıkaracak birer varlık
olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin.
Bu âyetlerde mü’minler, Allah'a ve Elçi’ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi
emanetlerinize de ihânet etmeyin buyurularak uyarılmakta ve kendilerine, Şüphesiz
mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle fitne olduğunu ve kesinlikle de Allah
katında çok büyük ecir olduğunu bilin vaadi yapılmaktadır.
Müslümanlar mal-mülk ve emanetler konusunda bir hâinlik yapmış olmalılar ki
bu uyarıya muhatap olmuşlardır:
Rivâyet edildiğine göre, bu âyet-i kerîme, Ebû Lubâbe b. Abdu'l-Münzir'in Kurayzaoğulları'na
kesileceklerini işaret edip bildirmesi üzerine nâzil olmuştur. Ebû Lubâbe der ki: “Allah'a yemin
ederim, ayaklarımı yerimden hareket ettirmeden ben Allah'a ve Rasûlü'ne hâinlik ettiğimi anladım.
Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.” Bu âyet-i kerîme nâzil olunca, Ebû Lubâbe kendisini
mescidin direklerinden birisine bağlayarak şöyle dedi: “Allah'a yemin ederim, ölünceye yahut da
Allah tevbemi kabul edinceye kadar ne bir şey yiyeceğim, ne de bir şey içeceğim.” Buna dair haber
meşhurdur.25
Bir diğer görüşe göre âyet-i kerîme, onların Peygamber'den (s.a) herhangi bir şeyi işitip bunu
müşriklere ulaştırmaları ve yaygınlaştırmaları üzerine nâzil olmuştur.26
İbn Abbâs şöyle demiştir: “Bu âyet, Ebû Lubâbe hakkında nâzil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a),
Ebû Lubâbe'yı, Kurayzaoğulları'nı muhasara altına almak maksadıyla onlara yollamıştı. Ebû
25
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
26
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
25
Lubâbe'nin çoluk-çocuğu ise, Kurayzaoğulları'nın içinde bulunuyordu. Bunun üzerine
Kurayzaoğulları, “Ey Ebû Lubâbe! Ne dersin, Sa‘d ibn Mu‘âz'ın hakkımızda vermiş olduğu hükmü
kabul edelim mi?” deyince, Ebû Lubâbe boğazına işaret ederek, “Bu bir intihardır, sakın bunu
yapmayın” demek istemiştir. Böylece, bu hareket tarzı, Ebû Lubâbe'den, Allah ve O'nun Rasûlü'ne
karşı bir hâinlik olmak üzere sâdır olmuştur.”27
Süddî şöyle demektedir: “Onlar, Hz. Peygamber'den (s.a) bir şey dinliyor ve bunu ifşa ederek,
müşriklere intikâl ettiriyorlardı. İşte bunun üzerine, Cenâb-ı Hakk onları bundan nehyetti.”
İbn Zeyd şöyle demiştir: “Allah onları, tıpkı münâfıkların yapmış olduğu gibi, iman izhar edip,
öte yandan ise, küfürlerini gizlemek sûretiyle, hâinlikte bulunmaktan nehyetti.”
Câbir ibn Abdillah'dan şu rivâyet edilmiştir: Ebû Süfyân Mekke'den çıkınca, Hz. Peygamber
(s.a), onun çıktığını öğrendi ve onu karşılamaya niyetlendi. Bunun üzerine münâfıklardan birisi, Ebû
Süfyân'a, “Muhakkak ki Muhammed, savaşmak için karşınıza çıkacak. Binâenaleyh tedbirinizi alın!”
diye bir mektup yazınca, Allah Teâlâ bu âyeti inzâl buyurdu.
Zührî ve Kelbî, bu âyetin Hatıb b. Ebî Lubâbe hakkında nâzil olduğunu söylemişlerdir. Zira bu
sahâbî, Hz. Peygamber (s.a) Mekkelilerle savaşmak için gitmeye niyetlenince, o'nun bu niyetini
Mekkelilere yazıp bildirmişti. Bu görüşü el-Esamm nakletmiştir.28
Âyette geçen emanetler, çok kapsamlı bir terim olup fert ve toplumu, hatta tüm
dünyayı ilgilendiren boyutları vardır. Zira emanet, “kişiye muhafaza etmesi için
bırakılan tüm şeyler”dir.
Buna göre, antlaşma ve sözleşmeler, toplumda üstlenilen büyük-küçük vazifeler,
kamu malları; kişinin aklı-fikri, organları, sağlığı, gençliği, ömrü, Allah'ın dünyada
insana vermiş olduğu sistemler; ormanından, havasından suyuna, böceğinden
çiçeğine evrendeki tüm varlıklar birer emanettir.
Âyetteki emanetler'in, pasaj gereği özele indirgendiğinde, “ganimetler”i de
içerdiği söylenebilir.
Âyetteki, Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle fitne olduğunu ve
kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin ifadesiyle, malların ve
çocukların birer fitne [ateşe atan etken] olduğu hatırlatılarak şu ihtar edilmektedir:
“Dünya malı ve çocuklar, genellikle kişiyi yanlış yollara sevkeder. Kazanma ve
koruma hırsıyla insanlar birçok yanlışa tevessül ederler. Yapmaları gerekeni
yapmazlar veya yapmamaları gerekeni yaparlar. O nedenle aklınızı başınıza alın,
hataya düşmeyin.”
Aynı tarz uyarı başka âyetlerde de mevcuttur:
14
Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da
vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve
bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir.
15
Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız, sizi ateşe atabilecek imtihan aracıdır. Allah ise, büyük
ödül Kendi katında olandır.
(Teğâbün/14-15)
35
Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. Ve eritip saflaştırmak üzere, sizi Biz, şer ve hayır ile
sınarız. Ve siz, yalnız Bize döndürüleceksiniz.
(Enbiyâ/35)
27
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
28
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
26
9
Ey iman etmiş kimseler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Böyle
bir şeyi kim yaparsa, artık işte onlar, zarara, kayba uğrayıp acı çekenlerin ta kendileridir.
(Münâfikûn/9)
29
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girerseniz, O, size
hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve
sizi bağışlar. Allah çok büyük armağan sahibidir.
30
Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp
çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da
cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır.
31
Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman da, “İşittik, dilersek bunun gibisini
biz de söyleriz, bu, geçmiş toplumların efsanelerinden başka bir şey değildir”
demişlerdi.
32
Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir
hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya
bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi.
33
Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma
diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir.
Bu âyetlerde, Rasûlullah'a güven verilmekte; Mekke'deki yaşamının bazı
bölümleri hatırlatılarak müşriklerle baş edildiği gibi bunlarla da baş edileceği,
moralini yüksek tutması gerektiği bildirilmektedir. Ayrıca bu paragraf, 26. âyeti de
tefsir etmektedir.
30. âyette konu edilen tuzak ile ilgili kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:
Bu buyrukla, müşriklerin Daru'n-Nedve'de Peygamber'e (s.a) tuzak kurmak üzere yaptıkları
toplantı haber verilmektedir. Sonunda o'nu öldürmek üzere görüş birliğine vardılar. O bakımdan,
geceleyin gözetlemeye koyulup evinin kapısından çıktığı vakit o'nu öldürmek üzere gece boyunca
gözetleyip durdular. Peygamber (s.a) de Ali b. Ebî Tâlib'e yatağında uyumasını emretti, Yüce
Allah'a da, gittiği yerin izini müşriklerin bulmamaları için dua etti, Allah da onların gözlerini
görmez kıldı. Uyku onları bürümüşken çıkıp başlarına toprak saçıp gitti. Sabah olunca Ali, evden
dışarı çıkıp evde kimse olmadığını onlara haber verince, Rasûlullah'ı (s.a) ellerinden kaçırmış
olduklarını ve kurtulduğunu anladılar. Buna dair haber, siyer kitaplarında ve başka yerlerde
meşhurdur.29
İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve benzeri müfessirler şöyle demişlerdir: “Kureyş müşrikleri
Daru'n-Nedve'de müşâvere ediyorlardı. Derken bir ihtiyar kılığına girmiş olan İblis onların
yanlarına gelip, kendisinin Necidli olduğunu söyledi. Oradakilerin bazıları şunu teklif ettiler:
-- Onu [Muhammed'i] bağlayın ve o'nun başına zamanın felâketlerinin gelmesini
bekleyelim.
İblis de buna karşılık şöyle dedi:
-- Böyle yapmada bir fayda yok. Çünkü bundan dolayı o'nun kavmi öfkelenir ve kan döker.
Bazıları da şu teklifte bulundular:
-- Onu memleketinizden uzaklaştırın. Böylece o'nun eziyetinden kurtulur, rahata
kavuşursunuz.
Bunun üzerine İblis şöyle dedi:
-- Böyle yapmada da bir fayda yok. Çünkü o zaman o, etrafında bir grup toplar ve onlarla
size karşı savaşır.
Ebû Cehl ise şöyle dedi:
-- Benim görüşüm şu: Her kabileden birer adam seçip toplayalım. Onlar o'na saldırıp hep
birden kılıçlarıyla vursunlar. Böylece o'nu öldürdükleri zaman kanı bütün kabilelere
29
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
27
dağılmış olur ve Hâşimoğulları, bütün Kureyş kabileleriyle savaşmayı göze alamazlar,
bundan dolayı da o'nun diyetini/kan bedelini almaya razı olurlar.
Bunun üzerine İblis dedi ki:
-- İşte bu doğru fikir.
Cenâb-ı Allah da, Peygamberi'ne bu olayı vahiy ile bildirdi ve o'na Medîne'ye hicret etme
hususunda müsaade edip, yatağında yatmamasını emretti. İşte böylece Allah Teâlâ, Hz,
Peygamber'e (s.a) hicret hususunda izin verdi. Hz. Peygamber (s.a), Hz. Ali'ye yatağında
yatmasını emrederek şöyle dedi:
-- Cübbeme börün. Bu işten sana, hoşlanmadığın bir kötülük gelmeyecek.
Müşrikler gece boyu o'nun evini gözetlediler. Sabah olunca girip yatağına koştular.
Karşılarında Hz. Ali'yi görünce şaşıp kaldılar. Allah Teâlâ onların bu komplolarını boşa
çıkardı.30
Süneyd'in Haccâc'dan, onun da İbn Cüreyc'den rivâyetine göre Atâ şöyle demiştir: Ubeyd
ibn Umeyr'in şöyle dediğini işittim: Hz. Peygamber'i (s.a) tutup bağlamak veya öldürmek veya o'nu
çıkarmak üzere düzen kurduklarında, amcası Ebû Tâlib Hz. Peygamber'e sormuş:
-- Senin hakkında ne düzen kurduklarını biliyor musun?
Hz. Peygamber de şöyle cevap vermiş:
-- Beni büyülemek veya öldürmek veya çıkarmak istiyorlar.
Ebû Tâlib sormuş:
-- Sana bunu kim haber verdi?
Allah Rasûlü cevab vermiş:
-- Rabbim.
Ebû Tâlib şöyle demiş:
-- Senin Rabbin ne güzel Rabb. O'na hayır tavsiye et!
Allah Rasûlü şöyle karşılık vermiş:
-- Ben mi O'na hayır tavsiye edeceğim? Aksine O bana hayır tavsiye eder.
Ebû Ca‘fer ibn Cerîr der ki: Bana Muhammed ibn İsmâîl el-Basrî… Muttalib ibn Ebû
Vedâa'dan rivâyet etti ki Ebû Tâlib, Allah Rasûlü'ne (s.a) sormuş:
-- Kavmin senin hakkında ne düzen kuruyor?
Allah Rasûlü şöyle karşılık vermiş:
-- Beni büyülemek veya öldürmek veya çıkarmak istiyorlar.
Ebû Tâlib tekrar sormuş:
-- Bunu sana kim haber verdi?
Allah Rasûlü cevap vermiş:
-- Rabbim.
Ebû Tâlib şöyle demiş:
-- Senin Rabbin ne güzel Rabb. O'na hayır tavsiye et!
Hz. Peygamber de şöyle karşılık vermiş:
-- Ben mi O'na tavsiyede bulunacağım? Bilakis O bana tavsiyede bulunur.
Bunun üzerine, Hani küfredenler; seni tutup bağlamak, yahut öldürmek veya çıkarmak için
düzen kuruyorlardı... âyeti nâzil oldu.31
31-32. âyetlerdeki, Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman da, “işittik, dilersek
bunun gibisini biz de söyleriz, bu, evvelkilerin efsanelerinden başka bir şey
değildir” demişlerdi. Bir vakit de onlar, “Ey Allahım! Eğer bu Senin katından
gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır
veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi ifadeleriyle yine Mekke
dönemindeki hâdiselere gönderme yapılmıştır: Bu densizler bir zaman böyle
iddialarda da bulunmuşlardı, ama bu, bir palavradan öte geçemedi. Kendilerine
sürekli meydan okundu, fakat asla böyle bir kitap ortaya koyamadılar:
88
De ki: “Andolsun ki bugünün, yarının tüm insanları, bu Kur’ân'ın bir benzerini getirmek
üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini kesinlikle getiremezler.”
(İsrâ/88)
30
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
31
İbn Kesîr.
28
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal
88. enfal

More Related Content

What's hot

Allah'a yakın olmak
Allah'a yakın olmak Allah'a yakın olmak
Allah'a yakın olmak
AkifSamanci
 
38. sad
38. sad38. sad
sunu ödevi-hz muhammedin hayatı.pptx
sunu ödevi-hz muhammedin hayatı.pptxsunu ödevi-hz muhammedin hayatı.pptx
sunu ödevi-hz muhammedin hayatı.pptx
KemalTepecik
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Besmele
BesmeleBesmele
Besmele
AkifSamanci
 
Lise el besir
Lise el besirLise el besir
Lise el besir
Serkan Dereli
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Amellerniyetleregoredir
AmellerniyetleregoredirAmellerniyetleregoredir
AmellerniyetleregoredirBilal Gündüz
 
40.cin suresi
40.cin suresi40.cin suresi
40.cin suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Orta aserei mubessere
Orta aserei mubessereOrta aserei mubessere
Orta aserei mubessere
Serkan Dereli
 
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
DEDE OSMAN AVNİ K.S
 
Es Sadık
Es SadıkEs Sadık
Es Sadık
OmerFarukBurak
 
Kur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet BütünlüğüKur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet Bütünlüğü
smetBehicTekkanat
 
HayatıMıZda SabrıN öNemi
HayatıMıZda SabrıN öNemiHayatıMıZda SabrıN öNemi
HayatıMıZda SabrıN öNemiguest82d7cb
 
El Beşir
El BeşirEl Beşir
El Beşir
AkifSamanci
 
Lise kurandan ogutler
Lise kurandan ogutlerLise kurandan ogutler
Lise kurandan ogutler
Serkan Dereli
 
El Beşir
El BeşirEl Beşir
El Beşir
OmerFarukBurak
 

What's hot (19)

Allah'a yakın olmak
Allah'a yakın olmak Allah'a yakın olmak
Allah'a yakın olmak
 
38. sad
38. sad38. sad
38. sad
 
sunu ödevi-hz muhammedin hayatı.pptx
sunu ödevi-hz muhammedin hayatı.pptxsunu ödevi-hz muhammedin hayatı.pptx
sunu ödevi-hz muhammedin hayatı.pptx
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
Besmele
BesmeleBesmele
Besmele
 
Lise el besir
Lise el besirLise el besir
Lise el besir
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
Amellerniyetleregoredir
AmellerniyetleregoredirAmellerniyetleregoredir
Amellerniyetleregoredir
 
40.cin suresi
40.cin suresi40.cin suresi
40.cin suresi
 
Orta aserei mubessere
Orta aserei mubessereOrta aserei mubessere
Orta aserei mubessere
 
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
 
Miraç
MiraçMiraç
Miraç
 
Es Sadık
Es SadıkEs Sadık
Es Sadık
 
Kur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet BütünlüğüKur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet Bütünlüğü
 
Muharrem ve asure
Muharrem ve asureMuharrem ve asure
Muharrem ve asure
 
HayatıMıZda SabrıN öNemi
HayatıMıZda SabrıN öNemiHayatıMıZda SabrıN öNemi
HayatıMıZda SabrıN öNemi
 
El Beşir
El BeşirEl Beşir
El Beşir
 
Lise kurandan ogutler
Lise kurandan ogutlerLise kurandan ogutler
Lise kurandan ogutler
 
El Beşir
El BeşirEl Beşir
El Beşir
 

Viewers also liked

858679 cocacola
858679 cocacola858679 cocacola
858679 cocacolacmiguel7
 
Алло лікарю 83
Алло лікарю 83Алло лікарю 83
Алло лікарю 83GraphiTe2005
 
שיחת הגאולה פר' כי תישא - 836
שיחת הגאולה פר' כי תישא - 836 שיחת הגאולה פר' כי תישא - 836
שיחת הגאולה פר' כי תישא - 836
הגאולה
 
8409
84098409
8409
aagii79
 
85. ankebut suresi
85. ankebut suresi85. ankebut suresi
85. ankebut suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
860 dspi home_certification_testing
860 dspi home_certification_testing860 dspi home_certification_testing
860 dspi home_certification_testingtrilithicweb
 
845.спортивная борьба программно нормативный комплекс профильной подготовки т...
845.спортивная борьба программно нормативный комплекс профильной подготовки т...845.спортивная борьба программно нормативный комплекс профильной подготовки т...
845.спортивная борьба программно нормативный комплекс профильной подготовки т...ivanov1566334322
 
841218 Steering Brief from FCO to Thatcher (China 18-21 December 1984)
841218 Steering Brief from FCO to Thatcher (China 18-21 December 1984)841218 Steering Brief from FCO to Thatcher (China 18-21 December 1984)
841218 Steering Brief from FCO to Thatcher (China 18-21 December 1984)
Hong Kong Democratic Foundation 香港民主促進會
 
приказ оо 863 от 17 11-2010 асм икт 2-й этап
приказ оо 863 от 17 11-2010 асм икт 2-й этапприказ оо 863 от 17 11-2010 асм икт 2-й этап
приказ оо 863 от 17 11-2010 асм икт 2-й этапAirat Yusupov
 
how to check your husbands skype messages
how to check your husbands skype messageshow to check your husbands skype messages
how to check your husbands skype messages
GloriaBernard
 
8365 programacao semana_de_eng._florestal[1]
8365 programacao semana_de_eng._florestal[1]8365 programacao semana_de_eng._florestal[1]
8365 programacao semana_de_eng._florestal[1]vfalcao
 
фото к 8 марта в детском саду
фото к 8 марта в детском садуфото к 8 марта в детском саду
фото к 8 марта в детском саду
smirnovakyu
 
84 begudes i entrepans
84 begudes i entrepans84 begudes i entrepans
84 begudes i entrepansdolorsmarina
 
83226358b24a87c75e124a73df06dde0
83226358b24a87c75e124a73df06dde083226358b24a87c75e124a73df06dde0
83226358b24a87c75e124a73df06dde0Zuraida Daud
 
861 pets smokers
861 pets smokers861 pets smokers
861 pets smokers
mireille 30100
 
Israel, Japan, and Philae Probe
Israel, Japan, and Philae ProbeIsrael, Japan, and Philae Probe
Israel, Japan, and Philae Probe
News Feather
 
856.технология управления данными об изделии ч 2 (pdm система smar team выпол...
856.технология управления данными об изделии ч 2 (pdm система smar team выпол...856.технология управления данными об изделии ч 2 (pdm система smar team выпол...
856.технология управления данными об изделии ч 2 (pdm система smar team выпол...ivanov1566334322
 
MOTOTRBO - Haga de las entregas a tiempo una realidad constante
MOTOTRBO - Haga de las entregas a tiempo una realidad constanteMOTOTRBO - Haga de las entregas a tiempo una realidad constante
MOTOTRBO - Haga de las entregas a tiempo una realidad constante
Motorola Solutions LatAm
 
çàéí ñóðãàëò 8 3
çàéí ñóðãàëò 8 3çàéí ñóðãàëò 8 3
çàéí ñóðãàëò 8 3bayarchimeg
 
84672 (1)
84672 (1)84672 (1)
84672 (1)KarmenK
 

Viewers also liked (20)

858679 cocacola
858679 cocacola858679 cocacola
858679 cocacola
 
Алло лікарю 83
Алло лікарю 83Алло лікарю 83
Алло лікарю 83
 
שיחת הגאולה פר' כי תישא - 836
שיחת הגאולה פר' כי תישא - 836 שיחת הגאולה פר' כי תישא - 836
שיחת הגאולה פר' כי תישא - 836
 
8409
84098409
8409
 
85. ankebut suresi
85. ankebut suresi85. ankebut suresi
85. ankebut suresi
 
860 dspi home_certification_testing
860 dspi home_certification_testing860 dspi home_certification_testing
860 dspi home_certification_testing
 
845.спортивная борьба программно нормативный комплекс профильной подготовки т...
845.спортивная борьба программно нормативный комплекс профильной подготовки т...845.спортивная борьба программно нормативный комплекс профильной подготовки т...
845.спортивная борьба программно нормативный комплекс профильной подготовки т...
 
841218 Steering Brief from FCO to Thatcher (China 18-21 December 1984)
841218 Steering Brief from FCO to Thatcher (China 18-21 December 1984)841218 Steering Brief from FCO to Thatcher (China 18-21 December 1984)
841218 Steering Brief from FCO to Thatcher (China 18-21 December 1984)
 
приказ оо 863 от 17 11-2010 асм икт 2-й этап
приказ оо 863 от 17 11-2010 асм икт 2-й этапприказ оо 863 от 17 11-2010 асм икт 2-й этап
приказ оо 863 от 17 11-2010 асм икт 2-й этап
 
how to check your husbands skype messages
how to check your husbands skype messageshow to check your husbands skype messages
how to check your husbands skype messages
 
8365 programacao semana_de_eng._florestal[1]
8365 programacao semana_de_eng._florestal[1]8365 programacao semana_de_eng._florestal[1]
8365 programacao semana_de_eng._florestal[1]
 
фото к 8 марта в детском саду
фото к 8 марта в детском садуфото к 8 марта в детском саду
фото к 8 марта в детском саду
 
84 begudes i entrepans
84 begudes i entrepans84 begudes i entrepans
84 begudes i entrepans
 
83226358b24a87c75e124a73df06dde0
83226358b24a87c75e124a73df06dde083226358b24a87c75e124a73df06dde0
83226358b24a87c75e124a73df06dde0
 
861 pets smokers
861 pets smokers861 pets smokers
861 pets smokers
 
Israel, Japan, and Philae Probe
Israel, Japan, and Philae ProbeIsrael, Japan, and Philae Probe
Israel, Japan, and Philae Probe
 
856.технология управления данными об изделии ч 2 (pdm система smar team выпол...
856.технология управления данными об изделии ч 2 (pdm система smar team выпол...856.технология управления данными об изделии ч 2 (pdm система smar team выпол...
856.технология управления данными об изделии ч 2 (pdm система smar team выпол...
 
MOTOTRBO - Haga de las entregas a tiempo una realidad constante
MOTOTRBO - Haga de las entregas a tiempo una realidad constanteMOTOTRBO - Haga de las entregas a tiempo una realidad constante
MOTOTRBO - Haga de las entregas a tiempo una realidad constante
 
çàéí ñóðãàëò 8 3
çàéí ñóðãàëò 8 3çàéí ñóðãàëò 8 3
çàéí ñóðãàëò 8 3
 
84672 (1)
84672 (1)84672 (1)
84672 (1)
 

Similar to 88. enfal

100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
90. ahzab suresi
90. ahzab suresi90. ahzab suresi
90. ahzab suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
94. hadid suresi
94. hadid suresi94. hadid suresi
94. hadid suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Peygamber Efendimiz
Peygamber EfendimizPeygamber Efendimiz
Peygamber Efendimizhaber
 
Peygamber
PeygamberPeygamber
Peygamberhaber
 
25. kadr suresi
25. kadr suresi25. kadr suresi
25. kadr suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
24. abese suresi
24. abese suresi24. abese suresi
24. abese suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Ortaokul peygamberimizin komutanlari
Ortaokul peygamberimizin komutanlariOrtaokul peygamberimizin komutanlari
Ortaokul peygamberimizin komutanlari
serizci
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
49.kasas suresi
49.kasas suresi49.kasas suresi
49.kasas suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Peygamberimizin Savaşları
Peygamberimizin SavaşlarıPeygamberimizin Savaşları
Peygamberimizin Savaşları
AkifSamanci
 

Similar to 88. enfal (20)

100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
90. ahzab suresi
90. ahzab suresi90. ahzab suresi
90. ahzab suresi
 
94. hadid suresi
94. hadid suresi94. hadid suresi
94. hadid suresi
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 
86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
Peygamber Efendimiz
Peygamber EfendimizPeygamber Efendimiz
Peygamber Efendimiz
 
Peygamber
PeygamberPeygamber
Peygamber
 
25. kadr suresi
25. kadr suresi25. kadr suresi
25. kadr suresi
 
24. abese suresi
24. abese suresi24. abese suresi
24. abese suresi
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
Ortaokul peygamberimizin komutanlari
Ortaokul peygamberimizin komutanlariOrtaokul peygamberimizin komutanlari
Ortaokul peygamberimizin komutanlari
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
49.kasas suresi
49.kasas suresi49.kasas suresi
49.kasas suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
Peygamberimizin Savaşları
Peygamberimizin SavaşlarıPeygamberimizin Savaşları
Peygamberimizin Savaşları
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
96. ra'd suresi
96. ra'd suresi96. ra'd suresi
96. ra'd suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
95. muhammed suresi
95. muhammed suresi95. muhammed suresi
95. muhammed suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
93. zilzal suresi
93. zilzal suresi93. zilzal suresi
93. zilzal suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
92. nisa suresi
92. nisa suresi92. nisa suresi
92. nisa suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
96. ra'd suresi
96. ra'd suresi96. ra'd suresi
96. ra'd suresi
 
95. muhammed suresi
95. muhammed suresi95. muhammed suresi
95. muhammed suresi
 
93. zilzal suresi
93. zilzal suresi93. zilzal suresi
93. zilzal suresi
 
92. nisa suresi
92. nisa suresi92. nisa suresi
92. nisa suresi
 

88. enfal

  • 1. 88 (8). ENFÂL SURESİ MEDENÎ, 75 ÂYET GİRİŞ Adını birinci âyette geçen ‫[الفنفال‬enfâl] sözcüğünden alan sûre Medîne'de, hicretin ikinci yılı içerisinde Bedir savaşı sonrası inmiştir. 30-36. âyetlerin Mekkî olduğu söylenmişse de bu görüş kabul görmemiştir.1 Yerinde de görüleceği üzere bu âyetler, sûre ve paragrafın bir parçası olup, Mekke'de yaşananları konu etmektedir. Sûrenin içeriği; iman, savaş, savaş stratejisi, uluslar arası antlaşmalar ve mü’minlerin yöneticileriyle ilgili hükümler olarak özetlenebilir. Bu sûre aynı zamanda Bakara/216-218. âyetlerin tafsili mahiyetindedir. Sûrede, –Bedir adı zikredilmese de– Bedir savaşı'nın ön hazırlıkları, savaştan bazı sahneler ve savaş sonrası gelişmeler yer alır. Bedir savaşı'yla ilgili bilgi sahibi olmak sûrenin anlaşılmasına katkı sağlayacağı için detaylarına girmeden Bedir savaşı hakkında özet bir bilgi vermek istiyoruz: BEDİR SAVAŞI Medîne'nin güney-batısında şehre 120 km. uzaklıkta, Kızıldeniz'e 20 km. mesafede bulunan Bedir, Baharat Yolu konak yerlerinden biriydi. Halkı, gelip geçen yolculara verdikleri hizmet ve kurulan panayırdan elde ettikleri kazanç ile geçinirlerdi. Söz konusu savaş bu yerleşim birimi sınırları içerisinde cereyan ettiği için târihe “Bedir savaşı” olarak geçmiştir. Mekke müşrikleri, Mekke'den ayrılıp Medîne'ye yerleşen Rasûlullah ve arkadaşlarının konumlarından rahatsızlık duydukları, geleceklerinden korktukları için zaman zaman bazı çeteler yollayıp onlara zarar vermekteydiler. Ayrıca, Medîne'de Rasûlullah ve mü’minlerden rahatsız olan bir kesim vardı. Bunlar Rasûlullah ve mü’minlerin Medîne'ye gelişinden hiç memnun olmamışlardı. Bunların başında, –Rasûlullah'ın Medîne'ye davet edildiği günlerde taç giyip kral olmak üzere olan– Abdullah b. Übey b. Selül vardı. Rasûlullah'ın Medîne'ye gelişi bu planı altüst etmişti. Zira Medîne halkı Abdullah b. Übey b. Selül yerine Rasûlullah'ı devlet başkanı yapmışlardı. Halkın bu tercihi ve akrabalarından birçoğunun müslüman olması nedeniyle Abdullah b. Übey b. Selül, Müslümanlara katılmanın kendisi ve yandaşları daha uygun olacağına karar vererek görünürde müslüman oldu. Böylece Medîne'de münâfıklık hareketi başladı. Abdullah b. Übey b. Selül, aynı zamanda Mekke ileri gelenlerinin de dostuydu. Mekke yönetimindeki kinci müşrikler, Medîne'deki dostları Abdullah b. Selül ile işbirliği yaparak Rasûlullah ve arkadaşlarını Medîne'den çıkarmayı, hatta onları yok etmeyi planladılar ve Abdullah b. Übey b. Selül'e şu mektubu yazdılar: “Siz bizimkileri barındırdınız. Siz Muhammed'i ya öldürür ya yurdunuzdan çıkarırsınız; yahut biz topluca üzerinize saldırır, erkeklerinizi öldürüp kadınlarınızı esir alırız.” Bu mektuptan sonra Mekke müşrikleri ile Medîne münâfıkları işbirliği yaptılar. Buna göre Rasûlullah ve mü’minler öldürülecek veya Medîne'den sürüleceklerdi. Rasûlullah ve mü’minler bu planı öğrendiler ve karşı tedbir almaya başladılar; Medîne çevresindeki kabileleri ziyaret ediyor, onlarla dostluklar kuruyor ve barış sözleşmeleri yapıyorlar; böylece kendilerini, kentlerini ve devletlerini güvenceye 1 Suyûtî, el-İtqân. 1
  • 2. alıyorlardı. Bir taraftan da çevreyi gözetleyip denetlemeyi sürdürüyorlar, fakat kan dökmekten uzak duruyorlardı. Zira henüz savaş izni verilmemişti. İşte bu dönemde Allah mü’minler için yeni strateji belirliyor; fitne, zulüm ve yeryüzünde kargaşanın ortadan kalkması için gerektiğinde savaşmaları [ölmeleri ve öldürmeleri] gerektiğini bildiriyordu. Artık mü’minler, dinlerini, canlarını ve yurtlarını korumak için savaşmak zorundaydılar. Bu esnada Mekkeli müşrikler müslümanları tehdit ediyor, Medîne yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikler yoluyla onlara zararlar veriyorlardı. Son olarak da Mekke müşriklerinin ortaklığıyla oluşturulan ve Ebû Süfyân tarafından idare edilen bir ticaret kervanını Sûriye'ye gönderdiler; amaçları bundan elde edilen kâr ile Müslümanlara karşı hazırlık yapmak ve onlara son darbeyi indirmekti. Bunu haber alan Rasûlullah (s.a), durumu ashâbıyla istişare etti. Bu kervanın Mekke'ye ulaşmasına engel olunması kararı alındı. Bunun üzerine 305 kişiden oluşan bir ordu hazırlandı. Bu ordunun 83'ü Muhâcirlerden, 61'i Evs'den, geri kalanları da Hazrec kabilesinden idiler. 3 atları ve 70 develeri vardı. Rasûlullah müşriklerle karşılaşmak üzere Bedir kuyuları mevkiine doğru yola koyuldu. Kervanın idarecisi Ebû Süfyân, casusları aracılığıyla Rasûlullah'ın bu hazırlığını öğrendi ve hemen Mekke'ye haberci yollayıp yardım istedi. Ebû Cehl gibi ileri gelenlerin öncülüğünde 100'ü atlı, 700'ü develi, geri kalanı da piyade olmak üzere yaklaşık 1.000 kişilik bir ordu hazırlanarak Müslümanların üzerine gönderildi. Ebû Süfyân, Müslümanların Bedir'e gelmekte olduğunu öğrenince kervanın yönünü değiştirdi. Deniz tarafından Mekke'ye yollandı. Müslümanlar Bedir'e geldiğinde, kervan çoktan uzaklaşmıştı. Müslümanlar, Zefiran denilen yere geldiklerinde Mekkeli müşriklerin büyük bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduklarını öğrendiler. Biraz duraklayıp tereddüt ettiler. Çünkü onların Mekke ordusuna karşı koyacak kadar güçleri yoktu. Zaten hazırlık ve hesaplarını da kervan üzerine yapmışlardı. Rasûlullah ashâbıyla yeniden istişare etti. Kervanın peşine mi düşülmeliydi; yoksa müşrik ordusuna karşı mı durulmalıydı. Rasûlullah ve Muhâcirler ordunun karşısına çıkılması taraftarıydılar. Ensâr, Akabe beyatında Rasûlullah'ı Medîne'de korumak üzere söz verdikleri, şimdi ise Medîne dışında oldukları için Rasûlullah onlara düşüncelerini sordu. Görüşmelerden sonra onlar da Muhâcirlerle birlikte savaşmaya karar verdiler. Bu sırada Ebû Süfyân'ın başında bulunduğu kervan Mekke'ye ulaştı. Ebû Süfyân müşriklere, “Siz kervanınızı korumak için harekete geçtiniz. Kervanınız güvende olduğuna göre savaşmanıza lüzum kalmadı, geri dönün” diye haber gönderdi. Ancak çoğunluk savaşma taraftarıydı. Ebû Cehl, “Müslümanları öldürmeye bile lüzum yoktur. Ellerini bağlayıp onları tekrar Mekke'ye götüreceğiz ve böylece İslâm da bitecek” diyordu. Nihâyet 17 Ramazân [13 Mart 624] Cuma günü sabahleyin iki ordu Bedir kuyularının bulunduğu yerde karşılaştı. 2
  • 3. Mekke müşriklerinin çokluğuna rağmen Allah'ın yardımıyla zafer inananların oldu. Mekkeli müşriklerin elebaşılarının bir kısmı öldürüldü, bir kısmı esir alındı, birçok da ganimetler elde edildi. Bu zafer, Müslümanları siyasî, askerî ve iktisadî açıdan çok güçlendirdi. RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA MEAL: 1 Sana, savaşın bahşişlerinden soruyorlar. De ki: “Enfâl/savaş bahşişleri Allah ve Elçisi/ kamu içindir. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah'ın koruması altına girin, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. 2-4 Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen, O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır. 5,6 Ve onlar, gerçek açığa konduktan sonra, sanki göz göre göre –Rabbinin seni, gerçek ile evinden çıkardığı gibi, ki şüphesiz mü’minlerden bir kesim de kesinlikle hoşlanmıyorlardı– kendileri ölüme sürükleniyorlarmışçasına, gerçek hakkında seninle tartışıyorlardı. 7,8 Ve hani Allah, size, iki tâifeden birinin kesinlikle sizin olacağını vaat ediyordu. Siz ise şanı ve şerefi olmayan şeyin/çapulun kendinizin olmasını istiyordunuz. Allah da, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok etmek için kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin arkasını kesmek; hak dini geliştirmek istiyordu. 9 Hani siz, Rabbinizden yardım diliyordunuz da Rabbiniz, “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin haberci âyetle size yardım ediyorum” diye karşılık vermişti. 10 Bunu da Allah, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 11 Hani Rabbiniz, yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, kötü niyetli kişinin pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sabitleştirmek; ayaklarınızın sağlam basması için gökten üzerinize bir su indiriyordu. 12 Ve hani, Rabbin doğal güçleri programlıyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, haydin inanmış kimselere sebat verin. Ben, kâfirlerin; Kendimin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerin yüreğine korku 3
  • 4. salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak uçlarına/eklemlerine de!” 13 İşte kâfirlerin bu cezalandırılışı, Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelmeleri nedeniyledir. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı çok çetin olandır. 14 İşte artık, bunu tadın. Şüphesiz ki âhirette kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için ateşin azabı da vardır. 15 Ey iman etmiş kimseler! Toplu olarak kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler ile karşılaştığınız zaman, hemen onlara arkalarınızı dönmeyin. 16 Ve böyle bir günde her kim onlara, –tekrar dönüp çarpışmak için geri çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri hariç– arkasını dönerse, kesinlikle Allah'tan bir gazaba uğramış olur ve onun varacağı yer cehennemdir. Orası da ne kötü bir dönüş yeridir. 17 Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve mü’minleri bundan güzel bir bela ile belâlandırmak/güzelce sınamak içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. 18 İşte! Şüphesiz Allah, kâfirlerin; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin tuzağını zayıflatandır. 19 Fetih istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Ve eğer son verirseniz, bu da sizin için daha iyidir. Yok eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Her ne kadar toplumunuz çok olsa da size hiçbir şekilde, hiçbir zaman yarar sağlamayacak. Ve şüphesiz Allah, mü’minlerle beraberdir. 20 Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. İşitip dururken ondan yüz çevirmeyin! 21 Vahye kulak asmadıkları hâlde “İşittik/vahye kulak verdik” diyenler gibi de olmayın! 22 Şüphesiz yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, aklını kullanmayan şu sağırlardır, dilsizlerdir. 23 Ve eğer Allah, onlarda hayır olduğunu bilseydi kesinlikle onlara işittirirdi. Ve eğer işittirseydi yine de onlar, geri duranların ta kendisi olarak sırt dönerlerdi. 24 Ey iman etmiş kimseler! Elçi sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye karşılık verin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz, kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız. 25 Ve sadece sizden kendi benliklerine haksızlık edenlere isâbet etmeyen toplumsal ateşlerden korunun ve hiç şüphesiz Allah'ın, azabı çetin olan olduğunu bilin. 26 Ve hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz da Allah, kendinize 4
  • 5. verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye barındırmıştı, sizi yardımıyla güçlendirmişti ve size temiz-hoş şeylerden rızıklar vermişti. 27,28 Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden çıkaracak birer varlık olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin. 29 Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girerseniz, O, size hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah çok büyük armağan sahibidir. 30 Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır. 31 Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman da, “İşittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, geçmiş toplumların efsanelerinden başka bir şey değildir” demişlerdi. 32 Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi. 33 Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. 34 Ve onların, kendileri Mescid-i Harâm'ın/dokunulmaz kılınmış ilâhiyat eğitimi merkezinin ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri olmadıkları hâlde ondan menedip dururlarken Allah'ın kendilerine azap etmemesi için neleri var? Onun ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri sadece Allah'ın koruması altına girmiş kimselerdir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar. 35 Ve onların Beyt'in/Ka‘be'nin yanındaki destek vermeleri, sadece, ıslık çalmak ve el çırpmaktır, bir gösteriştir. –Öyleyse küfrettiğinizden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olduğunuzdan dolayı bu azabı tadınız!– 36,37 Şüphesiz, mallarını Allah yolundan alıkoymak için harcayan, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan o kişiler; yine onu sarf edeceklerdir. Sonra onlara, bir pişmanlık olacak, sonra da onlar, Allah'ın, murdarı temizden ayırt etmesi için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya getirmesi, sonra da topunu birden cehenneme koyması için yenileceklerdir. Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler cehenneme toplanacaklar. İşte bunlar, kayba, zarara uğrayıp acı çeken o kimselerin içinde kalanların ta kendileridir. 38 Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimselere de ki: “Eğer bu işe son verirlerse daha önce yaptıkları bağışlanacak. Yine de dönerlerse, kesinlikle önceki önderli toplumlara uygulanan kurallar devam etmiş olur.” 39 Ve insanları dinden çıkarma faaliyeti kalmayıp din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir. 40 Ve eğer onlar geri dururlarsa, artık siz, şüphesiz Allah'ın yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınız olduğunu bilin. O, ne güzel yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın, ne güzel yardımcıdır! 5
  • 6. 41 Yine, biliniz ki eğer siz Allah'a, hak ile bâtılın ayrıldığı o gün; iki ordunun karşı karşıya geldiği Bedir günü, kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman etmiş iseniz, herhangi bir şeyden ganimet olarak elinize geçirttiğimiz şeyler; artık onların beşte-biri, Allah, Elçi, yakınlığı olanlar; yurtlarından çıkarılan fakirler, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir. Ve Allah, her şeye güç yetirendir. 42 Hani siz, vâdinin yakın bir yamacında idiniz, onlar da uzak yamacında idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Şâyet onlarla sözleşmiş olsaydınız da, buluşma yerinde kesinlikle anlaşmazlık çıkarırdınız. Fakat olması gereken işi Allah'ın gerçekleştirmesi için; değişime/yıkıma uğrayan apaçık bir delil gördükten sonra yıkıma uğrasın, sağ kalanlar da yine apaçık bir delilden sonra yaşasın diye... Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. 43 Hani o vakitler Allah sana uykunda onları az gösteriyordu. Eğer Allah, onları sana çok gösterseydi kesinlikle korkmuştunuz ve savaş konusunda anlaşmazlığa düşmüştünüz. Fakat Allah güvenlik sağladı. Şüphesiz O, gönüllerde olanı en iyi bilendir. 44 Ve hani olması gereken bir işi gerçekleştirmek için, onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin gözünüze az gösteriyordu. Sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür. 45 Ey iman etmiş kimseler! Başarmanız/zafer kazanmanız için, bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çokça anın. 46 Yine Allah'a ve O'nun Elçisi'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız ve gücünüz-canınız gider. Ve sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. 47 Çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak yurtlarından çıkan ve Allah yoluna engel koyan kimseler gibi de olmayın. Ve Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır. 48,49 Hani o münâfıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, “Şu adamları dinleri aldattı” dedikleri sırada, o kötü niyetli komutan, onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara, “Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti. Sonra da, ne zaman ki iki topluluk birbirini görür oldu, o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: “Şüphesiz ben sizden uzağım. Şüphesiz ben, sizin görmediğinizi görmekteyim, şüphesiz ben, Allah'tan korkmaktayım” dedi. Ve Allah, sonuçlandırması/ cezalandırması pek şiddetli olandır. Ve her kim Allah'a işin sonucunu havale ederse bilsin ki şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 50,51 Ve sen, görevli güçlerin, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde haksızlık eden biri değildir” diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken bir görseydin. 52 Tıpkı Firavun'un yakınları ve onlardan öncekilerin gidişi gibi onlar da Allah'ın âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini tanımadılar da Allah, 6
  • 7. kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Şüphesiz ki Allah, çok güçlüdür, cezası/ sonuçlandırması çok şiddetli olandır. 53 Bu, şüphesiz bir toplum, kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah'ın, o topluma nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı ve şüphesiz Allah'ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir. 54 Tıpkı Firavun'un yakınları ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, onlar da Rablerinin âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini yalanladılar. Biz, onları günahları yüzünden değişime/yıkıma uğrattık; Firavun'un yakınlarını suda boğduk. Hepsi de kendi benliklerine haksızlık eden kimseler idiler. 55,56 Şüphesiz, Allah katında canlıların en kötüsü, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedip de iman etmeyen kimseler; kendileriyle antlaşma yaptığın hâlde her defasında antlaşmalarını bozan kimselerdir. Onlar Allah'ın koruması altına girmezler. 57 Artık onları harpte; bozuma uğratma işinde yakalarsan, ibret almaları için onlarla birlikte arkalarındaki kişileri dağıt. 58 Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri sevmez. 59 Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler, kendilerinin öne geçtiklerini de sanmasınlar. Şüphesiz onlar âciz bırakamazlar. 60 Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki onlarla, Allah'a düşman olanları, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. 61 Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de barışa yanaş! Ve Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir. 62,63 Ve eğer onlar, sana hile yapmak isterlerse, bil ki şüphesiz sana Allah yeter. O, seni Kendi yardımıyla ve mü’minlerle güçlendirendir ve mü’minlerin gönüllerini kaynaştırandır. Sen yeryüzünde ne varsa hepsini topluca harcasaydın yine de onların gönüllerini kaynaştıramazdın. Ama Allah, aralarını kaynaştırdı. Şüphesiz O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 64 Ey Peygamber! Sana ve mü’minlerden sana uyan kimselere Allah yeter! 65 Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi kişi olursa ikiyüze gâlip gelirler. Ve eğer sizden yüz olursa, şüphesiz bunlar, anlayışsız bir toplum olduklarından dolayı, kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilerden bin kişiyi yenerler. 7
  • 8. 66 Şimdi Allah, sizden hafifletti ve sizde şüphesiz bir zaaf olduğunu bildi. O hâlde sizden sabreden yüz kişi olursa ikiyüzü yenerler. Ve sizden bin olursa Allah'ın izniyle/ bilgisiyle ikibini yenerler. Ve Allah sabredenlerle beraberdir. 67 Yeryüzünde ağır basmadıkça; savaşta kesin ve tam üstünlük sağlamadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiçbir peygambere uygun değildir. Siz, dünya genişliğini istersiniz, Allah da âhireti ister. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 68 Eğer Allah'tan bir yazı olmasa idi, kesinlikle aldığınız şeylerden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. 69 Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin ve Allah'ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 70 Ey Nebi! Esirlerden elinizde olan kimselere de ki: “Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 71 Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki bundan önce onlar, Allah'a hâinlik ettiler de Allah, mü’minlere onlardan fazla imkân verdi. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 72 Kuşkusuz iman etmiş, yurtlarından göç etmiş, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan ve barındırıp yardım eden şu kimseler; evet işte bunlar, bazısı bazısının yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olanlardır. İnanan ve hicret etmeyen kimselere gelince, hicret edene kadar, onlara yakınlık söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir. 73 Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler de, birbirlerinin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlarıdır. Eğer siz de onu yapmazsanız; mü’minler olarak birbirinizin velîsi [yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları] olmazsanız, yeryüzünde büyük bir kargaşa ve insanları dinden döndürme işleri ortaya çıkar. 74 Ve iman eden, hicret eden ve Allah yolunda var gücüyle gayret eden o kimseler ile barındıran ve yardım eden kimseler; işte bunlar, gerçek mü’minlerin ta kendileridir. Bunlar için bir bağışlanma ve saygın bir rızık vardır. 75 Ve bundan sonra, inanan ve sizinle birlikte yurtlarından göç eden ve var gücüyle gayret eden kimseler; artık onlar da sizdendirler. Akraba olanlar da, Allah'ın kitabına göre, birbirlerine daha yakındırlar. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. 8
  • 9. TAHLİL: 1 Sana, savaşın bahşişlerinden soruyorlar. De ki: “Enfâl/savaş bahşişleri Allah ve Elçisi/ kamu içindir. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah'ın koruması altına girin, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. Âyetteki, sana soruyorlar… ifadesinden anlaşıldığına göre bu âyet, Müslümanlar arasında ganimetle ilgili bir çekişme olması ve bu çekişmenin Rasûlullah'a yansıtılması üzerine inmiş ve sorulan suali cevaplandırarak, Müslümanlar arasında baş gösteren çekişmeyi ortadan kaldırmıştır. Malum olduğu üzere Bedir savaşı, Müslümanların, İslâm adına yaptıkları ilk savaştır. Daha evvel Bakara sûresi'nde savaşa dair kısa bilgiler verilmiş olsa da bu savaşın olduğu dönemde savaş hukukuna dair ilkeler henüz indirilmediği için Müslümanlar, eski örfe göre hareket etmekteydiler. Önceleri bu ganimetler, ya onları ele geçiren askerlerin, ya kumandanın ya da tüm orduya sahip olan kralın olurdu. Her savaşçı eline geçirdiği ganimetin kendisine ait olmasını bekliyordu. Ama ganimete aldırmayıp düşmanı takip eden, Rasûlullah'ın çevresinde muhafızlık edenler de ganimetten pay istemekteydiler. Bu nedenle de problem ortaya çıkmış, tartışma büyümüştü. Bu hususta nasıl hareket edileceği, 41. âyette bildirilmiştir. Âyette geçen enfâl sözcüğü, ‫[فنفل‬nefl] sözcüğünün çoğuludur. Nefl ise, “asıl üzerine bir şey eklemek” demektir.2 Bu sözcük genelde “ganimet” olarak çevrilir. “Ganimet” de, yanlış olarak harbde elde edilen servet olarak anlaşılır. Hâlbuki ‫مة‬‫م‬‫[غنيم‬ğanîmet], “zahmetsiz olarak mal, başarı elde etmek” demektir.3 Eğer bu kavramlar doğru anlaşılmazsa, İslâm'ın öngördüğü savaşın amacı yanlış anlaşılır. Bazıları, savaşta elde edilen mallara, “enfâl” denilmesinin nedeninin, bunun geçmiş ümmetlere harâm iken ümmet-i Muhammed'e helâl kılınması” olduğunu iddia etmişlerdir. Bu kesinlikle yanlıştır, zira çapul yoluyla mal elde etmek, Allah'ın doğru bulmadığı bir kazanç şeklidir. 1-5 Soluk soluğa koşanlar, sonra ateş saçanlar, sonra sabahtan baskın yapanlar, derken orada tozu dumana katanlar, sonra bir topluluğun en değerli kaynaklarına, varlıklarına kadar dalanlar kanıttır ki 6 kesinlikle insan, Rabbine karşı çok nankördür, 7 kendisi de buna kesinlikle tanıktır. 8 Şüphesiz o, mal sevgisinden dolayı da kesinlikle çok katıdır. 9-11 Peki, o vurguncu insanlar, kabirlerde olanların diriltilip dışa atıldığı, göğüslerde olanların derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rablerinin kendilerine gerçekten haber verici olduğunu bilmezler mi? (Âdiyât/1-11) 2 Lisânu'l-Arab; c. 8, s. 658-660, “Nfl” mad. 3 Lisânu'l-Arab; c. 6, s. 687, “Ğnm” mad. 9
  • 10. İslâm dini, savaşa, ancak ila-yı kelimetullah, savunma ve fitneyi bertaraf için izin verir. İslâm'daki savaşın ana gayesi, fitne ve fesadın ortadan kalkıp din ve imanın güvenceye alınmasıdır. Bu hizmetler yapılırken en ufak bir çıkar düşünülmesine izin vermez. Ana hedef bu iken, savaş şartları gereği bir şeylere de sahip olunuyorsa, işte bu artı değere/gelire “nefl, enfâl, ganimet” denir. Hedef ve amaç olmamasına karşın, bu işin bahşişi mahiyetinde olan bu bahşiş, savaşçılara değil kamuya aittir. O da bunu, Allah'ın emrettiği yerlere taksim eder. Nasıl taksim edileceği de ileriki âyetlerde gelecektir. Bu âyetin iniş sebebiyle ilgili klasik eserlerde şu bilgileri bulunmaktadır: Ubâde b. es-Sâmit, rivâyetle der ki: Rasûlullah (s.a) Bedir'e çıktı. Orada düşmanla karşılaştılar. Allah düşmanı hezimete uğratınca, Müslümanlardan bir grup peşlerine takılıp onların arasından yakaladıklarını öldürdüler. Bir kesim de Rasûlullah'ın (s.a) etrafını çevirmişlerdi. Bir başka kesim ise karargâhın etrafını dolanmış ve talana koyulmuştu. Allah, düşmanı uzaklaştırıp onları takip edenler döndüklerinde şöyle dediler: “Nefel [ganimet] bizimdir. Çünkü düşmanı takip edenler bizler olduk. Allah bizim vasıtamızla onları uzaklaştırdı ve bozguna uğrattı.” Rasûlullah'ın (s.a) etrafını çevirenler de şöyle dedi: “Bu ganimetteki hakkınız bizden fazla değildir. Bilakis bu ganimet bizimdir. Rasûlullah'a (s.a) düşman ansızın herhangi bir zarar veremesin diye o'nun etrafını kuşatanlar bizler olduk.” Askerlerin karargâhını arkadan dolananlar ve talanda bulunanlar da şöyle dediler: “Siz ona bizden daha fazla hakk sahibi değilsiniz. O bizimdir. Çünkü onun etrafını kuşatan ve onu ele geçirenler bizler olduk.” Bunun üzerine Yüce Allah, Sana enfâli soruyorlar de ki: “Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür. O hâlde Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin. Eğer mü’minler iseniz Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin” buyruğunu indirdi. Rasûlullah (s.a) da aradan bir devenin iki sağımlığı arasındaki süre kadar bir zaman geçmeden ganimetleri aralarında paylaştırdı.4 Muhammed b. İshâk der ki: Bana Abdurrahman b. el-Hâris ile arkadaşlarımızdan ondan başkaları Süleymân b. Mûsâ el-Eşdak'dan anlattılar. Süleymân Mekhul'den, o, Ebû Umame el- Bahilî'den dedi ki: Ben Ubade b. es-Sa-mit'e el-Enfâl'e dair sual sordum, bana şöyle dedi: “Enfâl hakkında anlaşmazlığa düşüp de bu hususta kötü davranınca biz Bedir ashâbı hakkında nâzil oldu. Allah onu elimizden aldı ve Rasûlü'nün eline teslim etti. Rasûlullah (s.a) da onu eşit bir şekilde paylaştırdı. İşte Allah'tan korkmak [takvâ] ve Onun Rasûlü'ne itaat etmek ile aramızı düzeltmek bu idi.”5 Sahîh'de Sa‘d b. Ebî Vakkas'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah'ın (s.a) ashâbı büyük bir ganimet ele geçirdi. Ganimetler arasında bir kılıç vardı. Onu alıp Peygamber'e (s.a) götürerek şöyle dedim: “Bu kılıcı bana nefel olarak [paylaştırılacak ganimetler arasına sokmadan] ver. Ben, durumunu bildiğin kimseyim” dedim. Rasûlullah (s.a), “Onu aldığın yere geri götür” dedi. Onu aldığım yere alınan ganimetler arasına bırakmak üzere geri gittim, fakat bu sefer nefsim beni kınadı. Tekrar o'na dönüp şöyle dedim: “Onu bana ver.” Bana karşı sesini yükselterek, “Onu aldığın yere geri götür” dedi. Ben de onu alınan ganimetler arasına geri bırakmak isteği ile döndüm. Tekrar nefsim beni kınadı, yine o'na dönüp “Bunu bana ver” dedim. Yine bana yüksek bir sesle, “Onu aldığın yere geri götür” dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Sana enfâli soruyorlar. buyruğunu indirdi.6 1) Hz. Peygamber (s.a), ashâbın, Bedir Günü elde ettikleri ganimetleri hem Bedir savaşı'na katılmış olanlara, hem de katılmamış olan Müslümanlara bölüştürmüştü. Bedir savaşı'nda bulunmadığı hâlde bu ganimetten istifade edenlerin üçü Muhâcirlerden, beşi de Ensârdandı. Muhâcirlerden biri, Hz. Osman idi. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) onu, kızı hasta olduğu için, onun yanında bırakmıştı. Diğer kişi de Talha (r.a) ile Sa‘îd b. Zeyd (r.a) idi. Zira Hz. Peygamber (s.a), bu ikisini müşriklerin kervanının durumunu gözetlemeleri için göndermişti. Onlar da bunun için Şam yoluna çıkmışlardı. Ensâr'dan olan o beş kişiden birisi Ebû Lubâbe Mervan b. Abdulmünzir idi. Hz. Peygamber (s.a) onu Medîne'de kendi yerine vekil bırakmıştı. Bunlardan diğer birisi Âsim (r.a) idi. Hz. Peygamber (s.a) onu da, “Âliye”de vekil olarak bırakmıştı. Üçüncüsü, Hâris b. Hatıb olup, Hz. 4 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 5 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 6 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 10
  • 11. Peygamber (s.a) onu, Revhâ'dan, kendisine bir haber ulaştırmak üzere Amr b. Avf'a göndermişti. Bu beş kişiden dördüncüsü ise, Hâris b. es-Samt idi. O da, Revha'da hastalanıp (kalmıştı). Beşincisi ise Huvât b. Cübeyr'dir. İşte Bedir savaşı'nda bulunmadığı hâlde ganimet alan Ensâr bunlardır. Hz. Peygamber (s.a), bunlara da ganimetlerden pay verdi. Dolayısıyla diğer Müslümanlar arasında bu husus dedikoduya sebeb oldu. İşte bunun üzerine, bu âyet nâzil oldu. 2) Rivâyet olunduğuna göre, Bedir Günü genç olanlar savaştılar ve esir aldılar. Yaşlı Müslümanlar ise, Hz. Peygamber (s.a) ile birlikte gerideki saflarda beklediler. Bundan dolayı gençler, “Ganimetler bize âit. Çünkü biz vuruştuk, kâfirleri biz hezimete uğrattık” dediler. İhtiyarlar da, “Biz, sizin gerideki destekçileriniz idik. Eğer bozguna uğrasaydınız, bizim yanımıza gelip toplanacaktınız. Binâenaleyh ganimetleri, bizi dışta bırakarak almayın” dediler. İşte bundan dolayı aralarında bir çekişme meydana geldi ve âyet bunun üzerine nâzil oldu.7 İmâm Ahmed der ki: Bize Ebû Muâviye... Sa‘d ibn Ebî Vakkâs'dan rivâyet etti ki o, şöyle anlatıyor: Bedir günü olduğunda kardeşim Ümeyr öldürülmüş ve ben Sa‘îd ibn Âs'ı öldürüp kılıcını almıştım. Kılıcının ismi Zû el-Ketîfe idi. Bu kılıcı Hz. Peygamber'e (s.a) getirdim, “Git ve onu toplanan (ganimetlerin) içine at” buyurdu. Döndüm, ancak içimde kardeşimin öldürülmesi ve öldürdüğüm Sa‘îd ibn el-Âs'dan almış olduklarımın benden alınmasından ötürü ancak Allah'ın bildiği duygular vardı. Allah Rasûlü'nün (s.a) yanından azıcık ayrılmıştım ki Enfâl sûresi nâzil oldu. Allah Rasûlü (s.a) bana, “Git ve kılıcım al” buyurdu. Yine İmâm Ahmed der ki: Bize Esved ibn Âmir... Sa‘d ibn Mâlik'den rivâyet eder ki o, şöyle anlatıyor: O, “Ey Allah'ın Elçisi! Bugün Allah müşriklerden intikamını almak sûretiyle benim kinimi giderdi. Şu kılıcı bana ver” demişti. Hz. Peygamber, “Bu kılıç ne senindir, ne de benimdir. Onu koy” buyurdu. Anlatmaya şöyle devam eder: Kılıcı koydum, sonra döndüm ve, “Belki de bu kılıcı, bugün benim başıma gelenlerin başına gelmediği birisine verecek” dedim. Arkamdan birisi beni çağırdı. Ben, “Allah benim hakkımda bir şey mi indirdi?” dedim. “Kılıcı benden istemiştin. O bana âit değildi, ama Allah Rasûlü onu bana verdi. İşte kılıç senindir” dedi. Allah Teâlâ, Sana ganimetlerden sorarlar. De ki: “Ganimetler Allah'ın ve Rasûlü'nündür âyetini indirdi.8 41. âyette, ganimetlerin 1/5'i kamuya, kalanının da eşit olarak gazilere ait olduğu hükmüyle, savaş ganimetlerinin paylaştırılması hususunda bir devrim gerçekleştirildi; böylece ganimet elde etmek için savaş ortadan kaldırıldı, savaşçının ganimet için her türlü vahşete tevessülü önlendi. Bu âyetteki enfâl sözcüğü, sadece savaş ekstrasını değil; maden, define, kamu görevlilerine verilen hediyeler vs. her türlü ekstra geliri ifade eder. 2-4 Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen, O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır. 1. âyette mü’minler iseniz… buyurulmuştu. Burada ise, mü’minin nasıl olduğuna, nasıl olması lazım geldiğine açıklık getirilmektedir: Şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen ve O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, imanca güç kazanan ve yalnızca Rabb'lerine tevekkül eden kimseler, salâtı ikâme eden ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak eden kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rabb'leri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır. 7 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 8 İbn Kesîr. 11
  • 12. Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen ifadesiyle gerçek mü’minlerin birinci niteliği olarak, Allah'a haşyet duyma zikredilmiştir. Yüreklerin ürpermesi, Allah'ı gereği gibi tanımaktan geçer. Zira ancak Allah'ı gereği gibi [tüm sıfatlarıyla] tanıyanların yürekleri ürperir. Çünkü bu bilince erenler kendilerini daima O'nun huzurunda hissederler. Yüksek makam sahibinin veya çok sevip hayran olduğu birinin yanında bulunan kimse etkilenip heyecanlanır, kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpar. Ama aynı kişinin makam sahibi olduğunu bilmeyen veya hayran olduğu kişinin yanında olmasına rağmen onu tanımayan kimse etkilenmez, heyecan duymaz: 34,35 Ve Biz, her önderli toplum için, Allah'ın kendilerine hayvanların kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye bir kulluk gösteri yeri/ kulluk biçimi yaptık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah'a içtenlikle boyun eğen o kimselere müjdele. (Hacc/34-35) 27-29,31 Yine o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: “Ona Rabbinden bir alâmet/gösterge indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişileri Kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler, yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla; zihnindeki tüm soru işaretlerini gidermekle rahata kavuşur. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler; tuba; güzellikler, müjdeler ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne kılavuzluk ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz. (Ra‘d/27-31) 57 Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. (Mü’min/57) 23 Allah, sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap hâlinde indirmiştir. Ondan, Rablerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah'ın anılmasına karşı yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur. (Zümer/23) 28 İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah'tan ancak bilginler saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperirler. Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır. (Fâtır/28) 83,84 Ve onlar, Elçi'ye indirilen Kur’ânı dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar: “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabb'imizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, Allah'a ve haktan bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler. (Mâide/83,84) 12
  • 13. Yüreklerin ürpermesinin bir başka ifadesi de, “haşyet” duymadır. Haşyet ise, “bilgi ve idrakin bir sonucu olarak ortaya çıkan hayranlık ve saygının doğurduğu bir hasret kalma, uzak düşme korkusu”dur.9 Âyette, hakiki mü’minlerin ikinci niteliğine de, O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, imanca güç kazanan… ifadesiyle işaret edilerek, Allah'ın âyetlerinin onları imanca daha da kuvvetlendirdiği bildirilmiştir. İmanın güçlenmesiyle ilgili şu âyetler de dikkate alınmalıdır: 172,173 Kendilerine yara dokunduktan sonra Allah ve Elçi'nin davetine katılan kimseler; insanlar kendilerine: “Şüphesiz insanlar size karşı birlik oldular, onlardan ürperin” dediklerinde, bunun, kendilerini inanç yönünden artırdığı ve: “Allah bize yeter. O, ne güzel tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”dır!” diyen kimseler; onlardan iyileştiren, güzelleştiren ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere büyük bir ödül vardır. (Âl-i İmrân/172,173) 4 O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu/moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. (Fetih/4) 133-135 Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever. (Âl-i İmrân/135) 40,41 Rabbinin makamından korkan ve kendini boş-iğreti arzudan meneden kimseye gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir. (Nâzi‘ât/40-41) 124 Ve bir sûre indirildiği zaman, içlerinden bir kimse, “O indirilmiş sûre hanginizi iman açısından güçlendirdi?” der. Fakat iman etmiş kimselere gelince, o inen sûre, onları iman açısından ziyadeleştirmiştir; güçlendirmiştir ve onlar sürekli olarak müjdelenip duruyorlar. (Tevbe/124) 22 Mü’minler, birleşik düşman birliklerini gördükleri zaman da: “İşte bu, Allah'ın ve Elçisi'nin bize vaat ettiği şeydir. Allah ve Elçisi doğru söyledi” dediler. Bu, onlara sadece iman ve güvenlik sağlamada artış sağladı. (Ahzâb/22) Konumuz olan âyetten ve naklettiğimiz diğer âyetlerden anlaşılacağına göre, iman zayıflayıp güçlenebiliyor. Allah'ın âyetleri üzerinde tefekkür edildikçe iman güçleniyor, âyetlere duyarsızlaştıkça da zayıflıyor. 9 Tebyînu'l-Kur’ân; c. ????? 13
  • 14. 5,6 Ve onlar, gerçek açığa konduktan sonra, sanki göz göre göre –Rabbinin seni, gerçek ile evinden çıkardığı gibi, ki şüphesiz mü’minlerden bir kesim de kesinlikle hoşlanmıyorlardı– kendileri ölüme sürükleniyorlarmışçasına, gerçek hakkında seninle tartışıyorlardı. Bu âyetlerde, savaş konusunda Rasûlullah'a karşı çıkanlar ve o'nunla tartışanlar kınanmaktadır. Rasûlullah kendisine daha evvel vahyedilen âyetlerden hareketle savaşa karar verip savaşmak üzere evinden çıkmıştır. Mü’minlerden bazıları ise bu durumdan hoşlanmamışlar; sanki Rasûlullah onları zorla ölüme sürüklüyormuş gibi meseleyi tartışmaya açmışlardır. Rasûlullah'ın, o güne kadar inen âyetlerden hareketle savaşın zorunlu olduğuna ictihad etmesi sebebiyle, Rabbinin seni, gerçek ile evinden çıkardığı gibi denilmiştir ki bu, “seni savaşa Allah zorladı” demektir. 5. âyetin kendisiyle başladığı ‫[ك‬ke/gibi] edatı, daha evvel geçen bir yükleme bağlanmadığında cümle anlamsız kalır. Müfessirler bu problemi çeşitli yollarla gidermeye uğraşıp cümleyi anlaşılır kılmaya çalışmışlarsa da başaramamışlardır. Bizce tertipten kaynaklanan bu sorun, –mealde yaptığımız gibi– 5. âyet ile 6. âyetin yerlerinin değiştirmesiyle giderilebilir. 7,8 Ve hani Allah, size, iki tâifeden birinin kesinlikle sizin olacağını vaat ediyordu. Siz ise şanı ve şerefi olmayan şeyin/çapulun kendinizin olmasını istiyordunuz. Allah da, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok etmek için kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin arkasını kesmek; hak dini geliştirmek istiyordu. Bu âyetlerde, Bedir savaşı öncesi yaşanan olaylara değinilmektedir ki özeti şöyledir: Rasûlullah, müşriklerin zulümlerini engellemek için bu kervanı ele geçirmeyi planladığından Medîne'den küçük bir kuvvetle Bedir'e gitmişti. Ama yolda aldığı habere göre, kervan kaçıp kurtulmuş, kendilerinden üç kat daha faza bir ordu üstlerine gelmekteydi. 5-6. âyetlere göre Allah Elçisi'ni, kervanı ele geçirmek için değil; hakkı yerine koymak, gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok etmek üzere savaş için çıkarmıştır. Savaşçıların amacı ise, sadece kervanı ele geçirmekti. İşte âyette konu edilen olaylar, bu esnada cereyan etmiştir: Bazıları –sadece kervan için gelmeleri sebebiyle– çatışmaya girmeden dönmek istiyorlardı. Bir çoğu da, savaştan ve savaşın doğuracağı sonuçlardan korktuklarını açığa vuruyorlardı: 18 Tam tersi Biz, hakkı bâtılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın bâtıl yok olup gitmiştir. Ve Allah'a yakıştırdığınız niteliklerden dolayı size yazıklar olsun! (Enbiyâ/18) 216 Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara/216) 14
  • 15. 81 Ve de ki: “Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl yok olup gider.” (İsrâ/81) 32 Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş görmeseler de Kendi nûrunu tamamlamaya dayatıyor. 33 Allah, ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, Din'in; hepsinin üzerine çıkarması için Elçisi'ni, doğru yol kılavuzu ve hak din ile gönderendir. (Tevbe/32-33) Âyetteki, Allah da, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok emek için kâfirlerin arkasını kesmek istiyordu ifadesine göre, hedef kervan değil, müşrik ordusu olmalıydı. Çünkü savaşın amacı, çapul değil, bâtılı iptal edip yerine hakkı oturtmaktı. 9 Hani siz, Rabbinizden yardım diliyordunuz da Rabbiniz, “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin haberci âyetle size yardım ediyorum” diye karşılık vermişti. 10 Bunu da Allah, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 11 Hani Rabbiniz, yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, kötü niyetli kişinin pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sabitleştirmek; ayaklarınızın sağlam basması için gökten üzerinize bir su indiriyordu. 12 Ve hani, Rabbin doğal güçleri programlıyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, haydin inanmış kimselere sebat verin. Ben, kâfirlerin; Kendimin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak uçlarına/eklemlerine de!” 13 İşte kâfirlerin bu cezalandırılışı, Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelmeleri nedeniyledir. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı çok çetin olandır. 14 İşte artık, bunu tadın. Şüphesiz ki âhirette kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için ateşin azabı da vardır. Bedir savaşı sonrası inen bu âyetlerde, Bedir'de yaşanan olaylara değinilmektedir. 9. âyetteki, Hani siz Rabbinizden yardım diliyordunuz da O [Rabbiniz], “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin melekle size yardım ediyorum” diye icabet etmişti buyruğundaki, Şüphesiz Ben, işte art arda bin melekle size yardım ediyorum ifadesiyle, mü’minleri iman, tevhid, adalet, cihad, sabır, sebat ve âhiretteki ödüller konusunda inmiş olan binlerce Kur’ân âyeti kasdedilmiştir. Allah binlerce âyette, insanların azmasına, dünyayı zulüm ve fesada boğmasına dikkat çekmiş ve elçi gönderip kitap indirmek sûretiyle bu duruma müdahale ederek insanların akıllarını başlarına almalarını istemiştir. Elçilerinden bir kısmına hikmet de vererek onları toplumlara yönetici yapmıştır. 15
  • 16. 11-12. âyetlerdeki, Hani O [Rabbiniz], yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, şeytânın pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize bir su indiriyordu. Ve hani, Rabbin meleklere vahyediyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, hadiyin inanmış kimselere sebat verin. Ben, küfretmiş kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak uçlarına [eklemlerine] da!” ifadeleriyle Allah'ın savaş esnasındaki yardımları gözler önüne serilmektedir. Konunun daha iyi anlaşılması için bu hususla alakalı diğer âyetleri de dikkate almakta yarar vardır: 154 Sonra Allah, o kederin ardından üzerinize bir güven, sizden bir grubu örtüp bürüyen bir uyku indirdi. Bir grup da nefislerinin sevdasına düştü; Allah'a karşı gerçek dışı cahiliyet zannı olarak, zan üretiyorlardı. Onlar, “Bu işten bize bir şey var mı?” diyorlardı. –De ki: “Bütün iş Allah'a aittir.– Onlar, sana açıklamayacakları şeyleri içlerinde saklıyorlardı. Onlar, “Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Eğer siz, evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülme yazılmış olanlar kesinlikle yan gelip yatacakları [öldürülecekleri] yerlere çıkıp gidecekti.” Ve o, Allah'ın göğüslerinizdekini sınaması ve kalplerinizdekini temizlemesi içindir. Ve Allah, göğüslerinizdekini çok iyi bilendir. (Âl-i İmrân/154) 123-127 Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin. (Âl-i İmrân-123-127) Âyetlerden anlaşılan görünür yardımlar şunlardır: İslâm ordusu savaşa kararı alıp yola koyuldu. Hedef Bedir kuyularını tutmaktı. Kureyşliler de aynı amaçla hareket ediyorlardı. Bu esnada yağan yağmurla müşriklerin yolları çamur oldu, rahat yol alamadılar. Müslümanların yol güzergahı ise kumluk olduğundan yağmur yeri sertleştirdi, müşriklerin aksine rahat yürüdüler. Böylece Bedir kuyularına Rasûlullah ve ordusu Müşrik ordusundan önce varıp kuyuları kontrol altına aldılar. UYKU NİMETİ Allah'ın müdahalesiyle mü’minler o şartlarda uyumuş –ki o şartlarda uyuyabilmeleri Allah'ın bir mucizesidir–; böylece savaşın yapılacağı ertesi gün için dinlenip güçlenmişler ve kalplerinden korku gidip kendilerine güven gelmiştir. Âyette, Sizi kendisiyle temizlemek, şeytânın pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize bir su indiriyordu ifadesinde bahsedilen, yağmurun temizlediği şeytânın pisliği/zararı, zâhirî şartların aleyhlerine gözükmesinden dolayı Müslümanlarda 16
  • 17. oluşan korku, tereddüt, pişmanlık gibi duygular ile 49. âyette konu edilen, Şu adamları dinleri aldattı gibi dedikodulardır. O şartlarda uyutulmaları, yağmur sayesinde arazinin sertleşmesi ve su ihtiyaçlarının karşılanması Müslümanları zafer hususunda ümitlendirdi, korkuları yok oldu; moral kazandılar ve Allah'ın yardımından emin oldular. Târih kayıtlarına göre bu pasajda konu edilen olay şöyle gelişmiştir: Bedir Günü Rasûlullah (s.a), müşriklere baktı. 1.000 kişi olduklarını gördü. Ashâbı ise 317 kişi idi. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi (Allah'ın salat ve selâmı üzerine olsun) kıbleye yöneldi, sonra ellerini uzattı. Rabbine şöylece niyaz etmeye koyuldu: “Allahım! Bana vaadini gerçekleştir! Allahım! Bana vaad ettiğini ver. Allahım! Eğer İslâm ehlinden bu topluluğu helak edecek olursan, yeryüzünde Sana ibâdet olunmayacaktır.” O, kıbleye yönelmiş, ellerini uzatmış hâlde, Rabbine, –ridası omuzlarından düşünceye kadar– niyaza devam etti. Sonra Ebû Bekr yanına gitti, ridasını alıp omuzlarına koydu. Arkasına durup şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi! Rabbine bu kadar seslenişin yeter. Şüphesiz ki O, sana verdiği sözünü gerçekleştirecektir. Bunun üzerine Yüce Allah, Hani siz, Rabbinizden imdat istiyordunuz da, “Muhakkak Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediyorum” diye duanıza karşılık vermişti buyruğunu indirdi.10 Bedir günü Hz. Peygamber (s.a), müşriklerin sayısının 1.000; ashâbının sayısının da 300 küsur olduğunu görünce, kıbleye dönüp ellerini göğe kaldırarak, “Allahım! Bana vaad ettiğin şeyi yerine getir. Allahım! Eğer şu bir avuç insanı helak edersen, yeryüzünde Sana bir daha ibâdet olunmaz” diye dua etti. O durmadan bu duaya devam etti. Hatta ridâsı sırtından düştü. Hz. Ebû Bekr onu alıp sırtına verdi ve o'na, “Yâ Rasûlallah! Rabbine yaptığın bu dua sana yeter. Çünkü O, sana vaad ettiğini mutlaka yerine getirir” dedi. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. İki ordu karşı karşıya saf bağlayınca, Ebû Cehl, “Allahım! Hangimiz hakka daha lâyık isek, ona yardım et” dedi ve Allah'ın Rasûlü de, elini kaldırıp o yukarıdaki duasını yaptı. Âyette bahsedilen yardım isteme, mü’minler tarafından olmuştur. Çünkü Hz. Peygamber'i (s.a) yardım istemeye sevkeden sebep, ashâb için de söz konusu idi. Hatta ashâbın endişe ve korkusu, Hz. Peygamber'inkinden daha fazla idi. Bu hususta doğruya en yakın olan şöyle söylemektir: Rivâyet olunduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a) dua edip yalvardı; ashâb da o'nun duasına “âmin” dediler. Böylece içlerinden [kalben], bu dua hususunda Hz. Peygamber'e tâbi olmuş oldular. Binâenaleyh Hz. Peygamber (s.a) sesli olarak dua ettiği için, Hz. Peygamber'in dua etmiş olduğu rivâyet edildi, ashâbın dua ettiği nakledilmedi. İşte bu hususta farklı rivâyetleri bu şekilde bağdaştırmak mümkündür.11 Bu paragrafta iki kez meleklerden bahsedilmektedir. Kanaatimize göre 9. âyetteki “melekler” ile 12. âyetteki melekler birbirinden farklıdır. 9. âyette zikredilen “melekler”, ‫ئللللوك‬ [ülûk] sözcüğünün türevi olup, “haberciler” demektir ki bununla da, “Kur’ân âyetleri” kasdedilmiştir. 12. âyetteki “melekler” ise, m-l-k kökünden türemiş olup, “güçler” demektir ki bununla da “yağmur, rüzgâr, ağrı, sancı, korku, sevinç” gibi şeyler kasdedilmiştir. Melek kavramı hakkında daha evvel ayrıntılı bilgi verilmişti.12 Âyetteki, Ve hani, Rabbin meleklere vahyediyordu ifadesi, Nahl sûresi'ndeki Rabbin bal arısına vahyetti ifadesi gibi anlaşılmalıdır. “Melek” kavramı hakkında doğru bilgi sahibi olmayan kimseler, melekleri savaşa sokmuşlardır. Klasik kaynaklardan birkaç örnek nakletmekle yetiniyoruz: MELEKLERİN SAVAŞIP SAVAŞMADIĞI 10 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 11 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 12 Tebyînu'l-Kur’ân; c. ?????? 17
  • 18. Âlimler, meleklerin Bedir Günü bizzat savaşıp savaşmadıkları hususunda ihtilaf etmişlerdir: Bir kısım âlimler şöyle demişlerdir: “Cebrâîl (a.s), 500 meleği Hz. Peygamber'in ordusunun sağına indirmişti. Ordunun bu cenahında Hz. Ebû Bekr vardı. Mîkâîl (a.s) de 500 melek ile birlikte, ordunun sol cenahına indi. Burada da Hz. Ali b. Ebî Tâlib (r.a) bulunuyordu. Melekler insan şeklinde idiler ve üzerlerinde beyaz elbiseler vardı. Bu 1.000 melek, Bedir'de bizzat savaştı.”13 Meleklerin Bedir'de savaştıkları, fakat Hendek [Ahzâb] ve Huneyn savaşlarında savaşmadıkları söylenmiştir. Ebû Cehl'in, İbn Mes‘ûd'a (r.a), “Sesini duyup da kendini göremediğimiz bu şeyler nedir?” dediği, Abdullah b. Mes‘ûd'un (r.a) da, “Onlar, meleklerin sesidir” cevabını verdiği, bunun üzerine Ebû Cehl'in, “Bizi yenen siz değilsiniz, onlar” dediği rivâyet edilmiştir. Yine rivâyet edildiğine göre bir müslüman, bir müşriğin peşine düştüğünde, başının üstünde bir şakırtı duyuyordu ve birden önündeki müşriğin yuvarlanıp düştüğünü ve yüzünün paramparça olduğunu görüyordu. İşte böyle bir hâdiseyi Ensârdan biri, Hz. Peygamber'e (s.a) anlatınca, o, “Doğrusun. Bu, gökten gelen yardımdandır” buyurdu. Diğer bazı âlimler ise, meleklerin Bedir'de bizzat savaşmadıklarını, ancak Müslümanların (yanında durarak) sayılarını çoğalttıklarını ve Müslümanlara sebat verdiklerini; aksi hâlde tek bir meleğin gücünün, bütün dünyayı yok etmek için yeterli olacağını; çünkü (meselâ) Cebrâîl'in (a.s) kanadının bir teleği ile, Lût (a.s) kavminin şehirlerini ve Semûd kavminin diyarlarını alt üst ettiğini, tek bir nâra ile Sâlih (a.s) kavmini yok etmiş olduğunu söylemişlerdir.14 İbn Abbâs15 (r.a) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a), Bedir Günü çadırında oturmuş dua ediyordu. Hz. Ebû Bekr (r.a) de sağında oturuyordu. Yanında Hz. Ebû Bekr'den başka kimse yoktu. Derken Hz. Peygamber (s.a) biraz uyuklayıp uyandı. Sonra sağ eliyle Hz. Ebû Bekr'in dizine dokunarak, “Allah'ın yardım edeceğini müjdelerim. Yemin olsun ki rüyamda Cibrîl'i, atlıları yönlendirirken gördüm” dedi.16 Bu pasajdan da anlaşılacağı üzere, Allah Kendi yolunda cihad eden veya savaşan kullarına daima yardım edecek, onları muzaffer kılacaktır. Bu vaad, onlarca âyette zikredilmiştir: 7 Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7) 2 Allah, Kitap Ehli’nden Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri, toplanmanın ilki için yurtlarından çıkarandır. Siz, onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da, şüphesiz kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağına kesinkes inanıyorlardı da Allah'ın azabı, onlara hesaba katmadıkları yerden geliverdi. Ve Allah, onların yüreklerine, evlerini kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle harap edileceği korkusunu düşürdü. Ey sağduyu sahipleri! Artık ibret alın! (Haşr/2) 151 Biz, Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmalarından dolayı, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimselerin kalplerine korku salacağız. Onların varacakları yer Ateş'tir. Şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanların barınağı da ne kötüdür! (Âl-i İmrân/151) 50,51 Ve sen, görevli güçlerin, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde haksızlık eden biri değildir” diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken bir görseydin. (Enfâl/50-51) 13 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 14 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 15 Bu savaşın vukû bulduğu tarihte İbn Abbâs henüz 4 yaşında bir çocuk olup Mekke'de idi. Babası Abbâs ise Mekkeli müşriklerin ordusunda Rasûlullah ile savaştı ve esir düştü. 16 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 18
  • 19. 93 Ve Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana vahyolundu” diyenden ve “Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha yanlış; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseleri ölümün şiddetleri içindeyken, görevli güçler de onlara ellerini uzatmış, “Canlarınızı çıkarın. Bugün, Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen! (En‘âm/93) 4-6 Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir. (Muhammed/4-6) 139 Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. 140,141 Eğer size bir yara değmişse, o topluma da benzeri bir yara dokunmuştu. Ve işte o günler; Biz onları, Allah'ın sizden iman eden kimseleri bilmesi ve sizden şâhitler edinmesi, Allah'ın iman eden kimseleri arındırması, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenleri de mahvetmesi için insanlar arasında döndürür dururuz. Ve Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez. (ÂI-i İmrân/139-141) 51 Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51) 21 Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır. (Mücâdele/21) 171-173 Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/ elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” (Sâffât/171-173) Pasajın 13-14. âyetlerinde de kâfirlerin hakk ettikleri sonuca değinilmiştir. 15 Ey iman etmiş kimseler! Toplu olarak kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler ile karşılaştığınız zaman, hemen onlara arkalarınızı dönmeyin. 16 Ve böyle bir günde her kim onlara, –tekrar dönüp çarpışmak için geri çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri hariç– arkasını dönerse, kesinlikle Allah'tan bir gazaba uğramış olur ve onun varacağı yer cehennemdir. Orası da ne kötü bir dönüş yeridir. 19
  • 20. Bu âyetlerde, savaş esnasında, bir savaş taktiği olarak ya da başka bir Müslüman grubuna yardım maksadı dışında düşmana arkasını dönenlerin [savaş alanını terkedenlerin veya firar edenlerin] mutlaka cezalandırılacağı beyân edilmektedir. Burada, askerî strateji gereği ya da savaşan diğer bir gruba destek vermek amacıyla geri çekilme yasaklanmamıştır. O nedenle müslümanlar, düşmanın baskısı çok şiddetli ise, komutanın emri ile geri çekilebilirler. Yasaklanan geri çekilme, ölüm korkusuyla, panikle geri çekilme, yani kaçmadır. Her kim öyle bir günde düşmana arkasını çevirirse, Allah'tan bir gazaba uğrar ve onun varacağı yer cehennemdir. Burada konu edilen cezayı, âhirete hasretmek yanlıştır. Allah yolunda savaşmayanlar veya savaş meydanından kaçanlar dünyada da Allah'ın gazabına uğrarlar ve egemen güçlerin kontrolünde zillet içinde cehennem hayatı yaşarlar. 17 Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve mü’minleri bundan güzel bir bela ile belâlandırmak/güzelce sınamak içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. 18 İşte! Şüphesiz Allah, kâfirlerin; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin tuzağını zayıflatandır. Bu âyetlerde savaşın anlamı anlatılmaktadır: Savaşta insan kâtil olmaz. Klasik kaynaklarda bu âyetin iniş sebebine ilişkin şu bilgiler verilmiştir: Rivâyete göre Rasûlullah'ın (s.a) ashâbı, Bedir'den geri döndüklerinde her biri kendisinin yaptıklarını söz konusu etmeye başlayarak, “Ben şu kadar kişi öldürdüm, şunu yaptım, bunu yaptım” demeye koyuldu. İşte onların bu ifadelerinden karşılıklı övünme ve benzeri hâller ortaya çıktı. Bunun üzerine, öldürenin de, her şeyi takdir edenin de Yüce Allah olduğunu, kulun ise, bu işe yalnızca kesbi ve kastı ile katıldığını bildirmek için bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu âyet-i kerîme, aynı zamanda, “Kulların fiilleri kullar tarafından yaratılmaktadır” diyenlerin görüşlerini de reddetmektedir.17 Mücâhid şöyle demektedir: “Bedir Günü'nde ashâb ihtilâf ederek, biri “Ben öldürdüm!”; diğeri, “Hayır, ben öldürdüm!” deyince, Allah bu âyeti inzâl buyurdu. Yani, “bu büyük bozgun ve kırma işi, bu hasar, sizin tarafınızdan olmadı. Bu, ancak Allah'ın yardımıyla gerçekleşti” demektir. Rivâyet olunduğuna göre, Kureyş ordusu gözükünce, Allah'ın Rasûlü, “İşte, Kureyş! Bütün kibri ve fahriyle, Senin Rasûlünü yalanlamaya geliyorlar. Allahım! Senden, bana vaad ettiğini istiyorum!” dedi. Bunun üzerine Cebrâîl gelerek, “Bir avuç toprak al ve onu onlara at!” dedi. İki ordu karşı karşıya gelince, Hz. Peygamber (s.a), Hz. Ali'ye, “Bana, bu vâdinin çakıl taşlarından bir avuç ver!” dedi. (Taşı aldığında) Hz. Peygamber bunu Kureyşlilerin yüzüne atarak, “Yüzleriniz, suratlarınız değişsin, bozulsun!” dedi. Böylece, bütün müşrikler gözleriyle meşgul oldular, akabinde de bozguna uğradılar.18 Süddî der ki: Allah Rasûlü (s.a) Bedir günü Hz. Ali'ye (r.a), “Yerden bana çakıl ver”, buyurdu. Hz. Ali, üzerinde toprak olan çakılları o'na verdi de Hz. Peygamber bunu müşriklerin yüzlerine attı. Gözlerine bu topraktan bir parça girmedik hiç bir müşrik kalmadı. Sonra mü’minler peşlerine düştüler, onları ya öldürdüler ya da esir ettiler. Allah Teâlâ, Siz öldürmediniz onları, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı âyetini indirdi. Ebû Ma‘şer Medenî'nin Muhammed ibn Kays ve Muhammed ibn Ka‘b el-Kurâzî'den rivâyetine göre; onlar şöyle demişlerdir: Kavim birbirlerine yaklaştığında, Allah Rasûlü (s.a) bir avuç toprak alıp bunu kavmin [müşriklerin] yüzlerine attı ve, “Yüzleri çirkinleşsin” buyurdu. Onların hepsinin gözlerine girdi ve Allah Rasûlü'nün (s.a) ashâbı ilerleyip onların kimini öldürdü, kimini de esir etti. Onların hezimete uğramaları, Allah Rasûlü'nün (s.a) onlara bu şekilde toprak atması sebebiyle olmuştur. Allah Teâlâ da, Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı âyetini indirdi. 17 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 18 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 20
  • 21. Abdurrahmân ibn Zeyd ibn Eslem, Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı âyeti hakkında der ki: “Bu, Bedir günüdür. Allah Rasûlü (s.a) üç avuç (toprak, çakıl taşı) aldı ve bir avucunu müşriklerin sağ cenahına, bir avucunu sol cenahına, bir avucunu da ortalarına attı ve, “Yüzleri çirkinleşsin” buyurdu da hezimete uğradılar. Her ne kadar bu, Huneyn gününde vâki' olmuşsa bile Urve ibn Zübeyr, Mücâhid, İkrime, Katâde ve imamlardan bir çoğundan rivâyete göre bu, Hz. Peygamber'in (s.a) Bedir günü (müşriklerin yüzlerine toprak) atması hakkında nâzil olmuştur.19 Âyetteki, Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı ifadesiyle ilgili klasik eserlerde birtakım yakıştırmalar mevcuttur: 1) Müfessirlerin ekserisinin görüşüne göre, bu âyet-i kerîme Bedir Günü nâzil olmuştur. Bununla kasdedilen şudur: Hz. Peygamber (s.a) bir avuç toprak aldı ve onu müşriklerin yüzüne doğru serperek, “Yüzleriniz, suratlarınız değişsin, bozulsun” dedi. Bu toprak, istisnâsız olarak her bir müşriğin gözüne ve burnuna dolmuştu. Dolayısıyla bu, müşriklerin bozulmasına sebep oldu. İşte âyet-i kerîme, bu hususta nâzil olmuştur. 2) Bu âyet-i kerîme Hayber Günü nâzil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a), Hayber kalesi'nin kapısının önünde, eline yayı alıp bir ok attı. Hz. Peygamber'in bu oku, hedefini buldu ve atı üzerinde duran (kâfir) İbn Ebi'l-Hakîk'i öldürdü. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. 3) Bu âyet, Uhud Günü, Übeyy b. Halef'in öldürülmesi hakkında nâzil olmuştur. Çünkü Übeyy, Hz. Peygamber'e (s.a) çürümüş bir kemik getirerek, “Ey Muhammed! Şu çürüyüp un ufak olmuş kemiği kim diriltebilir?” demişti. Hz. Peygamber (s.a) de, “Allah diriltir! Nitekim seni de öldürecek, sonra seni yeniden diriltip cehennemine sokacaktır!” buyurdu. Übeyy b. Halef, Bedir Günü esir alındı. Fidye verip kurtulunca, Hz. Peygamber'e (s.a) “Bir atım var. Onu, birgün onun üzerinde seni öldürebilmek için hergün biraz mısır ile besleyeceğim” dedi. Hz. Peygamber (s.a) de, “Hayır, inşaallah ben seni öldüreceğim” dedi. Uhud Günü, Übeyy, işte o atı üzerinde koşuşturuyordu. Derken Hz. Peygamber'e (s.a) yakın bir yere geldi. Bazı müslümanlar, onu öldürmek için önüne dikiliverdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Geri durun” dedi ve ona doğru kargısını atarak onun bir kaburgasını kırdı. Onu müşrikler atına yükleyip götürürlerken yolda öldü. İşte bu âyet bu hususta nâzil olmuştur.20 Aslında, Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı ifadesi, bir deyimdir. Nitekim Araplar, “Allah senin için atsın” ifadesini kullanırlar ve bununla “Allah sana yardımcı olsun, sana zafer versin, senin lehine olacak işleri yapsın” anlamını kasdederler. Buradaki ifade de, “sana yardım eden, sana zafer veren Allah'tır” demektir.21 Bu âyet, Bedir'de zafer kazanan Rasûlullah ve mü’minlere bir ihtardır. Müslümanlar, bu zaferle şımarmamalıdırlar. Savaşı, birçok olağanüstü yardımlar yaratarak Allah kazanmıştır. Mü’minler, el edilen başarıyı kendilerine mal etmemeli; onun Allah'ın lütfu olduğunu bilmelidirler. Allah, Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü buyurmak sûretiyle, öldürmeyi de Kendisine izafe ederek Müslüman askerlerin “kâtil” olarak isimlendirilemeyeceğine işaret etmiştir. Zira, kamu otoritesinin emir ve izniyle yapılan meşru savaşlarda adam öldürmek, öldüreni suçlu-katil yapmaz. 18. âyetteki, İşte! Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuzağını zayıflatandır ifadesiyle, Allah'ın Bedir'de mü’minlere olan yardımına işaret edilmektedir. Allah'ın yardımı sayesinde mü’minler kâfirlerin tuzaklarını bozdular. Allah'ın yardımından şu âyetlerde de bahsedilir: 123-127 Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması 19 İbn Kesîr. 20 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 21 Kurtubî, Ebû Ubeyde, Mecâzu'l-Kur’ân'dan naklen. 21
  • 22. altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin. (Âl-i İmrân/123-127) 25 Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız. (Tevbe/25) Allah'ın savaşta mü’minlere yaptığı yardıma dair geçmiş ümmetlerden de bir örnek verebiliriz: 249 Sonra Tâlût, ordu ile ayrılınca dedi ki: “Şüphesiz Allah sizi kesinlikle bir nehirle imtihan edecek. Artık kim ondan içerse, benden değildir. Kim de, –ancak eliyle bir avuç alan başka– onu tatmaz ise, işte o bendendir.” Sonra da içlerinden pek azı hariç, ondan içtiler. Tâlût ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde İsrâîloğulları, “Bizim bugün, Câlût ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok” dediler. Allah'a kavuşacaklarına kesinlikle inananlar, “Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara gâlip gelmişlerdir. Allah, sabredenlerle beraberdir” dediler. (Bakara/249) 19 Fetih istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Ve eğer son verirseniz, bu da sizin için daha iyidir. Yok eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Her ne kadar toplumunuz çok olsa da size hiçbir şekilde, hiçbir zaman yarar sağlamayacak. Ve şüphesiz Allah, mü’minlerle beraberdir. Âyetin muhatabının kim olduğu konusunda farklı görüşler vardır; kimisi muhatabın müşrikler, kimisi mü’minler, kimisi de âyetin ilk bölümünde muhatap mü’minler, son bölümünde ise kâfirler olduğunu ileri sürmüşlerdir. Âyetin içeriği, muhatabın müşriklere olduğunu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla âyette, Fetih istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Ve eğer son verirseniz, bu da sizin için daha iyidir. Yok eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Her ne kadar toplumunuz çok olsa da size hiç bir şekilde, hiçbir zaman fayda vermeyecek. Ve şüphesiz Allah, mü’minlerle beraberdir buyurularak müşrikler uyarılmaktadır. Nitekim âyetin sebeb-i nüzûlü hakkındaki nakiller de bunu desteklemektedir: Bu, kâfirlere bir hitaptır. Çünkü onlar, zafer ve fetih istemiş ve, “Allahım! Bizden akrabalık bağını daha çok kim kesiyor, kim ötekine daha çok zulmediyor ise, Sen onu yenik düşür” diye dua etmişlerdi. Bu açıklamayı el-Hasen, Mücâhid ve başkaları yapmıştır. Onlar bu sözlerini kendi kervanlarına yardımcı olmak üzere Mekke'den çıkışları sırasında söylemişlerdi. Bunu, savaş esnasında Ebû Cehl'in söylediği de ifade edilmiştir. en-Nadr b. el-Hâris ise şöyle demişti: “Allahım! Eğer bu Senin katından gelmiş bir hakk ise, üzerimize ya gökten taş yağdır, yahut da bize acıklı bir azab gönder.” en-Nadr da Bedir'de öldürülenler arasında idi.22 22 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 22
  • 23. Rivâyet olunduğuna göre Ebû Cehl, Bedir Günü, “Allahım! İki dinin en üstün olanına ve yardıma en lâyık olanına yardım et” demiştir. Yine rivâyet olunduğuna göre o, “Allahım! Hangimiz daha fazla sıla-i rahmi kesip fısk u fücûra daldı ise, yarın onu helak et!” demiştir. Süddî şöyle demektedir: Müşrikler Bedir'e varmayı ve savaşmayı istediklerinde, Ka‘be'nin örtülerine yapışarak, “Allahım! İki ordunun en yüce ve üstün olanına; iki cemaatin en fazla hidâyette olanına; iki grubun en kerîmine ve iki dinin en üstününe yardım et!” dediler. Bunun üzerine de, Cenâb-ı Hakk bu âyeti indirdi.23 Süddî der ki: “Müşrikler, Mekke'den Bedir'e doğru çıktıklarında Ka‘be'nin örtülerine yapışmışlar, Allah'tan yardım dilemişler ve, “Ey Allahım! İki ordudan en üstün olanına, iki gruptan en şerefli olanına ve iki kabileden en hayırlı olanına yardım et” demişlerdi. Allah Teâlâ da, Eğer siz fetih istiyor idiyseniz; işte fetih size gelmiştir âyetinde, “Sizin söylediğinize muhakkak yardım ettim ki o da Muhammed'dir” (s.a) buyurur.”24 20 Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. İşitip dururken ondan yüz çevirmeyin! 21 Vahye kulak asmadıkları hâlde “İşittik/vahye kulak verdik” diyenler gibi de olmayın! 22 Şüphesiz yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, aklını kullanmayan şu sağırlardır, dilsizlerdir. 23 Ve eğer Allah, onlarda hayır olduğunu bilseydi kesinlikle onlara işittirirdi. Ve eğer işittirseydi yine de onlar, geri duranların ta kendisi olarak sırt dönerlerdi. Bu âyetlerde, mü’minler ile mü’min görünenler sergilenerek gerçek mü’minlere, o yalancı Yahûdiler ve münâfıklar gibi olmamaları uyarısı yapılmaktadır. Âyetteki, İşitmedikleri hâlde “İşittik [vahye kulak verdik]” diyenler ifadesi ile, vahyi samimiyetle dinlemeyen, işittiklerini iyice düşünmeyen, onun hakkında tefekkür etmeyen iki yüzlü kimseler kasdedilmiş; dolayısıyla da mü’minler ciddiyet ve tefekküre davet edilmişlerdir: 171 Ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişilerin hâli, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyen şeylere çoban haykırışı/ karga haykırışı yapan kimsenin hâli gibidir; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden onlar akıl da etmezler. (Bakara/171) 179 Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridir. (A‘râf/179) Âyetteki, Elçi'ye itaat ifadesiyle, “Elçi'ye bağlılık; o'nun aldığı kararlara; yaptığı içtihatlara saygılı davranmak, özellikle bu âyetin bulunduğu bağlamda, devlet reisi, ordu komutanı sıfatlarını da taşıması hasebiyle Elçi'ye askerî ve idarî alanlarda ters harekette bulunmamak” kastedilmiştir. 23 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 24 İbn Kesîr. 23
  • 24. 24 Ey iman etmiş kimseler! Elçi sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye karşılık verin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz, kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız. 25 Ve sadece sizden kendi benliklerine haksızlık edenlere isâbet etmeyen toplumsal ateşlerden korunun ve hiç şüphesiz Allah'ın, azabı çetin olan olduğunu bilin. 26 Ve hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz da Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye barındırmıştı, sizi yardımıyla güçlendirmişti ve size temiz-hoş şeylerden rızıklar vermişti. Mü’minlere hitap edilen bu âyetlerde, başarılı olabilmeleri için yapmaları gerekenler ifade edilmiş; yanlış davranışlarının sadece kendilerine değil başkalarına da zarar vereceği bildirilmiştir. Paragrafta ilk olarak Elçi'ye itaat, bağlılık sadedinde, Ey iman etmiş kimseler! O [Elçi], sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye icabet edin emri verilmiştir. Elçi'nin çağırdığı “hayat verecek şeyler”in neler olduğunu tesbit etmek için önce şu âyetlere bir göz atılmalıdır: 51 Ve bir beşer için, bir vahiy ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle/ bilgisiyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah'ın kendisine söz söylemesi olmaz. Şüphesiz O, çok yüce ve yücelticidir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır. (Şûrâ/51) 26,27 De ki: “Ey hükümranlığın hükümranı Allah'ım! Sen hükümranlığı dilediğin kimseye verirsin, dilediğin kimseden de hükümranlığı çeker alırsın, dilediğin kimseyi güçlü yaparsın, dilediğin kimseyi de alçak, rezil edersin. Hayır Senin elindedir. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin! Sen, geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın; Sen, ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Sen, dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Âl-i İmrân/27) 169-171 Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler, Allah'ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın şüphesiz, mü’minlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler. (Âl-i İmrân/169-171) 64 Ve bu iğreti dünya yaşamı, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise kesinlikle hayatın ta kendisidir. Keşke onlar, bilmiş olsalardı. (Ankebût/64) 97 Erkek-dişi, mü’min olarak kim iyi amel işlerse kesinlikle onu güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve kesinlikle onların ücretlerini, yapmış oldukları amellerin daha güzeliyle ödüllendireceğiz. (Nahl/97) Âyetlerden anlaşıldığına göre, insanlığa hayat verecek şey, “Kur’ân, iman, savaş; Allah yolunda ölmek, öldürmektir”tir. Âyetteki, Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer ifadesi, vahiylerin, insanın 24
  • 25. kimliğini değiştirmesine neden olduğuna işarettir. Kâfir ve fâsık kimse vahye kulak verir ve onun hakkında tefekkür ederse, Allah onunla egosu arasına girip ona doğru yolu gösterecek ve cennetine kılavuzlayacaktır. 25-26. âyetlerde de mü’minlerin savaş şartlarında takınmaları gereken tavırlara vurgu yapılıp, Allah'ın kendilerine yardım edeceği ifade edilmektedir. 26. âyetteki, Ve hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz da O [Allah], şükredersiniz diye barındırmıştı, sizi yardımıyla desteklemişti ve size temiz-hoş şeylerden rızıklar vermişti ifadesi ile, mü’minlere geçmişte yaşadıkları korku ve baskılar hatırlatılarak onlardan yaşadıkları hayatın değerlendirmesini yapmaları istenmektedir. 25. âyetteki, Sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmeyen fitneler ifadesiyle, insanları ateşe atan ihtilâf, çekişme, karışıklık, kafaları karıştırmak, düzeni bozmak, anarşi çıkarmak gibi toplumsal fitneler kasdedilmektedir. Çünkü bu fitne, sınır tanımaz. Böyle bir durumda sadece günahkârlar değil, nemelazımcı kimseler de azaba uğrarlar. Bu durum çevre sağlığı ile örneklenebilir: Çevreyi kirleten bir kimseye müdahale edilmediğinde, kirlilik yayılır ve tüm kenti etkiler. Bunun zararı da, sadece kirleten kişiyle sınırlı kalmaz, orada yaşayan herkese dokunur. Aynı durum ahlâk ve kültür dejenerasyonu açısından da ele alınabilir: Bir kişinin yaptığı ahlâksızlıkların, zaman içinde kenti, hatta ülkeyi bile sardığına tanık olunmaktadır. Lût kavmi buna güzel bir örnektir; birkaç kişiyle başlayan cinsel sapmalar zamanla tüm kavmi sarmış ve onların sonlarını hazırlamıştır. 27,28 Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden çıkaracak birer varlık olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin. Bu âyetlerde mü’minler, Allah'a ve Elçi’ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin buyurularak uyarılmakta ve kendilerine, Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle fitne olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin vaadi yapılmaktadır. Müslümanlar mal-mülk ve emanetler konusunda bir hâinlik yapmış olmalılar ki bu uyarıya muhatap olmuşlardır: Rivâyet edildiğine göre, bu âyet-i kerîme, Ebû Lubâbe b. Abdu'l-Münzir'in Kurayzaoğulları'na kesileceklerini işaret edip bildirmesi üzerine nâzil olmuştur. Ebû Lubâbe der ki: “Allah'a yemin ederim, ayaklarımı yerimden hareket ettirmeden ben Allah'a ve Rasûlü'ne hâinlik ettiğimi anladım. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.” Bu âyet-i kerîme nâzil olunca, Ebû Lubâbe kendisini mescidin direklerinden birisine bağlayarak şöyle dedi: “Allah'a yemin ederim, ölünceye yahut da Allah tevbemi kabul edinceye kadar ne bir şey yiyeceğim, ne de bir şey içeceğim.” Buna dair haber meşhurdur.25 Bir diğer görüşe göre âyet-i kerîme, onların Peygamber'den (s.a) herhangi bir şeyi işitip bunu müşriklere ulaştırmaları ve yaygınlaştırmaları üzerine nâzil olmuştur.26 İbn Abbâs şöyle demiştir: “Bu âyet, Ebû Lubâbe hakkında nâzil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a), Ebû Lubâbe'yı, Kurayzaoğulları'nı muhasara altına almak maksadıyla onlara yollamıştı. Ebû 25 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 26 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 25
  • 26. Lubâbe'nin çoluk-çocuğu ise, Kurayzaoğulları'nın içinde bulunuyordu. Bunun üzerine Kurayzaoğulları, “Ey Ebû Lubâbe! Ne dersin, Sa‘d ibn Mu‘âz'ın hakkımızda vermiş olduğu hükmü kabul edelim mi?” deyince, Ebû Lubâbe boğazına işaret ederek, “Bu bir intihardır, sakın bunu yapmayın” demek istemiştir. Böylece, bu hareket tarzı, Ebû Lubâbe'den, Allah ve O'nun Rasûlü'ne karşı bir hâinlik olmak üzere sâdır olmuştur.”27 Süddî şöyle demektedir: “Onlar, Hz. Peygamber'den (s.a) bir şey dinliyor ve bunu ifşa ederek, müşriklere intikâl ettiriyorlardı. İşte bunun üzerine, Cenâb-ı Hakk onları bundan nehyetti.” İbn Zeyd şöyle demiştir: “Allah onları, tıpkı münâfıkların yapmış olduğu gibi, iman izhar edip, öte yandan ise, küfürlerini gizlemek sûretiyle, hâinlikte bulunmaktan nehyetti.” Câbir ibn Abdillah'dan şu rivâyet edilmiştir: Ebû Süfyân Mekke'den çıkınca, Hz. Peygamber (s.a), onun çıktığını öğrendi ve onu karşılamaya niyetlendi. Bunun üzerine münâfıklardan birisi, Ebû Süfyân'a, “Muhakkak ki Muhammed, savaşmak için karşınıza çıkacak. Binâenaleyh tedbirinizi alın!” diye bir mektup yazınca, Allah Teâlâ bu âyeti inzâl buyurdu. Zührî ve Kelbî, bu âyetin Hatıb b. Ebî Lubâbe hakkında nâzil olduğunu söylemişlerdir. Zira bu sahâbî, Hz. Peygamber (s.a) Mekkelilerle savaşmak için gitmeye niyetlenince, o'nun bu niyetini Mekkelilere yazıp bildirmişti. Bu görüşü el-Esamm nakletmiştir.28 Âyette geçen emanetler, çok kapsamlı bir terim olup fert ve toplumu, hatta tüm dünyayı ilgilendiren boyutları vardır. Zira emanet, “kişiye muhafaza etmesi için bırakılan tüm şeyler”dir. Buna göre, antlaşma ve sözleşmeler, toplumda üstlenilen büyük-küçük vazifeler, kamu malları; kişinin aklı-fikri, organları, sağlığı, gençliği, ömrü, Allah'ın dünyada insana vermiş olduğu sistemler; ormanından, havasından suyuna, böceğinden çiçeğine evrendeki tüm varlıklar birer emanettir. Âyetteki emanetler'in, pasaj gereği özele indirgendiğinde, “ganimetler”i de içerdiği söylenebilir. Âyetteki, Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle fitne olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin ifadesiyle, malların ve çocukların birer fitne [ateşe atan etken] olduğu hatırlatılarak şu ihtar edilmektedir: “Dünya malı ve çocuklar, genellikle kişiyi yanlış yollara sevkeder. Kazanma ve koruma hırsıyla insanlar birçok yanlışa tevessül ederler. Yapmaları gerekeni yapmazlar veya yapmamaları gerekeni yaparlar. O nedenle aklınızı başınıza alın, hataya düşmeyin.” Aynı tarz uyarı başka âyetlerde de mevcuttur: 14 Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. 15 Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız, sizi ateşe atabilecek imtihan aracıdır. Allah ise, büyük ödül Kendi katında olandır. (Teğâbün/14-15) 35 Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. Ve eritip saflaştırmak üzere, sizi Biz, şer ve hayır ile sınarız. Ve siz, yalnız Bize döndürüleceksiniz. (Enbiyâ/35) 27 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 28 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 26
  • 27. 9 Ey iman etmiş kimseler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa, artık işte onlar, zarara, kayba uğrayıp acı çekenlerin ta kendileridir. (Münâfikûn/9) 29 Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girerseniz, O, size hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah çok büyük armağan sahibidir. 30 Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır. 31 Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman da, “İşittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, geçmiş toplumların efsanelerinden başka bir şey değildir” demişlerdi. 32 Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi. 33 Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. Bu âyetlerde, Rasûlullah'a güven verilmekte; Mekke'deki yaşamının bazı bölümleri hatırlatılarak müşriklerle baş edildiği gibi bunlarla da baş edileceği, moralini yüksek tutması gerektiği bildirilmektedir. Ayrıca bu paragraf, 26. âyeti de tefsir etmektedir. 30. âyette konu edilen tuzak ile ilgili kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır: Bu buyrukla, müşriklerin Daru'n-Nedve'de Peygamber'e (s.a) tuzak kurmak üzere yaptıkları toplantı haber verilmektedir. Sonunda o'nu öldürmek üzere görüş birliğine vardılar. O bakımdan, geceleyin gözetlemeye koyulup evinin kapısından çıktığı vakit o'nu öldürmek üzere gece boyunca gözetleyip durdular. Peygamber (s.a) de Ali b. Ebî Tâlib'e yatağında uyumasını emretti, Yüce Allah'a da, gittiği yerin izini müşriklerin bulmamaları için dua etti, Allah da onların gözlerini görmez kıldı. Uyku onları bürümüşken çıkıp başlarına toprak saçıp gitti. Sabah olunca Ali, evden dışarı çıkıp evde kimse olmadığını onlara haber verince, Rasûlullah'ı (s.a) ellerinden kaçırmış olduklarını ve kurtulduğunu anladılar. Buna dair haber, siyer kitaplarında ve başka yerlerde meşhurdur.29 İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve benzeri müfessirler şöyle demişlerdir: “Kureyş müşrikleri Daru'n-Nedve'de müşâvere ediyorlardı. Derken bir ihtiyar kılığına girmiş olan İblis onların yanlarına gelip, kendisinin Necidli olduğunu söyledi. Oradakilerin bazıları şunu teklif ettiler: -- Onu [Muhammed'i] bağlayın ve o'nun başına zamanın felâketlerinin gelmesini bekleyelim. İblis de buna karşılık şöyle dedi: -- Böyle yapmada bir fayda yok. Çünkü bundan dolayı o'nun kavmi öfkelenir ve kan döker. Bazıları da şu teklifte bulundular: -- Onu memleketinizden uzaklaştırın. Böylece o'nun eziyetinden kurtulur, rahata kavuşursunuz. Bunun üzerine İblis şöyle dedi: -- Böyle yapmada da bir fayda yok. Çünkü o zaman o, etrafında bir grup toplar ve onlarla size karşı savaşır. Ebû Cehl ise şöyle dedi: -- Benim görüşüm şu: Her kabileden birer adam seçip toplayalım. Onlar o'na saldırıp hep birden kılıçlarıyla vursunlar. Böylece o'nu öldürdükleri zaman kanı bütün kabilelere 29 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 27
  • 28. dağılmış olur ve Hâşimoğulları, bütün Kureyş kabileleriyle savaşmayı göze alamazlar, bundan dolayı da o'nun diyetini/kan bedelini almaya razı olurlar. Bunun üzerine İblis dedi ki: -- İşte bu doğru fikir. Cenâb-ı Allah da, Peygamberi'ne bu olayı vahiy ile bildirdi ve o'na Medîne'ye hicret etme hususunda müsaade edip, yatağında yatmamasını emretti. İşte böylece Allah Teâlâ, Hz, Peygamber'e (s.a) hicret hususunda izin verdi. Hz. Peygamber (s.a), Hz. Ali'ye yatağında yatmasını emrederek şöyle dedi: -- Cübbeme börün. Bu işten sana, hoşlanmadığın bir kötülük gelmeyecek. Müşrikler gece boyu o'nun evini gözetlediler. Sabah olunca girip yatağına koştular. Karşılarında Hz. Ali'yi görünce şaşıp kaldılar. Allah Teâlâ onların bu komplolarını boşa çıkardı.30 Süneyd'in Haccâc'dan, onun da İbn Cüreyc'den rivâyetine göre Atâ şöyle demiştir: Ubeyd ibn Umeyr'in şöyle dediğini işittim: Hz. Peygamber'i (s.a) tutup bağlamak veya öldürmek veya o'nu çıkarmak üzere düzen kurduklarında, amcası Ebû Tâlib Hz. Peygamber'e sormuş: -- Senin hakkında ne düzen kurduklarını biliyor musun? Hz. Peygamber de şöyle cevap vermiş: -- Beni büyülemek veya öldürmek veya çıkarmak istiyorlar. Ebû Tâlib sormuş: -- Sana bunu kim haber verdi? Allah Rasûlü cevab vermiş: -- Rabbim. Ebû Tâlib şöyle demiş: -- Senin Rabbin ne güzel Rabb. O'na hayır tavsiye et! Allah Rasûlü şöyle karşılık vermiş: -- Ben mi O'na hayır tavsiye edeceğim? Aksine O bana hayır tavsiye eder. Ebû Ca‘fer ibn Cerîr der ki: Bana Muhammed ibn İsmâîl el-Basrî… Muttalib ibn Ebû Vedâa'dan rivâyet etti ki Ebû Tâlib, Allah Rasûlü'ne (s.a) sormuş: -- Kavmin senin hakkında ne düzen kuruyor? Allah Rasûlü şöyle karşılık vermiş: -- Beni büyülemek veya öldürmek veya çıkarmak istiyorlar. Ebû Tâlib tekrar sormuş: -- Bunu sana kim haber verdi? Allah Rasûlü cevap vermiş: -- Rabbim. Ebû Tâlib şöyle demiş: -- Senin Rabbin ne güzel Rabb. O'na hayır tavsiye et! Hz. Peygamber de şöyle karşılık vermiş: -- Ben mi O'na tavsiyede bulunacağım? Bilakis O bana tavsiyede bulunur. Bunun üzerine, Hani küfredenler; seni tutup bağlamak, yahut öldürmek veya çıkarmak için düzen kuruyorlardı... âyeti nâzil oldu.31 31-32. âyetlerdeki, Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman da, “işittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, evvelkilerin efsanelerinden başka bir şey değildir” demişlerdi. Bir vakit de onlar, “Ey Allahım! Eğer bu Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi ifadeleriyle yine Mekke dönemindeki hâdiselere gönderme yapılmıştır: Bu densizler bir zaman böyle iddialarda da bulunmuşlardı, ama bu, bir palavradan öte geçemedi. Kendilerine sürekli meydan okundu, fakat asla böyle bir kitap ortaya koyamadılar: 88 De ki: “Andolsun ki bugünün, yarının tüm insanları, bu Kur’ân'ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini kesinlikle getiremezler.” (İsrâ/88) 30 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 31 İbn Kesîr. 28