4. Her gün ülkeyi yeniden kuruyoruz. ‘Ülke nasıl kurtulur?’, ‘Gerçek ve sonsuz saadet nasıl elde edilir?’in bin bir çeşit formüllerini konuşuyorduk. İşte böyle sohbetlerden birini yapıyorduk…
6. Ben îmânın inkişâfından, fertlerin eğitilip kalitelileştirilmesinden, tedricî bir yenilenmeyle hedefe varılmasından bahsediyorum.
7. Muhâtabımız ise çok heyecanlı ve sabırsız. “Allah’ım, sabır ver, ama hemen şimdi ver” diyen adam misâli, her şey bir anda olsun bitsin istiyor.
8. Sözünün bir yerinde biraz alaycı ifâdeyle, “Siz zaten hep böylesiniz. ‘Aaaa.. Ağaca bak!’, ‘Aman Allah’ım! Şu kuş ne biçim yaratılmış!’ diye insanları oyalıyorsunuz.” demesin mi?
10. Kurân âyetleri indikçe itiraz eden müşrikler, Allah’ın sinekten, arıdan, karıncadan, örümcekten bahsetmesi üzerine; ‘Allah böyle küçük şeylerden bahsetmeye tenezzül eder mi?’ diyorlardı.
11. Âyette ise buna cevap veriliyordu; “Şüphesiz ki Allah sivrisinekle veya ondan daha küçüğüyle misal vermekten çekinmez…
12. Îmân edenler onun Rablerinden gelen hak olduğunu bilirler. İnkâr edenler ise, ‘Allah bu misalle ne demek istedi?’ derler” deniyordu.
13. Yani onlar; “yüksek şeylerle ilgilenenin himmeti yüksektir, alçak işlerde meşgul olanın himmeti alçaktır.” diye düşünmüşler.
14. Kıymet ve büyüklüğün, değeri nispetinde olduğunu zannederler. Hatta küçük veya alçak bir şeyi, yüksek ve büyük şahıslara layık görmezler.
15. Onlara göre sanki büyük insanlar, kıymeti olmayan şeylere tenezzül etmez ve zayıf, küçük bir şey, o büyük değeri ve büyüklüğü kaldıramaz.
16. İşte bunlar, Cenab-ı Allah’ı da insanlara kıyas ederek diyorlar ki: "Allah, yüceliğiyle, insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile konuşmaya tenezzül eder? Ve bu küçücük ve pis şeylerden nasıl bahseder? Yüceliğine yakışır mı?"
17. Acaba onlar, Allah'ın iradesi, ilmi, kudreti gibi diğer sıfatlarının da sonsuz ve her şeyi kapsadığını bilmezler mi?
18. Ve yine bilmezler mi ki, Cenab-ı Hakkın yüceliğine ölçü, ancak bütün eserleridir; yalnız bir eseri ölçü olamaz.
19. Bundan dolayı, gayet büyük olan bu alemi, büyük bir sanatla ve büyük bir özenle yarattığı gibi, maddenin yapıtaşı diye tabir edilen zerre de O’nun kudret tezgahından çıkan bir sanat eseridir.
20. Çünkü o büyük kudretin nazarında, zerrelerle, yıldızlar birdirler.
23. Ayrıca Bazı şeylerde veya işlerde görünen hakaret, çirkinlik, eşyanın mülk tarafına aittir. Yani dış yüzüne bakar veya bizim bakışımızla öyle görünür.
24. Fakat melekut ciheti, yani içyüzü ise şeffaf ve yüksektir. Hiç bir şey kudretin ilgisinden hariç değildir.
25. Bununla birlikte, bir zerre üstünde zerrelerle yazılan bir Kur'an, uzayda yıldızlarla yazılacak Kur'an'dan güzellik yönünden aşağı değildir.
26. Ve yine bir sivrisineğin yaratılışı, san'atça filin yaratılışından aşağı değildir.
27. Kel â m sıfatı da aynen kudret sıfatı gibidir. Bir çocukla konuşup söz anlatmak, bir filozofla konuşmaktan aşağı değildir.
28. Bunları arkadaşıma anlattıktan sonra: “Senin îmânını tenzih ederim, ama îmânî tefekkürü küçümsemen bana bu âyeti ve bu manaları hatırlattı.” dedim. Bir müddet daha konuştuk, ayrıldık…
29. Îmânî tefekküre küçümseyici tavırlarla yaklaşan veya önemsemeyen dindarlarla başka zamanlarda da karşılaştık.
30. Oysa kâinat kitabını tefsir eden Kur’ân, tevhid ve tefekküre o kadar ehemmiyet veriyor ki... Bunun için derin araştırmalar yapmaya da gerek yok. Kur’ânın meâlini okuyan herkes bunu görebilir.
31. İsterseniz Kur’ân’daki sûre isimlerine bir göz atalım: Bakara, Ra’d, Nahl, Neml, Ankebut, Necm, Kamer, Hadîd, Burc, Şems, Leyl, Tîn...
32. İlk bakışta gözümüze çarpan bu isimler, “inek, gök gürültüsü, arı, karınca, örümcek, yıldız, ay, demir, burç, güneş, gece, incir” mânâlarını taşıyor.
35. Elbette incirin maddî değerine, mânâ-yı ismî olan kendisine bakan cihetine değil, onda tecellî eden isim ve sıfatlara yemin ediyor.
36. İncir o kadar büyük hikmetleri ve tefekkür derslerini taşıyor ki, onun Yaratıcısını anlatan mânâ-yı harfî yönü, üzerine yemin edilecek kadar büyük bir kıymet ve mübârekiyet kazanıyor.
37. Zaman zaman küçük şeyler için, “incir çekirdeğini bile doldurmayan şeyler” deriz. Tabiî ki, bu bakış, hacmi itibâriyledir. Oysa o çekirdek, Allah’a ettiği bin bir şehâdetle o kadar büyüktür ki, onu doldurmak mümkün olmaz.
39. “ Deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmış? Göğe bakmazlar mı, nasıl yükseltilmiş? Dağlara bakmazlar mı, nasıl dikilmiş? Yeryüzüne bakmazlar mı, nasıl yayılmış?” denerek insanlar düşünmeye sevk edilir.
41. Bir gün hizmetçisi burayı temizlerken şaşırmış. Cam çubuklar, kavanozlar, fanuslar, garip maddelerle dolu…
42. - “Paşam” demiş, “Nedir bunlar?” - “Sen bilir misin?” demiş Paşa; “Ateş nasıl yanar, su nasıl akar?” Hizmetçi cevap vermiş: - ”Bunu bilmeyecek ne var Paşam. Su ahar, ateş yahar.”
43. Donup kalan Paşa, böyle bir mantığa bir şey anlatamayacağını düşünmüş ve üstelememiş…
44. İşte etrafımızı çepeçevre kuşatan hikmet delillerine böylesine bir bilgiçlik edâsıyla yaklaşmak, aslında hiçbir şey bilmediğimizi gösterir.
45. Asıl hüner, alışkanlık ve âdiyat perdesini yırtıp, her gün gördüğümüz varlıkların ve olayların, ilah î Kudretin birer mucizesi olduğunu bilmektir…