3. Kıymetli Okuyucu,
Halk ezgileri, ezgisel buluşların ve bazen insanüstü
yaratışların harman olduğu eserlerdir. Türkülerimiz ise,
hakikati olduğu gibi görüp söylemekten asla
çekinmeyen ermiş ve cesur kimselerin söylemleridir.
Türk insanının düşünen, soran; seven, küsen; gülen,
ağlayan kalbinin içini görürüz türkülerde. Onlar bizim
romanımızdır, bizi anlatır asırlardır bizlere.
Sayfaları çevirdikçe karşınıza çıkacak olan her bir
türkü bu amaca ulaşabilme gayreti ile
gerçekleşmiştir.
Türkü sevgisi çok küçük yaşlarda başlatılmalıdır.
Türküleri seven bir çocuk, başta canlıyı sever; insanları,
toplumu sever; eşsiz bir ruh kudreti ve zenginliği kazanır.
Türküler onlara vatan sevgisi, vatanını tanıma ve tanıtma
arzusu aşılar, onların vatana hizmet duygularını geliştirir.
Aylin Furuncu
4. TÜRKÜLERİMİZ
Bazı tarihi olaylar türküler ile
dillendirilmiş ve aklımızda yer edinmiştir.
Türküler duygularımız özellikle kültürel
anlamda seslendiren türlerdir.
Türk dünyasını ve Türk kültürünü
insanlara en güzel şekilde anlatır.
Türküler hayatın adeta birer aynası gibidir
ve insanların hayatlarını çok güzel bir
şekilde yansıtır.
Türküler yaşanmışlıklar üzerine söylenir
ve bu yüzden pek çoğunun bir hikayesi
vardır. Yaşanılan anın acısını, hüznünü,
kederini, heyecanını ya da sevincini dile
dökerek dinleyenlere yansıtır. Türküler,
dönemin yaşam koşullarını ve hayatını da
içerisinde barındırdığından bizlere
kültürümüzün hemen her alanından
kesitler sunar.
6. 1900'lu yıllarda Adanalı Yiğenizade Sadi Bey
ile bir paşa kızı olan Ruhiye Hanım birbirlerine
aşık olurlar. Sadi Bey Kuleli Asker Lisesinde
öğretmenlik yapmaktadır. İki aşık biribirleriyle
evlenmek istediğini kimseye söyleyemez. Sadi
Bey, Ruhiye Hanım'ın babası tersane Nazırı
Muhittin Paşa'nın kızını ona vermeyeceğini
düşünmektedir. Ruhiye hanım aşklarını dile
getiren bir türkü söyler. Türkü hızla Adana'da
yayılır. Kızı hakkında çıkan gizli aşk söylentisi
nedeniyle paşa kzı Ruhiye Hanım'ı evden
dışarı çıkartmaz. Bu sırada Sadi Bey ile Ruhiye
Hanım'ın aşkı saraya kadar ulaşır. Bunun
üzerine paşa, kızı ile Sadi Bey'in evlenmesine
izin verir. Düğün Erenköy'de bir konakta
gerçekleşir.
Adana Köprü Başı Hikayesi
7. Adana köprü başı
Otur saraya karşı
Gel beraber gezelim
Dosta düşmana karşı
Vur çapayı çapayı
Vur kazmayı kazmayı
Kız başına bağlamış
Oyalı da ipek yazmayı
Pamuk içinde çiğit
Elinde altın divit
Hem sararmış hem
solmuş
Bir kız için bir yiğit
Vur çapayı çapayı
Vur kazmayı kazmayı
Kız başına bağlamış
da ipek yazmayı
Sözleri
8. Sırbistan ve Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne
savaş açtığı 1876 yıllarına dayanır. O dönem
Osmanlı Devleti Sırp saldırılarını durdurmak
için gösterdiği tüm çabalara rağmen büyük
devletler karşısında başarılı olamaz ve
Rusya ile bir ateşkes imzalamak zorunda
kalır. 1912 ve 1913 yıllarında ise Osmanlı
Devleti Balkan Savaşlarında binlerce
gencini kaybeder.
Balkan Savaşlarında şehit düşenlerden biri
de Hacı Bektaş'ın Barak Köyü'nden
Habip'tir. Oğullarının şehadet haberini alan
annesi ve kız kardeşi bu ağıtı yakar.
Gide Gide Bir Söğüde Dayandım
Hikayesi
9. Sözleri
Gide gide bir söğüde dayandım dayandım
O söğüdün allarına boyandım gelin boyandım
Ben o yare dağlar kadar güvendim güvendim
Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi
Ölem ben ölem ben Kurban olam ağzındaki
Dile ben gelin dile ben
Yüce dağlar size var mı zararım zararım
Yar yitirdim uğrun uğrun ararım gelin ararım
Ben o yari her gelenden sorarım sorarım
Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi
Yüce dağ başına çadır açarım
Çadırın içine güller saçarım
Ben o yari alır dağa kaçarım
Güvendiğim dallar elime geldi.
10. Bir adam şiirinde "Sana mavi güller takacağım"
demiş. Sevdiği kadın ise mavi gül istiyorum diye
ısrar etmiş.
Adamın mavi gülü yokmuş o yüzden bir çözüm
bulmuş. Çarşıya gidip mavi boya ve fırça almış.
Beyaz gülleri bir güzel maviye boyamış.
O kadar iyi boyamış ki kendi bile bu güllerin beyaz
olduğunu fark edemezmiş.
Kadınla buluşunca mavi gülü vermiş kadın da çok
sevinmiş bunun üzerine adam her buluştuklarında
ona mavi gül getireceğini söylemiş.
Biraz zaman geçmiş ve buluşacakları gün gelmiş.
Adam yine beyaz gülü maviye boyayıp buluşma
yerine gitmiş. Ama kadın gelmemiş adam da bir
daha kadını görmemiş.
Yıllar geçmiş adam iyice yaşlanmış. Mavi gülü,
boyayı ve fırçayı alıp bütün herşeyini bırakarak
ırmağın kenarında yaşamaya başlamış.
Yine yıllar geçmiş gül bozulmuş ama adam inatla
gülü maviye boyuyormuş. Eğer boyası biterse de
ziyaretine gelenlerden kasabaya gidince ona bir
teneke boya almalarını söylüyormuş.
Bir gün ziyaretine gelen köylüler adamı elinde
sımsıkı tuttuğu mavi gülle yatağında ölü bir şekilde
yatarken bulmuşlar.
Mezar taşına adamın isminin yanına mavi bir gül
yapmışlar. Köylüler gülün rengi bozulunca maviye
boyuyorlarmış.
Altın Tasta Gül Kuruttum Hikayesi
11. Sözleri
Altın tasta gül
kuruttum aman Ali'm
Yâri sinemde uyuttum
Ali'm Yâr söyledi ben
unuttum aman Ali'm
Gönül efendini buldu
Ali'm Saçı Leylâ'ya
vuruldu Evlerinin önü
nâne aman Ali'm Ben
kül oldum yâne yâne
Ali'm Ali'm sarhoş ben
divâne aman Ali'm
Gönül efendini buldu
aman Ali'm Saçı
Leylâ'ya vuruldu
12. Ela Gözlü Nazlı Yari Hikayesi
Gönlü yaralı bir ozan Ferrahi. Dediği gibi bir yar
uğruna yanıp yakılmakla geçmiş ömrü. 1934 yılında
Ceyhan'ın Kıvrık köyünde doğmuş. Asıl adı Mehmet
Ali Metin. Saz vurmaya küçük yaşlarda başlamış.
Çevrenin sevilen bir genci olmuş. Söz erliği, yanında
çalıştığı ağanın kızına sevdalanmasıyla başlıyor. Ağa
önceleri kızını Ferrahi'ye vermeye razı oluyor ama
sonraları çevrenin dedikodularının etkisiyle bundan
cayıyor.
Türkülerinden de anlaşıldığı gibi ağa kızının adı
Emine'dir. İki gönlün bir olması engellenince, alır
başını çıkar sıladan. Başlar gurbet ellerde sazıyla çile
doldurmaya. Bundan sonra Ferrahi'nin öyküsü daha
da yanıktır.
Otuz yaşlarındayken bir Aşık için en önemli şeyini,
sesini kaybeder. Sazıyla kalır bir başına. Bir ara
evlenir ve bir kızı olur. Adını "Emine" koyar. Küçük
Emine beş yaşından sonra babasının sesi, soluğu
olur. Baba çalar, küçük Emine söyler. 1960 doğumlu
olan Emine'nin söyledikleri yalnızca babasının
türküleri değildir. Daha o zamandan dağarcığında yüz
elli türkü vardır. Böylece baba-kız geçim derdini
birlikte yüklenir, birlikte paylaşırlar. Yurdumuzun
çeşitli yörelerinde yapılan Aşıklar Bayramları'na
katılırlar.
13. Sözleri
Ela gözlü nazlı yari
Görem dedim göremedim
Boş kalmıştır kavil yeri
Varam dedim varamadım
Gönlümün gülü nerede
Engeller durmaz arada
Emine'yle ben murada
Erem dedim eremedim
Şeker kaymak tatlı dili
Kınalamış nazik eli
Koynundaki gonca gülü
Derem dedim deremedim
Şahinim yok çıkam ava
Ne yaptımsa aldım hava
Kuşlar gibi ben bir yuva
Kuram dedim kuramadım
Gel derdini bana anlat
(Derdin nedir bana anlat)
Ben kimlere edem minnet
Dediler ki bağın cennet
Girem dedim giremedim
15. Saçlarını Taramışsın Hikayesi
Bundan yıllar önce bir anne-baba,
oğullarının evlenme vaktinin
geldiğini düşünüp köyden bir kız
beğenmişler. Oğulları da şehirde
yaşamış ve okumuş biri olduğu için,
kızın da çirkin olduğunu düşünerek
kabul etmemiş. Kız bunu duyunca
çok üzülmüş, peçesini çıkarmış.
Saçlarını bir güzel taramış ve sarıya
boyatmış.
Kız değiştikten sonra, en bakımlı
haliyle çocuğun önünden geçmiş.
Çocuk kızı görür görmez aşık olmuş
ve annesine bu kızla evlenmek için
yalvarmış. Annesi de o kızın,
çocuğun istemediği kız olduğunu ve
evlendiği için artık çok geç
olduğunu söylemiş.
16. Sözleri
Saçlarını taramışsın sarı renge boyamışsın
Saçlarını taramışsın sarı renge boyamışsın
Haberin var mıydı benden beni bana dolamışsın
Haberin var mıydı benden beni bana dolamışsın
Keşke seni görmeseydim gönül verip
sevmeseydim
Keşke seni görmeseydim gönül verip
sevmeseydim
Lal olsaydı ağzım dilim keşke seni demeseydim
Lal olsaydı ağzım dilim keşke çirkin
demeseydim
Yar o saçlar taranır mı sarı renge boyanır mı
Kız o saçlar taranır mı sarı renge boyanır mı
Gidip de yar ele vardın gönlüm buna dayanır mı
Gidip de yar ele vardın gönlüm buna dayanır mı
Keşke seni görmeseydim gönül verip
sevmeseydim
Keşke seni görmeseydim gönül verip
sevmeseydim
Lal olsaydı ağzım dilim keşke seni demeseydim
Lal olsaydı ağzım dilim keşke çirkin
demeseydim
17. Ziya nın Türküsü Hikayesi
Ziya yakışıklı bir delikanlıdır. Yozgat'ın
Karacalar köyündendir. Aynı köyden Fikriye
(kızlık soyadı Çevik) adlı kızı sever,
nişanlanır. Fikriye'nin babası Karacalar Köyü
imamı Ali Hoca’dır. Ali Hoca Kızıltepe
Köyüne imam durur. Ziya, sık sık nişanlısını
görmeye at sırtında gider, iki taraf da
birbirini ol¬dukça sevmektedir. Ziya bir gün
ekin sularken üşütür ve karın ağrısından
şikâyet eder. Doktora gider gelir ama fayda
bulamaz ve bir hafta içerisinde ölür. (Bir
başka söylentiye göre; Ziya Bey yakışıklı, at
düşkünü çok iyi ata binen, iyi cirit oynayan
bir yiğittir, iki köy arasında oynanan ciritte
attan düşer ve orada ölür.) Fikriye, nişanlısı
Ziya'nın ölümü karşısında duymuş olduğu
acıyı şiire döker ve Ziya Türküsü ortaya
çıkar. Ağıtın tamamı 30 kıtadır. Yozgat'ta
çok sevilen ve söylenen bir türküdür.
18. Sözleri
Çamlığın başında tüter bir tütün;
Acı gormiyenin yüreği bütün
Ziya'nın atını bazara dutun
Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler.
At üsdünde guşlar gibi dönen yar
Gendi gedip emsalleri yanan yar
Benim yarım yaylalarda oturur
Ak elini soğuk suya batırır
Demedim mi yârim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir
At üsdünde guşlar gibi dönen yar
Gendi gedip emsalleri yanan yar
Ham meyveyi kopardılar dalından
Ayırdılar beni nazlı yârimden
Demedim mi nazlı yârim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir
At üsdünde guşlar gibi dönen yar
Gendi gedip emsalleri yanan yar
19. Seferberlik yıllarında askere alınanlar, ya çok
uzun yılar sonra döner, yada hiç dönmezlermiş.
Hele bu gidilen yer Yemen ise, geri dönme ihtimali
hemen hemen hiç olmazmış.Çünkü gidenlerin çok
azı sağ olarak geri dönüyormuş. Erzincan’dan bir
delikanlı, uzun yıllar sevdiği kızla nihayet
evlenir.Gelinle bir hafta bile birlikte
kalmadan,askere alınarak yemene
gönderilir. Bunun üzerine hem gelin, hem de
kendisi çok üzülür, ama; Çare yoktur, vatan
hizmetine gidilecektir.
Askere giden delikanlıdan uzun bir zaman haber
alınamaz. Bunun üzerine kendisinin öldüğüne
kanaat getirilir. Bir süre sonrada bu delikanlının
babası,oğlunun hanımını, yani gelinini kendisiyle
evlenmeye ikna eder ve geliniyle evlenir.
Aradan birkaç sene geçer. Delikanlı bin bir türlü
meşakkat!ten sonra askerliğini bitirerek
Erzincan'a döner, köyüne gider. Evine varır ki,
hanımı ev damında hamur yoğuruyor. Hanımı
kendisini görünce şaşkınlık geçirir ve ağlamaya
başlar. Delikanlı hanımına, sevineceği yerde
neden ağladığını sorar. Hanımı iki gözü iki
çeşme,durumu olduğu gibi delikanlıya anlatır.
Delikanlı bu durum karşısında, beyninden
vurulmuşa döner. Delikanlının başına gelenlere
köy halkı da çok üzülür. Bu acıklı
durumu;Delikanlının ağzından, bu türkü ile dile
getirirler.
Yandım Hudey Hikayesi
20. Sözleri
Ev damına girdim aney,yandım hudey diley diley
Elleri hamur.
Gözünden akıyor bir sulu yağmur oy
Baba nerden aldın aney yandım hudey diley diley
Sen bu gelini
Odasına girdim kahve büşürür oy
Kınalı parmaklar aney yandım hudey diley diley
Fincan düşürür
Seni gören aşık aklın şaşurur oy
Baba nerden aldın aney, yandım hudey diley diley
Sen bu gelini
Odasına girdim namaz’a durmuş oy
Kaşları gözleri aney, yandım hudey diley diley
Kendine uymuş
Seni gören aşık aklın şaşurmuş oy
Baba nerden aldın aney, yandım hudey diley diley
Sen bu gelini
Keten köynek giymiş yakası nazük oy
Koluna yapturdum aney, yandım hudey diley diley
Altun bilezük
Öpmeye kıyamam sevmeye yazuk oy
Baba nerden aldın aney, yandım hudey diley diley
Sen bu gelini
Bacasından çıkmış ayvanın dal’ı oy
Yüzüne de vurmuş aney,yandım hudey diley diley
Yazmanın alı
İşte görünüyor dünyanın halı oy
Baba nerden aldın aney, yandım hudey diley diley
Sen bu gelini
Elleri kınalı aney, Yandım hudey dily diley
Taze gelini