3. Kıymetli Okuyucu,
Halk ezgileri, ezgisel buluşların ve bazen
insanüstü yaratışların harman olduğu
eserlerdir. Türkülerimiz ise, hakikati olduğu
gibi görüp söylemekten asla çekinmeyen
ermiş ve cesur kimselerin söylemleridir. Türk
insanının düşünen, soran; seven, küsen;
gülen, ağlayan kalbinin içini görürüz
türkülerde. Onlar bizim romanımızdır, bizi
anlatır asırlardır bizlere.
Sayfaları çevirdikçe karşınıza çıkacak olan her
bir türkü bu amaca ulaşabilme gayreti ile
gerçekleşmiştir.
Türkü sevgisi çok küçük yaşlarda
başlatılmalıdır. Türküleri seven bir çocuk, başta
canlıyı sever; insanları, toplumu sever; eşsiz bir
ruh kudreti ve zenginliği kazanır. Türküler
onlara vatan sevgisi, vatanını tanıma ve
tanıtma arzusu aşılar, onların vatana hizmet
duygularını geliştirir.
Aylin Furuncu
5. 1900'lu yıllarda Adanalı Yiğenizade Sadi Bey
ile bir paşa kızı olan Ruhiye Hanım birbirlerine
aşık olurlar. Sadi Bey Kuleli Asker Lisesinde
öğretmenlik yapmaktadır. İki aşık biribirleriyle
evlenmek istediğini kimseye söyleyemez. Sadi
Bey, Ruhiye Hanım'ın babası tersane Nazırı
Muhittin Paşa'nın kızını ona vermeyeceğini
düşünmektedir. Ruhiye hanım aşklarını dile
getiren bir türkü söyler. Türkü hızla Adana'da
yayılır. Kızı hakkında çıkan gizli aşk söylentisi
nedeniyle paşa kzı Ruhiye Hanım'ı evden
dışarı çıkartmaz. Bu sırada Sadi Bey ile Ruhiye
Hanım'ın aşkı saraya kadar ulaşır. Bunun
üzerine paşa, kızı ile Sadi Bey'in evlenmesine
izin verir. Düğün Erenköy'de bir konakta
gerçekleşir.
Adana Köprü Başı Hikayesi
6. Adana köprü başı
Otur saraya karşı
Gel beraber gezelim
Dosta düşmana karşı
Vur çapayı çapayı
Vur kazmayı kazmayı
Kız başına bağlamış
Oyalı da ipek yazmayı
Pamuk içinde çiğit
Elinde altın divit
Hem sararmış hem
solmuş
Bir kız için bir yiğit
Vur çapayı çapayı
Vur kazmayı kazmayı
Kız başına bağlamış
da ipek yazmayı
Sözleri
7. Sırbistan ve Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne
savaş açtığı 1876 yıllarına dayanır. O dönem
Osmanlı Devleti Sırp saldırılarını durdurmak
için gösterdiği tüm çabalara rağmen büyük
devletler karşısında başarılı olamaz ve
Rusya ile bir ateşkes imzalamak zorunda
kalır. 1912 ve 1913 yıllarında ise Osmanlı
Devleti Balkan Savaşlarında binlerce
gencini kaybeder.
Balkan Savaşlarında şehit düşenlerden biri
de Hacı Bektaş'ın Barak Köyü'nden
Habip'tir. Oğullarının şehadet haberini alan
annesi ve kız kardeşi bu ağıtı yakar.
Gide Gide Bir Söğüde Dayandım
Hikayesi
8. Sözleri
Gide gide bir söğüde dayandım dayandım
O söğüdün allarına boyandım gelin boyandım
Ben o yare dağlar kadar güvendim güvendim
Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi
Ölem ben ölem ben Kurban olam ağzındaki
Dile ben gelin dile ben
Yüce dağlar size var mı zararım zararım
Yar yitirdim uğrun uğrun ararım gelin ararım
Ben o yari her gelenden sorarım sorarım
Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi
Yüce dağ başına çadır açarım
Çadırın içine güller saçarım
Ben o yari alır dağa kaçarım
Güvendiğim dallar elime geldi.
9. Bir adam şiirinde "Sana mavi güller takacağım"
demiş. Sevdiği kadın ise mavi gül istiyorum diye
ısrar etmiş.
Adamın mavi gülü yokmuş o yüzden bir çözüm
bulmuş. Çarşıya gidip mavi boya ve fırça almış.
Beyaz gülleri bir güzel maviye boyamış.
O kadar iyi boyamış ki kendi bile bu güllerin beyaz
olduğunu fark edemezmiş.
Kadınla buluşunca mavi gülü vermiş kadın da çok
sevinmiş bunun üzerine adam her buluştuklarında
ona mavi gül getireceğini söylemiş.
Biraz zaman geçmiş ve buluşacakları gün gelmiş.
Adam yine beyaz gülü maviye boyayıp buluşma
yerine gitmiş. Ama kadın gelmemiş adam da bir
daha kadını görmemiş.
Yıllar geçmiş adam iyice yaşlanmış. Mavi gülü,
boyayı ve fırçayı alıp bütün herşeyini bırakarak
ırmağın kenarında yaşamaya başlamış.
Yine yıllar geçmiş gül bozulmuş ama adam inatla
gülü maviye boyuyormuş. Eğer boyası biterse de
ziyaretine gelenlerden kasabaya gidince ona bir
teneke boya almalarını söylüyormuş.
Bir gün ziyaretine gelen köylüler adamı elinde
sımsıkı tuttuğu mavi gülle yatağında ölü bir şekilde
yatarken bulmuşlar.
Mezar taşına adamın isminin yanına mavi bir gül
yapmışlar. Köylüler gülün rengi bozulunca maviye
boyuyorlarmış.
Altın Tasta Gül Kuruttum Hikayesi
10. Sözleri
Altın tasta gül
kuruttum aman Ali'm
Yâri sinemde uyuttum
Ali'm Yâr söyledi ben
unuttum aman Ali'm
Gönül efendini buldu
Ali'm Saçı Leylâ'ya
vuruldu Evlerinin önü
nâne aman Ali'm Ben
kül oldum yâne yâne
Ali'm Ali'm sarhoş ben
divâne aman Ali'm
Gönül efendini buldu
aman Ali'm Saçı
Leylâ'ya vuruldu
11. Ela Gözlü Nazlı Yari Hikayesi
Gönlü yaralı bir ozan Ferrahi. Dediği gibi bir yar
uğruna yanıp yakılmakla geçmiş ömrü. 1934 yılında
Ceyhan'ın Kıvrık köyünde doğmuş. Asıl adı Mehmet
Ali Metin. Saz vurmaya küçük yaşlarda başlamış.
Çevrenin sevilen bir genci olmuş. Söz erliği, yanında
çalıştığı ağanın kızına sevdalanmasıyla başlıyor. Ağa
önceleri kızını Ferrahi'ye vermeye razı oluyor ama
sonraları çevrenin dedikodularının etkisiyle bundan
cayıyor.
Türkülerinden de anlaşıldığı gibi ağa kızının adı
Emine'dir. İki gönlün bir olması engellenince, alır
başını çıkar sıladan. Başlar gurbet ellerde sazıyla çile
doldurmaya. Bundan sonra Ferrahi'nin öyküsü daha
da yanıktır.
Otuz yaşlarındayken bir Aşık için en önemli şeyini,
sesini kaybeder. Sazıyla kalır bir başına. Bir ara
evlenir ve bir kızı olur. Adını "Emine" koyar. Küçük
Emine beş yaşından sonra babasının sesi, soluğu
olur. Baba çalar, küçük Emine söyler. 1960 doğumlu
olan Emine'nin söyledikleri yalnızca babasının
türküleri değildir. Daha o zamandan dağarcığında yüz
elli türkü vardır. Böylece baba-kız geçim derdini
birlikte yüklenir, birlikte paylaşırlar. Yurdumuzun
çeşitli yörelerinde yapılan Aşıklar Bayramları'na
katılırlar.
12. Sözleri
Ela gözlü nazlı yari
Görem dedim göremedim
Boş kalmıştır kavil yeri
Varam dedim varamadım
Gönlümün gülü nerede
Engeller durmaz arada
Emine'yle ben murada
Erem dedim eremedim
Şeker kaymak tatlı dili
Kınalamış nazik eli
Koynundaki gonca gülü
Derem dedim deremedim
Şahinim yok çıkam ava
Ne yaptımsa aldım hava
Kuşlar gibi ben bir yuva
Kuram dedim kuramadım
Gel derdini bana anlat
(Derdin nedir bana anlat)
Ben kimlere edem minnet
Dediler ki bağın cennet
Girem dedim giremedim