5. İ Ç İ N D E K İ L E R
Sahife
Takdim ................... 7
Gazzalinin Hayatı (Yürüyen kervan) ................. 9
Önsöz................. ....................................................................... 41
İyi Huyların Fazıleu .............. 43.
İyi ve Kötü Huyların hakikati ................................ 49
İyi Ahlâkın Alâmetleri ............................................. 52
Riyazi Metcdlarla Ahlâkın Değişmesi .................. 62
İyi Huyları Elde Etmenin Yollan ............................ 69
Güzel Ahlâka Giden Yotlcrın Ayrılış Noktası ... 76
Gönül Hastalıkları ve TedaviYollan .................... 63
Şahsi Kusurları Öğrenm enin Yolları ................. 87
Gönül Hastalıklarının Esası Nefse Uym aktır
Allah'a Ulaşmanın Yolu Şehevi Arzuları
Terketmektir ............................................................... 91
Çocuk Terbiyesi ........................................................ 101
İradenin Şartları ve Riyazet Yolu ....................... 109
Çok Konuşmak ........................................................ 121
Diiin Tehlikeleri, Susm anın Fazileti ....................... 124
' Erenlerden Fıkraicr .................................................... 128
Boş Yere Konuşmak ............................................... 130
Alay Etmek ............................................. 134
Mizah, Şaka .................................................................. 136
Fuhuş, Küfür, Dil Bozukluğu ................................ 143
Husumet (Düşmanlık) ............................................... 147
Sır Açıklamak .................................................. . ......... 151
Yalan Vaad' .............................................: ............. 152
vYçJan ....................................................................... 154.
Sobrın Faziletleri .................................................... 158
6. Sahife
Sabrın Hakikati, cinası ................................... 162
Riya ve Nifak .............................................................. 163
İki Yüzlülük .............. ............................. .................... 179
Hilim ........................................................................... 182
Kibir ..................... ............ 190
Gurur 197
Af ve İhsan .................................................................. 202
Husumet ve Kızgınlık ............................................ 209
Cömertlik .................................................... 219
Cimrilik ........................................................... 226
Hırs ve Tam a .............................................................. 239
Şöhret .......................................;.............................. 244
Makam ve Mevkiİhtirası ...i.................................. 246
Gıybet 249
Nemime ................................................................... 260
Hased ........................................................................... 263
7. T A K D İ M
Ahlâk felsefesi itibariyle farkta
Gozaiî'yl kitnse geçemedi., tbal Sina
e
nosıl kendisinden sonra da eşsiz ve
nasıl felsefeden en yüksele çıkmış ve
nalefsiz kalmışsa Gazâtf de ahlâk boh-
sinde öyie oldu. Bu hususta çıkılabi-
lecek tepenin en sonuna çıkmıştı.
Butun İslâm ahiâklyatı bugüne kadar
onun yükselttiği bu yüksek noktada
duruyor.
Carre de Vsaux
Miletlerin varlığı4f|ya yokluğu İçtimaî kaidele
rine bağlıdır.
Tarihte iktisaden geri milletlerin yaşadığı gö
rülmüştür de ahlaken gerileyen milietierin yaşadı
ğı görülmemiştir. Merhum Akif'in şu mısraları ne
büyük hakikatler ihtiva eder?..
Bir de hiçbir şey gökten inmez yerden taşar
Kendi ahlâkıyla bir millet ölür yahut yaşar.
Ahlâk mücerred bir mefhum olduğundan onun
müşahhas târifi yapılamamıştır ve yapılmaz da.
Bizde ahiâk telâkkisinin esas umdesi olarak kabul
edilen pek çok değerler öbür yanda gayet normal
sayılır. Bunun zıddı da variddir.
Fakat insanlığın müşterek değerleri vardır. Ve
bu değerleri korumak da yalnız mûsiümonların de
ğil, insan olan herkesin vazifesidir. Gerçeği söyle-
yecek olursak bizim neslimiz kilitlenen ruhuyla bir
likte her şeyini; ahlâkını, imânını, örf ve âdetini de
kaybetti. Zaten bedbahtlığımız da buradan geliyor.
Yapılan hareketler, millî benliği yıkmaktan başka
hiç bir işe yaramamıştır diyenler pek de haksız de
ğildirler.
Nedir şu caddelerde sürünen kadın kılıklı söz
8. 8 İSLÂM AHLÂKİ
de erkekler?.. Nedir o insanlıktan ayrılmış et kül
çesi kız bozuntuları?..
Bütün bunlar hangi neslin ahfadı? Doksan ya
şındaki dedeyi otuz yaşındaki toruna, dokuz yaşın
daki torunu da doksan yaşındaki nineye iğrenç na
zarlarla baktıran ve baktırtan bir sistemin yetiştir
diği neslin tâ kendisi. Başka değil. Meselenin
veham&ti işte buradan geliyor. Ahlâkî çöküntüyü
hazırlayan âmillerin başında çürük bir sistemin
hegomonyasmın bulunması ve bizzat sempatizan
ları tarafından ahlâksızlığın .revaçlandırılması ge
liyor.
Bir gün gelir de ahlâki buhranımızın müseb-#•
bibîerini yargılayan bir mahkeme kurulacak olur
sa ilk önce o sistemin sorumlularını darağacına çe
kecektir.
İmam-ı Gazali bu eserinde büyük bir pedagog
olarak karşımıza dikiliyor. Hicretin 450 yılından o
büyük dehasıyla 900 yıllık istikbal perdesini ara
dan kaldırıp projöktörlerini bizim cemiyetimizin üs
tüne yöneltiyor.
Yarının, Türkiyesini kuracak nesil bu projektör
lerin ışığı altında her yönden mücehhez olarak ye
tiştirilecek olan nesildir. İşte biz bu nesli bekli
yoruz. Ve bu neslin ilk mayası tutmak üzeredir.
Geçmişin bütün değerlerini şuurlu olarak incele
yip, kritiğini yapıp benliğine yerleştiren yirminci as
rın İtim ve tekniğini alıp, Şarkla Garbın sentezini
yapabilen bir nesil...
Allah'ım sen bize bu nesli çok görme!.. Ve şu
700 milyonluk İslâm âleminin tekrar bataklığa yu
varlanmasına müsaade etme!..
Âkif Nuri K A R C IO Ğ L U
5.6.1969 Üsküdar
9. Y Ü R Ü Y EN KERVAN
Güneş tam dönüm noktasına gelmişti, etraftaki
çöl kazan gibi fıkır fıkır kaynıyordu. Çevreyi kızıl bir
hâle sarmıştı. Sanki sahra soluyan bir ejderha gi
biydi. Aıasıra esen rüzgâr sahranın ateş parçası
kumlarını yolcuların yüzüne doğru savuruyor da sa
vuruyordu.
Kervan konak yerinden kalkalı epey zaman ol
muştu. Bir menzillik yolu kat edebilmek için daha
üç saat yürümeleri gerekiyordu. Bir zincirin halka
ları gibi ard arda dizilen şu mübarek hayvanlar ne
den bu kadar kan-ter içinde kalmışlardı? Sahra
ve kervan. İşte ebediyyet yolculuğunun örnek iki
numunesi... Bir yanda yürüyen kervan, öbür yanda
zamanının çarkları arasında ufalıp giden insanoğlu.
Kum deryası sahra ve sonsuzluğa kadar giden ebe
di yolculuk. Ne ekil almaz iştir bu yarabbi...
Kervancı başı CURCAN'dan beri mahmuzlaya-
rak koşturduğu a:ının dizginini zor zaptederek yürü
yordu ve pr.şiiV.. ;n Hindin Çm ’in elmaslı ipekli ma
mulatıyla yükiü bir kervan geliyordu.
Önde yürüyen mihmandar ansızın durdu ve çev%
reden gelen seslere kulağını dikti. Her taraf ateş ko
ru içinde kavruluyordu sanki. Ta uzaklarda bir sera
bın hayalî denizi ve içinde yüzen adaları hafrfçe be-J
liriyordu. Sağ tarafta susuzluktan başını yana eğmiş/
ağzını semaya kaldırıp «su su» diye yalvaran hurma
ağacının, kavurucu sam yeli İle «hu» çeken dervişler
gibi sağa sola kımıldadığı görülüyordu. Soldaki kum
tepesinin üstünde yumru yumru deve dikenleri dizil
miş duruyordu. Ve tepenin ufukla kesiştiği noktada
10. 10 İSLÂM AHLÂKI
kılıç kuşanmış, ellerinde ok ve yay bulunan bir ha
rami grubu dikilmiş duruyordu. Sağ tarafta bulu
nanların ellerinde ucu sipsivri mızraklar atışa hazır
vaziyette idi. Altlarındaki safkan Arap atlan kulak-
iannı dikmiş binicilerinden gelecek mahmuz darbe
lerini bekliyorlardı. Sakal bıyık birbirine karışmış hal
de başlarını ipekli örtülerle sarmış bulunan harami
ler tepenin üstünde kervana tamamen hâkim vazi
yette pençesi arasındaki avı ile oynayan kediler gibi
alayvari edalarla oradakileri süzüyorlardı. Ve bir av
daha düşmüştü avuçlarına...
Önde yürüyen kılavuz durmuştu ağzından tek
kelime çıkmıyordu sanki dili tutulmuştu. Ve bir anda
her şey oluverdi. Develerin sırtında semerden başka
bir şey kalmamıştı.
Son harami de atına atlayınca reis aHer şey ta
mam m ı?» dedi ve her şeyden emin vaziyette yavaş
yavaş atjnı sürmeye başladı. Fakat peşlerinden bir
çocuk koşuyordu. Henüz ondördüne yeni basmış gi
bi görünen tüyü bitmemiş bu delikanlı ne için koşu
y o rd u ? Altınlarını mı kaybetmişti yoksa ipekli mal
larını istemek için mi koşuyordu? Vaz mı geçmişti
bu çocuk canından? Koca kervandan hiç kimse bu
korkunç haramilerin peşine düşmek cesaretini gös
terememişti de kendisi mi kalmıştı? Soluk soluğa
koşan delikanlı nihayet haramilerin yanma geldi kı
sık seslerle :
— Verin verin diye bağırıyordu. «Altın ve İpekli
mallar İçin zorla şu çocuk canına kıydıracak» diyen
ler de oldu. Hiç bir haraminin İçinden bu delikanlıya
acıyan olmamıştı. Baş harami sert ve şiddetli bir
sesle:
— Hey ne yapıyorsun dön ger! yoksa öldürürm
seni diye bağırdı. Delikanlı:
11. İSLÂM AHLÂK! 11
— Verin. Benim istediğim size yaramaz. Ne ya
pacaksınız onu? Kaç seneden beri C Ü R C A N ’da on
ları yazmakla uğraşıyordum. Ne kadar emek verdim
onlara ders notlarım benim. Verin sizin işinize yara
maz diye bağırıyordu. Bunun üzerine çölün sert rüz
gârları gibi feveran dolu, granit kayaları gibi sert
kafpii haramı başı kaşlarını çattı, yüzünü ona doğru
çevirdi «Neym iş o notların» diye seslendi.
Delikanlı haraminin hemen yanına gelmişti.
Adam atının üstünden gözlerini, soluyan delikanlıya
çevirmiş öfkeli, sert bakışlarıyle, çatık kaşlarıyla ona
bokıyordu. İçinden gütesi geldi. Öbür yandan mil
yonlar kaybeden kimselerden ses bile çıkmamıştı.
Ama şu çocuk üç beş sayfalık notlan için canından
vazgeçerek kendilerinin peşlerinde koşma cesaretini
gösteriyordu. İçinde çocukla ilgili bir yığın alaylı
duygular jbetmeye başladı. Çılgınlık bu cocuğun yap
tığı diyom up Delikanlı dikkatti ve itinalı kelimelerle,
gayur yfr ifade tarzıyle konuşmaya başladı:
— Senelerce önce bu kum deryasını aşarak
TUS'ta kalkıp CÜR CAN 'a geldim dedi. Derm bir ne
fes aldı. Sanki geçmişin acı ve ızcftTaplarla dolu sa
niyeleri bir bir sinema şeriti gibi gözünün önünden
geiip geçiyordu. Devam ederek «Ünlü İmam Ebu
Nasr et-İsmail'den ders aldım onun medresesinde
göz nüru dökerek notlarımı yazdım.» Şehadet par
mağını mızrak misali uzatarak işte orada o kızıl de
venin omuzundaki heybenin içinde. Ne olur verin o
sizin işinize yaramaz. Para da etmez, diyordu.
Heyula gibi dikilmiş muhatabını seyreden ha
rami başı yumuşarmış gibi oldu. Gözbsbekleri çevri
lip duruyordu. Yüksek seslerle birden kahkaha atma
ya başladı. Ağzı kulaklarının hizasına doğru ayrılı
12. 12 İSLÂM AHLÂKI
yor tekrar kapanıyordu. Son kahkahasınıda fırlattık
tan sonra tekrar dik nazarlarla gözünü delikanlıya
çevirdi. Bedevi arcpiarına mahsus eda ve tavırca
konulmaya başladı;
— Sen ilim öğrendim, şu kadar göz nuru dök
tüm diyorsun halbuki biz senin o kadar emeğini ve
bu kadar bilgini bir anda elinden aldık şimdi ne gelir
elinden, bu kadar çalışmanın ne değeri var? dedi.
Huni biçiminde açılıp yumulan ağzının içinde sarım
tırak dişleri kelimelerin durumuna göre belirip kay
boluyordu. Sonra daha fazla bekietmiyerek; «Hey
veıin şu çocuğun notlarını» dedi ve atını mahmuz
la/arak uzaklaştı. Az sonra haramilerin şalla örtül
müş beyaz başlıkları rüzgârda sallanan mendil gibi
ufukta kaybolup gitti. Her şey bitmişti artık, bir harp
scnrası harabe olan şehrin hazin manzarasını andı
rıyordu kervan. Yine çöl ateş gibi kavruluyor yine
sem yeli acı acı esiyordu...
Bazen basit bir kimseden duyduğumuz laflar
derya çibi bilginlerin sözünden daha çok tesir eder
bize. Delikanlı Gazali de aynı durumca idi. Bu bir
tesadüf mü idi nc idi şu haremi çetesi? Gerçekten
doğru söylüyordu. Asla bu bir tesedüf olamazdı.
Evet tevafukun ta kendisi jdi. Kaderin cilvesi bu ba
zen en yüce sözler en iğrenç ağızlardan da çıkmaz
mıydı? Bayezidi Bistami «Allah Allah» dîye bağıran
sarhoşun ağzını, «Bu temiz söz o pis ağıza yakışmı
yor» diyerek su ile yıkamamış mıydı? Elbette o mü
barek kelime pis ağıza yakışmazdı ama bazen de
bir çirkeften gül bile yetiştirmiyor muydu Allah? O
mücerret olarak bir haramf değildi Gczâli’ye ders
olsun diye Allah söyletmişti. Söyliyene değil söyle
tene bakmak gerekirdi. Ve her hadiseden kendisine
düşen payı alması lâzım İdi İnsanoğlunun. Bundan
13. İSLÂM AHLÂKI 13
sonra sadece yazarak değil kavrıyarak öğreneceği
ne, mürekkep adamı değil kafa adamı olacağına,
satırlara değil gönüllere yerleştirmeye çalışacağına
söz vermişti Gazali. Ve bu artık geleceğin Hüccet'üi
İslâmî için bir prensip halini alacaktı.
Ç E V R E
Peygamberin vefatından çeyrek asır sonra baş-
gösteren karışıklık nikotinle biran için telafi edilen
hastalıklar gibi kuvvetli bir devlet otoritesi kurula
rak ortadan kaldırılmıştı. İsâm ülkesi gün geçtikçe
genişliyordu. Gaziler sınırlardan sınırlara at koştu
rarak, kılıç sailıyarak koşuyor «İlâyi kelimetuilah
için» candan baştan ve her şeyden fedakârlık ede
rek savaşıyorlardı. Ama ne yazık kİ İçtimai bünye
ye mikroplar nüfuz etmişti. İnsan vücudunda hem
faydalı, hem de zararlı mikroplar üslenmişlerdir. Ve
müthiş bir savaş vardır insan bünyesinde. Vücut za
yıf düştüğü an bu korkunç savaşı zararlı mikroplar
kazanırlar ki bu o bünyeyi ölüme kadar sürükler.
İşte İslâm dünyası da böyle olmuştu. Yerleşen
fitne mikropları belki İstâm şuurunun fertlerin gön
lünde hâkim olduğu o günlerde kendisini belirtme
yecekti ama, bir darlık gününde mutlaka yakamıza
yapışacaktı. Nitekim de öyle oldu. Emevi hakimiye
tiyle İslâmın hilafete dayalı demokratik rejimi, ha
nedanın hâkim olduğu saltanat - krallık haline dön
dü. Ve bununia birlikte başlayan mikroplar harciler
fitnesi ile daha da gelişti.
Meydanda bir Iran realitesi vardı. Mazisi iki bin
yıkı yaklaşan bir krallık Müslüman gazilerin ayakla
rı altında yıkılmıştı. İran intikam almak için fırsat
14. 14 İSLÂM AHLÂKI
gözetiyordu. İsiâmtn eşitlik umdesi Aristokrat züm
renin forsunu yoketmişti. Bu nasıl olurdu? Bir İran
Aristokratı halkta aynı seviyede olabilir miydi?
Birinci hicri asırda ürüyen 'mikroplan dezen
fekte elmek İçin bir Öm er İbni Abdülaziz çıkar, iki
yıl durmadan hergün yuvarlanıp giden güneş gibi
o da iüul eder.
Abbasiler devrinde harici mikrobuna Yunan me
deniyetinin antik mikropları da eklenir. İslâm yaban
cı kültürlere bizatihi karşı durmaz. Sadece onu ken-
di potasında eritir. Kendisine has terimler ve şekil-
ier ile Müslüman olan bu yabancı geline tsiâm kıya
fetini giydirir. Böyle olması gereken felsefe cereya
nı da, asıi mihrakını kaybederek bünyede saklan
mış olan mikroplarla birleşti ve bünyeyi içten ke
mirmeye başladı. Kelâm uleması alyuvarlar rolünü
oynayarak bu fagositozda mikroplarla savaşmaya
başladılarsa da düşmana karşı tam mücehhez değil
diler. Peygamberin «Düşm ana aynı silâhla mukabele
etm e» prensibini kullanamıyorlardı. Felsefeyi kökün
den yıkacak esaslı delilleri İyice bilemiyorlardı.
Ebu'f-Hasan el-Eş'arİ’nln açtığı çığırda bir müd
det sonra onun tabileri tarafından donuktaştırılmış-
tı. Eş'arı'nin açtığı savaş pek az bir zaman sonra
taklidier yığını haline gelmişti.
Ortada bir felsefi cereyan vardı. Bu İslâm pren
sipleri için tehlike arzetmeye başlamıştı. Zamanla
fırkalar daha da arttı. Hicretin beşinci asrında İslâm
mefkûresi darmadağınık bir veçhe arzediyordu. M u
tezileler mutlak akıl sevdasına kapılarak «Rasyona
listi çığın açtılar. Meydana bir de Batıniier fobisf
çıkmıştı. Hiç bir hudud tanımıyan batıniier Islâmın
bütün esas ümdelerini çiğneyip geçtikleri gibi kendi-
15. İSLÂM AHLÂKİ 15
lertne bir gizli teşkilât süsü veriyorlardı. «Şeriatın si
zin anladığınızda başka bir de batını yönü vardır kİ
onu sadece imamlar bilir diyorlardı. «Abdeste! Batıni
lerin dışındaki bütün mezhepierden uzak bulunmak,
namaza, imama dua etmek, oruca zahir ehlinden
ilmi ve batını mezhebini gizlemek, Kâbe’ye; Pey
gamberin kendisi, Kâbe’nin kapısına; İmam Aii, ke-
iime-i tevhide: Zamanın imamından başka imam yok
tur.» (1) gibi kendilerine has mânâlar vererek ef
kârı umumiyeyi bozuyorlardı. Bu arada teşkilâtın
fedaileri, gizli ajanları her tarafa dehşetle karışık
korku salıyordu. «Sultan olsun vezir olsun, kuman
dan oisun hiç bir kimse akşam yatağ;na girince sa
bahleyin bir batini fedaisinin darbesiyle ölü olarak
bulunmayacağından emin değildi.» (2)
Bir ara ihvanı safa adında bir teşekkül kurula
rak din İle Yunan felsefesinin doktrinlerini birleştir
mek için faaliyete geçildi. Çeşitli risaleler yazılıp et
rafa dağıtıldı.
Kenramiler de daha ayn bir mahiyet arzediyor-
lardı.
İşte hicretin beşinci asrında İslâm dünyasının
fikir coğrafyası bunca bölükler gösteriyordu.^ Bütün
bunlara rağmen ehli sünet akidesi tam bir set ha
linde her birisiyle ayrı ayrı mücadelesini yürütüyor
du. Buna rağmen kati sözü hangi tarafın söyliye-
ceği kestirilemezdi. Çünkü her yönüyle kuvvetli ke
limesinin ifade ettiği bir şahsiyete İhtiyaç vardı. Gel
mesi beklenen şahsiyet bir zülfikâr keskinliğiyle
meseleleri halledebilecek kimse olmalıydı. Ayn olan
unsurları toplayıp müşterek bir ideal birliğiyle hiza
n ı Diyanetüna ef-lsmaliye Sh. 22
(21 Telbitö İN İ» Sh. 110
16. 16 İSLÂM AHLÂKI
ya getirmeliydi. Ham akla dayanan İlimlerde, hem de
nakla dayanan ilimlerde otorite olması gerekirdi.
Yoksa bu sele karşı çıkıp «dur» demek her babayi
ğidin kân değildi.
O günün insanları elbette bu şahsiyeti bekle
mekte haklı İdiler çünkü Resulü kibrlyanın kendisi
bizzat «her yüz yılda bir mücedditı geleceğini söy
lememiş miydi? Bu gelen müceddlt belki T U S ’tan
belki C Ü R C A N 'dan belki NİŞABUR’dan, belki de
B A Ğ D A Tta n çıkacakta
Rahmete susayan tarlaları İçin elini açıp Allah'a
yalvaran kullarına Rabbim hâzinesinden rahmet der
yasını coşturmuyor mu idi? Elbette bu fikir aleminin
rahmeti mesabesinde olan mücedditlerl de göndere
cekti...
Ve beklenen yolcu geldi. Rahmet mi coşturu
yordu ne?
Gönlü iman arzusuyla, tasavvuf aşkıyla dolu
bir baba... Ne zaman Allah dostlarının hikâyelerini
işitse yanaklarında seller akan bir aile reisi yün eği
rerek veya satarak geçinen bir aile, Hicretin 450 yi*
lında (1058 milâdi) Tu s ’a bağlı Taberan nahiyesinin
basık damlı duvarları arasında ezel âleminden bir
yolcu daha bu fena âlemine geldi... Nur topu gibi
bir yavru adını Muhammed koydular. Sonra «Hücce-
tül Islâm, Ebu Hamlcf, Gazâli» gibi popüler iâkablar
alacak olan yavru bu mü'mln muhitte İlk yapısının
örgüsünü biçimlendirmekle meşgul. Salih baba ken
disi İstememiş miydi? Vaaz meclisinde oturup söz
eden fakih bir yavru Allah'tan? işte bu yavru fakih
olmalı idi. Vaaz ve nasihatfariyle çevresini irşad et
meliydi.
Ve manreşl Ahmed'İ sofi dostlarından birisine
17. İSLÂM AHLÂKI 17
emanet etmiş ve din ilmi okumaları için onlara yar
dımcı olmasını tavsiye etmişti. Bu tavsiye gereğince
adam onian bir medreseye verdi.
Gazali ilk olarck fıkıh ilmini Taberanda Ahmed
İbni Muhammed Errazikani'de okudu. Sonra C Ü R -
C A N ’a gitti orada imam Ebu Nasr ei-İsmaili’den ders
aldı. Dönüşteki haramiler kıssası malûm.
Sonra o günkü İslâm dünyasının İkinci derece
de ilim şehri haline gelen Nisabur'a gelir ve İmaıe’üi
Hararr.eyn EbıTI Maali cel~Cüveyni’den ders alır.
Nisabur o zaman Selçukluların başkenti. Gazâli 400
kişilik talebelerin içinden en sivrilen zekâ hamulesi.
Bir müddet sonra İmam'ül Harameyn'in hizmetine gi
rerek ona asistanlık vazifesini görür.
463 yılında İmom'ül Haremeyn tRefiki alaya»
yüce dosta ulaşınca Gazâli de Nisabur'u bırakarak
büyük vezir Nizam'ül-Mülk'ün bulunduğu ordugâha
horeket eder. Henüz 28 yaşında iken adı Selçuklu
ülkesinin her yerinde duyulur. Ünü ta Abbasi hilafe
tinin merkezi Bağdad’a kadar ulaşır.
O gün Nizam'ül Mülk'ün nezaret konağı âlimler
le dolup taşar. Sohbetler ycpilır meclisler kurutur.
Kelâm ve fıkıh İlmine dair münakaşalar gece yarı-
İanna kadar sürüp gider. Gazâii’de katılır o meclis
lere. O da münazarada söz alır. Ve çevredeki bütün
İlim adamlarının parmağını ağzında kor. Sevenler
de olur sevmeyenler de. Nizam'ül Mülk Gazâlf'yi Ni
zamiye Medresesinde Ebu İshak ei ŞirazPden boşa
lan usul ve hilafiyat kürsüsüne müderris yapar. Yıl
hicretin 434’ü Gazali henüz otuzüç otuzdörf yaşla
rında.
Nizomiyede derslerine devam eden Gczaii’nln
F .: 2
18. 18 Is l â m a h l â k i
hitabeti, konuşması, İimi herkesi büyiiter. Kendisinin
çağdaşı ofan Abd'ül Gafir el-Farisi şöyle der «Haş
meti o dereceyi buldu ki, devletin ileri gelenleri ve
emirleri arasında öyle haşmet yoktu.» (1)
Bir yığın talebe yannda ders okuyordu. Kendi
si ntzamiyedeki durumunu öyle anlatır. «Bağdat'ta
bize üçyüzden fazla talebe verilmişti.» (2)
485 yılında Abbasi halifesi Muktadi biltah (M u
tasını Billah) Gazâli’yi Metikşah'ın karısı Türkân ha
tuna takdim ederek İlim ve marifetini takdir ettiğ ni
söyledi. Sözün k;sası Gazâli o gün ulaşabileceği
mertebelerin en yükseğine ulaştı, şöhretin doruğuna
vardı, ilmin zirvesine erişti.
D Ö N EM EÇ TEK İ AD AM
İnsan yolda yürürken «her şey bitti tamam ga
yeme ulaştım» dediği zaman karşısına çok kerre bir
dönemeç çıkıverir. Dönemecin az ilerisindeki iki yol
dan mutlaka birisini seçmek mecburiyetinde kala
caktır.
Gc!7ölİ‘de de durum aynı ofdu. Herşey bitmişti
artık onun için. İslâm âleminin en ünlü adamıydı.
Her âlim bilgisinin semeresini yaşarken görmez de
öldükten sonra yaşayarck ebedileşir. GazâÜ’ninki
böyle değildi. Hem yaşarken ilminin semeresini gö
rüyor, hemde öldükten sonra yaşayarak görecekti,
işte Gazâti*nin büyük şahsiyeti Şöhretin zirvesine
ulaşmıştı. Bütün bilginler onun adından bahsediyor
lardı. Devlet adamları önünden kalkıyorlardı. Bir
Di Tobakat eş-Şafil clld. 1 Sh. 107
• 121 «l-Munkızu Minedalel Sh. SS
19. ISLÂM AHLÂKI 19
bilgin için bundan daha başka ne kalıyordu, ftimse
var, talebe ise var, şöhret ise var,, iman İse var,
•tim yayma aşkı ise var. Cundan sonra onun için bir
çok bilginlerin yaptığı gibi en pahalısından ipekli el
biseler giymek, eğeri altından atlara binmek, başına
kocaman sarığını oturtmak ,etekleri yere kadar uza
nan bembeyaz cübbeler giymek kalıyordu. Daha ne
yapacaktı yani?..
Hayır ama dönemeçteki adam bunların hiç biri
sini yapmadı. Bu şöhretin bu itmin, bu mertebenin,
bu hürmetin ifade ettiği değerlerden hiç birisi yoktu
onu gözünde. Beyni zonktuyordu, zihni bir kazan gi
bi kaynıyordu. Sayılanların hic birisi onu aldatmı
yordu. Bunlar geçici şeylerdi. Yok olmaya mahkûm
dular. O ise geçmeyen, bitmeyen, ebedi hakikata
asıktı. İşte dönemeçteki adam bunu düşünüyordu.
İv ini kavuran bir duygu vardı. Susamıştı, susama
mıştı cm a neye? Ya bu geçici olan şeyleri atacak
adımı ebediyete maledecekti. Yahutta onlara sarıla
cak ve onlarla birlikte yok olup gidecekti. G a zo li
nin şahsiyetindeki ikinci özellik burada gösteriyor
kendisini. Kahramanlıkta buradan başlamıyor mu za
ten? Hep harp meydanlarında savaşanlardan kah
raman çıkmaz ya. Asıl kahramanlar kat meydanı
nın, gönül savaşının gazileridir.,
Gazali ikinci yola gitti ve peşini btrakmıyan o
geç çi şeylerin hepsine bir tekme atarak başaşağı
etti yıktı. Herkesin gönül verdiği değerleri bir anda
H ız buz ederek sonsuzluğa erişti. Ve ancak bu kah
ramanlığı sayesinde «hûccet'ül İslâm» lâkabının ha
kiki sahibi oldu.
Toprağı eliyle avuçfadıktan sonra tekrar hc-
vnrfr hlc bir değer vermeden savuran insanın eda-
s. vardı. Gazâli'de. O nasıl toprağı hiç kuşku duyma
20. 20 İSLÂM a h l â k i
dan savuruyordu İse Gazâli’de toprağa bağlı İn*
sanların yücelttiği değerleri öyle soğukkanlılıkla
savuruyordu. Bundan daha büyük bir zevk ve neşe
var mı âlemde?..
Tacını tahtını bir kenara itip, sevgilisinin eşiği
ne yüz sürmek, Kabe yollarının kum karışımı müba
rek havasını teneffüs etmek için Horasan ellerini
bırakan Emir Edhem'in «Neden bıraktın o tacı da bu
halleri tercih ettin?» diyen vezirine cevabı şu olmuş
tu: «Tacım başımda iken sadece Horasan eyaletine
hükmediyordum şimdi ise yalın aycğım, taçsız başım
la kâinata hükmediyorum» diyerek iğnesini nenire
attığı sonradan getirmesi için nehirdeki balığa em
redip geri aidığt meşhur bir kıssadır. Gozâli’ninki de
ondan farksızdı. Dünya değerlerini tekmelerken kâ
inatın ebedi değerlerini avuçiuyordu.
Fikir buhranı geçiriyordu Gazali. Her şeyden
şüphe, her şeyi tenkid ediyordu. Hiç bir şey onu do
yurmuyordu. Susayan, bağrı yanan bir insan ne ka
dar su içse yine de kanmaz. İçer içer de susuzluğu
bir türlü gitmez. Gazali de böyle olmuştu. Hiç bir
şey onu kandıramtyordu. Bilgisi derinleştikçe susuz
luğu daha da artıyordu. Şimdi biz onun bu haletini
kendi dilinden dinliyeiim:
«Gençliğimin bidayetinden İtibaren henüz yirmi
yaşıma varmadan yani büiuğ çağma yakiaşan bir
zamandan beri -kİ şimdi elli yaşımı geçmiş bulunu*
yorum - daima bu derin denİ2fn daigaianyla mücade
le etmekte korkmadan cesarette derinliklerine dal
maktayım. Her türlü karanlık meselelerle çok meş
gul oluyorum. Her müşküle göğüs gerer, her uçuru
mu atlamaya çalışırım. Her fırkanın akidesini dikkat
le araştmmn. Hak He batılı, sünnete uygun olanla
21. İSLÂM AHLÂKI 21
bid'atı ayırmaya ve her taifenin mezheplerinin tırla*
rım keyfe çalışırım. Ben «Bâtını» mezhebine mensup
oian hiç bir kimseyi onun iç yüzünü iyiden iyiye an*
famak istemeden bırakmadım. «Zahirîlersin de zahir
mânatarına göre hareket etmelerinin sebebini araş
tırdım . Bir felsefecinin felsefesinin künh ve hakika
tim anlamayı diledim. Keiâmcının ilm-i kelâmdan
gayesini ve mücadele sebeplerini anlamaya çatış
tım. Bir mutasavvıfın temizliğinin sırrını anlamayı
çok arzu ettim. Bir abidin ibadetinin kendisine ne
kazandırdığını inceleaim., Ve hiç bir Allah'sız bırak
madım ki, Allah'ı inkâra cür’et etmesinin sebeplerini
araştırmış oimıyayım. Küçük yaştan beri hakikatle
rin derinliklerine vakıf olmaya susamış olmak, Allah'
ın bana bahşetmiş olduğu bir lütfü İlâhidir. Bunda
benim arzu ve ihtiycnmın hiç bir rolü yoktur. Bu
suretle taklitten kurtuldum. Çocukluk devrimde an
nemden »babamdan tevarüs ettiğim kaidelerden sıy
rıldım. Çünkü bir hıristiyan çocuğun anne ve baba
sının telkiniyle Hıristiyan, Yahudi çocuğun anne ve
babasının telkiniyle Yahudi ve Müslüman çocuğun
da Müslüman olarak yaşadığını gördüm. Resûluliah
(S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde «Her doğan çocuk
İslâm fıtratı (istidadı) üzerine dünyaya gelir. Sonra
onu Yahudi oian anne babası Yahudi yapar. Hıristi-
yanlaştırır. Mecusi oian anne babası da ateşperest
yapar.» Asİâ yaradılışın hakikati İle anng ve baba
yı, üstadı taklid etmekle meydana gelen arız! aki
delerin hakikatini araştırmayı arzu ettim. Evvelleri
telkinattan ibaret olan bu taklitleri birbirinden ayır
mak hususunda kalbimde bir arzu belirdi. Halbuki
bunlarda hakkı batıldan tefrik ve temyiz etmek hu
susunda bir çok İhtilaflar vardır. (Bunun içinden na
sıl çıkılır diye) kendi kendime düşündüm ve dedim
22. 22 İSLAM AHLÂKI
ki, benim yegâne arzum İşlerin hakikatini bilmektir.
Binaenaleyh timin hakikatim aramak behemehal
İazmıdır. Şu halde ilmin hakikati nedir? Bunu mutea-
k.p karşıma i!m-i yakin meselesi çıktı. İim-i yakın
eyle bir bilgidir ki, onunla bitmen şeyler asiö şek ve
şüpheye mahal bırakmayacak şeknde açıkça anlaşı
lır. Böyle olan ilim, vehim ve yanılmaktan tamamen
uzaktır .Kalben de bunun yanıldığına imkân ve ihti
mal verilemez. Bilâkis bu ilnvi yakin hata ve zühul
den o derece emin ve salim olmalıdır ki, bir İnsan
çıkıp da bu ilmin bâtıl olduğu iddiasında bulunsa ve
bunu ispat için de bir taşı aitına, bastonu ejderha
ya çevirse bu keyfiyet c bilgi sahibini asla şek ve
şüpheye sevketmez. Çünkü ben (on) sayısının (üç)
ten daha çok olduğunu bildiğim halde, bana birisi,
«H a ytr üç, on'dan daha büyüktür» dese ve deHI ol
mak üzere «ben şu gördüğümüz değneği ejderhaya
çevireceğim» dese ve dediğini yapsa bende bunu
gözümle görsem bu benim bilgimde hiç bir şek, şüp
he meydana getirmez. Yalnız bu adam, bunu nasıl
yaptı diye hayrette kalırım. İlm-i yakın derecesinde
bilmediğim melûmat /itimada şâyân bir bilgi değil
dir. Kendisine şek ve şüphe bulunan bir ilim, İim-i
yekin olamaz.»
Bu şüphe haietinden sonra Gazali kelâm ilmine
dalar. Çevresindeki fırkalar bakar esas karakterleri
bakımından çevresinde serpiştirilmiş olan bu toplu
luklar dörf kısma ayrılır.
a) Kelâmcılar
b) Botmiler
c) Felsefeciler
d) Tasavvufcular.
Bu araştırmadan sonra kelâmcılann da kendisi
ni tatmin etmediğini görür.
23. İSLÂM AHLÂKI 23
Köpüren su dalgaları mahrekini yırtacckmtş gi
bi dehşette başını taştan taşa vurarak akar. Haddi
zatında suyun bu dehşeti sonsuzluk arzusundan ileri
gelir.
kHû Kİ payine erem der ömürlerdir muttasıl.
Başını taştan taşa vurup gezer avare su.»
diyen Fuzuli bu özlemi dile getirir. Gazâli'nin bunra*
m da sonsuzluk aşkından gelmektedir. Müsbet bil
gilerin hepsini karıştırır. Beynini patlatıncaya kadar
çırpınır. Fakat sonsuzluk özlemini bir türlü aindire-
mez.
Sonra felsefeye dalar. Belki derdinin devesi
ondadır. Ama yine heyhat gördüğü suyun seraptan
ibaret olduğunun farkına varır. «Kelâm ilm ni b.tir-
dikten sonra felsefe ilmine başladım. Gerçekten an
ladım ki bir ilme hakkı ile vakıf olmayan bir kimse,
o ilimdeki bozukluğu anlayamaz. O derece vakıf el
malı ki o İlmin en aliminin ilmine eşit olup mütaiea
ve tahkikat neticesinde onun derecesini geçmeli,
onun mutteli olmadığı derinliklere dalabilmeli. İşte
o zaman o ilmin bozuk olduğu iddiasının bir hak ol
duğu meydana çıkar. Ben İslâm âlimlerinden hücce
tini ve dikkatini bu noktaya teksif etmiş bir kimse
görmedim. Ancak mütekelliminin kitaplarından fel
sefecilerin sözlerini red hususunda yazılmış birbiri
ne zıddiyet ve fesadı aşikâr karışık bir kaç keFme
müstesna... Onlar da, ilimlerin inceliklerine vakıf
olduğunu iddia edenler söyle dursun, avamdan bir
gafilin bile kendilerine aldanması düşünülmiyen söz
lerdir.
Binaenaleyh andım ki bir mezhebin hangi aki
deler üzerine kurulduğunu anlamaksızm künh ve ha
kikatina varmaksızın o mezhebi reddetmek karanlığa
24. 24 İSLÂM AHLÂKI
taş atmak gibidir. Bu ilmi bir üstaddarı istifada süra
tiyle değil de, sırf kitaplardan müteiâa ile elde et
mek için hemen paçaları sıvadım. Buna şer'i ilim
lerin tedris ve tasnifinden boş kaldığım zamanlat da
çalıştım. Halbuki o sıralarda Bağdat'ta üçyüz tale
beye ders vermekte İdim/C. Hak beni bu boş vakit
lerimdeki mütâlatanmla iki seneden az bir müddet
içinde felsefe iıminîn son derecesine erdirdi. Bu ilmi
anladıktan sonra bir seneye yakın bunun üzerinde
düşünmeye devam ettim. Tekrarladım, derinliklerini
araştırdım. Nihayet aldatmalara, desiselere, hakikat
ve hayaide ve şüphe bırdkmıyacak şekilde vâkıf ol
dum. Şimdi felsefecilerin ve buna dair ilimlerin hikâ
yesini benden dikkatle dinle: Ben, onların ilimlerinin
bir kaç kısma ayrıldığım gördüm. Bu sınıfların çoklu
ğuna rağmen, eskilerle öncekiler, sonrakilerle evvel
kiler, arasında hak ve hakikate yakınlık ve uzaklık
itibariyle büyük farklar varsa da hepsine küfür ve
llhad damgası vurmak lâzım gelir.»
Bu geniş tedkikten sonra aradığını buiamtyan
adam tekrar başının çaresine düşer. Elini böğrüne
kor, şaşkın şaşkın ne yapacağını bitmez. Ama bir
türlü de huzura eremez. Düşünür ve kararını verir.
Artık tek çare kalmıştır. Oraya koşmak, Madem ki
aradığı yerlerden eli boş dönmüştür. Tek sığınak ora
sıdır öyleyse O halde yolcu oraya koşacaktır. Hu>
zuru kurtuluşu, orada crıyacaktır. Ve işte dönemeç
teki adamda tasavvuf denizinin derinliğine doğru
dalmaktadır gayri...
KÖŞEDEKİ AD AM
Köşe; bizim medeniyetimizin bir yanını temsil
•der. Çünkü medeniyetimizi kuranlar bir bakıma kö-
25. İSLÂM AHLÂKI 25
şeden gelmektedirler. Hele kemal noktası sayılan
«Vahdet köşesi»ne girmemiş bir tasavvuf büyüğüne
rastlamanız hemen hemen imkânsız gibidir. Kimi er
kişi köşeye çekilir ve bir daha dönmez «kesret âle
mine» kimisi de köşeden tekrar siteye döner. Bizim
yolcumuz ikinci basamakta yer almaktadır. Tasav
vuf haddizatında engin bir ruh meyvesidir. İlk tasav
vufun hudud boylarındaki kalelerde (rabat) başgös-
termesi de bunun alâmeti değil mi? Selçuklu ve
OsmanlI devrelerinin başlangıcında henüz bu rabat
ruhu sönmemiştir. Ahiler, Horasan, erleri bunun ör
nekleri. Ne zaman tasavvuf rahattan çekilip köşe
ye oturtulmuşsa bizim medeniyetimizin temelini teş
kil eden uzuvlardan birisinde de siyatik emareleri
başgösterdl. Yolcumuzun son durak olarak tasavvuf
seçmesi belki de genitik bir mirasın eseridir.
Gönlü ilâhi aşk ateşiyle yanan baba Gazâü is
temiyor muydu yavrularının zikir kervanına katılma
sını?..
«Adı geçen ilimleri tetkik ettikten sonra tasav
vuf yolunu tuttum. Anladım ki bu yol, iiim ve amel
ile tamamlanıyor. Mutasavvufların İlmi; nefsin geçit
yellerini kesmek onu kötü ahlâktan fena srfatlardan
uzak tutmaktır. Tâ kİ kaibi Allah'ın gayrisinden bo
şaltmış, zikrullah ile süslenmiş olsun. Tasavvufun bu
İlim ciheti bana amelden daha kolay geldi. Bu se
beple evvelâ mutasavvuftordan Ebu T a ’ib el-Mekki'-
Rin «Kut'ül-Kulüb» adındaki eserini, Hcrls-İ Muha
sibinin kitaplarını, Cüneyd, şibli Ebu Yezld-i Bista*
mı ve diğer sofiyenln büyüklerinin sözlerini İhtiva
eden kitapları mutelea etmek suretiyle bu ilmi tah
sile başladım. Bu suretle İlim maksatların özüne mut
tali oldum. Tasavvuf yolunun öğrenmek ve İştiraki»
26. elde edilmesi mümkün olan cihetlerini tchsil ettim.
Anladım k» soiıyenin büyüklerinin ulaşmak istedik
ler; nî*î.'tebe ögreumek;e değil, tatmakla, haile (ya-
şantuk) ve sıfatları değiştirmekle elde edilir. S*hha-
tm ve tokiuğun tariflerini, sebep ve şartlarını bilmek
le sağlam olmak, tok olmak arasında ne kadar bü
yük furk vardır?» (1)
/v/ s Bazı larıkatlerde seyahat çilesi vardır. Bir elinde
oscsı, başında İahur şalı veya abani sarığı «Hû! de-
yüp dergâh be aergah» gezen erenlere pek çok
rustlonırdı eskı&en bizim üikemizde. Gazâii'yi de oy*
n* hissin heyecanı bürüdü. Bir türlü oiduğu yerde otu-
ı an*.yordu. Bir sıkıntı, bir ukde vardı içinde. Şu gör
düğü çehreler, şu aşinası olduğu yerler* hiç birisi
onun bu sıkıntısını gideremiyorau. Bu ruh haleti
haddizatında onun bünyesinde mevcut idi. Kayna
yan bir daha, fışkıran bir volkandı bu. Şu kainatın
geçici arzuları hiç onu tatmin edebilir miydi? Sonra
Resulullch'ın sefer konusundaki hikmetlerini hatırla
dı ve derviş Gazali «hu!» deyip yollara düştü. Der-
viş'in gönül âlemi gibi yanan kumlardan geçti. Te
peleri aştı. Soluyan hurma ağaçlarının gölgesinde
dinlendi.
Ve Eağdat bizim Bağdat, Medeniyetler mahze
ni, şehitler yatağı, kervanlar konağı, bilginler otağı,
erenîer bağı Bağdat, şimdi gerilerde çok gerilerde
kaldı. Biz onu da kendisine söyletelim.
«Anlamıştım ki ahirette saadet (bahtiyarlık) tak
va (günahlardan uzaklaşmak) ile, nefsi hava ve he
vesten men’etmekle olur. Bütün bunların başı da
gurur yurdundan (dünyadan) uzaklaşmak, ahirete
*
26 İSLAM AHLÂKI
0 ) el-Münkızu Min'ed-Dolaf. Sh. 56
27. İSLAM AHLÂKI 27
bağlanmak, bütün varlığımla Allah'a yönelip, kalbin
dünya iie olan ilgisini kesmektir. Bunun da ancak
mokamdan, maldan, İnsanı yüksek derecelerden alı-
koyocaK meşguleıeraen, alakalardan kaçmakla-
mümkün olacağı aşikârdır. Sonra kendi halterimi
düşündüm. Bir de baktım ki, dünya alâkalarının içine
acımışım. Bu alâkalar beni her tcrafiGn sarmış. Yap
tığım işleri gözümün önüne getirdim. Onların en gü
zeli tedris ve telim idi. Burada da ehemmiyetsiz, ahi-
ret yoluna foidesi olmayan bir takım ilimlerle meşgul
olduğumu anladım. Sonra tedris hakkındaki niyetimi
yokladım. Onunla Allah rızası için olmadığını; mevki
sahibi olmak, şan ve şeref peşinde olduğuna kanaat
getirdim. Uçurumun kenennda bulunduğumu, eğer
kaybettiğim hallerimi düzeltmekle meşgul olamaz
sam ateşe yuvarlanacağımı anladım. Binaenaleyh,
bir müddet düşündüm kaîdım. Henüz bir neticeye
varmış değildim, düşünüyordum. Bir gün Bağdat'
tan çjkmcğa ve bu hailerden ayrılmaya karar verir,
ertesi gün verdiğim bu kararı bozardım. Tamamen
kararsızlık içinde idim. Sabahîeyİn ahirete karşı is
tek ve arzum kuvvet bulsa, akşam üzeri dünya cr-
zuları kalabalık bir ordu halinde ona saldırarak bu
arzuyu dağıtırdı. Bu suretle dünya arzularının zin
cirleri beni makama doğru çekiyordu. İman münadlsi
i?e bana şöyle sesleniyordu:
— Göçe hazırlan pöçe! Geriden ömrünün pek
azı kalmıştır. Önünde uzun bir ahiret yolculuğu var.
Bugüne kadar elde ettiğin bütün İlim ve amel hep
riya ve gösteriştir. S»md» ahiret için hazırlık yapmaz
san no zaman hazırlanacaksın? Dünya İle alâkanı
şimdi kesmezsen ne zaman keseceksin?
Bundan sonra içimde eski Bağdat'tan kaçıp
28. 28 İSLÂM AHLÂKİ
uzaklaşmak arzusu kuvvet bulurdu. Fakat bu sefer
de şeytan gelerek şöyle derdi:
— Sana gelen bu hâl geçicidir Sakın ona alda
nıp İtaat etme Çünkü o çabuk g e çe r Şayet ona uya-
ruk bu büyük mevkii hiç kimsenin bozamtyacağı
muntazam hayatı ve düşmanların tarafından dahi
♦
bozulmak tehlikesinden uzak olan bu yaşayışı terk
edersen, ihtimGİki nefsin onu günün birinde arzu
eder, bu hayatı tekrar elde etmek kolay olmaz.» (1)
Belki de görseler deli diyeceklerdi ona dünya
ehli. Dünyanın toprağının hayranı topraktan adamlar
kınayacaklardı onu. Şanı, şöhreti, malı mülkü, dünya
ve dünya ile ilgili her şeyi bir tekme ile devirmişti.
Elbette gözsüz kimseler onun halini görmeyecekler
di. İçlerinden ona ccıyaniar bile olmuştu belki. İşte
Bağdat, işte Dimeşk ,işte beyt'ül makdis hiç birisi
bu onulmaz yaraya tedavi unsuru olamıyordu. Ya
ralı yolcu hiç birisinde aradığını bulamamıştı her
halde.
«Böylece dünya arzularıyla ahlret düşünceleri
arasında kararsızlık içinde bulunuyordum. Bu hal,
488 senesi Recep ayından İtibaren altı aya yakın
devam etti. Recep ayında iş ihtiyari olmaktan çıktı.
Iztırar haline döndü. Çünkü Cenâb-ı Hak dilimi kilit
ledi. Ders okutmıyacak bir şekilde dilim bağlandı.
Gelip giden talebelerimi memnun etmek için bir gün
olsun ders vermeye kendimi zorluyordum. Fakat di
lim bir kelime dahi söylemez olmuştu. Buna gücüm
yetmiyordu. Sonra dilimdeki bu tutukluk dolayısıyla
kalbime bir hüzün çöktü. Bunun tesiriyle de yediği
mi hazmedemez oldum. Yemeden İçmeden kesildim.
(1) el-Munktzu Min’td-Dalaf, Sh. 58— 59
29. İSLÂM AHLÂKİ 29
Ne bir yudum su içebiliyor ne de bir Sokmayı midem
hazmediyordu. Bu yüzden bütün bedeni kuvvetlerim
zayıf düştü. Hattâ hekimler ilaçla tedaviden ümitle*
rinı kestiler. Dediler ki: «Bu katbde meydana gelen
bir haldir. Buradan mizaca sirayet etmiştir. Kalbe
arız olan bu elem ve hüzün giderilmedikçe, bunun
ilâçla tedavi edilmesine imkân yoktur.» Sonra aczi*
mi hissederek ihtiyarım eıcien gidince çaresiz kal
mış bir kimsenin sığındığı gibi bende Allah'a sığın*
dım. Çaresiz kullarının ouâsını karşılıksız bırakmı*
yan Allah beni kurtardı. Mevki, mal, aile, evlât, dost
gibi şeylerden yüz çevirmemi bana kolaylaştırdı.
Mekke'ye gitmek ister göründüm. Halbuki niyetim
Şam'a gitmekti. Halifenin ve bütün arkadaşlarımın
Şam'a gidip orada ikâmet etmek İstediğime muttali
çımalarından kaçmıyordum. Bağdat'a bir daha dön
memek üzere oradan çıkmak için lâtif birtakım hile
lere başvurdum. Bu sırada bütün Irak imamlarının
tenkidine hedef oldum. Çünkü buniann içinde her
şeyden yuz çevirip aynimcnın dinî bir sebepten ileri
geldiğini cnlıyacak kimse yoktu. Onlar zannediyor
lardı ki bulunduğum srfct ve mevkiim dinde en yük
sek bir mevkidir ûniarın ilmen ulaşabildikleri son
had iste bu idi. Sonra insanlar benim bu davranışımı
çeşidi şeküde tefsir ettiler. Irak'tan uzak bulunan
kimseler bunun devlet adamlarının arzusundan ile
ri geldiğini zannettiler. Hükümet çevrelerine yakın
olanlar ise devlet büyüklerinin Irak'tan ayrılmamam
için ne kadar ısrar ettiklerini, benim de onlardan yüz
çevirdiğim ve sözlerine iltifat etmediğimi görüyorlar
dı. «Bu semavî [Allah’tan gelmiş) bir iştir. Ehl-i İs
lâm ve ulema sınıfına göz değdi. Bunun başka bir
sebebi yoktur.» diyorlardı.
Hemen Bağdat’tan ayrıldım. Kendimin ve çocuk*
30. 30 İSLAM AHLÂKI
larlmm nafakasına yetecek kadarını ayırdıktan son
ra geri kalan malımı dağıttım. Irak malı Müslumania-
ra vakit olduğundan bu kadar mal ayırmak caizdir.
Dünyada bir aiimin çoıuk çocuğu için ayırdığı bun
dan daha iyi mal görmedim. Sonra Şam'a vardım.
İki seneye yakın bir zaman orada kaldım. Orada kal-
aıgtm müddetçe sofiye kitaplarından öğrenaiğım
veçhile kalbimi zıkruilah iie tasfiye etmek, ahlâkımı
düzeltmek, nefsimi fena huyıardan lemızıemek için
daima insanlardan ayrı yaşamayı riyazat yapmayı
ve ibadetle meşgul olmayı tercih ettimjfBir mudaet
Şam'daki Emevi Camiinde itikafa girmiştim. Her gün
Camiin minaresine çıkar, kapıyı üzerime kilitlerdim.
Sonra Kudüs'e gittim «Beyti mukaddes»e girdim.
Her gün Sahra'ya g*rer, kapıyı üzerime kilitlerdim.
d ).
Sonra oraya gider. Evet her yolcunun son dura
ğı olan yere «Kuyı yâre» Belki orası teskin edecek
tir, gönülden yaralı yolcuyu. Taşı, toprağı, esen rüz
gârı cümle dertlere derman olan Medine'tün nebiy:
ve kâ'belullah... Pervane neden mecnunvarı bir açk
ile mumda yanar bilinmez kl. Onunda bir derdi var
dır mutlaka. Bizim Sadi’miz «aşkı pervoneden öğ
ren!» demiyor mu?
«Bende mecnundan efzun aşıklık istidadı var.
«Âşık-ı sadık menem mecnunun ancak adı vor.»
diyen şair gibi Gazaiİ’de de pervaneden özge yanık
lık istidadı vardı, âlbette Kuyi Yâri ziyaret edecekti.
«Hz. İbrahim ofeyhissefâmı ziyaret ettikten son
ra hac farizasını İfa etmek, Mekke ve Medine'nin
bereketlerinden faydalanmak ve Hz. Peygamberi
(11 cl-Munk»7u Min'cd Dal'il. Sh. 59— 61
31. İSLÂM AHLÂKI 31
(S.A.V.) ziyaret etmek arzusunu duydum. Hicaz'a
gittim. Sonra gerek kendi arzu ve muhabbetim, ge
rekse çoluk çocuğumun daveti beni tekrar vatana
çekti. Oraya döndüm. Halbuki Bağdat'tan ayrılırken
tekrar dönmemeğe kat'i karar vermiştim. Yine uzleti
(insanlardan ayrı yaşamayı) tercih ettim. Çünkü yal
nız kalrhaya, Zikrullah İte kalbimi tasfiye etmeye
çok haris (arzulu) İdim. Fakat zamanım hadiseleri,
co.uk çocuk derdi, geçim zorluğu huzurumu kaçırı
yor, yalnızlıktan duyduğum zevki bozuyordu. Ancak
bazı vakitlerde eski halimi bulabiliyordum. Bununla
beraber ondan ümidimi kesmiyordum. Bazı hadise
ler ben» bu zevkten alıkor İdiyse de tekrar ona dö
nüyordum.» (1)
Hc've'e dalan yolcu acaba ölünceye kadar içine
gömülüp meydan yerine köşeyi mi tercih edecekti?..
Her şeyden asude, gönül âlem*nde bezmi visale mi
edecekti? Yoksa tekrar «agorasya dönüp irşad g ö
revine mi devam edecekti? Elbette bu sonsuz der
yanın dalgaları arasında boğuşan adam ikisinden
b;risini seçecekti. Şimdiye kadar bu yofa girip de
•k ncı basamağı tercih eden olmamıştı. Ama Gazal»
h ç ce <-Mütekaddimin» benzemiyordu. O kendisin
den sonra başlıyacak olan «Muteahhirin* ç:q:rını
acıyordu. Bir müddet önce köşeye çekken adam
btrncr müşahedelerden senra tekrar cemiyete dön
meye knrar verdi. «Birlikle çokluğa» değil, «Çokluk
ta birliğe» kavuşmayı tercih etti.
«İşte her çeşit haiktn bu sebepler dolayısıyle
imanlarının bu dereceye kadar zayıf düştüğünü gö
rüp bu şüpheyi gidermek İçin kendimi hazırlamış bu-
(1) cl-Mtınkızij Mm*od-Dalol, Sh 62
32. 32 İSLÂM AHLÂKI
Junca o kadar ki onların yani mutasavvıfların, felse
fecilerin, talimcilerın ve aiım geçinen kimselerin ilim
leriyle çok meşgul olduğum için bunları rüsvay et
mek benim için bir yudum su içmekten daha kolay
hale gelmiştir. Kalbime doğdu ki, şimdi bunu yap
mak artık farz olmuştur. Kendi kendime, «hastalık
umumi hale gelmiş, tabibier hastalığa yakalanmış,
haik helak olmak üzere iken insanlardan ayrı yaşa
manın yalnız kalmanın sana ne faydası olacak» de
dim. Sonra İçimden bu belayı ortadan kaldırmaya,
bu karanlık çarpışmaya ne zaman imkân bulabilir
sin? Zaman fetret zamanıdır. Devir tabi batıl devirdir.
Halkı saptıkları batıl yollardan doğru yola davet et
meye kalkışan bütün zamane adamlarr sana düş
man kesilirler. Onlara nasıl mukavemet edebilirsin?
Onlarla nasıl geçinirsin? Bu ancak müsait bir za
manda, dindar, kudretli her hükümdarın yordımıyıa
olabilir, dedim. Binaenaleyh deiil ile hakkı izhar et
mekten aciz olduğumu bahane ederek halktan ayrı
yaşamaya devam etmeği, kendimle Allah arasında
ruhsal telâkki ettim îse de Cenabı Allah zamanın
padişahlarının himmetini hariçten bir tesir göster
meksizin kendiliğinden harekete getirmeyi takdir
buyurmuşolacak ki, padişah surette emretti. Bu
emir o kadar kesin idi ki, muhalefet etmekte ısrar
etseydim, padişahın kalbini kırmış olacaktım. İçime
doğdu kİ benim ruhsat telâkki ettiğim şeyin sebebi
zayıflamıştır. Şu halde insanlardan ayrı yaşamaya
devam etmek için tembellik ,İstirahat, nefsini aziz
kılmak, onu halkın ezasından korumak gibi şeyleri
sebep göstermem artık muvafık değildir. Sen kendi
ne hafktan gelecek güçlüklere katlanmak ruhsatını
vermedin. Halbuki Cenabı Hck: «Elif Lc m-M im. İn
sanlar (yalnız) İnandık diyecekler de (öylece) bira-
33. İSLÂM AHLÂKI 33
kıhverecekler, kendileri imtihana çekilmiyecekler mi
sandılar? Andoisun biz onlardan evvelkileri de imti-
han etmişizdir.»
Yine aziz ve çelil olan Allah, mahlûkatm en azizi
olan Resulüne buyuruyor kh «Muhakkak senden ev
velki Peygamber de tekzip olundular. Fakat tek
zip olunmalarına, cezalara karşı sabrettiler. Niha
yet yardımımız kendilerine yetişti. Allah'ın kelime
lerini tebdil edecek yoktur. Sona Peygamberin ha
berleri muhakkak gelmiştir.»
Yine Cenab-ı Allah: «Rahman ve rahfm olan Al*
İah’ın adıyla Yâsin. O hikmet dolu Kuran'a yemin
ederim ki, sen (habibim) hiç şüphesiz gönderilen
peygamberdensin. Dosdoğru bir yol üzerindesin. Bu
Kuran yegâne galip, cidden esirgeyici Allah'ın indir
diği bir kitaptır. Bunun hikmeti de (yakın) ataları
azap ile korkutulmamış, bu yüzden kendileri gaflet
içinde kalmış olan bir kavmi (onunla) korkutmandır.
Andoisun ki onların çoğunun üzerine söz (azabımız)
hak olmuştur. Artık bunlar iman etmezler. Hakikat
biz onların boyunlarına çene kemiklerinin birleştiği
yere dayanmış birer demir halka taktık. Başlan kal
kık duruyor, aşağı bakamıyorlar. Biz, onların önle
rinden bir set, arkalarından bir set çektik. Böyiece
onları sarıverdik. Artık görmezler. Onlan (azao ile)
ha korkutmuşsun, ha korkutmamışsın, onlarca birdir.
Çünkü onlar iman etmezler. Sen ancak o zikre (Kur
an'a) uyan ve çok esirgeyici Allah'a gaibarie büyük
saygı göstereni korkutabilirsin, işte onu hem bir
mağfiretle, hem çok bir şerefli mükâfaatfa müjdele»
buyuruyor.
Bu hususta kalb ve müşahode erbabından bir
cemaatle İstişarede bulundum. Hepsi de uzlet) bı-
F .: 3
34. 34 İSLÂM AHLÂKI
rokmosı, çekildiğim köşeyi terketmemi ittifakla söy
lediler. Buna Alıah yolunda buıunan büyük zatların
gördükleri tevatür derecesinde çok rüyalar inzimam
etti. Bu rüyalar, bu hareketin Cenabı Hakkın şu yuz
sene başında takdir ettiği hayır ve rüşdün başlangıcı
olacağına şehadet ediyordu. Filhakika Allah her yüz
senenin başında bu dini ihya edeceğini vaad buyur
muştur. İşte bu şehodetler sebebiyle iyi zannım ga
lip geldi. Ümidim kuvvet buldu. Cenab-ı Hak bu mü
him vazifeyi yerine getirmek İçin Nişabur'a hareket
etmemi 499 senesinin Zilkade ayında müezser kıldı.
Bağdat'tan çıkışım 4888 senesinin Zilkade ayında
vaki olmuştu. Buna göre insanlardan ayrı yaşadığım
müddet 11 seneyi bulmuştur.
Bu, Allah’ın takdir ettiği bir harekettir. Bu ha
reket Cenab-ı Hakk'ın çok acaip takdirlerinden bi
ridir ki, Bağdat'tan çıkışım, ve uzfet hallerinden ay
rılışım bu uzlet zamanında nasıl imkânı hatırı hayale
gelmeyen şeylerdense, bu takdir de öylece hayalim
den geçmeyen şeylerdendi. Kalplerde, hallerde ceği-
şikiik yapan Allah'tır. Bir hadiste: «M ü'm inin kalbi
Allah'ın esab'inden iki usbu arasındadır.)» büyütül
müştür. Bitiyorum ki ben görünüşte İlim neşrine dön
müş olsam da, hakiki manâda dönmüş değilim. Çün
kü dönmek, eski hale gefmek demektir. Ben o za
manlar İnsana rütbe ve mevki kazandıran iimi yayı
yordum. Sözümle, amelimle ona davet ediyordum.
Maksadım niyetim hep mevki ve şeref kazanmaktı.
Şimdi İse, mevki, rütbeyi terkettiren ve bunlardon
uzaklaşmayı öğreten İfme davet ediyordum. Altah
biliyor ki, şimdiki niyetim, maksadım arzum budur.
Ben kendim ve baskosım îslâh etmek istiyorum. Ama
maksadıma erişimliyim yoksa muradıma ermekten
mahrum mu kalırım? Onu bilsem. Lâkin masiyet ha-
35. İSLÂM AHLÂKI
/
35
linden dönüş, taata yöneliş ancak Allahü Azim üş-
şan'dan olduğuna yakın ve müşahade derecesine
varan bir iman ile inanıyorum. Ben hareket etmedim,
fakat Atlah beni harekete getirdi. Ben bir amel işle
medim, o bana yaptırdı. O halde evvelâ beni ıslah
etmesini, sonra fcenim vasıtalarımla başkasını; beni
yola sevketmesini, sonra benimle 'başkasını doğru
yoîa ulaştırmasını ondan niyaz ediyorum. Bana hakkı
hok gösterip ona uymayı, batılı Batıl gösterip, ondan
kaçınmak çaresini ihsan etmesini diliyorum.» (1)
Ve 11 yıllık bir uzletten sonra Gazâli tekrar Ni-
şcıbur’a dolayısıyla cemiyete döner. Ama bu dönüş
başkadır. Karşımızdaki kfşt sadece ilim hastası, bil
gi hâzinesi bir alim değil, eşine az rastlanan hem
ledüıv ilme, hem kesbi bilgilere vakıf Hüccetül İs-,
lâm, vasfına tamamen sahip, dahi bir mütefekkirdir.
H Ü C C E T ’Ü L İS L Â M İMAMI G A Z Â Lİ
Gül solup, dağılınca güfşen
Gelmez artık ses bülbülden
Gül so’ııp, bozulunca gülistan
Gül kokusun kimden alam?
Gül suyundan.
M EVLÂNA
Yol bu. Elbette kervan bir yerde duracaktır. El
bette giden yolcu son menziline varacaktır. Ve bir
gün akar su denizi bulacaktır. Son nedir diye varsın
tartışadursun felsefeciler. Biz kulağımızı »Herkes
36. 36 İSLÂM AHLÂKI
ölümü tadacaktır» fermanına verelim. Ebu'l-Baka;
Endülüs mersiyesinde ne güzel söyler?
«Tam am olan her şeyde vardır mutlak bir noksan
Hayatın güzelliğine mağrurtanmamalıdır İnsan.»
İnsan tepeye çıkıncaya kadar binbir tecrübe,
binbir duygu taşır. Üzüntüler kederler yıkar şu bün
yeyi. Ama tepeye ulaşınca herşey biter mi? Heyhat...
ve tepeye varan insanı İnişin, yuvarlanışın kaygıları
kaplar. Halbuki oraya vannca herşey bitmiş olacak
tı. Nerede? Hayat bir serap gibi aldatıyor insanı. Bil
miyoruz ki bu çıkışın bir inişi olacak ve yuvarlanıp
gideceğiz o sonsuza bizde.
Bir kitlenin, bir toplumun bir fert üzerinde ver
diği hüküm umumiyetle ayn ayrıdır. Bir kişiyi seven
ler olacağı gibi yerenler de bulunacaktır. Tarihte
herkesin bir kişi hakkında aynı hükme vardığı görül
memiştir dersek pek de yanılmış olmayız. Ama Gaza-
li'ninki başka. Övenlerde, yerenler de ona «Hücce-
tül İslâm» lâkabını çok görmemişler. «Dinin delili»
hücceti manâsına gelen bu lâkaba herkes onu lâ
yık görmüş. Böyle bir hükme nerden varılıyor diyen
ler çıkabilir. Gazâll kadar İslâm dünyasında eser
yazan, ders okutan, ilim sahibi yok mu? Şüphesiz ki
pek çok. Hatta Gazalimden daha çok eser yazıp tale*
be yetiştirenlerde var. Var ama hiç birisine «Hücce-
tül İslâm» lâkabı verilmiş değil. Yahutta böyle bir
lâkabı asırlardır muhafaza etmiş değil. Öyleyse Ga-
zâli’nln onlardan ayrılan bir hususiyeti olması gere
kir.
İşte Hüccetü! İslâm'ın gerçek şahsiyeti ancak
bu muammanın çözülmesiyle ortaya çıkar. Bir kişi
nin yaşadığı devrin bütün ilimlerine vukuflyet Kes-
37. İSLÂM AHLÂKI 37
betmesi onu kitlenin gönlüne yerleştirmez. Hatta bir
şeyin mücerret mantığa uygun olması da onu genel
leştiremez. Kitlenin kendisi birşeye sahip çıkmalı ve
«bu benimdir, benim malimdir» demeli. İşte sonsuz
luğa eriş budur. Memleketimizde kırk yıllık devrim
hareketlerinin kitlenin benliğine yerleşmemesinin, alt
yapıya ulaşmamasınla sebebini de burada aramak
gerekir.
Gazâli bir kerre devrin bütün ilimlerine vakıftır.
Fizikten .felsefeden tutun da edebiyata psikolojiye
kadar bütün İlimleri bilmektedir. Kalbin hastalıkları
nı anlatırken karşınızda kalp cerrahını bilen bir dok
torla karşılaşırsınız. Toplar damarların çalışmasın»
dan, kan dolaşımına kadar bütün biyolojik halleri an
latan doktor'bir satır aşağıda bir gönül eridir. Kalb
adamıdır. Dolaşan kanla beraber, gecen duygular
dan haber verir. Aşktan anlatır, muhabbetten dem
vurur bize. Zikri İlâhi iie meczup olan gönülleri serer
gözlerimizin önüne. Sanki bir tablodur karşınızdaki
ve usta ressam eserinde sanatının bütün mahareti
ni göstererek bir renkler armonisi kurmuştur. Fırça
lardan dökülen cazip renklerden müteşekkil bir pey
zajla karşı karşıya bulunursunuz.
•
Bütün bunlar şüphesiz ki ilim hamallığı ile ol
maz. Birde hai ehli olmak gerekir. Eskiler buna «züi-
cenaheyn» derlerdi. Yani iki kanatlı oima. Tek ka
nattı kuşun uçuşu ne kadar ahenksiz olursa tek dal
da yetişmiş bilginde o derece semeresiz olur. Bizce
asırlardır hüccetül Islâm lâkabını alan zat bu czül-
cenaheyn» tabirinin İfade ettiği bütün mânayı ben
liğinde toplamıştır.
Medresede oturmuş kafa patlatmıştır. Kürsüye
çıkıp hakkın emirlerini haykırmıştır. Labarotuvara
38. 38 İSLÂM AHLÂKI
verip deneylerle uğraşmıştır. Gözünü semaya dikip
sonsuzluklar içinde kuranan yıldızların seyrine dal*
mtş Allah'ın hikmetlerini bizzat görmüştür.
Kızgın kum tanelerinin deryasına dalmış cihanı
gezmiştir. Üniversite kürsüsünde dersler okutmuştur.
Evet bunca evsafa sahip kişi en son olarak gö
nüllerin içine dalıp hikmet kaynağını coşturacak
anahtarı da aramış bulmuştur. Kesbi ilminin yanında
Ledün ilmini de kazanmıştır. Gazali, İşte bu yüzden
«Hüccetül İslâm lâkabını hak etmiştir» Gazâli.
Hicretin 499, senesi Gazâli Nişaburdaki Nizami
ye medreselerinin başına tekrar geçer. Başta Me-
likşah'm oğlu Sultan Sencer vezirlikte de Nizamül
mülkün oğlu Fahrülmülk bulunmaktadır. 500 yılında
Fahrülmülk bir batini fedaisi tarafından öldürülürce
Gazâü çok üzülür. Nişabur'u bırakarak tekrar ana
ocağına, Tus'a döner. Kendisi için bir zaviye bir
medrese yaptırır. Ve derslerine orada devam eder.
Nizamülmülk'ün oğlu Ahmed vezir olunca Gazâ-
li'yi tekrar Bağdat'a çağırır. Nizamiye’ye dâvet eder.
Hususi bir mektup yazar. Nizamiye medreselerinin
İslâm dünyasındaki önemini belirtir. Oraya lâyık tek
kimse olarak kendisini bulduğunu söyler. Fakat ce
miyete dönen adam Bağdat'a dönmez. İlme döner.
Eser yazmaya döner. Son nefesine kadar da yaz
maktan geri durmaz.
*
»+ .
Seher yelinin gönüllere neşve, ruhlara soodet
bahşettiği bir andı. Ak sakallı» nuranl çehreli zat
•ündeki doksan dokuzluk teşbihini seccodesinin bir
39. Is l â m a h l â k i 39
kenarına koydu. Henüz şehirde bir canlılık emaresi
yoktu. Etrafta kısık bir alevle yanan kandiller yavaş
yavaş görünmeye başlamıştı. Uyuyamıyordu adam.
Gönlünde bir huzur ve sükûnet hissediyordu. Bir
«Şebi arusıun tatlı hüznü vardı içerisinde. Duymak
istiyordu. Dostu görmek, dosta varmak fdosta er
mek istiyordu. Kalemini eline aldığı Önünde duran
mürekkep hokkasına batırdı. Mustafa adlı eserinin
son yaprağını da tamamladı.
Son kısmına «Rahmetli ve kudretli Rabbİnin ke
remiyle işbu kitap hicretin 505. yılında tamamlandı.
Maiikeimüikün kuiu Ebu Hamid Muhammed bin M u-
hammed Gazâlİ, et-Tûsi» ibaresini yazdı.
Gözlerinden vuslat yaşları akıyordu. Tekrar ib
riği aldı. İkinci defa abdest tazeledi ve divana durdu.
Zaman sanki esen rüzgârdı. Alaca karanlık basmış
tı her tarafı. «Namazını bitirdikten sonra kardeşi
Ahmed'i çağırdı. «Beyaz bez alın» dedi. Gelen bezi
aldı. Öptü ve alnına koydu. «Başımla gözüm üstü
ne» dedi. Yavaşça yatağına uzandı. Ve bir ağızdan
dediler kİ kırklar; «Gazâiide erdi canana.»
Zamanın rekKasesi 505 Hicret yılını vuruyordu.
Ve bir devre adını veren dahî binlerce Tuşlunun el
leri üstünde toprağa veriliyor. Her şeyi içinde sak
layan kara toprak onu da yiyor. Onu da dişleri ara
sında ufaltıyor. Şunu üzülerek belirtelim kİ imamı
Gazali konusunda İslam âleminde, bilhassa b izim ,
memleketimizde gerektiği gibi derin çalışmalar ya
pılmamıştır. Allah nasip ederse İmamı Gazâlİ hak
kında ileride başlı başına bir eser neşretmeyi düşü
nüyoruz. Rabblmizden temennimiz bizi hak yolunda
hidayete erdirmesi ve neslimizin İmamı Gözcülerini
yetiştirmesidir. Bu gün İslâm dünyası imamı Gazal
41. Ö N S Ö Z
Homd, bütün işleri tedbiri ile tasarruf etme kud
retine sahip olan, kalbin tertibini tadil edip en gü
zel şekilde tasvir eden, İnsan suretini ahseni tak
vim üzerine yaratıp, takdir He tezyin eden, ziyade
ve noksanlıklardan muhafaza edip iyi ahlâkı elde
etmeyi kulun çalışma ve çabalamasına bırakan,
gönderdiği kitabı ile iyi ahlâka teşvik edip, kötü
huylardan korkutan ,tevfik ve tesiri ile kullarından
havas derecesine ulaşanları seçen Allah'a mah
sustur. O, her zorluğu kolaylaştırır, her engeli aş
tırır.
Selât ve Selâm; Allah'ın kulu habibi, Nebisi,
beşlri ve nezlrl oian, alın çizgilerinde nübüvvet
mührü parlayan, onun tebşir ve emirlerinden hak
kın hakikati beliren insantann seçilmişi Muhammed
Mustafa (Saüallahü Aleyhi Veseileme) ve onunla
birlikte İslâm'ın çehresini küfrün karanlığından ve
bataklığından kurtaran, bâtılı yok edip kötülüklere
dalmayan ve bu yolda her türlü fedakârlığa katla
nan Aline ve Ashabına olsun.
Bundan sonra biliniz ki İyi huy Peygamberle
rin efendisi ve Resuller Resulünün en yüce vasfı,
•adık kişHerin amellerinin en faziletlisi, dinin esa
42. sı müttokiyierın semeresi, ibadet edenlerin gayesi
ve esası hükmündedir. Kötü hyy ise öldürücü ze
hir, yok edici tehııke, insanı rezii edici hayasızlık,
âiemıenn Rabbın.n huzurundan uzaklaştırıcı fena
bir hastalıktır. Kötü huy, sahibini şeytan yoluna
sürükler. Şeytanın yolu ise alevli ateşleri bulunan
cehenneme açıımiŞ bir kapıdır. O ateşler kapıere
kaciar işleyecektir. Güzei huy cennet nimetine Rah-
manın civarına açılan bir kapı hükmündedir. Kötü
huy gönül hastalıklarının esası, nefis illetlerinin ba-
şıctr, bedi hayatı yok edici bir hastalıktır. Geçici
oıan bedeni öldürecek hastalıklar ne kadar şiddetli
olursa doktorların inayeti ve ilâçların keskinliği sa
yesinde kurtulmak mümkün olur. İnsanoğlu fâni bir
hastalığa tutulunca hemen doktor arar da, ebedi
hayatın helâkine vesile olan gönül hastalıklarının
doktorunu aramak zahmetine katlanmaz. Nasıl be
denî hastalıkları tedavi eden doktorların bulunması
zarurî ise, gönül hastalıklarını tedavi eden tabibie-
rin bulunması da gerekir. Zira hiç bir kaib hastalık
tan emin değildir. İhmal edilirse mikroplar kümele
şip, illetler birieşir ve büyük bir hastalık halinde mey
dana çıkar. O zaman kul illetlerini ve hastalığına ve
rilen mikroplan iyice araştırıp sonra tedavi ve ıslâh
için gereken ilâçları kullanmak zaruretinde kalır.
Kaib hastalıklarının tedavisi Allah'ın Kur'omnda bu
yurduğu gibi şu hükme bağlıdır: «Kendisini temizle
yenler kurtuldular.» İhmali ise, âyet-S kerimenin de-
vamındadtr. «Desise edenler kaybettiler.»
Biz bu kitapta kaib hastalıklarından bir kısmi
ni inceleyeceğiz, umumiyette tedavi çarelerini, her
hastalığın hususi İlâçlarını tafsilâtsa olarak zikre
deceğiz. Tevfik Allah'tandır.
42 İSLÂM AHLÂKI
43. İYİ HUYLARIN FA Z İLETİ
Allahü Teâlâ sevgili peygamberine överek ni
metini izhar eaerek şöyle buyuruyor:
«Muhakkak ki sen yüce bir ahlâka sahipsin.»
Hz. Aişe ( R A ) buyurdu: Resüluliahın ahlâkı
Kur'amn kendisıydi.
Adamın birisi Resûluilaha, iyi ahlâk nedir? di
ye sordu. Resûlullah ( S A ) şu âyeti okudu. «Hakkı
ai, mo'rutu emret, cahillerden sakın.» Sonra aley-
hıssalaru vesselam buyurdu; seninle silâyı rahmi ke
sene gitmen, seni mahru medene vermen, sana
zulmedeni atfetmendir.
Resûlullah buyurdu: Ben sadece yüce ahlâkı ta
mamlamak icın gönderildim.
Resûlullah buyurdu: Kıyamet gününde mizana
konulan en ağır şey Allah takvası iyi ahlâktır.
Adamın birisi Resüluliahın ön tarafına geldi ve
«E y Allah'ın Resulü, din nedir?» dedi, Resûlullah
«İyi ahlâktır», Adem sağ tarafına geldi «Ya Resû
lullah din nedir?» dedi. Resûlullah «İyi ahlâktır» bu
yurdu. Sonra öbür tarafından geldi ve «Din nedir
Ya Resûlullah?» dedi, Efendimiz ona yöneldi ve şöy
le buyurdu: «Anlamıyor musun, o öfkelenmemektir.»
Kötülük nedir, Ya Resûlallah? dendiğinde Re-
süluliah: «Kötü huydur» dedi. Açkımın birisi Resulul-
lah'a «Bana tavsiyede bulun» dedi, o «Nasıl olursan
ol, Allah'tan kork.» dedi. Adam «Doha başka?» de
yince Resûlullah: «İnsanlar arasında iyi huyunla ta
nın» dedi.
Resûlullah'a, hangi amel doha faziletlidir? de
nildiğinde, «Güzel huy» dedi.
44. 44 İSLÂM AHLÂKI
Fudayl diyor ki; Resûlullah'o, falan kadiri gece
leri ibadet ediyor, gündüzleri oruç tutuyor. Am a ah
lâkı kötüdür. Dili ile komşularına eziyet ediyor. De
nildiğinde «Ondan hayır geimez. o cehennemliktir»
dedi.
Ebu Derda diyor ki: RsûiuJlah'ı-n şöyle dediğini
işittim: «Kıyamet gününde mizana ilk konan şey iyi
huy ve cömertliktir. •. î - . *
Resûiullah buyurdu:
Allah imanı yarattığında, beni iman ile takviye
et Allah'ım, dedi. Allah da onu iyi huy ve cömertlikle
takviye etti. Allah küfrü yarattığında o da, beni tak
viye et deyince, Allah onu cimrilik ve kötü huyla tak
viye etti.
Resûiullah buyurdu:
Allah dilediğini kendi nefsi jçio seçti. S îz in d i-,
ninize cömerttik ve iyi huyunuzdan başkası yaraş
maz dikkat edin ve dininizi bu ikisiyle süsleyin.
Resûiullah buyurdu: Ahlâkın güzeli, Ailah-ü Azi-
muşşanın yarattığı hilkat üzere olanıdır.
«Ya Resûiullah, mü'minlerin im an bakımından
en faziletlisi hangisidir?» denildiğinde «O , ahlaken
en güzel olanıdır», dedi.
Resûiullah buyurdu: Biz insanları mallarınızla
kapltyamazsınız. Onlara güzel yüz göstererek İyi
huyla hareket ederek kaplayınız.
Resûlullab buyurdu: Kötü huy, sirkenin balı boz
ması gfbl, amelleri bozar.
Cerir bm Abdullah, Resûlutlah'm şöyle dediğini
rivayet ediyor: Ey Cerlr, sen Allah'ın yarattığı güzel
mahlûkicrdan birisin, ahlâkını da güzelleştir.
41
45. İSLÂM AHLÂKI 45
Berra bin Azib diyor ki:
Resûlullah. insanların içerisinde yüzü ve ahlâkı
en güzel olanıydı.
Ebu Said el Hudri rivayet ediyor:
Resûlullah duasında hep şöyle derdi: Allahım
hilkatimi güzelleştirdiğin gibi, ahlâkımı da güzel
leştir.
Abdullah bin Ö m e r rivayet ediyor:
Resûlullah en çok şöyle dua ederdi: Allahım,
senden sıhhat, afiyet ve iyi huy istiyorum.
Ebu Hüreyre rivayet ediyor:
Resûlullah buyurau: M ü ’minin kerimliği dini ile
dir. Şerefi chlâkı iledir. Erkekliği ise aklı g ib id ir ^
Üsame bin Şüveyk'den: Araplar Resûiuliah'a.
kulun verdiği şeylerin en hayırlısı nedir ,diye sorun
ca onun «İyi huydur» dediğini işittim.
Resûlullah buyurdu:
Kıyamet gününde bana en sevimli ve mevkii
yakın elanınız, güzel huylularınızda.
İbm Abbas'tan:
Resûlullah buyurdu: Üc şeyden birisi veya iki
si kimse bulunmazsa, amellerini bir şeyden say
mayın.
1. Allch'a isyandan kendisin! alıkoyacak takva.
2. Sefaletten alıkoyacak İlim.
3. İns' ılar arasında iyi geçinecek huy,
Resû’ui’ah, namazın başlangıcında hep şöyle
dua ederdi.
Allah'ım, oeni huyların en güzeline erdir. Çürn
kü oraya senden başka'kimse erdiremez. Kötü ah
lâklarımı at. Çünkü senden başka kimse atamaz.
Enes bir Malik diyor ki:
46. 46 İSLÂM a h l â k i V
Biz Resûlullahta birlikte İken bir gün şöyle de-
diğini işittik:
İyi ahlâk, hataları, güneşin buzu erittiği gibi
eritir.
Resûlullah buyurdu: İyi huylu olmak insanın
saadetindendir.
Resûlullah buyurdu: İyilik, iyi huyUUuktur.
Resûlullah buyurdu: Ey Eba Zer, teub.r gibi akil
lilik, ahlâk gibi şereflilik yoktur.
Enes diyor ki:
Ümrnü Habibe, Resûlullah’a dedi:
L « B ir kadının dünyada iki kocası olmuş olsa, o
ölüp de cennete girdikleri zaman hangi kocasının
olur?» Resûlullah cHangisinin ahlâkı güzelse onun
Aieyhisselâm. buyurdu: Kişi İyi ahlâkı ve merte
besinin kerimi sayesinde geceleri kaim, gündüzleri
saim oicn mü'minin derecesine ulaşabilir. Başka bir
rivayette ise sahalardaki susuzların derecesine
ulaşır.
Abdurrahman ibni Semüre diyor ki:
Biz R.esûlullah'ın yanında iken o şöyle dedi: *
Ben dün gece acaip bir rüya gördüm. Ümme
timden bir kişi diz üstü çökmüş, onunla Altah-ü Zül-
celâl arasında bir perde vardı. İyi ahlâkı geldi ve
onu huzuru izzete götürdü.
Enes diyor ki:
Resûlullah buyurdu: Kul ile ahlâkı sayesinde
ibadette zayıf da olsa âhiret derecelerinin yücesine
ve menzillerinin şereflisine ulaşır.
(Rivayet edildiğine göre Hz. Öm er (R.A.) Fey-
gamberden izin isteyerek Fahr-i Kâinatın yanma
geldi. Peygamberin yanında Kureyşli kadınlar var
dı. Onunla konuşuyor ve yüksek sesle pnuhabe-
47. İSLÂM AHLÂKI 47
re ediyorlordı. Ömer gelince örtüye bürünüp çıktı
lar. Ömer girdiği zaman Resûlullah gülüyordu. Ömer:
«Anam, babam sana kurban olsurl, neden güler
sin?» dedi. Resûllulah «Şu kadıncağızlara gülüyo
rum, benımıe birlikte iken örtünmeden konuşuyorlar
dı senin sesini ışıtmce sustular ve örtündüler» dedi.
Hz. Ömer «Ey Allah'ın Resûlü. sen korkulmaya daha
cok müstahaksın» sonra, onlara döndü, dedi ki:
«Ey kendi nefislerinin düşmanları, siz benden kor
karsınız da Resûiuilah'tcn korkmaz mısınız?» Ka-
cLnlar: «Evet ey Ömer: sen bize Resütullah'dan da
ha cok korkutucusun» dediler.
Resûlullah buyurdu: Ey Hattab'ın oğlu, nefsim
yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, şey
tan seninle hiçbir zamon karşılaşamaz. Aynı yola
girdiğiniz zaman o yolunu değiştirip senden kaçar).
Resûlullah buyurdu: Kötü huy affedilmeyen bir
günahtır. Kötü zon ise korkunç bir hatadır.
Resûlullah buyurdu: Kul kötü huyla cehennemin
en alçak derecesine ulaşır.
Lokman Hekimin oğlu babasına dedi ki: «B a
bacığım, insan için hangi haslet hayırlıdır?» Lok
man Hekim: «Din» dedi. Oğfu: «Şayet iki tane olsa»
Lokman Hekim «Din ve mal» dedi. Oğlu: «Şayet üc
tane olursa?» O: «Din. mal ve hayâ» dedi. Oğlu:
«Şavct dört tane olursa?» deyince. O: «Din, mal.
hayâ, iyi huy» dedi. Oğlu: «Şayet beş tane olursa?»
deyince O. «Din. mal. hayâ, iyi huy ve cömertlik.»
dedi. Oğlu: «Şoyet altı tone olursa?» deyince, Lok
man Hekim: «Oğlum, kim beş hasleti elde ederse
o Allah'ın dostu olur. Şeytandan uzaklaşır.»
Haşan dedi: Kim kötü huylu olursa, kendi nef
sine azap eder.
48. 43 İSLÂM AHLÂKI
Enes' ibni Malik dedi:
Kışı, iyi huy ile cennetin en yüce derecesine,
ibadet etmeden ulaşır. Kötü huyu ile de, ibadet et
tiği halde cehennemin dibine düşer.
Yahya bin Muaz Errazi dedi:
Yüce huylarda rızkın artışı vardır.
Vehb ibni Münebbih dedi:
Kötü huy, kırılmış çömlek parçalarına benzer.
Ne yapışır, ne tekrar ça m u r olur.
Fadl İbni İyaz dedi:
İyi huylu bir îâcirin bana arkadaşlık etmesi, kö
tü huylu âbidin eşlik etmesinden iyidir.
İbni M übarek, bir yolculuğu esnasında kötü
huylu birisiyle arkadaş- oldu. Abdullah onun kötü
huyuna tahammül ediyor ve idare ediyordu. Adam
ayrılınca ağladı. «N eden ağlıyorsun?» dendiğinde:
«O n a acıdığım dan» dedi, «çünkü o benden ayrıldı
am a kötü huyu ondan ayrılmadı» dedi.
. Cüneyd El Bağdadî dedi:
(jD crt şey kulu, ameli az da olsa, derecelerin en
yü-cesme yükseltir, liim, Tevazu, Cömertlik ve iyi
Huy. İyi Huy İmanın kemalidir..
Kettani dedi:
Tasavvuf demek, iyi hut demektir. Kimin huyu
nun güzelliği fazla olursa, tasavvufta derecesi da
ha da artar.
Hz. Ö m e r dedi:
İnsanlar arasında güzel ahlâkınızla muamele
ediniz... >
Ychya bin M uaz Errazi dedi:
Kötü huy o kadar fenadır ki birlikte sevapla-' -• •••«■***.• *
rrn çokluğu fayda vermez. Güzel huy o kadar iyi
d ir ki, birlikte günahların topluluğu zarar vermez.
İbn i.A bb as'a sordular:
49. İSLÂM AHLÂKİ 49
Kerem nedir, O şöyle dedi: Kerem Allah'ın
kitabında belirttiği gibi takvaca üstün olmaktır, ^
ref nedir— dendiğinde: Ahlâkı iyi olanınız şerefli
yüce elanınızdır, dedi,
İbni Abbas dedi:
Her binanm bir temeli vardır. İslâmm da teme-
ii ahlâktır.
Ata dedi:
Kim yücelmişse güzel huyuyla yûceimiştir. Hiç
kimse güzel ahlâkın kemaline ulaşamamıştır. Habibl
kibriya müstesna. Allah'a en makbul olan huy gü
zel ahlâkla Resûluiünün yolunda gidenlerin huyu
dur.
İYİ VE K Ö TÜ HUYLARIN HAKİKATİ
iyi biliniz ki: geçmişler iyi huylar mevzuunda
birçok şeyler söylemişler, onun nelerden ibaret ol
duğunu açıklamaya çalışmışlardır. Fakat, geniş
mevzuu bütün hususiyetleriyle, İnce noktalarına ka
dar inceliyenler pek azdır. Bunlardan bir kısmı an-
»
cak iyi aniâkın bazı bölümlerini izah etmişler, ken
di konuları ile ilgili olan parçaların bir kısmını ken
di kafalarına göre İncelemişlerdir. Ama İyi ahlâk ne
den ibarettir, sınırlan nedir, iyi ahlâklı bir m ü’min
nasıl olmalıdır, gibi mevzularda susturucu cevaplar,
izahlar yapmamışlardır. Meselâ: Hazret! Hosan: tly!
ahlâk, güzel yüzlülük, cömerttik, cemiyeti rahatsız
eden şeyleri yok etmektir» demiştir.
İmamı Vasıti: «İyi ahlâk: Cemiyeti rahatsız et
memek, her şeyi hoş karşılamaktır»
Bazı kişiler: «İyi huy: İnsanlara yakın olmerk
cnîarın arasındaki şeylere uzak olmaktır.»
F.: 4
50. 50 İSLÂM AHLÂKİ
Vasili diğer bir defasında. «İyi ahlâk: Sevinçli
ve neşeli amarda Herkesi memnun e tm e k tin
Ebu Osman: «İyi ahlâk: Allah'ın rızasını kazan
m a k tın
Sehli Tüsteri’ye soruldu: «İyi ahlâk nedir?»
Ser;’: «iyi ahlâkın en aşağı derecesi herkesi hoş kar
şılamak , zâlimlere merhamet, hürmet etmeyip onlar
için Allahu Teâlâ’dan hidayetler dilemektir.» Baş
ka bir seferinde: «Rızk için .mal ve mülk için hakkı
inkâr etmek, söz verince sözde sadakat etmek, Al
lah rızası için çalışmaktır.»
Imam-ı Ali (Allah ondan razı olsun): «İyi ah
lâk: «U ç şeyden ibarettir. Haramdan sakınmak, her
şeyin helalini aramak, efradı ailesine iyi muamele et
mektir.w
Hüseyin bin Mansur: (Allah sırrını mukaddes
kılsın): «İyi ahlâk: Hakikati gördükten sonra onu
tatbik etmekte sana başkasının eziyyetinin tesir et
memesidir.»
J Ebu Saıd El Harraz (R.A.) «İyi ahlâk: Allah'tan
başka bir maksudun bulunmamasıdır.» demişler
dir.
İşte bunlar ve bunlar gibi bir çok sözler iyi ah
lâkın ne olduğunu açıklamak için söylenmiş sözler
dir. Her birisi alîm kıymetindedir. Fakat bunlar iyi
huyların mahiyyetinl, hakikatim açıklamaktan uzak
tırlar, Bu sözler ancak iyi ahlâkın bölümlerinin ba
zı dallarını izah etmek için çok güzel, hikmetli söz
lerdir.
Bu konunun Özünü, hakikatini açıklamak bu
konu hakkındaki sözler! serdetmekten bizce daha
faydalıdır.
İyi ahlâk konusundaki fikrimiz şudur: Hulk
(Ahlâk) ve Halk (Yaratılış) toplum tarafından
51. İSLÂM AHLÂKI 51
kutlanılan, lâfzı birbirine yakın iki kelimedir. Halk
konuşurken ekseriyetle haik ve huiku güzel insan
derler. Yâni hal (dış görünüşü) hulk (iç görünüşü)
huyu güzel demektir.
İnsan basar sahibi olan bir cesetle, basiret sa
hibi olan ruh ve nefesten ibarettir. Bunların her bi
risinin de iyi ve kötü yönleri, şekilleri, yapılan var
dır. Faziletli olan ruh ve nefis, görgüsü (Basarı)
olan cesetten daha faziletlidir. Bu yüzden Aılahü
Taâlâ, Kur’ân-ı Kerim'de insanı ona (basirete) İza
fet ederek basirete yüksek kıymet veriyor. «Ben in
sem balçıktan yarattım. Hilkati güzel olunca ona
ruhumden üfürdüm, melekler onlara secde etti.»
dıycr. Bundan da anlaşılıyor ki ceset toprağa men
suptur. (Bu konuda kullanılan ruh ve nefis ikisi de ay
nı mânaya gelmektedir.)
Ahiâk: Nefsm (ruhun) durumu ve şekil alması,
maneviyatın hareketlerde hâkim olması, iyi fiillerin,
düşüncelerin zorlamadan sudur etmesidir.
Ahlâkın şekil ve süreti hasletlerin insanda te
şekkül edişine göre tesbıt edilir. Meselâ insandan
sudur eden fiiller eğer akla, mantığa, şeriata uy
gun. herhangi bir zorlamadan müteveilid değilse o
haslete iyi huy, güzel ahlâk adı verilir. Südur eden
fiil eğer çirkin, şeriata muhalifse herhangi bir zor
lamanın neticesi değil ise o haslete kötü huy fena
ahlâk adı verilir.
«Ahlâk: Fiillerin İnsanda teşekkül edişine göre
tesblt edilir.» dedik. Zira herhangi bir sebepten do-#
tayı, pek nadir olarak fakir fukaraya sadaka veren
kimseye, cömertlik hasleti şahsında teşekkül etme
den cömert, sahi, hayır sever kimse diyemeyiz.
52. 52 İSLÂM AHLÂKI
cHerhangi bir zoriamonın neticesi, yapmocık-
ton değilse» dedik. Zira fakir fukaraya sadaka ve
ren, yahut gazapianırken susmayı» gazabını yenme
yi. herhangi bir zorlama ve tekellüften sonra ya
pabilen kimseye de cömert, hayırsever, yumuşak
huylu kimse diyemeyiz. Zira bu çeşit hareketler iç
ten gelerek yapılmış hareket sayılmaz.
(
İYİ AHLAKIN A LA M E TLE R İ
Nefsinin kusurlarmı görmeyen bir çok cahil ki
şiler azıcık bir riyazattan {nefsi terbiye) sonra* bazı
ufacık günahları terk edince iyi ahlâkı elde ettikle
rini sanıp kendilerine müttakilik süsünü verirler. İyi
ahlâkı ve kötü ahlâkı nedenleriyle birlikte açıklayıp
izah etmek gerektir.
İyi huy mutlak iman, fena huy ise mutlak ni
faktır. Zira Allahü Taâlâ irfan kaynağı Kur'önı Azim*-
de müzminlerin sıfatını açıklarken iman ve nifakın
İyi ve kötü huylardan başka bir şey olmadığını bil
diriyor ve şöyle buyuruyor:
«O Mü'mıniertfl kİ namazlarında, huşü üzere-
dlrier. Beyhude, boş sözlerden yüz çevirirler, zekâtı
verirler, kendileriyle meşru' münasebette bulun
maları töhmetti müstetzim oimayan zevceleri He sağ
ellerinin mülkü olanlardan başkasına karşı, — bu
ikisinden başkasını dilerse, hoddl aşmış olacağı
için— utamJocak yerlerini haramdan saklarlar,
emanetlerine, ahitlerine riayet ederler, (Bunlar),
muhakkak ki umduklarına ererler. Bunlar o varisler
dir kî, en yüksek cennete (flrdevse) varis olurlar.
Ve onlar orada dâhnf kalırlar.» (1)
(1) MÜ’mlnÛn türesi, M i
53. İSLAMahlAjü 53
cHer türlü günahtan tevbe edenler, Allah'a
tam Ihlâs ile kulluk edenler, Allah'a hamdedenler,
oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, fena
lıktan nehyedenler, Allah'ın ^k ü m le rin i hakkıyla
gözetenler; işte bu mü'minlere müjdele. Mü minler
ancak onlardır ki Allah anıldığı zaman yürekleri
titrer, Allah'ın âyetleri okunduğu zaman imanlan
kat kat artar ve onlar Rabiarına dayanırlar. O n-
iardır ki (Mü'minier) namazı dosdoğru eda ederler
ve kendilerine verilen nimetlerden (başkalarına yar
dım için) Rabiarı nezdinde, yüksek makamları vardır.
Rablan onlan yargılar ve oniara en güzel, en şerefli
nimetleri İhsan eder;» (2)
Esirgeyen Allah'ın kulları onlardır kİ, yeryü
zünde tevazu ile yürürler. Kendini bilmez cahil
ler onlara söz attıkça, onları incitmeyecek cevap
vererek: Selâm ederler. Onlar gecelerini Rablerine
secde ederek, ayakta durarak geçirirler. Ve (Ulu)
Allah'ımız derler, cehennem azabını üzerimizden
sav, onun azabı devamlı bir seyyledir, O ne fena
uğrak, ne fena bir konaktır. Onlar mallarını harcet-
tiklerj zaman israf etmezler, Hissette göstermezler,
ikisinin ortası yol gösterirler. Onlar Allah İle bera
ber başka bir mabuda tapmazlar, Allah'ın öldürül
mesini haram kıldığı canı, hak ve adalet İcap et
meden, (Asla) öldürmezler, /zina etmezler, çünkü
bu kötülüğü yapan cezasını b u iu y kıyamet günü
cezası kat kat verilir.^ Orada zillet ve hakaret için
de daim kalır. Yalnız tevbe edip doğru dürüst işler
işleyenler, müstesnadırlar. Hak Taâlâ yargılayın
cıdır, bağışlayıcıdır. Kim tevbe edip doğru dürüst
İşler işierse muhakkak ki, Allah'ı hoşnut ederek
(2) Enfal ȟresi ,dyet 3>4
54. 54 İSLÂM AHLÂKI
ona dönmüş olurlar. (Allahın o kulları) yalan yere
şehadet etmezler, münasebetsizliklerin yanından
geçtikçe clicenabane geçerler. Onlar Allah'ın âyet
lerini hatırladıkça, onların üzerine sağır ve körler
gibi kapanmazlar. (Can kulağıyle dinler, basiret
gözüyle görürler). Onlar: Ulu Allah'ımız derler, zev
celerimiz ve çocuklarımızdan gözlerimizi aydın ede
cek, — bizi sevindirecek— bahşet, bizi fenalıktan so
kmanlara rehber k»l... İşte bunlar sabrettikleri için
yüksek makamlarla mükâfatlanacak ve orada hür
metlerle, selâmlarla karşılanacak, orada devamlı
kalacaklardır. O ne güzel ikametgâhtır? De ki: Sizin
dua ve ibadetiniz olmasa, Allah nezdinde ne kıy
metiniz olurdu. Siz hakkı red ederek yafan saysay-
diniz, bunun cezasını yakında bulup çekeceksiniz,»
Kenef; durum unu öğrenmek isteyen kişilere
ölçü olcrak yukarıdaki âyet-i kerîmeler yeter.' Bu
öyet-i kerîmelerde zikredilen huyların topunun bir
kişide bulunması iyi huyluluğa, hic birisinin bulun
maması da fena huyluluğa alâmettir. Bir kısmının
bulunup, bir kısmının bulunmaması ise biraz iyi, bi
raz da fena huyların varlığına alâmettir. Bu durumda
olan kimse, bulunan iyi huyları korumalı, bulunm a
yanları da elde etmeye çalışmalıdır.
Allah'ın Resûlü, M ü'm in kimselerin vasfını bir
çok hadis-i şeriflerinde açıklamışlardır ki o özellik
le t esası sayılırlar.
de seven kimsedir.
Allah ve Resulüne inananlar komşularına ik-
rcm etsinler.
(3)
kendisi için sevdiğini iman kardeşi için
13) Fürkon sûresi, âyet 53 * 77
55. Allch ve Resulüne inananlar misafirlerine ikram
etsinler.
Allah ve.Resûlüne inananlar ya hayırlı söz söy-
İçsinler, yahut da sussunlar.»
Diğer bir hadis-i şerifinde Müzminlerin en önem
li özelliklerinin iyi huy olduğunu belirterek devam
ediyorlar:
«M ü’minlerin imanca en yükseği, huyları en gü
zel olanlardır.
Siz bir M ü’mini samut (susan, öteye beriye ka
rışmayan) vakur (vakarlı) bir halde görürseniz o
kimseye yaklaşınız, onunla sohbet ediniz. Zira on
dan hikmet sudur eder.
iyiliği ile sevinip, kötülüğü ile üzülen kimse Müz
minin ta kendisidir.
Bir Mü'minin iman kardeşine eziyet verecek,
üzecek bir gözle bokması haramdır.
Müslümanın müslümanı korkutması haramdır./
Beraber sohbet edecek oturan iki müslüman
Allah'ın emanetindedir. Onların hic birisine birbiri
ni tiksindiren üzen bir hareket yakışmaz.,
Büyük İslâm velileri İyi ahlâkın alâmetlerini şöy
le sıralamışlardır:
Cok hayâ, hemcinslerine az eza ,cok islânçılık,
doğru dil, az ve öz söz. cok çalışmak, Ameli- Sa
lih. az zillet, az israf, herkese İyi muamele, akraba
ve dostları ziyaret, (sıla-ı rahim) vekar, belalara sa
bır, nimetlere şükür, Allahın verdiği şeylere nza,
hilm, herkese karşı yumuşak davranmak, (rıfk), if
fet, kimsesizlere karşı şefkat, küfretmemek, kimse
yi tefin nemime, gıybet, acelecilik, hıkt (kin) haset,
bohillik (cimrilik) etmemek, güler yüzlü, temiz söz
lü olmak. Allah için sevip Allah için buğzetmek. Al-
İSLÂM AHLÂKI 55
56. 56 Islâm ahlâki
lah için raa, ARah İçin gazapfanmak (gazap ta b e
diyorsa)' iyi ahlâk işte bunlardır.
Allah'ın iki cihanın büyüğü olarak yarattığı Ulu
Peygambere (salât ve selâm ona olsun) sordular;
M ü’min ve münafıkın alâmeti nedir? Cecav verdi:
— Mü'min namaz, oruç, vesair ibadetler için
ihtimam gösterendir. Münafık hayvanlar gibi yemek
içmek için ihtimam gösterendir.
Hatemi Esam (Allah'ın rahmeti onun üzerine ol
sun) dedi; — Mü'min tefekkür ve ibretle meşgul olur,
münafık hırs ve emelle meşgul olur. Mü'min Allah’-i
tan başka kimseden yardım istemez. Münafık, Al
lah'tan başka herkesten yardım ister. Mü'min Allah'
tan başka kimseden korkmaz. Münafık Allah'tan
başka herkesten korkar. M ü’min dini uğruna malı
nı canını verir, Münafık malı uğrunda dinini verir.
Mü'min iyilik yapar yine de ağlar. Münafık kötülük
yapar yine de güler. Mü'min vohaeti, halveti yalnız
lığı sever, Münafık karışıklığı, bozgunculuğu sever.
Mü'min etrafına iman tohumunu ekre, cemiyette fe-
sad çıkarmaktan korkar, Münafık iman tohumlarını
ezer, fesat çıkarmayı sever. Mü'min iyiliği emir,
kötülüğü nehyeder, sulhu temin için siyaset ya
par. Münafık kötülüğü emir, iyiliği nehyeder. Ri
yaseti elde etmek İçin fesat çıkarır. İyi huyda en
başarılı imtihan e^ ' tlere sabır, cefalara taham
mül etmektir. Kim kı başkalarının fena huylarından
bahsederse (münafık ve mülhitler müstesna) ona
kendisinden fena huylu olduğunu hatırlatın. Zira
İyi huyluluk eziyete tahammül etmektir.
Rivayete göre Hz. Peygamber bir gün Enesle
beraber gezerken arkadan bir Arabî geldi, Pey
57. , İSLÂM AHLÂKİ 57
gamberimizi şiddette sarstı. (Hz. Peygamberin üze
rinde Nerca-n malı yünlü, kıllı hırkaları vardı). Enes
Hazretleri anlatıyor: Adam o kadar sarstı ki, hırka
nın kılları Peygamberimizin mübarek boynunu kızart
mıştı, Arabi, Hz. Peygambere:
— Senin yanındaki Allah malından bir miktar
da bana ver, dedi. Ulu Peygamber güldü. Bir m.ktar
mal verilmesini emretti.
Bi'setin ilk devirlerinde hicretten önce Kureyş-
liler Peygamberimizi sıkıştırınca, ona bir insana ya
kışmayan eziyeti yapmaya' başladıklarında Resûlul-
I
lan: «Allahım, kavmimi sen affet, onlar bilmediklerin
den bana eziyet ediyorlar» demişti.
Uhut savaşında müşrikler mübarek dişini kırın
ca «Allah'ım sen hidayet eriştir, onlar bilmiyor» de
yince: «M uhakkak Ki sen yüce bir ahlâka sahipsin.»
mealindeki âyet-i kerime nâzı! olmuştu. Evet kâina
tın büyüğü, ahlâkın zirvesi, büyük önder böyle hare
ket eder, böyle yaşardı.
Rivayet olunur ki, Edhem oğlu İbrahim (Alla
hın rahmeti onun üzerine olsun) bir gün çölde ge
zerken bir zabitle karşılaştı. Zâbıt ona:
— Sen köie misin, nesin? diye sordu.
İbrahim:
— Evet, ben köleyim; dedi. Zabit:
— Mamureniz (oturduğunuz yer) neresidir?
dedi.
İbrahim kabristanı gösterdi. Zabit:
— Ben mamur olan bir yer istiyorum, dedi.
İbrahim:
— Evet, ben de mamure kabirdir, diyorum.
Zâbit İbrahim’in bu sözüne kızdı; başına sopa
İle vurup yardı; alıp şehre götürdü., Zöbit arkadaş
larına durumu anlatınca arkadaşları ona dediler:
58. 56 İSLÂM AHLÂKI
— Biliyor musun o kimdir? Zöbit, hayır! dedi.
Arkadaşları:
— O İbrahim bin Edhem, dediler. Zabit hemen
atından indi, İbrahim'in eline ayağına sarılmaya
başladı, Özür diledi. Orada bulunanlar İbrahim'e:
— Neden sen ben köleyim dedin? İbrahim:
, — O bona sen kimin kolesisin, kulusun? de
medi. Köle inisin? dedi. Ben de, evet köleyim, de
dim. Çünkü Allah'ın kulu ve kölesiyim. Benim ba
şımı yarınca Allah'tan onu affetmesini diledim, dedi.
Oradakiler:
*— Nasıl sana zulmedenin affını istiyorsun? de
diler.
İbrahim
— Ben Diliyorum ki, onun bana yaptığı eziyet
ten dolayı Allah'ın huzurunda mükâfat göreceğim.
Kendisinin yüzünden kâr ettiğim kimseye zarar gel
mesini ise asla istemem, dedi.
Adamın birisi Ebu Osman'ı (Aİlan'ın rahmeti
onun üzerine olsun) denemek için yanına çağırdı.
Ebu Osman gelince ,sana ihtiyacım kalmadı, git;
dedi. Ebu Osman gitti. Biraz gidince tekrar çağırdı,
yine ihtiyaç yok. git; dedi. Birkaç defa böyle tek
rar etti. Fakat Ebu Osman hiç çehresini bozmadan
geldi ve gitti. Nihayet adam şeyhin eline ayağına
düştü. Kusura bakmayın, sizi denemek için yapı
yordum. Ne güzel huyunuz varmış ya şeyh, dedi.
Şeyh:
— Bende gördüğün huy köpeklerin huyudur.
Onları çağtnrsan gelir kovarsan gider, dedi.
Yine Ebu Osman hazretleri bir sokaktan ge
çerken üstüne kül serptiler. Ebu Osman atından
indi, üstünü silkti, temiz bir yerde secde etti, şü-
59. İSLÂM AHLÂKI 59
kür etli, dökenlere hiç seslenmedi. Kendisine: Kül
serpenlere neden huylanmadın? diyenlere:
— Ateşe müstahak olan bir kimse, kül ile kur
tulursa .kurtaranlara kızar mı. yoksa hürmet mi eder?
dedi.
Musa Erriza'mn oğlu Ali (Anesi siyah ırktan ol
duğundan biraz siyahçaydı). Evine yakın bir yerde
hamam vardı. Hamama gitmek istediğinde hamamı
kiralar, tek başına giderdi. Bir gün yine yalnız ba
şına hamamda yıkanırken hamamcı kapıyı örtüp
gitti. Köylünün biri apıp hamama girdi. Ali’yi içeri
de yalnız görünce hamamın hizmetçilerinden birisi
sandı ve Ali'ye:
— Gel beni kesele, dedi.
Alî binMusa kaik:p adamı keseledi. Başına su
koydu. Hamacı gelip köylüyü görünce afalladı. Kor
kusundan kaçtı. Ali bin Musa hamamdan çıkınca,
hamamcı nerede? diye sordu. Oradakiler sizden
korktu ve gitti dediler. Ali:
— Korkulacak ne var? Asıl suç hamamı siya
hi köleye teslim etmektir, dedi.
Ebu Abdullah Eihayyat (R.A.) terzi dükkânında
dikiş dikerdi. Mecusî bir müşterisi vardı ki Abdul-
lah'dan diktirdiği bâzı şeyleri alır, karşılığı olarak
kalp para verirdi. Abdullah da hiç seslenmeden
alır, öbür tarafına atardı. Bir gün Abdullah çarşıya
eşya sat:n almaya gidince Mecusî yine geldi. Abdul-
!ah:n çırağından eşyayı alıp kalp parayı verdi. Çı
rak paranın kalp olduğunu görünce eşyayı vermedi.
Bir müddet sonra Abdullah gelince meseleyi anlattı-
icr. Abdullah:
— Vereydiniz adama eşyayı, ben onun verdiği
paranın kalp olduğunu çoktan beri biliyordum, fa
kat Mecusîye İslâmın kudsiyetini, müslümanların
60. 60 İSL/ta ahlâki
civanmertliğini *abul ettirmek İçin »eslenmiyordum,
dedi,
, Yusuf bin Esbat (R^A.) dedi: İyi ahiâkm alâ
meti 10 tanedir: Yalan söylememek, varlıklara kar
şı insaflı davranmak, başkasının düşmesini iste
memek, kendisine karşı yapılan fenalıkları hoş gör
mek. mazeret kabul etmek, eziyetlere tahammül et
mek, nefsin melanetini terk etmek, kendi şahsî ku
surlarını görüp, başkasının ayıplarını araştırmamak,
kendisinden küçük ve büyüklere karşı güzel söz söy
lemek.
Kays oğlu Ahnef (R.A.) e soruldu: Sen hilmi (sü
kûnet vekar) kimden öğrendin? Ahnef:
— Kays bin Asım'dan öğrendim.
— Onun hilm'I nasıldı?
Ahnef anlattı:
— O (Kays bin Asım) evinde oturuyordu, kö
lesi elinde şişte pişirdiği kebabı getiriyordu. Şiş
elinden düştü. Asım'ın çocuğuna değdi. Çocuk öldü.
Köle dehşetle korkmaya başladı. Asım:
Veys El-Karanî (R.A.) hazretlerini çocuklar gö
rünce peşine düşer onu taşlarlardı. Veys:
— Kardeşlerim. Muhakkak atmanız gerekiyor
sa az atın, ayaklarımı kanatmayın, abdestim bozu
lursa namazımı kılamam, derdi.
Ahnef bin Kays'e (R.A.) adamın birisi sövdü.
Ahnef cevap vermedi. Adam Ahnef'in peşini takip
etti. Bir müddet sonra Ahnef arkasına döndü ve
adama :
— Başka söyleceğin bir şey var mı? Sonra
mahallenkı gençleri seni görürse döverler, dedi.
— İmam-ı AH (Kerremaliahü vechehu) kölesini
çağırdı. Köie gelmedi, tekrar çağırdı yine gelmedi,
Ali kölenin yanına vardı.
61. IslAm ahlAjü 61
— Sözümü duymuyor musun?
Köle:
— Duyuyorum.
Ali:
— Peki neden cevap vermedin?
Köle:
— Akıbetimi biliyordum da ondan cevap ver
medim.
Ali:
— Git sen Alîah nzası için hürsün, dedi.
Bir kadın Malik bin Dindara, Ey riyakâr- diye
hitap etti. Malikin cevabı:
— Ey falanf Sen burada unutulan ismimi söy
ledin.
Yahya bin Ziyat £ibansî*nin fena huylu bir kö
lesi vardı. Ona bakıp iyi ahlâkı öğreniyorum derdi.
İşte bu zâtlar hikmetin yüksek mertebesine
ulaşıp nefislerini her mû'mme karşı teziil edip, İs
lâmî ahlâkın pırlanta misali birer örneğidirler. Ha
set. kin, hiie ve kötülükten içlerim temizlemişler,
nihayet iyi huyluluğun zirvesi mesabesinde olan
rıza semeresi kalpierfnde filizlenmiştir. Allah'ın
yapmış, yaratmış olduğu şeyleri kötü görüa, rıza
göstermemek fena huyluluğun en son mertebesi
dir...
Bu saydığımız kişilerde iyi huyluiuğun alâmet
leri apaçık görünmektedir. Bu alâmetler kendisin
de bulunmayan kişiler iyi huyiutuk softalığı yapıp
mağrurlanmasınlar. Bilâkis hiç durmadan nefsi ter
biye etmekle meşgui olup iyi huylan elde etmeye
çalışsınlar. O Öyle yüce bir şeydir ki Allah'ın sevgili
külleriyle sadıklardan başka kimse ulaşamaz. Allah
cümlemize o mertebeyi nasip etsin...
Amin!..
62. 62 İSLÂM AHLÂK!
RİYAZİ M E TO D L A R L A AH LÂKIN D E Ğ İŞ M E S İ
Bil ki: Bâz» sapık fikirli kimseler ahlâkı güzel
leştirmek. gönlü temizlemek için riyazat ve müca-
hedeye dayanmadıklarından bu yoksunluğu, takat
sizliği, kusuru kabullenmek istemeyip ahlâkın değiş
mesinin imkânsız olduğunu söylemek isterler.
Çünkü insan tabiatı değişmezmiş, ilk yaratıl
dığı gibi olurmuş. Delil olarak da şunları gösterir
ler.
Hulk, bâtının suretinin zahirde tezahürüdür.
Hilkatin zahirin sureti olduğundan değişmesinin
asla mümkün olmayacağı gibi. Kısa boylu kimse
ne kadar çalışsu boyunu uzatamaz. uzun boylu kı-
saltamaz. Çirkin yaratılan kişi ne kadar makyaj yap
sa gerçekten güzel olmaz.
Bir de onlar şunu iddia ediyorlar; iyi huy şeh
vet ve gazabı kamçılamakla elde edilir. Halbuki biz
uzan tecrübelerden sonra şehvetin de insan miza
cının tabiatının zarurî icap ve arzularından oldu
ğunu biliyoruz. Ne kadar çalışılırsa çalışılsın insan
oğlundan şehevî duygulan soymak imkânsızdır. O
yüzden bu mevzuda çalışmak boş yere zaman g e
çirmekten başka bir şey değildir. Matlup olan kalbin
geçici haz ve isteklere iltifatını kesmektir. Böyle
bir şey ise muhaldir.
Biz bu fikirde ofanlara karşı diyoruz ki: Eğer
huyların değişmesi mümkün olmasaydı va'z ve na-
sihatlar boşa gider, hiçbir fayda vermezdi. Efen
dimizin de «Ahlâkınızı güzelleştirin dememesi gere
kirdi. -Hayvanların dahi huylarının değişmesi müm
kün olmaz mı? Şahin kuşu evcilleştiriliyor, kö
pekler ehlileştirilip av âleti olarak kullanılıyor, at-
63. İSLÂM AHLÂKI 63
iar sert başlıktan uysallığa çevriliyor. Bütün bun
ların huylarını değiştirmek mümkün oluyor da ne
den (ahseni takvim) üzere yaratılan, eşref-i mahiû-
kat olan insanlann huylarım değiştirmek mümkün
olmuyor?
Konunun tamamiyle açıklanıp hakikatlerin üze
rinden perdelerin kalkmasını istiyorsanız izaha dik
kat ediniz.
Diyebiliriz ki: Varlıklar insanoğlunu bildiği bil
mediği, gözüyle görüp görmediği yerler, gökler, hat
tâ insan vücudunun içi ve dışı, hayvanat nevileri
tümüyle iki kısma ayrılır.
a) Kâmil ve olgun olarak hasıl olup, sonra ke
mâlinden yok olanlar, yânı tam olup da eksilenler.
b) Nakıs ve yarım olarak yaratılmış olup şart
lar müsait* olunca olgunlaşması mümkün olanlar.
Şartlar da bazen kulun ihtiyarına bağlıdır. Me
selâ: Hurma çekirdeği ne hurmadır, ne de elmadır.
Yalnız o, o şekilde yaratılmıştır ki eğer bakılıp ye
tiştirilir. terbiye edilirse hurma olabilir.. Ama hiçbir
zaman elma olmaz. Hurma çekirdeği yetişme tarzı
na uygun olarak bâzı değişiklikleri kabul edip, ba
zısını kabul etmediği gibi kıran tabiatı da birtakım
şehevî duygulan normal kabul eder, diğer bir takı
mını da kabul etmez.
Biz şehvet ve gazap duygusunu tümüyle kes
mek, yok etmek, hiç bir tesirini bırakmamak ister
sek dünya gelse buna asla gücümüz yetmez. Fakat
mücahede ve riyazat İle, haşarılıklarını kamçılama
ya gücümüz yeter. Zaten bize emredilen bu kadarı
dır. Kurtuluşumuzun. Allah'a vâsıl olmamızın da
icabettlrdiği miktar budur.
64. 64 İSLÂMAHLÂKİ
Evet İnsan ciblllyeti (Yaratılış, tabiatı) çeşitli»
dir. Bûzısı çabuk kabul eder, bâzısı geç kabul eder./
Bu ihtilâfın iki esası vardır.
a) İnsan cıbiiiyetinin aslında mevcut olan şe
hevî gücü vücut müddetinin uzamasıdır. Gerçek
ten şehvet, gazab, kibir kuvveti İnsanda vardır. Fa
kat bunlardan en zor değişeni şehvet kuvvetidir. Zi
ra ilk teşekkül eden duygu odur. Çocuğun ilk doğ
duğu zaman fıtratında şehvet duygusu yaratılmış
tır. Ancak "di yaşından sonra gazap duygusu, da
ha sonra temyiz (iyi ile kötüyü ayırt etme) gücü ya
ratılır.
b) İnsanrar yaradılışları icabı çok amel işlemek
ve bu amellerini çevreierindekılerin görüp hayret,
etmesini, herkesin kendisine hüsnü teveccüh gös
termesini arzederler. Ve bununla hızlanıp amelleri
ni fazlalaştırırlar. Bu konuda insanları dört gruba
ayırabiliriz.
t. İyi ile kötüyü, hak ile batılı temyiz etme
«cyıri etme) gücüne sahip olmayan gafil kişiler.
Sunî ar ilk doğdukları gibi bütün itikatlardan yoksun
kimselerdir. 3u tip kimseleri tedavi etmek oldukça
kolcyaır. Bir muallim, mürşid, içten gelen gizli bir
itici kuvvete ihtiyaçları vardır. Kısa bir zam anda
huylarını değiştirebilirler.
2. ÇirKin fiillerin çirkin olduğunu bilip, amel-I
scüh yapmaya ahşmadığ>ndan. iyi fiilleri itiyod h â
line getirmediğinden fena amelleri kendisine tatlı,
hoş görünen tipler. Bunlar yaptıkları şeylerin fena
oiduğunu bilirler. Burada durum öncekinden biraz
dahG zordur. Zira yük daha fazlaialaşmıştır. Ö n
ce fenalığa çirkin amellere karşı olan aîlenilerl-
ni yek etmek, fena huylan söküp atmak, son
ra da iyi amellerin, güzel huyların tohumunu ek-