SlideShare a Scribd company logo
1 of 15
Download to read offline
2021
Erdem Şeneroğlu
MAVİ ÜÇGEN DANIŞMANLIK
04.07.2021
İÇİMİZDE Kİ BEN
Dante ile Shakespeare
dünyayı aralarında paylaşır;
bu iki ada eklenebilecek
üçüncü bir ad yoktur. ‘T. S.
Eliot’
1
Önsöz
‘’Bir gün herkes kaçar… Çünkü bazen kaçış bir kurtuluştur’’ der Şehriyar… Şehriyar devam eder:
‘’İşte bu nedenle kimisi bir başka ülkeye, bir başka diyara, bir başka mekâna kaçar kurtulur, kimisi
de kendi içine kaçar; kendi ülkesinde sürgün olup, kendi içine sürgün edilir kurtulur... Ancak, kendi
ülkende sürgün olup da kendi içine sürgün edilmek, dışarıdaki herhangi bir sürgünden her zaman
daha zor ve daha acımasızdır.’’
İnsan ister başka ülkeye, diyara veya mekâna kaçsın, isterse de kendi içine kaçsın, oraya sürgün
edilsin her zaman bu kaçışlar zordur… Genellikle de bu kaçışlar, bu sürgünler, sessiz sedasızdır
başkaları tarafından da bilinmezler.
Ahmet Hamdi Tanpınar Poetikasın (Şiir üzerine düşüncelerin ve teorilerin bütünü) da şöyle diyor. Şiir bir iç
kale sanatıdır. Çünkü dil, vasıta olarak değil, malzeme ve nesiç olarak kullanıldığı zaman, milletin iç
kalesi olur.
Bununla birlikte Dante ile Cahit Sıtkı Tarancı şiirlerinin ortak yanlarını belirlerken, insanlığın
değerlerinin ne kadar benzerlikler ve dünyada yaşanan diğer yaşamlar ve olaylar ile bağlantılarının
olduğunu görebilmeyi amaçlandı. Bu amaçların daima kişinin doğruları kısaca, “İyi nedir? Bilgidir.
Güzellik ve hoşgörüdür. Kötülük nedir? Bilgisizlik. Dehşet ve korku‟ nun betimlediğini bilerek
seçimin kişilerin vicdanında değer bulduğunu görebilmekteyiz.
Cumhuriyet 04 Mart 2013 günü Körleşmenin Dayanılmaz Aymazlığı Yazısında: “Günümüzden 2 bin
400 yıl önce Seneca, Sicilyalı dostu Lucilius’a adadığı ahlaki mektupların birinde”, “Biz
doğduğumuzdan daha kötü göçüyoruz. Bu suç doğanın değil, bizim suçumuz” diyor.
Giriş
Dünya var olduğu ve üzerinde ki insanların, canlıların oluştuğu dağların, denizlerin, canlı cansız
varlıkların, kır bitkilerinin, kırların, ölümün nefesini hissedebileceğimiz kadar yakınlarından
geçeceğimiz bir yer tarifini, hayalimizde canlandıralım. Bir yanı çöl gibi canlı ve cansız varlıkların
orada, içindeki ne ise, onunla karşılaşıyormuş. İyi ise, iyilik buluyormuş. Kötü ise, içinde çok
zamandır saklı duran yılan dışarı çıkıp onu sokup zehirliyormuş. Ölmüyormuş insan.
Ölüm gelsin, onu gecikmeden alsın diye yalvarır hale getiriyormuş. Kötülük problemi geçmişteki
canlılığını fazlasıyla korumuştur. Dehşet, yer değiştirerek hâlâ devam etmektedir. İyilikse, bir
gülümseme, bir sevgi gibi şefkat ile okşar hayatı. İnsanın katılaşmış kasları gevşer, göğsünde bir
güzellik bitiverir. Bütün ömrün boyunca hayal edip, rüyalarında gördüğünü, unuttuğunu sandığı
şeyler, anılar birden zihnimizde oluşan, o andır. Tüm bizleri (korkutan ve) rahatsız eden
durumumuzdan kurtuluruz.
Demişler ki biz burada doğduk, buradadır ölümümüz. Başka bir yere gidersek ölüm bizi bulması
gerektiğinde bulamaz. Yaşamlarımız yerinde ağırdır. [1]
Demişler ki: İnsan da evren yaratıldığında ölümsüzmüş. Nice şeyin yok olup gittiğini görüp ses
çıkarmayınca, bir ceza gibi, yeryüzünde çürümeye mahkûm edilmiş. [1]
Ölüm yokmuş ama çürümüşlük varmış. [1]
İnsanlara sorduklarında, ölümün olmadığı ama çürümenin var olduğunu düşünüşler. Acaba bu
çürümeyi ironi yapmak içim mi söylediler? Diye düşünmek gerekebilir.
Sararken alnımı yokluğun tacı
Gönülden silindi neş’eyle acı
Kalbe muhabbette buldum ilacı
2
Ben de müridinim işte Mevlâna
Nâzım, dedesi Mehmet Nâzım Paşa’dan çok etkilenir. Çünkü Konya Valiliği yapan dedesi Mehmet
Nâzım Paşa, Mevlevi dergâhına bağlı, tasavvuf edebiyatını çok iyi bilen bir şairdir. Bu çevrenin
etkisiyle büyüyen Nâzım, evlerinin bahçesinde oyunlar oynarken dedesinin arkadaşlarının ağzından
düşen harfleri toplar. Nâzım’ın, 1920 yılında dedesinin katıldığı Mevlevi toplantılarının etkisiyle
yazdığı “Mevlâna’’ başlıklı şiiri Dergâh dergisinde yayımlanır. [2]
Nazım’ın da küçük yaşta dedesinin vasıtasıyla şiire yatkınlığını, bu sırada almış ve ‘iç kalesi’ ne sıkıca
yerleşmiş olabilir.
Dante’nin, Beatrice olan aşk yoğunluğunu, cehennemi saplantı aşkı yaptığı ‘İlahi Komedya (La
Divina Commedia)’ adlı bu eserinde, ahirete yapılan bir yolculuğunda anlatır.
Dante, evreni Ptolemaios ’un (Batlamyus ’un) görüşüne göre tasarlar. Dünya evrenin merkezidir.
Dünya dönmez, olduğu yerde durur. Dünyanın çevresinde dönen yedi gezegen (Ay, Merkür, Venüs,
Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn) vardır. Gezegenler iç içe geçmiş yedi gök içinde döner. Yedinci gökten
sonra gelen sekizinci gökte ise dönmeyen, yerinde duran yıldızlar vardır. [3]
Göğün dokuzuncu katında (gezegenlerin dönmesini sağlayan) İlk Devindirici yer alır. Meryem,
Beatrice gibi Tanrı’nın sevgili kullarının “kutsal bir gül” oluşturdukları onuncu kat ise göğün en
yüksek katıdır (arşıâlâ). [3]
Dante’nin tasarladığı Cehennem, dibine doğru inildikçe daralan bir çukurdur. Bu çukur iç içe dokuz
daireden (kattan) oluşur. Dairelerin her birinde ayrı bir günah işlemiş olanlar cezalandırılır. Aşağıya
doğru inildikçe ceza ağırlaşır. Cezayı veren Tanrı değildir. İnsanlar Araf’a, Cennet’e gidebilecekken,
yaşarken yaptıkları yanlış seçimler sonucunda Cehenneme gitmişlerdir. Çarpıldıkları cezayı,
yeryüzünde sürdükleri yaşamla kendileri belirlemiştir. Cezanın ağırlığı, işlenen günahın ağırlığı ile
orantılıdır. [3]
Sandro Botticelli’ cehennemin ‘Cehennem Haritası (La Mappe del İnferno)’, geri planda teraslı Araf
Dağı cehennem kapılarının üzerinde yükseliyor. Yani Cehennem ’in katlarında, arkada giren
insanların alnına yazı yazan bir melek var. Dante ‘ye Cehennem ve Âraf yolculuğu boyunca Latin
şair Vergilius rehberlik eder. Araf’ın tepesinde Vergilius yerini, Cennet’te Dante ‘ye rehberlik
edecek olan Beatrice ’ye bırakır. Dante bu yolculuk boyunca 112 ünlü kişiyle karşılaşır. [3]
Vergilius ile Dante’nin Cehennem yolculukları boyunca karşılaştıkları kişiler arasında filozoflar,
şairler, politikacılar, din adamları, kraliçeler, ünlü kadınlar, papalar, kardinaller, imparatorlar,
Floransa’nın ünlü kişileri yer alır. Bu kişilerin her biri, günahları ile orantılı olarak ceza çeker. [3]
Cehennem, İlahi Komedyanın en çarpıcı bölümüdür. Günümüzün sinema sanatını çağrıştıran
olağanüstü bir görüntü zenginliğiyle anlatılan ortam, sanki yedi yüz yıl sonra yaşanacak şiddet
olaylarının da haberciliğini yapar. Cehennem ’in son kantosunda yer alan, “altı gözüyle birlikte
ağlayan, üç çenesine gözyaşları ile kanlı salyalar akan, her ağzında dişleriyle bir günahkâr öğüten”
yarı beline dek buzlara gömülü Lucifer “aynı anda üç günahkâra birden işkence” yapan bir
“değirmendir”. Nazilerin, toplama kamplarında insanları “öğüttükleri” gaz odalarını, Dante’nin düş
gücünün tasarladığı değirmenin günümüzdeki uzantısı saymak yanlış sayılmamalı.
Her ağızda dişler bir günahkâr öğütüyordu
3
bir değirmen gibi, böylece aynı anda
üç günahkâr birden işkence görüyordu.
Cehennem XXXIV (55). [3]
Papa’nın jübile yılı (Geniş bilgi Roma Katolik geleneğinde ‘Kutsal yıl’ nedir?) (Bakınız:
https://www.vatican.va/jubilee_2000/docs/documents/ju_documents_17-feb-
1997_history_en.html) ilan ettiği 1300 yılı Paskalyasında 7 Nisan Perşembe’yi 8 Nisan Cuma’ya
bağlayan gece “yaşam yolumuzun ortasında” Dante (günahkârlık ortamını simgeleyen) “karanlık bir
ormanda” yolunu şaşırır. Cuma sabahı gün ağarırken bir tepenin eteğinde (insan aklını simgeleyen)
Vergilius ile karşılaşır. Dante'nin yardımına koşan Vergilius, kötülüklerden arınmak için onu öteki
dünyanın üç bölümünü gezmeye çağırır. Dante ile Vergilus’un o gece başlayan Cehennem gezisi 9
Nisan Cumartesi gecesi sona erer. 10 Nisan Pazar günü, birlikte Araf’a ulaşırlar. [3]
Dante cehennem ’de, ölümsüz eseri İlahi Komedya ‘da şair meslektaşı Vergilius ile Cehennem, Araf
ve son olarak da Cennet’e seyahat eder Dante. (Dante ’ye Cennet’i gezdirecek olan Beatrice;
(Vergilius pagan olduğu için Cennet’e giremez.) Dante sevdiği kadın Beatrice’den Vita nuova' da
uzun uzadıya söz eder). [3]
Cehennemin kapısı önünde ne Musa’ya ne de İsa’ya yarananları görür. Kapısında ise şu yazılıdır:
“Buradan gidilir acılar kentine,
buradan gidilir bitmek bilmeyen acıya,
buradan gidilir yitmiş insanlar arasına.
Adalet yol gösterdi ulu rabbime,
kutsal güç, yüce bilgelik, ilk sevgi yarattı beni.
Benden önce her şey sonsuzdu;
sonsuza dek süreceğim ben de.
“İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu.”
Cehennem adlı bölümünde bunu kendisi şöyle dile getirmektedir: “Sağlıklı bir akla sahipseniz, şu
tuhaf dizelerin arasında saklı öğretiyi kavrayınız.
1. daire de “vaftiz olmayan ruhlar”,
Cehennem ’in ilk dairesi: Limbus: Dante’nin kılavuzu şöyle der burada: “Gitmeden daha ileri, bil ki
bunlar günahkâr değil, erdemleri var, ama yeterli değil, çünkü senin inancının da giriş kapısı
vaftizden yoksun kalmışlar; Hıristiyanlıktan önce yaşamışlar, ama Tanrı’ya gerektiği gibi
tapınmamışlar: Onlardan biriyim ben de.” Yani Vergilius da buradadır. Acısız bir keder hakimdir
Limbus’a.
2.daire de” şehvet düşkünleri,
Dante anlatıyor: “Dinmek bilmeyen cehennem burgacı öfkeyle sürüklüyordu ruhları; döndürüyor,
silkeliyor, savuruyordu onları. Yıkıntının önüne vardıklarında çığlıklar, hıçkırıklar, yakınmalar
yükseliyordu…” Kleopatra, Semiramis, Truvalı Helen, Akhilleus buradadır.
3.daire de “oburlar ve açgözlüler”,
Yemeği ve içkiyi, doğal bir ihtiyacın karşılanması değil, zevke dönüştürenlerin, ihtiyaçtan fazlasını
arzulayanların yağmur altında eriyip gittikleri yerdir burası.
4.daire de “cimriler ve savurganlar”,
4
Yaşarken sürdürdükleri kirli yaşam nedeniyle yüzleri kararmışlar buradadır ve bu nedenle tanınmaz
haldedirler. Ya çok cimriydiler ya da çok savurgandılar. Dante buradakilerin sayısını ve cezalarını
şöyle anlatır: “Gördüğüm insan sayısı her yerdekinden fazlaydı, çığlıklar atıyorlardı, göğüsleriyle
koca yükleri iterken, birbirlerine de çarpıyorlardı…”
5.daire de “ağır suçlular öfkeliler”,
“Dikkat kesilip çevreme bakınca, çamura bulanmış insanlar gördüm bataklıkta, yüzlerinden öfke
akıyordu, hepsi çırılçıplaktı. Yalnızca elleriyle değil, başları, göğüsleri ayaklarıyla da birbirlerine
vuruyorlardı, dişleriyle birbirlerini parçalıyorlardı. İyi yürekli usta dedi ki: “Oğul bu gördüklerin
öfkeye yenik düşenlerin ruhları”.
6. daire de” sapkınlar, inkarlar”,
Ruhun bedenle öldüğüne inanan Epikür’cülerin veya ruhlara inanmayan Ottaviano degli Ubaldini
gibilerin yer aldığı bu dairede günahlılar ateşten mezarlarında yatarak cezalarını çekerler.
7.daire de “başkalarına, kendilerine, Tanrı ya saldırıda bulunanlar, şiddet yanlıları”,
Cehennemin yedinci dairesinde üç kat bulunur. Birinci katta “Başkalarının kanını, malını çalan
zorba hükümdarlar” bulunur. Atilla, Büyük İskender ve her zamanki gibi Dante’nin döneminde
yaşamış siyasi rakipleri bulunur.
İkinci katta kendi canlarına kıyanlar, yani intihar edenler vardır.
Üçüncü katta ise Tanrı’yı küçümseyenler, dine hakaret edenler, zındıklar bulunur.
Birinci kattakiler kızgın kanda kaynarlar. İkincidekiler Harpya isimli canavarlarca hırpalanırlardı.
Üçüncüdekiler ise ateş yağmurlarına maruz kaldıkları çöldedirler.
8. daire de “kadın tellalları, din sömürücüleri, rüşvet yiyenler, hileciler, hırsızlar, ikiyüzlüler,
bölücüler, simyacılar, kalpazanlar, yalancılar, sahtekârlar”,
Dante sekizinci daireyi 10 ayrı hendeğe ayırır. Birinci hendekte pezevenkler ve kadınları baştan
çıkaranlar cinlerce kırbaçlanırlar. İkincide dalkavuklar boka batmışlardır: “El etek öptüğüm için
pisliğe gömdüler beni, dilim övgüler düzmekten bıkmak bilmezdi.” Dördüncüde büyücülerin,
falcıların başı ters dönmüştür ve dilsizdirler. Beşinci hendekte rüşvet alanlar zifte batırılmışlardı ve
başlarını kaldıramıyorlardı. Altıncı hendekte kalay cüppeler giymişti iyi yüzlüler. Yedincide hırsızlar,
yaratıklarca işkenceye maruz kalıyorlardı. Akhalı kahraman Diomedes gibi hilekarların ruhları
ateşlerde yanmaktadır. Sekizinci hendekte lime lime edilmiş bölücülük, bozgunculuk günahlıları
vardır. Dokuzuncu hendek de son kısmında ise sahtekârlar vardır. Dermansız hastalıklarla
kırılmaktadırlar.
9. daire de” akrabalarına, vatanına, kendilerine iyilik yapanlara ihanet edenler “bulunuyor…
Cehennemin tam dibinde, dünyanın merkezinde yer alan dokuzuncu dairede hainlerin en büyüğü
İblis yer alır. İslam’a göre İblis, Tanrı’nın buyruklarına itiraz etmiş, kibir göstermiştir. Hıristiyanlığa
göre İblis, Tanrı’ya ihanet etmiş bir melekti. İblis’ in üç yüzü ve her yüzün dev kanatları vardır. Buza
gömülmüştür İblis. Burada kendi cezasını çekerken 3 ağzıyla aynı anda üç kişiyi çiğneyerek hainlere
de cezasını verir. En çok acıyı, İsa’ya ihanet eden havarisi İskaryot Yahuda çeker: “En büyük cezaya
çarptırılan, şu yukarıdaki ruh” dedi ustam, “İskaryot Yahuda; başı ağzın içinde, çırpınan ayakları
boşlukta.” İmparatoruna ihanet eden Brütü ve Longinus, kardeşi Habil’i öldürerek tarihin ilk katili
olan Kayin (Not: Hain kelimesi buradan geliyor. UG) burada kahır ve azap içindedir.
En çok ilginç gelende 1.daire de yer alan İlahi Komedya da adı geçen tek Müslüman; Selahaddin
Eyyubi idi. Kudüs’ü Haçlıların elinden kurtarması bunda etkili oldu sanırım.
5
Bilinmeyen her şeyden korkar insan… Ebediyete kadar yok olmaktan daha büyük bir korkusu
yoktur insanın… Dante’nin bu şaheseri bu korkunun, ahirette olsun adaletin tecellisi hülyasının,
ölümsüzlüğe duyulan özlemin ürünüdür. [4]
Sandro Botticelli Cehennem tablosu
Kaynak: https://mominexatun.wordpress.com/2020/05/05/dante-cehennemi/
Günümüzün Dante yorumcuları, İlahi Komedyanın yazılış amacının, geçen yüzyıla dek öne
sürüldüğü gibi Cehennem olmayıp Cennet olduğu görüşündedir. Dante hem sevdiği kadını övdüğü
hem de Tanrı’nın ışığına kavuştuğu Cennet’i “güneşi yıldızları döndüren sevgi” ile bütünleşerek
noktalar.[3]
Yaşam yolumuzun ortasında 1/ Dante ‘ye göre insan yaşamı, en yüksek noktası 35 yaş olan bir yay
çizer; 1265 doğumlu Dante bu yapıtı yazmaya 1307 yılında başlamıştır; ancak 1300 yılında Papa
Bonifazio VIII ’in düzenlediği “jübile” yılına katılmak için Roma’ya gitmiştir; 35 yaşında yaptığı bu
geziyi Dante bu yapıttaki düşsel gezinin de başlangıcı sayıyor; (jübile yılı = papanın günahları
bağışladığı 00, 25, 75 rakamlarıyla sonlanan yıllar; bu uygulamayı ilk kez 1300 yılında Papa
Bonifazio VIII başlatmıştır.)
karanlık bir ormanda buldum kendimi, 2/aklın çelindiği ahlak kurallarının önemsenmediği bir
günahkârlık dönemi; bu tamlamayı Dante'nin gurbette çektiği sıkıntıları belirtmek için kullandığını
öne süren yorumcular da vardır
çünkü doğru yol yitmişti. [3]
Dane’ye, ünlü Türk şairi Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiirinden de aşinayız. Cahit Sıtkı Tarancı,
Dante’nin Floransa’dan sürgün edildiği yılların birinde yazdığı “Yaşam yolumuzun ortasında” ile
başlayan mısralardan esinlenmiştir. İlahi Komedyanın Cehennem kitabının başladığı mısralardır
kaynak aldığı o mısralar yazılırken de Dante, 35 yaşındadır. Cahit Sıtkı’nın en tanınmış şiiri olan
Otuz Beş Yaş şiirinde Dane’den “Yaş otuz beş, yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün.”
şeklinde bahseder.[5]
6
Ünlü İtalyan şair Dante Alighieri küçük yaşlarda tutulduğu ve ömrü boyunca yaşayacağı büyük
aşkının ölümünün etkisiyle yazdıran o mistik havayla cehennem, Araf ve Cennet’ten oluşan ilahi
komedyasının ilk mısraları ' hayat yolumuzun yarısında kendimi karanlık bir ormanda buldum'' ile
başlar. Dante burada mezmurların (Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/zeburAllah tarafından Hz.
Dâvud (a.s)'a gönderilen Mezmurlar ve Mezâmir adı ile de anılan mukaddes kitap. Lügatte Mezmur, "Kavalla söylenen
ilâhî, Hz. Dâvud'a inen Zebur'un sûrelerinin her biri" anlamlarına gelir) '' yıllarımızın günleri yetmiş yıldır''
sözüne ithafen 35 yaşında ilahi bir yolculuğa çıkmış olduğunu düşünen '' hayat yolumuzun
yarısında' tabirini kullanır. (Dante‘ye göre insan yaşamı, en yüksek noktası 35 yaş olan bir yay çizer;
1265 doğumlu Dante bu yapıtı yazmaya 1307 yılında başlamıştır; ancak 1300 yılında Papa
Bonifazio VIII ’in düzenlediği “jübile” yılına katılmak için Roma’ya gitmiştir; 35 yaşında yaptığı bu
geziyi Dante bu yapıttaki düşsel gezinin de başlangıcı sayıyor; (jübile yılı = papanın günahları
bağışladığı 00, 25, 75 rakamlarıyla sonlanan yıllar; bu uygulamayı ilk kez 1300 yılında Papa
Bonifazio VIII başlatmıştır) [3]
Cahit Sıtkı Tarancı, Dante’nin Floransa’dan sürgün edildiği yılların birinde yazdığı;
“Yaşam yolumuzun ortasında
karanlık bir ormanda buldum kendimi,
çünkü doğru yol yitmişti.” ile başlayan mısralardan esinlenerek,
“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.” Diyecektir.
Cahit Sıtkı bile yaşamın yarısında, yaşamın yapacaklarına yetmeyeceği korkusu veya gerçeğini
görmüş mü diyeceğiz?
“Her karanlık kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını içinde taşır.” Diyen Dante, ilahi aşkla
bağlandığı ve hayallerini süsleyen Beatrice ’yi aklından çıkaramamak ve kendini cehennemin
katlarında gezinirken hayal ettiği yaşamı boyunca sürmüş gibi.
Nietzsche, Montaigne için söylediği şu söz “Bir zamanlar böyle bir insanın yaşamış olması, bugün şu
yeryüzünde yaşamanın hazzını gerçekten artırıyor.” Sanki Dante’nin yaşam serüvenine tam uyuyor.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayatına baktığınızda o da Dante gibi hayatın aşkını aramakla geçse de erken
denilecek yaşta yaşamını yitirmiştir.
Michel de Montaigne ‘’Denemeler’ ’ini ailesinden kalan şatonun bir kulesine on yıl boyunca
kapanıp öyle yazar. Montaigne bu sürede hem bedenini bu kuleye hem de kendisini kendi iç
dünyasına “iç kale” sine hapseder… Daha doğrusu kendi iç dünyasına kaçar…
Stefan Zweig da Montaigne’inin kişiliğine dair şu tespiti yapar: “Bu nedenle Montaigne asla filozof
değildir ya da en sevdiği düşünür olan Sokrates kadar filozoftur; onu sever çünkü Sokrates
arkasında ne bir dogma ne bir öğreti ne yasa ne sistem bırakmıştır; kalan yalnızca insan
Sokrates’tir, her şeyde kendini ve kendinde her şeyi arayan insanın ilk örneğidir" [6]
Montaigne’inin Denemelerini yazarken ince eleyip sık dokumaz. Bilginin hizmetkârlığını da yapmaz.
Yaşar. Yaşamaktır sanatı. Bu yüzden denemelerinin konusu da ben ile Ben’in özü ‘dür.
7
O, bize soyut sıfatlarla taltif edilmiş başarıların hiçliğini öğretir. Bir insanın iç özgürlüğünü
kazanmasının paha biçilmez değerinin farkına varmamızı sağlar. İnsanlığın özgürlüğüne verdiği
önem /değer onu büyütür.
‘KENDİNİ TANI’ ilkesinin bütün bir ömre uygulamasıdır. Bu bakımdan Montaigne, Sokrates’i
Platon’dan çok daha iyi anlamış sayılabilir. Hiç kimse kendi kendini onun kadar sabırla, inatla,
dikkatle gözetlememiş, en gizli, en ele avuca sığmaz hallerini yakalamakta onun kadar tetik
davranmamıştır. [7]
Kitaplarını da tıpkı gezer gibi okurmuş: Okumuş olmak için değil, yeni ufuklar, yeni lezzetler, yeni
düşünceler bulmak için. Tekrar tekrar okuduğu kitaplarda, her kez yeni yeni bir şeyler bulması,
onları dilediği zaman dilediği bir yerinden açıp okumasından ileri geliyor.[7]
Montaigne özgür düşünce için hep ‘SERBEST DÜŞÜN, RAHAT SÖYLE’ der gibidir.
Ancak Montaigne’inin ‘’iç kale’ sinin bir özelliği vardır… Bu ‘’iç kale’’ ancak ve ancak iyi bir eğitim ve
kültür temeline oturursa fayda sağlar. İyi bir eğitim ve kültürle beslenmiş hayat, yeteneğiyle,
becerileriyle kendi ‘’iç kale’’ sinde insanı yeniden biçimlendirir. Montaigne’e göre iç kaleleri
olmayanlar, alışılmışın dışında başka bir hayat yokmuşçasına yaşarlar. “İç Kale” lerini aklıyla ayakta
tutanlara özgüdür.
Montaigne şatosuna kendini hapsedip, bu yolculuk kendisi ile birlikte “insanoğlu” nu arama
yolculuğuna çıkar. Sonunda anlar ki Montaigne, insanı tanımak ve anlamak insanla iç içe olmaktan
geçer. Bundan sonra da soyut yolculuğu bırakıp gerçek yolculuklara başlar.
Montaigne için tüm yaşamı ve deneyimleri çalışıp bitirdikten sonra geriye öğrenilecek tek şey
kalmıştır: O da ölüm. Montaigne bilgece yaşadığı gibi bilgece ölür.
Zweig ’in Montaigne’in anlatırken, "İnsanın imkân varsa karısı, çocuğu, parası hele sağlığı olmalı;
ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkânın arkasında, yalnız bizim için
bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada hiçbir
konuğa yer vermeksizin kendimizle dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız
yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak
bizim için yeni bir şey olmasın".
“İç Kale’’ aynı zamanda insanın kendisiyle böylesi bir kültür temelinde diyaloğu demektir. Bu
diyalog için de Montaigne şöyle der: ‘’İnsanın kendisi ile diyaloğu erişilebilecek en yüksek sanat
formudur…’’ [8]
“İç Kale”, İç Benlik, Vicdan kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini
temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliği.
Felsefi acıdan düşünecek olursak; iç huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan bir kavram
değil, kişinin bir yeteneğidir. Felsefede metafizik anlayış, bu yeteneğin doğuştan var olduğunu ileri
sürer, seküler anlayış ise insanın içinde bulunduğu toplumsal koşullarla belirlenmiş görgü ve
bilgisinin sonucunda oluştuğunu ileri sürer. Friedrich Nietzsche'ye göre vicdan, borçlanma ahlakına
bağlı olarak gelişmiş, "söz verebilen bir hayvan yetiştirme" amacıyla icat edilmiş bir kavramdır. [9]
Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten kişinin kendi ahlak değerleri üzerine
kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güçtür.
8
Ahlaki bakımdan neyin doğru neyin yanlış olduğunun, doğru ile yanlış ilkelerinin ya da iyi ile
kötünün ne olduğu dolaysız kavranışını sağlayan, her insanda var olduğu düşünülen bir tür “ahlaki
bilinç” tir.
Ataol Behramoğlu da “akıl, sağduyu, adalet ve merhamet (acıma) duygularının toplamı olduğudur.
Bazı batı dillerinde vicdan (concience/consience), bilinçle eşanlamlıdır”. Diyerek devamında, “bu
konuda özetle söyleyebileceğim, insanlığın bugün ulaşmış olduğu bilgi düzeyinde bu kavramın
adalet kavramıyla tam anlamda örtüşmüş olduğudur”. Diyerek vicdanı adalet ile eşliyor.
Gerçekçi olan, bir toplumda aklın, sağduyunun, adalet ve merhamet duygularının, özetle vicdanın
ağır basması olması gerektiği ve bunu kabullenmemiz gerekliliğidir. Aksi taktirde, kişiler kendi
vicdanları hür ve adil olmayacak şekilde oluştularsa, insanoğlunun geleceği ciddi bicimde yara
alabilir.
“Adalet her şeyin temelidir ve her şeye önceldir” der John Rawls.[10]
Doğruluğun düşünce sistemlerinin ilk erdemi olması gibi, adalet de toplumsal kurumların ilk
erdemidir. Adalet duygusu, adil olanı tanıyabilme ve daha adil olanın seçilmesiyle doğruluk kazanır.
Rawls’a göre herhangi bir şey (eylem, davranış, kural) haklı değilse, zaten iyi de değildir.
Rousseau’nun vicdan diye adlandırdığı ahlaki ilke, toplumsal yaşamın vazgeçilmez ilkesi olan
dayanışma ve düzen fikrinin benimsenmesinde bireylere kılavuzluk eden, onları teşvik eden
dinamik bir güçtür. O güç ki hem bireylerin kendi iyiliklerine yönelmelerini hem de başkalarının
iyiliğini teşvik etmelerini sağlar
Vicdan, iyiliği görüp ona yönelme; kötülükten de kaçınma kabiliyeti, hissi insanların fıtratında var
olan temel bir özelliktir. Denilebilir mi?
“Hiç kimse bile bile kötülük etmez. Çünkü kötülük, bilgisizlikten kaynaklanır” diyor Platon.
Kötülük problemi, Antikçağ Yunan filozofu Thales ‘ten itibaren başta zıtların birliğini savunan ve 'iyi
ile kötü birdir' diyen Herakleitos, Empedokles, Sofistler, Platon ve Aristoteles olmak üzere,
Helenistik dönem düşünürlerinden Epikuros ve Epikuros’çular, Stoacılar ile Yeni Platonculardan
günümüze kadar gelmiş, hemen hemen her çağda hem filozofları hem de teologları oldukça
uğraştırmış, felsefenin en eski ve en önemli problemidir. [11]
Zira neredeyse evrensel olarak üzerinde fikir birliğine varılmış doğru ve yanlışlar, insanlık tarihinin
ortak tecrübesi olarak ortadadır. Yoksa dünya görüşü, inanç ve değer sistemlerine göre farklılaşan
cevap ve değerlendirmeler mi karşımıza çıkar? İşte neyin ahlaki açıdan iyi, neyin kötü olduğu her
zaman açık değildir. [12]
Etik ve ahlak kavramları, günlük konuşmalarda aynı anlama gelecek şekilde kullanılsa da etik doğru
ve yanlış davranışın kuramsal yönünü; ahlak ise bunun hayata geçirilişini, pratiğini ve sergilenen
davranışları ifade eder. [13]
Bir eylemin ahlaki açıdan iyi ya da kötü olarak belirlenmesi hususunda önemli bir problem irade
özgürlüğüdür. Diğer bir deyişle, insan bir davranışı kendi hür iradesiyle seçmemişse burada
davranışla ilgili ahlaki bir değerlendirmede bulunulamaz.
9
Gece yatağa girdiğinizde günlük yaşantınız gözünüzün önünden geçince, neleri doğru yaptığınızı,
neleri yanlış yaptığınızı düşündüğünüzde, belki de yukarıdakilerin anlamlarını doğru anlama şansını
elde edebiliriz. Hayatımızın fırsatlar içinde geçtiğini bilerek, davranışlarımızı “iç kale” nin özgür
dayanakları altında olduğunu hatırlamalıyız.
Davranışlarımızı incelemeye zorlayan, kendi ahlak anlayışımızın sorgulamasını ve kendini
yargılamasını sağlayan içsel gücün olduğunu düşünmeliyiz.
İngiliz şair John Milton'ın 1658 yılında yazdığı 10.000 mısraı aşkın bu şiiri destanda cennete girme
savaşı ve insanın cennetten kovulmasının hikâyesi anlatılır.
Kayıp Cennet kör peygamberlerin ruhunu çağırmak için klasik Yunan şiirinden, Homeros'tan
yararlanır, aklın gözüyle gören Teb kâhini Tresias'tan yardım umar.
Kayıp Cennet "Hain Melek" olarak bilinen Şeytan'ın yaratıcısı Tanrı'ya karşı isyanının ardından
cehenneme gönderilmesi ile başlar. "Cennetin Tiranlığı" olarak gördüğü şeye itaat etmeyi
reddeden Şeytan, Tanrı'nın yarattığı insanı günaha teşvik ederek intikam alır. Milton kurtuluş
yolunu göstermeden önce "İnsanın İlk İtaatsizliği" nin canlı bir dökümünü verir.
Kayıp Cennet çoğunlukla siyasi ve dini tartışmalara konu olsa da aslında aşk da içerir. Milton'a göre
Havva biraz da Adem'e yakın olmak için günaha girmiş, Âdem de "seni kaybetmek kendimi
kaybetmektir" sözleriyle onu takip etmiştir.
Milton'ın mısralarıyla bitirecek olursak: "Akıl kendi mekânın yaratır, kendi başına cehennemi
cennete, cenneti cehenneme çevirebilir". [14]
Dante ‘de kendi ahlak anlayışımızın doğrularına dikkati çekerken, şunları söylüyor.
Başkasının ekmeğinin ne denli tuzlu,
başkasının merdiveninden çıkmanın
ne denli zor olduğunu göreceksin.
Cennet XVII (58) [3]
‘Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı’ kitabının yazarı Halil Turhanlı “Dante evrensellik düşüncesini
humanitas (insan sevgisi,insan ırkının başka insana zarar verecek davranışlardan kaçınması)
kavramıyla birlikte ele almıştır. Bir diğer anlatımla insanlık ve insan onurunun önemini kavramış,
evrensel politik toplumu tahayyül etmiştir” diyor.
‘Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir’ diye bir deyiş vardır. Deyişi kimin bulduğu
bilinmemekle beraber oldukça eski olduğu muhakkak. 17. yüzyıldan kaldığı kabullenilir. Oldukça sık
kullanılan bu deyiş iyi niyetlerle yapılan bazı düzeltmelerin sonuçlarının düzeltmeye çalıştıkları
işten daha beter çıkması üzerine söylenir.
Yaptığımız işlerin, aldığımız kararların olası sonuçlarını iyi düşünerek ona göre hareket etmemiz
gerektiğini söyleyebilir.
Çin’in kurucusu Mao’nun ‘İleriye Dönük Büyük Sıçrama’ (Büyük İleri Atılım: Çin'de 1958-1961 yılları
arasında Çin Komünist Partisi tarafından gerçekleştirilen ekonomik ve sosyal bir kampanyaydı. Mao
Zedong liderliğindeki kampanya hızlı bir sanayileşme ve kolektifleştirme yoluyla ülkeyi tarım
ekonomisinden sosyalist bir topluma dönüştürmeyi amaçlıyordu. Ancak kampanya başarısızlıkla
sonuçlandı ve kampanyanın neden olduğu tahmin edilen kıtlık sonucunda on milyonlarca kişi öldü.
10
http://www.palgrave-journals.com/ces/journal/v50/n1/full/ces20084a.html Büyük İleri Atılım
Çin'de ve uluslararası alanda büyük bir ekonomik başarısızlık ve insani felaket olarak
görülmektedir.) programının bir parçası olan ‘Dört Haşere’ projesi adında bir proje geliştirirler.
‘Dört Haşere’. Projede adı geçen haşereler sivrisinekler, karasinekler, fareler ve serçeler. Projenin
hedefi ise ‘çok iyi niyetli’: Pirinç üretimini olumsuz etkileyen sineklerin, farelerin ve serçelerin
Çin’de kökünü kazıyarak bu sorunu çözmek. Projenin uygulamaya konulması sonucu 23 milyon kuş
öldürüldükten sonra beklenmedik bir şey oluyor. Birdenbire ortaya böcek sürüleri çıkıyor. Peşinden
çekirge istilası ve onun peşinden sümüklüböcek salgını. Kuşların kökü kazınmamış olsa bunları
yiyecekler ama ortada kuş kalmamış. Bu ekolojik felaket 1958-1961 arası görülen ve 20-45 milyon
Çinlinin açlıktan ölmesine yol açan kıtlığın nedenlerinden biri olarak tarihe yazılır.
Bir yıl sonra Çin Sovyetler Birliği’nden kuş ithal ederek sorunu çözmeye kalktı ama zamanın
komünist liderleri projeyi büyük bir başarı olarak lanse etmeyi bırakmadılar.
Mao’nun niyeti iyi olabilirdi ama yapılacak işin seçim ve tasarımı konusunda bilmediği bir işe
karıştığı ortada. Tanrı o yıllarda açlıktan ölen milyonlarca Çinliyi bu ‘iyi niyetli’ kişiden korumamıştı.
[15]
İyi niyetle yapılan her karar ve uygulamalarımızın sonuçları iyi olmayabilir. Bu bizim kötü biri
olabileceğimiz anlamına gelmez. Karşı tarafın şu sorularına da muhatap kalırız ki o zaman kendi ‘iç
kalemiz’ sağlam ve özgürlüğümüz ile oluşturduğumuzun sorgulamasını yapmalıyız. Bunu defalar
kere sorduğumuzda içimizde derin bir acı ve mutsuzluğa yol açan iç huzursuzluğa götürür.
Montaigne’in için “Dünyanın en önemli şeyi, insanın kendi kendisi olmayı bilmesidir.” İnsanı soylu
kılan, makam, kanın ayrıcalığı, yeteneği değil, kişiliğini korumayı ve kendine özgü biçimde
yaşamayı başarma ölçüsüdür.
Stefan Zweig, Montaigne Deneme kitabının ‘iç kaleyi savunmak ’da: Düşünceler, konuştuğumuz
dilin egemenliği altındadır; mutlak anlamda özgür insan düşüncesi, bir hayalden başka bir şey
değildir. Boşlukta yaşamak olanaksızdır. Hepimiz bilincine vararak ya da varmaksızın, aldığımız
eğitim sonucu ahlakın, dinin, dünya görüşlerinin kölelerine dönüşürüz; soluduğumuz, zamanın
havasıdır.
Montaigne’e göre kendimizi ödünç verebiliriz; yapmamamız gerekense, kendimizi adamamızdır.
“Ruhumuzun özgürlüğünü kendimiz için ayırmamız ve aksini yapmayı açıkça doğru gördüğümüz
ender durumların dışında, ödünç vermememiz gerekir.” Diyor.
Bunu nasıl başaracağız veya başa çıkarız?
SONUÇ
Vicdan azabı başkasına zarar verdiğine inanan bir kişinin duyduğu pişmanlık duygusunun bir
ifadesidir. Vicdan azabı suçluluk duygusuyla ilintili bir duygu olup kişinin kendi kendine yönelttiği
bir kızgınlık halidir. Vicdan azabı kişinin geçmişteki bir eyleminden kaynaklanabildiği gibi
eylemsizlikten (parmağını bile kaldırmamak) de kaynaklanabilir.
Geçenlerde bir televizyon programında sokak röportajlarında rastladım. Bir genç sorulan soruyu
cevaplıyor. Sağlık teknisyeni olarak mezun oldum. İş bulamıyorum. Harçlığımı babamdan alıyorum.
Konuşmasına devan ederken, babasının kendisinin yaptığı hata için kızdığını anlatır.
11
Devlet dairesinin bahçesinde ki çeşmede motorumu yıkıyordum, babam beni görünce şöyle dedi.
Oğlum, devletin suyu ile sakın motorunu yıkama. Neden diye sordum? Çünkü o suda, her
vatandaşın hakkı var. Genç bunu söyledikten sonra devam etti, babam, bizi bu terbiye ile
yetiştiriyor. Bir babanın evladına verebileceği en iyi, güzel bir nasihat veya miras budur.
Bu anlatımı kendimize örnek alırsak ‘İç Kale’miz de adil ve adaleti olmayı sağlarız.
Nereye bakarsak bakalım, vicdan “İnsan olmayı”, belki de “İnsan olabilmeyi” anlatıyor.
Ahlak felsefesinin ele aldığı önemli temel sorunlardan birisi de kendimizle hesaplaşabileceğimiz
vicdanımızdır.
Montaigne’nin dünyası, yaşadığı dönem itibariyle insana ve insanın dokunduğu pek çok şeye
ulaşan bir düşünce yolculuğu taşımaktaydı. Bu yoğunluk neticesinde ortaya çıkan yapıtları, tarihin
ve insanlığın kendi varlığı etrafında her dönem için canlı ve yaşayan fikirler ortaya koymasıyla
birlikte ilerliyordu. Çünkü yaşamın en gizli ve ulaşılmaz ayrıntıları, bir şekilde ortaya çıkartılmayı
haklı olarak bekliyordu. Montaigne, söz konusu ayrıntılar üzerinden hareket ediyor ve onlara kendi
karakterlerinin diliyle konuşmayı öğretiyordu.
Ölüm güzeldir yaşamasını bilene derler ya…
Bu nedenle ölümün hiçlik olarak okunması yaşamı değersizleştirmez aksine ona değer katar.
Ölümü hiçlik olarak kabullenen Schopenhauer, onun hakikat olarak görülmese de bir kötülük
olarak algılanamayacağını savunur; ona göre ölüm tabiatın rahmine geri dönüştür, bu geri dönüş
bir cessio bonorum yani malvarlığı, mülkü terk ediştir. Konkordato. [16]
Yaşam perdenin tamamen kapanmış olması, oynanan oyunu yani yaşamı anlamsızlaştırmaz;
yaşamı anlamlı kılan sonraki bir hayat düşüncesi ve o hayata yapılan hazırlıklar değil bilakis
yaşamın kendisidir. Bunu sağlayacak olan insanın ‘iç kale’ sinin özgürlüğünü sağlayanların verdiği
kolaylığı kullanmak.
Montaigne'in sistemi olsa olsa hiçbir sisteme girmeden düşünme yoludur. Ona göre insan
düşüncesi sistemleri kırarak gelişir, çünkü hiçbir sistem hayatı ve insanı bütün zenginliğiyle
kucaklayamaz.
Düşüncelerin özgür olması ne demektir?
Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktığımızda:
1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir
şarta bağlı olmama durumu, serbestî- İhsan Oktay Anar
2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar
vermesi durumu, hürriyet- Azra Erhat
Türk Dili, Toplum Bilim Sözlüğün, O. Hançerlioğlu ’na göre özgürlük; Doğanın ve toplumun nesnel
yasalarına egemen olma, serbestlik, herhangi bir kısıtlamaya ve zorlamaya bağlı olmaksızın
düşünme ya da davranma. Herhangi bir koşula bağlı olmama durumu. Her türlü dış etkiden
bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi olarak
tanımlanmıştır.
12
Platon bir mit aracılığıyla özgürlük konusunda oldukça önemli tespitler yapar. Platon’un Devlet’in
onuncu kitabında yer alan mite göre bir asker olan Er, savaşta ölür. Ancak diğer ölülerle aynı
akıbeti paylaşmaz. Savaş meydanında on gün boyunca beklediği halde çürümemiş olarak bulunan
cesedi gömülmek üzere evine götürülür. On ikinci gün yakılmak için odunların üstünde yatırılırken
yeniden hayata döner. “Takdiri ilahi” böyle buyurmuştur. Zira öte dünyada olup bitenleri insanlara
aktarmakla görevlendirilmiştir. Kendine gelince, on günlük süre boyunca öte dünyada gördüklerini
birbiri insanlara aktarır. Platon söz konusu eserde miti detaylı bir şekilde aktarır. Er, öte dünya
deneyimlerini bütün çıplaklığıyla yaşar. Ölüm ilk ve son kez deneyimlenir. Bu imkânsız deneyimi
ona olanaksız olanın bilgisine ulaşma imkânı verir. Götürüldüğü yerler, karşılaştığı insanlar,
insanların çektiği azaplar, zevki çıkarılan ödüller… Bütün bunların özgürlük bağlamında kayda
geçirilecek bir yanı yok, ancak Er’in anlattıkları özgürlük konusunda birçok filozofu önceleyen
veriler içerir.
Er’in rivayet ettiğine göre, ruhlar öte dünyada gerekli yerlere götürülüp, gerekli işlemlere tabi
tutulduktan sonra, zorunluluğun kızları olan kader tanrıçaları denilen Moira’lardan Lakhesis, Klotho
ve Atropos’un karşısına çıkartılıyorlarmış. Bu esnada, tanrı sözcülerinden biri, ruhları sıraya diziyor
ve Lakhesis’in dizleri üzerinde bulunan kura numaralarını ve hayat örneklerini alıp ruhlara, onların
yeniden ölümlü bir döneme gireceğini bildirip şunları söylüyormuş:
Zorunluluğun kızı bakire Lakhesis’in bildirisi şudur, dinleyin: Bir günlük ömrü olan ruhlar, yeniden
ölümlü bir döneme girecek, yeniden doğumundan ölüm saklayan bir hayata döneceksiniz. Hayat
periniz [daimon] sizi seçmeyecek, siz hayat perinizi seçeceksiniz. Sıra ilk kime çıkmışsa, seçmeye o
başlayacak ve seçtiği hayat zorunlulukla ona bağlanacaktır. Erdemin bir efendisi yoktur: Hanginiz
onu yüceltir ya da küçümserse, ona göre erdem sahibi olur ya da olmazsınız. Herkes seçtiğinden
kendisi sorumludur. Tanrı sorumlu tutulamaz.[17]
Mitte anlatılanların anlamını şu ifadeler belirler: “Hayat periniz sizi seçmeyecek, siz hayat perinizi
seçeceksiniz.” “Kişi, seçtiği hayata zorunlulukla bağlanacaktır.” “Kimse seçilmiş değildir.” “Herkes
seçtiğinden kendisi sorumludur.” “Tanrı sorumlu tutulamaz.” Durum bu, bu olmasına, ancak söz
konusu ifadelerde de belirleyici olan kavramlar “hayat”, “seçim”, “sorumluluk”, “zorunluluk”
sözcükleridir. [18]
Yapılması gereken şey, bu kavramlar bağlamında bir özgürlük çözümlemesi yapmaktır.
Özgürlük, Platon için, ilkin veya özsel olarak eylemlerin değil, yaşamın belirleyicisi olduğuna
inanmakta. İnsanın karşı karşıya kaldığı şey yaşamdır, hayattır. İnsanı meşgul eden şey yaşamdır;
zira kişi, yaşam içinde karar verir, yaşam içinde edim ve eylemler gerçekleştirir. Bu nedenle
özgürlük bir bütün olarak yaşama dair seçimlerle ilgilidir. Bu seçim, kişinin, dünyanın nasıl olmasını
gerektiğine ilişkin genel görüşlerini, nasıl bir hayatın parçası olmak istediğine dair isteklerini,
yaşama dair genel beklentilerini gösterir. Kişinin görmek istediği dünya, yaşama dair beklentilerine
uygun bir dünyadır. Bunu kendi seçmiştir.
Buradan da anlayacağımız özgür düşünce, kişinin kendi seçimi olduğunu anlamaktayız. Bu özgür
seçimleri de yaparken adaletli seçimleri yapabilmek de bizim isteklerimiz doğrultusunda,
yapmamızın gereklerini göz ardı edemeyiz. Adalet, bazı kişilerin özgürlüğündeki eksilmenin
başkaları tarafından paylaşılan daha büyük bir iyi ile haklı kılınmasını kabul etmez. Bundan dolayı
da toplumun genel yararı gerektiriyor diye bireyin hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesi ya da bireyin
13
bu yönde haklarından vaz geçmesi söz konusu bile olamaz ve olmamalıdır. Eşitlik, özgürlük,
çoğulculuk, bir arada yaşama özgü “iyi düzenlenmiş toplum” adil olma yolunda önemli bir
gelişmedir.
Gerçek anlamda adaletin sağlandığı bir yerde birçok insanlar mutlu olabilirler. İnsanların refah ve
mutluluk içinde yaşamalarının en temel gereksinimi, öncelikle özgür ve adaletin sağlaması
olacaktır. Bu görev ise kişiler ile devlet yöneticilerine aittir. Adalet, özgürlük ilkeleri doğrultusunda
kendini geliştiren kişiler ve toplum ile örgütlenen devletin amacı, adil ve istikrarlı bir toplum
yapısını oluşturacak temel adalet ilkelerini sağlayarak, eşit yurttaşlardan oluşan bir yapı oluşturmak
olmalı.
‘İç kale’ mizi bu doğrultularla oluşturduğumuzda hem kişisel hem de “iyi düzenlenmiş toplum” da
dış etmenlerden etkilenmeyecek sağlam bir yapıya erişeceğini bilmeliyiz. Bu da kararlarımızı doğru
ve tam anlam taşıyabilecek erdemliğe eriştiğini bilmek, bizleri Dante’nin cehenneme yaptığı
seyahatteki korkuları ve örnekleri ile karşılaşmaktan korumuş olur.
Belki de kötülük kaybeder de iyilik kazanır…
İnsanın kendini iç dünyasına vermeye her an hazır olan kişi kendini adamaya, ille de kullandırmaya
razı olmamalıdır. Zorbalık ve zorluk zamanlarında bile aklın yolundan ayrılmadan,
insanlığını/kendini özgür kılmak için mücadele etmelidir. Özgürlüğünden ödün vermemek için
unvana, şana ulaşmak için çaba sarf etmemeliyiz. Aldırmazlık, korkak, tabansız olarak
adlandırmalara kulak asmamalıyız. Kendi yaşamamızı kendi kurallarımıza göre yaşamak ve kendine
verdiğimiz sözü tutmak dışında kimseye bağlı/bağımlı olmamalıyız. Eylem adamı gibi gözükmesek,
aslında eylemlerin en zoru olan kişinin, kendisiyle başlattığı savaştan kendimizi kazarak çıkmalıyız.
Bu iç göçü savaşımızın cephanesi, kitaplar, akıl ve özgürlüktür. Kimselerin göremediği ganimetleri
güçlülerin yaktığını düşünerek düşünce meşalesini yıllarca yakmalıyız.
Erdem Şeneroğlu
Kaynak:
Kapak Sayfa Resim: Empresyonistler dünyayı deneyimledikleri gibi resmettiler: ışık ve gölge
izlenimleri. Michel de Montaigne nihai bir gerçeğe veya gerçeğe erişimimiz olmadığını anladı;
işlerin gerçekte nasıl olduğuna dair net bir resim yok. Sadece aklımızın temeli olarak dünyaya ilişkin
izlenimlerimiz var. Resim: Claude Monet, İzlenim, Gündoğumu, 1872. (Kaynak: Vikipedi
Sandro Botticelli Cehennem tablosu
(Kaynak:https://mominexatun.wordpress.com/2020/05/05/dante-cehennemi/)
14
[1] (Serkan TÜRK, Sanrı, Kartal Belediyesi Edebiyat Kültür Sanat Dergisi, Ocak/Şubat 2020. Sayfa
20.)
[2] (Melih YILDIZ-Fahri CELÂL, Arabulucu Olacağı Aşk, Kartal Belediyesi Edebiyat Kültür Sanat
Dergisi, Ocak/Şubat 2020. Sayfa 22-23.)
[3] (Dante ALIGHIERI, İlahi Komedya, Oğlak Klasikleri, Çeviri Rekin Teksoy, Sayfa 17, 22, 23, 24, 25,
26, 27, 30, 31, 40, 49)
[4] (Ulaş GÖKÇE, https://www.yeniduzen.com/dantenin-cehennemi-86767h.htm)
[5] http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:fPmG-
V1isuAJ:www.ogretmenlerimize.com/index.php%3Ftopic%3D34.0+&cd=3&hl=tr&ct=clnk&gl=tr
[6] (Stefan ZWEIG, Montaigne VI Bölüm Kendini Aramak, 1. basım: 2012, Çeviri, Ahmet Cemal, Can
Yayınları, Sayfa 37)
[7] (Michel de MONTAIGNE, Denemeler, Çeviri Sabahattin EYUBOĞLU, Cem yayınevi, Sayfa.9)
[8] (Kaynak: AYDOĞAN Osman 18 Aralık 2020
https://www.sehriyar.info/?pnum=832&pt=Ka%C3%A7%C4%B1%C5%9F%20(2):%20Montaigne%2
0ve%20%C4%B0%C3%A7%20Kalesi
[9] (Mete Avcı METHEUS, 2013, Suçlu İnsan 24 Nisan 2013 tarihinde Wayback Machine sitesinde
arşivlendi.)
[10] Aylin İçsel, https://indigodergisi.com/hakkimizda/
[11] (Prof. Dr. Ülker ÖKTEM, Platon Felsefesinde Kötülük Problemi, DTCF Dergisi 58.1 (2018): 641-
661)
[12]
(https://www.nobelyayin.com/kitap_bilgileri/dosyalar/iyiligin_kotulugun_psikolojisi_blm_150407.
pdf)
[13] (Ray BILLINGTON, Felsefeyi Yaşamak Ahlak Düşüncesine Giriş, Çeviri Abdullah Yılmaz, Ayrıntı
yayınları, İkinci Basım 2011)
[14] (https://www.bbc.com/turkce/vert-cul-39661626).
[15] (Osman Ata ATAÇ, Dünya gazetesi, 07 Ekim 2020)
[16] (Arthur SCHOPENHAUER, Ölüm ve İçsel Doğamızın Yok Edilemezliği Üzerine, Çeviri Elif Yıldırım,
Oda Yayınları, İstanbul, 2014, s. 13-14)
[17] Platon, Dünya Klasikleri Felsefe, Devlet, çeviri Cenk Saraçoğlu-Veysel Atayman, Bordo Siyah BS
Yayın Basım Dağıtım Rek. Org. San. Tic. Ltd. Şti, S.246-247-248-249-250
[18] Yavuz ADUGİT, “Özgürlüğün Kısa Tarihi”, FLSF, 2013, S. 16, Sayfa 63-94

More Related Content

What's hot

Yesil peri
Yesil periYesil peri
Yesil periilbergun
 
Henri Charriere - Kelebek / horozz.net
Henri Charriere - Kelebek / horozz.netHenri Charriere - Kelebek / horozz.net
Henri Charriere - Kelebek / horozz.netAdnan Dan
 
Mevlana mesnevi4
Mevlana mesnevi4Mevlana mesnevi4
Mevlana mesnevi4ufuk01
 
Mevlana mesnevi5
Mevlana mesnevi5Mevlana mesnevi5
Mevlana mesnevi5ufuk01
 
Nazim şIirleri
Nazim şIirleriNazim şIirleri
Nazim şIirlerismsyah dnz
 
Babalar günü
Babalar günüBabalar günü
Babalar günüvetelvan
 
Mevlana mesnevi1
Mevlana mesnevi1Mevlana mesnevi1
Mevlana mesnevi1ufuk01
 
Babalar günü
Babalar günüBabalar günü
Babalar günüvetelvan
 
Mevlana mesnevi2
Mevlana mesnevi2Mevlana mesnevi2
Mevlana mesnevi2ufuk01
 
En ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirllerEn ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirllerTuba Tülek
 
İnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkıİnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkıkaosakatki
 
şEfik can divan-i kebirden secmeler -horozz.net
şEfik can   divan-i kebirden secmeler -horozz.netşEfik can   divan-i kebirden secmeler -horozz.net
şEfik can divan-i kebirden secmeler -horozz.netAdnan Dan
 
Divani kebirdensecmelercilt 4
Divani kebirdensecmelercilt 4Divani kebirdensecmelercilt 4
Divani kebirdensecmelercilt 4Muhammed Emin
 
Necip fazıl kısakürek şiirleri
Necip fazıl kısakürek   şiirleriNecip fazıl kısakürek   şiirleri
Necip fazıl kısakürek şiirleriali-gose
 

What's hot (17)

Yesil peri
Yesil periYesil peri
Yesil peri
 
Henri Charriere - Kelebek / horozz.net
Henri Charriere - Kelebek / horozz.netHenri Charriere - Kelebek / horozz.net
Henri Charriere - Kelebek / horozz.net
 
Mevlana mesnevi4
Mevlana mesnevi4Mevlana mesnevi4
Mevlana mesnevi4
 
Rakı Masası Şiirleri
Rakı Masası ŞiirleriRakı Masası Şiirleri
Rakı Masası Şiirleri
 
Mevlana mesnevi5
Mevlana mesnevi5Mevlana mesnevi5
Mevlana mesnevi5
 
Nazim şIirleri
Nazim şIirleriNazim şIirleri
Nazim şIirleri
 
Babalar günü
Babalar günüBabalar günü
Babalar günü
 
Mevlana mesnevi1
Mevlana mesnevi1Mevlana mesnevi1
Mevlana mesnevi1
 
Babalar günü
Babalar günüBabalar günü
Babalar günü
 
Mevlana mesnevi2
Mevlana mesnevi2Mevlana mesnevi2
Mevlana mesnevi2
 
En ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirllerEn ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirller
 
Hayatı Kavramak
Hayatı KavramakHayatı Kavramak
Hayatı Kavramak
 
İnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkıİnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkı
 
şEfik can divan-i kebirden secmeler -horozz.net
şEfik can   divan-i kebirden secmeler -horozz.netşEfik can   divan-i kebirden secmeler -horozz.net
şEfik can divan-i kebirden secmeler -horozz.net
 
Divani kebirdensecmelercilt 4
Divani kebirdensecmelercilt 4Divani kebirdensecmelercilt 4
Divani kebirdensecmelercilt 4
 
Necip fazıl kısakürek şiirleri
Necip fazıl kısakürek   şiirleriNecip fazıl kısakürek   şiirleri
Necip fazıl kısakürek şiirleri
 
Tabiat Risalesi
Tabiat RisalesiTabiat Risalesi
Tabiat Risalesi
 

Similar to İçinizi ki ben

Similar to İçinizi ki ben (6)

Solaris
SolarisSolaris
Solaris
 
Antik çağ
Antik   çağAntik   çağ
Antik çağ
 
A N Tİ K Ç AĞ
A N Tİ K   Ç AĞA N Tİ K   Ç AĞ
A N Tİ K Ç AĞ
 
Zincire Vurulmuş Prometheus - Aiskhylos
Zincire Vurulmuş Prometheus - AiskhylosZincire Vurulmuş Prometheus - Aiskhylos
Zincire Vurulmuş Prometheus - Aiskhylos
 
A special album of davetname
A special album of davetnameA special album of davetname
A special album of davetname
 
Film48
Film48Film48
Film48
 

İçinizi ki ben

  • 1. 2021 Erdem Şeneroğlu MAVİ ÜÇGEN DANIŞMANLIK 04.07.2021 İÇİMİZDE Kİ BEN Dante ile Shakespeare dünyayı aralarında paylaşır; bu iki ada eklenebilecek üçüncü bir ad yoktur. ‘T. S. Eliot’
  • 2. 1 Önsöz ‘’Bir gün herkes kaçar… Çünkü bazen kaçış bir kurtuluştur’’ der Şehriyar… Şehriyar devam eder: ‘’İşte bu nedenle kimisi bir başka ülkeye, bir başka diyara, bir başka mekâna kaçar kurtulur, kimisi de kendi içine kaçar; kendi ülkesinde sürgün olup, kendi içine sürgün edilir kurtulur... Ancak, kendi ülkende sürgün olup da kendi içine sürgün edilmek, dışarıdaki herhangi bir sürgünden her zaman daha zor ve daha acımasızdır.’’ İnsan ister başka ülkeye, diyara veya mekâna kaçsın, isterse de kendi içine kaçsın, oraya sürgün edilsin her zaman bu kaçışlar zordur… Genellikle de bu kaçışlar, bu sürgünler, sessiz sedasızdır başkaları tarafından da bilinmezler. Ahmet Hamdi Tanpınar Poetikasın (Şiir üzerine düşüncelerin ve teorilerin bütünü) da şöyle diyor. Şiir bir iç kale sanatıdır. Çünkü dil, vasıta olarak değil, malzeme ve nesiç olarak kullanıldığı zaman, milletin iç kalesi olur. Bununla birlikte Dante ile Cahit Sıtkı Tarancı şiirlerinin ortak yanlarını belirlerken, insanlığın değerlerinin ne kadar benzerlikler ve dünyada yaşanan diğer yaşamlar ve olaylar ile bağlantılarının olduğunu görebilmeyi amaçlandı. Bu amaçların daima kişinin doğruları kısaca, “İyi nedir? Bilgidir. Güzellik ve hoşgörüdür. Kötülük nedir? Bilgisizlik. Dehşet ve korku‟ nun betimlediğini bilerek seçimin kişilerin vicdanında değer bulduğunu görebilmekteyiz. Cumhuriyet 04 Mart 2013 günü Körleşmenin Dayanılmaz Aymazlığı Yazısında: “Günümüzden 2 bin 400 yıl önce Seneca, Sicilyalı dostu Lucilius’a adadığı ahlaki mektupların birinde”, “Biz doğduğumuzdan daha kötü göçüyoruz. Bu suç doğanın değil, bizim suçumuz” diyor. Giriş Dünya var olduğu ve üzerinde ki insanların, canlıların oluştuğu dağların, denizlerin, canlı cansız varlıkların, kır bitkilerinin, kırların, ölümün nefesini hissedebileceğimiz kadar yakınlarından geçeceğimiz bir yer tarifini, hayalimizde canlandıralım. Bir yanı çöl gibi canlı ve cansız varlıkların orada, içindeki ne ise, onunla karşılaşıyormuş. İyi ise, iyilik buluyormuş. Kötü ise, içinde çok zamandır saklı duran yılan dışarı çıkıp onu sokup zehirliyormuş. Ölmüyormuş insan. Ölüm gelsin, onu gecikmeden alsın diye yalvarır hale getiriyormuş. Kötülük problemi geçmişteki canlılığını fazlasıyla korumuştur. Dehşet, yer değiştirerek hâlâ devam etmektedir. İyilikse, bir gülümseme, bir sevgi gibi şefkat ile okşar hayatı. İnsanın katılaşmış kasları gevşer, göğsünde bir güzellik bitiverir. Bütün ömrün boyunca hayal edip, rüyalarında gördüğünü, unuttuğunu sandığı şeyler, anılar birden zihnimizde oluşan, o andır. Tüm bizleri (korkutan ve) rahatsız eden durumumuzdan kurtuluruz. Demişler ki biz burada doğduk, buradadır ölümümüz. Başka bir yere gidersek ölüm bizi bulması gerektiğinde bulamaz. Yaşamlarımız yerinde ağırdır. [1] Demişler ki: İnsan da evren yaratıldığında ölümsüzmüş. Nice şeyin yok olup gittiğini görüp ses çıkarmayınca, bir ceza gibi, yeryüzünde çürümeye mahkûm edilmiş. [1] Ölüm yokmuş ama çürümüşlük varmış. [1] İnsanlara sorduklarında, ölümün olmadığı ama çürümenin var olduğunu düşünüşler. Acaba bu çürümeyi ironi yapmak içim mi söylediler? Diye düşünmek gerekebilir. Sararken alnımı yokluğun tacı Gönülden silindi neş’eyle acı Kalbe muhabbette buldum ilacı
  • 3. 2 Ben de müridinim işte Mevlâna Nâzım, dedesi Mehmet Nâzım Paşa’dan çok etkilenir. Çünkü Konya Valiliği yapan dedesi Mehmet Nâzım Paşa, Mevlevi dergâhına bağlı, tasavvuf edebiyatını çok iyi bilen bir şairdir. Bu çevrenin etkisiyle büyüyen Nâzım, evlerinin bahçesinde oyunlar oynarken dedesinin arkadaşlarının ağzından düşen harfleri toplar. Nâzım’ın, 1920 yılında dedesinin katıldığı Mevlevi toplantılarının etkisiyle yazdığı “Mevlâna’’ başlıklı şiiri Dergâh dergisinde yayımlanır. [2] Nazım’ın da küçük yaşta dedesinin vasıtasıyla şiire yatkınlığını, bu sırada almış ve ‘iç kalesi’ ne sıkıca yerleşmiş olabilir. Dante’nin, Beatrice olan aşk yoğunluğunu, cehennemi saplantı aşkı yaptığı ‘İlahi Komedya (La Divina Commedia)’ adlı bu eserinde, ahirete yapılan bir yolculuğunda anlatır. Dante, evreni Ptolemaios ’un (Batlamyus ’un) görüşüne göre tasarlar. Dünya evrenin merkezidir. Dünya dönmez, olduğu yerde durur. Dünyanın çevresinde dönen yedi gezegen (Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn) vardır. Gezegenler iç içe geçmiş yedi gök içinde döner. Yedinci gökten sonra gelen sekizinci gökte ise dönmeyen, yerinde duran yıldızlar vardır. [3] Göğün dokuzuncu katında (gezegenlerin dönmesini sağlayan) İlk Devindirici yer alır. Meryem, Beatrice gibi Tanrı’nın sevgili kullarının “kutsal bir gül” oluşturdukları onuncu kat ise göğün en yüksek katıdır (arşıâlâ). [3] Dante’nin tasarladığı Cehennem, dibine doğru inildikçe daralan bir çukurdur. Bu çukur iç içe dokuz daireden (kattan) oluşur. Dairelerin her birinde ayrı bir günah işlemiş olanlar cezalandırılır. Aşağıya doğru inildikçe ceza ağırlaşır. Cezayı veren Tanrı değildir. İnsanlar Araf’a, Cennet’e gidebilecekken, yaşarken yaptıkları yanlış seçimler sonucunda Cehenneme gitmişlerdir. Çarpıldıkları cezayı, yeryüzünde sürdükleri yaşamla kendileri belirlemiştir. Cezanın ağırlığı, işlenen günahın ağırlığı ile orantılıdır. [3] Sandro Botticelli’ cehennemin ‘Cehennem Haritası (La Mappe del İnferno)’, geri planda teraslı Araf Dağı cehennem kapılarının üzerinde yükseliyor. Yani Cehennem ’in katlarında, arkada giren insanların alnına yazı yazan bir melek var. Dante ‘ye Cehennem ve Âraf yolculuğu boyunca Latin şair Vergilius rehberlik eder. Araf’ın tepesinde Vergilius yerini, Cennet’te Dante ‘ye rehberlik edecek olan Beatrice ’ye bırakır. Dante bu yolculuk boyunca 112 ünlü kişiyle karşılaşır. [3] Vergilius ile Dante’nin Cehennem yolculukları boyunca karşılaştıkları kişiler arasında filozoflar, şairler, politikacılar, din adamları, kraliçeler, ünlü kadınlar, papalar, kardinaller, imparatorlar, Floransa’nın ünlü kişileri yer alır. Bu kişilerin her biri, günahları ile orantılı olarak ceza çeker. [3] Cehennem, İlahi Komedyanın en çarpıcı bölümüdür. Günümüzün sinema sanatını çağrıştıran olağanüstü bir görüntü zenginliğiyle anlatılan ortam, sanki yedi yüz yıl sonra yaşanacak şiddet olaylarının da haberciliğini yapar. Cehennem ’in son kantosunda yer alan, “altı gözüyle birlikte ağlayan, üç çenesine gözyaşları ile kanlı salyalar akan, her ağzında dişleriyle bir günahkâr öğüten” yarı beline dek buzlara gömülü Lucifer “aynı anda üç günahkâra birden işkence” yapan bir “değirmendir”. Nazilerin, toplama kamplarında insanları “öğüttükleri” gaz odalarını, Dante’nin düş gücünün tasarladığı değirmenin günümüzdeki uzantısı saymak yanlış sayılmamalı. Her ağızda dişler bir günahkâr öğütüyordu
  • 4. 3 bir değirmen gibi, böylece aynı anda üç günahkâr birden işkence görüyordu. Cehennem XXXIV (55). [3] Papa’nın jübile yılı (Geniş bilgi Roma Katolik geleneğinde ‘Kutsal yıl’ nedir?) (Bakınız: https://www.vatican.va/jubilee_2000/docs/documents/ju_documents_17-feb- 1997_history_en.html) ilan ettiği 1300 yılı Paskalyasında 7 Nisan Perşembe’yi 8 Nisan Cuma’ya bağlayan gece “yaşam yolumuzun ortasında” Dante (günahkârlık ortamını simgeleyen) “karanlık bir ormanda” yolunu şaşırır. Cuma sabahı gün ağarırken bir tepenin eteğinde (insan aklını simgeleyen) Vergilius ile karşılaşır. Dante'nin yardımına koşan Vergilius, kötülüklerden arınmak için onu öteki dünyanın üç bölümünü gezmeye çağırır. Dante ile Vergilus’un o gece başlayan Cehennem gezisi 9 Nisan Cumartesi gecesi sona erer. 10 Nisan Pazar günü, birlikte Araf’a ulaşırlar. [3] Dante cehennem ’de, ölümsüz eseri İlahi Komedya ‘da şair meslektaşı Vergilius ile Cehennem, Araf ve son olarak da Cennet’e seyahat eder Dante. (Dante ’ye Cennet’i gezdirecek olan Beatrice; (Vergilius pagan olduğu için Cennet’e giremez.) Dante sevdiği kadın Beatrice’den Vita nuova' da uzun uzadıya söz eder). [3] Cehennemin kapısı önünde ne Musa’ya ne de İsa’ya yarananları görür. Kapısında ise şu yazılıdır: “Buradan gidilir acılar kentine, buradan gidilir bitmek bilmeyen acıya, buradan gidilir yitmiş insanlar arasına. Adalet yol gösterdi ulu rabbime, kutsal güç, yüce bilgelik, ilk sevgi yarattı beni. Benden önce her şey sonsuzdu; sonsuza dek süreceğim ben de. “İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu.” Cehennem adlı bölümünde bunu kendisi şöyle dile getirmektedir: “Sağlıklı bir akla sahipseniz, şu tuhaf dizelerin arasında saklı öğretiyi kavrayınız. 1. daire de “vaftiz olmayan ruhlar”, Cehennem ’in ilk dairesi: Limbus: Dante’nin kılavuzu şöyle der burada: “Gitmeden daha ileri, bil ki bunlar günahkâr değil, erdemleri var, ama yeterli değil, çünkü senin inancının da giriş kapısı vaftizden yoksun kalmışlar; Hıristiyanlıktan önce yaşamışlar, ama Tanrı’ya gerektiği gibi tapınmamışlar: Onlardan biriyim ben de.” Yani Vergilius da buradadır. Acısız bir keder hakimdir Limbus’a. 2.daire de” şehvet düşkünleri, Dante anlatıyor: “Dinmek bilmeyen cehennem burgacı öfkeyle sürüklüyordu ruhları; döndürüyor, silkeliyor, savuruyordu onları. Yıkıntının önüne vardıklarında çığlıklar, hıçkırıklar, yakınmalar yükseliyordu…” Kleopatra, Semiramis, Truvalı Helen, Akhilleus buradadır. 3.daire de “oburlar ve açgözlüler”, Yemeği ve içkiyi, doğal bir ihtiyacın karşılanması değil, zevke dönüştürenlerin, ihtiyaçtan fazlasını arzulayanların yağmur altında eriyip gittikleri yerdir burası. 4.daire de “cimriler ve savurganlar”,
  • 5. 4 Yaşarken sürdürdükleri kirli yaşam nedeniyle yüzleri kararmışlar buradadır ve bu nedenle tanınmaz haldedirler. Ya çok cimriydiler ya da çok savurgandılar. Dante buradakilerin sayısını ve cezalarını şöyle anlatır: “Gördüğüm insan sayısı her yerdekinden fazlaydı, çığlıklar atıyorlardı, göğüsleriyle koca yükleri iterken, birbirlerine de çarpıyorlardı…” 5.daire de “ağır suçlular öfkeliler”, “Dikkat kesilip çevreme bakınca, çamura bulanmış insanlar gördüm bataklıkta, yüzlerinden öfke akıyordu, hepsi çırılçıplaktı. Yalnızca elleriyle değil, başları, göğüsleri ayaklarıyla da birbirlerine vuruyorlardı, dişleriyle birbirlerini parçalıyorlardı. İyi yürekli usta dedi ki: “Oğul bu gördüklerin öfkeye yenik düşenlerin ruhları”. 6. daire de” sapkınlar, inkarlar”, Ruhun bedenle öldüğüne inanan Epikür’cülerin veya ruhlara inanmayan Ottaviano degli Ubaldini gibilerin yer aldığı bu dairede günahlılar ateşten mezarlarında yatarak cezalarını çekerler. 7.daire de “başkalarına, kendilerine, Tanrı ya saldırıda bulunanlar, şiddet yanlıları”, Cehennemin yedinci dairesinde üç kat bulunur. Birinci katta “Başkalarının kanını, malını çalan zorba hükümdarlar” bulunur. Atilla, Büyük İskender ve her zamanki gibi Dante’nin döneminde yaşamış siyasi rakipleri bulunur. İkinci katta kendi canlarına kıyanlar, yani intihar edenler vardır. Üçüncü katta ise Tanrı’yı küçümseyenler, dine hakaret edenler, zındıklar bulunur. Birinci kattakiler kızgın kanda kaynarlar. İkincidekiler Harpya isimli canavarlarca hırpalanırlardı. Üçüncüdekiler ise ateş yağmurlarına maruz kaldıkları çöldedirler. 8. daire de “kadın tellalları, din sömürücüleri, rüşvet yiyenler, hileciler, hırsızlar, ikiyüzlüler, bölücüler, simyacılar, kalpazanlar, yalancılar, sahtekârlar”, Dante sekizinci daireyi 10 ayrı hendeğe ayırır. Birinci hendekte pezevenkler ve kadınları baştan çıkaranlar cinlerce kırbaçlanırlar. İkincide dalkavuklar boka batmışlardır: “El etek öptüğüm için pisliğe gömdüler beni, dilim övgüler düzmekten bıkmak bilmezdi.” Dördüncüde büyücülerin, falcıların başı ters dönmüştür ve dilsizdirler. Beşinci hendekte rüşvet alanlar zifte batırılmışlardı ve başlarını kaldıramıyorlardı. Altıncı hendekte kalay cüppeler giymişti iyi yüzlüler. Yedincide hırsızlar, yaratıklarca işkenceye maruz kalıyorlardı. Akhalı kahraman Diomedes gibi hilekarların ruhları ateşlerde yanmaktadır. Sekizinci hendekte lime lime edilmiş bölücülük, bozgunculuk günahlıları vardır. Dokuzuncu hendek de son kısmında ise sahtekârlar vardır. Dermansız hastalıklarla kırılmaktadırlar. 9. daire de” akrabalarına, vatanına, kendilerine iyilik yapanlara ihanet edenler “bulunuyor… Cehennemin tam dibinde, dünyanın merkezinde yer alan dokuzuncu dairede hainlerin en büyüğü İblis yer alır. İslam’a göre İblis, Tanrı’nın buyruklarına itiraz etmiş, kibir göstermiştir. Hıristiyanlığa göre İblis, Tanrı’ya ihanet etmiş bir melekti. İblis’ in üç yüzü ve her yüzün dev kanatları vardır. Buza gömülmüştür İblis. Burada kendi cezasını çekerken 3 ağzıyla aynı anda üç kişiyi çiğneyerek hainlere de cezasını verir. En çok acıyı, İsa’ya ihanet eden havarisi İskaryot Yahuda çeker: “En büyük cezaya çarptırılan, şu yukarıdaki ruh” dedi ustam, “İskaryot Yahuda; başı ağzın içinde, çırpınan ayakları boşlukta.” İmparatoruna ihanet eden Brütü ve Longinus, kardeşi Habil’i öldürerek tarihin ilk katili olan Kayin (Not: Hain kelimesi buradan geliyor. UG) burada kahır ve azap içindedir. En çok ilginç gelende 1.daire de yer alan İlahi Komedya da adı geçen tek Müslüman; Selahaddin Eyyubi idi. Kudüs’ü Haçlıların elinden kurtarması bunda etkili oldu sanırım.
  • 6. 5 Bilinmeyen her şeyden korkar insan… Ebediyete kadar yok olmaktan daha büyük bir korkusu yoktur insanın… Dante’nin bu şaheseri bu korkunun, ahirette olsun adaletin tecellisi hülyasının, ölümsüzlüğe duyulan özlemin ürünüdür. [4] Sandro Botticelli Cehennem tablosu Kaynak: https://mominexatun.wordpress.com/2020/05/05/dante-cehennemi/ Günümüzün Dante yorumcuları, İlahi Komedyanın yazılış amacının, geçen yüzyıla dek öne sürüldüğü gibi Cehennem olmayıp Cennet olduğu görüşündedir. Dante hem sevdiği kadını övdüğü hem de Tanrı’nın ışığına kavuştuğu Cennet’i “güneşi yıldızları döndüren sevgi” ile bütünleşerek noktalar.[3] Yaşam yolumuzun ortasında 1/ Dante ‘ye göre insan yaşamı, en yüksek noktası 35 yaş olan bir yay çizer; 1265 doğumlu Dante bu yapıtı yazmaya 1307 yılında başlamıştır; ancak 1300 yılında Papa Bonifazio VIII ’in düzenlediği “jübile” yılına katılmak için Roma’ya gitmiştir; 35 yaşında yaptığı bu geziyi Dante bu yapıttaki düşsel gezinin de başlangıcı sayıyor; (jübile yılı = papanın günahları bağışladığı 00, 25, 75 rakamlarıyla sonlanan yıllar; bu uygulamayı ilk kez 1300 yılında Papa Bonifazio VIII başlatmıştır.) karanlık bir ormanda buldum kendimi, 2/aklın çelindiği ahlak kurallarının önemsenmediği bir günahkârlık dönemi; bu tamlamayı Dante'nin gurbette çektiği sıkıntıları belirtmek için kullandığını öne süren yorumcular da vardır çünkü doğru yol yitmişti. [3] Dane’ye, ünlü Türk şairi Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiirinden de aşinayız. Cahit Sıtkı Tarancı, Dante’nin Floransa’dan sürgün edildiği yılların birinde yazdığı “Yaşam yolumuzun ortasında” ile başlayan mısralardan esinlenmiştir. İlahi Komedyanın Cehennem kitabının başladığı mısralardır kaynak aldığı o mısralar yazılırken de Dante, 35 yaşındadır. Cahit Sıtkı’nın en tanınmış şiiri olan Otuz Beş Yaş şiirinde Dane’den “Yaş otuz beş, yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün.” şeklinde bahseder.[5]
  • 7. 6 Ünlü İtalyan şair Dante Alighieri küçük yaşlarda tutulduğu ve ömrü boyunca yaşayacağı büyük aşkının ölümünün etkisiyle yazdıran o mistik havayla cehennem, Araf ve Cennet’ten oluşan ilahi komedyasının ilk mısraları ' hayat yolumuzun yarısında kendimi karanlık bir ormanda buldum'' ile başlar. Dante burada mezmurların (Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/zeburAllah tarafından Hz. Dâvud (a.s)'a gönderilen Mezmurlar ve Mezâmir adı ile de anılan mukaddes kitap. Lügatte Mezmur, "Kavalla söylenen ilâhî, Hz. Dâvud'a inen Zebur'un sûrelerinin her biri" anlamlarına gelir) '' yıllarımızın günleri yetmiş yıldır'' sözüne ithafen 35 yaşında ilahi bir yolculuğa çıkmış olduğunu düşünen '' hayat yolumuzun yarısında' tabirini kullanır. (Dante‘ye göre insan yaşamı, en yüksek noktası 35 yaş olan bir yay çizer; 1265 doğumlu Dante bu yapıtı yazmaya 1307 yılında başlamıştır; ancak 1300 yılında Papa Bonifazio VIII ’in düzenlediği “jübile” yılına katılmak için Roma’ya gitmiştir; 35 yaşında yaptığı bu geziyi Dante bu yapıttaki düşsel gezinin de başlangıcı sayıyor; (jübile yılı = papanın günahları bağışladığı 00, 25, 75 rakamlarıyla sonlanan yıllar; bu uygulamayı ilk kez 1300 yılında Papa Bonifazio VIII başlatmıştır) [3] Cahit Sıtkı Tarancı, Dante’nin Floransa’dan sürgün edildiği yılların birinde yazdığı; “Yaşam yolumuzun ortasında karanlık bir ormanda buldum kendimi, çünkü doğru yol yitmişti.” ile başlayan mısralardan esinlenerek, “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider.” Diyecektir. Cahit Sıtkı bile yaşamın yarısında, yaşamın yapacaklarına yetmeyeceği korkusu veya gerçeğini görmüş mü diyeceğiz? “Her karanlık kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını içinde taşır.” Diyen Dante, ilahi aşkla bağlandığı ve hayallerini süsleyen Beatrice ’yi aklından çıkaramamak ve kendini cehennemin katlarında gezinirken hayal ettiği yaşamı boyunca sürmüş gibi. Nietzsche, Montaigne için söylediği şu söz “Bir zamanlar böyle bir insanın yaşamış olması, bugün şu yeryüzünde yaşamanın hazzını gerçekten artırıyor.” Sanki Dante’nin yaşam serüvenine tam uyuyor. Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayatına baktığınızda o da Dante gibi hayatın aşkını aramakla geçse de erken denilecek yaşta yaşamını yitirmiştir. Michel de Montaigne ‘’Denemeler’ ’ini ailesinden kalan şatonun bir kulesine on yıl boyunca kapanıp öyle yazar. Montaigne bu sürede hem bedenini bu kuleye hem de kendisini kendi iç dünyasına “iç kale” sine hapseder… Daha doğrusu kendi iç dünyasına kaçar… Stefan Zweig da Montaigne’inin kişiliğine dair şu tespiti yapar: “Bu nedenle Montaigne asla filozof değildir ya da en sevdiği düşünür olan Sokrates kadar filozoftur; onu sever çünkü Sokrates arkasında ne bir dogma ne bir öğreti ne yasa ne sistem bırakmıştır; kalan yalnızca insan Sokrates’tir, her şeyde kendini ve kendinde her şeyi arayan insanın ilk örneğidir" [6] Montaigne’inin Denemelerini yazarken ince eleyip sık dokumaz. Bilginin hizmetkârlığını da yapmaz. Yaşar. Yaşamaktır sanatı. Bu yüzden denemelerinin konusu da ben ile Ben’in özü ‘dür.
  • 8. 7 O, bize soyut sıfatlarla taltif edilmiş başarıların hiçliğini öğretir. Bir insanın iç özgürlüğünü kazanmasının paha biçilmez değerinin farkına varmamızı sağlar. İnsanlığın özgürlüğüne verdiği önem /değer onu büyütür. ‘KENDİNİ TANI’ ilkesinin bütün bir ömre uygulamasıdır. Bu bakımdan Montaigne, Sokrates’i Platon’dan çok daha iyi anlamış sayılabilir. Hiç kimse kendi kendini onun kadar sabırla, inatla, dikkatle gözetlememiş, en gizli, en ele avuca sığmaz hallerini yakalamakta onun kadar tetik davranmamıştır. [7] Kitaplarını da tıpkı gezer gibi okurmuş: Okumuş olmak için değil, yeni ufuklar, yeni lezzetler, yeni düşünceler bulmak için. Tekrar tekrar okuduğu kitaplarda, her kez yeni yeni bir şeyler bulması, onları dilediği zaman dilediği bir yerinden açıp okumasından ileri geliyor.[7] Montaigne özgür düşünce için hep ‘SERBEST DÜŞÜN, RAHAT SÖYLE’ der gibidir. Ancak Montaigne’inin ‘’iç kale’ sinin bir özelliği vardır… Bu ‘’iç kale’’ ancak ve ancak iyi bir eğitim ve kültür temeline oturursa fayda sağlar. İyi bir eğitim ve kültürle beslenmiş hayat, yeteneğiyle, becerileriyle kendi ‘’iç kale’’ sinde insanı yeniden biçimlendirir. Montaigne’e göre iç kaleleri olmayanlar, alışılmışın dışında başka bir hayat yokmuşçasına yaşarlar. “İç Kale” lerini aklıyla ayakta tutanlara özgüdür. Montaigne şatosuna kendini hapsedip, bu yolculuk kendisi ile birlikte “insanoğlu” nu arama yolculuğuna çıkar. Sonunda anlar ki Montaigne, insanı tanımak ve anlamak insanla iç içe olmaktan geçer. Bundan sonra da soyut yolculuğu bırakıp gerçek yolculuklara başlar. Montaigne için tüm yaşamı ve deneyimleri çalışıp bitirdikten sonra geriye öğrenilecek tek şey kalmıştır: O da ölüm. Montaigne bilgece yaşadığı gibi bilgece ölür. Zweig ’in Montaigne’in anlatırken, "İnsanın imkân varsa karısı, çocuğu, parası hele sağlığı olmalı; ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkânın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada hiçbir konuğa yer vermeksizin kendimizle dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın". “İç Kale’’ aynı zamanda insanın kendisiyle böylesi bir kültür temelinde diyaloğu demektir. Bu diyalog için de Montaigne şöyle der: ‘’İnsanın kendisi ile diyaloğu erişilebilecek en yüksek sanat formudur…’’ [8] “İç Kale”, İç Benlik, Vicdan kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliği. Felsefi acıdan düşünecek olursak; iç huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan bir kavram değil, kişinin bir yeteneğidir. Felsefede metafizik anlayış, bu yeteneğin doğuştan var olduğunu ileri sürer, seküler anlayış ise insanın içinde bulunduğu toplumsal koşullarla belirlenmiş görgü ve bilgisinin sonucunda oluştuğunu ileri sürer. Friedrich Nietzsche'ye göre vicdan, borçlanma ahlakına bağlı olarak gelişmiş, "söz verebilen bir hayvan yetiştirme" amacıyla icat edilmiş bir kavramdır. [9] Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten kişinin kendi ahlak değerleri üzerine kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güçtür.
  • 9. 8 Ahlaki bakımdan neyin doğru neyin yanlış olduğunun, doğru ile yanlış ilkelerinin ya da iyi ile kötünün ne olduğu dolaysız kavranışını sağlayan, her insanda var olduğu düşünülen bir tür “ahlaki bilinç” tir. Ataol Behramoğlu da “akıl, sağduyu, adalet ve merhamet (acıma) duygularının toplamı olduğudur. Bazı batı dillerinde vicdan (concience/consience), bilinçle eşanlamlıdır”. Diyerek devamında, “bu konuda özetle söyleyebileceğim, insanlığın bugün ulaşmış olduğu bilgi düzeyinde bu kavramın adalet kavramıyla tam anlamda örtüşmüş olduğudur”. Diyerek vicdanı adalet ile eşliyor. Gerçekçi olan, bir toplumda aklın, sağduyunun, adalet ve merhamet duygularının, özetle vicdanın ağır basması olması gerektiği ve bunu kabullenmemiz gerekliliğidir. Aksi taktirde, kişiler kendi vicdanları hür ve adil olmayacak şekilde oluştularsa, insanoğlunun geleceği ciddi bicimde yara alabilir. “Adalet her şeyin temelidir ve her şeye önceldir” der John Rawls.[10] Doğruluğun düşünce sistemlerinin ilk erdemi olması gibi, adalet de toplumsal kurumların ilk erdemidir. Adalet duygusu, adil olanı tanıyabilme ve daha adil olanın seçilmesiyle doğruluk kazanır. Rawls’a göre herhangi bir şey (eylem, davranış, kural) haklı değilse, zaten iyi de değildir. Rousseau’nun vicdan diye adlandırdığı ahlaki ilke, toplumsal yaşamın vazgeçilmez ilkesi olan dayanışma ve düzen fikrinin benimsenmesinde bireylere kılavuzluk eden, onları teşvik eden dinamik bir güçtür. O güç ki hem bireylerin kendi iyiliklerine yönelmelerini hem de başkalarının iyiliğini teşvik etmelerini sağlar Vicdan, iyiliği görüp ona yönelme; kötülükten de kaçınma kabiliyeti, hissi insanların fıtratında var olan temel bir özelliktir. Denilebilir mi? “Hiç kimse bile bile kötülük etmez. Çünkü kötülük, bilgisizlikten kaynaklanır” diyor Platon. Kötülük problemi, Antikçağ Yunan filozofu Thales ‘ten itibaren başta zıtların birliğini savunan ve 'iyi ile kötü birdir' diyen Herakleitos, Empedokles, Sofistler, Platon ve Aristoteles olmak üzere, Helenistik dönem düşünürlerinden Epikuros ve Epikuros’çular, Stoacılar ile Yeni Platonculardan günümüze kadar gelmiş, hemen hemen her çağda hem filozofları hem de teologları oldukça uğraştırmış, felsefenin en eski ve en önemli problemidir. [11] Zira neredeyse evrensel olarak üzerinde fikir birliğine varılmış doğru ve yanlışlar, insanlık tarihinin ortak tecrübesi olarak ortadadır. Yoksa dünya görüşü, inanç ve değer sistemlerine göre farklılaşan cevap ve değerlendirmeler mi karşımıza çıkar? İşte neyin ahlaki açıdan iyi, neyin kötü olduğu her zaman açık değildir. [12] Etik ve ahlak kavramları, günlük konuşmalarda aynı anlama gelecek şekilde kullanılsa da etik doğru ve yanlış davranışın kuramsal yönünü; ahlak ise bunun hayata geçirilişini, pratiğini ve sergilenen davranışları ifade eder. [13] Bir eylemin ahlaki açıdan iyi ya da kötü olarak belirlenmesi hususunda önemli bir problem irade özgürlüğüdür. Diğer bir deyişle, insan bir davranışı kendi hür iradesiyle seçmemişse burada davranışla ilgili ahlaki bir değerlendirmede bulunulamaz.
  • 10. 9 Gece yatağa girdiğinizde günlük yaşantınız gözünüzün önünden geçince, neleri doğru yaptığınızı, neleri yanlış yaptığınızı düşündüğünüzde, belki de yukarıdakilerin anlamlarını doğru anlama şansını elde edebiliriz. Hayatımızın fırsatlar içinde geçtiğini bilerek, davranışlarımızı “iç kale” nin özgür dayanakları altında olduğunu hatırlamalıyız. Davranışlarımızı incelemeye zorlayan, kendi ahlak anlayışımızın sorgulamasını ve kendini yargılamasını sağlayan içsel gücün olduğunu düşünmeliyiz. İngiliz şair John Milton'ın 1658 yılında yazdığı 10.000 mısraı aşkın bu şiiri destanda cennete girme savaşı ve insanın cennetten kovulmasının hikâyesi anlatılır. Kayıp Cennet kör peygamberlerin ruhunu çağırmak için klasik Yunan şiirinden, Homeros'tan yararlanır, aklın gözüyle gören Teb kâhini Tresias'tan yardım umar. Kayıp Cennet "Hain Melek" olarak bilinen Şeytan'ın yaratıcısı Tanrı'ya karşı isyanının ardından cehenneme gönderilmesi ile başlar. "Cennetin Tiranlığı" olarak gördüğü şeye itaat etmeyi reddeden Şeytan, Tanrı'nın yarattığı insanı günaha teşvik ederek intikam alır. Milton kurtuluş yolunu göstermeden önce "İnsanın İlk İtaatsizliği" nin canlı bir dökümünü verir. Kayıp Cennet çoğunlukla siyasi ve dini tartışmalara konu olsa da aslında aşk da içerir. Milton'a göre Havva biraz da Adem'e yakın olmak için günaha girmiş, Âdem de "seni kaybetmek kendimi kaybetmektir" sözleriyle onu takip etmiştir. Milton'ın mısralarıyla bitirecek olursak: "Akıl kendi mekânın yaratır, kendi başına cehennemi cennete, cenneti cehenneme çevirebilir". [14] Dante ‘de kendi ahlak anlayışımızın doğrularına dikkati çekerken, şunları söylüyor. Başkasının ekmeğinin ne denli tuzlu, başkasının merdiveninden çıkmanın ne denli zor olduğunu göreceksin. Cennet XVII (58) [3] ‘Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı’ kitabının yazarı Halil Turhanlı “Dante evrensellik düşüncesini humanitas (insan sevgisi,insan ırkının başka insana zarar verecek davranışlardan kaçınması) kavramıyla birlikte ele almıştır. Bir diğer anlatımla insanlık ve insan onurunun önemini kavramış, evrensel politik toplumu tahayyül etmiştir” diyor. ‘Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir’ diye bir deyiş vardır. Deyişi kimin bulduğu bilinmemekle beraber oldukça eski olduğu muhakkak. 17. yüzyıldan kaldığı kabullenilir. Oldukça sık kullanılan bu deyiş iyi niyetlerle yapılan bazı düzeltmelerin sonuçlarının düzeltmeye çalıştıkları işten daha beter çıkması üzerine söylenir. Yaptığımız işlerin, aldığımız kararların olası sonuçlarını iyi düşünerek ona göre hareket etmemiz gerektiğini söyleyebilir. Çin’in kurucusu Mao’nun ‘İleriye Dönük Büyük Sıçrama’ (Büyük İleri Atılım: Çin'de 1958-1961 yılları arasında Çin Komünist Partisi tarafından gerçekleştirilen ekonomik ve sosyal bir kampanyaydı. Mao Zedong liderliğindeki kampanya hızlı bir sanayileşme ve kolektifleştirme yoluyla ülkeyi tarım ekonomisinden sosyalist bir topluma dönüştürmeyi amaçlıyordu. Ancak kampanya başarısızlıkla sonuçlandı ve kampanyanın neden olduğu tahmin edilen kıtlık sonucunda on milyonlarca kişi öldü.
  • 11. 10 http://www.palgrave-journals.com/ces/journal/v50/n1/full/ces20084a.html Büyük İleri Atılım Çin'de ve uluslararası alanda büyük bir ekonomik başarısızlık ve insani felaket olarak görülmektedir.) programının bir parçası olan ‘Dört Haşere’ projesi adında bir proje geliştirirler. ‘Dört Haşere’. Projede adı geçen haşereler sivrisinekler, karasinekler, fareler ve serçeler. Projenin hedefi ise ‘çok iyi niyetli’: Pirinç üretimini olumsuz etkileyen sineklerin, farelerin ve serçelerin Çin’de kökünü kazıyarak bu sorunu çözmek. Projenin uygulamaya konulması sonucu 23 milyon kuş öldürüldükten sonra beklenmedik bir şey oluyor. Birdenbire ortaya böcek sürüleri çıkıyor. Peşinden çekirge istilası ve onun peşinden sümüklüböcek salgını. Kuşların kökü kazınmamış olsa bunları yiyecekler ama ortada kuş kalmamış. Bu ekolojik felaket 1958-1961 arası görülen ve 20-45 milyon Çinlinin açlıktan ölmesine yol açan kıtlığın nedenlerinden biri olarak tarihe yazılır. Bir yıl sonra Çin Sovyetler Birliği’nden kuş ithal ederek sorunu çözmeye kalktı ama zamanın komünist liderleri projeyi büyük bir başarı olarak lanse etmeyi bırakmadılar. Mao’nun niyeti iyi olabilirdi ama yapılacak işin seçim ve tasarımı konusunda bilmediği bir işe karıştığı ortada. Tanrı o yıllarda açlıktan ölen milyonlarca Çinliyi bu ‘iyi niyetli’ kişiden korumamıştı. [15] İyi niyetle yapılan her karar ve uygulamalarımızın sonuçları iyi olmayabilir. Bu bizim kötü biri olabileceğimiz anlamına gelmez. Karşı tarafın şu sorularına da muhatap kalırız ki o zaman kendi ‘iç kalemiz’ sağlam ve özgürlüğümüz ile oluşturduğumuzun sorgulamasını yapmalıyız. Bunu defalar kere sorduğumuzda içimizde derin bir acı ve mutsuzluğa yol açan iç huzursuzluğa götürür. Montaigne’in için “Dünyanın en önemli şeyi, insanın kendi kendisi olmayı bilmesidir.” İnsanı soylu kılan, makam, kanın ayrıcalığı, yeteneği değil, kişiliğini korumayı ve kendine özgü biçimde yaşamayı başarma ölçüsüdür. Stefan Zweig, Montaigne Deneme kitabının ‘iç kaleyi savunmak ’da: Düşünceler, konuştuğumuz dilin egemenliği altındadır; mutlak anlamda özgür insan düşüncesi, bir hayalden başka bir şey değildir. Boşlukta yaşamak olanaksızdır. Hepimiz bilincine vararak ya da varmaksızın, aldığımız eğitim sonucu ahlakın, dinin, dünya görüşlerinin kölelerine dönüşürüz; soluduğumuz, zamanın havasıdır. Montaigne’e göre kendimizi ödünç verebiliriz; yapmamamız gerekense, kendimizi adamamızdır. “Ruhumuzun özgürlüğünü kendimiz için ayırmamız ve aksini yapmayı açıkça doğru gördüğümüz ender durumların dışında, ödünç vermememiz gerekir.” Diyor. Bunu nasıl başaracağız veya başa çıkarız? SONUÇ Vicdan azabı başkasına zarar verdiğine inanan bir kişinin duyduğu pişmanlık duygusunun bir ifadesidir. Vicdan azabı suçluluk duygusuyla ilintili bir duygu olup kişinin kendi kendine yönelttiği bir kızgınlık halidir. Vicdan azabı kişinin geçmişteki bir eyleminden kaynaklanabildiği gibi eylemsizlikten (parmağını bile kaldırmamak) de kaynaklanabilir. Geçenlerde bir televizyon programında sokak röportajlarında rastladım. Bir genç sorulan soruyu cevaplıyor. Sağlık teknisyeni olarak mezun oldum. İş bulamıyorum. Harçlığımı babamdan alıyorum. Konuşmasına devan ederken, babasının kendisinin yaptığı hata için kızdığını anlatır.
  • 12. 11 Devlet dairesinin bahçesinde ki çeşmede motorumu yıkıyordum, babam beni görünce şöyle dedi. Oğlum, devletin suyu ile sakın motorunu yıkama. Neden diye sordum? Çünkü o suda, her vatandaşın hakkı var. Genç bunu söyledikten sonra devam etti, babam, bizi bu terbiye ile yetiştiriyor. Bir babanın evladına verebileceği en iyi, güzel bir nasihat veya miras budur. Bu anlatımı kendimize örnek alırsak ‘İç Kale’miz de adil ve adaleti olmayı sağlarız. Nereye bakarsak bakalım, vicdan “İnsan olmayı”, belki de “İnsan olabilmeyi” anlatıyor. Ahlak felsefesinin ele aldığı önemli temel sorunlardan birisi de kendimizle hesaplaşabileceğimiz vicdanımızdır. Montaigne’nin dünyası, yaşadığı dönem itibariyle insana ve insanın dokunduğu pek çok şeye ulaşan bir düşünce yolculuğu taşımaktaydı. Bu yoğunluk neticesinde ortaya çıkan yapıtları, tarihin ve insanlığın kendi varlığı etrafında her dönem için canlı ve yaşayan fikirler ortaya koymasıyla birlikte ilerliyordu. Çünkü yaşamın en gizli ve ulaşılmaz ayrıntıları, bir şekilde ortaya çıkartılmayı haklı olarak bekliyordu. Montaigne, söz konusu ayrıntılar üzerinden hareket ediyor ve onlara kendi karakterlerinin diliyle konuşmayı öğretiyordu. Ölüm güzeldir yaşamasını bilene derler ya… Bu nedenle ölümün hiçlik olarak okunması yaşamı değersizleştirmez aksine ona değer katar. Ölümü hiçlik olarak kabullenen Schopenhauer, onun hakikat olarak görülmese de bir kötülük olarak algılanamayacağını savunur; ona göre ölüm tabiatın rahmine geri dönüştür, bu geri dönüş bir cessio bonorum yani malvarlığı, mülkü terk ediştir. Konkordato. [16] Yaşam perdenin tamamen kapanmış olması, oynanan oyunu yani yaşamı anlamsızlaştırmaz; yaşamı anlamlı kılan sonraki bir hayat düşüncesi ve o hayata yapılan hazırlıklar değil bilakis yaşamın kendisidir. Bunu sağlayacak olan insanın ‘iç kale’ sinin özgürlüğünü sağlayanların verdiği kolaylığı kullanmak. Montaigne'in sistemi olsa olsa hiçbir sisteme girmeden düşünme yoludur. Ona göre insan düşüncesi sistemleri kırarak gelişir, çünkü hiçbir sistem hayatı ve insanı bütün zenginliğiyle kucaklayamaz. Düşüncelerin özgür olması ne demektir? Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktığımızda: 1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî- İhsan Oktay Anar 2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet- Azra Erhat Türk Dili, Toplum Bilim Sözlüğün, O. Hançerlioğlu ’na göre özgürlük; Doğanın ve toplumun nesnel yasalarına egemen olma, serbestlik, herhangi bir kısıtlamaya ve zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme ya da davranma. Herhangi bir koşula bağlı olmama durumu. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi olarak tanımlanmıştır.
  • 13. 12 Platon bir mit aracılığıyla özgürlük konusunda oldukça önemli tespitler yapar. Platon’un Devlet’in onuncu kitabında yer alan mite göre bir asker olan Er, savaşta ölür. Ancak diğer ölülerle aynı akıbeti paylaşmaz. Savaş meydanında on gün boyunca beklediği halde çürümemiş olarak bulunan cesedi gömülmek üzere evine götürülür. On ikinci gün yakılmak için odunların üstünde yatırılırken yeniden hayata döner. “Takdiri ilahi” böyle buyurmuştur. Zira öte dünyada olup bitenleri insanlara aktarmakla görevlendirilmiştir. Kendine gelince, on günlük süre boyunca öte dünyada gördüklerini birbiri insanlara aktarır. Platon söz konusu eserde miti detaylı bir şekilde aktarır. Er, öte dünya deneyimlerini bütün çıplaklığıyla yaşar. Ölüm ilk ve son kez deneyimlenir. Bu imkânsız deneyimi ona olanaksız olanın bilgisine ulaşma imkânı verir. Götürüldüğü yerler, karşılaştığı insanlar, insanların çektiği azaplar, zevki çıkarılan ödüller… Bütün bunların özgürlük bağlamında kayda geçirilecek bir yanı yok, ancak Er’in anlattıkları özgürlük konusunda birçok filozofu önceleyen veriler içerir. Er’in rivayet ettiğine göre, ruhlar öte dünyada gerekli yerlere götürülüp, gerekli işlemlere tabi tutulduktan sonra, zorunluluğun kızları olan kader tanrıçaları denilen Moira’lardan Lakhesis, Klotho ve Atropos’un karşısına çıkartılıyorlarmış. Bu esnada, tanrı sözcülerinden biri, ruhları sıraya diziyor ve Lakhesis’in dizleri üzerinde bulunan kura numaralarını ve hayat örneklerini alıp ruhlara, onların yeniden ölümlü bir döneme gireceğini bildirip şunları söylüyormuş: Zorunluluğun kızı bakire Lakhesis’in bildirisi şudur, dinleyin: Bir günlük ömrü olan ruhlar, yeniden ölümlü bir döneme girecek, yeniden doğumundan ölüm saklayan bir hayata döneceksiniz. Hayat periniz [daimon] sizi seçmeyecek, siz hayat perinizi seçeceksiniz. Sıra ilk kime çıkmışsa, seçmeye o başlayacak ve seçtiği hayat zorunlulukla ona bağlanacaktır. Erdemin bir efendisi yoktur: Hanginiz onu yüceltir ya da küçümserse, ona göre erdem sahibi olur ya da olmazsınız. Herkes seçtiğinden kendisi sorumludur. Tanrı sorumlu tutulamaz.[17] Mitte anlatılanların anlamını şu ifadeler belirler: “Hayat periniz sizi seçmeyecek, siz hayat perinizi seçeceksiniz.” “Kişi, seçtiği hayata zorunlulukla bağlanacaktır.” “Kimse seçilmiş değildir.” “Herkes seçtiğinden kendisi sorumludur.” “Tanrı sorumlu tutulamaz.” Durum bu, bu olmasına, ancak söz konusu ifadelerde de belirleyici olan kavramlar “hayat”, “seçim”, “sorumluluk”, “zorunluluk” sözcükleridir. [18] Yapılması gereken şey, bu kavramlar bağlamında bir özgürlük çözümlemesi yapmaktır. Özgürlük, Platon için, ilkin veya özsel olarak eylemlerin değil, yaşamın belirleyicisi olduğuna inanmakta. İnsanın karşı karşıya kaldığı şey yaşamdır, hayattır. İnsanı meşgul eden şey yaşamdır; zira kişi, yaşam içinde karar verir, yaşam içinde edim ve eylemler gerçekleştirir. Bu nedenle özgürlük bir bütün olarak yaşama dair seçimlerle ilgilidir. Bu seçim, kişinin, dünyanın nasıl olmasını gerektiğine ilişkin genel görüşlerini, nasıl bir hayatın parçası olmak istediğine dair isteklerini, yaşama dair genel beklentilerini gösterir. Kişinin görmek istediği dünya, yaşama dair beklentilerine uygun bir dünyadır. Bunu kendi seçmiştir. Buradan da anlayacağımız özgür düşünce, kişinin kendi seçimi olduğunu anlamaktayız. Bu özgür seçimleri de yaparken adaletli seçimleri yapabilmek de bizim isteklerimiz doğrultusunda, yapmamızın gereklerini göz ardı edemeyiz. Adalet, bazı kişilerin özgürlüğündeki eksilmenin başkaları tarafından paylaşılan daha büyük bir iyi ile haklı kılınmasını kabul etmez. Bundan dolayı da toplumun genel yararı gerektiriyor diye bireyin hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesi ya da bireyin
  • 14. 13 bu yönde haklarından vaz geçmesi söz konusu bile olamaz ve olmamalıdır. Eşitlik, özgürlük, çoğulculuk, bir arada yaşama özgü “iyi düzenlenmiş toplum” adil olma yolunda önemli bir gelişmedir. Gerçek anlamda adaletin sağlandığı bir yerde birçok insanlar mutlu olabilirler. İnsanların refah ve mutluluk içinde yaşamalarının en temel gereksinimi, öncelikle özgür ve adaletin sağlaması olacaktır. Bu görev ise kişiler ile devlet yöneticilerine aittir. Adalet, özgürlük ilkeleri doğrultusunda kendini geliştiren kişiler ve toplum ile örgütlenen devletin amacı, adil ve istikrarlı bir toplum yapısını oluşturacak temel adalet ilkelerini sağlayarak, eşit yurttaşlardan oluşan bir yapı oluşturmak olmalı. ‘İç kale’ mizi bu doğrultularla oluşturduğumuzda hem kişisel hem de “iyi düzenlenmiş toplum” da dış etmenlerden etkilenmeyecek sağlam bir yapıya erişeceğini bilmeliyiz. Bu da kararlarımızı doğru ve tam anlam taşıyabilecek erdemliğe eriştiğini bilmek, bizleri Dante’nin cehenneme yaptığı seyahatteki korkuları ve örnekleri ile karşılaşmaktan korumuş olur. Belki de kötülük kaybeder de iyilik kazanır… İnsanın kendini iç dünyasına vermeye her an hazır olan kişi kendini adamaya, ille de kullandırmaya razı olmamalıdır. Zorbalık ve zorluk zamanlarında bile aklın yolundan ayrılmadan, insanlığını/kendini özgür kılmak için mücadele etmelidir. Özgürlüğünden ödün vermemek için unvana, şana ulaşmak için çaba sarf etmemeliyiz. Aldırmazlık, korkak, tabansız olarak adlandırmalara kulak asmamalıyız. Kendi yaşamamızı kendi kurallarımıza göre yaşamak ve kendine verdiğimiz sözü tutmak dışında kimseye bağlı/bağımlı olmamalıyız. Eylem adamı gibi gözükmesek, aslında eylemlerin en zoru olan kişinin, kendisiyle başlattığı savaştan kendimizi kazarak çıkmalıyız. Bu iç göçü savaşımızın cephanesi, kitaplar, akıl ve özgürlüktür. Kimselerin göremediği ganimetleri güçlülerin yaktığını düşünerek düşünce meşalesini yıllarca yakmalıyız. Erdem Şeneroğlu Kaynak: Kapak Sayfa Resim: Empresyonistler dünyayı deneyimledikleri gibi resmettiler: ışık ve gölge izlenimleri. Michel de Montaigne nihai bir gerçeğe veya gerçeğe erişimimiz olmadığını anladı; işlerin gerçekte nasıl olduğuna dair net bir resim yok. Sadece aklımızın temeli olarak dünyaya ilişkin izlenimlerimiz var. Resim: Claude Monet, İzlenim, Gündoğumu, 1872. (Kaynak: Vikipedi Sandro Botticelli Cehennem tablosu (Kaynak:https://mominexatun.wordpress.com/2020/05/05/dante-cehennemi/)
  • 15. 14 [1] (Serkan TÜRK, Sanrı, Kartal Belediyesi Edebiyat Kültür Sanat Dergisi, Ocak/Şubat 2020. Sayfa 20.) [2] (Melih YILDIZ-Fahri CELÂL, Arabulucu Olacağı Aşk, Kartal Belediyesi Edebiyat Kültür Sanat Dergisi, Ocak/Şubat 2020. Sayfa 22-23.) [3] (Dante ALIGHIERI, İlahi Komedya, Oğlak Klasikleri, Çeviri Rekin Teksoy, Sayfa 17, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 30, 31, 40, 49) [4] (Ulaş GÖKÇE, https://www.yeniduzen.com/dantenin-cehennemi-86767h.htm) [5] http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:fPmG- V1isuAJ:www.ogretmenlerimize.com/index.php%3Ftopic%3D34.0+&cd=3&hl=tr&ct=clnk&gl=tr [6] (Stefan ZWEIG, Montaigne VI Bölüm Kendini Aramak, 1. basım: 2012, Çeviri, Ahmet Cemal, Can Yayınları, Sayfa 37) [7] (Michel de MONTAIGNE, Denemeler, Çeviri Sabahattin EYUBOĞLU, Cem yayınevi, Sayfa.9) [8] (Kaynak: AYDOĞAN Osman 18 Aralık 2020 https://www.sehriyar.info/?pnum=832&pt=Ka%C3%A7%C4%B1%C5%9F%20(2):%20Montaigne%2 0ve%20%C4%B0%C3%A7%20Kalesi [9] (Mete Avcı METHEUS, 2013, Suçlu İnsan 24 Nisan 2013 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.) [10] Aylin İçsel, https://indigodergisi.com/hakkimizda/ [11] (Prof. Dr. Ülker ÖKTEM, Platon Felsefesinde Kötülük Problemi, DTCF Dergisi 58.1 (2018): 641- 661) [12] (https://www.nobelyayin.com/kitap_bilgileri/dosyalar/iyiligin_kotulugun_psikolojisi_blm_150407. pdf) [13] (Ray BILLINGTON, Felsefeyi Yaşamak Ahlak Düşüncesine Giriş, Çeviri Abdullah Yılmaz, Ayrıntı yayınları, İkinci Basım 2011) [14] (https://www.bbc.com/turkce/vert-cul-39661626). [15] (Osman Ata ATAÇ, Dünya gazetesi, 07 Ekim 2020) [16] (Arthur SCHOPENHAUER, Ölüm ve İçsel Doğamızın Yok Edilemezliği Üzerine, Çeviri Elif Yıldırım, Oda Yayınları, İstanbul, 2014, s. 13-14) [17] Platon, Dünya Klasikleri Felsefe, Devlet, çeviri Cenk Saraçoğlu-Veysel Atayman, Bordo Siyah BS Yayın Basım Dağıtım Rek. Org. San. Tic. Ltd. Şti, S.246-247-248-249-250 [18] Yavuz ADUGİT, “Özgürlüğün Kısa Tarihi”, FLSF, 2013, S. 16, Sayfa 63-94