SlideShare a Scribd company logo
1 of 178
Download to read offline
1
osmanlı’dan
günümüze
cinsiyet,
mahremiyet ve
mekân
ÇALIŞTAY TEBLİĞ VE MÜZAKERELERİ
8 Haziran 2013 İstanbul
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE
	 CİNSİYET, MAHREMİYET
	 VE MEKÂN ÇALIŞTAY TEBLİĞ
	 VE MÜZAKERELERİ
	 Editör	 :	 Bedriye YILMAZ
	 Kapak Tasarım	 :	 Ali AKGÜN
	 Redaksiyon	 :	 Şeyma YIKILMAZ
	 Yayın No	 :	 599
	 Sempozyum ve Paneller Serisi	 :	 49
	 Yayıncı Sertifika No	 :	 15402
	 ISBN	 :	 978-975-389-680-1
			 15.06.Y.0005.599
			 Ankara 2015
			 © Bütün Hakları
			 Türkiye Diyanet Vakfına aittir.
			 1. Baskı, Mayıs 2015, Ankara,
			 1.000 adet.
			
			TDV Kadın Aile ve Gençlik Merkezi
			 (KAGEM) Organizasyonu ile gerçekleştirilen 		
			 Çalıştaya ait bu eserde yer alan	
			 Tebliğ ve Müzakereler, İlksay Kurulu’nun 		
			 11.03.2015 tarih ve 2/7 kararıyla uygun
			 görülmüş ve Türkiye Diyanet Vakfı
			 Mütevelli Heyeti’nin 31.03.2015 tarih ve
			 1509 sayılı kararıyla basılmıştır.
	 BASKI	 :
			
			 Serhat Mah. 1256 Sokak No:11
			 Yenimahalle / ANKARA
	 Tel	 :	 0312 354 91 31 (pbx)
	 Faks	 :	 0312 354 91 32
	 e-posta	 :	 tdvyayin@diyanetvakfi.org.tr
3
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
İÇİNDEKİLER
5 | Kitap Hakkında
BİRİNCİ BÖLÜM
Osmanlı’dan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
8 Haziran 2013-İstanbul
9 | Açış Konuşması: Hicret TOPRAK
I. OTURUM
12 | Moderatör: Necdet SUBAŞI
13 | Tebliğ: Özer ERGENÇ
“Klasik Dönem Osmanlı Toplumunda Mekân,
Mahremiyet ve Cinsiyet İlişkileri Üzerine”
19 | Müzakere: Adalet BAYRAMOĞLU ALADA
22 | Müzakere: Mehmet Akif AYDIN
II. OTURUM
31 | Moderatör: Necdet SUBAŞI
31 | Ara sunum ve Müzakereler
32 | Ek Sunum: Didem HAVLİOĞLU
“Erken-Modern Osmanlı Şiiri, Mekân ve Toplumsal Cinsiyet
35 | Katılımcı Müzakereleri
51 | Ek Sunum: Elif Ekin AKŞİT VURAL
“Mekân Çalışmalarında Kadın Tarihinin İmkânları”
58 | Katılımcı Müzakereleri
TDV KAGEM
4
III. OTURUM
61 | Moderatör: Necdet SUBAŞI
62 | Tebliğ: Uğur TANYELİ
“Toplumsal Cinsiyet Örüntülerini Fiziksel Çevre Bağlamında Okumak:
18. yy’dan Bu Yana İstanbul’un Kadınları, Mekânları ve Korkuları”
69 | Müzakere: Irvin Cemil SCHICK
74 | Müzakere: Sadettin ÖKTEN
IV. OTURUM
79 | Moderatör : Necdet SUBAŞI
80 | Katılımcı Müzakereleri ve Ek Sunumlar
105 | Ek Sunum: Sertaç ŞEHLİKOĞLU
“Kadınlara Mahsus Spor Salonlarında Mahremiyetin Yaşayan Sınırları”
118 | Katılımcı Listesi
İKİNCİ BÖLÜM
121 | Toplumsal Ci̇nsi̇yet ve Din - 10 Mart 2012 Ankara
I. OTURUM
126 | Tebliğ: Süheyb ÖĞÜT
“Kadın Yoktur, Müslüman Kadın Vardır”
137 | Müzakere Raporu
II. OTURUM
141 | Tebliğ: Nazife ŞİŞMAN
“İslam ve Kadın” Tartışmalarının Arka Planındaki Sosyo-Politik”
142 | Müzakere Raporu
167 | Katılımcı Listesi
5
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
KİTAPHAKKINDA
Bu kitap Türkiye Diyanet Vakfı KAGEM bünyesinde 2012’de başlayıp devam et-
mekte olan “İslam Toplumlarında Cinsiyet, Mahremiyet ve Sosyal Hayat” üst başlıklı
çalıştayların ilk ikisini içermektedir.
Kadını İslam din ve kültür dairesi içinde ele alan ve onun sosyal gerçekliğini dinî lite-
ratürün ortaya koyduğu sabit ve değişkenler üzerinden tartışmaya açan müktesebatın
bugün genişleyen ve çeşitlenen tartışmalar ekseninde bir hayli yorgun düştüğü izahtan
varestedir. Oysa bu veri kaynağını hiçbir şekilde göz ardı etmeksizin doğrudan sosyal
gerçeklik dünyasındaki yansımalarına bir göz gezdirildiğinde geçmişten bugüne akan
türlü deneyimsel kayıtların da esaslı bir şekilde hesaba katılması gerektiğini bize gös-
termektedir.
Bir sosyal tarih perspektifi içinde bakıldığında kadının toplumsal rol ve temsilinin nasıl
değerlendirildiği/değerlendirilebileceği konusunda ne yazık ki kuşatıcı düzeyde bir
çalışma söz konusu değildir. KAGEM bu eksikliğin farkında olarak kadının Müslüman
tarih bölgesinde ortaya koyduğu kimlik, kişilik ve temsil örüntülerini, gündelik ger-
çekliğin her gün değişen yapısını da dikkate alarak değerlendirme çabası içine girmiş-
tir. Gerçekten de tarihsel zemin içinde kadının bireysel ve toplumsal yapı içindeki
yerinin dışsal etki ve bakış açılarını da hesaba katarak geniş bir çerçevede ele alınması
bugün kadın konusunu bir problematikten öteye götüremeyen araştırmacı zihinler için
de yol gösterici imkânlar sunacaktır. Bu ihtiyaçtan hareketle 2014 yılından itibaren
“İslam Toplumlarında Cinsiyet, Mahremiyet ve Sosyal Hayat” başlıklı çalıştaylar dizisi
başlatılmış oldu. O günden bu yana bir ya da iki aylık periyotlarda üst başlığa bağlı
TDV KAGEM
6
olarak tespit edilen her konu başlığı, tam günlük bir programla farklı disiplinlerden
akademisyenlerin katılımlarıyla ele alındı.
Bu çalıştayların ilk çıktılarından oluşan elinizdeki kitabın ana bölümü 8 Haziran 2013
tarihinde gerçekleştirilen “Osmanlı’dan Günümüze Cinsiyet, Mahremiyet ve Mekân”
başlıklı çalıştaya ait sunum ve müzakereleri içermektedir. Söz konusu çalıştayda, mev-
cut “cinsiyet algıları” tarihsel veriler ışığında ve akademik bir düzlemde tartışılmış-
tır. Tarihte var olduğu düşünülen uygulamaların gerçekte var olup olmadığı, varsa bu
uygulamaların zaman ve mekân bağlamında neye karşılık geldiği, cinsiyet örüntüleri-
nin mekâna yani “ev”e, “sokak”a, “mahalle”ye, “şehir”e nasıl yansıdığı ve “mahremiyet”
bağlamında ne tür düzenekler üretildiği üzerinde farklı disiplinlerin sunduğu imkânlar
eşliğinde konuya farklı açılımlar sağlanmıştır. Mekânların oluşumunda “cinsiyet”in et-
kisinin din, meslek, etnisite gibi çoklu değişkenlerle birlikte ele alınması gerektiği vur-
gulanmıştır. Ayrıca, “ev”in mahremiyetinin yanı sıra, “sokak ve mahalle” gibi ikincil,
üçüncül mahremiyet alanlarının varlığına da dikkat çekilmiştir.
İkinci bölümde ise 10 Mart 2012 tarihinde “Toplumsal Cinsiyet ve Din” başlığı altında
gerçekleştirilen ve “İslam ve Kadın” tartışmalarının kültürel ve sosyo-politik arka
planının ele alındığı çalıştaya ait tebliğ ile müzakere özetleri yer almaktadır. Söz konu-
su çalıştayda ise konunun modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan kavramlarla irdelenip
irdelenemeyeceği tartışılmıştır.
Bu uzun soluklu çalışmanın başlangıcından itibaren hazırlık ve yürütme aşamaların-
da desteklerini esirgemeyen değerli hocalarımıza, ayrıca tebliğ ve müzakereleriyle
konunun aydınlatılmasına katkı sunan tüm katılımcı akademisyenlere şükranlarımızı
sunarız.
Türkiye Diyanet Vakfı
KAGEM
7
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
Birinci Bölüm
osmanlı’dan günümüze
cinsiyet, mahremiyet ve mekân
TDV KAGEM
8
9
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
Açış Konuşması
Hicret TOPRAK1
Değerli Konuklar,
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Diyanet Vakfı KAGEM olarak bugün ikincisini düzenlediğimiz anlamlı bir
etkinlik vesilesiyle bir aradayız. Bir seri çalıştaylar zincirinin ikincisinde, cinsiyet ve
mahremiyet konusunu mekân bağlamında ele almayı ve müzakere etmeyi hedefliyoruz.
Bir önceki çalıştayımızda toplumsal cinsiyet ve din ana başlığı altında bu konuyu
modern dönemde bir mesele olarak ortaya çıkışından itibaren ele almış ve doğrusu
oldukça farklı bakış açılarını dinleme ve konuyu tartışma imkânı bulmuştuk. Bugün
de çok değerli konuklarımız var. Söz konusu problematik ekseninde düşünce üreten,
katkı sunan, yaklaşım ve önerileriyle akademik ve entelektüel literatürde yer alan
konuklarımızı bugün burada daha geniş bir müzakere heyetinin parçası olarak görmek
umarım hepimiz için besleyici ve geliştirici olacaktır.
Osmanlı’dan günümüze cinsiyet ve mahremiyet ilişkilerinin mekân bağlamında
ele alınıp tartışılmasını hedeflendiği bu çalıştayda bir sonuca, bir karara varmaktan
çok bu konudaki çabalarımızı doğru bir şekilde yönlendirecek sorulara, tartışma ve
müzakerelere ihtiyacımız olduğunu belirtmek istiyorum.
1 TDV KAGEM Müdürü
TDV KAGEM
10
KAGEM olarak cinsiyet konusunun din, kültür, toplum ve medeniyet bağlamında ve
modernite, tarihsel durum, siyaset ve coğrafya gibi türlü bileşenler içinde ele alınması
gerektiğine ve bunlardan herhangi birini dışarıda bırakan bir tartışma zemininin
konuyu tam olarak ortaya koyamayacağına inanıyoruz. Dolayısıyla kendimize dert
edindiğimiz bu konuyu disiplinler arası bir yaklaşımla ele almayı, müzakere etmeyi ve
böylece derinleşerek açıklığa kavuşturmayı hedefliyoruz.
Konularımızı tek tarafı ya da belirli bir disipline çakılı bir perspektifle ele almak yer-
ine, belirleyici ve etkileyici tüm dinamikleri dikkate alan, bunlardan herhangi birine
mesafeli olmayan bir tartışma zemini üretmek istiyoruz. Hiç kuşkusuz bunu en iyi
yollarından biri de akademik ve entelektüel müzakere kanallarını devreye sokmaktır.
Bugün burada bu ilke ve ölçütler temelinde çoğulcu seslere, farklı mülahazalara kulak
vermek ve ortak aklın öngördüğü bir zeminde hakikati keşfetmeye çalışacağız.
Bu vesileyle tüm katılımcılara tekrar hoş geldiniz diyor, oturumlarımızın verimli ve
bereketli geçmesini diliyorum.
11
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
I. OTURUM
Moderatör - Necdet SUBAŞI
TDV KAGEM
12
Moderatör - Necdet SUBAŞI2
Efendim günaydın. Hoş geldiniz.
Bugün gerçekten güzel bir etkinliği gerçekleştireceğimizi umuyorum. “Os-
manlı’dan Günümüze Cinsiyet, Mahremiyet ve Mekân” başlıklı çalıştayı
başlatıyoruz.
Hali hazırda konuyu yeterince bilmiyoruz. Bu konunun bugün aldığı şekli,
bugün ulaştığımız zemini de doğrusu yeterince kavramış ve anlamış değiliz.
Her şey değişiyor, her şey yeniden şekilleniyor. Bu nedenle düzenleyici ar-
kadaşlar mekânı merkeze alarak, cinsiyet ve mahremiyet ilişkilerini Osman-
lı’dan günümüze değişen tabiatı içerisinde ele almayı doğru ve verimli bir
tercih olarak ortaya koydular. Mekânda neler oluyor, mekân kavramının gele-
neksel ve modern geçiş döneminde anlamları nedir bu konu öyle sanıyorum
şöyle bir soru etrafında netleşecek: Mekân imandan münezzeh midir, inançtan
münezzeh midir, dinden münezzeh midir, cinsiyetten münezzeh midir? Tam
tersi hepsinin içinde olduğunu ben de çok kısa ön hazırlıklar yaparken fark
ettim.2
Şimdi Sayın Özer Ergenç hoca bize bir genel çerçevelendirme konuşması
yapacaklar. Katıldıkları için kendilerine teşekkür ediyorum.
Ardından da iki müzakeremiz var.
2 Dr., Diyanet İşleri Başkanlığı Strateji Geliştirme Başkanı
13
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
Klasik Dönem Osmanlı Toplumunda Mekân,
Mahremiyet ve Cinsiyet İlişkileri
Özer ERGENÇ3
Çok teşekkür ederim.
Öncelikle üç hususu hemen açıklayayım. Ben bu konunun tarihsel arka planını öyle
çok boyutlu olarak bilmiyorum. Benim bildiklerim Osmanlı tarihinin belli bir dönemi
ile sınırlı. Bu bilgiler ışığında size açıklama yapacağım ve üzerinde duracağım dönem
Osmanlı tarihçilerinin klasik ve klasik sonrası dönem diye adlandırdıkları 15, 16 ve
17’nci yüzyıllarla sınırlı. Burada dönem kavramsallaştırmasına, yeni dönem adlandır-
malarına da girmek istemiyorum.
İkinci olarak üzerinde duracağım mahremiyet terimini ve mahremiyet kavramını doğ-
rudan cinsiyet ve mekâna indirgemeden önce Osmanlı toplumunda çeşitli mahremi-
yetlerin olduğuna kısaca değinerek ondan sonra asıl konuya girebildiğim kadarıyla
girmeye çalışacağım.
Üçüncü olarak da yapmak istediğim; ben bir tarihçiyim ya da tarihçi olmak için uğraş-
tım; sosyal bilimci çok sayılmam; çünkü tarih bilim midir nedir onu kimse de bilemedi
şimdiye kadar, o yüzden yapmaya çalışacağım birtakım analizleri Osmanlı belgelerinde
rastlanan terimler ve bu terimlerin içerdiği kavramlar üzerinden yapacağım. Modern
sosyolojinin, antropolojinin terimlerine, kavramlarına pek girmeyeceğim.
Bu üç noktayı peşinen belirtmemin sebebi benim sınırlılıklarımı tanımanız içindir.
Bundan sonra asıl konuya girebilmek için şöyle bir plan tasarladım: Önce bu sözünü
ettiğim dönem içinde Osmanlı toplumunun içtimai teşkilatlanması ya da sosyal yapı-
lanması üzerine kısaca bazı açıklamalar yaptıktan sonra sözü mekâna getireceğim.
Bu klasik ya da klasik sonrası dönem dediğimiz dönemde Osmanlı toplumu çok
geniş bir coğrafyanın çeşitli mekânları ve bu sözünü ettiğim bu dönemin alt zaman
dilimlerinde bazı farklılıklar gösterse de genel olarak birtakım taifelerden veya bir baş-
ka deyişle cemaatlerden -bu terimler benim değil yine belgelerin terimleri- oluşmuş
görünüyor.
3 Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
TDV KAGEM
14
Bu hâliyle baktığımız zaman sanki Osmanlı toplumu kompartımantel; yani her bir ce-
maatin, her bir taifenin birbiriyle organik bağlantısı olmayan, iç bütünlüğü içinde bi-
reylerinin, üyelerinin yaşamlarını sürdürdükleri bir yapılanma gibi görünmesine rağ-
men, aslında böyle olmadığı ve o dönemin bireyinin birçok özellikleri ile birden fazla
taifenin veya cemaatin üyesi olduğu hemen anlaşılıyor.
Osmanlı toplumuna bu dönemde baktığımız zaman örneğin; Osmanlı toplumu hukuki
açıdan yani devletin gözünden reaya ve beraya yani devletin görevlendirdikleri diye
iki ayrı gruba ayrılmış görünüyor. Dinî açıdan toplum içinde Müslümanlar ağırlıklı
olmakla birlikte İslam hukukunun öngördüğü zimmet statüsünü kabul etmelerinden
dolayı Osmanlı toplumunun bir parçası olan gayrimüslimlerin bulunduğunu görü-
yoruz. Çeşitli etnisitelerin yaşadığını, o zaman bir ulus kavramı olmamasına rağmen
etnik aidiyetlerin önem taşıdığını görüyoruz.
Bir başka açıdan mesleki faaliyetlerin, mesleklerin de aynı şekilde bu taife ya da cemaat
dediğimiz örgütlenmede rol oynadığını görüyoruz. Bunun gibi çoğaltılabilir. Böyle her
bir cemaat, her bir taife ayrı ayrı görünmesine rağmen bir birey ve birden fazla özel-
liğiyle bu taifelerden birden fazlasının aynı anda üyesi durumundadır. Örneklemek
gerekirse; Müslüman veya gayrimüslim oluşuna göre başka bir cemaatin üyesi iken,
aynı anda bir meslek taifesinde, bir meslek grubunda gayrimüslimle Müslim veyahut
da farklı dinlere mensup oldukları hâlde etnisite birlikteliği dolayısıyla başka bir yerde
buluşabiliyor. Yani bu birden fazla üye oluş, Osmanlı toplumunu kompartımantel
yapı olmaktan çıkarıyor.
Bu yapısal durumun ikinci bir özelliği, bu yapılanma içinde bireyler mensubu bulun-
dukları taifelerin veya cemaatlerin içinde hem etkilenen hem de etkileyen durumdalar.
O taifenin bir üyesi olarak taife aracılığıyla diğer bireyler üzerinde etki yaparlarken, bu-
nun karşılığında etkileniyorlar da. Bu, yapısal özelliğin ikinci özelliğidir.
Bu yapının üçüncü özelliği ise; bireyler farklı farklı taifelerde buluştukları için kişiler
çok aidiyetli ve ayrı ayrı mahremiyetleri olan bir özelliğe sahiptirler. Çünkü her bir
taifenin, taifenin özelliklerinin gerektirdiği mahremleri ve mahrem alanları var. Mesela,
esnaf örgütlerinin kendine özel ritüelleri, kendine göre ahlakiyatı onlar için özel bir
alan oluştururken, dinî ibadetler, dinî pratikler aynı şekilde farklı farklı mahrem alan-
lar yaratıyor. Mahrem kavramı bizi doğrudan cinsiyete götürmüyor, oradan cinsiyete
geçmek gerekiyor.
Şimdi, bu üç özellikten dolayı Osmanlı cemiyeti hukuksal olarak siyasal otorite karşı-
15
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
sında bir bütünleşmeye uğruyor, bir başka yönüyle de bu çok aidiyetli ve çok mahremi-
yetli durumuyla mekânda bir başka görüntü içine giriyor.
Ben aslında bu ikincisi üzerinde duracağım ama kısaca şunu belirtmem lazım: Bu farklı
farklı taifeler ve cemaatler içinde olan Osmanlı toplumunun devlet katında buluştuğu
statü, reaya olmak, padişahın reayası olmak. Bu bir kavram ama aynı zamanda bu grup-
ların hepsinin üzerinde onları bir ortak paydada buluşturan bir statüdür.
Bu statü aracılığıyla bütün bireyler siyasal otoriteyeki devlet İslam devleti olduğu için,
siyasal otoritesini, egemenliğini dine göre tanımlayan, egemenlik yetkisini, gücünü Al-
lah’tan alan otoriteye- karşı yani padişaha karşı bir ilişki içinde ve bu ilişkinin belir-
leyicisi gene belgelerin diliyle emanet ve itaattir. Osmanlı belgelerinde reaya hep şöyle
tanımlanıyor: “Bedai-i halik-i kibriya” yani Yüce Yaradanın emanetleri. Kime emanetle-
ri? Yönetene emanetleri.
Şimdi, Osmanlı padişahının bir İslam hükümdarı olarak meşruiyetinin temeli bu ema-
netleri iyi idare etmesi, iyi yönetmesidir. Bu temel bir meşruiyet kuralıdır. Buna karşılık
da yönetilenler yani reaya; hükümdara karşı yetkilerini Allah’tan alan hükümdara karşı
koşulsuz itaat etmek zorunda olandır. Onun için itaat emanet ilişkisi diyorum. Böyle
bir ilişki var.
Bu meşrulaştırma aracı, bu meşruiyet alanında Osmanlı padişahı reayanın tümünü, o
biraz önce saydığım taifelerin tümünü yani Müslim, gayrimüslim, şurada oturan, bu-
rada oturan, şu gruptan olan, bu gruptan olan, başta can ve mal güvenliği olmak üzere;
bütün taifeleri refah içinde yaşatmak ve onlara doğuştan getirdikleri hakları rahat bir
şekilde kullanmalarını sağlamakla yükümlüdür.
Buna benzer bir ilişki biraz önce sözünü ettiğim taifeler için de söz konusudur. Nasıl
sultanla reaya arasında bir emanet itaat ilişkisi varsa, bu taifeler içinde de mahremiyet
ve hürmet ilişkisi vardır.
Bu sözcükleri bugün kullanıldığı anlamlarıyla değerlendirecek olursak, biraz basite
indirgemiş oluruz. Burada merhamet, padişahın kendisine emanet arz edilen reayayı
iyi yönetmek için ona muin olmak, ona yardım etmek gibi bir mükellefiyeti olduğu
gibi; bu taifelerin yapılanması içinde de cemaatin en altta bulunan üyelerinin üze-
rindeki seçkinlerin; çeşitli özellikleriyle, yaşlılarıyla, deneyimleriyle edindikleri bilgi-
lerle sivrilmiş olan ve bu seçkinler içinden belirlenmiş olan yöneticilerin o taifelerin
üyelerinin tümüne karşı aynı padişah gibi birtakım mükellefiyetleri var. İşte, belgeler
bunu merhamet diye açıklıyor.
TDV KAGEM
16
Bu merhamete karşılık da ötekilerin hürmet etmesi gerekiyor. Bu hürmetin içinde aynı
reayanın olduğu gibi itaat de söz konusu, fakat reayanın itaati şeraitten ve padişah
kanunundan kaynaklanırken buradaki hürmet adet-i kadimeden kaynaklanıyor, yani
zaman içinde oluşmuş olan gelenekten kaynaklanıyor.
Bunlar mekâna yansıdığı zaman ne oluyor? Bu gruplar ortak özellikte reayada toplanır-
larken hukuksal açıdan gündelik yaşamlarında mekânlarında da bir arada yaşadıkları
yerleşme birimlerinde buluşuyorlar.
Şimdi, bu yerleşim birimleri şehirlerde mahalledir. Şehrin mahallesinin kırsal alandaki
paraleli köy veya mezradır. Eğer bu kırsal alanda bir yerleşiklik söz konusu değilse, bir
konargöçerlik söz konusu ise o zaman da cemaat yurdu veya konargöçer yurdu denen
mekândır. Yani mahalle, köy, mezra ve cemaat yurdu dediğimiz o konargöçerlerin ya-
şam alanı benzer özellikler gösteriyor.
Öyle ki Osmanlı klasik döneminde, kişiler aidiyetlerini belirlerken hatta hangi şehirden
olduklarını söylerlerken şehir yetmiyor. Şehri söyledikten sonra o şehrin hangi mahal-
lesinden olduklarını belirtmek zorundalar. Bu bakış açısıyla kişinin şehirli olmasının
yanında şehrin hangi mahallesinden olduğu da önemli. Şehir bir nevi mahallelerin
oluşturduğu bir bütündür.
Bu açıdan biz Osmanlı şehrine baktığımız zaman, mahalle bu başta sözünü ettiğim diğer
bütün taifelerin, bazen ayrı ayrı mekânları olabiliyor. Yani gayrimüslimler bir mahal-
lede, Müslümanlar bir mahallede ama bunlar çok azlar. Büyük çoğunlukla o bütün
grupların buluştukları bir mekân olarak karşımıza çıkıyor. Gayrimüslim, Müslim, şu
etnisiteden, bu etnisiteden, şu meslekten veya diğer bir meslekten olanlar bir mahallede
buluşabiliyorlar ve bu mahallede de birlikte yaşamanın belirleyici terimi rıza ve şükran.
Bir mekânda buluşanların birbirlerinden hoşnut olmaları ve birbirlerine şükran duy-
maları gerekir. Onları buluşturan kavram rıza ve şükran kavramıdır.
İşte, bu rıza ve şükranın oluşabilmesi için mahallenin içinde bulunduğu şehirde
birtakım alanlar var. Bu alanların şehrin en genel kısmı çok mahremiyeti olmayan ec-
nebinin ve yerlinin çeşitli gruplardan olanların ve cinsiyet itibariyle kadın ve erkeğin
belirli özellikleri taşıyarak ve belirli yükümlülüklerini yerine getirerek bir arada buluna-
bilecekleri mekân. Bu, modern tabirlerle kamusal alan yani herkesin bulunabileceği bir
ortak alan oluyor. Ama bunun altına indiğimiz zaman mahalle aslında birbirlerinden
razı olan, birbirlerinden şakir olan, şükran duyan ve bu özellikleriyle de buluşmuş
olan yerleşiklerin oturduğu bir yer ve bu burada mahalle bir mahremiyet alanı. Dışarı-
17
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
dan girenin hemen nüfuz edemeyeceği, doğrudan giremeyeceği bir mahremiyet ala-
nıdır. Yerleşiklerine rahat yaşamayı mümkün kılan koşulların hazırlandığı bir mekân
ama mahalle bu kadarla da değil. Mahallenin içinde ev kümelerine ve ev kümelerinden
de eve kadar inen ayrıca bir alan var. Bu ev kümeleri belgelerde tarik-i has denen ve ço-
ğunlukla bir çıkmaz sokakla sonlanan bir ulu yolun etrafındaki mekânlardan oluşuyor.
Bir nevi böyle üzüm salkımı gibi bir şey oluyor mahalle. O geniş alanlar yavaş yavaş
daralarak bir çıkmaz sokak etrafında ev kümeleri oluşuyor. O bölüm içinde de ev.
Bu alanlarda, bu ev kümeleri ve ev alanlarında; işte bu cinsiyet gündeme geliyor.
İslam’da tenasülün, neslin devam edebilmesi için kadın-erkek ilişkilerinin çok sağlıklı
kurulması lazım, belirli hukuki çerçevelerin içinde oluşması lazım. İşte, hepinizin bil-
diği gibi kadın, erkek ilişkilerinde mahrem ve namahrem terimleri var, algısı var.
Mahremiyet kişinin nikâh düşmeyen yakınlarına karşı durumudur. Örneğin bir kadı-
nın baba, amca, oğul, yeğen gibi kan bağı olanlar veya damadı, kayınpederi gibi akraba-
larıyla olan ilişkisi bu çerçeve içindedir. Bu kişiler onun mahremidir. Kadının namah-
remi ise bunun tam tersi, akdi nikâh yapabileceği diğer erkeklerdir.
Mahrem ve namahrem ilişkisi mekânda kendisini çok belli ediyor. Ev başlı başına bu
mahrem ilişkilerin dışarıdan hiçbir şekilde müdahale edilemediği, bir alandır. Osmanlı
belgelerinde evin yapısının nasıl olacağı çok açık şekilde belirleniyor.
Bu üzüm salkımının ucundaki yapılanma içinde birbirine bitişik olan evler ve o evlerde
yaşayanlar genellikle car-ı mülasık veyahut da car-ı hemcivar diye tanımlanıyor; yan
yana komşuluklar.
Sanıyorum evden sonra bunları çok anlatamayacağım. İkinci mahremiyet alanı ola-
rak car-ı mülasıkların görüldüğü bu ev kümelerini anlatmak isterdim. Adeta evde nasıl
mahrem-namahrem ilişkisinde ana, baba, yakın akrabalarla bir ilişki oluşmuşsa, bunun
belirli ölçeklerde daha geniş şekli bu ev kümelerinde oluşuyor. Yani car-ı mülasık olan-
ların içinden bir amca, hiçbir kan bağı olmayan veyahut bir teyze, bir hala diğer bir ha-
nenin içindekinin aynı amcası gibi, halası gibi algılanabiliyor. Böyle bir ilişki doğuyor.
Şimdi, bu işin olanı, bu tür bir yapılanma Osmanlı belgelerinden gayet iyi anlaşılıyor,
fakat tabii hayat bu kadar muntazam değil. Bu mutabakatın oluştuğu ortam içinde
mutabakatın bozulduğu alanlar da çok. Münazahat dediğimiz münazahaların olduğu,
muhasamat dediğimiz hasımlıkların ortaya çıktığı durumlar da var.
Asıl benim zamanım olsaydı bu mutabakattan sonra bu münazahat ve muhasamatın
TDV KAGEM
18
nereden kaynaklandığını, bunun görüntülerini nasıl ortaya çıktığını, katran çalmaları,
şunları bunları da uzun uzun anlatırdım. Onun arkasından da bu münazahat ve muha-
samatın ortadan kaldırılması için de genellikle Osmanlı hukukunda müsalaha diye ad-
landırılan yani sulh yapma şeklinde anlaşılan ilişkilerde nasıl bir prosedürün işlendiğini
ve aslında mahremiyetin özelikle cinsel mahremiyetin bu mutabakattan çok münazahat
ve müsalahat yönünden kendisini gösterdiğini veyahut da bu belgelerden daha iyi an-
laşıldığını anlatmak isterdim.
Umarım tartışmalar sırasında bir daha vaktim olur. Çok teşekkür ediyorum.
MODERATÖR – Sözü önce Adalet Hoca’ya, ardından Mehmet Akif Hoca’ya veriyo-
ruz, akabinde Özer hoca kaldığı yerden devam edecek.
19
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
MÜZAKERE
Adalet BAYRAMOĞLUALADA4
Hocamızın bu lezzetli sunumundan sonra konuşmak hayli zor olacak. O kadar da
mütevazı bir yaklaşımla anlatımda bulundular ki, sanki bütün bu konularda bizlerin
önünü açan, belgeler sunan ve bu konulara ilişkin soruları ortaya koyarak hepimizi de
düşünmeye, araştırmaya yönlendiren kendileri değilmiş gibi. İzlediğimiz bu çok müte-
vazı bilimsel yaklaşıma gerçekten saygı duyuyorum ve teşekkür ediyorum, en azından
kendi adıma.
Hocamız çok net bir biçimde özellikle klasik dönemde Osmanlı toplumsal yaşamını
açıklayıcı, çözümleyici bir ilişkisel model sundu. ‘Çok aidiyetli, çok mahremiyetli’ ta-
nımladığı Osmanlı toplumunda ‘mahalleyi’ odak alarak büyük ölçüde buradaki sosyal
ilişkilerin mekân ve mahremiyet ilişkilerini de içeren biçimlenişine dair bilgilerini pay-
laştı. Ben de kısaca hem toplantıdan önce elime geçen metinden, hem de hocamızın
şimdi aktardığı bilgiler üzerinden oluşan düşüncelerimi size sunmaya çalışacağım. Bel-
ki, benim buradaki bakışım hocamızın anlatısı üzerine yani tarihçi olarak, belgelerin
diliyle, kavramlarıyla çerçevesini çizdiği bu modele, biraz siyaset-yönetim biliminin
kavramlarıyla yaklaşmak, ya da benim de söyleyeceğim sözün bu bağlamda olacağını
belirtmek istiyorum.
Osmanlı’yı anlamaya temel referans teşkil eden İslam’da, toplumun mekânla ilişkisi-
nin düzenlenmesine dair önceki bilgilerimiz, şehrin olmadığı ve İslam’da toplumsal
yaşamın daha çok mahalle ve mahallelerin kapalı hücresel yapıları üzerinden okun-
abileceği yolunda gayet sınırlandırılmış bir bilgi idi. Bilgiden çok yorumlamaya dayalı
yaygın bir kabuldü bu. Oysa şehirlerin varlığı yokluğu bir yana, mahalle yapılarının
bu kadar kapalı ve tecrit durumda olmadığı, hocamızın da çok net biçimde Osmanlı
üzerinden anlattığı gibi cemaatler, taifeler olarak adlandırılan yapının hem kendi içinde
geçişkenliği olduğu hem de mekânsal ilişki düzleminde bu toplumsallığın Batı’dan
görüldüğü kadar kapalı ve hücresel olmadığını sonraki dönem araştırmaları ve sosyal
4 Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
TDV KAGEM
20
tarih çalışmalarıyla ortaya konuldu.
İlk İslam şehirlerinde göçebe kabile topluluklarını ortak mekânda barışçıl ve yerleşik
bir konumda bir arada yaşamaya geçirebilmenin zorlukları ‘mahallelerle’ aşılabilmişti.
Önceleri savunmacı ve içe dönük olan mahalleler, yerleşik yaşamın süreklilik kaza-
nımıyla ilişkisel açık bir şehir yaşamına yöneldi. Osmanlı’ya gelindiğinde ‘mahalleler’
şehirlerin, yönetsel ve toplumsal asli unsurları olarak varlıklarını sürdürdüler. Mahalle-
ye yönetim açısından baktığımızda, bir topluluğun devlete olan yükümlülüklerinin ye-
rine getirilmesine, kamu düzeninin ve asayişin sağlanmasına ilişkin önemli fonksiyon-
ların taşıyıcısı temel bir yönetsel birim olduğu görülmektedir. Topluluk açısından ise
‘mahalle’, bir aidiyet, kimlik, ortak sorumluluk aracı olarak kamusallığın ifadesidir. Bu
döneme ilişkin mahalle gerçekliğini, siyaset bilimci Michael Man’ın önemli bulduğum
saptamasından yararlanarak şöyle açıklayabilirim; Osmanlı klasik dönem mahalleleri,
alt yapısal iktidar araçlarıdır. Dönemin yönetim teknolojisinin gereği olarak örgütlen-
dirilmiştir. Siyasal iktidarın toplumu yönetme, denetleme, haberdar olma, düzenleme
işlevlerinde yani kısaca toplumun bilgisine sahip olma mekanizması mahalleler üzerine
kuruludur. Bütün modern öncesi toplumlarda olduğu gibi Osmanlı’da da devletin ara-
cılar üzerinden o toplumu yönetebilmesi yani doğrudan devletin kendisinin ulaşması
değil, aracılar ki bunları hocamız da çok net bir biçimde dile getirdi- yani seçkinler ola-
bilir, dönemin elitleri olabilir, saygı gören, hürmet gören kanaat önderleri olabilir ya da
bizzat mahalleye atanmış memurları eliyle, atanmış yöneticileri eliyle olabilir. Bunlar
dönemin yönetim teknolojisinin uygulayıcıları olarak da kabul edilebilir. Çünkü devlet
doğrudan yönetime muktedir değildir. Hükmeder ama yönetemez. Yönetebilmenin,
iktidar olabilmenin araçları olarak da hem dinsel, hem geleneksel-kültürel anlamda
karşılığını bulduğu mahalle hukuku ve cemaat örgütlenmesi içinde bunu sağlama ola-
nağı bulabiliyor. Dolayısıyla toplum kendisine aidiyet alanı geliştiriyor, yönetim de
onu yönetebilme mekanizmasını mahalle üzerinden kurumsallaştırıyor.
Bu mahalle mekânda geçişkenliğe açık bir mahalle. Çıkmaz sokaklar üzerinden ya da
kentteki özel mülkiyetin getirisi olan mülkün miras yoluyla bölünmesi üzerinden top-
rağın parçalanarak, çok küçülerek ortaya koyduğu çıkmaz sokak mekanizması mekân-
da üretilen bir yapı. Bu yapı toplumu kapalı ilişki içine sokmuyor. Sadece o topluluğun
mekânla ilişkisini belirliyor ama toplumsal ilişkisini ille de birebir belirlediğine dair
çıkarımların yapılabileceğini söyleyemem. Mahalledeki toplumsal ilişkiler, dayanışma-
yı, gündelik yaşamın pratiklerini paylaşmayı ve bir anonim kamusal yaşam gerçekliği-
ni ortaya koyuyor. Bir yanıyla ortak yaşamı savunma adına baktığımızda, bu anonim
21
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
kavrayışa çok pozitif değerler yükleyebiliriz çünkü birlikte planlıyor, birlikte üretiyor,
birlikte bütün maliyetlere toplum ortaklaşa katılıyor, tam bir yaşamsal dayanışma ve
zincirleme kefalet içinde. Ancak özel yaşama baktığımızda ise, bu anonim halin mah-
remiyet çerçevesinde negatif değerler içinde okuyabileceğimiz bir yüzü de var. Klasik
Osmanlı dönemi içinde aleniyeti savunan kamusal alan, özele ait mahremiyet alanı-
nın karşısında yaygın ve egemen bir pozisyon alıyor. Mahremiyet alanı burada olabil-
diğinde sınırlandırılıp kamusal alan, aleniyet çerçevesinde bunu gün yüzüne çıkarıyor.
Dolayısıyla saklıyı, mahremi ortaya çıkarmaya zorluyor. Bunu mekânda baktığımızda,
daha korunaklı örneğin ev ve avlu, sokak sistemi içinde baktığımızda içe dönük ya-
pılar içinde mekânda görmemize karşın, yaşam alanında baktığımızda bu kapalılığın
yaşamsal olaylar çerçevesinde savunulamadığını görüyoruz. Evin içine giren çıkandan,
mahalleye gelip gidenden, bütün bunların o yakın ilişki içinde bir arada yaşamanın
getirdiği gözaltı noktasında mahremiyetin de olmadığı, son derece aleni ilişkiler içinde
bir kurumsal, toplumsal yaşamın var olduğunu görüyoruz.
Bu durum, bir taraftan “Neden bu mahremiyet alanı korunamıyor?” sorusunu düşünme-
ye zorluyor. Çünkü aynı zamanda hüküm süren hukuk, özel alanın paylaşımını zorluyor.
Çünkü izlenen hukuk sistemi sizin ispat yükünüzü, tanıklık getirmenizi de zorlayıcı bir
sistem. Dolayısıyla siz sonunda haklılığınızı ispat edebilmek için yaşam alanınızdaki her
şeye komşularınızla, yakınlığınızla, o toplumsal ağ içinde bilgilendirme ihtiyacı duyuyor-
sunuz. Dolayısıyla hukuk sistemi de bu mahremiyet alanının bir ölçüde sınırlanmasına
yol açıyor.
Bir diğeri “otorite” her zaman da rıza üzerinden elbette kurulmuyor. Hocamızın tes-
pitlerinin hepsine katılıyorum. Rıza, şefkat, emanet, bunların karşısında hürmet, itaat
bütün bunlar var ama aynı zamanda bu emanet ‘zor’u da içeriyor. Bu zor nerede ortaya
çıkıyor? Toplumda bireylerin bu aidiyet duydukları alandan dışlanma korkusuyla or-
taya çıkıyor. Temel aidiyet alanı bu ve bundan dışlanma korkusu var. Dolayısıyla bu
‘zor’ la otoritenin hâkim dünya anlayışının kurumsallaşmasını ve bunun aracı mekaniz-
malarla da yukarıdan aşağıya içerilmiş bir hâle getirilmesini zorluyor. İktidarın çizdiği
çerçevede ve toplumsal, dinsel, ahlaki normlar içinde bu rıza ve ‘zor’un bir arada gitti-
ğini ve bir arada bütünselleşip ilişkilendirildiğini söyleyebilirim.
Süremi aşmamak için burada son vereyim. Teşekkür ederim.
MODERATÖR – Biz teşekkür ediyoruz Adalet Hocam. Şimdi Mehmet AkifAydın’ın
müzakeresini dinliyoruz, buyurun hocam.
TDV KAGEM
22
Mehmet Akif AYDIN5
– Teşekkür ediyorum.
Aslında müzakerecilerin işleri eskiden daha kolaydı.
O yüzden bizimki hocanın bıraktığı yerden çünkü tam mahremiyet, kadın-erkek il-
işkileri noktasına gelince kaldı. Belki müzakerede de biraz daha alan derinleşecek.
Ben tabii hukuk tarihçisiyim, o açıdan biraz değerlendirmek istiyorum.
Özer Bey de söyledi mahremiyet alanı yabancının giremediği alan. Aslında bütün din-
ler sosyal hayata yönelik kurallar koyarlar, yani dinler Yahudilik olsun, Müslümanlık
olsun Hıristiyanlık olsun sadece inanç esaslarından varlıkla yaratıcı arasındaki ilişki-
den, ibadetten bahsetmezler. Çünkü insan ferdi olarak Robinson Crusoe gibi tek başına
yaşayan bir varlık değil; bir toplum içerisinde yaşayan varlıktır. İster istemez bu ferdi
ilişkilerin sağlıklı bir zeminde yürümesi için dinler kurallar koyar. Bu yüzden de her üç
dinin kendine has hukuk kuralları var, sosyal hayatı düzenleyen kuralları var.
Bu açıdan İslam’a baktığımızda İslam’ın bu alana koyduğu kuralları iki çerçevede
değerlendirebiliriz.
İki ihtilaf alanı olduğunu düşünüyorum. Bir, kadın-erkek ilişkisinin sağlıklı bir zemine
ulaşması, İslam’ın gerçekleştirmek istediği temiz toplum bakımından son derece önem-
lidir. Bu bakımdan kadın-erkek ilişkisini sağlıklı zemine oturtacak kurallar koyar.
İkincisi, fertler arasındaki menfaat ilişkilerini düzenleyen kurallar koyar. Bu bir alışve-
rişteki kuralları içine alabilir, kişilerin ilişkilerindeki hukuka aykırı olayları düzenle-
yen kurallar olabilir. Başka bir ifadeyle ihtilaf alanlarını asgariye indirici kurallar koyar.
Bunun dışında toplumun oluşmasını, benim anladığım kadarıyla, biraz toplumun
dinamiklerine bırakır, serbest bırakır çünkü toplumun yapısı zaman içerisinde ve
mekân içerisinde çok büyük değişiklik gösterir. Bu yüzden bütün zamanlar ve bütün
toplumları, mekânları içine alan tek bir kurallar dizini ortaya koymak mümkün değil-
dir ayrıca gerçekçi de değildir.
Burada zannediyorum bizi daha çok kadın-erkek ilişkisi sınırlamaktadır.
İşte burada İslam dini de bütün dinler gibi kadın-erkek ilişkisinin sağlıklı bir zemine
oturması için bir aile kurumu kurmuştur. Kadının kıyafetiyle olsun, davranışlarıyla
olsun rahat hareket edebileceği bir alan çizmiştir. Bu ölçüde rahat edemediği, daha
sınırlı olduğu bir alan da vardır, aynı durum erkekler için de söz konusudur. Belirli
5 Prof. Dr., İstanbul Medipol Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dekanı
23
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
ölçüde erkekler için de sınırlar konan bir alan olmuştur. Buna yönelik hukuki kurallar
koymuştur. Bu kurallar çerçevesinde insanlar bir sosyal yapı ortaya koymuşlardır. Buna
ait mimari ortaya çıkmıştır.
Mesela kadın-erkek ilişkisinde kıyafete yönelik kurallar var. Mesela, bir kadının ve er-
keğin mahrem olan çok yakınlarıyla beraber yaşadığı ortamda uyuyacağı kıyafet ku-
rallarıyla, yabancılarla beraber olduğu durumlardaki kurallar farklıdır, fakat bunun
uygulanışı bile zamandan zamana mekândan mekâna farklılık gösterir. Şöyle ki küçük
toplumlarda mesela kadının hâkim olduğu köy toplumlarında herkes birbirini tanıdığı
için bu alan, bu uygulama biraz daha geniştir, esnektir, çünkü yabancı çok daha azdır
ve herkes birbirini tanıdığı için yabancıdan gelen tehlike de çok daha azdır. Bu yüzden
kırsal ortamda bu kurallar daha esnektir. Şehirleşme başlayınca tabiatıyla birbirini tanı-
mayan, birbirleriyle belki de hiç görüşmemiş insanların beraber bulunduğu ortamlarda
bu kurallar biraz daha daraltıcıdır. Ama bu; mesela kadının toplumsal hayattan dışlan-
ması gibi bir sonucu doğurmaz.
Toplumsal hayattan dışlanması; bugüne bakarak geçmişi yorumladığımızda böyle
sınırlanabilecek, tanımlanacak bir hayat tarzı, biraz o günün şartlarından ortaya çıkan
bir hayat tarzıdır. Mesela, köy hayatında, tarım hayatında kadın erkekle beraber hayatın
her alanında vardır; tarlaya gider, beraber toprağı ekerler fakat şehir hayatında geçmişte
bu kadar fazla yoktur. Kadınlar kendine ait bir dünya kurarlar. Zaten şehir hayatında
ticari faaliyetler sınırlıdır. Geçmişten bahsediyorum yani sanayi öncesi toplumdan bah-
sediyorum büyük şehirlerin olmadığı zamanlar. Yüz binlik şehirler bile çok sınırlıdır.
Binlerle ifade edilen küçük şehirler vardır. Burada ticari faaliyetler çok sınırlıdır, sanayi
zaten söz konusu değildir, üretim çok sınırlıdır, dolayısıyla bu alanda kadının erkekler
kadar etkin olması veya toplumun görünen kısmında olması o günün sosyal yapısının
öngördüğü, gerektirdiği bir durum değildir. Ama bu kadının tamamen dışlandığı anla-
mına gelmez.
Biz bunu nereden biliyoruz? Hazret-i Peygamber’den itibaren modern döneme gelinc-
eye kadar ihtiyaç duydukça kadının toplumda var olduğunu biliyoruz. Ben buna bir
örnek vereyim.
Osmanlılarda kadınlar tarafından kurulan vakıflar zannedildiğinin çok üstündedir.
Şöyle yaklaşık bir oran vermek gerekirse şehirlere göre değişmekle birlikte üçte biri ka-
dınlar tarafından kurulmuştur. Gerçekten bu oran o günün iktisadi şartları göz önüne
alındığında çok yüksek bir orandır, çünkü ticarette çok aktif olmayan ve geliri daha çok
TDV KAGEM
24
kendisine eşinden veya babasından miras kalmış mallar çerçevesinde şekillenen kadın-
lar buna rağmen üçte bir oran gibi yüksek bir oranda vakıf kurmuşlardır.
Bu toplumun problemleri ile ilgilendikleri, toplumun meseleleri ile ilgilendiklerini gös-
termesi bakımından dikkat çekicidir. Ama bugünkü kadar da toplumun içinde olma-
mışlardır. Ne zaman olmuşlardır? Modern hayat biraz bunu gerektirdiğinde olmuşlar-
dır. Batı’da da böyle olmuştur. Mesela sanayi devriminden sonra özellikle fabrikalar
çoğalınca erkek insan gücü ihtiyacı yetmeyince kadın insan gücü devreye girmiştir.
Özellikle büyük harpler erkekleri harp sahasına çekince, mesela I. Dünya Harbi çok
ciddi biçimde kadın hareketini Batı’da etkilemiştir, Osmanlı’da da etkilemiştir. Bu defa
kadınlarla ilgili dernekler kurulmuştur, özel pazarlar kurulmuştur.
Kadının bugünkü gibi; toplumun çok ön planında, görünen yüzünde olmamasının bü-
tünüyle veya daha çok dinî kurallardan kaynaklandığını söylemek doğru değil, çünkü
İslam hukukunda buna yönelik kısıtlayıcı hüküm bulmak söz konusu değildir.
Şöyle ifade edeyim: Mesela, hukuki ilişkiler bakımından son derece önemli olan nedir?
Hukuki ilişki ehliyetidir. Bir kimse nasıl bir hukuki işlem yapabilir, kim akit yapabilir,
sözleşme yapabilir? Buna baktığımızda kadın ve erkeğin sözleşme yapma ehliyeti ba-
kımından sahip olduğu şartlar aynıdır. Temyiz gücüne sahip olacak, buluğa, ergenlik
çağına gelmiş olacak ve fikri rüşt dediğimiz fikri olgunluğa gelmiş olacak. Rüşt çağına
gelmiş olan kimse kadın da olsa tam ehliyetlidir, erkek de olsa tam ehliyetlidir.
Evet, tabii biz hukuki ehliyet diyoruz, hak ehliyeti ve fiil ehliyeti diyoruz. Bu bakımdan
kadın erkek arasında fark yoktur ama bunun tarihteki tezahürleri farklı olmuştur.
Bursa gibi dokumacılığın çok yaygın olduğu, kadınların çalışmalarına imkân veren ala-
nın geniş olduğu bir yerde, kadın patronların olduğunu görüyoruz. Dokuma tezgâhla-
rına sahip olan patronların olduğunu görüyoruz ama diğer alanlarda bu kadar yoğun
olarak kadının sosyal hayat içinde bulunduğunu görmüyoruz.
Öbür taraftan kadınların kendi aralarında kurdukları bir dünya var ve buna göre
de bir mimari gelişmiş. Mesela, kadının serbest hareket edeceği bir mekân düşüncesi
gelişmiş.
Makar-ı nisvan denen bir tabir var; kadınların rahatça hareket edecekleri alan. Mimari
gelişirken makar-ı nisvan olan yere komşu evin pencere açması sınırlandırılıyor.
Enteresandır bu hakkın sınırlanması kavramı modern hukukta son dönemlerde ortaya
çıkmış bir kavramdır. Bir insan hakkını kullanırken mutlak olarak mı kullanır yoksa
bazı sınırlarla kullanmak durumunda mıdır?
25
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
İslam hukukçuları çok önceden komşuluk hukukundan doğan birtakım sınırlamala-
rı, hakkın kullanımına sınırlama olarak değerlendirmişler ve sınırlama getirmişlerdir.
Bunların en yaygın olanlarından birisi siz kendi arsanızda, kendi toprağınızda bir ev
yapabilirsiniz ama komşunuzun eşinin, çocuklarının rahat hareket edecekleri tarafa bir
pencere açamazsınız, makar-ı nisvan.
Şimdi çok enteresandır bu, kadınların serbestçe rahat edebilecekleri, hareket edecekleri
bir alan bırakma düşüncesiyle doğmuştur ve sadece Müslüman toplumlara has bir şey
değildir. Aynı şey belki erkekler için de düşünülebilir.
Ben Amerika’ya gittiğimde orada bir sitede birkaç gün misafir kaldım. Sitenin dü-
zenlenmesi şöyle onu söyleyeyim: Evler bahçeli fakat evlerin bir tarafı kör bırakılmış.
Bir tarafı kör, bir tarafı açık. Yani bir tarafta pencere var ama komşu eve dönük olan
tarafta pencere yok. Orayı sadece penceresi olan aile kullanıyor ve orada istediği gibi
güneşleniyor, piknik yapıyor, ızgarasını yapıyor. Öbür taraftan görmek mümkün değil.
Bizim oturduğumuz site küçük bahçeli sitelerdi. Yollar var, yollar da bir insan boyuna
gelecek şekilde çitlerle ayrılmış. Bir, bir buçuk metrelik bir bahçe alanı var fakat o her-
kese açık değil. Dolayısıyla insanların serbest hareket edecekleri bir mahremiyet alanı
aslında bütün kültürlerde belli ölçüde var. Bunun sınırları kültürden kültüre ve dinî
anlayıştan anlayışa değişmektedir.
Dolayısıyla mahremiyet alanı zannediyorum kişilerin daha serbestçe hareket edebile-
cekleri bir alandır ve İslam hukukçuları hakkın sınırlanması bağlamında bu makar-ı
nisvan olacak alanın diğer komşuya kapalı olmasının hukuki zeminini geliştirmişlerdir.
Tabiatıyla, şehirleşme büyüdükçe bu ölçülerde değişmektedir.
Burada temel prensip şudur: Kadın-erkek ilişkisi İslam’da belli bir disiplin içerisinde
olmak durumundadır. Nikâh çerçevesinde olmak durumundadır. Bunu ötesinde bir
ilişkiye, İslam korumak istediği değerler bakımından hiçbir zaman imkân tanımaz. Bu-
nun nasıl olacağı zaman içerisinde ufak tefek değişiklikler gösterir. Örneğin, halvet-i
sahiha nedir, burada ne gibi ölçüler vardır, kadının çalışması hangi esaslara tabidir? vb.
Kadının çalışmasına, sosyal hayata girmesine yönelik yasaklayıcı hükümlerden ziyade,
hem erkekler için hem kadınlar için kadın-erkek ilişkisinin sağlıklı bir zeminde yürü-
mesini sağlayıcı, disipline edici hükümlerden bahsedilebilir.
Benim bu oturumda söyleyebileceklerim bunlardan ibaret. Zaten sürem de bitti. Soru
olursa, katkı olursa karşılıklı bu alanı biraz daha derinleştirebiliriz.
Teşekkür ediyorum.
TDV KAGEM
26
MODERATÖR – Çok teşekkürler hocam. Şimdi tekrar sözü Özer Ergenç’e veriyoruz,
hocam zaten süresini tam kullanmamıştı, buyurun hocam.
Özer ERGENÇ – Çok teşekkür ediyorum.
İki hocamızı da dinlediğim için bazı şeyleri belki daha açık olarak söyleyebilirim.
Adalet Hanım’ın da söylediği gibi şehirlerde mahalle; mekân olarak şehrin en temel bi-
rimidir. Onun söylediklerinin hepsine katılıyorum yani mahalle üst otoritenin reayayı,
toplumu, uyruklarını denetleyebilmesi ve onların üzerinde yönetim mekanizmasını ge-
liştirebilmesi için temel alanlardan ve kurumlardan biridir ama bunun tersi de doğru-
dur. Genellikle Osmanlı’ya da İslam dünyasında şehir var mı? Doğu dünyasındaki bu
yerleşme birimlerine şehir denir mi, şehirli diye bir yerleşik türünden bahsedilebilir
mi? soruları bizden öte Batı’da söylendi çünkü Batı o emperyalizm çağında ulaştığı
Müslüman toplumlarını iyi yönetebilmek için önce onları tanımak istedi. O yüzden
ilk tarihî araştırmaları Batılılar tarafından yapılmıştır. Doğudaki şehirleri inceledikleri
zaman kendi bölgelerindeki şehirlere, hem plan olarak hem de kurumsal olarak benze-
mediği için çok radikal olanlar bunlara şehir denmez demişti. Eğer şehirse ancak “Doğu
şehri” denir, “Batı şehri” değil demişlerdir.
Bu açıdan baktığımız zaman şehrin planı içinde mahalle merkezi otoritenin o meka-
nizmasının uygulandığı alan olduğu gibi bunun tersi de söz konusu. Nasıl o kargacık
burgacık yapısı Batı şehrine benzemese de onun içinde bir düzen söz konusuysa yani o
biraz önce söylediğim üzüm salkımının ucuna doğru giden, o çıkmaz sokaklar etrafın-
da oluşan dokunun, kendi iç bağlantısı varsa, buralarda yaşayanların da iradelerini hem
kendi aralarında hem merkeze karşı gösterebildikleri ve hem politik bilgisizlik içinde
olmadıkları hem de sosyal ilişkileri içinde bireylerin öyle haklarından çok yoksun ol-
mayı kabullenmediklerini gösteriyor.
Şimdi, bu mekânda Mehmet Akif hocamın söylediği o ev ilk alan, özel, mahrem alan,
ama doğrusu ben makar-ı nisvana hiç Osmanlı belgelerinde rastlamadım.
Mehmet Akif AYDIN – Mecelle’de var. Kuralları da konulmuş.
Özer ERGENÇ – Mecelle, evet ama daha sonra kodifiye edilen şey. Burada makar-ı
nisvan ve rical ikisi beraber bir mahrem alan. Gerçekten de o evlere baktığımız zaman,
hem teknolojinin hem de kullanılan malzemenin niteliğinden dolayı evler çok yüksek
değil. En çok tahtani ve fevkani diye iki kattan söz ediliyor ve bu iki katın üzerinde
nadiren diğer bir katın olduğu görülüyor ve bahçe içinde. Sokağa tarik-i âm denilen asıl
büyük dolaşım alanına, ağına pencereler açılmıyor, iç avluya açılıyor.
27
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
Bu mahremiyetin korunması ile ilgili belgelerde en çok Akif hocanın sözünü ettiği, bir
başka komşunun avlusuna ya da tahtani veya fevkani beytine nazır bir pencerenin, bir
seyir mahallinin olmaması gerekiyor. Eğer böyle bir durum söz konusuysa otoriteler ki
bu beytülmal eminidir, Osmanlı şehirlerinde, kadı hükmüyle bu durumu önlüyor yani
kapattırıyor, yıktırıyor, o durumu önlüyor. Onun için burası gerçekten bir mahrem
alan.
Aile hayatının geçtiği, aile hayatının cereyan ettiği bir alan fakat belgelerde bununla be-
raber işte o biraz önce kısa kesmek zorunda kaldığım o car-ı mülasıkların bulunduğu,
benim ev kümeleri dediğim alan. Aslında daha geniş öteki mekâna göre korunan o ilk
halkayı hane olarak belirlersek, hanenin etrafındaki ikinci mahrem alan oluyor.
Bu ikinci mahrem alan o car-ı mülasık olan, yani birbiriyle duvar komşusu, bitişik
haneler içinde yaşayanların müşterek mahrem alanı. Onun için burada yine o alanın
mahremiyeti oluşuyor. O komşuların birbirleri arasında hakkı hukuku tesis edilmiyor
ve burası da daha geniş o üçüncü halka tarafından yine müdahale edilmeyen, rahatsız
edilmeyen ikinci bir halka söz konusu.
Bunun tabii belki hukuksal bir yaptırımı yok. Yani bir yabancının oraya giremeye-
ceğine ilişkin ne fıkıhta ne Osmanlı padişahının kanununda herhangi bir hüküm yok
ama bir yabancı oraya girdiği zaman hemen ya bakışlarla sorgulanıyor veyahut da sözlü
olarak sorgulanıyor. Kim olduğu, niçin geldiği, ne yapacağı, eğer orada yaşamak üzere
gelmişse kendisine kefil olacak birisinin bulunup bulunmadığı soruluyor, yani o da bir
mahrem alan.
Şimdi, bu mahrem alanlarda böyle bir pozitif ilişki oluştuğu gibi bunun tersi de oluyor.
Çok dar, bir arada yaşamanın getirdiği, bireyi sıkan, bireyi tehdit eden bir durum ortaya
çıkıyor ve bundan da benim görebildiğim kadarıyla en çok kadınlar etkileniyor.
Şimdi, bu alanda mahrem ve namahrem ayrımında bir kadının kendisi açısından na-
mahrem olan bir erkekle belirli bir vakitte mesela akşam vakti yalnız, açıklayamaya-
cağı bir durumun söz konusu olduğu bir ortamda bulunduğu zaman sorgulanıyor yani
niçin bir aradasınız deniyor. Bunu Adalet Hanım dedi galiba, hukuk zorluyor ispat
et dediği için, birçok ilişki, birçok olay da böyle töhmet ve isnat söz konusu oluyor.
Töhmet ve isnat demek yani kanıtlanamayan ancak bu sözü çıkaran, tevatür, kîlükal,
dedikodu şeklinde ortaya çıkaran kişi tarafından ileri sürülen bir şey.
Burada enteresan bir durum var, bu ikinci mahrem alan içinde çok oluyor. Mesela,
bilmem kim hatun bilmem kimle şurada beraber görülmüş diye birisi söylüyor; görül-
TDV KAGEM
28
müş mü görülmemiş mi bunun soruşturması yapılmadan hanım kendisini kadı ya da
subaşının önünde bulabiliyor. Bu tabii çok olumsuz bir durum.
Belgelerin hiçbirinde bu kanıtlanamayacak bir şey. Mesela, çok zina töhmeti oluyor. Bu
zina töhmeti ya da isnadı hukuka göre görülmesi, tespit edilmesi, kanıtlanması gere-
ken bir olgu. Bunu nasıl kanıtlayacaksınız? Kanıtlanmaz. Onun için bu töhmet olarak
kalıyor. Bu, yapan için bir problem oluyor ama bu daha çok kötüye kullanılıyor. Birisi
hakkında olumsuz düşüncesi bulunan bir kişi çok rahat olarak bunu kullanabiliyor, bu
isnatta, bu töhmette bulunabiliyor.
Burada iki durum var. Biraz önce onun için bu taifeleri uzun uzun anlatmak zorunda
kaldım. Böyle bir durumda kişiyi ya mahallenin cemaati koruyor. O zaman isnat dü-
zeyinde kaldığı için bu mahalleliye soruyorlar bu gerçekten böyle bir duruma sebep
olan birisi midir? diye ve onun iyi hâline veya kötü haline şahadet etmesi isteniyor
mahalle cemaatinin.
Mesela, mahalle cemaatinin çoğu kez böyle bir isnatla, böyle bir töhmetle karşılaşan
kadın bireyi koruduğunu ben belgelerde çok tespit ettim, yani onun iyi hâline şahadet
ediyor. Diyor ki, biz bunu iyi tanırız, bunun böyle bir erzakı yoktur, bu, ona bir töh-
mettir, bühtandır, isnattır.
Şimdi, bu olağan şey cemaat koruyor tanıdığı her açıdan kendisine kefil olmak du-
rumunda çünkü bir de devlete karşı da kefil olmak durumunda, müteselsilen kefalet
var mahallede yaşayanlar. Sadece sosyal yönden değil bir de devlete karşı müteselsilen
kefiller.
Onu koruyor fakat burada daha önemlisi böyle bir bühtan, böyle bir isnat, böyle bir
töhmet karşısında bireylerin de kendilerini koruduklarını ve ısrarla kendilerine karşı
atılmak istenen bu suçu üstlenmediklerini tam tersi kendilerine karşı suç işlendiği-
ni savunanlar olmuş, ben birçok belgeye rastladım. Bu cemaatlerin, bu taifelerin
üyelerinin hem etkileyen hem etkilenen olduğunu onun için söyledim. Özellikle ka-
dınlara bunlar isnat ediliyor. Deniyor ki işte; biz bunun zina yaptığını düşünüyoruz.
Bazen cemaat içinde kendi iyi hâline şahadet edecek olanı bulamıyor, fakat ısrarla
yapmadığını göstermek için her türlü yolu deniyor. Birey o yapı içinde kendi haklarının
bilincinde. Bunun birçok örneği var. Bunu ben birçok yazımda kullandım, gösterdim.
Böyle bir durumda mahalle çok önem kazanıyor. Mahalle bir yandan böyle kendi birey-
lerine karşı yöneltilmiş bir isnat olduğu zaman onların iyi hâline şahadet etmek gibi
bir tavır gösterirken bir de kendi cemaati, kendi taifesi dışından gelecek herhangi bir
şeye karşı da böyle bir tavır gösterebiliyor.
29
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
Mesela, belgelerde hem devlete karşı hem de kendi grupları dışından yapılmış herhangi
bir saldırıya karşı ortak savunmalarını gösteren en önemli tabir mahkemeye veya her-
hangi bir resmî otoriteye gidenlerin çokluğunu ve bütünlüğünü belirleyen bir terim;
cem-i kâhir, cem-i kesîr tabiri. Cem-i kâhir ve cem-i kesîr aslında o grubun tamamı.
Bazen onların yerini ahali-i mahalli, ahali-i esnaf filan gibi ahali sözcüğüyle, ahali teri-
miyle de karşılanıyor ve bu cem-i kâhir, cem-i kesîr aslında belki siyasal irade için çok
iyi kullanılması gereken, çok iyi analiz edilmesi gereken bir durum. Nereye kadar sivil
toplumun iradesini yansıtıyor ben bunun önemli olduğunu düşünüyorum.
Bunun üzerinden birtakım tahliller, analizler yapılabilir. Bu cem-i kâhir ve bu cem-i
kesîr kavramıyla anlatılmak istenen bütüncüllük ne kadar, neyi anlatıyor bunun üze-
rinde durmak lazım.
Bir başka şey mahremiyet açısından ya da toplumun o ilişkilerinin düzenlenmesi bakı-
mından mahallelinin üzerinde durduğu bir başka suç türü çok açık söylenemediği için
fiil-i şeni diye niteleniyor yani kötü fiil. Fiil-i şeni aslında erkek erkeğe ilişkinin adı yani
eşcinsellik ve genellikle de burada mahkemeye en çok intikal eden fiil-i şeni olayları,
yeni yetişmekte olan genç çocuklara olan tasalluttur.
Tabii bütün bunları mahkeme kayıtlarında suç olarak geçtiği için, siz durumu bunun
üzerinden değerlendirebiliyorsunuz. Bunlar mahkemeye intikal etmiş olaylar. Onun
için tarihçilik zor bir iş, bir belgeye bakarak da bir şey anlatamıyorsunuz, belge
olmadan da anlatamıyorsunuz. Anlamak çok kolay bir iş değil. Bunlar üzerinden dü-
şünmemiz lazım.
Ben mesela, ömrümü tamamladım, daha ne kadar yaşarım bilmiyorum ama yapıla-
cak işlerin yüzde birini yapmadan çekiliyorum. Ama tarihçiliğin çok ciddi problem-
leri var. Burada satır arasında kendi derdimi biraz anlatmış olayım.
MODERATÖR – Çok teşekkür ediyorum. Bu oturum hakikaten çok keyifli oldu.
Aslında peşine düştüğümüz soru bu konuşmaların arkasından ortaya çıkacak, daha net
bir şekilde cevaplanmaya çalışılacak. Önemli olan bence soru. Bu arka plan bilgisi çok
besleyici oldu çünkü nasıl bir sosyal zeminde yaşadığımız bu çerçevenin nasıl işlediği,
sizin üzüm salkımlarının tanelerinin nasıl olduğu bütün bunlar çok zihin açıcıydı.
TDV KAGEM
30
31
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
II. OTURUM
ARA SUNUM ve MÜZAKERELER
Moderatör - Necdet SUBAŞI
TDV KAGEM
32
Erken-modern Osmanlı Şiiri, Mekân ve
Toplumsal Cinsiyet
Didem HAVLİOĞLU6
Erken-modern, yani 16. ve 18. yüzyıllar arasında Osmanlı devletinde toplumsal cin-
siyet meselesini şiiri merkeze alarak tartışmaya çalışacağım. Osmanlı toplumsal cinsi-
yet kurgulamalarına bu dönemde şiir üzerinden yaklaşmanın bize yeni ufuklar açacağı
düşüncesindeyim. Bunun nedeni, erken-modern şiirin yazılı değil, icra edilerek
üretilmesidir. Diğer bir deyişle bu dönemde şiir, sözel ve toplumsal bir faaliyettir. Buna
ek olarak, icra ediliş biçim ve yerine bağlı olarak birçok toplumsal pratik gibi cinsiyetin
de kurgulandığı bir alandır. Bu çalıştayın konusu “mekân” olduğu için ben de şiirin bi-
çimi yerine, icra edildiği mekân, yani meclis üzerinde duracağım. Hemen bütün klasik
İslamî sanatların üretildiği mekân olarak meclis hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra,
toplumsal bir mekân olarak cinsiyeti nasıl kurguladığını bir kadın şair örneği üzerinden
tartışacağım.
Lefebvre’e göre mekân, toplumsal olarak sürekli ve yeniden üretilir. Bu süreklilik de-
vamlı bir değişime işaret eder. Zamana, coğrafyaya ve kültüre göre değişen toplumsal
pratikler, mekânda her gün yeniden inşa edilir.7
Bu kurgulama her gün yeniden tekrar-
lanan toplumsal pratikler yoluyla gerçekleşir. Toplumsal cinsiyet de mekânlar yoluyla
düzenlenir ve mekâna göre değişir. Aynı şekilde, cinsiyet ve cinsellik mekânın sınırları
bağlamında oluşur.
Diğer bir deyişle, cinsiyet, içeri ve dışarı ayrımı üzerinden mekâna koşut olarak kurgu-
lanır. Buna en güzel örneklerden biri de haremdir.8
Son yıllarda meclisi bir mekân olarak inceleyen değerli araştırmalar yayınlandı. Bunlar-
dan biri, Samer Ali’nin Arap meclislerini en erken dönemlerinden itibaren ele aldığı
eseri. Ali, İslamî meclislerin en erken örneklerine 9. yüzyılda Abbasilerde rastladı-
ğımızı ve bunların Arap edebiyat, sanat ve biliminin üretildiği ilk alanlar olduğu-
6 Yard. Doç., İstanbul Şehir Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi
7 Henri Lefebvre. (1992) The Production of Space. Oxford: Wiley-Blackwell.
8 Irvin Cemil Schick. (2011) “Cinsiyetlendirilmiş bir mekân olarak harem ve cinsiyetin mekânsal yeniden üretimi” Bedeni, Toplumu, Kâinatı Yazmak.
İletişim. 161-184
33
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
nu anlatıyor.9
Abbasilerin çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olduğu noktasından yola
çıkarak, bu meclislerde birçok farklı dilin konuşulduğunu ve bu nedenle klâsik Yunan
metinlerinin Arapçaya çevrilebildiğini gösteriyor. Arap meclisleri bir tarafa, Osmanlı
meclisleri hakkında en kapsamlı bilgiyi veren Halil İnalcık, Osmanlı işret meclislerinin
İranî gelenekten etkilendiğini söylüyor.10
Gelibolulu Mustafa Ali’nin Mevâid’ün- Nefâisfi
Kavâid’ül-Mecâlis adlı meclislerde adabı muaşeret kurallarının sıralandığı eserlerin yanı
sıra işretname ya da sakiname gibi eserleri inceleyerek Osmanlılarda kültür üretiminin
çok çeşitli meclislerde olduğunu anlatıyor. Sarayda ya da seçkinlerin evlerinde olabil-
diği gibi, Zâtî gibi esnaf şâirlerin dükkânları da meclis olarak sayılabiliyordu.
Meclis hakkında edindiğimiz bilgiler, Modernite öncesi hemen bütün toplumlarda sa-
nat üretiminin bir topluluk tarafından icra edilmesi yoluyla üretildiğini ortaya ko-
yuyor. Bu durumda akla gelen birçok sorudan biri de, toplumsal cinsiyetin meclislerde
nasıl kurgulandığıdır. Örneğin; Osmanlıların bir İslamî devlet olarak kadın ve erkeğin
ayrı mekânlarda sosyalleştiklerini tartışmadan kabul ettiğimizden, şiir ve edebiyatın
erkek meclislerinde üretildiğini varsayıyoruz. Oysa aynı zamanda biliyoruz ki, kadın
şairler olduğu gibi ünlü erkek şairler tarafından kadınlara yazılmış şiirler de vardı. Ha-
tice Aynur ile yakın zamanda gerçekleştirdiğimiz bir araştırmaya göre, erken-modern
dönemde saraylı kadınlara kaside yazmak yaygınlaşmıştı.11
Bu durum, bu şiirlerin hangi ortamda kadınlara sunulduğu sorusunu akla getiriyordu.
Öte yandan, kadın şairler de şiir yazıyordu ve hatta şiirlerine maddi ödüller de verili-
yordu. Örneğin, ilk kadın şairlerden Mihri Hatun’un beş ayrı zamanda II. Bayezid’den
ödül aldığı anlaşılıyor.12
Bu çerçevede iki soru akla geliyor. Eğer şiir meclislerde üretiliyorsa ve çoğunluk
olarak erkekler şiir yazıyorsa, kadınlara yazılmış şiirleri ve kadın şairlerin varlığını nasıl
açıklayabiliriz? Bu konuda elimizde yeterli belge olmasa da, kadın meclislerinin de ol-
ması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak söz konusu belgelerde bunlardan bahsedilmiyor.
Fakat az da olsa kadınların varlığı bizim için şaşırtıcı. Bu yüzden ancak elimizdeki
belgelerin gerçekleri yansıttıklarını değil, analitik olarak yaklaşarak satır aralarında ne
anlattıklarını bulmamız halinde, konu hakkında biraz olsun bilgi edinilebiliriz. Eğer
kadın meclisleri olmuş olsaydı, Osmanlı şiirinin önemli bir parçası olan nazire yazma
9 Samer Ali (2011) Arabic Literary Salons in the Islamic Middle Ages: Poetry, Public Performance, and the Presentation of the Past. (Indiana: U of Notre
Damme Press)
10 Halil İnalcık (2011) Has-Bağçede Ayş u Tarab - Nedimler Şairler Mutripler (İstanbul: İş Bankası)
11 Hatice Aynur ve Didem Havlioğlu. (2013) “Medhiyenin Cinsiyeti: Kadınlara Yazılmış Kasideler” Kasideye Medhiye: Biçime, İşleve, 	
Muhtevaya Dair Tespitler (İstanbul: Bengi)	
12 İsmail Erunsal (1981), ''II. Bayezid devrine ait bir in´āâmâāt defteri'', Tarih Enstitüsü dergisi 10-11, 303-342.
TDV KAGEM
34
geleneğinin kadınlar arasında da olması gerekirdi. Ya da, en azından şairler birbirlerinin
isimlerini şiirlerinde zikretmeleri beklenirdi. Bu konuda daha önce yaptığım bir araştır-
maya göre, 19. yüzyıl itibariyle böyle bir izi sürmek mümkün.13
Oysa erken-modern dönemde kadın şairlerin sayısı çok daha az olduğu gibi, birbirleri-
ne yazdıkları şiirler de yok. Bu yüzden, erken-modern meclislerde kadın ve erkeklerin
bulunması konusunun daha çok araştırılması gerekiyor. Bunun için meclisteki icraatın
izlerini elimizdeki belgelerde sürmemiz gerekiyor. Ben bugün burada bunun bir örne-
ğini vermeye çalışacağım.16. yüzyıl tezkirecilerinden Aşık Çelebi’nin Mihri Hatun’u
nasıl anlattığına bakacağım.
Aşık Çelebi, büyükbabası Müeyyedzade Abdurrahman Çelebi’nin Mihri Hatun’u
şahsen tanıması ve II. Bayezid, Amasya’da şehzadelik yaparken aynı ortamlarda bulun-
malarından olsa gerek, onun hakkında oldukça detaylı bilgi veriyor. Onu takip eden
tezkireciler Aşık Çelebi’nin anlattıklarını tekrar etmekten başka bir şey yapmıyorlar.
Fazla vaktim olmadığı için Aşık’tan kısa bir alıntı yapacağım.
Egerçi zendür ammāâ ol nâāmerd niçe merd-i meydâāna çifte-zendir... el-mer’ˀetü ‘avratün
mûūcibince ol setîīre mestûūre imiş amma âāvâāz-ı hüsn-i ‘ʿarūûs-ı tṭab’ʿı tutukḳ-ı ufk-˖i hicâābdan
tṭulû’idüb eş’ʿāârı hḥüsni gibi meşhûūre imiş.14
“Bir kadın olduğu halde, erkeklerin yokluğunda, mertlik [erkeklik] meydanında iki
kadına bedeldir... Kadınların [mahrem] olması gerektiği gibi örtülüydü. Fakat onun
güzel sesi, tıpkı bir gelinin güzelliği gibi duvağının kenarından doğar [yükselir] ve şiiri
de kendisi gibi meşhurdu.”
Burada Aşık, Mihri’yi anlatırken özellikle kadınlığına vurgu yapıyor. Oysa erkek şairler
için böyle bir tavır alması gerekmiyor. Yani onların erkek olduklarını söyleme ihtiyacı
hissetmiyor. Ayrıca Mihri’nin namusuna leke sürdürmemek için elinden geleni yapıyor
ve şiirlerini övüyor. Neden namusunu koruma ihtiyacı hissettiği meselesi bir tarafa,
Mihri için ayırdığı uzunca bölümde, bazen ilginç bir şekilde müstehcen bir dille anla-
tımına devam ediyor. Onun peşinden ne kadar çok kişinin koştuğunu ve fakat onun
kimseye yüz vermediğini uzun uzun anlatıyor. Burada ilginç olan Aşık’ın bir kadını,
erkek işi olarak kabul edilen şiir alanında anlatırken içine düştüğü çelişki. Bir taraftan
da namuslu dediği bir kadını müstehcen bir dille anlatmasıdır.
13 Didem Havlioğlu (2010) ) “Valideler, Hemşireler, Kerimeler: Osmanlı Şiirinde Kadınlararasılık Journal of Turkish Studies: Festschirift in Honor of
Walter Andrews, vol. 34/II, Boston: Harvard University Press: (105-115).
14 Mehmet Arslan (2007) Mihri Hatun Divanı, Amasya: Amasya Valiliği Yayınları, 15.
35
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
Aşık’ın anlatımı, Mihri gibi şairlerin azınlıkta olduğunun altını çiziyor. Bunun en önem-
li nedenlerinden biri olarak da şiirin üretildiği mekân olarak meclisin erkek egemen
olmasıdır. İkinci önemli konu ise, şiir yazan bir kadının namusunun töhmet altında
olduğu imasıdır. Bu durum erkek alanında yer almasından kaynaklanabilir. Oysa unu-
tulmaması gereken bir nokta, erken-modern dönemde bu alana girebilmiş kadınların,
sınırları aşabilecek kadar seçkin olmalarıdır. Bu durum, onların dışında kadın şair ol-
madığını değil, bizim bilemeyeceğimizi, çünkü tarih yazan erkeklerin onların alanına
giremeyeceğinin altını çiziyor.
MODERATÖR – Evet, şimdi katılımcı arkadaşların katkılarını bekliyorum.
Bu konuda kötü adam olmayı tercih ediyorum, kısıtlamak zorundayım. Bütün arkadaş-
ların söz alması zor görünüyor. Şöyle yapalım: Bu oturumda olabildiğince zamanı kul-
lanarak elden geldiğince pek çok arkadaşın katılımı na fırsat vererek. Olmadı öğleden
sonraki oturumda öyle yapalım. Yoksa zor alacak.
Buyurun Abdurrahman Bey.
Abdurrahman KURT15
– Teşekkür ediyorum.
Oturumdan istifade ettiğimi ifade etmek istiyorum. Öncelikli olarak burada müzake-
recilerin tartışması gereken maddelerden bir tanesi üzerinde kısaca duracağım. “Mah-
remiyetin insan onuru, şeref ve haysiyetiyle genişleyen sınırların korunmasında İslam
geleneği ne tür düzenekler üretmiştir?” sorusuyla bağlantılı olarak Osmanlı toplumun-
da tebenni kayıtlarına dikkat çekmek istiyorum.
Tebenni kayıtları yaygın bir şekilde belgelere yansımıştır. Tebenni’yi bugünkü ifade-
siyle “evlatlık” şeklinde çevirebiliriz. Bunlar aslında kimsesiz, yetim ya da fakir aile
çocuklarının mahrem bir alan olan evde gözetilmesi gerektiğini ifade eden belgelerdir.
Bu açıdan dikkate değer buluyorum.
Bunlar daha çok buluğ çağına kadar geçerliliği olan geçici evlatlıklardı, Osmanlıda
bunun yüzlerce örneğine rastlamak mümkündür.
Özer Ergenç Beyin söylediklerinden ayrıca istifade ettiğimi belirtmek istiyorum ancak
buna bir iki de eleştirim var. Tarihçiler genelde, Osmanlı’yı okurken Osmanlı’nın sanki
“hukuki anlamda da bir toplumsal cinsiyete sahip olduğu” şeklinde bir izlenimle hare-
ket ediyorlar. Ben Sayın Ergenç’in konuşmasından da böyle bir sonuç çıkardım, beni
mazur görsünler. Örneğin sürgün cezaları Osmanlı’da sadece kadınlara tatbik edilen
15 Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
TDV KAGEM
36
bir ceza değildi. Benim yaptığım araştırmada erkeklerin, hatta çiftlerin, yani karıkoca
veyahut bizzat erkeğin mahalledeki insanları rahatsız ettikleri için mahalleden sürgün
edildiğini görüyoruz. Dolayısıyla ben şahsen Osmanlı belgelerinin hukuki düzenleme-
ler açısından cinsiyetçi bir anlayış içerisinde olmadığı kanısındayım. Belgelerin, genel
olarak, toplumsal cinsiyet konusunda eşitlikçi bir cinsiyet anlayışına sahip olduğunu
düşünüyorum.
Şüphesiz bugünkü toplumlarda olduğu gibi bir toplumsal cinsiyet bakış açısı Os-
manlı toplumunda da her zaman vardı ama hukuki anlamda belgelerin çoğunlukla
eşitlikçi olduğu kanaatindeyim. Sürgün konusunun da böyle olduğunu düşünüyorum.
Elimizde belgeler var çünkü.
Ayrıca Sayın Ergenç fiil-i şeni tabirinin sadece homoseksüel ilişkilerde kullanıldığını be-
lirtti. Belki kavramlar belli yüzyıllarda belli anlamları içermiş olabilir. Sözgelimi 17’nci
yüzyılda, 18’inci yüzyılda böyle kullanılmış olabilir ama 19’uncu yüzyıla geldiğimizde
bu kavramı gene aynı şekilde biz kadın erkek sapma durumlarında da ayrıca kullanıl-
dığını bizzat belgelerden görüyoruz.
Daha fazla uzatmak istemiyorum. Aslında diğer konuşmalarla ilgili söyleyebileceğim
bazı şeyler de vardı ama Mehmet Akif Aydın Bey’in söylediklerine ilaveten şunu söyle-
mek istiyorum: Bursa’da 15’inci yüzyılda 303 vakıf kurucusunun yüzde 51’ini kadınlar
oluşturmaktaydı. Bu bir yüksek lisans tezi araştırmasının sonucunda ortaya çıkmıştı.
Yine Bursa’nın özellikli bir yer olduğunu ifade etmek gerekir özellikle kadın hakları
açısından. Sözgelimi, 1794 yılında bir Ermeni kilisesinin izin verilenden daha yüksek
ebatlı olarak yapılmasına itiraz eden 1000 kadının 1794 yılında yürüyüş yaptığını ve
bölgenin ve Bursa’nın ileri gelenlerini protesto amaçlı bir yürüyüş yaptıklarını da göz-
lemlemekteyiz.
Teşekkür ediyorum.
MODERATÖR – Sağ olun. Sunumlar üzerinden gidersek konu çok zora gidebilir. Su-
numlarla ilgili eleştirilerinizi ve katıklarınızı, cevapları sonunda alalım hocam sizden.
Buyurun Hafsa Hanım.
Hafsa FİDAN16
– Teşekkür ediyorum hocam.
Prof. Dr. Özer Ergenç hocama tebliğ bağlamında bir soru yöneltmek istiyorum. Ben,
dinlediğim kadarıyla Adalet Hanım’la “mahalle” kavramında birleştiğinize emin olama-
16 Dr., TDV İLKSAY Uzman
37
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
dım. Çünkü siz şöyle dediniz: Çok farklı din ve etnik kökene sahip insanlar çoğunlukla
azınlıkla değil aynı mahallede yaşıyordu ama birey, fert kendini anlatırken sadece şehrini
değil mahallesini de söylemesi gerekirdi.
Özer ERGENÇ – Söylüyorlardı. Belgelerden gördüklerim bunlar.
Hafsa FİDAN – Adalet Hanım da şöyle bir cümle kullandı: “Mahalle kimlik ve aidiyeti
belirten bir şeydir.” Aranızda bir fikir ayrılığı mı var? Mahalle birbirinden ayrışıyor-
ken neye göre ayrışıyor? Eğer çok farklı dinî gruplar, etnik gruplar bir arada yaşıyorsa,
örneğin iktisadi duruma göre mi ayrışıyor? Günümüzde öyledir. Mesela, Ankara veya
İstanbul’da insanlara oturduğunuz mahallenizi söylediğiniz zaman, sizin ekonominize
dair de bir fikir edinebilirler. Bu noktayı aydınlatmanızı istiyorum. Bu birinci sorumdu.
İkinci sorum da, İslam toplumlarında genelde şehirler iskân ve ticaret bölgesi diye ikiye
ayrılıyor. Kadınların ekonomik/ticari hayatın içinde çok bulunmadığını, en azından er-
kekler kadar bulunmadığını biliyoruz. Şehirlerdeki bu ayrımın mahremiyet kavramıyla
açıklanması mümkün mü?
Mehmet Akif Aydın hocama bir sorum var.
MODERATÖR – Evet, oturumun rengi değişmeye başladı. Müzakereler etrafındaki
sorularla ilerliyoruz, tabii böyle de devam edebiliriz, fakat buraya davet ettiğimiz bü-
tün arkadaşlarımızın bu çerçeve içerisinde bir hazırlık ya da bir ön sunum yapmaları,
kendi görüşlerini ifade etmelerini arzu ediyoruz.
Hafsa FİDAN – Peki, kendi görüşümü de biraz sonra ileteyim. Mehmet Akif Aydın
Hocamızdan şöyle bir cümle kaydettim ben: “İhtiyaç duydukça kadınlar İslam toplu-
munda hep kamusal alandadır.” Şimdi Ebusuud Efendi’nin bir fetvasını okuyacağım
size. Şöyle deniyor Ebusuud Efendi’ye: Bazı yerlerde avret yani kadınlar cuma nama-
zına katılmak için camiye gelirse şeriat bunlara engel olunmasını mı söyler? Ebusuud
Efendi diyor ki: “Aralarında genç kadınlar varsa evet.” O dönemlerde, böyle bir soru
sorulduğuna göre demek ki kadınlar, kendilerini, kamusal alan olarak görülebilecek
olan camiye gitme ihtiyacı içinde hissetmişler. Ama Ebusuud Efendi, buna şeriat açısın-
dan cevaz vermemiş. “Bu durum, kadınların mekânları erkeklerle eşit şekilde kullana-
maması anlamına gelir mi?” diye sormak istiyorum.
Şöyle bir düşüncem var ayrıca: Örneğin Bursa’daki Ulu Cami’yi pek çoğunuz görmüş-
sünüzdür, içerisinde şadırvan vardır. Başka pek çok camide de dış mekânda şadırvan
vardır. Şadırvanlar erkeklerin abdest alması için uygundur ama tesettür kuralı gereği
TDV KAGEM
38
kadınların abdest alması için uygun değildir. Buna mukabil mimari yapılanma esnasın-
da, örneğin kapalı bir mekânda kadınlar için şadırvanlar oluşturulabilir miydi? Eğer bu
tür yapılaşmalara hiç gidilmemişse bu durum, kadınların kamusal alandaki varlığını
kısıtlayan bir şey midir?
Bunların dışında, tarihte insanın fert olarak konumunu anlamaya çalışırken,“merkez”ve
“çevre”kavramlarınındayardımınabaşvurmamızgerekebilir. Örneğin; Şeyhülislamların
fetva verdiği idari yapılanmada, her şeyden önce padişah var ve onun karşısında “kul”
olarak adlandırılan insanlar var, reaya var. Kendi gücünü Allah’tan alan padişah ve yö-
nettiği kulları. Bursa Ulu Cami’nin duvarında, hat yazısı ile “Sultanlar yeryüzünde Al-
lah’ın gölgeleridirler.” yazılıdır mesela. Burada yöneticiler karşısında erkekler de çoğu
zaman bizim anladığımız manada birey değil. Örneğin; Şeyhülislam Kemalpaşazade
tarafından verilen bir fetva da var. Genç erkeklerin ön safta durması konusunda fetva
soruluyor, o da diyor ki: “Müştehi olması yani iştah uyandırması hâlinde yasaktır.” O
halde tarihi görünümü itibarıyla sadece kadınlarla ilgili birtakım fetvalar, yasaklamalar
yok. Erkek de -hocamızın ifade ettiği gibi fiil-i şeni olabilecekse eğer- cemaatte ön safta
durması konusunda yasaklanabiliyor.
Ben şunu ifade etmek istiyorum: Biz, günümüzde insanı yönetimin karşısında birey
olarak görme eğilimindeyiz, modern kavramlarla düşünüyoruz. Ama tarihe baktığımız-
da “tanrıdan gücünü alan yöneticiler ve karşıda kulları” şeklinde düşündüğümüzde olan
biteni “merkez” ve “çevre” kavramlarıyla daha iyi anlamak mümkün oluyor. Ben böyle
bakıldığında, kadınların tarihsel görünümleri itibarıyla daha çok periferide kaldığını
düşünüyorum. Kendi görüşümü de belirtmiş oldum, teşekkür ediyorum.
MODERATÖR – İyi yaptınız. Ejder Bey buyurun.
Ejder OKUMUŞ17
– Ben de Özer hocama ve diğer müzakereci hocalarıma teşekkür
ederim. Zihin açıcı konuşmalar dinledik.
Ben genel olarak birtakım anahtar kavramlar çıkardım, onları tek tek sayacağım. Bunlar
belki bundan sonraki konuşmalar için de bir öneri mahiyetinde olur. Bir de genel an-
lamda Osmanlı’da cinsellik, mekân, mahremiyet, cinsiyet ve zaman üzerine belki birkaç
şey söylemeye çalışacağım.
Osmanlı’yı, tabii burada Klasik Dönemi gördük; konuları Osmanlı, Tanzimat, Cumhuri-
yet şeklinde belki ayrı ayrı düşünebiliriz.
17 Prof. Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi A.B.D.Öğretim Üyesi
39
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
Modernlik, cinsiyet, cinsellik -ikisi ayrı çünkü- mahremiyet, mekân, kamusal alanda
kadın, Osmanlı kadını ve kamusal alan, sokakta kadın, ailede kadın, aile, sosyal hayatta
kadın, kadın cinselliğinin ölmesi, kadın cinsiyetinin ölmesi, moda ve Müslüman kadın,
cinselliğin sergilenmesi, tüketim ve cinsellik, mahremiyetin kamusallaşması, metalaş-
ması, neo-liberalleşmesi, mahremiyetin sekülerleşmesi, kadın ve toplumsal değişim,
gösteriş, tüketimde kadının cinselliği, çocukta mahremiyet, cinsiyet ve cinsellik, kız ço-
cuğu cinsiyet mahremiyet ve mekân, erkek çocuğu cinsiyet mahremiyet ve mekân, er-
keğin mahremiyeti, cinsiyet eğitimi, cinsellik eğitimi, mekân eğitimi ve zaman eğitimi.
Bunları böyle bir zihin jimnastiği olsun diye çıkardım. Son kavram zaman üzerinden
başlarsak, şimdi ben bu çalıştayın başlığına zamanın da eklenmesini öneriyorum. Tabii
yapıldı, bitti; ama zamanı da düşünmek lazım. Zaman olmadan mekân olmaz, zaman
olmadan aslında hiçbir şey olmaz.
Toplumsal zamanı biz daha çok ıskalıyoruz, toplumsal zamanı çoğu zaman tasavvur
bile etmiyoruz, hiç düşünmüyoruz. Oysa zamanın dışında; bir mekân, mahremiyet ve
cinsiyet düşünmek olası değil. Dolayısıyla zaman üzerinde de birtakım şeyler belki bu
çerçevede söylenebilir.
Şimdi, Özer hocam emanet-itaat ilişkisine dayalı bir siyasal toplumsal düzenden bah-
setti. Çok güzel bir yaklaşım bence. Bunu ben biraz daha içine alacak şekilde şöyle
tasarımlıyorum: Sadece Osmanlı siyasal düzeni değil Osmanlı toplumsal düzeni de
meşruluğunu temelde dinden alan bir yapısal özelliğe sahip. Dolayısıyla bu İslam
temelinde böyle, ama diğer dinler de düzenlenirken aynı şekilde o dinlerin de kendi
içinde bunu görüyoruz.
Bu neden önemli? Bu şunun için önemli: Mahremiyetin cinsiyet ve mekânın, zamanın
tasarımlanmasında, düzenlenmesinde, sosyal hayata yansıtılmasında din burada en te-
mel etken, belirleyici etken. Dolayısıyla Osmanlının genel toplumsal yapısında mevcut
dinî meşrulaştırımı kadın-erkek ilişkilerinde, mahremiyet alanlarının tanziminde, ka-
musal alanda da aynı şekilde görebilmemiz mümkün. Yine Osmanlı toplum hayatında,
Mehmet Akif hocam söyledi, sivil toplumda kadının varlığını hepimiz biliyoruz. Belli
ölçülerde öne çıktığını da biliyoruz.
Bir de bu şeyi, biraz belki sistematize etmek bakımından mahrem alanları; evin için-
deki mahrem alanlardan başlayarak, aslında bireyin iç dünyasındaki mahrem alanla-
rından, zihniyet dünyasındaki mahrem alanlarından başlayarak -çünkü burada beden
ve ruh meselesi de önemli bir konu- evin içindeki mahrem alanlardan ve ev genel
TDV KAGEM
40
olarak dışarıya karşı, komşular, mahalle, millet sistemi vs. çerçevesinde ele almak ge-
rekir. Osmanlı’da bir de bu mahremiyet cinsiyet konusunu sanıyorum millet sistemi
çerçevesinde dinî bir alana da oturtarak ele almak gerekiyor.
Kamusal alanı da pek mahremiyetin dışında görmemek lazım. Kamusal alan ded-
iğimiz şey aslında mutlak anlamda mahremiyetin dışında olan bir alan değildir Osman-
lı’da az sınırlı kamusal alan, görece çok sınırlı kamusal alan diye ayırmak gerekir diye
düşünüyorum.
Tabii, biz cinsiyet konusunu, mahremiyet konusunu konuşurken, bu hakikaten belki
verili toplumsal yapının bize etkisinden kaynaklanabilir. Hoca hanım da biraz bahset-
ti, daha çok kadın cinsiyetini ve cinselliğini, tabii ayrıca, mahremiyetini belki düşü-
nüyoruz, fakat aslında erkeğin mahremiyetini, çocukların mahremiyetini de ayrı ayrı
konuşmak lazım; çünkü İslam toplumunda buna göre evin yapılanması, mahallenin
yapılanması söz konusu.
Bir de son olarak bütün bu cinsiyet, mahremiyet ve mekân üzerinden belki üzerinde bu
çalıştay boyunca mahremiyet eğitimi, mahremiyet, cinsiyet, mekân ve zaman eğitimi
üzerinde durulabilir diye düşünüyorum. Çok teşekkür ediyorum.
MODERATÖR – Teşekkür ediyorum, sağ olun. Hocam buyurun.
Lütfi BERGEN1 8
– Not aldığım birtakım hususlar var onları aktaracağım. Bu arada
akademisyen değilim. Beni buraya çağırdığınız için teşekkür ediyorum.
Mahremiyet kavramından başlayacağım. Mahremiyet değil rahimiyet demekteyiz. Din
kadını “mahrem” ve “ziynet” sayarak rahimiyetine alır. Bu nedenle kadın kimliği mev-
cut mekân anlayışı nedeniyle “gösterilen” hale gelmiştir. Hâlbuki kadın “gözeten, yetiş-
tiren, gören” yani “rahim-rahmet” ve “merhamet” kelimelerinden okunmalıdır.
İlk dikkat çekmek istediğim husus bu. Müslüman kadın kimliği kentleşme ile kendini
“rahimiyet” İsm-i Celal’inin himayesinden çıkarmıştır. Görkemli büyük konformist bi-
nalar yaparak kadını tüketen ya da çalıştırılan, istihdam edilen bir kimliğe sokmuştur.
Bugünkü mekân algımız aslında kadınıAllah’ın kendisinde tecelli ettiği ismi (er-Rahim)
tasfiye etmeye yönelik bir tasavvurla ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle, Osmanlı şehri pat-
ronaj kavramıyla açıklanamaz; çünkü Osmanlı’da mekân nedeniyle ve “mahalle” kav-
ramı sebebiyle “özgürleştirici yerelleşme”, ekonomi-şehir hattı gibi diğer başka bir tür
ilişki tarzı vardır.
18 Araştırmacı-Yazar
41
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
Mahalle bizatihi padişah tarafından fermanla atanan muhtar tarafından yönetilir. Arada
bürokratik bir mekanizma yoktur. Dolayısıyla Osmanlı Mahallesi için “bürokratik top-
lum” dan çok “özdenetim toplumu”na bir geçişten bahsetmek gerekir. Mahallede cema-
at kendi yaşam alanını belirleme hakkına sahiptir. Bugün olmayan bir şeydir bu durum.
Bugünkü “Gezi Parkı Hadiseleri” yle yaşadığımız sürecin aslında ana, temel sıkıntısı
kendi şehrimizi oluşturmaktır. Şehrimizde kendi irademizle tasarrufta bulunabilmek
hakkımızın elimizden alınması ile ilgili bir gerilim yaşanmaktadır. Dolayısıyla Osmanlı
sakini tekeffülle birbirine bağlı insanlardan oluşurken günümüzde bu mekân algısıyla
bunu kaybetmekteyiz. Osmanlı’da “mahalle” de bir cinayet işlendiği zaman mahallenin
sakinlerinin (hanelerinin) tamamı bu cinayetten sorumludur. Faili meçhulün diyetini
ödemekle yükümlüdür. Bugün ise faili meçhul dediğimiz cinayetler çözümlenemiyor.
Osmanlı’da böyle bir şey olsa, mahallede herhangi bir cinayet işlense, mahallenin tama-
mı sorumlu olacağından ve diyetini ödeyeceğinden, Osmanlı mahallesi günümüz top-
lumlarından ileri bir toplum tasavvurudur aslında. Bunu günümüzde temellendirilmiş
“hak”ların kapsamında söylüyorum.
Osmanlı sakini kendi bekçisini kendisi atayabilmekteydi, kendi öğretmenini atayabil-
mekteydi. Yerel sahaların özgürleştirilmesi günümüzün tartışmasıdır biliyorsunuz. Ma-
hallede mekân algısını zikrettiğim yerden ele almazsak, Batı kentini de algılayamayız.
Çünkü Batı kenti bir burjuva kentidir. Oysa Anadolu topraklarında böyle bir sınıf
yoktur. Dolayısıyla sınıf temelli bir kenttir Batı kenti. Hâlbuki Osmanlı iktisat-toplum
mekanizması burjuva üretmemek derdindeydi. Kapitalist bir mekân algısı (özel mülki-
yetin topluma karşı konumlanması) yoktur Osmanlı şehrinin.
Şehir kavramıyla kent kavramını da burada ayırmak gerekir. Bizler “bazar kurulur
Cum’a kılunur” perspektifine, dinî-iktisadî bir şehir algısına sahibiz. Batı kenti hiçbir
zaman bu perspektifle inşa olmamıştır. Bütün sakinlerini ya zenginleşmek (burjuvalaş-
tırmak) ya da onları istihdam etmek (proleterleştirmek) derdinde çatışmacı iki sınıfsal
kimliğe bölmek ve mekânı da piyasa koşullarında en üst rant getirecek şekilde di-
zayn etmek üzere şekillenmiştir Batı kenti. Dolayısıyla günümüz kenti “finans / iktidar
/ emlak sahiplerinin” ittifakıyla oluşmuştur, sömürgeci bir mekân sistemidir. Kadının
mekânla ilişkisini bu çerçevede de okumak gerekiyor.
Kadınların vakıf kurmasından bahsedildi. Üretmeyen bir kadından bahsediyoruz. Her-
kesin bu konuda mutabık olduğunu görüyorum. Mehir hakkı ve miras hakkı nedeniyle
kadına [bankaya para koyamayacağına göre - banka yoktur çünkü-] çok büyük bir
imkân verilmiştir, servetini vakfeder. İslâm dininin getirdiği “Mehir hakkı” olan bir
TDV KAGEM
42
kadından bahsediyoruz burada. Toplumsal alandaki vakfiyelerin üçte birinin kurucusu
[üretmeyen - emekçi olmayan] kadınsa bu, paranın [mehir-miras] bir şekilde topluma
hayır olarak döndüğü anlamına gelir.
MODERATÖR – Evet, hocam toparlıyoruz.
Lütfi BERGEN – Ufak bir şeyler daha eklemek istiyorum.
Jakops’un “Amerikan Şehirlerinin Ölümü” adlı kitabında “güvenlik” meselesitartışılıyor.
Orada şöyle bir ifadeye rastladım: Bir kentin güvenilir olabilmesi için sokakta insan
bulunmalı ve “sokağı gözleyen” bir göz olması gerekir. “Gözleyen” şeklinde bir ifadeye
rastladım. Bu aslında bizim cumbamız. Batıda bu işler (Osmanlı ev-mahalle modeli)
tartışılıyor, kentlere monte edilmeye çalışılıyor. Bizim Osmanlı modelinde üretilmiş
birtakım mekanizmalar bunu sağlıyor.
Biz kadını birtakım koşullamalara zorluyoruz. Batı kenti bir fetiştir. Yani biz diyoruz ki,
“binaları yükseltelim kadın bu kent içerisinde kendi kimliğini ortaya koysun.” Bu yanlış
bir yöneliştir. Kadın dediğim gibi “gözeten” bir varlıktır, bir “ziynet”tir. Biz bu ziyneti
sokağa atarak onu kirletiyoruz. Teşekkür ediyorum.
MODERATÖR – Hilal Hanım buyurun.
Hilal GÖRGÜN19
– Teşekkür ederim.
Ejder Bey’in kaldığı bir yerden devam etmek istiyorum.
Aslında Özer hocamız kısaca değinmişti. Klasik dönem Osmanlı mahallesinden, şeh-
rinden bahsediyoruz. Biraz karşılaştırma yapabilmek açısından, bu döneme denk gelen
Batı’daki bazı durumlardan da bahsetmek istiyorum.
Özer hocamız Osmanlı şehri ile ilgili çalışmaları veya İslam şehirleri ile ilgili modern
çalışmaları başlatanların Batılılar, oryantalistler olduğunu söyledi.
Üzerinde durmak istediğim iki konu var. Birincisi Batılıların İslam şehrine baktıkları
zaman ne gördükleri? Özellikle 19’uncu yüzyılda. İkincisi, bizim klasik şehirlerimizden
bahsederken Batı’daki bunun karşılığı ne?
Özer hocamız reayadan bahsetmişti. Bunun karşılığı feodal dönemde Batı dillerinde
hepiniz mutlaka bilirsiniz burjuva, bürger veya citizen şeklinde isimlendirilebilecek
olan şeyler ve bunların hepsi de bizim burç kelimesinden, kale kelimesinden türetil-
19 Dr., Araştırmacı - Yazar
43
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
miş olan burjuva veyahut da bürger kelimesi. Nedir bürger veya burjuva veya citizen?
Korunmuş olan alanda yaşayan, bir nevi kalenin içinde yaşayan demek. Kalenin için-
de yaşayan, yani sınırları belirli o surların içerisinde yaşayan kesimin hakları vardır
ki bunun yansımalarını bugünkü modern hukukta da zaten görüyoruz. Avrupa veya
Almanya’dakiler insan hakkından bahsetmez; diyelim ki bürgerin hakkı vardır, bir de
insanların genel hakları, bunlar farklıdır.
Bu bağlamda şehrin yapısı insanların konumunu da yani insanların nerede yaşadıkları
onların haklarını hukuklarını da belirliyor. Onların böyle bir geçmiş içerisinden gelip
de daha sonra tabii ki şehirleşmelerini burada ele alacak değiliz ama alt yapısı bu feo-
dal sistem. Oryantalistler gelip de bizim Osmanlıyı gördükleri zaman. Osmanlı derken
bunu sadece İstanbul ve Anadolu olarak değil çok geniş bir coğrafyadan bahsetmemiz
gerektiğini düşünüyorum.
Timothy Mitchell’in “Colonization of Egypt” isimli, “Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi” is-
miyle tercüme edilmiş güzel bir kitabı var. Orada, İngiliz ve Fransızlar 19’uncu yüzyılda
Mısır’a gelip Mısır’ın modernleştirilmesi için seferber oldukları zaman, çeşitli raporlar
yazıp ülkelerine gönderiyorlar. Özellikle Süveyş Kanalı’nın açılışı sırasında çok büyük
bir işgücüne ihtiyaç oluyor ve yüz binlerce insanın orada öldüğünden de bahsediliyor.
Burada insan kaynağı arayışına giriştikleri zaman, şöyle bir şeyi rapor ediyor, bu rapor
tüylerimi diken diken etmiştir: “Biz Mısır’ın nüfusunu sayamıyoruz, mimari yüzünden
evlerin mahrem alanlarına giremediğimiz için nüfusun yüzde ellisi hakkında hiçbir
malumatımız yok, işgücü olarak bunları kullanamıyoruz.” diyorlar.
Modern Mısır köyleri oluşturmaya başlıyorlar. Bu modern köylerde, kimin nerede bu-
lunup hangi işte çalışacağı belli. Odaların sayısını, orada kaç kişinin yaşayacağını, am-
barların nerede olacağını, tamamen insanların işgücünü kullanabilecek, onları sayabi-
lecekleri bir yerleşim şekline geçiliyor.
Bunu Kahire’nin 19’uncu yüzyıldaki modern şehirleşme düzeninde yeni Kahire’de
çok net görüyoruz.
Benim söyleyeceklerim bu konuyla ilgili bu kadar ama bir iki nokta üzerinde de fikirler-
imi söylemek istiyorum.
Kadının üreten olup olmadığından bahsedildi. Aslında ben bunu bulunduğum her
ortamda gündeme getirmeye çalışıyorum; çalışmayan bir kadın yok aslında. Belki şu
düşünülebilir: Dışarıda çalışıp da eve para getirmeyen bir kadından bahsetmek belki
TDV KAGEM
44
mümkün ama çalışmayan bir erkekten bahsedebilirsiniz, anne olmuş özellikle çalışma-
yan bir kadından bahsetmek mümkün değil. Bu işin tabiatına aykırı bir şeydir. Bunun
sürekli göz önünde bulundurulması gerekiyor. Zengin değilse, vakıf kuramadıysa bu
kadının üretime katılmadığı anlamına gelmiyor. Muhakkak ki hepiniz biliyorsunuz
bunu yani benim burada hatırlatmama gerek yok fakat bizim gözümüzden, hüküme-
timizin de gözünden kaçırdığı bu noktanın özellikle sürekli altının çizilmesi lazım.
Kadın sürekli çalışıyor ama çalıştığı alanlar değişiyor.
Teşekkür ediyorum.
MODERATÖR – Çok teşekkürler. Buyurun Alev Hanım.
Alev ERKİLET20
– Teşekkür ederim.
Öncelikle Özer hocaya çok teşekkür etmek istiyorum; şu an kadın meselesi üzerinden
konuşuyoruz ama söylediklerinin kent sosyolojisi açısından da çok önemli noktalara
işaret ettiği kanaatindeyim. İzin verirseniz, 2006’dan bu yana kent sosyolojisi ve İstan-
bul üzerine çalışırken ulaştığım bazı tespitleri sizinle paylaşmak isterim.
İstanbul›'da sizin bahsettiğiniz dönemlerden bugüne gelinceye kadar çok temel bir
kentsel transformasyon olduğu; 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren de bu trans-
formasyonun çok hızlandığı kanaatindeyim. Geleneksel, tarihsel kent çok-dinli, çok-
kültürlü ve çok-sınıflı idi. Farklı sınıflardan insanların mahallede bir arada bulunmasın-
dan -sizin işaret ettiğiniz sosyal dayanışmacı ağlar çerçevesinde- toplumsal yarılmaların
çatışma maliyetiyle topluma geri dönmemesini de sağlayan bir mekanizma doğdu. Bu-
nun içinde kadının mahremiyetinin ayrı bir tartışılabilirliği var elbette, ama söyledikle-
riniz kendi başına da çok önemli.
Bugüne doğru geldikçe, yerleşim yerlerinin giderek sınıflara göre bölündüğünü, hatta
bugün geldiğimiz noktada gettolaşma riski taşımaya başlamış yerleşim yerlerine doğru
bir değişim yaşandığını görüyoruz. Bu dönemde, mahremiyet-mekân ilişkisi, sadece
cinsiyet üzerinden kurulmakla kalmıyor, giderek “bizden olmayan” tüm ötekileri, di-
ğer sınıfları da içerecek biçimde genişletiliyor. Kent her tür “öteki” nden uzak kalmaya
dönük olarak tasarlanmaya başlanıyor. Kapalı ve kapılı yerleşim alanları (gated com-
munity) olarak adlandırdığımız alanlar, hem kadınların kentsel yaşamdan soyutlanarak
kapatıldığı yerler olarak hem de orta sınıf profesyonel beyaz yakalı insanların kendi-
lerini diğer toplumsal sınıflara karşı kapattığı yerleşimler olarak karşımıza çıkıyor.
20 Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, Bölüm Başkanı
45
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
Dolayısıyla hem mahremiyet algısı değişiyor, hem de mahallenin doğası. Belki Köksal
hocam da bu konuda bir şeyler söylemek isteyebilir. Ben mekân-ayrışma bağlantısını
dikkatinize sunmakla yetinmiş olayım.
Bünyamin BEZCİ21
– Teşekkür ederim hocam.
Ben aslında özellikle Özer hocamın anlatımının gayet tutarlı olduğunu, gayet açıklayıcı
olduğunu düşünüyorum ama sanki bir tek şey göz ardı edilmiş gibi; gündüz kamusal-
lığıyla gece kamusallığının bir şekilde ayrı olabileceğini düşündüm. Aslında söylemeye
çalıştığım şey şu: Özer hocanın anlattığı tutarlı, belgelere dayalı hikâyesi daha ziyade
bana gündüz kamusallığıyla alakalıymış gibi görünüyor.
MODERATÖR – Bu ne demek bunu bizim için de açıklar mısınız?
Bünyamin BEZCİ – Mesela, şöyle bir şey: Bir Ermeni ile bir Müslüman’ın gece kamu-
sallığında çok da birlikte olmadığını ama gündüz kamusallığında, ulu yolda, üzüm
salkımı önemli bir metafor ya da çarşıda mutlaka birlikte olduklarını ama gece kamu-
sallığında çok da birlikte olamayabildiklerini düşünüyorum aslında. Anadolu kentle-
rinde mesela Maraş’ta bir Alevi ile bir Sünni aynı şekilde farklı mahallelerde. Bu ulu
yolda, mesela çarşıda, pazarda gündüz kamusallığında bir araya gelen insanların gece
kamusallığında birbirlerine çok da misafir olmadıklarını, belki her birinin ayrı çıkmaz
sokakta yaşadığını göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum.
BİR KATILIMCI – Gece kamusallığının ne demek olduğunu açıklar mısınız?
Bünyamin BEZCİ – Birbirlerine misafir oluyorlar mı gece? Gerçekten oluyorlar mıydı
insanlar? Gece birlikte oluyorlar mıydı yani akşamdan sonra?
MODERATÖR – Bu soruyla nereye varıyorsunuz hocam?
Bünyamin BEZCİ – Benim bu sorudan varmaya çalıştığım şey aslında Özer hocamın
belgelerde gördüğü şeyin sadece gündüzle alakalı olduğu.
Lütfi BERGEN – Efendim, şimdi “gece kamusallığı” olabilir belki böyle bir ayrıştır-
ma yapılabilir. Ama Osmanlı mahallesinde “yatsı”dan sonra zaten hayat yok. Osmanlı
gecesi için konuşuyorum, gece sokağa çıkan tutuklanıyordu.
Bir de şunu söylemek istiyorum: Gayrimüslimlerin iştigal ettikleri meslekler, sınıfsal
olarak kazanma biçimleri ile Müslümanların kazanma biçimleri zaten farklı. Dolayısıyla
bu toplumun mahalle kavramını kazanç biçimiyle, sınıfsal özellikleri ile de değerlendir-
mek lazım. Bunu söylemek istiyorum.
21 Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
TDV KAGEM
46
Didem HAVLİOĞLU – Ben bir şey eklemek istiyorum. Mesela, karagöz oyunlarına
bakalım ne zaman yapılıyor böyle bir eğlence diye. Özellikle ramazanda gece boyun-
ca yapılan eğlenceler bunlar. Karagöz oyunlarına baktığınızda karakterler çok çeşitli.
Türk’ü, Ermeni’si, Yahudi’si hepsi var. Seyircinin öyle olmadığı bir yerde oyunun böyle
olması gerekmiyor. Mantık olarak oturmuyor çünkü her tiplemenin tîye alındığı bir
oyun karagöz. Bunu biraz göz önünde bulundurmak gerekir. Hakikaten güzel bir soru
sordunuz ama gece eğlencelerine bakılarak belki bir şey söylenebilir demek istedim
ben.
MODERATÖR – Abdullah Bay hocam buyurun.
Abdullah BAY22
– Hocam, birkaç konuya değinmek istiyorum. Sanki mahalleye
dışarıdan kimse alınmıyor gibi bir ön kabul oluştu. Evet, Osmanlı mahallesinde farklı
bir tutum var. Ama yine Osmanlı hanesinde aile dışından geniş bir öteki zümre de var.
Ben konuyu Osmanlı hanesinde yabancılar veya ötekiler olarak tanımlayabileceğimiz
kesim açısından da değerlendirmek istiyorum. Bu noktada araştırmaya yeni açılan
1834 tarihli Nüfus Defterlerinden bahsetmek istiyorum. Aileye daha sonra katılan kö-
leler, hizmetçiler, sütanneler, yetimler, oğulluklar ve beslemeler ve mürebbiyeler gibi
geniş bir kesim bulunuyor. Sadece Trabzon dâhilinde mahremin mahremi dediğimiz
Müslim aileler tarafından ailenin içerisine alınan oğulluk sayısı yabancıdır bunlar, 58
kişidir. Yine oğulluklar ile yakından ilgili teba, yetim ve aileye sonradan katılan köleler
bu sayıya dâhil edilmemiştir. Bunlar da katıldığında daha büyük rakamlara ulaşılıyor.
Bu defter kayıtlarında kadınlara dair bilgiler bulunmadığından besleme olarak isimlen-
dirilen kız çocuklarının ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Bu mahrem çizgiler öyle
mahalleye dışarıdan gelene yan gözle bakıldığı, ön kabul gibi oluşuyor, ama ailenin
içerisine yabancı bir kişi alınıyor. Burada mahremi nasıl izah edeceğiz, aile bunu nasıl
algılıyor?
Aslında kadınlara ait nüfus bilgilerinin de yer aldığı 1885 tarihli defterler açılsa daha
sonraki dönemlerin de incelenmesiyle daha sağlıklı bilgilere ulaşılabilir. Yalnız bunu
1885 defterleri açılmadığından tespit edemiyoruz. Yani orada aileye daha sonra katı-
lanların oranları, aynı zamanda kız çocuklarının ne kadar alındığını ve ilişkilerin boyu-
tunu tespit edebiliriz, ama açılmadığından göremiyoruz.
Bir de şu var: Şu anda KAGEM’in de çalışmaları arasında zannediyorum, kurum ba-
kımındaki çocukların koruyucu aileler tarafından alınmasına, himaye edilmesine
22 Yard. Doç. Dr., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
47
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN
çalışılıyor. Şu anda ailelerin mahremiyet algısından dolayı yaygınlaştırılamadığı belir-
tiliyor. Fakat Osmanlı döneminde şu andaki ön kabulden ve hatta evlatlık sayısından
daha fazla sayıda oğulluk ve besleme var. Bunlar aileye, mahrem alana daha sonra dâhil
olan kişiler. Bunu Osmanlı toplumunun nasıl algıladığı ve çözdüğü ilginç bir araştırma
konusu olabilir.
Birde şöyle bir tespitim var. Mahrem algısının dönem olarak da göz önünde
bulundurulması kanaatindeyim. Örneğin, Lale Devri’ndeki kamusal alandaki mahrem
algısıyla diğer bir dönemdeki kamusal algı aynı mı? Yine toplumsal katmanlar arasın-
daki mahremiyet algılarına, tepkilere bakıyoruz ki isyanın en büyük sebeplerinden bir
tanesi de bu algı herhalde. Taşrada da farklılıklar var gibi. Mehmet Akif hocamız değin-
di, köy ve şehirde de farklılık var.
Tam bu konuda Dina Rizk Khoury’nin Musul üzerine “Terlikler Kapıda mı? Kapalı Ka-
pılar Ardında mı? Ev İçinde Kamusal Mekânda Musullu Kadınlar” başlıklı bir makalesi
var. Yazar araştırmasında atasözleri ve tarihî kayıtları da kullanıyor. Ben buna da dikkat
çekmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
MODERATÖR – Peki, buyurun Şaban Ali Bey.
Şaban Ali DÜZGÜN23
– Teşekkür ediyorum ben de sunumlar için.
Hem sunumlar hem de müzakereler çok verimli oldu sabah. Soru sormayacağım katkı
mahiyetinde birkaç hatırlatmam olacak.
Kur’an-ı Kerim’de şehir anlamında karye, belde, medine gibi terimler kullanılmaktadır.
Bunlar içerisinde belde daha çok sık referans alan bir terimdir.
Her biri ayrı bağlamlarda kullanılmaktadır. Örneğin medine halkı tanımlanırken çok
çarpıcı bir ifade kullanılmaktadır: “Ve min ehlil Menineti meredû ‘ala’n-nifâk / Münafıklık
en fazla şehirlerde olur”24
diye. Ayet-i Kerime ister yaşadığımız şehirlere isterse özel
olarak Medine’ye işaret etsin, şehrin sosyal gerçekliğini açığa çıkarması ve nasıl mekân-
larda yaşadığımız hakkında ipuçları vermesi açısından oldukça çarpıcıdır.
Belde tabirini Kur’an-ı Kerim, ayağı yere basan, toplumsal ve çevresel karşılıkları olan
bir zeminde tanımlayarak önümüze getirmektedir.
23 Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Kelam A.B.D Öğretim Üyesi
24 Tevbe 9-101.
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân
Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân

More Related Content

Viewers also liked

Viewers also liked (7)

Presentación susan
 Presentación susan Presentación susan
Presentación susan
 
A2_2 Hanna Blanck ISOR
A2_2 Hanna Blanck ISORA2_2 Hanna Blanck ISOR
A2_2 Hanna Blanck ISOR
 
Taller de los_sentidos
Taller de los_sentidosTaller de los_sentidos
Taller de los_sentidos
 
охорона праці (білети)
охорона праці (білети)охорона праці (білети)
охорона праці (білети)
 
Greenhouse gas trade-offs and N cycling in low-disturbance soils with long te...
Greenhouse gas trade-offs and N cycling in low-disturbance soils with long te...Greenhouse gas trade-offs and N cycling in low-disturbance soils with long te...
Greenhouse gas trade-offs and N cycling in low-disturbance soils with long te...
 
Poverty and Mental Illness final paper
Poverty and Mental Illness final paperPoverty and Mental Illness final paper
Poverty and Mental Illness final paper
 
6-14-Where to Watch VR Vid
6-14-Where to Watch VR Vid6-14-Where to Watch VR Vid
6-14-Where to Watch VR Vid
 

Similar to Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân

KAGEM Bülten Merhamet Dünyamızı Nasıl Aydınlatabilir?
KAGEM Bülten Merhamet Dünyamızı Nasıl Aydınlatabilir?KAGEM Bülten Merhamet Dünyamızı Nasıl Aydınlatabilir?
KAGEM Bülten Merhamet Dünyamızı Nasıl Aydınlatabilir?testkgm
 
Yenilikci tarih ogretimi_etkinlikleri(1)
Yenilikci tarih ogretimi_etkinlikleri(1)Yenilikci tarih ogretimi_etkinlikleri(1)
Yenilikci tarih ogretimi_etkinlikleri(1)Ömriye Karataş
 
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni 23. Sayı
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni 23. Sayıİstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni 23. Sayı
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni 23. SayıMelik YALÇİN
 
Ortak Gelecek için Diyalog Derneği Faaliyet Raporu
Ortak Gelecek için Diyalog Derneği Faaliyet RaporuOrtak Gelecek için Diyalog Derneği Faaliyet Raporu
Ortak Gelecek için Diyalog Derneği Faaliyet RaporuBaybars Örsek
 
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni | 22. Sayı
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni | 22. Sayıİstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni | 22. Sayı
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni | 22. SayıMelik YALÇİN
 
Akademisyenlikten Sonra Yaşam
Akademisyenlikten Sonra YaşamAkademisyenlikten Sonra Yaşam
Akademisyenlikten Sonra YaşamChange.org
 
engelilik (1).pptx
engelilik  (1).pptxengelilik  (1).pptx
engelilik (1).pptxsema823568
 
ESKİŞEHİR KENT KONSEYİ
ESKİŞEHİR KENT KONSEYİESKİŞEHİR KENT KONSEYİ
ESKİŞEHİR KENT KONSEYİkent konseyi
 
Ülkemizdeki Kadın İşgücü İstihdamının Dünya ve Avrupa Ülkeleriyle Karşılaştır...
Ülkemizdeki Kadın İşgücü İstihdamının Dünya ve Avrupa Ülkeleriyle Karşılaştır...Ülkemizdeki Kadın İşgücü İstihdamının Dünya ve Avrupa Ülkeleriyle Karşılaştır...
Ülkemizdeki Kadın İşgücü İstihdamının Dünya ve Avrupa Ülkeleriyle Karşılaştır...Hayata Dokun
 
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASIİÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASIAli Osman Öncel
 
Gönüllülük Yaşı
Gönüllülük YaşıGönüllülük Yaşı
Gönüllülük YaşıChange.org
 
Eskisehir kent konseyi
Eskisehir kent konseyiEskisehir kent konseyi
Eskisehir kent konseyikent konseyi
 
Savunuculuk ve Demokratik Katılım Ders Notları
Savunuculuk ve Demokratik Katılım Ders NotlarıSavunuculuk ve Demokratik Katılım Ders Notları
Savunuculuk ve Demokratik Katılım Ders NotlarıERAY AKDAG
 
Peygamberimiz (sav) 'in mucizeleri. turkish (türkçe)
Peygamberimiz (sav) 'in mucizeleri. turkish (türkçe)Peygamberimiz (sav) 'in mucizeleri. turkish (türkçe)
Peygamberimiz (sav) 'in mucizeleri. turkish (türkçe)HarunyahyaTurkish
 
TÜRKİYE’DE OKUL PSİKOLOJİK DANIŞMANLIĞINDA ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK/ MULTICULTURALISM ...
TÜRKİYE’DE OKUL PSİKOLOJİK DANIŞMANLIĞINDA ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK/ MULTICULTURALISM ...TÜRKİYE’DE OKUL PSİKOLOJİK DANIŞMANLIĞINDA ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK/ MULTICULTURALISM ...
TÜRKİYE’DE OKUL PSİKOLOJİK DANIŞMANLIĞINDA ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK/ MULTICULTURALISM ...AzerbaijanJournalofE1
 
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdfParaşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdfRumeysaKse
 
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 жТүркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 жMuhamedrahim Kursabaev
 

Similar to Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân (20)

KAGEM Bülten Merhamet Dünyamızı Nasıl Aydınlatabilir?
KAGEM Bülten Merhamet Dünyamızı Nasıl Aydınlatabilir?KAGEM Bülten Merhamet Dünyamızı Nasıl Aydınlatabilir?
KAGEM Bülten Merhamet Dünyamızı Nasıl Aydınlatabilir?
 
Yenilikci tarih ogretimi_etkinlikleri(1)
Yenilikci tarih ogretimi_etkinlikleri(1)Yenilikci tarih ogretimi_etkinlikleri(1)
Yenilikci tarih ogretimi_etkinlikleri(1)
 
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni 23. Sayı
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni 23. Sayıİstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni 23. Sayı
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni 23. Sayı
 
Ortak Gelecek için Diyalog Derneği Faaliyet Raporu
Ortak Gelecek için Diyalog Derneği Faaliyet RaporuOrtak Gelecek için Diyalog Derneği Faaliyet Raporu
Ortak Gelecek için Diyalog Derneği Faaliyet Raporu
 
Yüksek Öğretim Vizyonu
Yüksek Öğretim VizyonuYüksek Öğretim Vizyonu
Yüksek Öğretim Vizyonu
 
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni | 22. Sayı
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni | 22. Sayıİstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni | 22. Sayı
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı | Vakıf Bülteni | 22. Sayı
 
Akademisyenlikten Sonra Yaşam
Akademisyenlikten Sonra YaşamAkademisyenlikten Sonra Yaşam
Akademisyenlikten Sonra Yaşam
 
engelilik (1).pptx
engelilik  (1).pptxengelilik  (1).pptx
engelilik (1).pptx
 
ESKİŞEHİR KENT KONSEYİ
ESKİŞEHİR KENT KONSEYİESKİŞEHİR KENT KONSEYİ
ESKİŞEHİR KENT KONSEYİ
 
Ülkemizdeki Kadın İşgücü İstihdamının Dünya ve Avrupa Ülkeleriyle Karşılaştır...
Ülkemizdeki Kadın İşgücü İstihdamının Dünya ve Avrupa Ülkeleriyle Karşılaştır...Ülkemizdeki Kadın İşgücü İstihdamının Dünya ve Avrupa Ülkeleriyle Karşılaştır...
Ülkemizdeki Kadın İşgücü İstihdamının Dünya ve Avrupa Ülkeleriyle Karşılaştır...
 
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASIİÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
 
Gönüllülük Yaşı
Gönüllülük YaşıGönüllülük Yaşı
Gönüllülük Yaşı
 
Eskisehir kent konseyi
Eskisehir kent konseyiEskisehir kent konseyi
Eskisehir kent konseyi
 
Savunuculuk ve Demokratik Katılım Ders Notları
Savunuculuk ve Demokratik Katılım Ders NotlarıSavunuculuk ve Demokratik Katılım Ders Notları
Savunuculuk ve Demokratik Katılım Ders Notları
 
Peygamberimiz (sav) 'in mucizeleri. turkish (türkçe)
Peygamberimiz (sav) 'in mucizeleri. turkish (türkçe)Peygamberimiz (sav) 'in mucizeleri. turkish (türkçe)
Peygamberimiz (sav) 'in mucizeleri. turkish (türkçe)
 
TÜRKİYE’DE OKUL PSİKOLOJİK DANIŞMANLIĞINDA ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK/ MULTICULTURALISM ...
TÜRKİYE’DE OKUL PSİKOLOJİK DANIŞMANLIĞINDA ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK/ MULTICULTURALISM ...TÜRKİYE’DE OKUL PSİKOLOJİK DANIŞMANLIĞINDA ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK/ MULTICULTURALISM ...
TÜRKİYE’DE OKUL PSİKOLOJİK DANIŞMANLIĞINDA ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK/ MULTICULTURALISM ...
 
PROF. DR. İLHAN KUM'A ARMAĞAN
PROF. DR.  İLHAN KUM'A ARMAĞANPROF. DR.  İLHAN KUM'A ARMAĞAN
PROF. DR. İLHAN KUM'A ARMAĞAN
 
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdfParaşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
 
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 жТүркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
 
Bilginin Serüveni: Dünü, Bugünü ve Yarını...
Bilginin Serüveni: Dünü, Bugünü ve Yarını...Bilginin Serüveni: Dünü, Bugünü ve Yarını...
Bilginin Serüveni: Dünü, Bugünü ve Yarını...
 

Osmanlıdan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân

  • 1.
  • 3. OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN ÇALIŞTAY TEBLİĞ VE MÜZAKERELERİ Editör : Bedriye YILMAZ Kapak Tasarım : Ali AKGÜN Redaksiyon : Şeyma YIKILMAZ Yayın No : 599 Sempozyum ve Paneller Serisi : 49 Yayıncı Sertifika No : 15402 ISBN : 978-975-389-680-1 15.06.Y.0005.599 Ankara 2015 © Bütün Hakları Türkiye Diyanet Vakfına aittir. 1. Baskı, Mayıs 2015, Ankara, 1.000 adet. TDV Kadın Aile ve Gençlik Merkezi (KAGEM) Organizasyonu ile gerçekleştirilen Çalıştaya ait bu eserde yer alan Tebliğ ve Müzakereler, İlksay Kurulu’nun 11.03.2015 tarih ve 2/7 kararıyla uygun görülmüş ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti’nin 31.03.2015 tarih ve 1509 sayılı kararıyla basılmıştır. BASKI : Serhat Mah. 1256 Sokak No:11 Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 354 91 31 (pbx) Faks : 0312 354 91 32 e-posta : tdvyayin@diyanetvakfi.org.tr
  • 4. 3 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN İÇİNDEKİLER 5 | Kitap Hakkında BİRİNCİ BÖLÜM Osmanlı’dan Günümüze Cinsiyet Mahremiyet ve Mekân 8 Haziran 2013-İstanbul 9 | Açış Konuşması: Hicret TOPRAK I. OTURUM 12 | Moderatör: Necdet SUBAŞI 13 | Tebliğ: Özer ERGENÇ “Klasik Dönem Osmanlı Toplumunda Mekân, Mahremiyet ve Cinsiyet İlişkileri Üzerine” 19 | Müzakere: Adalet BAYRAMOĞLU ALADA 22 | Müzakere: Mehmet Akif AYDIN II. OTURUM 31 | Moderatör: Necdet SUBAŞI 31 | Ara sunum ve Müzakereler 32 | Ek Sunum: Didem HAVLİOĞLU “Erken-Modern Osmanlı Şiiri, Mekân ve Toplumsal Cinsiyet 35 | Katılımcı Müzakereleri 51 | Ek Sunum: Elif Ekin AKŞİT VURAL “Mekân Çalışmalarında Kadın Tarihinin İmkânları” 58 | Katılımcı Müzakereleri
  • 5. TDV KAGEM 4 III. OTURUM 61 | Moderatör: Necdet SUBAŞI 62 | Tebliğ: Uğur TANYELİ “Toplumsal Cinsiyet Örüntülerini Fiziksel Çevre Bağlamında Okumak: 18. yy’dan Bu Yana İstanbul’un Kadınları, Mekânları ve Korkuları” 69 | Müzakere: Irvin Cemil SCHICK 74 | Müzakere: Sadettin ÖKTEN IV. OTURUM 79 | Moderatör : Necdet SUBAŞI 80 | Katılımcı Müzakereleri ve Ek Sunumlar 105 | Ek Sunum: Sertaç ŞEHLİKOĞLU “Kadınlara Mahsus Spor Salonlarında Mahremiyetin Yaşayan Sınırları” 118 | Katılımcı Listesi İKİNCİ BÖLÜM 121 | Toplumsal Ci̇nsi̇yet ve Din - 10 Mart 2012 Ankara I. OTURUM 126 | Tebliğ: Süheyb ÖĞÜT “Kadın Yoktur, Müslüman Kadın Vardır” 137 | Müzakere Raporu II. OTURUM 141 | Tebliğ: Nazife ŞİŞMAN “İslam ve Kadın” Tartışmalarının Arka Planındaki Sosyo-Politik” 142 | Müzakere Raporu 167 | Katılımcı Listesi
  • 6. 5 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN KİTAPHAKKINDA Bu kitap Türkiye Diyanet Vakfı KAGEM bünyesinde 2012’de başlayıp devam et- mekte olan “İslam Toplumlarında Cinsiyet, Mahremiyet ve Sosyal Hayat” üst başlıklı çalıştayların ilk ikisini içermektedir. Kadını İslam din ve kültür dairesi içinde ele alan ve onun sosyal gerçekliğini dinî lite- ratürün ortaya koyduğu sabit ve değişkenler üzerinden tartışmaya açan müktesebatın bugün genişleyen ve çeşitlenen tartışmalar ekseninde bir hayli yorgun düştüğü izahtan varestedir. Oysa bu veri kaynağını hiçbir şekilde göz ardı etmeksizin doğrudan sosyal gerçeklik dünyasındaki yansımalarına bir göz gezdirildiğinde geçmişten bugüne akan türlü deneyimsel kayıtların da esaslı bir şekilde hesaba katılması gerektiğini bize gös- termektedir. Bir sosyal tarih perspektifi içinde bakıldığında kadının toplumsal rol ve temsilinin nasıl değerlendirildiği/değerlendirilebileceği konusunda ne yazık ki kuşatıcı düzeyde bir çalışma söz konusu değildir. KAGEM bu eksikliğin farkında olarak kadının Müslüman tarih bölgesinde ortaya koyduğu kimlik, kişilik ve temsil örüntülerini, gündelik ger- çekliğin her gün değişen yapısını da dikkate alarak değerlendirme çabası içine girmiş- tir. Gerçekten de tarihsel zemin içinde kadının bireysel ve toplumsal yapı içindeki yerinin dışsal etki ve bakış açılarını da hesaba katarak geniş bir çerçevede ele alınması bugün kadın konusunu bir problematikten öteye götüremeyen araştırmacı zihinler için de yol gösterici imkânlar sunacaktır. Bu ihtiyaçtan hareketle 2014 yılından itibaren “İslam Toplumlarında Cinsiyet, Mahremiyet ve Sosyal Hayat” başlıklı çalıştaylar dizisi başlatılmış oldu. O günden bu yana bir ya da iki aylık periyotlarda üst başlığa bağlı
  • 7. TDV KAGEM 6 olarak tespit edilen her konu başlığı, tam günlük bir programla farklı disiplinlerden akademisyenlerin katılımlarıyla ele alındı. Bu çalıştayların ilk çıktılarından oluşan elinizdeki kitabın ana bölümü 8 Haziran 2013 tarihinde gerçekleştirilen “Osmanlı’dan Günümüze Cinsiyet, Mahremiyet ve Mekân” başlıklı çalıştaya ait sunum ve müzakereleri içermektedir. Söz konusu çalıştayda, mev- cut “cinsiyet algıları” tarihsel veriler ışığında ve akademik bir düzlemde tartışılmış- tır. Tarihte var olduğu düşünülen uygulamaların gerçekte var olup olmadığı, varsa bu uygulamaların zaman ve mekân bağlamında neye karşılık geldiği, cinsiyet örüntüleri- nin mekâna yani “ev”e, “sokak”a, “mahalle”ye, “şehir”e nasıl yansıdığı ve “mahremiyet” bağlamında ne tür düzenekler üretildiği üzerinde farklı disiplinlerin sunduğu imkânlar eşliğinde konuya farklı açılımlar sağlanmıştır. Mekânların oluşumunda “cinsiyet”in et- kisinin din, meslek, etnisite gibi çoklu değişkenlerle birlikte ele alınması gerektiği vur- gulanmıştır. Ayrıca, “ev”in mahremiyetinin yanı sıra, “sokak ve mahalle” gibi ikincil, üçüncül mahremiyet alanlarının varlığına da dikkat çekilmiştir. İkinci bölümde ise 10 Mart 2012 tarihinde “Toplumsal Cinsiyet ve Din” başlığı altında gerçekleştirilen ve “İslam ve Kadın” tartışmalarının kültürel ve sosyo-politik arka planının ele alındığı çalıştaya ait tebliğ ile müzakere özetleri yer almaktadır. Söz konu- su çalıştayda ise konunun modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan kavramlarla irdelenip irdelenemeyeceği tartışılmıştır. Bu uzun soluklu çalışmanın başlangıcından itibaren hazırlık ve yürütme aşamaların- da desteklerini esirgemeyen değerli hocalarımıza, ayrıca tebliğ ve müzakereleriyle konunun aydınlatılmasına katkı sunan tüm katılımcı akademisyenlere şükranlarımızı sunarız. Türkiye Diyanet Vakfı KAGEM
  • 8. 7 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN Birinci Bölüm osmanlı’dan günümüze cinsiyet, mahremiyet ve mekân
  • 10. 9 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN Açış Konuşması Hicret TOPRAK1 Değerli Konuklar, Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye Diyanet Vakfı KAGEM olarak bugün ikincisini düzenlediğimiz anlamlı bir etkinlik vesilesiyle bir aradayız. Bir seri çalıştaylar zincirinin ikincisinde, cinsiyet ve mahremiyet konusunu mekân bağlamında ele almayı ve müzakere etmeyi hedefliyoruz. Bir önceki çalıştayımızda toplumsal cinsiyet ve din ana başlığı altında bu konuyu modern dönemde bir mesele olarak ortaya çıkışından itibaren ele almış ve doğrusu oldukça farklı bakış açılarını dinleme ve konuyu tartışma imkânı bulmuştuk. Bugün de çok değerli konuklarımız var. Söz konusu problematik ekseninde düşünce üreten, katkı sunan, yaklaşım ve önerileriyle akademik ve entelektüel literatürde yer alan konuklarımızı bugün burada daha geniş bir müzakere heyetinin parçası olarak görmek umarım hepimiz için besleyici ve geliştirici olacaktır. Osmanlı’dan günümüze cinsiyet ve mahremiyet ilişkilerinin mekân bağlamında ele alınıp tartışılmasını hedeflendiği bu çalıştayda bir sonuca, bir karara varmaktan çok bu konudaki çabalarımızı doğru bir şekilde yönlendirecek sorulara, tartışma ve müzakerelere ihtiyacımız olduğunu belirtmek istiyorum. 1 TDV KAGEM Müdürü
  • 11. TDV KAGEM 10 KAGEM olarak cinsiyet konusunun din, kültür, toplum ve medeniyet bağlamında ve modernite, tarihsel durum, siyaset ve coğrafya gibi türlü bileşenler içinde ele alınması gerektiğine ve bunlardan herhangi birini dışarıda bırakan bir tartışma zemininin konuyu tam olarak ortaya koyamayacağına inanıyoruz. Dolayısıyla kendimize dert edindiğimiz bu konuyu disiplinler arası bir yaklaşımla ele almayı, müzakere etmeyi ve böylece derinleşerek açıklığa kavuşturmayı hedefliyoruz. Konularımızı tek tarafı ya da belirli bir disipline çakılı bir perspektifle ele almak yer- ine, belirleyici ve etkileyici tüm dinamikleri dikkate alan, bunlardan herhangi birine mesafeli olmayan bir tartışma zemini üretmek istiyoruz. Hiç kuşkusuz bunu en iyi yollarından biri de akademik ve entelektüel müzakere kanallarını devreye sokmaktır. Bugün burada bu ilke ve ölçütler temelinde çoğulcu seslere, farklı mülahazalara kulak vermek ve ortak aklın öngördüğü bir zeminde hakikati keşfetmeye çalışacağız. Bu vesileyle tüm katılımcılara tekrar hoş geldiniz diyor, oturumlarımızın verimli ve bereketli geçmesini diliyorum.
  • 12. 11 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN I. OTURUM Moderatör - Necdet SUBAŞI
  • 13. TDV KAGEM 12 Moderatör - Necdet SUBAŞI2 Efendim günaydın. Hoş geldiniz. Bugün gerçekten güzel bir etkinliği gerçekleştireceğimizi umuyorum. “Os- manlı’dan Günümüze Cinsiyet, Mahremiyet ve Mekân” başlıklı çalıştayı başlatıyoruz. Hali hazırda konuyu yeterince bilmiyoruz. Bu konunun bugün aldığı şekli, bugün ulaştığımız zemini de doğrusu yeterince kavramış ve anlamış değiliz. Her şey değişiyor, her şey yeniden şekilleniyor. Bu nedenle düzenleyici ar- kadaşlar mekânı merkeze alarak, cinsiyet ve mahremiyet ilişkilerini Osman- lı’dan günümüze değişen tabiatı içerisinde ele almayı doğru ve verimli bir tercih olarak ortaya koydular. Mekânda neler oluyor, mekân kavramının gele- neksel ve modern geçiş döneminde anlamları nedir bu konu öyle sanıyorum şöyle bir soru etrafında netleşecek: Mekân imandan münezzeh midir, inançtan münezzeh midir, dinden münezzeh midir, cinsiyetten münezzeh midir? Tam tersi hepsinin içinde olduğunu ben de çok kısa ön hazırlıklar yaparken fark ettim.2 Şimdi Sayın Özer Ergenç hoca bize bir genel çerçevelendirme konuşması yapacaklar. Katıldıkları için kendilerine teşekkür ediyorum. Ardından da iki müzakeremiz var. 2 Dr., Diyanet İşleri Başkanlığı Strateji Geliştirme Başkanı
  • 14. 13 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN Klasik Dönem Osmanlı Toplumunda Mekân, Mahremiyet ve Cinsiyet İlişkileri Özer ERGENÇ3 Çok teşekkür ederim. Öncelikle üç hususu hemen açıklayayım. Ben bu konunun tarihsel arka planını öyle çok boyutlu olarak bilmiyorum. Benim bildiklerim Osmanlı tarihinin belli bir dönemi ile sınırlı. Bu bilgiler ışığında size açıklama yapacağım ve üzerinde duracağım dönem Osmanlı tarihçilerinin klasik ve klasik sonrası dönem diye adlandırdıkları 15, 16 ve 17’nci yüzyıllarla sınırlı. Burada dönem kavramsallaştırmasına, yeni dönem adlandır- malarına da girmek istemiyorum. İkinci olarak üzerinde duracağım mahremiyet terimini ve mahremiyet kavramını doğ- rudan cinsiyet ve mekâna indirgemeden önce Osmanlı toplumunda çeşitli mahremi- yetlerin olduğuna kısaca değinerek ondan sonra asıl konuya girebildiğim kadarıyla girmeye çalışacağım. Üçüncü olarak da yapmak istediğim; ben bir tarihçiyim ya da tarihçi olmak için uğraş- tım; sosyal bilimci çok sayılmam; çünkü tarih bilim midir nedir onu kimse de bilemedi şimdiye kadar, o yüzden yapmaya çalışacağım birtakım analizleri Osmanlı belgelerinde rastlanan terimler ve bu terimlerin içerdiği kavramlar üzerinden yapacağım. Modern sosyolojinin, antropolojinin terimlerine, kavramlarına pek girmeyeceğim. Bu üç noktayı peşinen belirtmemin sebebi benim sınırlılıklarımı tanımanız içindir. Bundan sonra asıl konuya girebilmek için şöyle bir plan tasarladım: Önce bu sözünü ettiğim dönem içinde Osmanlı toplumunun içtimai teşkilatlanması ya da sosyal yapı- lanması üzerine kısaca bazı açıklamalar yaptıktan sonra sözü mekâna getireceğim. Bu klasik ya da klasik sonrası dönem dediğimiz dönemde Osmanlı toplumu çok geniş bir coğrafyanın çeşitli mekânları ve bu sözünü ettiğim bu dönemin alt zaman dilimlerinde bazı farklılıklar gösterse de genel olarak birtakım taifelerden veya bir baş- ka deyişle cemaatlerden -bu terimler benim değil yine belgelerin terimleri- oluşmuş görünüyor. 3 Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
  • 15. TDV KAGEM 14 Bu hâliyle baktığımız zaman sanki Osmanlı toplumu kompartımantel; yani her bir ce- maatin, her bir taifenin birbiriyle organik bağlantısı olmayan, iç bütünlüğü içinde bi- reylerinin, üyelerinin yaşamlarını sürdürdükleri bir yapılanma gibi görünmesine rağ- men, aslında böyle olmadığı ve o dönemin bireyinin birçok özellikleri ile birden fazla taifenin veya cemaatin üyesi olduğu hemen anlaşılıyor. Osmanlı toplumuna bu dönemde baktığımız zaman örneğin; Osmanlı toplumu hukuki açıdan yani devletin gözünden reaya ve beraya yani devletin görevlendirdikleri diye iki ayrı gruba ayrılmış görünüyor. Dinî açıdan toplum içinde Müslümanlar ağırlıklı olmakla birlikte İslam hukukunun öngördüğü zimmet statüsünü kabul etmelerinden dolayı Osmanlı toplumunun bir parçası olan gayrimüslimlerin bulunduğunu görü- yoruz. Çeşitli etnisitelerin yaşadığını, o zaman bir ulus kavramı olmamasına rağmen etnik aidiyetlerin önem taşıdığını görüyoruz. Bir başka açıdan mesleki faaliyetlerin, mesleklerin de aynı şekilde bu taife ya da cemaat dediğimiz örgütlenmede rol oynadığını görüyoruz. Bunun gibi çoğaltılabilir. Böyle her bir cemaat, her bir taife ayrı ayrı görünmesine rağmen bir birey ve birden fazla özel- liğiyle bu taifelerden birden fazlasının aynı anda üyesi durumundadır. Örneklemek gerekirse; Müslüman veya gayrimüslim oluşuna göre başka bir cemaatin üyesi iken, aynı anda bir meslek taifesinde, bir meslek grubunda gayrimüslimle Müslim veyahut da farklı dinlere mensup oldukları hâlde etnisite birlikteliği dolayısıyla başka bir yerde buluşabiliyor. Yani bu birden fazla üye oluş, Osmanlı toplumunu kompartımantel yapı olmaktan çıkarıyor. Bu yapısal durumun ikinci bir özelliği, bu yapılanma içinde bireyler mensubu bulun- dukları taifelerin veya cemaatlerin içinde hem etkilenen hem de etkileyen durumdalar. O taifenin bir üyesi olarak taife aracılığıyla diğer bireyler üzerinde etki yaparlarken, bu- nun karşılığında etkileniyorlar da. Bu, yapısal özelliğin ikinci özelliğidir. Bu yapının üçüncü özelliği ise; bireyler farklı farklı taifelerde buluştukları için kişiler çok aidiyetli ve ayrı ayrı mahremiyetleri olan bir özelliğe sahiptirler. Çünkü her bir taifenin, taifenin özelliklerinin gerektirdiği mahremleri ve mahrem alanları var. Mesela, esnaf örgütlerinin kendine özel ritüelleri, kendine göre ahlakiyatı onlar için özel bir alan oluştururken, dinî ibadetler, dinî pratikler aynı şekilde farklı farklı mahrem alan- lar yaratıyor. Mahrem kavramı bizi doğrudan cinsiyete götürmüyor, oradan cinsiyete geçmek gerekiyor. Şimdi, bu üç özellikten dolayı Osmanlı cemiyeti hukuksal olarak siyasal otorite karşı-
  • 16. 15 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN sında bir bütünleşmeye uğruyor, bir başka yönüyle de bu çok aidiyetli ve çok mahremi- yetli durumuyla mekânda bir başka görüntü içine giriyor. Ben aslında bu ikincisi üzerinde duracağım ama kısaca şunu belirtmem lazım: Bu farklı farklı taifeler ve cemaatler içinde olan Osmanlı toplumunun devlet katında buluştuğu statü, reaya olmak, padişahın reayası olmak. Bu bir kavram ama aynı zamanda bu grup- ların hepsinin üzerinde onları bir ortak paydada buluşturan bir statüdür. Bu statü aracılığıyla bütün bireyler siyasal otoriteyeki devlet İslam devleti olduğu için, siyasal otoritesini, egemenliğini dine göre tanımlayan, egemenlik yetkisini, gücünü Al- lah’tan alan otoriteye- karşı yani padişaha karşı bir ilişki içinde ve bu ilişkinin belir- leyicisi gene belgelerin diliyle emanet ve itaattir. Osmanlı belgelerinde reaya hep şöyle tanımlanıyor: “Bedai-i halik-i kibriya” yani Yüce Yaradanın emanetleri. Kime emanetle- ri? Yönetene emanetleri. Şimdi, Osmanlı padişahının bir İslam hükümdarı olarak meşruiyetinin temeli bu ema- netleri iyi idare etmesi, iyi yönetmesidir. Bu temel bir meşruiyet kuralıdır. Buna karşılık da yönetilenler yani reaya; hükümdara karşı yetkilerini Allah’tan alan hükümdara karşı koşulsuz itaat etmek zorunda olandır. Onun için itaat emanet ilişkisi diyorum. Böyle bir ilişki var. Bu meşrulaştırma aracı, bu meşruiyet alanında Osmanlı padişahı reayanın tümünü, o biraz önce saydığım taifelerin tümünü yani Müslim, gayrimüslim, şurada oturan, bu- rada oturan, şu gruptan olan, bu gruptan olan, başta can ve mal güvenliği olmak üzere; bütün taifeleri refah içinde yaşatmak ve onlara doğuştan getirdikleri hakları rahat bir şekilde kullanmalarını sağlamakla yükümlüdür. Buna benzer bir ilişki biraz önce sözünü ettiğim taifeler için de söz konusudur. Nasıl sultanla reaya arasında bir emanet itaat ilişkisi varsa, bu taifeler içinde de mahremiyet ve hürmet ilişkisi vardır. Bu sözcükleri bugün kullanıldığı anlamlarıyla değerlendirecek olursak, biraz basite indirgemiş oluruz. Burada merhamet, padişahın kendisine emanet arz edilen reayayı iyi yönetmek için ona muin olmak, ona yardım etmek gibi bir mükellefiyeti olduğu gibi; bu taifelerin yapılanması içinde de cemaatin en altta bulunan üyelerinin üze- rindeki seçkinlerin; çeşitli özellikleriyle, yaşlılarıyla, deneyimleriyle edindikleri bilgi- lerle sivrilmiş olan ve bu seçkinler içinden belirlenmiş olan yöneticilerin o taifelerin üyelerinin tümüne karşı aynı padişah gibi birtakım mükellefiyetleri var. İşte, belgeler bunu merhamet diye açıklıyor.
  • 17. TDV KAGEM 16 Bu merhamete karşılık da ötekilerin hürmet etmesi gerekiyor. Bu hürmetin içinde aynı reayanın olduğu gibi itaat de söz konusu, fakat reayanın itaati şeraitten ve padişah kanunundan kaynaklanırken buradaki hürmet adet-i kadimeden kaynaklanıyor, yani zaman içinde oluşmuş olan gelenekten kaynaklanıyor. Bunlar mekâna yansıdığı zaman ne oluyor? Bu gruplar ortak özellikte reayada toplanır- larken hukuksal açıdan gündelik yaşamlarında mekânlarında da bir arada yaşadıkları yerleşme birimlerinde buluşuyorlar. Şimdi, bu yerleşim birimleri şehirlerde mahalledir. Şehrin mahallesinin kırsal alandaki paraleli köy veya mezradır. Eğer bu kırsal alanda bir yerleşiklik söz konusu değilse, bir konargöçerlik söz konusu ise o zaman da cemaat yurdu veya konargöçer yurdu denen mekândır. Yani mahalle, köy, mezra ve cemaat yurdu dediğimiz o konargöçerlerin ya- şam alanı benzer özellikler gösteriyor. Öyle ki Osmanlı klasik döneminde, kişiler aidiyetlerini belirlerken hatta hangi şehirden olduklarını söylerlerken şehir yetmiyor. Şehri söyledikten sonra o şehrin hangi mahal- lesinden olduklarını belirtmek zorundalar. Bu bakış açısıyla kişinin şehirli olmasının yanında şehrin hangi mahallesinden olduğu da önemli. Şehir bir nevi mahallelerin oluşturduğu bir bütündür. Bu açıdan biz Osmanlı şehrine baktığımız zaman, mahalle bu başta sözünü ettiğim diğer bütün taifelerin, bazen ayrı ayrı mekânları olabiliyor. Yani gayrimüslimler bir mahal- lede, Müslümanlar bir mahallede ama bunlar çok azlar. Büyük çoğunlukla o bütün grupların buluştukları bir mekân olarak karşımıza çıkıyor. Gayrimüslim, Müslim, şu etnisiteden, bu etnisiteden, şu meslekten veya diğer bir meslekten olanlar bir mahallede buluşabiliyorlar ve bu mahallede de birlikte yaşamanın belirleyici terimi rıza ve şükran. Bir mekânda buluşanların birbirlerinden hoşnut olmaları ve birbirlerine şükran duy- maları gerekir. Onları buluşturan kavram rıza ve şükran kavramıdır. İşte, bu rıza ve şükranın oluşabilmesi için mahallenin içinde bulunduğu şehirde birtakım alanlar var. Bu alanların şehrin en genel kısmı çok mahremiyeti olmayan ec- nebinin ve yerlinin çeşitli gruplardan olanların ve cinsiyet itibariyle kadın ve erkeğin belirli özellikleri taşıyarak ve belirli yükümlülüklerini yerine getirerek bir arada buluna- bilecekleri mekân. Bu, modern tabirlerle kamusal alan yani herkesin bulunabileceği bir ortak alan oluyor. Ama bunun altına indiğimiz zaman mahalle aslında birbirlerinden razı olan, birbirlerinden şakir olan, şükran duyan ve bu özellikleriyle de buluşmuş olan yerleşiklerin oturduğu bir yer ve bu burada mahalle bir mahremiyet alanı. Dışarı-
  • 18. 17 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN dan girenin hemen nüfuz edemeyeceği, doğrudan giremeyeceği bir mahremiyet ala- nıdır. Yerleşiklerine rahat yaşamayı mümkün kılan koşulların hazırlandığı bir mekân ama mahalle bu kadarla da değil. Mahallenin içinde ev kümelerine ve ev kümelerinden de eve kadar inen ayrıca bir alan var. Bu ev kümeleri belgelerde tarik-i has denen ve ço- ğunlukla bir çıkmaz sokakla sonlanan bir ulu yolun etrafındaki mekânlardan oluşuyor. Bir nevi böyle üzüm salkımı gibi bir şey oluyor mahalle. O geniş alanlar yavaş yavaş daralarak bir çıkmaz sokak etrafında ev kümeleri oluşuyor. O bölüm içinde de ev. Bu alanlarda, bu ev kümeleri ve ev alanlarında; işte bu cinsiyet gündeme geliyor. İslam’da tenasülün, neslin devam edebilmesi için kadın-erkek ilişkilerinin çok sağlıklı kurulması lazım, belirli hukuki çerçevelerin içinde oluşması lazım. İşte, hepinizin bil- diği gibi kadın, erkek ilişkilerinde mahrem ve namahrem terimleri var, algısı var. Mahremiyet kişinin nikâh düşmeyen yakınlarına karşı durumudur. Örneğin bir kadı- nın baba, amca, oğul, yeğen gibi kan bağı olanlar veya damadı, kayınpederi gibi akraba- larıyla olan ilişkisi bu çerçeve içindedir. Bu kişiler onun mahremidir. Kadının namah- remi ise bunun tam tersi, akdi nikâh yapabileceği diğer erkeklerdir. Mahrem ve namahrem ilişkisi mekânda kendisini çok belli ediyor. Ev başlı başına bu mahrem ilişkilerin dışarıdan hiçbir şekilde müdahale edilemediği, bir alandır. Osmanlı belgelerinde evin yapısının nasıl olacağı çok açık şekilde belirleniyor. Bu üzüm salkımının ucundaki yapılanma içinde birbirine bitişik olan evler ve o evlerde yaşayanlar genellikle car-ı mülasık veyahut da car-ı hemcivar diye tanımlanıyor; yan yana komşuluklar. Sanıyorum evden sonra bunları çok anlatamayacağım. İkinci mahremiyet alanı ola- rak car-ı mülasıkların görüldüğü bu ev kümelerini anlatmak isterdim. Adeta evde nasıl mahrem-namahrem ilişkisinde ana, baba, yakın akrabalarla bir ilişki oluşmuşsa, bunun belirli ölçeklerde daha geniş şekli bu ev kümelerinde oluşuyor. Yani car-ı mülasık olan- ların içinden bir amca, hiçbir kan bağı olmayan veyahut bir teyze, bir hala diğer bir ha- nenin içindekinin aynı amcası gibi, halası gibi algılanabiliyor. Böyle bir ilişki doğuyor. Şimdi, bu işin olanı, bu tür bir yapılanma Osmanlı belgelerinden gayet iyi anlaşılıyor, fakat tabii hayat bu kadar muntazam değil. Bu mutabakatın oluştuğu ortam içinde mutabakatın bozulduğu alanlar da çok. Münazahat dediğimiz münazahaların olduğu, muhasamat dediğimiz hasımlıkların ortaya çıktığı durumlar da var. Asıl benim zamanım olsaydı bu mutabakattan sonra bu münazahat ve muhasamatın
  • 19. TDV KAGEM 18 nereden kaynaklandığını, bunun görüntülerini nasıl ortaya çıktığını, katran çalmaları, şunları bunları da uzun uzun anlatırdım. Onun arkasından da bu münazahat ve muha- samatın ortadan kaldırılması için de genellikle Osmanlı hukukunda müsalaha diye ad- landırılan yani sulh yapma şeklinde anlaşılan ilişkilerde nasıl bir prosedürün işlendiğini ve aslında mahremiyetin özelikle cinsel mahremiyetin bu mutabakattan çok münazahat ve müsalahat yönünden kendisini gösterdiğini veyahut da bu belgelerden daha iyi an- laşıldığını anlatmak isterdim. Umarım tartışmalar sırasında bir daha vaktim olur. Çok teşekkür ediyorum. MODERATÖR – Sözü önce Adalet Hoca’ya, ardından Mehmet Akif Hoca’ya veriyo- ruz, akabinde Özer hoca kaldığı yerden devam edecek.
  • 20. 19 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN MÜZAKERE Adalet BAYRAMOĞLUALADA4 Hocamızın bu lezzetli sunumundan sonra konuşmak hayli zor olacak. O kadar da mütevazı bir yaklaşımla anlatımda bulundular ki, sanki bütün bu konularda bizlerin önünü açan, belgeler sunan ve bu konulara ilişkin soruları ortaya koyarak hepimizi de düşünmeye, araştırmaya yönlendiren kendileri değilmiş gibi. İzlediğimiz bu çok müte- vazı bilimsel yaklaşıma gerçekten saygı duyuyorum ve teşekkür ediyorum, en azından kendi adıma. Hocamız çok net bir biçimde özellikle klasik dönemde Osmanlı toplumsal yaşamını açıklayıcı, çözümleyici bir ilişkisel model sundu. ‘Çok aidiyetli, çok mahremiyetli’ ta- nımladığı Osmanlı toplumunda ‘mahalleyi’ odak alarak büyük ölçüde buradaki sosyal ilişkilerin mekân ve mahremiyet ilişkilerini de içeren biçimlenişine dair bilgilerini pay- laştı. Ben de kısaca hem toplantıdan önce elime geçen metinden, hem de hocamızın şimdi aktardığı bilgiler üzerinden oluşan düşüncelerimi size sunmaya çalışacağım. Bel- ki, benim buradaki bakışım hocamızın anlatısı üzerine yani tarihçi olarak, belgelerin diliyle, kavramlarıyla çerçevesini çizdiği bu modele, biraz siyaset-yönetim biliminin kavramlarıyla yaklaşmak, ya da benim de söyleyeceğim sözün bu bağlamda olacağını belirtmek istiyorum. Osmanlı’yı anlamaya temel referans teşkil eden İslam’da, toplumun mekânla ilişkisi- nin düzenlenmesine dair önceki bilgilerimiz, şehrin olmadığı ve İslam’da toplumsal yaşamın daha çok mahalle ve mahallelerin kapalı hücresel yapıları üzerinden okun- abileceği yolunda gayet sınırlandırılmış bir bilgi idi. Bilgiden çok yorumlamaya dayalı yaygın bir kabuldü bu. Oysa şehirlerin varlığı yokluğu bir yana, mahalle yapılarının bu kadar kapalı ve tecrit durumda olmadığı, hocamızın da çok net biçimde Osmanlı üzerinden anlattığı gibi cemaatler, taifeler olarak adlandırılan yapının hem kendi içinde geçişkenliği olduğu hem de mekânsal ilişki düzleminde bu toplumsallığın Batı’dan görüldüğü kadar kapalı ve hücresel olmadığını sonraki dönem araştırmaları ve sosyal 4 Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
  • 21. TDV KAGEM 20 tarih çalışmalarıyla ortaya konuldu. İlk İslam şehirlerinde göçebe kabile topluluklarını ortak mekânda barışçıl ve yerleşik bir konumda bir arada yaşamaya geçirebilmenin zorlukları ‘mahallelerle’ aşılabilmişti. Önceleri savunmacı ve içe dönük olan mahalleler, yerleşik yaşamın süreklilik kaza- nımıyla ilişkisel açık bir şehir yaşamına yöneldi. Osmanlı’ya gelindiğinde ‘mahalleler’ şehirlerin, yönetsel ve toplumsal asli unsurları olarak varlıklarını sürdürdüler. Mahalle- ye yönetim açısından baktığımızda, bir topluluğun devlete olan yükümlülüklerinin ye- rine getirilmesine, kamu düzeninin ve asayişin sağlanmasına ilişkin önemli fonksiyon- ların taşıyıcısı temel bir yönetsel birim olduğu görülmektedir. Topluluk açısından ise ‘mahalle’, bir aidiyet, kimlik, ortak sorumluluk aracı olarak kamusallığın ifadesidir. Bu döneme ilişkin mahalle gerçekliğini, siyaset bilimci Michael Man’ın önemli bulduğum saptamasından yararlanarak şöyle açıklayabilirim; Osmanlı klasik dönem mahalleleri, alt yapısal iktidar araçlarıdır. Dönemin yönetim teknolojisinin gereği olarak örgütlen- dirilmiştir. Siyasal iktidarın toplumu yönetme, denetleme, haberdar olma, düzenleme işlevlerinde yani kısaca toplumun bilgisine sahip olma mekanizması mahalleler üzerine kuruludur. Bütün modern öncesi toplumlarda olduğu gibi Osmanlı’da da devletin ara- cılar üzerinden o toplumu yönetebilmesi yani doğrudan devletin kendisinin ulaşması değil, aracılar ki bunları hocamız da çok net bir biçimde dile getirdi- yani seçkinler ola- bilir, dönemin elitleri olabilir, saygı gören, hürmet gören kanaat önderleri olabilir ya da bizzat mahalleye atanmış memurları eliyle, atanmış yöneticileri eliyle olabilir. Bunlar dönemin yönetim teknolojisinin uygulayıcıları olarak da kabul edilebilir. Çünkü devlet doğrudan yönetime muktedir değildir. Hükmeder ama yönetemez. Yönetebilmenin, iktidar olabilmenin araçları olarak da hem dinsel, hem geleneksel-kültürel anlamda karşılığını bulduğu mahalle hukuku ve cemaat örgütlenmesi içinde bunu sağlama ola- nağı bulabiliyor. Dolayısıyla toplum kendisine aidiyet alanı geliştiriyor, yönetim de onu yönetebilme mekanizmasını mahalle üzerinden kurumsallaştırıyor. Bu mahalle mekânda geçişkenliğe açık bir mahalle. Çıkmaz sokaklar üzerinden ya da kentteki özel mülkiyetin getirisi olan mülkün miras yoluyla bölünmesi üzerinden top- rağın parçalanarak, çok küçülerek ortaya koyduğu çıkmaz sokak mekanizması mekân- da üretilen bir yapı. Bu yapı toplumu kapalı ilişki içine sokmuyor. Sadece o topluluğun mekânla ilişkisini belirliyor ama toplumsal ilişkisini ille de birebir belirlediğine dair çıkarımların yapılabileceğini söyleyemem. Mahalledeki toplumsal ilişkiler, dayanışma- yı, gündelik yaşamın pratiklerini paylaşmayı ve bir anonim kamusal yaşam gerçekliği- ni ortaya koyuyor. Bir yanıyla ortak yaşamı savunma adına baktığımızda, bu anonim
  • 22. 21 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN kavrayışa çok pozitif değerler yükleyebiliriz çünkü birlikte planlıyor, birlikte üretiyor, birlikte bütün maliyetlere toplum ortaklaşa katılıyor, tam bir yaşamsal dayanışma ve zincirleme kefalet içinde. Ancak özel yaşama baktığımızda ise, bu anonim halin mah- remiyet çerçevesinde negatif değerler içinde okuyabileceğimiz bir yüzü de var. Klasik Osmanlı dönemi içinde aleniyeti savunan kamusal alan, özele ait mahremiyet alanı- nın karşısında yaygın ve egemen bir pozisyon alıyor. Mahremiyet alanı burada olabil- diğinde sınırlandırılıp kamusal alan, aleniyet çerçevesinde bunu gün yüzüne çıkarıyor. Dolayısıyla saklıyı, mahremi ortaya çıkarmaya zorluyor. Bunu mekânda baktığımızda, daha korunaklı örneğin ev ve avlu, sokak sistemi içinde baktığımızda içe dönük ya- pılar içinde mekânda görmemize karşın, yaşam alanında baktığımızda bu kapalılığın yaşamsal olaylar çerçevesinde savunulamadığını görüyoruz. Evin içine giren çıkandan, mahalleye gelip gidenden, bütün bunların o yakın ilişki içinde bir arada yaşamanın getirdiği gözaltı noktasında mahremiyetin de olmadığı, son derece aleni ilişkiler içinde bir kurumsal, toplumsal yaşamın var olduğunu görüyoruz. Bu durum, bir taraftan “Neden bu mahremiyet alanı korunamıyor?” sorusunu düşünme- ye zorluyor. Çünkü aynı zamanda hüküm süren hukuk, özel alanın paylaşımını zorluyor. Çünkü izlenen hukuk sistemi sizin ispat yükünüzü, tanıklık getirmenizi de zorlayıcı bir sistem. Dolayısıyla siz sonunda haklılığınızı ispat edebilmek için yaşam alanınızdaki her şeye komşularınızla, yakınlığınızla, o toplumsal ağ içinde bilgilendirme ihtiyacı duyuyor- sunuz. Dolayısıyla hukuk sistemi de bu mahremiyet alanının bir ölçüde sınırlanmasına yol açıyor. Bir diğeri “otorite” her zaman da rıza üzerinden elbette kurulmuyor. Hocamızın tes- pitlerinin hepsine katılıyorum. Rıza, şefkat, emanet, bunların karşısında hürmet, itaat bütün bunlar var ama aynı zamanda bu emanet ‘zor’u da içeriyor. Bu zor nerede ortaya çıkıyor? Toplumda bireylerin bu aidiyet duydukları alandan dışlanma korkusuyla or- taya çıkıyor. Temel aidiyet alanı bu ve bundan dışlanma korkusu var. Dolayısıyla bu ‘zor’ la otoritenin hâkim dünya anlayışının kurumsallaşmasını ve bunun aracı mekaniz- malarla da yukarıdan aşağıya içerilmiş bir hâle getirilmesini zorluyor. İktidarın çizdiği çerçevede ve toplumsal, dinsel, ahlaki normlar içinde bu rıza ve ‘zor’un bir arada gitti- ğini ve bir arada bütünselleşip ilişkilendirildiğini söyleyebilirim. Süremi aşmamak için burada son vereyim. Teşekkür ederim. MODERATÖR – Biz teşekkür ediyoruz Adalet Hocam. Şimdi Mehmet AkifAydın’ın müzakeresini dinliyoruz, buyurun hocam.
  • 23. TDV KAGEM 22 Mehmet Akif AYDIN5 – Teşekkür ediyorum. Aslında müzakerecilerin işleri eskiden daha kolaydı. O yüzden bizimki hocanın bıraktığı yerden çünkü tam mahremiyet, kadın-erkek il- işkileri noktasına gelince kaldı. Belki müzakerede de biraz daha alan derinleşecek. Ben tabii hukuk tarihçisiyim, o açıdan biraz değerlendirmek istiyorum. Özer Bey de söyledi mahremiyet alanı yabancının giremediği alan. Aslında bütün din- ler sosyal hayata yönelik kurallar koyarlar, yani dinler Yahudilik olsun, Müslümanlık olsun Hıristiyanlık olsun sadece inanç esaslarından varlıkla yaratıcı arasındaki ilişki- den, ibadetten bahsetmezler. Çünkü insan ferdi olarak Robinson Crusoe gibi tek başına yaşayan bir varlık değil; bir toplum içerisinde yaşayan varlıktır. İster istemez bu ferdi ilişkilerin sağlıklı bir zeminde yürümesi için dinler kurallar koyar. Bu yüzden de her üç dinin kendine has hukuk kuralları var, sosyal hayatı düzenleyen kuralları var. Bu açıdan İslam’a baktığımızda İslam’ın bu alana koyduğu kuralları iki çerçevede değerlendirebiliriz. İki ihtilaf alanı olduğunu düşünüyorum. Bir, kadın-erkek ilişkisinin sağlıklı bir zemine ulaşması, İslam’ın gerçekleştirmek istediği temiz toplum bakımından son derece önem- lidir. Bu bakımdan kadın-erkek ilişkisini sağlıklı zemine oturtacak kurallar koyar. İkincisi, fertler arasındaki menfaat ilişkilerini düzenleyen kurallar koyar. Bu bir alışve- rişteki kuralları içine alabilir, kişilerin ilişkilerindeki hukuka aykırı olayları düzenle- yen kurallar olabilir. Başka bir ifadeyle ihtilaf alanlarını asgariye indirici kurallar koyar. Bunun dışında toplumun oluşmasını, benim anladığım kadarıyla, biraz toplumun dinamiklerine bırakır, serbest bırakır çünkü toplumun yapısı zaman içerisinde ve mekân içerisinde çok büyük değişiklik gösterir. Bu yüzden bütün zamanlar ve bütün toplumları, mekânları içine alan tek bir kurallar dizini ortaya koymak mümkün değil- dir ayrıca gerçekçi de değildir. Burada zannediyorum bizi daha çok kadın-erkek ilişkisi sınırlamaktadır. İşte burada İslam dini de bütün dinler gibi kadın-erkek ilişkisinin sağlıklı bir zemine oturması için bir aile kurumu kurmuştur. Kadının kıyafetiyle olsun, davranışlarıyla olsun rahat hareket edebileceği bir alan çizmiştir. Bu ölçüde rahat edemediği, daha sınırlı olduğu bir alan da vardır, aynı durum erkekler için de söz konusudur. Belirli 5 Prof. Dr., İstanbul Medipol Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dekanı
  • 24. 23 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN ölçüde erkekler için de sınırlar konan bir alan olmuştur. Buna yönelik hukuki kurallar koymuştur. Bu kurallar çerçevesinde insanlar bir sosyal yapı ortaya koymuşlardır. Buna ait mimari ortaya çıkmıştır. Mesela kadın-erkek ilişkisinde kıyafete yönelik kurallar var. Mesela, bir kadının ve er- keğin mahrem olan çok yakınlarıyla beraber yaşadığı ortamda uyuyacağı kıyafet ku- rallarıyla, yabancılarla beraber olduğu durumlardaki kurallar farklıdır, fakat bunun uygulanışı bile zamandan zamana mekândan mekâna farklılık gösterir. Şöyle ki küçük toplumlarda mesela kadının hâkim olduğu köy toplumlarında herkes birbirini tanıdığı için bu alan, bu uygulama biraz daha geniştir, esnektir, çünkü yabancı çok daha azdır ve herkes birbirini tanıdığı için yabancıdan gelen tehlike de çok daha azdır. Bu yüzden kırsal ortamda bu kurallar daha esnektir. Şehirleşme başlayınca tabiatıyla birbirini tanı- mayan, birbirleriyle belki de hiç görüşmemiş insanların beraber bulunduğu ortamlarda bu kurallar biraz daha daraltıcıdır. Ama bu; mesela kadının toplumsal hayattan dışlan- ması gibi bir sonucu doğurmaz. Toplumsal hayattan dışlanması; bugüne bakarak geçmişi yorumladığımızda böyle sınırlanabilecek, tanımlanacak bir hayat tarzı, biraz o günün şartlarından ortaya çıkan bir hayat tarzıdır. Mesela, köy hayatında, tarım hayatında kadın erkekle beraber hayatın her alanında vardır; tarlaya gider, beraber toprağı ekerler fakat şehir hayatında geçmişte bu kadar fazla yoktur. Kadınlar kendine ait bir dünya kurarlar. Zaten şehir hayatında ticari faaliyetler sınırlıdır. Geçmişten bahsediyorum yani sanayi öncesi toplumdan bah- sediyorum büyük şehirlerin olmadığı zamanlar. Yüz binlik şehirler bile çok sınırlıdır. Binlerle ifade edilen küçük şehirler vardır. Burada ticari faaliyetler çok sınırlıdır, sanayi zaten söz konusu değildir, üretim çok sınırlıdır, dolayısıyla bu alanda kadının erkekler kadar etkin olması veya toplumun görünen kısmında olması o günün sosyal yapısının öngördüğü, gerektirdiği bir durum değildir. Ama bu kadının tamamen dışlandığı anla- mına gelmez. Biz bunu nereden biliyoruz? Hazret-i Peygamber’den itibaren modern döneme gelinc- eye kadar ihtiyaç duydukça kadının toplumda var olduğunu biliyoruz. Ben buna bir örnek vereyim. Osmanlılarda kadınlar tarafından kurulan vakıflar zannedildiğinin çok üstündedir. Şöyle yaklaşık bir oran vermek gerekirse şehirlere göre değişmekle birlikte üçte biri ka- dınlar tarafından kurulmuştur. Gerçekten bu oran o günün iktisadi şartları göz önüne alındığında çok yüksek bir orandır, çünkü ticarette çok aktif olmayan ve geliri daha çok
  • 25. TDV KAGEM 24 kendisine eşinden veya babasından miras kalmış mallar çerçevesinde şekillenen kadın- lar buna rağmen üçte bir oran gibi yüksek bir oranda vakıf kurmuşlardır. Bu toplumun problemleri ile ilgilendikleri, toplumun meseleleri ile ilgilendiklerini gös- termesi bakımından dikkat çekicidir. Ama bugünkü kadar da toplumun içinde olma- mışlardır. Ne zaman olmuşlardır? Modern hayat biraz bunu gerektirdiğinde olmuşlar- dır. Batı’da da böyle olmuştur. Mesela sanayi devriminden sonra özellikle fabrikalar çoğalınca erkek insan gücü ihtiyacı yetmeyince kadın insan gücü devreye girmiştir. Özellikle büyük harpler erkekleri harp sahasına çekince, mesela I. Dünya Harbi çok ciddi biçimde kadın hareketini Batı’da etkilemiştir, Osmanlı’da da etkilemiştir. Bu defa kadınlarla ilgili dernekler kurulmuştur, özel pazarlar kurulmuştur. Kadının bugünkü gibi; toplumun çok ön planında, görünen yüzünde olmamasının bü- tünüyle veya daha çok dinî kurallardan kaynaklandığını söylemek doğru değil, çünkü İslam hukukunda buna yönelik kısıtlayıcı hüküm bulmak söz konusu değildir. Şöyle ifade edeyim: Mesela, hukuki ilişkiler bakımından son derece önemli olan nedir? Hukuki ilişki ehliyetidir. Bir kimse nasıl bir hukuki işlem yapabilir, kim akit yapabilir, sözleşme yapabilir? Buna baktığımızda kadın ve erkeğin sözleşme yapma ehliyeti ba- kımından sahip olduğu şartlar aynıdır. Temyiz gücüne sahip olacak, buluğa, ergenlik çağına gelmiş olacak ve fikri rüşt dediğimiz fikri olgunluğa gelmiş olacak. Rüşt çağına gelmiş olan kimse kadın da olsa tam ehliyetlidir, erkek de olsa tam ehliyetlidir. Evet, tabii biz hukuki ehliyet diyoruz, hak ehliyeti ve fiil ehliyeti diyoruz. Bu bakımdan kadın erkek arasında fark yoktur ama bunun tarihteki tezahürleri farklı olmuştur. Bursa gibi dokumacılığın çok yaygın olduğu, kadınların çalışmalarına imkân veren ala- nın geniş olduğu bir yerde, kadın patronların olduğunu görüyoruz. Dokuma tezgâhla- rına sahip olan patronların olduğunu görüyoruz ama diğer alanlarda bu kadar yoğun olarak kadının sosyal hayat içinde bulunduğunu görmüyoruz. Öbür taraftan kadınların kendi aralarında kurdukları bir dünya var ve buna göre de bir mimari gelişmiş. Mesela, kadının serbest hareket edeceği bir mekân düşüncesi gelişmiş. Makar-ı nisvan denen bir tabir var; kadınların rahatça hareket edecekleri alan. Mimari gelişirken makar-ı nisvan olan yere komşu evin pencere açması sınırlandırılıyor. Enteresandır bu hakkın sınırlanması kavramı modern hukukta son dönemlerde ortaya çıkmış bir kavramdır. Bir insan hakkını kullanırken mutlak olarak mı kullanır yoksa bazı sınırlarla kullanmak durumunda mıdır?
  • 26. 25 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN İslam hukukçuları çok önceden komşuluk hukukundan doğan birtakım sınırlamala- rı, hakkın kullanımına sınırlama olarak değerlendirmişler ve sınırlama getirmişlerdir. Bunların en yaygın olanlarından birisi siz kendi arsanızda, kendi toprağınızda bir ev yapabilirsiniz ama komşunuzun eşinin, çocuklarının rahat hareket edecekleri tarafa bir pencere açamazsınız, makar-ı nisvan. Şimdi çok enteresandır bu, kadınların serbestçe rahat edebilecekleri, hareket edecekleri bir alan bırakma düşüncesiyle doğmuştur ve sadece Müslüman toplumlara has bir şey değildir. Aynı şey belki erkekler için de düşünülebilir. Ben Amerika’ya gittiğimde orada bir sitede birkaç gün misafir kaldım. Sitenin dü- zenlenmesi şöyle onu söyleyeyim: Evler bahçeli fakat evlerin bir tarafı kör bırakılmış. Bir tarafı kör, bir tarafı açık. Yani bir tarafta pencere var ama komşu eve dönük olan tarafta pencere yok. Orayı sadece penceresi olan aile kullanıyor ve orada istediği gibi güneşleniyor, piknik yapıyor, ızgarasını yapıyor. Öbür taraftan görmek mümkün değil. Bizim oturduğumuz site küçük bahçeli sitelerdi. Yollar var, yollar da bir insan boyuna gelecek şekilde çitlerle ayrılmış. Bir, bir buçuk metrelik bir bahçe alanı var fakat o her- kese açık değil. Dolayısıyla insanların serbest hareket edecekleri bir mahremiyet alanı aslında bütün kültürlerde belli ölçüde var. Bunun sınırları kültürden kültüre ve dinî anlayıştan anlayışa değişmektedir. Dolayısıyla mahremiyet alanı zannediyorum kişilerin daha serbestçe hareket edebile- cekleri bir alandır ve İslam hukukçuları hakkın sınırlanması bağlamında bu makar-ı nisvan olacak alanın diğer komşuya kapalı olmasının hukuki zeminini geliştirmişlerdir. Tabiatıyla, şehirleşme büyüdükçe bu ölçülerde değişmektedir. Burada temel prensip şudur: Kadın-erkek ilişkisi İslam’da belli bir disiplin içerisinde olmak durumundadır. Nikâh çerçevesinde olmak durumundadır. Bunu ötesinde bir ilişkiye, İslam korumak istediği değerler bakımından hiçbir zaman imkân tanımaz. Bu- nun nasıl olacağı zaman içerisinde ufak tefek değişiklikler gösterir. Örneğin, halvet-i sahiha nedir, burada ne gibi ölçüler vardır, kadının çalışması hangi esaslara tabidir? vb. Kadının çalışmasına, sosyal hayata girmesine yönelik yasaklayıcı hükümlerden ziyade, hem erkekler için hem kadınlar için kadın-erkek ilişkisinin sağlıklı bir zeminde yürü- mesini sağlayıcı, disipline edici hükümlerden bahsedilebilir. Benim bu oturumda söyleyebileceklerim bunlardan ibaret. Zaten sürem de bitti. Soru olursa, katkı olursa karşılıklı bu alanı biraz daha derinleştirebiliriz. Teşekkür ediyorum.
  • 27. TDV KAGEM 26 MODERATÖR – Çok teşekkürler hocam. Şimdi tekrar sözü Özer Ergenç’e veriyoruz, hocam zaten süresini tam kullanmamıştı, buyurun hocam. Özer ERGENÇ – Çok teşekkür ediyorum. İki hocamızı da dinlediğim için bazı şeyleri belki daha açık olarak söyleyebilirim. Adalet Hanım’ın da söylediği gibi şehirlerde mahalle; mekân olarak şehrin en temel bi- rimidir. Onun söylediklerinin hepsine katılıyorum yani mahalle üst otoritenin reayayı, toplumu, uyruklarını denetleyebilmesi ve onların üzerinde yönetim mekanizmasını ge- liştirebilmesi için temel alanlardan ve kurumlardan biridir ama bunun tersi de doğru- dur. Genellikle Osmanlı’ya da İslam dünyasında şehir var mı? Doğu dünyasındaki bu yerleşme birimlerine şehir denir mi, şehirli diye bir yerleşik türünden bahsedilebilir mi? soruları bizden öte Batı’da söylendi çünkü Batı o emperyalizm çağında ulaştığı Müslüman toplumlarını iyi yönetebilmek için önce onları tanımak istedi. O yüzden ilk tarihî araştırmaları Batılılar tarafından yapılmıştır. Doğudaki şehirleri inceledikleri zaman kendi bölgelerindeki şehirlere, hem plan olarak hem de kurumsal olarak benze- mediği için çok radikal olanlar bunlara şehir denmez demişti. Eğer şehirse ancak “Doğu şehri” denir, “Batı şehri” değil demişlerdir. Bu açıdan baktığımız zaman şehrin planı içinde mahalle merkezi otoritenin o meka- nizmasının uygulandığı alan olduğu gibi bunun tersi de söz konusu. Nasıl o kargacık burgacık yapısı Batı şehrine benzemese de onun içinde bir düzen söz konusuysa yani o biraz önce söylediğim üzüm salkımının ucuna doğru giden, o çıkmaz sokaklar etrafın- da oluşan dokunun, kendi iç bağlantısı varsa, buralarda yaşayanların da iradelerini hem kendi aralarında hem merkeze karşı gösterebildikleri ve hem politik bilgisizlik içinde olmadıkları hem de sosyal ilişkileri içinde bireylerin öyle haklarından çok yoksun ol- mayı kabullenmediklerini gösteriyor. Şimdi, bu mekânda Mehmet Akif hocamın söylediği o ev ilk alan, özel, mahrem alan, ama doğrusu ben makar-ı nisvana hiç Osmanlı belgelerinde rastlamadım. Mehmet Akif AYDIN – Mecelle’de var. Kuralları da konulmuş. Özer ERGENÇ – Mecelle, evet ama daha sonra kodifiye edilen şey. Burada makar-ı nisvan ve rical ikisi beraber bir mahrem alan. Gerçekten de o evlere baktığımız zaman, hem teknolojinin hem de kullanılan malzemenin niteliğinden dolayı evler çok yüksek değil. En çok tahtani ve fevkani diye iki kattan söz ediliyor ve bu iki katın üzerinde nadiren diğer bir katın olduğu görülüyor ve bahçe içinde. Sokağa tarik-i âm denilen asıl büyük dolaşım alanına, ağına pencereler açılmıyor, iç avluya açılıyor.
  • 28. 27 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN Bu mahremiyetin korunması ile ilgili belgelerde en çok Akif hocanın sözünü ettiği, bir başka komşunun avlusuna ya da tahtani veya fevkani beytine nazır bir pencerenin, bir seyir mahallinin olmaması gerekiyor. Eğer böyle bir durum söz konusuysa otoriteler ki bu beytülmal eminidir, Osmanlı şehirlerinde, kadı hükmüyle bu durumu önlüyor yani kapattırıyor, yıktırıyor, o durumu önlüyor. Onun için burası gerçekten bir mahrem alan. Aile hayatının geçtiği, aile hayatının cereyan ettiği bir alan fakat belgelerde bununla be- raber işte o biraz önce kısa kesmek zorunda kaldığım o car-ı mülasıkların bulunduğu, benim ev kümeleri dediğim alan. Aslında daha geniş öteki mekâna göre korunan o ilk halkayı hane olarak belirlersek, hanenin etrafındaki ikinci mahrem alan oluyor. Bu ikinci mahrem alan o car-ı mülasık olan, yani birbiriyle duvar komşusu, bitişik haneler içinde yaşayanların müşterek mahrem alanı. Onun için burada yine o alanın mahremiyeti oluşuyor. O komşuların birbirleri arasında hakkı hukuku tesis edilmiyor ve burası da daha geniş o üçüncü halka tarafından yine müdahale edilmeyen, rahatsız edilmeyen ikinci bir halka söz konusu. Bunun tabii belki hukuksal bir yaptırımı yok. Yani bir yabancının oraya giremeye- ceğine ilişkin ne fıkıhta ne Osmanlı padişahının kanununda herhangi bir hüküm yok ama bir yabancı oraya girdiği zaman hemen ya bakışlarla sorgulanıyor veyahut da sözlü olarak sorgulanıyor. Kim olduğu, niçin geldiği, ne yapacağı, eğer orada yaşamak üzere gelmişse kendisine kefil olacak birisinin bulunup bulunmadığı soruluyor, yani o da bir mahrem alan. Şimdi, bu mahrem alanlarda böyle bir pozitif ilişki oluştuğu gibi bunun tersi de oluyor. Çok dar, bir arada yaşamanın getirdiği, bireyi sıkan, bireyi tehdit eden bir durum ortaya çıkıyor ve bundan da benim görebildiğim kadarıyla en çok kadınlar etkileniyor. Şimdi, bu alanda mahrem ve namahrem ayrımında bir kadının kendisi açısından na- mahrem olan bir erkekle belirli bir vakitte mesela akşam vakti yalnız, açıklayamaya- cağı bir durumun söz konusu olduğu bir ortamda bulunduğu zaman sorgulanıyor yani niçin bir aradasınız deniyor. Bunu Adalet Hanım dedi galiba, hukuk zorluyor ispat et dediği için, birçok ilişki, birçok olay da böyle töhmet ve isnat söz konusu oluyor. Töhmet ve isnat demek yani kanıtlanamayan ancak bu sözü çıkaran, tevatür, kîlükal, dedikodu şeklinde ortaya çıkaran kişi tarafından ileri sürülen bir şey. Burada enteresan bir durum var, bu ikinci mahrem alan içinde çok oluyor. Mesela, bilmem kim hatun bilmem kimle şurada beraber görülmüş diye birisi söylüyor; görül-
  • 29. TDV KAGEM 28 müş mü görülmemiş mi bunun soruşturması yapılmadan hanım kendisini kadı ya da subaşının önünde bulabiliyor. Bu tabii çok olumsuz bir durum. Belgelerin hiçbirinde bu kanıtlanamayacak bir şey. Mesela, çok zina töhmeti oluyor. Bu zina töhmeti ya da isnadı hukuka göre görülmesi, tespit edilmesi, kanıtlanması gere- ken bir olgu. Bunu nasıl kanıtlayacaksınız? Kanıtlanmaz. Onun için bu töhmet olarak kalıyor. Bu, yapan için bir problem oluyor ama bu daha çok kötüye kullanılıyor. Birisi hakkında olumsuz düşüncesi bulunan bir kişi çok rahat olarak bunu kullanabiliyor, bu isnatta, bu töhmette bulunabiliyor. Burada iki durum var. Biraz önce onun için bu taifeleri uzun uzun anlatmak zorunda kaldım. Böyle bir durumda kişiyi ya mahallenin cemaati koruyor. O zaman isnat dü- zeyinde kaldığı için bu mahalleliye soruyorlar bu gerçekten böyle bir duruma sebep olan birisi midir? diye ve onun iyi hâline veya kötü haline şahadet etmesi isteniyor mahalle cemaatinin. Mesela, mahalle cemaatinin çoğu kez böyle bir isnatla, böyle bir töhmetle karşılaşan kadın bireyi koruduğunu ben belgelerde çok tespit ettim, yani onun iyi hâline şahadet ediyor. Diyor ki, biz bunu iyi tanırız, bunun böyle bir erzakı yoktur, bu, ona bir töh- mettir, bühtandır, isnattır. Şimdi, bu olağan şey cemaat koruyor tanıdığı her açıdan kendisine kefil olmak du- rumunda çünkü bir de devlete karşı da kefil olmak durumunda, müteselsilen kefalet var mahallede yaşayanlar. Sadece sosyal yönden değil bir de devlete karşı müteselsilen kefiller. Onu koruyor fakat burada daha önemlisi böyle bir bühtan, böyle bir isnat, böyle bir töhmet karşısında bireylerin de kendilerini koruduklarını ve ısrarla kendilerine karşı atılmak istenen bu suçu üstlenmediklerini tam tersi kendilerine karşı suç işlendiği- ni savunanlar olmuş, ben birçok belgeye rastladım. Bu cemaatlerin, bu taifelerin üyelerinin hem etkileyen hem etkilenen olduğunu onun için söyledim. Özellikle ka- dınlara bunlar isnat ediliyor. Deniyor ki işte; biz bunun zina yaptığını düşünüyoruz. Bazen cemaat içinde kendi iyi hâline şahadet edecek olanı bulamıyor, fakat ısrarla yapmadığını göstermek için her türlü yolu deniyor. Birey o yapı içinde kendi haklarının bilincinde. Bunun birçok örneği var. Bunu ben birçok yazımda kullandım, gösterdim. Böyle bir durumda mahalle çok önem kazanıyor. Mahalle bir yandan böyle kendi birey- lerine karşı yöneltilmiş bir isnat olduğu zaman onların iyi hâline şahadet etmek gibi bir tavır gösterirken bir de kendi cemaati, kendi taifesi dışından gelecek herhangi bir şeye karşı da böyle bir tavır gösterebiliyor.
  • 30. 29 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN Mesela, belgelerde hem devlete karşı hem de kendi grupları dışından yapılmış herhangi bir saldırıya karşı ortak savunmalarını gösteren en önemli tabir mahkemeye veya her- hangi bir resmî otoriteye gidenlerin çokluğunu ve bütünlüğünü belirleyen bir terim; cem-i kâhir, cem-i kesîr tabiri. Cem-i kâhir ve cem-i kesîr aslında o grubun tamamı. Bazen onların yerini ahali-i mahalli, ahali-i esnaf filan gibi ahali sözcüğüyle, ahali teri- miyle de karşılanıyor ve bu cem-i kâhir, cem-i kesîr aslında belki siyasal irade için çok iyi kullanılması gereken, çok iyi analiz edilmesi gereken bir durum. Nereye kadar sivil toplumun iradesini yansıtıyor ben bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun üzerinden birtakım tahliller, analizler yapılabilir. Bu cem-i kâhir ve bu cem-i kesîr kavramıyla anlatılmak istenen bütüncüllük ne kadar, neyi anlatıyor bunun üze- rinde durmak lazım. Bir başka şey mahremiyet açısından ya da toplumun o ilişkilerinin düzenlenmesi bakı- mından mahallelinin üzerinde durduğu bir başka suç türü çok açık söylenemediği için fiil-i şeni diye niteleniyor yani kötü fiil. Fiil-i şeni aslında erkek erkeğe ilişkinin adı yani eşcinsellik ve genellikle de burada mahkemeye en çok intikal eden fiil-i şeni olayları, yeni yetişmekte olan genç çocuklara olan tasalluttur. Tabii bütün bunları mahkeme kayıtlarında suç olarak geçtiği için, siz durumu bunun üzerinden değerlendirebiliyorsunuz. Bunlar mahkemeye intikal etmiş olaylar. Onun için tarihçilik zor bir iş, bir belgeye bakarak da bir şey anlatamıyorsunuz, belge olmadan da anlatamıyorsunuz. Anlamak çok kolay bir iş değil. Bunlar üzerinden dü- şünmemiz lazım. Ben mesela, ömrümü tamamladım, daha ne kadar yaşarım bilmiyorum ama yapıla- cak işlerin yüzde birini yapmadan çekiliyorum. Ama tarihçiliğin çok ciddi problem- leri var. Burada satır arasında kendi derdimi biraz anlatmış olayım. MODERATÖR – Çok teşekkür ediyorum. Bu oturum hakikaten çok keyifli oldu. Aslında peşine düştüğümüz soru bu konuşmaların arkasından ortaya çıkacak, daha net bir şekilde cevaplanmaya çalışılacak. Önemli olan bence soru. Bu arka plan bilgisi çok besleyici oldu çünkü nasıl bir sosyal zeminde yaşadığımız bu çerçevenin nasıl işlediği, sizin üzüm salkımlarının tanelerinin nasıl olduğu bütün bunlar çok zihin açıcıydı.
  • 32. 31 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN II. OTURUM ARA SUNUM ve MÜZAKERELER Moderatör - Necdet SUBAŞI
  • 33. TDV KAGEM 32 Erken-modern Osmanlı Şiiri, Mekân ve Toplumsal Cinsiyet Didem HAVLİOĞLU6 Erken-modern, yani 16. ve 18. yüzyıllar arasında Osmanlı devletinde toplumsal cin- siyet meselesini şiiri merkeze alarak tartışmaya çalışacağım. Osmanlı toplumsal cinsi- yet kurgulamalarına bu dönemde şiir üzerinden yaklaşmanın bize yeni ufuklar açacağı düşüncesindeyim. Bunun nedeni, erken-modern şiirin yazılı değil, icra edilerek üretilmesidir. Diğer bir deyişle bu dönemde şiir, sözel ve toplumsal bir faaliyettir. Buna ek olarak, icra ediliş biçim ve yerine bağlı olarak birçok toplumsal pratik gibi cinsiyetin de kurgulandığı bir alandır. Bu çalıştayın konusu “mekân” olduğu için ben de şiirin bi- çimi yerine, icra edildiği mekân, yani meclis üzerinde duracağım. Hemen bütün klasik İslamî sanatların üretildiği mekân olarak meclis hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra, toplumsal bir mekân olarak cinsiyeti nasıl kurguladığını bir kadın şair örneği üzerinden tartışacağım. Lefebvre’e göre mekân, toplumsal olarak sürekli ve yeniden üretilir. Bu süreklilik de- vamlı bir değişime işaret eder. Zamana, coğrafyaya ve kültüre göre değişen toplumsal pratikler, mekânda her gün yeniden inşa edilir.7 Bu kurgulama her gün yeniden tekrar- lanan toplumsal pratikler yoluyla gerçekleşir. Toplumsal cinsiyet de mekânlar yoluyla düzenlenir ve mekâna göre değişir. Aynı şekilde, cinsiyet ve cinsellik mekânın sınırları bağlamında oluşur. Diğer bir deyişle, cinsiyet, içeri ve dışarı ayrımı üzerinden mekâna koşut olarak kurgu- lanır. Buna en güzel örneklerden biri de haremdir.8 Son yıllarda meclisi bir mekân olarak inceleyen değerli araştırmalar yayınlandı. Bunlar- dan biri, Samer Ali’nin Arap meclislerini en erken dönemlerinden itibaren ele aldığı eseri. Ali, İslamî meclislerin en erken örneklerine 9. yüzyılda Abbasilerde rastladı- ğımızı ve bunların Arap edebiyat, sanat ve biliminin üretildiği ilk alanlar olduğu- 6 Yard. Doç., İstanbul Şehir Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi 7 Henri Lefebvre. (1992) The Production of Space. Oxford: Wiley-Blackwell. 8 Irvin Cemil Schick. (2011) “Cinsiyetlendirilmiş bir mekân olarak harem ve cinsiyetin mekânsal yeniden üretimi” Bedeni, Toplumu, Kâinatı Yazmak. İletişim. 161-184
  • 34. 33 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN nu anlatıyor.9 Abbasilerin çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olduğu noktasından yola çıkarak, bu meclislerde birçok farklı dilin konuşulduğunu ve bu nedenle klâsik Yunan metinlerinin Arapçaya çevrilebildiğini gösteriyor. Arap meclisleri bir tarafa, Osmanlı meclisleri hakkında en kapsamlı bilgiyi veren Halil İnalcık, Osmanlı işret meclislerinin İranî gelenekten etkilendiğini söylüyor.10 Gelibolulu Mustafa Ali’nin Mevâid’ün- Nefâisfi Kavâid’ül-Mecâlis adlı meclislerde adabı muaşeret kurallarının sıralandığı eserlerin yanı sıra işretname ya da sakiname gibi eserleri inceleyerek Osmanlılarda kültür üretiminin çok çeşitli meclislerde olduğunu anlatıyor. Sarayda ya da seçkinlerin evlerinde olabil- diği gibi, Zâtî gibi esnaf şâirlerin dükkânları da meclis olarak sayılabiliyordu. Meclis hakkında edindiğimiz bilgiler, Modernite öncesi hemen bütün toplumlarda sa- nat üretiminin bir topluluk tarafından icra edilmesi yoluyla üretildiğini ortaya ko- yuyor. Bu durumda akla gelen birçok sorudan biri de, toplumsal cinsiyetin meclislerde nasıl kurgulandığıdır. Örneğin; Osmanlıların bir İslamî devlet olarak kadın ve erkeğin ayrı mekânlarda sosyalleştiklerini tartışmadan kabul ettiğimizden, şiir ve edebiyatın erkek meclislerinde üretildiğini varsayıyoruz. Oysa aynı zamanda biliyoruz ki, kadın şairler olduğu gibi ünlü erkek şairler tarafından kadınlara yazılmış şiirler de vardı. Ha- tice Aynur ile yakın zamanda gerçekleştirdiğimiz bir araştırmaya göre, erken-modern dönemde saraylı kadınlara kaside yazmak yaygınlaşmıştı.11 Bu durum, bu şiirlerin hangi ortamda kadınlara sunulduğu sorusunu akla getiriyordu. Öte yandan, kadın şairler de şiir yazıyordu ve hatta şiirlerine maddi ödüller de verili- yordu. Örneğin, ilk kadın şairlerden Mihri Hatun’un beş ayrı zamanda II. Bayezid’den ödül aldığı anlaşılıyor.12 Bu çerçevede iki soru akla geliyor. Eğer şiir meclislerde üretiliyorsa ve çoğunluk olarak erkekler şiir yazıyorsa, kadınlara yazılmış şiirleri ve kadın şairlerin varlığını nasıl açıklayabiliriz? Bu konuda elimizde yeterli belge olmasa da, kadın meclislerinin de ol- ması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak söz konusu belgelerde bunlardan bahsedilmiyor. Fakat az da olsa kadınların varlığı bizim için şaşırtıcı. Bu yüzden ancak elimizdeki belgelerin gerçekleri yansıttıklarını değil, analitik olarak yaklaşarak satır aralarında ne anlattıklarını bulmamız halinde, konu hakkında biraz olsun bilgi edinilebiliriz. Eğer kadın meclisleri olmuş olsaydı, Osmanlı şiirinin önemli bir parçası olan nazire yazma 9 Samer Ali (2011) Arabic Literary Salons in the Islamic Middle Ages: Poetry, Public Performance, and the Presentation of the Past. (Indiana: U of Notre Damme Press) 10 Halil İnalcık (2011) Has-Bağçede Ayş u Tarab - Nedimler Şairler Mutripler (İstanbul: İş Bankası) 11 Hatice Aynur ve Didem Havlioğlu. (2013) “Medhiyenin Cinsiyeti: Kadınlara Yazılmış Kasideler” Kasideye Medhiye: Biçime, İşleve, Muhtevaya Dair Tespitler (İstanbul: Bengi) 12 İsmail Erunsal (1981), ''II. Bayezid devrine ait bir in´āâmâāt defteri'', Tarih Enstitüsü dergisi 10-11, 303-342.
  • 35. TDV KAGEM 34 geleneğinin kadınlar arasında da olması gerekirdi. Ya da, en azından şairler birbirlerinin isimlerini şiirlerinde zikretmeleri beklenirdi. Bu konuda daha önce yaptığım bir araştır- maya göre, 19. yüzyıl itibariyle böyle bir izi sürmek mümkün.13 Oysa erken-modern dönemde kadın şairlerin sayısı çok daha az olduğu gibi, birbirleri- ne yazdıkları şiirler de yok. Bu yüzden, erken-modern meclislerde kadın ve erkeklerin bulunması konusunun daha çok araştırılması gerekiyor. Bunun için meclisteki icraatın izlerini elimizdeki belgelerde sürmemiz gerekiyor. Ben bugün burada bunun bir örne- ğini vermeye çalışacağım.16. yüzyıl tezkirecilerinden Aşık Çelebi’nin Mihri Hatun’u nasıl anlattığına bakacağım. Aşık Çelebi, büyükbabası Müeyyedzade Abdurrahman Çelebi’nin Mihri Hatun’u şahsen tanıması ve II. Bayezid, Amasya’da şehzadelik yaparken aynı ortamlarda bulun- malarından olsa gerek, onun hakkında oldukça detaylı bilgi veriyor. Onu takip eden tezkireciler Aşık Çelebi’nin anlattıklarını tekrar etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Fazla vaktim olmadığı için Aşık’tan kısa bir alıntı yapacağım. Egerçi zendür ammāâ ol nâāmerd niçe merd-i meydâāna çifte-zendir... el-mer’ˀetü ‘avratün mûūcibince ol setîīre mestûūre imiş amma âāvâāz-ı hüsn-i ‘ʿarūûs-ı tṭab’ʿı tutukḳ-ı ufk-˖i hicâābdan tṭulû’idüb eş’ʿāârı hḥüsni gibi meşhûūre imiş.14 “Bir kadın olduğu halde, erkeklerin yokluğunda, mertlik [erkeklik] meydanında iki kadına bedeldir... Kadınların [mahrem] olması gerektiği gibi örtülüydü. Fakat onun güzel sesi, tıpkı bir gelinin güzelliği gibi duvağının kenarından doğar [yükselir] ve şiiri de kendisi gibi meşhurdu.” Burada Aşık, Mihri’yi anlatırken özellikle kadınlığına vurgu yapıyor. Oysa erkek şairler için böyle bir tavır alması gerekmiyor. Yani onların erkek olduklarını söyleme ihtiyacı hissetmiyor. Ayrıca Mihri’nin namusuna leke sürdürmemek için elinden geleni yapıyor ve şiirlerini övüyor. Neden namusunu koruma ihtiyacı hissettiği meselesi bir tarafa, Mihri için ayırdığı uzunca bölümde, bazen ilginç bir şekilde müstehcen bir dille anla- tımına devam ediyor. Onun peşinden ne kadar çok kişinin koştuğunu ve fakat onun kimseye yüz vermediğini uzun uzun anlatıyor. Burada ilginç olan Aşık’ın bir kadını, erkek işi olarak kabul edilen şiir alanında anlatırken içine düştüğü çelişki. Bir taraftan da namuslu dediği bir kadını müstehcen bir dille anlatmasıdır. 13 Didem Havlioğlu (2010) ) “Valideler, Hemşireler, Kerimeler: Osmanlı Şiirinde Kadınlararasılık Journal of Turkish Studies: Festschirift in Honor of Walter Andrews, vol. 34/II, Boston: Harvard University Press: (105-115). 14 Mehmet Arslan (2007) Mihri Hatun Divanı, Amasya: Amasya Valiliği Yayınları, 15.
  • 36. 35 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN Aşık’ın anlatımı, Mihri gibi şairlerin azınlıkta olduğunun altını çiziyor. Bunun en önem- li nedenlerinden biri olarak da şiirin üretildiği mekân olarak meclisin erkek egemen olmasıdır. İkinci önemli konu ise, şiir yazan bir kadının namusunun töhmet altında olduğu imasıdır. Bu durum erkek alanında yer almasından kaynaklanabilir. Oysa unu- tulmaması gereken bir nokta, erken-modern dönemde bu alana girebilmiş kadınların, sınırları aşabilecek kadar seçkin olmalarıdır. Bu durum, onların dışında kadın şair ol- madığını değil, bizim bilemeyeceğimizi, çünkü tarih yazan erkeklerin onların alanına giremeyeceğinin altını çiziyor. MODERATÖR – Evet, şimdi katılımcı arkadaşların katkılarını bekliyorum. Bu konuda kötü adam olmayı tercih ediyorum, kısıtlamak zorundayım. Bütün arkadaş- ların söz alması zor görünüyor. Şöyle yapalım: Bu oturumda olabildiğince zamanı kul- lanarak elden geldiğince pek çok arkadaşın katılımı na fırsat vererek. Olmadı öğleden sonraki oturumda öyle yapalım. Yoksa zor alacak. Buyurun Abdurrahman Bey. Abdurrahman KURT15 – Teşekkür ediyorum. Oturumdan istifade ettiğimi ifade etmek istiyorum. Öncelikli olarak burada müzake- recilerin tartışması gereken maddelerden bir tanesi üzerinde kısaca duracağım. “Mah- remiyetin insan onuru, şeref ve haysiyetiyle genişleyen sınırların korunmasında İslam geleneği ne tür düzenekler üretmiştir?” sorusuyla bağlantılı olarak Osmanlı toplumun- da tebenni kayıtlarına dikkat çekmek istiyorum. Tebenni kayıtları yaygın bir şekilde belgelere yansımıştır. Tebenni’yi bugünkü ifade- siyle “evlatlık” şeklinde çevirebiliriz. Bunlar aslında kimsesiz, yetim ya da fakir aile çocuklarının mahrem bir alan olan evde gözetilmesi gerektiğini ifade eden belgelerdir. Bu açıdan dikkate değer buluyorum. Bunlar daha çok buluğ çağına kadar geçerliliği olan geçici evlatlıklardı, Osmanlıda bunun yüzlerce örneğine rastlamak mümkündür. Özer Ergenç Beyin söylediklerinden ayrıca istifade ettiğimi belirtmek istiyorum ancak buna bir iki de eleştirim var. Tarihçiler genelde, Osmanlı’yı okurken Osmanlı’nın sanki “hukuki anlamda da bir toplumsal cinsiyete sahip olduğu” şeklinde bir izlenimle hare- ket ediyorlar. Ben Sayın Ergenç’in konuşmasından da böyle bir sonuç çıkardım, beni mazur görsünler. Örneğin sürgün cezaları Osmanlı’da sadece kadınlara tatbik edilen 15 Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
  • 37. TDV KAGEM 36 bir ceza değildi. Benim yaptığım araştırmada erkeklerin, hatta çiftlerin, yani karıkoca veyahut bizzat erkeğin mahalledeki insanları rahatsız ettikleri için mahalleden sürgün edildiğini görüyoruz. Dolayısıyla ben şahsen Osmanlı belgelerinin hukuki düzenleme- ler açısından cinsiyetçi bir anlayış içerisinde olmadığı kanısındayım. Belgelerin, genel olarak, toplumsal cinsiyet konusunda eşitlikçi bir cinsiyet anlayışına sahip olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz bugünkü toplumlarda olduğu gibi bir toplumsal cinsiyet bakış açısı Os- manlı toplumunda da her zaman vardı ama hukuki anlamda belgelerin çoğunlukla eşitlikçi olduğu kanaatindeyim. Sürgün konusunun da böyle olduğunu düşünüyorum. Elimizde belgeler var çünkü. Ayrıca Sayın Ergenç fiil-i şeni tabirinin sadece homoseksüel ilişkilerde kullanıldığını be- lirtti. Belki kavramlar belli yüzyıllarda belli anlamları içermiş olabilir. Sözgelimi 17’nci yüzyılda, 18’inci yüzyılda böyle kullanılmış olabilir ama 19’uncu yüzyıla geldiğimizde bu kavramı gene aynı şekilde biz kadın erkek sapma durumlarında da ayrıca kullanıl- dığını bizzat belgelerden görüyoruz. Daha fazla uzatmak istemiyorum. Aslında diğer konuşmalarla ilgili söyleyebileceğim bazı şeyler de vardı ama Mehmet Akif Aydın Bey’in söylediklerine ilaveten şunu söyle- mek istiyorum: Bursa’da 15’inci yüzyılda 303 vakıf kurucusunun yüzde 51’ini kadınlar oluşturmaktaydı. Bu bir yüksek lisans tezi araştırmasının sonucunda ortaya çıkmıştı. Yine Bursa’nın özellikli bir yer olduğunu ifade etmek gerekir özellikle kadın hakları açısından. Sözgelimi, 1794 yılında bir Ermeni kilisesinin izin verilenden daha yüksek ebatlı olarak yapılmasına itiraz eden 1000 kadının 1794 yılında yürüyüş yaptığını ve bölgenin ve Bursa’nın ileri gelenlerini protesto amaçlı bir yürüyüş yaptıklarını da göz- lemlemekteyiz. Teşekkür ediyorum. MODERATÖR – Sağ olun. Sunumlar üzerinden gidersek konu çok zora gidebilir. Su- numlarla ilgili eleştirilerinizi ve katıklarınızı, cevapları sonunda alalım hocam sizden. Buyurun Hafsa Hanım. Hafsa FİDAN16 – Teşekkür ediyorum hocam. Prof. Dr. Özer Ergenç hocama tebliğ bağlamında bir soru yöneltmek istiyorum. Ben, dinlediğim kadarıyla Adalet Hanım’la “mahalle” kavramında birleştiğinize emin olama- 16 Dr., TDV İLKSAY Uzman
  • 38. 37 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN dım. Çünkü siz şöyle dediniz: Çok farklı din ve etnik kökene sahip insanlar çoğunlukla azınlıkla değil aynı mahallede yaşıyordu ama birey, fert kendini anlatırken sadece şehrini değil mahallesini de söylemesi gerekirdi. Özer ERGENÇ – Söylüyorlardı. Belgelerden gördüklerim bunlar. Hafsa FİDAN – Adalet Hanım da şöyle bir cümle kullandı: “Mahalle kimlik ve aidiyeti belirten bir şeydir.” Aranızda bir fikir ayrılığı mı var? Mahalle birbirinden ayrışıyor- ken neye göre ayrışıyor? Eğer çok farklı dinî gruplar, etnik gruplar bir arada yaşıyorsa, örneğin iktisadi duruma göre mi ayrışıyor? Günümüzde öyledir. Mesela, Ankara veya İstanbul’da insanlara oturduğunuz mahallenizi söylediğiniz zaman, sizin ekonominize dair de bir fikir edinebilirler. Bu noktayı aydınlatmanızı istiyorum. Bu birinci sorumdu. İkinci sorum da, İslam toplumlarında genelde şehirler iskân ve ticaret bölgesi diye ikiye ayrılıyor. Kadınların ekonomik/ticari hayatın içinde çok bulunmadığını, en azından er- kekler kadar bulunmadığını biliyoruz. Şehirlerdeki bu ayrımın mahremiyet kavramıyla açıklanması mümkün mü? Mehmet Akif Aydın hocama bir sorum var. MODERATÖR – Evet, oturumun rengi değişmeye başladı. Müzakereler etrafındaki sorularla ilerliyoruz, tabii böyle de devam edebiliriz, fakat buraya davet ettiğimiz bü- tün arkadaşlarımızın bu çerçeve içerisinde bir hazırlık ya da bir ön sunum yapmaları, kendi görüşlerini ifade etmelerini arzu ediyoruz. Hafsa FİDAN – Peki, kendi görüşümü de biraz sonra ileteyim. Mehmet Akif Aydın Hocamızdan şöyle bir cümle kaydettim ben: “İhtiyaç duydukça kadınlar İslam toplu- munda hep kamusal alandadır.” Şimdi Ebusuud Efendi’nin bir fetvasını okuyacağım size. Şöyle deniyor Ebusuud Efendi’ye: Bazı yerlerde avret yani kadınlar cuma nama- zına katılmak için camiye gelirse şeriat bunlara engel olunmasını mı söyler? Ebusuud Efendi diyor ki: “Aralarında genç kadınlar varsa evet.” O dönemlerde, böyle bir soru sorulduğuna göre demek ki kadınlar, kendilerini, kamusal alan olarak görülebilecek olan camiye gitme ihtiyacı içinde hissetmişler. Ama Ebusuud Efendi, buna şeriat açısın- dan cevaz vermemiş. “Bu durum, kadınların mekânları erkeklerle eşit şekilde kullana- maması anlamına gelir mi?” diye sormak istiyorum. Şöyle bir düşüncem var ayrıca: Örneğin Bursa’daki Ulu Cami’yi pek çoğunuz görmüş- sünüzdür, içerisinde şadırvan vardır. Başka pek çok camide de dış mekânda şadırvan vardır. Şadırvanlar erkeklerin abdest alması için uygundur ama tesettür kuralı gereği
  • 39. TDV KAGEM 38 kadınların abdest alması için uygun değildir. Buna mukabil mimari yapılanma esnasın- da, örneğin kapalı bir mekânda kadınlar için şadırvanlar oluşturulabilir miydi? Eğer bu tür yapılaşmalara hiç gidilmemişse bu durum, kadınların kamusal alandaki varlığını kısıtlayan bir şey midir? Bunların dışında, tarihte insanın fert olarak konumunu anlamaya çalışırken,“merkez”ve “çevre”kavramlarınındayardımınabaşvurmamızgerekebilir. Örneğin; Şeyhülislamların fetva verdiği idari yapılanmada, her şeyden önce padişah var ve onun karşısında “kul” olarak adlandırılan insanlar var, reaya var. Kendi gücünü Allah’tan alan padişah ve yö- nettiği kulları. Bursa Ulu Cami’nin duvarında, hat yazısı ile “Sultanlar yeryüzünde Al- lah’ın gölgeleridirler.” yazılıdır mesela. Burada yöneticiler karşısında erkekler de çoğu zaman bizim anladığımız manada birey değil. Örneğin; Şeyhülislam Kemalpaşazade tarafından verilen bir fetva da var. Genç erkeklerin ön safta durması konusunda fetva soruluyor, o da diyor ki: “Müştehi olması yani iştah uyandırması hâlinde yasaktır.” O halde tarihi görünümü itibarıyla sadece kadınlarla ilgili birtakım fetvalar, yasaklamalar yok. Erkek de -hocamızın ifade ettiği gibi fiil-i şeni olabilecekse eğer- cemaatte ön safta durması konusunda yasaklanabiliyor. Ben şunu ifade etmek istiyorum: Biz, günümüzde insanı yönetimin karşısında birey olarak görme eğilimindeyiz, modern kavramlarla düşünüyoruz. Ama tarihe baktığımız- da “tanrıdan gücünü alan yöneticiler ve karşıda kulları” şeklinde düşündüğümüzde olan biteni “merkez” ve “çevre” kavramlarıyla daha iyi anlamak mümkün oluyor. Ben böyle bakıldığında, kadınların tarihsel görünümleri itibarıyla daha çok periferide kaldığını düşünüyorum. Kendi görüşümü de belirtmiş oldum, teşekkür ediyorum. MODERATÖR – İyi yaptınız. Ejder Bey buyurun. Ejder OKUMUŞ17 – Ben de Özer hocama ve diğer müzakereci hocalarıma teşekkür ederim. Zihin açıcı konuşmalar dinledik. Ben genel olarak birtakım anahtar kavramlar çıkardım, onları tek tek sayacağım. Bunlar belki bundan sonraki konuşmalar için de bir öneri mahiyetinde olur. Bir de genel an- lamda Osmanlı’da cinsellik, mekân, mahremiyet, cinsiyet ve zaman üzerine belki birkaç şey söylemeye çalışacağım. Osmanlı’yı, tabii burada Klasik Dönemi gördük; konuları Osmanlı, Tanzimat, Cumhuri- yet şeklinde belki ayrı ayrı düşünebiliriz. 17 Prof. Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi A.B.D.Öğretim Üyesi
  • 40. 39 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN Modernlik, cinsiyet, cinsellik -ikisi ayrı çünkü- mahremiyet, mekân, kamusal alanda kadın, Osmanlı kadını ve kamusal alan, sokakta kadın, ailede kadın, aile, sosyal hayatta kadın, kadın cinselliğinin ölmesi, kadın cinsiyetinin ölmesi, moda ve Müslüman kadın, cinselliğin sergilenmesi, tüketim ve cinsellik, mahremiyetin kamusallaşması, metalaş- ması, neo-liberalleşmesi, mahremiyetin sekülerleşmesi, kadın ve toplumsal değişim, gösteriş, tüketimde kadının cinselliği, çocukta mahremiyet, cinsiyet ve cinsellik, kız ço- cuğu cinsiyet mahremiyet ve mekân, erkek çocuğu cinsiyet mahremiyet ve mekân, er- keğin mahremiyeti, cinsiyet eğitimi, cinsellik eğitimi, mekân eğitimi ve zaman eğitimi. Bunları böyle bir zihin jimnastiği olsun diye çıkardım. Son kavram zaman üzerinden başlarsak, şimdi ben bu çalıştayın başlığına zamanın da eklenmesini öneriyorum. Tabii yapıldı, bitti; ama zamanı da düşünmek lazım. Zaman olmadan mekân olmaz, zaman olmadan aslında hiçbir şey olmaz. Toplumsal zamanı biz daha çok ıskalıyoruz, toplumsal zamanı çoğu zaman tasavvur bile etmiyoruz, hiç düşünmüyoruz. Oysa zamanın dışında; bir mekân, mahremiyet ve cinsiyet düşünmek olası değil. Dolayısıyla zaman üzerinde de birtakım şeyler belki bu çerçevede söylenebilir. Şimdi, Özer hocam emanet-itaat ilişkisine dayalı bir siyasal toplumsal düzenden bah- setti. Çok güzel bir yaklaşım bence. Bunu ben biraz daha içine alacak şekilde şöyle tasarımlıyorum: Sadece Osmanlı siyasal düzeni değil Osmanlı toplumsal düzeni de meşruluğunu temelde dinden alan bir yapısal özelliğe sahip. Dolayısıyla bu İslam temelinde böyle, ama diğer dinler de düzenlenirken aynı şekilde o dinlerin de kendi içinde bunu görüyoruz. Bu neden önemli? Bu şunun için önemli: Mahremiyetin cinsiyet ve mekânın, zamanın tasarımlanmasında, düzenlenmesinde, sosyal hayata yansıtılmasında din burada en te- mel etken, belirleyici etken. Dolayısıyla Osmanlının genel toplumsal yapısında mevcut dinî meşrulaştırımı kadın-erkek ilişkilerinde, mahremiyet alanlarının tanziminde, ka- musal alanda da aynı şekilde görebilmemiz mümkün. Yine Osmanlı toplum hayatında, Mehmet Akif hocam söyledi, sivil toplumda kadının varlığını hepimiz biliyoruz. Belli ölçülerde öne çıktığını da biliyoruz. Bir de bu şeyi, biraz belki sistematize etmek bakımından mahrem alanları; evin için- deki mahrem alanlardan başlayarak, aslında bireyin iç dünyasındaki mahrem alanla- rından, zihniyet dünyasındaki mahrem alanlarından başlayarak -çünkü burada beden ve ruh meselesi de önemli bir konu- evin içindeki mahrem alanlardan ve ev genel
  • 41. TDV KAGEM 40 olarak dışarıya karşı, komşular, mahalle, millet sistemi vs. çerçevesinde ele almak ge- rekir. Osmanlı’da bir de bu mahremiyet cinsiyet konusunu sanıyorum millet sistemi çerçevesinde dinî bir alana da oturtarak ele almak gerekiyor. Kamusal alanı da pek mahremiyetin dışında görmemek lazım. Kamusal alan ded- iğimiz şey aslında mutlak anlamda mahremiyetin dışında olan bir alan değildir Osman- lı’da az sınırlı kamusal alan, görece çok sınırlı kamusal alan diye ayırmak gerekir diye düşünüyorum. Tabii, biz cinsiyet konusunu, mahremiyet konusunu konuşurken, bu hakikaten belki verili toplumsal yapının bize etkisinden kaynaklanabilir. Hoca hanım da biraz bahset- ti, daha çok kadın cinsiyetini ve cinselliğini, tabii ayrıca, mahremiyetini belki düşü- nüyoruz, fakat aslında erkeğin mahremiyetini, çocukların mahremiyetini de ayrı ayrı konuşmak lazım; çünkü İslam toplumunda buna göre evin yapılanması, mahallenin yapılanması söz konusu. Bir de son olarak bütün bu cinsiyet, mahremiyet ve mekân üzerinden belki üzerinde bu çalıştay boyunca mahremiyet eğitimi, mahremiyet, cinsiyet, mekân ve zaman eğitimi üzerinde durulabilir diye düşünüyorum. Çok teşekkür ediyorum. MODERATÖR – Teşekkür ediyorum, sağ olun. Hocam buyurun. Lütfi BERGEN1 8 – Not aldığım birtakım hususlar var onları aktaracağım. Bu arada akademisyen değilim. Beni buraya çağırdığınız için teşekkür ediyorum. Mahremiyet kavramından başlayacağım. Mahremiyet değil rahimiyet demekteyiz. Din kadını “mahrem” ve “ziynet” sayarak rahimiyetine alır. Bu nedenle kadın kimliği mev- cut mekân anlayışı nedeniyle “gösterilen” hale gelmiştir. Hâlbuki kadın “gözeten, yetiş- tiren, gören” yani “rahim-rahmet” ve “merhamet” kelimelerinden okunmalıdır. İlk dikkat çekmek istediğim husus bu. Müslüman kadın kimliği kentleşme ile kendini “rahimiyet” İsm-i Celal’inin himayesinden çıkarmıştır. Görkemli büyük konformist bi- nalar yaparak kadını tüketen ya da çalıştırılan, istihdam edilen bir kimliğe sokmuştur. Bugünkü mekân algımız aslında kadınıAllah’ın kendisinde tecelli ettiği ismi (er-Rahim) tasfiye etmeye yönelik bir tasavvurla ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle, Osmanlı şehri pat- ronaj kavramıyla açıklanamaz; çünkü Osmanlı’da mekân nedeniyle ve “mahalle” kav- ramı sebebiyle “özgürleştirici yerelleşme”, ekonomi-şehir hattı gibi diğer başka bir tür ilişki tarzı vardır. 18 Araştırmacı-Yazar
  • 42. 41 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN Mahalle bizatihi padişah tarafından fermanla atanan muhtar tarafından yönetilir. Arada bürokratik bir mekanizma yoktur. Dolayısıyla Osmanlı Mahallesi için “bürokratik top- lum” dan çok “özdenetim toplumu”na bir geçişten bahsetmek gerekir. Mahallede cema- at kendi yaşam alanını belirleme hakkına sahiptir. Bugün olmayan bir şeydir bu durum. Bugünkü “Gezi Parkı Hadiseleri” yle yaşadığımız sürecin aslında ana, temel sıkıntısı kendi şehrimizi oluşturmaktır. Şehrimizde kendi irademizle tasarrufta bulunabilmek hakkımızın elimizden alınması ile ilgili bir gerilim yaşanmaktadır. Dolayısıyla Osmanlı sakini tekeffülle birbirine bağlı insanlardan oluşurken günümüzde bu mekân algısıyla bunu kaybetmekteyiz. Osmanlı’da “mahalle” de bir cinayet işlendiği zaman mahallenin sakinlerinin (hanelerinin) tamamı bu cinayetten sorumludur. Faili meçhulün diyetini ödemekle yükümlüdür. Bugün ise faili meçhul dediğimiz cinayetler çözümlenemiyor. Osmanlı’da böyle bir şey olsa, mahallede herhangi bir cinayet işlense, mahallenin tama- mı sorumlu olacağından ve diyetini ödeyeceğinden, Osmanlı mahallesi günümüz top- lumlarından ileri bir toplum tasavvurudur aslında. Bunu günümüzde temellendirilmiş “hak”ların kapsamında söylüyorum. Osmanlı sakini kendi bekçisini kendisi atayabilmekteydi, kendi öğretmenini atayabil- mekteydi. Yerel sahaların özgürleştirilmesi günümüzün tartışmasıdır biliyorsunuz. Ma- hallede mekân algısını zikrettiğim yerden ele almazsak, Batı kentini de algılayamayız. Çünkü Batı kenti bir burjuva kentidir. Oysa Anadolu topraklarında böyle bir sınıf yoktur. Dolayısıyla sınıf temelli bir kenttir Batı kenti. Hâlbuki Osmanlı iktisat-toplum mekanizması burjuva üretmemek derdindeydi. Kapitalist bir mekân algısı (özel mülki- yetin topluma karşı konumlanması) yoktur Osmanlı şehrinin. Şehir kavramıyla kent kavramını da burada ayırmak gerekir. Bizler “bazar kurulur Cum’a kılunur” perspektifine, dinî-iktisadî bir şehir algısına sahibiz. Batı kenti hiçbir zaman bu perspektifle inşa olmamıştır. Bütün sakinlerini ya zenginleşmek (burjuvalaş- tırmak) ya da onları istihdam etmek (proleterleştirmek) derdinde çatışmacı iki sınıfsal kimliğe bölmek ve mekânı da piyasa koşullarında en üst rant getirecek şekilde di- zayn etmek üzere şekillenmiştir Batı kenti. Dolayısıyla günümüz kenti “finans / iktidar / emlak sahiplerinin” ittifakıyla oluşmuştur, sömürgeci bir mekân sistemidir. Kadının mekânla ilişkisini bu çerçevede de okumak gerekiyor. Kadınların vakıf kurmasından bahsedildi. Üretmeyen bir kadından bahsediyoruz. Her- kesin bu konuda mutabık olduğunu görüyorum. Mehir hakkı ve miras hakkı nedeniyle kadına [bankaya para koyamayacağına göre - banka yoktur çünkü-] çok büyük bir imkân verilmiştir, servetini vakfeder. İslâm dininin getirdiği “Mehir hakkı” olan bir
  • 43. TDV KAGEM 42 kadından bahsediyoruz burada. Toplumsal alandaki vakfiyelerin üçte birinin kurucusu [üretmeyen - emekçi olmayan] kadınsa bu, paranın [mehir-miras] bir şekilde topluma hayır olarak döndüğü anlamına gelir. MODERATÖR – Evet, hocam toparlıyoruz. Lütfi BERGEN – Ufak bir şeyler daha eklemek istiyorum. Jakops’un “Amerikan Şehirlerinin Ölümü” adlı kitabında “güvenlik” meselesitartışılıyor. Orada şöyle bir ifadeye rastladım: Bir kentin güvenilir olabilmesi için sokakta insan bulunmalı ve “sokağı gözleyen” bir göz olması gerekir. “Gözleyen” şeklinde bir ifadeye rastladım. Bu aslında bizim cumbamız. Batıda bu işler (Osmanlı ev-mahalle modeli) tartışılıyor, kentlere monte edilmeye çalışılıyor. Bizim Osmanlı modelinde üretilmiş birtakım mekanizmalar bunu sağlıyor. Biz kadını birtakım koşullamalara zorluyoruz. Batı kenti bir fetiştir. Yani biz diyoruz ki, “binaları yükseltelim kadın bu kent içerisinde kendi kimliğini ortaya koysun.” Bu yanlış bir yöneliştir. Kadın dediğim gibi “gözeten” bir varlıktır, bir “ziynet”tir. Biz bu ziyneti sokağa atarak onu kirletiyoruz. Teşekkür ediyorum. MODERATÖR – Hilal Hanım buyurun. Hilal GÖRGÜN19 – Teşekkür ederim. Ejder Bey’in kaldığı bir yerden devam etmek istiyorum. Aslında Özer hocamız kısaca değinmişti. Klasik dönem Osmanlı mahallesinden, şeh- rinden bahsediyoruz. Biraz karşılaştırma yapabilmek açısından, bu döneme denk gelen Batı’daki bazı durumlardan da bahsetmek istiyorum. Özer hocamız Osmanlı şehri ile ilgili çalışmaları veya İslam şehirleri ile ilgili modern çalışmaları başlatanların Batılılar, oryantalistler olduğunu söyledi. Üzerinde durmak istediğim iki konu var. Birincisi Batılıların İslam şehrine baktıkları zaman ne gördükleri? Özellikle 19’uncu yüzyılda. İkincisi, bizim klasik şehirlerimizden bahsederken Batı’daki bunun karşılığı ne? Özer hocamız reayadan bahsetmişti. Bunun karşılığı feodal dönemde Batı dillerinde hepiniz mutlaka bilirsiniz burjuva, bürger veya citizen şeklinde isimlendirilebilecek olan şeyler ve bunların hepsi de bizim burç kelimesinden, kale kelimesinden türetil- 19 Dr., Araştırmacı - Yazar
  • 44. 43 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN miş olan burjuva veyahut da bürger kelimesi. Nedir bürger veya burjuva veya citizen? Korunmuş olan alanda yaşayan, bir nevi kalenin içinde yaşayan demek. Kalenin için- de yaşayan, yani sınırları belirli o surların içerisinde yaşayan kesimin hakları vardır ki bunun yansımalarını bugünkü modern hukukta da zaten görüyoruz. Avrupa veya Almanya’dakiler insan hakkından bahsetmez; diyelim ki bürgerin hakkı vardır, bir de insanların genel hakları, bunlar farklıdır. Bu bağlamda şehrin yapısı insanların konumunu da yani insanların nerede yaşadıkları onların haklarını hukuklarını da belirliyor. Onların böyle bir geçmiş içerisinden gelip de daha sonra tabii ki şehirleşmelerini burada ele alacak değiliz ama alt yapısı bu feo- dal sistem. Oryantalistler gelip de bizim Osmanlıyı gördükleri zaman. Osmanlı derken bunu sadece İstanbul ve Anadolu olarak değil çok geniş bir coğrafyadan bahsetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Timothy Mitchell’in “Colonization of Egypt” isimli, “Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi” is- miyle tercüme edilmiş güzel bir kitabı var. Orada, İngiliz ve Fransızlar 19’uncu yüzyılda Mısır’a gelip Mısır’ın modernleştirilmesi için seferber oldukları zaman, çeşitli raporlar yazıp ülkelerine gönderiyorlar. Özellikle Süveyş Kanalı’nın açılışı sırasında çok büyük bir işgücüne ihtiyaç oluyor ve yüz binlerce insanın orada öldüğünden de bahsediliyor. Burada insan kaynağı arayışına giriştikleri zaman, şöyle bir şeyi rapor ediyor, bu rapor tüylerimi diken diken etmiştir: “Biz Mısır’ın nüfusunu sayamıyoruz, mimari yüzünden evlerin mahrem alanlarına giremediğimiz için nüfusun yüzde ellisi hakkında hiçbir malumatımız yok, işgücü olarak bunları kullanamıyoruz.” diyorlar. Modern Mısır köyleri oluşturmaya başlıyorlar. Bu modern köylerde, kimin nerede bu- lunup hangi işte çalışacağı belli. Odaların sayısını, orada kaç kişinin yaşayacağını, am- barların nerede olacağını, tamamen insanların işgücünü kullanabilecek, onları sayabi- lecekleri bir yerleşim şekline geçiliyor. Bunu Kahire’nin 19’uncu yüzyıldaki modern şehirleşme düzeninde yeni Kahire’de çok net görüyoruz. Benim söyleyeceklerim bu konuyla ilgili bu kadar ama bir iki nokta üzerinde de fikirler- imi söylemek istiyorum. Kadının üreten olup olmadığından bahsedildi. Aslında ben bunu bulunduğum her ortamda gündeme getirmeye çalışıyorum; çalışmayan bir kadın yok aslında. Belki şu düşünülebilir: Dışarıda çalışıp da eve para getirmeyen bir kadından bahsetmek belki
  • 45. TDV KAGEM 44 mümkün ama çalışmayan bir erkekten bahsedebilirsiniz, anne olmuş özellikle çalışma- yan bir kadından bahsetmek mümkün değil. Bu işin tabiatına aykırı bir şeydir. Bunun sürekli göz önünde bulundurulması gerekiyor. Zengin değilse, vakıf kuramadıysa bu kadının üretime katılmadığı anlamına gelmiyor. Muhakkak ki hepiniz biliyorsunuz bunu yani benim burada hatırlatmama gerek yok fakat bizim gözümüzden, hüküme- timizin de gözünden kaçırdığı bu noktanın özellikle sürekli altının çizilmesi lazım. Kadın sürekli çalışıyor ama çalıştığı alanlar değişiyor. Teşekkür ediyorum. MODERATÖR – Çok teşekkürler. Buyurun Alev Hanım. Alev ERKİLET20 – Teşekkür ederim. Öncelikle Özer hocaya çok teşekkür etmek istiyorum; şu an kadın meselesi üzerinden konuşuyoruz ama söylediklerinin kent sosyolojisi açısından da çok önemli noktalara işaret ettiği kanaatindeyim. İzin verirseniz, 2006’dan bu yana kent sosyolojisi ve İstan- bul üzerine çalışırken ulaştığım bazı tespitleri sizinle paylaşmak isterim. İstanbul›'da sizin bahsettiğiniz dönemlerden bugüne gelinceye kadar çok temel bir kentsel transformasyon olduğu; 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren de bu trans- formasyonun çok hızlandığı kanaatindeyim. Geleneksel, tarihsel kent çok-dinli, çok- kültürlü ve çok-sınıflı idi. Farklı sınıflardan insanların mahallede bir arada bulunmasın- dan -sizin işaret ettiğiniz sosyal dayanışmacı ağlar çerçevesinde- toplumsal yarılmaların çatışma maliyetiyle topluma geri dönmemesini de sağlayan bir mekanizma doğdu. Bu- nun içinde kadının mahremiyetinin ayrı bir tartışılabilirliği var elbette, ama söyledikle- riniz kendi başına da çok önemli. Bugüne doğru geldikçe, yerleşim yerlerinin giderek sınıflara göre bölündüğünü, hatta bugün geldiğimiz noktada gettolaşma riski taşımaya başlamış yerleşim yerlerine doğru bir değişim yaşandığını görüyoruz. Bu dönemde, mahremiyet-mekân ilişkisi, sadece cinsiyet üzerinden kurulmakla kalmıyor, giderek “bizden olmayan” tüm ötekileri, di- ğer sınıfları da içerecek biçimde genişletiliyor. Kent her tür “öteki” nden uzak kalmaya dönük olarak tasarlanmaya başlanıyor. Kapalı ve kapılı yerleşim alanları (gated com- munity) olarak adlandırdığımız alanlar, hem kadınların kentsel yaşamdan soyutlanarak kapatıldığı yerler olarak hem de orta sınıf profesyonel beyaz yakalı insanların kendi- lerini diğer toplumsal sınıflara karşı kapattığı yerleşimler olarak karşımıza çıkıyor. 20 Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, Bölüm Başkanı
  • 46. 45 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN Dolayısıyla hem mahremiyet algısı değişiyor, hem de mahallenin doğası. Belki Köksal hocam da bu konuda bir şeyler söylemek isteyebilir. Ben mekân-ayrışma bağlantısını dikkatinize sunmakla yetinmiş olayım. Bünyamin BEZCİ21 – Teşekkür ederim hocam. Ben aslında özellikle Özer hocamın anlatımının gayet tutarlı olduğunu, gayet açıklayıcı olduğunu düşünüyorum ama sanki bir tek şey göz ardı edilmiş gibi; gündüz kamusal- lığıyla gece kamusallığının bir şekilde ayrı olabileceğini düşündüm. Aslında söylemeye çalıştığım şey şu: Özer hocanın anlattığı tutarlı, belgelere dayalı hikâyesi daha ziyade bana gündüz kamusallığıyla alakalıymış gibi görünüyor. MODERATÖR – Bu ne demek bunu bizim için de açıklar mısınız? Bünyamin BEZCİ – Mesela, şöyle bir şey: Bir Ermeni ile bir Müslüman’ın gece kamu- sallığında çok da birlikte olmadığını ama gündüz kamusallığında, ulu yolda, üzüm salkımı önemli bir metafor ya da çarşıda mutlaka birlikte olduklarını ama gece kamu- sallığında çok da birlikte olamayabildiklerini düşünüyorum aslında. Anadolu kentle- rinde mesela Maraş’ta bir Alevi ile bir Sünni aynı şekilde farklı mahallelerde. Bu ulu yolda, mesela çarşıda, pazarda gündüz kamusallığında bir araya gelen insanların gece kamusallığında birbirlerine çok da misafir olmadıklarını, belki her birinin ayrı çıkmaz sokakta yaşadığını göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum. BİR KATILIMCI – Gece kamusallığının ne demek olduğunu açıklar mısınız? Bünyamin BEZCİ – Birbirlerine misafir oluyorlar mı gece? Gerçekten oluyorlar mıydı insanlar? Gece birlikte oluyorlar mıydı yani akşamdan sonra? MODERATÖR – Bu soruyla nereye varıyorsunuz hocam? Bünyamin BEZCİ – Benim bu sorudan varmaya çalıştığım şey aslında Özer hocamın belgelerde gördüğü şeyin sadece gündüzle alakalı olduğu. Lütfi BERGEN – Efendim, şimdi “gece kamusallığı” olabilir belki böyle bir ayrıştır- ma yapılabilir. Ama Osmanlı mahallesinde “yatsı”dan sonra zaten hayat yok. Osmanlı gecesi için konuşuyorum, gece sokağa çıkan tutuklanıyordu. Bir de şunu söylemek istiyorum: Gayrimüslimlerin iştigal ettikleri meslekler, sınıfsal olarak kazanma biçimleri ile Müslümanların kazanma biçimleri zaten farklı. Dolayısıyla bu toplumun mahalle kavramını kazanç biçimiyle, sınıfsal özellikleri ile de değerlendir- mek lazım. Bunu söylemek istiyorum. 21 Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
  • 47. TDV KAGEM 46 Didem HAVLİOĞLU – Ben bir şey eklemek istiyorum. Mesela, karagöz oyunlarına bakalım ne zaman yapılıyor böyle bir eğlence diye. Özellikle ramazanda gece boyun- ca yapılan eğlenceler bunlar. Karagöz oyunlarına baktığınızda karakterler çok çeşitli. Türk’ü, Ermeni’si, Yahudi’si hepsi var. Seyircinin öyle olmadığı bir yerde oyunun böyle olması gerekmiyor. Mantık olarak oturmuyor çünkü her tiplemenin tîye alındığı bir oyun karagöz. Bunu biraz göz önünde bulundurmak gerekir. Hakikaten güzel bir soru sordunuz ama gece eğlencelerine bakılarak belki bir şey söylenebilir demek istedim ben. MODERATÖR – Abdullah Bay hocam buyurun. Abdullah BAY22 – Hocam, birkaç konuya değinmek istiyorum. Sanki mahalleye dışarıdan kimse alınmıyor gibi bir ön kabul oluştu. Evet, Osmanlı mahallesinde farklı bir tutum var. Ama yine Osmanlı hanesinde aile dışından geniş bir öteki zümre de var. Ben konuyu Osmanlı hanesinde yabancılar veya ötekiler olarak tanımlayabileceğimiz kesim açısından da değerlendirmek istiyorum. Bu noktada araştırmaya yeni açılan 1834 tarihli Nüfus Defterlerinden bahsetmek istiyorum. Aileye daha sonra katılan kö- leler, hizmetçiler, sütanneler, yetimler, oğulluklar ve beslemeler ve mürebbiyeler gibi geniş bir kesim bulunuyor. Sadece Trabzon dâhilinde mahremin mahremi dediğimiz Müslim aileler tarafından ailenin içerisine alınan oğulluk sayısı yabancıdır bunlar, 58 kişidir. Yine oğulluklar ile yakından ilgili teba, yetim ve aileye sonradan katılan köleler bu sayıya dâhil edilmemiştir. Bunlar da katıldığında daha büyük rakamlara ulaşılıyor. Bu defter kayıtlarında kadınlara dair bilgiler bulunmadığından besleme olarak isimlen- dirilen kız çocuklarının ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Bu mahrem çizgiler öyle mahalleye dışarıdan gelene yan gözle bakıldığı, ön kabul gibi oluşuyor, ama ailenin içerisine yabancı bir kişi alınıyor. Burada mahremi nasıl izah edeceğiz, aile bunu nasıl algılıyor? Aslında kadınlara ait nüfus bilgilerinin de yer aldığı 1885 tarihli defterler açılsa daha sonraki dönemlerin de incelenmesiyle daha sağlıklı bilgilere ulaşılabilir. Yalnız bunu 1885 defterleri açılmadığından tespit edemiyoruz. Yani orada aileye daha sonra katı- lanların oranları, aynı zamanda kız çocuklarının ne kadar alındığını ve ilişkilerin boyu- tunu tespit edebiliriz, ama açılmadığından göremiyoruz. Bir de şu var: Şu anda KAGEM’in de çalışmaları arasında zannediyorum, kurum ba- kımındaki çocukların koruyucu aileler tarafından alınmasına, himaye edilmesine 22 Yard. Doç. Dr., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
  • 48. 47 OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE CİNSİYET, MAHREMİYET VE MEKÂN çalışılıyor. Şu anda ailelerin mahremiyet algısından dolayı yaygınlaştırılamadığı belir- tiliyor. Fakat Osmanlı döneminde şu andaki ön kabulden ve hatta evlatlık sayısından daha fazla sayıda oğulluk ve besleme var. Bunlar aileye, mahrem alana daha sonra dâhil olan kişiler. Bunu Osmanlı toplumunun nasıl algıladığı ve çözdüğü ilginç bir araştırma konusu olabilir. Birde şöyle bir tespitim var. Mahrem algısının dönem olarak da göz önünde bulundurulması kanaatindeyim. Örneğin, Lale Devri’ndeki kamusal alandaki mahrem algısıyla diğer bir dönemdeki kamusal algı aynı mı? Yine toplumsal katmanlar arasın- daki mahremiyet algılarına, tepkilere bakıyoruz ki isyanın en büyük sebeplerinden bir tanesi de bu algı herhalde. Taşrada da farklılıklar var gibi. Mehmet Akif hocamız değin- di, köy ve şehirde de farklılık var. Tam bu konuda Dina Rizk Khoury’nin Musul üzerine “Terlikler Kapıda mı? Kapalı Ka- pılar Ardında mı? Ev İçinde Kamusal Mekânda Musullu Kadınlar” başlıklı bir makalesi var. Yazar araştırmasında atasözleri ve tarihî kayıtları da kullanıyor. Ben buna da dikkat çekmek istiyorum. Teşekkür ediyorum. MODERATÖR – Peki, buyurun Şaban Ali Bey. Şaban Ali DÜZGÜN23 – Teşekkür ediyorum ben de sunumlar için. Hem sunumlar hem de müzakereler çok verimli oldu sabah. Soru sormayacağım katkı mahiyetinde birkaç hatırlatmam olacak. Kur’an-ı Kerim’de şehir anlamında karye, belde, medine gibi terimler kullanılmaktadır. Bunlar içerisinde belde daha çok sık referans alan bir terimdir. Her biri ayrı bağlamlarda kullanılmaktadır. Örneğin medine halkı tanımlanırken çok çarpıcı bir ifade kullanılmaktadır: “Ve min ehlil Menineti meredû ‘ala’n-nifâk / Münafıklık en fazla şehirlerde olur”24 diye. Ayet-i Kerime ister yaşadığımız şehirlere isterse özel olarak Medine’ye işaret etsin, şehrin sosyal gerçekliğini açığa çıkarması ve nasıl mekân- larda yaşadığımız hakkında ipuçları vermesi açısından oldukça çarpıcıdır. Belde tabirini Kur’an-ı Kerim, ayağı yere basan, toplumsal ve çevresel karşılıkları olan bir zeminde tanımlayarak önümüze getirmektedir. 23 Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Kelam A.B.D Öğretim Üyesi 24 Tevbe 9-101.