SlideShare a Scribd company logo
Denedi m
Pýnar Türen
www.altkitap.com




Dene di m
Pýnar Türen


      "Denedim"i, Hayalet Gemi ile yaptýðým 10 yýllýk sefer sýrasýnda
 uðranan limanlardaki yazýlarýmdan oluþturdum. Toplam 68 seferden
 sadece 20 yazýyý aldýðým bu kitapta, ufak tefek düzeltmeler yapsam
da yazýlarýn orjinal hallerine baðlý kalmaya özen gösterdim. Çünkü bu
           yazýlar benim için hayatýmýn en güzel yolculuðunun anýlarý.

   Hayalet Gemi'yi sonsuzluða uðurlarken arkasýnda bana Denedim'i
       býraktýðý için ona ve tüm yolculuk arkadaþlarýma bir kez daha
                                                 teþekkür ediyorum.

Bu kitabýn oluþmasýnda, fikir aþamasýndan yazý seçimine kadar bana
     yardýmcý olan ama en önemlisi bana inanç veren Tülin'e sonsuz
                                                      teþekkürler...
altkitap - deneme 6



Denedim
Pýnar Türen

Eylül 2002

Yayýna Hazýrlayan:       Adnan Kurt
Düzelti:                 Adnan Kurt
Tasarým:                 Faruk Ulay
Tasarým Uygulama:        Murat Gülsoy
Fotoðraflar:             Pýnar Türen
Fotoðraf Editörü:        Theron Patterson
                         © 2002 altkitap ve Pýnar Türen

Yapýtýn tüm yayýn haklarý saklýdýr. Tanýtým için yapýlacak kýsa alýntýlar
dýþýnda yayýncýnýn izni olmaksýzýn hiçbir yolla çoðaltýlamaz.

www.altkitap.com
editor@altkitap.com
Yazar Hakkýnda
Pýnar Türen 1969 yýlýnda Ýstanbul’da doðdu.
Hep Ýstanbul’da yaþadý.
Boðaziçi Üniversitesinde Psikoloji okudu.
1992-2002 yýllarý arasýnda Hayalet Gemi dergisini çýkartan ekibin içinde yer
aldý.
altzine.net’te yazýyor.

Hayalet Gemi dergisinde on yýl boyunca çýkan yazýlarýndan derlediði
“Denedim” ilk kitabý.
Önsöz - Adnan Kurt                                                                    ii




                               Okudum, durdum düþündüm.


                 Pýnar Türen, Hiçtim ve Öldüm baþlýklarýyla baþlayan ve biten
              denemelerini sýralýyor "Denedim" adýný taþýyan kitabýnda. Bu önceden
              hazýrlanmýþ bir izlek deðil ama uzun yýllardýr Hayalet Gemi'de
              yayýnlanmýþ denemelerinin biçimlendirilmiþ hali. Öyle bakýldýðýnda da,
              birbirinden baðýmsýz konular ve baþlýklarla yazýlmýþ yazýlarýn nasýl da
              eþuyumlu bütünlüðe kavuþtuðunu görmek çok etkileyici.


                 Bir baþý ve bir sonu olan bu denemeler dizisi çizgisel zaman üzerine
              kurgulanmamýþ. Çeþitlilik ve biraz da yazarýn öznel seçimleri
              çevresinde hayata bir baþka bakýþ da denilebilir. Akademik aðýrlýðýn ve
              sýkýcýlýðýn uzaðýnda, ama göndermeleri ve tutamak noktalarýyla
              saðlam bilimsel temellerle içten çözümlemeler içeriyor bu denemeler.
              Büyürken, yaþarken, severken, koþarken, öfkelenirken, gezerken,
              sýkýlýrken nelerdi bizi etkileyen? Duyularýmýz, kavrayýþýmýz, þeylere
              bakýþýmýz nasýl þekilleniyor? "Denedim" bunlara yanýt vermeyecek
              elbette. Ama bu sorulara yanýt nasýl arýyor bir baþkasý, bu sorularý nasýl
              görüyor, hayata iliþkin bazý dertleri nasýl ediniyor, okumasý çok zevkli,
              kývamýnda ve düþündüren bir tatta veriyor.


                  Bende býraktýðý en derin þey bir merak duygusu, merakýn nasýl
              birþey olduðuna iliþkin ipuçlarý. Neden meraklanýrýz sorusu, ve
              sýrlarýmýz.


                 "...kimi zaman ise amansýzca mücadele vererek içimizde
              taþýdýðýmýz anýlar, düþünceler, arzular ve duygularla yaþamlarýmýzý
              sürdürdüðümüzü kabul etmeliyiz... Ufak tefek sýrlarýmýz."


                 Adnan Kurt
                 Eylül 2002-09-15
                 Rumeli Feneri
Denedim


   Hiçtim7

 Akýllandým10

 Oynadým13

Zevk aldým16

 Hýzlandým20

 Geleceðim24

  Sýrdým27

  Ýnandým33

  Korktum36

 Rastladým39

  Þehrim45

Makineleþtim48

 Hükmettim52

  Þiddetim56

  Parçam59

 Karmaþam62

  Yayýldým64

  Dengem67

  Unuttum72

  Öldüm76
7




Hiçtim                                                             1994



ÝDEALSÝZ ÝDEALÝSTLER VEYA HAREKETSÝZ YAÞAMLARA
DOÐRU...

                   Aynaya baktýðýmda umutlarý kaybolmuþ bir çocuðun
                gözlerini    gördüm.      Oysa     artýk    çocukluðum
                çekmecelerde      yatan   birkaç    fotoðrafla,   aklýmýn
                köþesinde kalmýþ birkaç 'an'ýn hatýralarýndan baþka bir
                þey deðil. Þimdi kendimi yaþamýn kenarýnda ancak
                ucundan yakalayabildiði þeylere tutunmaya çalýþýr
                görürken soruyorum kendi kendime 'nerede kaldý
                ideallerim; nerede ve ne zaman kaybettim onlarý?'.

                   Biz çocuk gözümüzle mücadele eden abilerimizi
anlayamadýk, ellerinde kýzýl bayraklarla okuldan çýkýp caddelerde
yürüyen abilerimizden ellerimizde beslenme kutularýmýzý sýmsýký
tutarak kaçtýk. Evlerimize, sadece bize ait ve güvenli olduðunu
sandýðýmýz dar sokaklarýmýza kaçtýk ve bir daha hiç çýkamadýk...

   Hayatla ilk yüzleþmeye baþladýðýmýz dönemlerde karþýmýzda
öðretmenlerimizi bulduk. Etimizin öðretmenlerimize, kemiðimizin
ailelerimize ait olduðu düþüncesiyle ilk savunma mekanizmalarýmýzý
kurmayý öðrendik: Sevilirmiþ gibi yapýlan ama aslýnda delice korkulan
öðretmenlerimizi idolleþtirerek, çocuk kafamýza göre ilk idealimizi de
belirledik: 'Büyüyünce öðretmen olacaðým'. Ateþli hastalýklarýmýz
sýrasýnda bizi iyileþtiren ve ýstýraplarýmýzý dindiren doktor amcalarýmýza
da takdirlerimizi sunmayý bir borç bildik ve idealler listesine doktor
olmak ikinci sýradan girdi! Ama yollarda yürüyen abilerimizden hep
kaçtýk, çocukluk ideallerimizde devrimci olmak yer alamadý.
Kendimizden çok anne-babalarýmýzýn ideallerini üstümüze giymeye
çalýþtýðýmýz çocukluðumuzda, haykýrmaktan çok itaat etmeyi öðrendik.
Bize sadece kendi pencerelerinden dünyayý gösteren ailelerimiz ve
onlarýn koruyucusu devletimizin beklentilerini ödev, icraatlarýný ipucu
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                        8




               bildik. Belki bu yüzden erkek çocuklarýn idealler listesine polis veya
               asker olmak ekleniverdi. Ýþte küçük kafalarda geleceðe dair ilk oluþan
               ideallerden kesitler böyle basit ve ilkel yöntemlerle hemencecik
               oluþurken, ilerleyen yaþlarda hayatýn hiç de bu kadar basit
               kopyalanamadýðýný anlamak zorunda kaldýk.

                                    Ýdealler sadece bir þey olabilmekle sýnýrlý kalmaz.
                                 Kafalarýn üstünde kavak yelleri esen ilk gençlik
                                 yýllarýna varýldýðýnda, idealler ileride edinilecek olasý
                                 meslek seçiminden birkaç adým ileriye giderek hayat
                                 felsefesini oturtmaya yardým edecek bir idol
                                 arayýþýna    dönüþür:    Ailesinden     ayrý   yaþayan
               üniversiteli kapý komþusu aðabey, John Lennon, Che...

                  Birilerine benzemek ya da onlar gibi olabilmek ilerdeki olasý
               yaþantýlara yön vermenin neredeyse tek yoluymuþ gibi, evrensel bir
               þekilde, çoðu insan ayný yoldan geçer. Annelerine aþýk erkek çocuklar
               onlarý elde edebilmek için nefret bile etseler babalarý gibi olmak isteyip
               bellerine oyuncak tabancalarýný takýp yaramazlýklarýyla annelerine ne
               kadar erkek olduklarýný ispat etmeye çalýþýrlarken, babalarýna aþýk kýz
               çocuklarý da sinir de olsalar annelerine benzeyebilmek ve böylece
               babalarýný kendilerine aþýk edebilmek için küçük týrnaklarýna kýrmýzý
               oje sürüp annelerinin giysilerini özellikle de topuklu pabuçlarýný giyip
               evin içinde büyümüþ de küçülmüþ yaratýklar gibi dönenirler. Böylece
               hayatýn akýþýný belirleyecek ilk benzeþmeler için öfke objeleri tercih
               edilirken, ilerleyen yaþlarýn idolleri üstün nitelikli evrensel kiþilerden
               seçilir ama temel hep aynýdýr : Özenmek üzerine inþa edilen
               biliçaltýnda benzeþme mekanizmasý.

                  Kendini kayýp veya gölgedeki nesil diye adlandýran 80 kuþaðý yani
               bizler, bizden öncekilerin ideallerini benimsesek bile ne yapacaðýný,
               kendini nasýl ifade edeceðini, nasýl bir araya geleceðini bilemeden,
               kafasý fena halde karýþýk bir þekilde geçirdi ilk gençliðini. Uðruna
               ölünecek bir ideal var mýydý acaba? Bu kadar adalet fukarasý bir
               Dünyada, idealleri süslemeye, cilalayýp parlatmaya hatta uðrunda
               ölmeye deðecek herhangi bir sebep olabilir miydi acaba? 80 sonrasý
               askeri mahkemede yargýlanan ülkücü bir gencin hapis cezasýna
               çarptýrýlýnca aðlayarak "Ben sizin için mücadele verdim" dediðini
               duyduðum zaman, o kiþinin tüm yaþadýklarýnýn, ayný ekrandaki
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                          9




               görüntüler gibi siyah-beyazlaþtýðýný fartettim. "Sizin için yaptým (gizli
               anlam sizin rýzanýzla yaptým)'', þimdi siz beni özgür yaþamdan koparýp
               cezalandýrýyorsunuz. Ne büyük bir acýdýr kimbilir ideallerin insaný kendi
               içinde yok etmesi.

                                                                             20'li yaþlarýn
                                                                          çok     baþýnda
                                                                          baðýmsýz       ve
                                                                          eþit bir toplum
               oluþturacaðýz diye gözlerini kýrpmadan hayatlarýný ortaya koyan
               insanlar acaba yaþasalar idealleri hayatlarýný ne hale getirirdi ya da
               hayatlarý ideallerini neye çevirirdi? Bir belgeselde Deniz Gezmiþ' in
               avukatýnýn göz yaþlarýný tutamayarak 'Yaþasaydý avukat olurdu
               herhalde, hem de çok iyi bir avukat...' dediðini hatýrlýyorum. Peki ya
               yaþayamayan Deniz Gezmiþ ne oldu, 20 yýl sonra ondan ve onun
               ideallerinden geriye ne kaldý?...

                  Ýdealler hayatýmýzýn hareket yönünü üstüne oturttuðumuz deðer
               yargýlarýmýzýn, isteklerimizin, beklentilerimizin ve hatta hayallerimizin
               hep birlikte durduklarý noktadýr ve her ne yönden, hangi yolla olursa
               olsun hayatlarýmýzýn temellerini oluþtururlar.

                  Hayatlara yön veren elbette sadece idealler deðildir, ideallerimizin
               oluþmasýný saðlayan istekler ve arzular da hayatlarýmýzýn hareketlerini
               belirlemekte en az idealler kadar etkilidir ki bunlar da kiþiliðimiz ve
               toplumsallaþma sürecinde geçirdiklerimizle oluþur. Eðer sizin için
               önemli olan paraysa istediðiniz iyi bir yaþam, idealiniz de mükemmel
               bir iþtir. Sizin için önemli olan aþksa istediðiniz sevgiyi bulabileceðiniz
               her yerde olmak, idealiniz de alabildiðine özgür olmaktýr.

                  Ýdealler, yaþam biçimleri ve tüm yaþananlarla örtüþmediði zaman
               umutlar yerlerini hayal kýrýklýðýna, istekler yerlerini býkkýnlýða býrakýr ve
               idealler sonsuza kadar beynimizin karanlýk bir köþesine atýlýr. Kimse
               "büyüyünce hiç olacaðým" demez. Bir gün gelir ve aniden hiç olduðunu
               anlar.
10




Akýllandým                                                         1993



AKLIN KÖÞESÝNDEN

ÇIKMIÞ ÞEYLERE DAÝR




             Doða hakkýnda en anlaþýlmaz þey, anlaþýlabilir olmasýdýr

                                                                 Einstein

        Doða hakkýnda en gizemli þey anlaþýlabilir olmasý deðil, fakat
              anlama gibi bir þeye sahip olmasýdýr, yani aklýn kendisi.

                                                        Jonathan Miller



                           Akýlla ilgili bir çok deneme, bilimsel makale
                       okumuþ, akýl almaz öyküler dinlemiþ, doðada
                       ve günlük hayatta her an onu çaðrýþtýran
                       þeylerle karþýlaþmýþ olabiliriz.        Hayatýmýz
                       boyunca      etrafýmýzdakiler    bize     aklýmýzý
baþýmýza toplamamýz gerektiðini hatýrlatmýþ veya akýl seviyemizle ilgili
çeþitli yorumlar yapmýþ olabilirler. Hatta aklýný kaçýrmýþlardan bile
olabiliriz... Ama gerçekte bu akýl denen þeyin ne olduðunu kaç kere
düþünürüz? Onu kaçýrmamak veya iyi durumda tutmak ya da ona
dokunmak için ne yapmamýz gerektiðini bilemiyoruz. Düþünmek ancak
akýl yolu ile yapýlabiliyorsa, akýl hem etken hem de edilgen olabilir mi?
Bilemiyorum kafam karýþýyor. Kafamýn karýþmasý aklýmýn olduðuna bir
iþaret, ancak kafamý karýþtýran da aklýmý bir türlü düþünememem.
Yoksa bizler akýllý olduklarýný sansýnlar diye yaratýlýp bir kaosun içine
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                      11




               atýlmýþ zavallý oyuncaklar mýyýz? Oysa bir beynim olduðunu
               ispatlamak ne kadar kolay!...

                                                               Kafatasýmý        elimde
                                                            tutabiliyorum, iyi ya da kötü
                                                            içinde bir beyin olduðunu
                                                            biliyorum. Hatta beynimin
                                                            sað ve sol olmak üzere iki
               yarýyüreden oluþtuðunu, bunlarýn corpus callosum ile birbirlerine baðlý
               olduklarýný, bu sinir baðlantýsý kesildiðinde sinir bozucu hastalýklar
               ortaya çýkabileceðini de biliyorum (mesela kiþi ceketinin sadece sað
               kolunu giyiyor zira sol tarafýnýn farkýnda deðil yani algýlayamýyor; ya da
               saatin üç veya beþ olduðunu görebiliyor ama yedi veya dokuz
               olduðunu göremiyor!..). Beynin belli bölümlere ayrýldýðýný ve her
               bölümün belli iþlere yaradýðýný da biliyorum (görmeden sorumlu
               occipital bölge veya dengeden sorumlu beyincik gibi). Daha da ilginci
               bilginin, yani dýþ dünyadan gelen herhangi bir uyaranýn beyne
               kimyasal ve elektriksel olarak ulaþtýðýný ve böylece dýþ dünyayý
               algýlayabildiðini, hatta ayný yöntemlerle vücudu hareket ettirdiðini de
               biliyorum. Tüm bunlar iyi de, kimyasal veya elektriksel bazda bir sevgi
               veya nefret, yani herhangi bir duygu düþünemediðim gibi iki artý ikinin
               dört ettiðinin ne kadar mantýklý olduðunu hissetmemi saðlayan aklýmýn
               beynimin     neresinde     saklandýðýný     hala   bilemiyorum.      Ona
               dokunamýyorum. O benim dünyamý kavramamý saðlarken, ben onun
               ta kendisini kavrayamýyorum.

                  Belki de yüzyýllardýr kafalarý meþgul eden nerede bu akýl sorusunun
               yanýtý ileri teknolojiye doðru giden yolda yatýyordur. Geliþkin araçlarla
               yavaþ yavaþ daha derinlemesine keþfedilmeye baþlayan beyin artýk ne
               Descartes'ýn þematize etmeye çalýþtýðý gibi bir muamma ne de
               aydýnlanma düþünürlerinin zannettiði kadar gizemli! Bugün beyni
               keþfetme çalýþmalarý son sürat devam ederken, artýk bilim adamlarý
               için aklýn açýklamasýný yapmak çok kolay. Beynin tüm bölgelerinin
               beraber iþleyiþinden ortaya çýkan nörolojik olaylarýn en etkileyicisidir
               akýl.

                  Birçok bilim adamý ve düþünür için akýl, yanýlsamadan baþka bir
               þey deðil. Düþünür Daniel Dennett'e göre akýl, sadece fiziksel bir
               olaydýr, kýsaca akýl beyindir. Beyin ise bir makinedir ve bizim de ne
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                       12




               ruhumuz vardýr ne de kiþiliðimiz. Algýladýðýný göremeyen, bildiðini
               hatýrlayamayan, oldukça sýk hata yapabilen ama yine de iþini
               anlaþýlmaz bir þekilde ustalýkla yürüten bir beynimiz var. M.I.T'den
               Marwin Minsky için beyin sadece yüzlerce deðiþik makinenin
               toplamýdýr. Bunlar birbirlerine milyonlarca sinir ile baðlanýrlar. Ancak
               her þey, her þeye baðlý deðildir ve siz diye bir þey yoktur.

                  Ellerinde bilimsel verileri ve pozitif araþtýrma sonuçlarýný tutan bilim
               adamlarý iþte bunlarý söylüyor. Ne o çok güvendiðimiz, gurur
               duyduðumuz aklýmýz var, ne de ruhumuz! Bize geride kalan bir sinir
               yýðýný. Annenizin küçükken kulaðýnýza fýsýldadýðý þarkýyý yýllar sonra
               iþittiðinizde içinizde duyduðunuz sevgiyle karýþýk hüzün, sevdiðinize
               sarýlýrken titreyen kalbiniz, o þarkýda tutamadýðýnýz gözyaþlarýnýz hep
               bu sinir yýðýnýn iþiymiþ meðerse...
13




   Oynadým                                                       1994



   YÝNE ADEM YÝNE HAVVA



                                 Tanrý erkeði çamurdan yarattý ve ona
                              can verdi (neden böyle bir þey yaptýðýný
                              kimse bilmiyor); kadýný ise erkeðin
                              kendisinden yani özden yarattý. Belki de
                              yaradýlanlarýn      en      mükemmeli
                              olduðundan -en azýndan eþine kýyasla-
                              kadýn hep saklanýlmalýydý ve üstünlüðü
örtülmeliydi. Özün yaradanýndan gayri asi ruhlu olduðu hemen
anlaþýldý zira ilk icraatý eþine yasak elmayý yedirtip (elma gibi kendi
halinde bir meyvayý yemenin neden yasak olduðu ayrý bir tartýþma
konusu olabilir) cennetten kovulmak ve oluþmasý henüz tamamlanmýþ
olan Dünya için iki bileti garantilemek oldu.

   Elmamý yedi diye birilerini evinden ancak bir çocuk kovabilir. Belki
Adem ve Havva ve hatta Dünya'nýn yaradýlýþý, Tanrýnýn çocukluk
dönemine rastlamýþ olabilir. Dünya 7 günde tamamlanmaya
çalýþýlýrken aceleye geldiðinden hala oluþmaya, sallanmaya,
patlamaya devam ediyor olabilir. Bu da en azýndan o zamanlar
çocuksu bir Tanrýmýz olduðunu gösteriyordur. Ve bizler de Çocuk
Tanrýnýn suretleri olarak hayatý bir oyun gibi yaþamaktan öteye
gidemiyouz.

   Ýlk oyun yasak elmayý yemek olmuþ. Yasak elmayý yemek veya
yemeye teþvik etmek cennetten kovulmaya yol açacak þeytani bir
kötülük olamaz. Olsa olsa merak, dik baþlýlýk veya asilik olabilir ki
bunlar da ister beðenelim ister beðenmeyelim Dünya üstünde
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                       14




               insanoðlunun medeniyet denen þeyi kurabilmesinin temel taþlarýdýr.
               Bu arada rivayetler bu kadarla kalmaz, derler ki Adem ile Havva
               Dünya'ya ilk indiklerinde birbirlerinden çok uzaklara düþmüþler. Yedi
               yýllýk yalnýz bir yürüyüþten sonra birbirlerini bulmuþlar. Belki þansa ters
               yönlere yürüseler bugünler asla olamayacaktý (gel de kadere inanma).
               Sonuç itibariyle bugünlere Adem ve Havva'nýn gayretleri sayesinde
               geldiysek hepimizde biraz Adem biraz da Havva olmalý. Ama nedense
               içimden bir ses Havva'nýn daha çok olduðunu söylüyor.

                  Gelgelelim günler geceleri, geceler de günleri doðurduðunda Havva
               da bir sürü çocuk doðurdu. Diþiler ve erkekler hep eþit sayýda
               daðýlarak evrenin ne büyük bir matematik þaheseri olduðunu doðruladý
               adeta. Müthiþ bir hýzla üreyen ilk insandan, yani atalarýmýzdan bu yana
               çok ama çok uzun bir zaman geçti. Bu zaman çok öyküler yarattý
               içinde; milyonlarca yaþama kaynak oldu; tarihi yarattý ve o defalarca
               tekerrür etti.

                  Ne var ki bu tekerrür içinde kahramanýmýz Diþi, hem öze hem de
               doðurganlýk gibi bir meziyete sahip olmasýna raðmen, medeni hayat
               içinde aðýrlýðýný kaybeder. Oysa ki canlýyý yaratmak ona bahþedilmiþtir,
               yani Tanrý elini O'na vermiþtir. O ise elini erkeðe verdi ve film koptu.
               Üstünlüklerine sýký sýkýya inanmýþ erkekler böylesine bir gücün neden
               kendilerinden esirgendiðini hiç sorgulamýþlar mýdýr acaba? Pek
               zannetmiyorum. Herhalde her türlü üstünlüðü iktidara dönüþtürdükleri
               ve baþkalarý aleyhine kolayca kötüye kullanabildikleri için olsa gerek,
               bu konuyu fazla kurcaladýklarýna inanmýyorum, ne de olsa
               çamurdanlar...

                  Tarih sadece boyun eðen kadýnlarý yazmadý elbette, zaten tarih
               onlarý kaale bile almadý. Ama karþýlaþtýrýlma yapýldýðýnda öyle az Diþi
               kahraman sivrilebilip tarih yapraklarýna girmeye hak kazandý ki bu
               duruma el atmak zamaný geldi. Ve Tanrý kadýný yarattýktan çok sonra
               kadýnlar feminizmi yarattý. Artýk bu saçma ve ters gidiþe son
               verilmeliydi. Fikirler hipotezleri, hipotezler teorileri kovalarken aslýnda
               ayný þeyler binlerce kez konuþuldu ve yazýldý durdu. Ama ne acýdýr ki
               günlük hayatlarda çok da bir fark yaratýlamadý. Kadýnlara bir takým suni
               haklar verilsin diye dernekler bile kuruldu hem de dünyanýn neredeyse
               her yerinde. Erkekler ise bu durumu o kadar kaale almadýlar ki
               herhangi bir karþý atak yapmak akýllarýndan bile geçmedi. Mesela
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                      15



               'dünya erkekler günü' henüz Birleþmiþ Milletler özel günler listesine
               geçmedi. Nedeni ise çok açýk: Gerek yok. Oysa ki dünya kadýnlarý
               elele verip slogan atýyorlar ''artýk ütü yapmayacaðýz'', hatta radikal
               feministler ''erkekler çýkýn apýþ aramýzdan''a kadar götürdüler iþi. Öz ne
               ara bu hale düþtü, bilinse de artýk pek önemi yok...

                  Evet artýk hiçbir polemiðin önemi yok. Doðurganlýk da neymiþ, artýk
               homoseksüellerin de çocuklarý olacak; kim kimi dövermiþ, herkes
               herkesi altedebilir; ütü yapmamak için slogan atmaya, kendimizi
               paralamaya gerek yok teknoloji ve yeni geliþen iþ sektörleri her þeyi
               çözüyor. Yüzyýllardýr süre gelen tüm inatlaþmalar çok yakýnda, 21.
               Yüzyýlýn ortalarýnda bir yerlerde tamamen kaybolacak. Ne erkekler
               kaba kuvvetlerinin veya ileri sürdükleri gibi akýllarýnýn üstünlüklerinden
               ne de kadýnlar doðurganlýklarýnýn veya diðer ayrýcaklarýnýn
               avantajlarýndan yararlanabilecekler. Tüm bu küçük hesaplar, ayak
               oyunlarý vs. algýlamamýzýn ötesinde geliþen teknolojinin elinde
               oyuncak olacaklar. Zamaný geçmiþ polemiklere hiç gerek yok artýk.

                  Ya da belki de bu oyun hep oynanacak. Bu dünyaya atýlarak
               geldiðimize göre gidiþimiz de fýrlatýlarak olacak. Atýldýðýmýz yeni
               dünyalarda bir baþka hayat, belki yeniden Adem belki yeniden Havva,
               sonra yeniden yýlan, yeniden elma… Tekrar oyna, tekrar oyna…
16




   Zevk Aldým                                                      1995



   ZEVK ÝÇÝN ADAM ÖLDÜRMEK ÝSTERSÝNÝZ DEÐÝL MÝ?



                         Lise iki öðrencisiydim. Nedense hayatý fazla
                      ciddiye alýp humanizme sýký sýký sarýlarak tüm
                      insanlara sevgiyle kucak açtýðým dönemlerdi.
                      Sadece düþünerek varolabileceðime gönülden
                      inanmýþ ve inanmaya deðer bir çok þey de
bulmuþtum ki bunlarýn baþýnda insan geliyordu. Saf-temiz-masum bir
üçgenin içinde her þeyin doðruya doðru ilerlemesi gerektiðine
inandýrmýþtým kendimi. Ýþte böyle bir dönemde psikoloji öðretmenimin
Freud'un 'Zevk Prensibi'ni açýklamaya çalýþmasýna dahi izin vermemiþ,
ders boyunca hocanýn üzerine gitmiþtim. Freud bir dahi olabilirdi ama
belli ki fesat bir insandý! Bu ne biçim bir teoriydi böyle?

   Ýnsaný oluþturan tüm duygu, düþünce, davranýþ biçimleri ve
milyonlarca deðiþik karakterin altýnda hep ayný þeytani kaynak: Zevk
almak. Bu dünyanýn en temel fizik kuralý, herhangi bir olayýn meydana
gelebilmesi için enerjinin þart olmasýdýr. Besinler fiziksel hareketlerimiz
için enerji üretiyorlar, peki ya ne biçim bir þey olduðunu bir türlü
anlayamadýðýmýz ruhumuz için gereken enerji neydi? Freud bunun
libido olduðunu söylüyordu. Enerji bir yöne hareketle ortaya çýkabilir,
libido da insan ruhunun zevke doðru hareketiyle ortaya çýkýyordu. Yani
Freud'a göre ne yaparsak, ne düþünürsek, ne istersek, bunun nedeni
hep zevk almaktan geçmektedir. Ýþte insanýn gerçeði: Egoist yani
kendi zevkini tatmin etmekten baþka bir amacý olmayan çok hücreli,
akýllý yaratýk! "Yapmayýn hocam" dedim, "Bu çok acýmasýz bir
yargýlama deðil mi? Neden kendisinden çok baþkalarýný düþünenler
var o zaman, ya fedakar annelere ne demeli?..." gibi safça sorularla
hocamý acayip köþeye sýkýþtýrdýðýma ve insanlýk adýna görevimi
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                      17




               yaptýðýma inanarak evime döndüm. O gün, bir kaç sene içinde
               hayatýmýn büyük bir bölümünü bu ve bunun gibi kavramlar içinde
               düþünerek, öðrenerek, arayarak geçireceðimden habersiz huzur
               içinde ödevlerimi yaptým ve güzel bir uyku çektim.

                                                   ***

                                        Yine uykusuz kaldýðým gecelerden biriydi.
                                     Hareketsiz yattýðým yataðýmda uykunun beni
                                     yakalamasýný bekliyordum. Uyumanýn gerekli
                                     olduðunu ve insanlarýn belli saatlerde uyumalarý
                                     gerektiðini zannettiðim dönemlerdi. Henüz
               vampirlerle tanýþmamýþ, vücudumu ve benliðimi ele geçirmelerine izin
               vermemiþtim. Bedenim uykusuzluktan kývranýrken, o günden ve daha
               önceki bir çok günden kalma sorular kafamý iþgal etmiþti. Yüce bir
               yaratýcý kavramý neden tarihin hemen her evresinde, her kültürde ve
               toplum biçiminde, deðiþik þekillerde dahi olsa karþýmýza çýkýyordu?
               Neden insanlar durduk yere bir þeylere tapýnýp, çeþitli fedakarlýklar
               yapmaya bu kadar meraklýydýlar? Bir anda gözümün önünde bir film
               belirdi: Yemyeþil topraklar üzerinde, masmavi bir gökyüzünün altýnda,
               dallarýnda rengarenk meyvelerin sallandýðý ulu aðaçlarýn gölgelerinde,
               yarý çýplak birbirinden güzel ve genç insanlar akýl almaz zevklerini
               tatmin edebildikleri sonsuz bir hayat yaþýyorlardý. Burasý cennetti.

                  Sorumun cevabýnýn basitliði karþýsýnda buruþturduðum suratýmý
               rüyalarýma terk ederek uykuya daldým.

                                                   ***

                  Artýk kimsenin bana rüyasýný anlatmasýný istemiyorum. Ýnsanlarýn
               rüyalarýnda bilinçaltlarýnýn ve bilinçüstlerinin en mahrem yerlerini
               görüyorum. Bastýrdýklarý zevklerini rüyalarýnda nasýl tatmin etmeye
               çalýþtýklarýný anlýyorum. "Ne komik, gece rüyamda seni gördüm.
               Hazýrlarken içine yanlýþlýkla fare zehiri koyduðum kekten yedirmeye
               çalýþýyordum sana." Yaa, gerçekten de beni öldürmek istemen çok
               komik! Kimbilir böyle bir kazaya kurban gitsem içindeki sen ne büyük
               zevk alýrdý. Baþkalarýna acý vermekten zevk aldýðýmýzý kabul edecek
               kadar hümanistlikten uzaklaþtým artýk. Hayýr yanlýþ söyledim, tüm
               bunlarýn hümanistlikle bir alakasý yok aslýnda. Týpký ruhumuz olmadýðý
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                       18




               gibi. Biz insanlar kendi kendini çözmeye çalýþan kromozomlarýz
               aslýnda. '1' ve '0'ýn sonsuz birleþimlerinden ortaya çýkan bilgisayar
               programlarýyýz. Milyonlarca, milyarlarca program. Etiklerimiz içimizdeki
               þeytaný bastýrýyor çünkü sonsuz zevk mekaný cennete ulaþmak
               istiyoruz. Ýçimizi çözmek istemiyoruz zira zevkleri bastýrarak yaþamak
               belki daha kolay geliyor, kimi þeytani zevkler ise filmleri andýran
               rüyalarda çözülüyor.

                                                    ***

                  Alfred Hitchcock'un Ýp isimli filmini dört kere seyrettim. Gerilim
               üstadýnýn en etkilendiðim filmi olmasý beni çok germesinden deðil,
               kanýmý dondurmasýndandý. Ýki zeki arkadaþ kendilerinden daha zeki,
               meziyetli, sevilen, baþarýlý (karþýsýndaki insanýn aþaðýlýk kompleksine
               girmesi için her þeye sahip) arkadaþlarýný öldürürler. Bundan ne para,
               ne ün, ne de baþarý kazanacaklardýr. Ancak çok önemli bir nedenleri
               vardýr: O üstün insaný yok ederek ve kimsenin anlamamasýný
               saðlayarak zekalarýný kanýtlayacak ve hayatlarýnýn en büyük zevkini
               yaþayacaklardýr. Ve böylece zevk için adam öldürdüler. Tabi bu bir film
               ve filmlerde genel kural 'kötülerin' kaybetmesidir. Katillerden daha akýllý
               kahramanýmýz James Stewart olaya el atýnca Mr. Hyde'larýn oyunu
               bozulur ve gerçek ortaya çýkar.

                                                    ***
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                    19




                  Gerçekler bazen inkar edilemez, bazen ürkütücü, bazen ulaþýlmaz
               olurlar, bazen de zaten yokturlar. Baþkalarýna feda ettiðimiz
               gençliðimiz, masumiyetimiz, aþklarýmýz, isteklerimiz, gerçekte
               egomuza eklenen halkalardýr ki aslýnda tüm bu adamalarýmýz -
               çocuðunu besleyen anne, aþký için intihar eden sevgili- egoistliðimizin
               dýþavurumundan      baþka    bir   þey   deðildir.   Romeo    Juliet'siz
               yaþayamayacaðýný; bir anne çocuðu olmaksýzýn hayatýna anlam
               katamayacaðýný düþündüðünden fedakarlýk etmekten kaçýnmazlar.
               Zira zevklerinin tatmininin yolu fedakarlýktan geçmektedir. Zevklerimizi
               kimi zaman bastýrarak, kimi zaman onlara esir olarak, çoðu zaman
               onlara karþý bilinçsizce savaþarak, kimi zaman da bizi tutuþturmalarýna
               izin vererek sonsuzca deviniyoruz. Oysa cennetin yolu ne bastýrýlan
               zevklerden ne de egoist fedakarlýklardan geçiyor. Cennetin yolu hiç
               bilmediðimiz bir yerde keþfedilmeyi bekliyor.
20




   Hýzlandým                                                         2000



   MÜTHÝÞ BÝR ÇAÐ



   Bir þeyler elde etmek problemleri onarmaya yetmez, bu sadece
belirtileri maskelemektir. Küçük, sevimli, mükemmel evime gelir ve
yaþamýmýn tüm geri kalanýndan nefret ettiðim gerçeðini onarmak
yerine bir anlýðýna kendimi iyi hissedebilirim. Tüketimcilik iþte buna
dönüþür.... Gerçekten çok fazla çalýþmýþ ve hayatlarýnda bir þeyler
satýn alabilecekleri noktaya gelmiþ birçok insan þimdi þöyle diyor: ''25
yýldýr çalýþýyorum ve bunun her þey olduðunu düþünmüþtüm ama bu
hiçbir þeyi çözmeyecek. Bu sadece evimi satacaðým bir gün için eþya
stoklamak.

   Chuck Palahniuk



   Ne kadar hýzlý bir tüketicisiniz? En hýzlý neyi tüketirsiniz, en sýk neyi
tüketirsiniz, en çok neyi tüketirsiniz....

   Her þeyi tüketmemiz gereken bir zaman diliminde yaþamakta
olduðumuzu yaþýmýz, iþimiz, cinsiyetimiz, hayat biçimimiz, beklentimiz,
hayallerimiz ... ne olursa olsun hepimiz sessizce kabullenmiþ
durumdayýz. Sistemimizin kuralý hýzlý ve toplu tüketim en açýk ve net
haliyle hiç sinsi yollara baþvurmadan tokat gibi vuruyor iki taraflý
suratlarýmýza. Bir suratýmýz saf bir þeyler tutmaya çalýþýyor hayatýnýn
içinde, birkaç erdem, birkaç iyi niyet belki vicdan yýkamaya yarayacak
etrafa özenle serpiþtirilmiþ iyilikler ve kendine özgü bir þeyler
barýndýrmaya çalýþýyor 'özel' olduðunu sandýðý, sanmak istediði
hayatýnýn içinde. Bir suratýmýz ise hýzla tüketmek, ona sunulan her þeyi
silip süpürmek istiyor, iþtahý asla doymayan bir çeþit canavar gibi
saldýrýyor etrafýna ve ne varsa yutuyor, yutamayýnca asabileþiyor,
hýrçýnlaþýyor, kin besliyor, mutsuz hatta hasta oluyor.
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                       21




                  Hýzla tüketilenler arasýnda artýk her þey var, liste o kadar uzun ki
               komplo teorisini hatýrlatmýyor deðil.

                  MATRIX

                  Uzun yaþam vaat eden yoðurtlar, mutluluk veren haplar, internet,
               arkadaþlýklar, aþklar, etekler, yüzükler, þarkýlar, hýzla deðiþen trendler,
               renkli lensler, silikonlar, telefonlar... Daha beþ yýl önce zevkle
               dinlediðiniz þarkýcýyý artýk dinleyemiyorsanýz sakýn vicdan azabý
               çekmeyin çünkü kulaðýnýz her gün geliþen, yenilenen bariz bir þekilde
               çað atlayan melodilerle doluyor ve siz bu deðiþime de diðer þeylerin
               hiçbirine karþý çýkamadýðýnýz gibi karþý koyamadan girdabýn içinde
               buluveriyorsunuz kendinizi. Sonuç yeni cdleri, kasetleri, konserleri
               hýzla tüketerek sisteme katkýda bulunmak. Milenyuma giriyoruz ve
               herkes yetiþmeli, hýzla koþmalýyýz, durursak yetiþemeyiz, son bir
               gayretle hýzlý daha hýzlý koþmalýyýz, deðiþmeliyiz, yenilenmeliyiz,
               milenyum uçaðýný yakalamalýyýz ve uçmalýyýz: Yeni bir bin yýla
               yenilenen dünya görüþümüz, giyimimiz, haberleþme biçimimiz,
               iliþkilerimizle uçarak girmeliyiz. Bir aþk bittiðinde artýk acý çekmek yok,
               yeni yerler, yeni hevesler tüketerek acýnýzý unutabilir hatta hiç
               yaþamayabilirsiniz. Böylece her þey bir potada erirken, siz geceleri
               teknoloji harikasý yaylara sahip yeni yataðýnýzda depremi önceden
               haber veren sisteminizin yanýnda mýþýl mýþýl uyursunuz... ama
               rüyanýzda ne görürsünüz bilemem. Siz, yaþadýðýnýz kýsýr döngüye
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                    22




               dönüþmüþ hayatýnýza renk katmak için yaþýnýzý küçük gösterip
               internette sanal flörtler peþinden koþarken, siz uyurken eþiniz
               internette sanal seks yaparsa ona ne kadar kýzabilirsiniz?

                  Diyelim ki içimizde ve dýþýmýzda uçurumlar olduðunun farkýndaki
               azýnlýkdanýz.   Matriksin    dýþýna     çýkma    gücü    bulsak     bile
               yaþayamayacaðýmýzý bal gibi biliyoruz. Farkýndalýk yetmiyor, harekete
               geçmek ise çok zor gözüküyor. Hýzla kareler geçiyor gözümün
               önünden: Çaresizlik, uyuþturucu, asalaklýk, "kaybedenler arasýna hoþ
               geldiniz" diye alkýþlayan bir avuç insan ve "anca gidersiniz" diye
               arkanýzdan kahkaha atan matriksin gönüllüler ordusu.

                  FIGHT CLUB

                  Kredi kartlarý ile dergiden seçilen mobilyalar arasýnda sýkýþmýþ
               hayatýn ortaya çýkardýðý çift kiþilikli kahramanýmýz, Don Kiþot'un yel
               deðirmeleri ile savaþmasýnýn üstünden yüzyýllar geçtikten sonra, on
               tröst binasýný yýkarak ruhlarýmýzý serbest býrakabilecek mi? Çöken
               binalarýn   enkazýndan      çýkan     özgürleþtirilmiþ   bedenlerimize
               yabancýlaþmadan hýzla Dövüþ Klubüne mi katýlacaðýz? O hýzla bir
               esaretten çýkýp baþka bir esarete mi gireceðiz? Birbirine sýký sýký
               baðlanmýþ zincirlerin verdiði yalnýz deðilim güveni, kredi kartlý veya
               kartsýz hayatlar arasýnda ayrým yapar mý acaba? Kabullenmemiz
               gereken çok fazla þey var. Gerçek denen þey bulunduðu yerde
               kendisini yok ediyor ki yeni gerçekler aramak üzere yola çýkýlsýn. Hýzla
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                  23




               çöken sistem yavaþ yavaþ yeniden yapýlanmaya baþlarken, biz yine
               rahat sinema koltuklarýmýza kurulup en fazla üç saat içinde yüzlerce
               fikri, bir sürü teoriyi, felsefeyi, sosyolojiyi, görsel þovu... hýzla
               tüketeceðiz. Üç saatin sonunda muhtemelen müthiþti diyeceðiz.
               Sahiden müthiþ bir çaðda yaþýyoruz ve bizler müthiþ oyuncularýz.

                  Tek isteðim, her þey bittiðinde uzakta bir þey görmek... "Deðermiþ"
               dedirtecek bir þey!
24




   Geleceðim                                                     1993



   GELECEK KAYGISI



   Bir takým kültür cahilleri yakýn zamana kadar astrolojinin geçmiþte
kalan gülünç bir þey olduðuna inanýyorlardý. Ancak bugün, toplumun
derininden yükselerek geliyor ve üç yüzyýl önce kovulduðu
üniversitenin kapýsýný çalýyor...

   Bundan haberdar olmayan ve benim olaylarý abarttýðýmý düþünen
okurlarým için þunu rahatlýkla söyleyebilirim: Astrolojinin altýn çaðý,
ortaçaðýn karanlýklarý deðil, en saygýn gazetelerin bile tereddüt
etmeksizin burç falý yayýnladýklarý günümüz dünyasýdýr. Köksüz
akýlcýlar, 1723 yýlýnda Bay Bilmemne'nin çocuðu için hazýrladýðý
horoskopu gülerek okusalar da þunu gözden kaçýrýyorlar: Bugün
horoskop neredeyse insanlarýn kartvizitlerinde bir satýr olmayý baþardý.

   C.G. Jung, 1931



                        Davranýþçý Psikolojinin kurucusu Watson "Bana
                    bir çocuk verin her ne istiyorsanýz yapayým" diyor.
                    Ýsterseniz hýrsýz isterseniz diplomat ya da sýradan
                    biri. Watson için geleceði belirleyebilmek iþte bu
                    kadar basit. Ýnsan doðanýn sýradan bir parçasýdýr.
Týpký bir saat gibi mekanik kanunlarýna göre iþler ve en önemlisi de her
sonucun bir sebebi vardýr. Ýþte en uçlarda bir determinist olan Watson
da "Eðer sebebini bilirsem sonucunu da önceden görebilirim" diyor.
Watson'ýn insaný makineden farksýz kýlarak, "Ben geleceði bilebilirim,
hatta yön verebilirim" diyerek Tanrýlýða soyunmasý, zamanýnda pek
hoþ karþýlanmamakla birlikte insanlarýn geleceði gözetim altýnda
tutabilme    saplantýlarý   sonuçta   Watson    gibi   deterministlerin
çoðalmasýný saðlamýþ.
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                       25




                                  En ilkel çaðlardan beri insanýn beynini bir kurt gibi
                               kemiren geleceðe iliþkin merak, asýrlar boyu toplumlarý
                               arka    planda    da     olsa   kahinlerin   yönetmesine,
                               yönetmeseler bile yönetime karýþabilmelerine neden
               olmuþtur. Her nerenin hükümdarý olursa olsun her baþarýlý hükümdarýn
               ardýnda mutlaka müthiþ bir kahin vardýr. Elbette günümüz
               toplumlarýnda artýk büyücü kahinlere pek raðbet edilmiyor. Onlarýn
               yerini özellikle son zamanlarda piyasa araþtýrma þirketleri aldý.
               Geleceðe yön vermek gibi istekleri olan insanlara bugünün ayrýntýlý
               raporunu hazýrlayan bu þirketler modern birer kahin gibi çalýþmaktalar.
               Geleceðe yön vermeye ve genel olarak kendi lehine çevirmeye çalýþan
               þirketler araþtýrma þirketlerine güvenirken, sýradan vatandaþ da
               "Yarýnýný bugünden bilebilmek için" o medyum senin, bu astrolog
               benim dolaþýyor. Hangi sosyo ekonomik sýnýftan, eðitim düzeyinden
               olursa olsun, bir falcýnýn kahve fincanýnda veya bir astroloðun yýldýz
               haritasýnda geleceðini avuçlamaya çalýþmamýþ az insan vardýr.

                  Bir çok kurama göre insanýn gelecek endiþesinin, geleceðini
               oluþturmasý da ayrýca bir garipliktir. Bu konuyla ilgili söylenebilecek her
               þeyin özeti belki de bir cümle olabilir: Ýnsanýn yaþamýný sürdürebilmesi,
               gelecekteki sonuçlarýný düþünerek geçmiþ deneyimlerinin ýþýðý altýnda
               bugün hareket edebilme yeteneðine dayanýr. Nedir gelecek; bir dakika
               sonrasý mý ya da bir asýr sonrasý mý?

                                      Aslýnda ne kadar basit; þu anda davranýyoruz
                                 ama geçmiþteki deneyimlerimizin etkisindeyiz ve
                                 bunlarý þu anýn üstünden geleceðe aktararak
                                 kendimize en fazla yararý saðlamaya çalýþýyoruz
                                 çünkü     akýllýyýz.    Bu    kuram    her   ne   kadar
               deterministleri, anti deterministleri, geçmiþe önem verenlerle gelecek
               merkezli olanlarý bir potada eritmeye çalýþsa da eminim buna karþý
               çýkanlar çok olacaktýr. Örneðin 40'lý yýllarda insanlara özgürlük verin
               diye ortaya çýkan ve geçmiþi yadsýyarak sadece burada ve þimdi ile
               ilgilenen ve insanlarýn fare ve köpeklerle karþýlaþtýrýlmasýný anlaþýlmaz
               bulan Amerikalý psikolog Rogers çok alkýþlanmakla birlikte asla güçlü
               bir destek bulamadý. Ýnsana en insan gibi yaklaþan ve ona özgür
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                    26




               geleceði veren neredeyse yegane kuramcý olmasýna raðmen, tahmin
               edilebilir olmayý özgür olmaya tercih eden insanlar tarafýndan asla
               yeterince anlaþýlamadý. Zira Rogers için gelecek bir gün burada ve
               þimdi olacaktý ve önemli olan sadece o andý.

                  Gelecek endiþesinin insan davranýþýný belirlemekte oynadýðý rol
               Adler ya da Tallman gibi determinist kuramcýlarda sýk sýk karþýlaþýlan
               bir yaklaþým. Ýnsanýn geleceðe duyduðu bu takýntý haline gelen merak
               belki de aslýnda insanýn bilemeyeceði her þeye duyduðu merakýn bir
               izdüþümü. Dünya kurulduðundan bu yana insanlar ölüm korkularýný
               gidermek için Tanrý'ya sarýlýrken belki de asla öðrenemeyecekleri ölüm
               sonrasý sýrlarý da bu yolla yakalamaya çalýþmýþlar. Böylece esrarengiz
               bir karanlýk içinde kalmak yerine hiç olmazsa kurgusal bir gerçek
               yaratmak insanlarýn gönlünü bir parça olsun rahatlatmýþ oluyor.
               Kurallara uy ve cennete git, ölümden sonra da bir geleceðin olsun. Ýþte
               bu kadar basit!

                  Ayný þekilde geleceðini de bilememenin ve asla da bilemeyecek
               olmanýn verdiði dayanýlmaz ýstýrabý hafifletmeye çalýþmanýn yolunu
               kehanetlerde, astrolojide hatta pozitif bilimlerde arayan insanoðlunun
               bu saplantýlarýndan kurtulabilmesi mümkün mü? Keþke Rogers haklý
               olsa; insan her þeye içinde yaþadýðý anda yön verebilecek kadar güçlü
               olabilse. Geçmiþi etkileyebilme þansý zaten yok, geleceði kontrol altýna
               almak ise imkânsýz gibi. "Gelecek de birgün gelecek" diyorlar peki o
               gün gelecek mi acaba? Ya da o gün geldiðinde gelecek nereye
               gidecek? Sahi gelecek þimdi gelmedi mi? Peki ya geleceðe
               hükmetmeyi baþarsak, bugünümüzü daha güzel, daha anlamlý veya
               yaþanasý yapabilmeye yeter mi sanýyoruz....
27




  Sýrdým                                                        1995



  MÝDAS'IN KULAKLARI


  Gelin
  bir pazarlýk yapalým sizinle ey insanlar!
  Bana kötü
  bana terkettiðiniz düþünceleri verin
  o vazgeçtiðiniz günler, eski yanlýþlarýnýz
  ah, ne aptalmýþým dediðiniz zamanlar
  onlarý verin, yakýnmalarýnýzý
  artýk gülmeye deðer bulmadýðýnýz þakalar
  ben aþtým onlarý dediðiniz ne varsa
  bunda üzülecek ne var dediðiniz neyse onlar
  boþa çýkmýþ çabalar, bozuk niyetleriniz
  içinizde kýrýk dökük, yoksul, yabansý
  verin bana
  verin taammüden iþlediðiniz suçlarý da.
  Bedelinde biliyorum size çek
  yakýþýk almaz
  bunca kaybolmuþ talan
  parayla ölçülür mü ya?
  ÝSMET ÖZEL
  CELLADIMA GÜLÜMSERKEN




  Koltuða oturduðunda sýkýntýlýydý. Ne diye gelmiþti ki buraya. Sanki
þimdi sýkýntýsý daha da artmýþtý. Karþýsýndaki kiþi ikna edici olmaya
ayarlanmýþ ses tonu, her hali-tavrýna yansýyan iyi eðitimden geçmiþtir
damgasý, rafine edilmiþ kelimeleri usta bir hattat edasýyla süsleyerek
kurduðu cümleleriyle, insan ruhunu rahatlatan türden renklerin bolca
ama gayet uyumlu kullanýldýðý odasýnda, suratýna yapýþtýrdýðý
mesafesi ayarlanmýþ gülümseyiþiyle ne kadar da yapmacýk duruyordu.
Bir an içinin daraldýðýný hissetti. Ve her þeyi býrakýp o odadan çýkýp
þehrin en uç noktasýna kaçmayý þiddetle istedi. Sonra düþündü. Zaten
hayatý hep kaçmaktan ibaret deðil miydi? Þimdi karþýsýnda gerçek bir
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                        28




               insan vardý. Etten, kemikten, kanlý-canlý, konuþabilen, düþünebilen,
               karþýlýk verebilen bir insan. Ve hayatýnda belki de ilk defa kaçmamayý
               seçti...

                                         Psikologlara sadece þizofrenler, manik-
                                      depresifler veya paranoyaklar yani süregiden
                                      kurallarý belli topluma ileri derecede uyum
                                      saðlayamayan insanlar gitmez. Normal yaþamýný
                                      az çok idare ettiren ama her tarafý patlak veren
               toplumsal yaþantýlarýný yama yaparak devam ettirmeye çalýþan
               insanlar, içlerinde sakladýklarý, kimi zaman bilinçli olarak mücadelesini
               verdikleri kimi zaman ise büyük gayretlerle bilinç altýna atmayý
               baþardýklarý kiþisel sýrlarýyla baþedemeyince ortaya çýkan sorunlarýna
               çare bulabilmek yani yamalarý tekrar yamalamak veya topluma tekrar
               adapte olabilmek için psikoloða baþvurabilirler. Birbirinden kesin
               çizgilerle ayrýlan 2 veya daha çok deðiþik kiþilikleri yoktur, insanlarla
               iliþki kurabilir ve bunlarý devam ettirebilirler, kriz geçirip kendilerine
               veya etraflarýna fiziksel zarar vermezler... Ancak sýkýntýlarý hayatlarýný
               etkiler, zaten dar olan kiþisel yaþam alanlarýný daha da daraltýr,
               sýkýþtýrýr, toplumda soluk almasýný zorlaþtýrýr. Belki de bu kadar kiþisel
               yani özel olduðu içindir ki insanlarýn hayatlarýný zorlaþtýran sýrlarýný hiç
               tanýmadýklarý birisine, psikoloða anlatma eylemleri, önceki yüzyýllara
               göre modern, sonrakilere göre ise ne olduðu henüz adlandýrýlmamýþ
               20. yüzyýl insanýna nasip olabilmiþtir.

                  Çoðu insanýn zannettiðinin tersine psikoloji Freud demek deðildir.
               Ebbinghaus'un dediði gibi "Psikolojinin çok uzun bir geçmiþi ancak
               kýsa bir tarihi vardýr". Ýlk psikolog olarak da adlandýrýlan Aristo'nun
               biçim ve özü yani ruh ve maddeyi ayýrmasýndan sonra, nice düþünür
               ve bilim adamý ruhun gerçeðinin peþine düþmüþ. Freud ise kiþilik ve
               kiþilik    bozukluklarýyla       uðraþýp,       psikolojiyi     üniversite
               laboratuvarlarýndan çýkarýp, gündelik hayatýn tam ortasýna taþýmýþtýr.
               Çoðu insana Titchener, Wundt, Allport ismi çok þey ifade etmezken,
               Freud ve psikanaliz hakkýnda doðru veya yanlýþ mutlaka bilgisi vardýr.
               Kesin olan tek þey varsa o da psikoloji sadece Freud veya psikanaliz
               deðildir. Psikanaliz de insan ruhunu inceleyerek sorunlarý kendi sistemi
               içinde çözmeye yöneliktir, týpký davranýþcý, biliþsel veya varoluþçu okul
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                      29




               gibi. Ancak hepsinden farký psikolojiyle akademik ilgisi olmayan
               insanlar arasýnda da en yaygýn olarak bilinen ekoldür. Bilinçaltý tezi,
               insan düþünce tarihinde bir devrimdir: Üçe ayrýlan insan bilinci -id,
               ego, superego- ve bunlarýn            birbirlerine dokunmasýndan ortaya
               çýkacak çatýþmalarýn yarattýðý sorunlar; rüyalarýmýzda saklý anlamlar
               özetle psikanalize giriþin ilk harfleridir. Çoðumuz istenmeyen
               anýlarýmýzý, çocukken veya yetiþkinlikte yaþadýðýmýz ve bizi fazlasýyla
               sarsan olaylarý bilinçaltýmýzda baský altýnda tutarak kendimizden ayrý
               tutmaya çalýþtýðýmýzý biliriz. Þimdi tüm teorileri, psikoloji, psikoterapi
               veya psikanalizle ilgili bildiðimiz her þeyi bir tarafa býrakalým ve sýrf
               kendimizi düþünelim. Tamamiyle bilinçaltýnda kaybedip sonsuza kadar
               hafýzamýzdan atmayý baþaramasak veya yeterince uðraþmasak da,
               kimi zaman ruhumuzun derinliklerine gömdüðümüz, kimi zaman ise
               amansýzca mücadele vererek içimizde taþýdýðýmýz anýlar, düþünceler,
               arzular   ve   duygularla        yaþamlarýmýzý    sürdürdüðümüzü    kabul
               etmeliyiz... Ufak tefek sýrlarýmýz.

                  Dönüþü olmayan yollar gibi içinde her an kaybolmaya hazýr
               olduðumuz hayatlarýmýzýn, gizli kahramanlarý sýrlarýmýz.

                                      Bir gün bir arkadaþým, gittikçe hüzüne ve
                                   itiraflara        battýðýný   hissetmeye   baþladýðým
                                   konuþmamý sýrasýnda "Sana bir sýrrýmý" vereceðim
                                   dedi. "Psikoloðumdan baþka hiçkimse bilmiyor,
                                   kimselere söyleyemedim. Zaten ona da hipnozda
                                   söylemiþim, kalktýðýmda hüngür hüngür aðlýyordu."
               O an üzerime binen yükün aðýrlýðýna raðmen nasýl ayakta
               kalabilmiþtim bilemiyorum ama o sýrada yanýmýza gelen birisi beni
               kurtarmýþtý. Bu olayý izleyen her an, kafamda sürekli senaryolar
               kurmaya baþladým. Neydi bu sýr, bu kadar derin, bu kadar etkili ne
               olabilirdi? Taciz, þiddet, tecavüz... Olabilecek en korkunç ihtimallere
               karþý kendimi hazýrlýyor ve tabi bir yandan da neye nasýl tepki
               vereceðimi de ince ince hesaplýyordum (Ne de olsa hayat mahalle
               bakkalýnýn tuttuðu iptidai hesap defteri gibidir). Ve sonunda o an geldi.
               Müthiþ sýr bana aktarýlmaktaydý. Sustum ve dinledim. Tüm
               senaryolarýmý ve hesaplarýmý sessizliðime gömdüm. Sýradan bir aþk
               bilmecesiydi artýk yaþanan. Derken kendimi çýlgýnca nasihat verirken
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                         30




               buldum. Kendimden örnekler veriyor, anýlar anlatýyor, hayat üzerine
               yerli yersiz söylevler veriyordum. Arkadaþým baþýný sallýyor, "Evet...
               Haklýsýn... Deneyeceðim" gibisinden karþýlýklar veriyordu. Acaba
               hiçbirini yapmýþ mýdýr? Bilemiyorum, soramadým. Ama niye yapsýn ki?
               Herkesin yaþadýðý kendisine. Ýþte terapistlerin amacý da budur, terapist
               nasihat asla vermez, önemli olan kiþinin ne yapacaðýna kendisinin
               karar vermesidir.

                  Ýçinizde sakladýðýnýz her þeyi söyleyebilmek, anlatabilmek yani
               aktarabilmek ilk ve büyük adýmdýr. Sonrasý için de yolu yine kiþinin
               kendisi bulmalýdýr. Terapist sadece akýþýn sürecini etkileyen bir
               nesnedir. Soru sorarak, olaylarýn üstüne giderek ve psikoterapi
               sýrasýnda kullanýlan diðer teknikler yardýmý ile kiþinin içgörü
               kazanmasýný saðlamaya çalýþýr. Yani psikologlar yaygýn görüþün
               aksine çok konuþan, bol nasihat veren deðil, çok konuþturan ve çok
               dinleyendir.

                  Ýyi bir terapi için en gerekli temel üç öðe sýcak bir iliþki (iyi terapist
               karþýsýndaki kiþiye güven vermelidir), empati (iyi terapist karþýsýndaki
               kiþinin þartlarýný düþünerek olaylara onun gözleriyle bakabilmelidir),
               destektir (terapist karþýsýnda deðil, yanýnda destek verdiðini
               göstermelidir). Tüm bunlarýn oluþmasý uzun bir zaman ve gayret ister.
               Diyebiliriz ki yabancý birisine iki hikaye anlatacaðým diye tüm bu
               meþakkatli yollardan geçene kadar, alýrým bir dostumu karþýma ve
               anlatýrým derdimi(!) Ama nedense sizi iyi tanýyan, sýk sýk
               görüþtüðünüz, en önemlisi sizin tanýdýklarýnýzý da tanýyan birisiyle
               saklambaç oynamadan konuþmak hiç kolay deðildir.

                  Sýr vermek de, sýr taþýmak da zordur. Zavallý berberin kralýn eþþek
               kulaklarýný gördüðü zaman yaþadýðý þaþkýnlýðý, üstüne üstlük bunu
               birisine söyleyecek olursa kafasýnýn kopartýlacaðýný öðrendiðinde
               yaþadýðý dehþeti hatýrlayýn ve bu müthiþ sýrrý içinden atmak için kuyuya
               "Midas'ýn kulaklarý eþþek kulaklarý" diye haykýrýþýný düþünün. Masalýn
               burasýnda herkes (anlatan da dinleyen de) rahatlar. Sýr paylaþýlmýþtýr.
               Ama masalýn sonunu da göz ardý etmemek gerek...

                  Bir insanýn sýrrýný taþýmak da o sýrrý yaþamak kadar zordur. Bu
               yüzden psikologlarýn belli aralýklarla gittikleri kendi danýþman
               psikologlarý vardýr. Amaçlarý nasihat almak veya akýl danýþmaktan çok
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                    31




               kendi içlerine aldýklarý sýrlarý paylaþabilmektir, "Midas'ýn kulaklarý
               eþþek kulaklarý"...

                  Kimi sýrlar sýr olmaktan çýkmýþ evrensel doðrulardýr: Ýnsanoðlu
               doðasýnda þiddet barýndýrýr, doða eþitliðe ayarlý deðildir, karanlýk
               korkutur... Hayatlarýmýz kabul etsek de etmesek de içimizde
               gizlediðimiz bu kýrýntýlar üzerine kurulmuþtur. Bir de herkesin kendi
               sýrrý vardýr. Kimi sýr bile olmaktan çýkacak derecede unutulmuþ -
               bastýrýlmýþtýr. Psikolojik filmlerde film boyu cinsel sorunlarýný
               izlediðimiz kadýnýn acý sýrrýný filmin sonunda öðreniriz ki bu
               muhtemelen çocukluðunda yaþadýðý cinsel tacizdir. Bu aný öyle bir
               bastýrýlýr ki kiþi için sýr olmaktan çýkýp hayatýnda tamamýyle unutulmuþ
               karanlýk bir nokta olur. Tüm sýrlar böylesine acý vermez. Hatýrlayýp,
               görmezlikten geldiðimiz ne çok sýrrýmýz vardýr. Ya küçük oyunlarýmýz:
               Sevip de sevmiyorum demek, istemek ama yapamamak, bilmek ama
               söyleyememek, hep -miþ gibi yapmak. Tüm bu ufak sýrlarýmýz deðil
               midir bir taraftan yok saymaya çalýþýrken, bir taraftan da davranýþ
               biçimlerimizi ve hayatlarýmýzý etkileyen? Kendi kendisiyle bile barýþýk
               olamayan insanoðlundan toplu halde barýþ içinde yaþamasýný dilemek
               ne büyük saflýk deðil mi?

                  Kendisini tanýmayan daha da kötüsü kendisine bile yalan
               söylemekten kurtulamayan zavallý küçük adama ne tarih, ne sosyoloji
               ne de psikoloji yardým edebilir.

                  Küçük adamýn küçük hesaplarýna en iyi örnek Freud'un kendi
               rüyasýný yorumlarken kendi hakkýnda kendisinin bile itiraf edemediði
               düþüncelerini ortaya çýkarmasýdýr.

                  Profesör ünvaný almayý bekleyen Freud arkadaþý R.'ye rastlar. O da
               bu ünvaný beklemekte hatta sürekli bakanlýða giderek uðraþmaktadýr.
               Ancak bir türlü Profesör olamamaktadýr ve bunun nedenini "dinsel
               sorunlara" baðlar. Elbette ayný sorun Freud için de geçerlidir. Nitekim
               o da ayný nedenle kendisini fazla umutlandýrmamaktadýr. Ayný gece bir
               rüya görür: Dostu olan R. amcasýdýr ve Freud ona karþý büyük bir
               yakýnlýk ve sevgi duymaktadýr. R.'nin yüzünü biraz deðiþmiþ bir
               biçimiyle önünde görür, sanki aþaðýya doðru çekilip uzatýlmýþ gibi. Bu
               uzun yüzü çevreleyen sarý sakal ise iyice belirgindir. Önce Freud, ona
               çok saçma gelen bu rüyayý geçiþtirir ancak hastalarýna yaptýðýný
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                      32




               hatýrlar: Eðer kiþi "saçma" veya "önemli deðil" diyorsa bu rüyada
               rahatsýzlýk veren gerçeklerin gizlendiðini iþaret eder. Freud de yaptýðý
               uzun tahliller sonunda rüyasýndaki sýrrý çözer. Dostu R.'yi fazla akýllý
               olmayan amcasýna benzetmiþtir. Ancak fizik olarak bir baþka
               arkadaþýna benzetmiþtir. Bu yine çok deðer verdiði arkadaþý N.'dir.
               Amcasý iþlediði bir suçdan hüküm giymiþtir. Arkadaþý N. de bir suçla
               yargýlanmýþ ancak Freud'ün de caný gönülden inandýðý gibi sonuçta
               suçsuz bulunmuþtur. Profesör ünvaný kendisi için önemlidir ama dini
               engeldir. Ayný dinden olan R.'yi fazla akýllý olmadýðý için, yine arkadaþý
               N.'yi ise suçlu olarak kabul edip (ki bilinçli olarak düþünceleri böyle
               deðildir) profesör olamamalarýný dinlerinden ayrý bir sebebe
               baðlayarak, profesör ünvaný alabilmek için umudunu sürdürmeyi
               baþarýr. Bu arada rüyada az akýllý amcaya benzetilen R.'ye duyduðu
               aþýrý sevgi de bu ithamlarýnýn onda yarattýðý suçluluk duygusunu
               örtmeye çalýþmaktan baþka bir þey deðildir...
                  ola ki
                  þeytana satacak kadar bile bende ondan yok.
                  Telaþ içinde kendime bir devlet sýrrý beðeniyorum
                  çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir þeydir
                  devlet sýrrýyla birlikte insanýn
                  sinematografik bir hayatý olabilir
                  o kibar çevrelerden batakhanelere
                  yolculuklar, lokantalar, kýr gezmeleri
                  ve sonunda estetik bir
                  idam belki....
                  ÝSMET ÖZEL
                  CELLADIMA GÜLÜMSERKEN

                  Sýrlarýmýz bizi rahatsýz ediyor, kimi zaman endiþelendiriyor, kimi
               zaman tüm hayatýmýzý etkileyebiliyor, ya da illüzyondan bir hayat
               sunuyor bizlere. Ama her þeye raðmen mezara kadar taþýnacak bir
               sýrrý barýndýrmak mistik bir tad vermiyor deðil...
33




   Ýnandým                                                           1993



   HÜKÜMSÜZ ÝNANÇLAR



                         Kendime olan inancým bittiðinde artýk þiir
                      yazamam ve þiir yazamadýðým zaman kendimin
                      sonudur...

                         Ýnsaný    bu   garip   hayata    baðlayan     þey
                      inançlarýndan baþka ne olabilir ki? Ama neye
inanmak? Kimi için Tanrýya, kimi için insana, kimi için kendine
inanmak. Doðaüstü güçlere inanmanýn çekim gücü, kontrolü dýþýnda
kalanlara da suç atabilme kolaylýðý düþünülecek olursa en zor þey,
insanýn kendisine inanmasý galiba. Oysa ne kolaydýr çocukken her
þey. Hele inanmak... Ýnsan, neredeyse önüne çýkan her þeye inanýr
çocukken, hem de gözleri kapalý. Masallardaki devlerden yiyemedikleri
ekmeklerin aðlayacaðýna kadar binbir türlü abartýlý, doðaüstü, hatta
saçma þeye safça inanýlýr.

   Çocuklarý kandýrmak mý kolay yoksa onlarý bir þeye inandýrmak mý
diye soracak olursak, eðer inanmak mantýksal bir düþünme eylemi
gerektiriyorsa, çocuklarý inandýrmak daha kolay gibi gözüküyor. Böyle
gözükse de eriþkin mantýðýnýn eriþkin olabilmek için geçmek zorunda
olduðu azap dolu yollardan henüz nasibini almadýðýndan, çocuklarýn
onlara çok ters gelen büyüklerin dünyasýna inanmaktan daha çok,
büyükler tarafýndan kandýrýlmayý tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Dörtten
dördü çýkardýðýnda inatla bir þey yazmayan zira elde bir þey
kalmadýðýný söyleyen bir çocuðu sýfýrýn varlýðýna ve anlamýna
inandýrmak görünüþte iki dakikanýzý alsa da insan dehasýnýn mutlak
zaferi matematik gibi doðada olmayan, tanýmlanamayan bir iþlemler
zincirine biz yetiþkinler acaba gerçekten inanýyor muyuz? Yoksa
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                      34




               çocuðunu sýfýrýn varlýðýný kabul ettirmek için kandýrmaya çalýþan bir
               anne gibi bizler de Tales ve Pisagor tarafýndan mý kandýrýlmýþýz? Ama
               insan her þeyden þüphe etmeye baþlayýnca iþler daha da
               kolaylaþmýyor. Herkes Descartes gibi her þeyden þüphe ederek, hiçbir
               þeye inanmayarak iþe baþlayýp bir þeylerin varlýðýný ispatlamaya
               çalýþsa dünya paranoyaklar ve ne olduðunu bilmezler diyarý olurdu.
               Öyle ya, milyonlarca insan sorgusuz sualsiz önüne sunulana inanarak
               yaþamýný sürdürmeyi baþarýyor.

                  Fizik kurallarýna göre ýþýk hýzýna yakýn bir hýzla geçen tren, otomobil
               sürücüsüne kýsalarak gözükür. Fizikle yakýndan ilgilenmeyen ya da
               mantýki olarak bu kuramýn yanlýþ olduðunu anlamayanlar için buna
               inanmak son derece normal olabilir. Hume'un dediði gibi inanç bir
               histir. Nasýl ki bir insaný seversiniz, iþte inanmak da böyle bir histir.
               Týpký yukarda yanlýþ aktarýlan teoriye karþý duymuþ olabileceðiniz
               inanma duygusu gibi. Ýnanç bir his olduðu kadar bir ihtiyaçtýr da ayný
               zamanda. Hayata anlam veya amaç katabilmek için sarýlmak
               durumunda hissettiðimiz can simididir.

                  Eðer gerçekten baþka çareniz yoksa, inanmaktan baþka ne
               yapabilirsiniz ki? Elbette çok çaresiz deðilsiniz. En basitinden bir fizik
               kuralý doðru mu diye bir fizikçiye sorabilir ya da bir fizik kitabý
               karýþtýrabilirsiniz. Peki ama ya bir adým sonrasý? Çýkýn sokaða ve
               bulun bakalým mükemmel daireyi, ya da kolaysa alýn elinize bir cetvel
               ve ölçün bakalým ayla dünya arasý gerçekten 384000 kilometre mi?

                  Cehaletin inanma sebebi olmasý hem çocuklarýn neden her þeye
               inandýklarýný hem de yetiþkinlerin inanç düþkünlüðünü açýklayabilir: Ne
               kadar cahilseniz o kadar inanýrsýnýz ve ne kadar çok bilirseniz o kadar
               zor inanýrsýnýz zira her þey inanýlýr olmaktan çýkýp þüphe perdesine
               bürünebilir. Zaten her þeyin her an deðiþtiði, yüzyýllýk kuramlarýn tepe
               taklak edilip yerine yenilerinin oturtulduðu bir dünyada insan neyin
               peþinden sonuna kadar gidebilir, hangi iddiaya inanabilir ki? Üstüne
               birçok çalýþmalar yapýlan, sayesinde çeþitli buluþlar yapýlan Newton
               Kuramý artýk fizik laboratuvarlarýnýn anýlar köþesini süslüyor; 68'lerin
               idealist insanlarýnýn yuppie çocuklarý oluyor; yýkýlmaz denilen duvarlar
               birbir yýkýlýyor da kimse ne oluyor demiyor. Tüm bu çalkantýlar içinde
               en çok zararý da safça inanan ve gerçekten inancýyla yaþayan insanlar
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                   35




               almýyor mu? Mesela, o çok inandýklarý cennetin asfalt yollu, insanlarýn
               konserve kutusuna sýkýþtýrýlmýþ gibi üst üste yaþayýp, yine emirleri ve
               kurallarý uygulamaktan baþka iþleri olmadýðý bir yer olduðunu görseler,
               tüm hayatlarýný içlerinde cenette kavuþma inancý ile geçirmiþ
               milyonlarca insan ne hisseder... Ýnanç, hayatýmýza anlam veya amaç
               katan tek güçse, çok ciddi sorunlara gebeyiz demektir, çünkü ölüm
               hariç hiçbir þeyin garantisi olmayan bir Dünyada yaþýyoruz.

                  Yine de þaire hak vermemek elde deðil diye düþünüyorum
               'Ýnançsýzlýða hüküm giymiþ hayatlar neye yarar ki?'...
36




   Korktum                                                        1993



   KORKU TÜNELÝNDE BÝR HAYAT YAÞAMAK



   Her gün her þeyden korktuðumu farkettiðimde aslýnda gerçek
korkuyu hiç tatmamýþ olduðumu anladým. Ne kadar doðaldý benim için
yanýmdan koþarak geçen bir köpek görünce korkmak. Peki ama neden
resimleri hariç hiç görmediðim yýlanlardan bu kadar çok korkuyorum
bilemiyorum. Sokaktan gelen ne olduðu belirsiz bir ses duyunca da
korkuyorum, fiziksel olarak nasýl meydana geldiðini bildiðim
gökgürültüsünü duyduðumda da korkuyorum... Geceleri ise, içimde
korkuyla karýþýp beni heyecanlandýrdýðý için bu kadar çok seviyorum.
Ýþte böyle düþündükçe ve bu korku listesi de uzayýp gittikçe, insanýn
kötü programlanmýþ duygusal ve korkak bir robot olduðuna inanmaya
baþlýyorum.

   Bir timsah ile uyumak

   Hepimizin çocukluðu ters ayaklý cinlerden ve herkesin kendi
kafasýnda deðiþik bir biçimde daha doðrusu biçimsizlikte canlandýrdýðý
çeþit çeþit öcülerden korkarak geçti. Bu arada masallarda bir iyi, bir
kötü olarak karþýmýza çýkan periler de kafamýzý karýþtýrarak korku
sýnýrlarýný zorladýlar. Büyüklerin, hayal gücünün en mükemmeline
sahip çocuklarýna karþý en büyük kozlarý varlýklarý þaibeli bu yaratýklar
olmuþtur.     Büyük olduklarýný söyleyen kiþiler kendi üzerlerindeki
korkularýn deðiþik versiyonlarýný çocuklarýna aktararak itaat ettirmeye
giden en kýsa yolun devamýný meþrulaþtýrýrlar. "Uyu yoksa seni
canavarlara veririm" diyerek uyutulmaya çalýþýlan çocuðun kafasýnda
neler oluþabileceðini hiç düþünmezler. Annem de bana böyle bir þeyler
dedi mi hatýrlamýyorum (hatýrladýðým kadarýyla ben iyi uyuyan bir
çocuktum) ama çocukken yataðýmýn            altýnda ýsrarla bir timsah
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                        37




               yaþadýðýna inanýr, elimi ayaðýmý yataktan uzatmadýkça güvende
               olduðumu düþünerek uyuyabilirdim. Böylesine korkunç bir düþünceye
               karþý bulduðum basit savunma mekanizmasýnýn iþe yaramasýný,
               çocukluðun saflýðýna borçlu olduðumu biliyorum. Þimdi yataðýmýn
               altýnda bir timsah olduðuna inansam deðil uyumak yaþamak bile
               katlanýlmaz olurdu (muhtemelen þizofreni tanýsý alýrdým). Belki de
               çocukluðun sihirli deðneði bizi hayaller dünyasýnda, korkuyla örülmüþ
               duvarlar içinde nasýl oluyorsa garip bir güven hissi içinde yaþatýyordu.
               Ancak çocukluðumuzda en büyük yaptýrým gücüne sahip olan korku
               kafamýzda garip þekiller alýrken ileride bizleri daha nelerin beklediðini
               bilemezdik elbette.

                  O yasak türküyü dinlemek

                  Çocukluðun korkuyla iç içe girmiþ güvenliði yerini gerçeklerin fena
               halde keþfedildiði yani alacakaranlýk kuþaðýndan çýkýldýðý dönemlere
               býrakýnca korkularýn gündelik hayatý istilâsý artýk cinlerle perilerle deðil
               tam tersine gerçeklerin ta kendileriyle olmaya baþlar. Artýk endiþeler ve
               kaygýlar dünyasýna giriþ yapýlmýþtýr ve korku en sýradan günün en
               sýradan anýnda dahi hep yanýmýzdadýr. Otobüsü kaçýrmaktan ya da
               trafiðe yakalanmaktan tutun da yaðmurlu havada þemsiyesiz sokakta
               kalmaya kadar her þey insaný biraz korkutur, biraz telaþa ve hep önlem
               almaya, tedbirli olmaya iter. Tüm bu saçma sapan endiþeler ve
               tedbirler arasýnda gitgide daha da sýkýcý hale gelen gündelik
               hayatlarýmýzý belki de birazcýk olsun daha heyecanlý hale getirmenin
               yolunun yine korkudan geçmesi de oldukça gariptir. "Maceranýn tadý"
               denilen þey aslýnda korkunun ta kendisidir. Hayatlarýna heyecan
               katmak ve böylece sýradanlýktan         kurtulmak isteyen birçok insan
               yükseklik, uçuþ, karanlýk, ölüm gibi en temel insani korkulara meydan
               okuyabiliyor. Adrenalini, kalplerini durduracak seviyelere yükseltene
               kadar en uçlara gidiyorlar. Bu kadar cesareti olmayan insanlar ise, iyi
               bir korku veya macera filmine gitmekle yetinebiliyor. Bir sinema
               salonunun koyu kalabalýðýnda ya da az ýþýklý bir odanýn sýcaklýðýnda
               kurgusal korkular yaþamak insanýn neden bu kadar hoþuna gider diye
               düþününce aklýma hep çocukluðumun inlerle cinleri geliyor. Yasak
               kitaplarý okuyup, sürgündeki müzisyenin çok önceden sürgün edilmiþ
               þairin sözleriyle yaptýðý þarkýlarý gizli gizli dinlemeye baþladýðýmda
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                    38




               artýk inler cinler gerçek olmuþlardý. Onlarý yine göremiyordum ama
               hep yanýmda kafamýn içinde olduklarýný hissediyordum. Belki bu
               korkulardan utandýðým içindir ki filmlerin ve romanlarýn kurgusal
               korkularýndan korkarak rahatlatmaya veya aldatmaya çalýþýyordum
               kendimi.

                  Korkuyorum

                  Sonra içimizden eksik olmayan bir sürü korkuyu daha keþfettim.
               Kaybetmekten korkmak belki de insaný yalnýz býrakmayan korkularýn
               en baþýnda geliyor. Olmayan özgürlüklerimizi kaybetmekten dahi
               korkuyoruz. Hep aradýðýmýzý söylediðimiz gerçeðe ulaþmak mý daha
               korkunç yoksa gerçeðe ulaþmanýn aslýnda hiç de zannedildiði kadar
               zor olmadýðýný farketmek mi hiç bilemiyorum ama gerçeklerin
               korkutucu olduðunu düþünerek onlardan kaçýnmak iþimize geliyor... Ve
               tabi korkularýn anasý ölüm. Belki de tek ve nihaî gerçek. Hayatýmýz
               boyunca hep görmezlikten gelmeye çalýþtýðýmýz, adeta onun
               korkusuyla yaþamaya alýþtýðýmýz ölüm. Baþucumuzda bir kýlýç kadar
               keskin bizi bekliyor. Yaþarken karþýlaþmasak da, tüm korkularýmýzýn
               temelinde onun olduðunu bilerek yaþýyoruz. Bir doktor olsam beni en
               korkutacak þey þiddetli bir kalp krizi geçiren bir hastanýn, ölüme bakan
               gözleri olurdu...

                  Ve yýllar... Biteviye akan zaman. Hep birbirinin ayný ama dehþet
               verici farklý dakikalar. Çeþit çeþit baský altýnda un ufak olmuþ
               yaþantýlar, beynimizi kemiren korkular, ruhumuzu delik deþik eden
               kaygýlar, hastalýða dönüþen endiþeler. Ve adýna hayat denilen bu
               kaosa pamuk ipliði ile baðlý olduðumuzu bile bile yaþamak...

                  Hastalýk boyutunda endiþe yaþayan insanlar için üretilen kimyasal
               ilaçlar çoðu eve girmeye baþladý. Basit korkular, hayati endiþelere
               dönüþtüðünde, kimyevi huzurevinin yolu gözüküyor insanlara. Yataðýn
               altýnda timsah, üstünde insan, mýþýl mýþýl uyuyoruz, koyu karanlýk
               gecelerin koynunda.
39




   Rastladým                                                      1996



   KADER, RASTLANTI VE INGO



   Olasýlýk hesaplarýyla ilk karþýlaþtýðýmda lise sýralarýnda kendi
halinde olmaya çalýþan, geleceðe umutla ve istekle bakan bir
öðrenciydim. Gelecekte beni nelerin beklediði sorusu henüz beynimin
kývrýmlarýný zorlamaya baþlamamýþtý. Muhtemelen baþarýyla okulumu
bitirecektim, iyi bir iþim olacaktý, bir aile kuracak ve ayný dönemlerden
çocuðumun geçmesini izleyecektim, bir sürü hobimle ilgilenmeyi
emeklilik günlerime saklayacak ve ölecektim. Ancak beynimle birlikte
geliþmeye baþlayan yaþantým, hayatýn denkleminin bu kadar da basit
olmadýðýný yavaþ yavaþ çarpmaya baþladý suratýma. Tek bir günün
içinde bile yüzlerce olasýlýk varken ve bunlarýn çoðunun kontrolü benim
çok dýþýmda geliþirken koskoca bir hayatýn denklemini iki satýrda
kurmanýn oldukça iyimser bir yaklaþým olduðunu anlamakta fazla geç
kalmadým. Tarifi mümkün olmayan aþklara tutulmaya, biraz yakýndan
tanýdýðým her insanda garip hikayeler yakalayýp onlarýn hikayelerinin
benim hayatýmý nasýl etkilediðini sezinlemeye ve en garibi de her gün
kendimi bir þekilden baþka bir þekile geçer bulduðumda, soru iþaretleri
arasýnda kaybolmaya hazýr bir üniversite öðrencisiydim. Gereksiz yere
uzayan bir iliþkinin içindeydim ve tüm çabalamamama raðmen bir türlü
kurtulamýyordum. En sonunda bunun kaderim olduðuna ve bununla
yaþamam gerektiðine inandýrdým kendimi. Oysa tek tanrýlý dinlerin
ortak kavramý kadere inancým yoktu. Hayatým benim kontrolüm altýnda
geliþiyordu, kendi kiþisel hayatýmdaki tek hükümdar bendim, diðer
insanlar da kendi hayatlarýnýn hükümdarlarýydý, dünya çeþitli gazlarýn
tesadüfen birleþmesiyle oluþmuþtu, canlý dediðimiz varlýklar da sudan
türemiþti zaten.....
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                    40




                  Bu dönemlerde bir yýl boyunca aldýðým istatistik dersleri kader ile
               tesadüf arasýndaki iliþkiye iyice kafamý takmama neden oldu. Ýstatistik
               satýrlarca süren karmaþýk formüller, hesaplar ve bir o kadar karmaþýk
               problemler yanýnda temelde tek bir kavram üzerine kurulmuþtu:
               Rastlantý. Ve ben hayatlarýmýzda her þeyi belirleyenin sadece rastlantý
               olduðuna artýk tamamýyle inanmýþtým. Kader diye bir þey yoktu. Kader
               hayat karþýsýnda zayýf olan insanlarý "Zaten isteseniz de elinizden
               baþka bir þey gelmez çünkü kaderiniz bu sizin, ona razý olmalýsýnýz"
               diyerek kandýrmaya yönelik aþaðýlýk bir komplodan baþka bir þey
               deðildi. Böylece kaderi inkar edip onun yerine rastlantýyý yerleþtirerek
               son derece akýlcý olduðumu zannederek hayatýma devam ettim.

                  Yýllardýr rafa kaldýrdýðým ve pek de üstelemediðim bu konuya tekrar
               geri dönüþüm son zamanlarda okuduðum bir hayat hikayesiyle oldu.
               Birazdan sizlere kýsaca aktarmaya çalýþacaðým bu hayat hikayesi
               ancak filmlerde rastlanacak kadar dramatik ve bir o kadar da gerçek.

                  Ingo Hasselbach. Ingo'nun hayatý o daha bebekken anne babasýnýn
               ayrýlmasýyla baþlar. Babasý alýþýlagelmiþin tersine Batý Almanya'dan
               Doðu Almanya'ya kaçmýþ ve hayatýný sosyalizmin yücelmesine
               adamýþ bir gazetecidir ve Ingo'nun hayatýnda öfke objesi olmaktan ileri
               gidememiþken, özellikle radyoda yaptýðý gençlere yönelik propaganda
               programlarýyla yurttaþlýk kariyerinde fazlasýyla ilerlemiþtir. Annesi
               yalnýzlýða fazla dayanamamýþ ve Ingo'nun sevgiye en çok ihtiyacý
               olduðu dönemde onu üvey babasýyla tanýþtýrmýþtýr. Belki de tüm
               hayatýnýn en kötü karakteri onu devamlý döverek eðitmeye çalýþan bu
               üvey babadýr. Ailenin yaþadýðý mekan Doðu Berlin'in devlete en yakýn
               bürokratlarýnýn yaþadýðý ve herkesin birbirine potansiyel fitneci/casus
               olarak yaklaþtýðý bir semttir. Ingo'nun huzur bulabildiði tek yer
               büyükanne ve büyükbabasýnýn þehrin kenar mahallelerinden birindeki
               içine ideoloji bulaþmamýþ, sevgi dolu apartman daireleridir. "Belki de
               hayatýmda rastladýðým ideolojiden uzak yaþayan tek insanlar
               olduklarýndan dolayý benim için bu kadar özeller" diyor Ingo. Ancak ne
               tesadüftür ki tüm hayatýnýn ideolojiye bulaþmasý da bu evde baþlamýþ.
               Alt katta yaþayan hippilerle birlikte geçirmeye baþladýðý zaman içinde
               aykýrý yaþamayý ve nefret ettiði topluma çalarak çýrparak karþý koymayý
               öðrenmiþ. Çoðu yaþýtý okula gidip, okul sonrasý ödevleriyle ve bir spor
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                      41




               dalýyla uðraþýrken, o hayatýn kenarýnda yaþamayý ve potansiyel casus
               olmaktansa dýþlanmýþ olmayý tercih etmeyi öðrenmiþ. Hipilerin koloni
               yaþamýnýn etkisiyle iyice uzaklaþtýðý anne evi artýk sadece kaçýlmasý,
               uzak durulmasý gereken bir yerdir.

                  80'lerin baþýnda punklar belirginleþmeye baþlarlar. Ingo hem
               hipilerle hem de punklarla birliktedir artýk. Sokakta veya diskoda
               anlamsýz yere çýkartýlan çete kavgalarý ve kendi gibi giyinmeyen
               herkesi dövmek hayatýnýn bir parçasýdýr. Hipilerin kendi içlerinde bir
               hayat tarzlarý vardýr, punklar manyak gibi çalarlar, skinhead (dazlaklar)
               daha vahþi, þiddet dolu hatta sadisttirler. Fakat tüm gruplarýn ortak
               tarafý devlet tarafýndan ayný þekilde bastýrýlmalarýdýr. Bir süre sonra
               Ingo artýk fazla iyi geldikleri için hipilerden ayrýlarak punklarla yoluna
               devam eder. Punklarla birlikte sadece dýþarýda kalmayý deðil
               diðerlerine karþý kin ve öfke beslemeyi de öðrenir.

                  Ve tabi yaþý henüz 20'li sayýlara ulaþmadan yargý sistemiyle adi
               hýrsýz olarak tanýþýr. Bu sýrada hayatýna ilk defa babasý karýþýr ve
               Ingo'ya iki seçenek sunulur: Ya babasý ile onun kurallarýna göre
               yaþayacak ya da hapishaneye gidecektir. Ingo seçimini hapishaneye
               girmemekten yana kullanýrken aslýnda seçtiði babasýnýn yanýnda
               olmak deðildir. Nitekim babasýnýn yanýnda geçirdiði çeþitli beyin
               yýkayýcý günlerle dolu sýkýcý yaþantýsý onu sokaklardan koparacaðýna
               dönüþü olmayan bir þekilde sokaklara baðlar ve Ingo babasýný bir daha
               görmemek üzere kendini sokaklarýn karanlýk yüzüne býrakýr,
               arkadaþlarý onu beklemektedir.

                  Devletin sponsorluðunu yaptýðý, Sovyet bölükleri onuruna
               düzenlenen Dostluk Festivalinde hayatýnýn en aptalca ve cesurca
               olarak nitelediði hareketini yapar ve kendisini ortaya atarak polisler
               gelip götürene kadar "Duvar yýkýlmalý" diye baðýrýr. Anti-faþizm
               koruyucusu duvara hakaret ederek toplum huzurunu bozmaktan bir
               yýla mahkum edilir. Yine tesadüflerden beslenen kader aðýný
               örmektedir. Hapishanede anti-faþist beyin yýkamalarýn, iþkence ve zor
               koþullarýn doðal tepkisi olarak faþizme daha da yaklaþýrken savaþ
               suçlusu eski nazilerle tanýþýr. Bu insanlardan hapishanede olmalarýnýn
               þerefli sebebini, geçmiþteki muhteþem günleri dinleyip bu 90'lý
               yaþlarýna yaklaþmýþ ihtiyar Nazilerin geçmiþlerinden duyduklarý
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                        42




               gururlarýndan, hele hele Hitler'in doðum gününü kutlarken yedikleri
               tüm dayaða raðmen tekerlekli iskemlelerinde inançlarý için
               gösterdikleri dirençten, Ingo da onun gibi diðer genç punk ve dazlaklar
               da ayný þeye karþý direniyoruz düþüncesiyle çok etkilenirler. Artýk
               Nazizm Ingo'nun çok yakýnýndadýr.

                  Hapisten çýktýðýnda Ingo protest kültünün sola kayan punklar ve
               saða kayan dazlaklar olarak ikiye ayrýldýðýný görür. Ingo her zaman
               karþý geldiði komunizm ve anti-faþist devlete karþý gerçek bir faþist
               olarak kavga ederek karþý gelmeye kararlýdýr ve onun için karþý çýkmak
               yasaklanan Nazi geleneðiyle daha da ilintili hale gelir. Bu sýrada kader
               onun Frank Lutz ile tanýþmasýný ister. Lutz saðýr-dilsiz birini dövmekten
               10 ay hapis yatmýþtýr. 3. Reich'in öne sürdüðü gibi sakat insanlar
               sadece var olmakla devlete ekonomik zarar vermekten baþka bir iþe
               yaramadýklarý için Lutz onlara katlanamamakta ve dövmekte hiçbir
               sakýnca görmemektedir. Lutz ile ilerleyen arkadýþlýðý Ingo'nun Nazilerle
               olan arkadaþlýðýnýn da ilerlemesine yol açar. 1989'da duvarýn
               yýkýlmasýndan sonra ise Nazizmi daha ciddiye almaya baþlar.
               Genlerinin Ingo'ya armaðaný olan uzun ince yapýsý, sarý saçlarý ve
               mavi gözleriyle neo-Naziler için ideal biyolojik tiptir ve geleceðinin
               potansiyel Fuhrer figürüdür. Artýk hayatý neo-Nazilerle birlikte
               geçmektedir ve nihayet neo-Nazilerin en önemli fikir liderlerinden
               Kuhnen ile tanýþtýðý gece yaptýklarý uzun konuþmalarýn sonunda Doðu
               Almanya'nýn ilk yasal neo-nazi partisini kurarlar: National Alternative
               Berlin ya da kýsaca N.A.

                  Artýk Ingo 30'lu yaþlarýnýn baþýnda politik bir partinin liderlerindendir
               ve tüm hayatýný partisine adar. Günleri sokaktan gelen gençleri
               eðiterek, onlarý ne üstün bir ýrk olduklarýna ikna ederek, saðcý zengin
               iþadamlarýndan para toplayarak, hatta eski Nazilerin ihtiyar dul
               eþleriyle yaptýðý çaylý sohbetlerde klasik müzik eþliðinde bu yaþlý
               kadýnlardan beklenmeyen yoðun bir nefret ve kinle "Oh çok iyi yaptýk",
               "Ne güzel temizledik", türünden laflarýyla birlikte yeni neo-nazi parti için
               para yardýmlarýný kabul ederek geçmektedir. Her þeye raðmen Ingo
               için partisinin kabullenip onun kabullenemediði þeyler de olur.
               Duvarlara yabancýlar dýþarý yazmak ona göre yeterliyken molotof
               kokteylleriyle savunmasýz çingene ve göçmen evlerini yakmak
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                    43




               hareketlerine zarar verebilir diye düþünmesine raðmen alevler
               arasýnda "Bizden ne istiyorsunuz pis domuzlar" çýðlýklarýný
               duymamazlýktan gelir. Kendi deyiþiyle o anda sadece arkadaþlarý,
               kendisi, bir de davalarý ve partileri vardýr. Sanki o evlerde yaþayan
               insanlar var deðillerdir. Ancak 1992 sabahý Mölln'de orta sýnýf bir Türk
               evine saldýrýldýðýný ve bir kadýnla iki çocuðun yanarak öldüðünü
               öðrendiðinde,    arkadaþlarýna     masum      kadýn    ve   çocuklarýn
               öldürülmesinin hareketlerine hiç bir faydasý olamayacaðýný söyler. Yine
               kendi deyiþiyle bu hareket onu gerçekten hasta eder...

                  Bu sýrada kader ona yeni bir oyun oynar ve karþýsýna Winfriend
               isimli neo-nazilerle ilgili film yapmak isteyen alman asýllý Fransýz bir
               yönetmen çýkarýr. Winfriend dava arkadaþlarý dýþýnda edinebildiði ve
               güvendiði tek kiþi olur, o kadar ki kendisini filme çekmesine ve tüm
               gerçekleri kameraya almasýna izin verir.

                  Winfriend ona dýþarýda da bir hayat olduðunu, kendi ýrkýndan baþka
               ýrklarýn da insan olduklarýný, ve Berlin'in sokaklarýndan baþka
               milyonlarca sokakta milyonlarca hayatýn yaþandýðýný gösterir. Paris'de
               Winfriend'in yanýnda geçirdiði bir haftada hayatýnda ilk defa etrafýnda
               her renk ve ýrktan insanla birlikte yaþar. Ýnsanlar ona dostça yaklaþýr,
               onlarýn Doðu Almanya'da bir zenciye baktýklarý gibi bakmazlar Ingo'ya,
               bu karýþýk bir dünyadýr ve her etnik kökenden insan görmeye
               alýþýklardýr. Ingo hayatýnda ilk defa yabancý olur ve üstünden bir
               aðýrlýðýn kalktýðýný hisseder. Hayatýnda ilk defa bir geleceði olduðunu
               düþünür. Sabahlarý bir baget alýr ve Arap bir garsonun çalýþtýðý kafede
               kahvesini içer. Birkaç gün sonra parmak iþaretleriyle anlaþabildiði
               garson ona bedava kahve ikram etmeye baþlar. Paris'de geçirdiði kýsa
               süre tüm hayatýný deðiþtirecek kararýný almasýnýn baþlangýcýdýr. Kýsa
               bir süre sonra Ingo partisini, davasýný arkadaþlarýný ve neo-nazileri
               geçmiþine gömerek yeni bir hayata baþlar.

                  Ingo'nun baþýna gelenler size çok tanýdýk veya bildik gelebilir;
               mutsuz aile ortamýyla baþlayan oradan hipilere, hipilerden dazlaklara
               ve nihayet neo-nazilere kadar uzanan ve aniden kesilen ideolojik
               hayatýnýn geçirdiði evreler çok tipik gelebilir. Ama lütfen bir an
               düþünün, kendi hayatýnýzý elinize alýn: Þu anda uðraþtýðýnýz iþe ve size
               nasýl bir hayat sunduðuna bakýn, yanýnýzdaki eþinize veya sevgilinize
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                       44




               bakýn ve onunla nasýl, nerede, ne zaman tanýþtýðýnýzý ve onun
               hayatýnýza neler kattýðýný düþünün, oturduðunuz evi, etrafýnýzdaki
               komþularý, çoðu zamanýnýzý birlikte geçirdiðiniz arkadaþlarýnýzý, çok
               özel dostlarýnýzý, kýsaca hayatýnýzý belirleyen her þeyi, onlarý nasýl elde
               ettiðinizi ve onlarla birlikte neler elde ettiðinizi ve þu anda nerede
               durduðunuzu gözden geçirin.

                  Yanýlgýya yer býrakmayacak kadar rastlantýsal deðil mi?

                  Bir arkadaþým kaderin Tanrýyla insanýn keþistiði nokta olduðunu
               söylüyor. Rastlantý ise kaderin þu ana denk düþtüðü nokta. Tüm
               zaman içinde raslantý tek bir noktayken kader hepsinin bir araya
               gelmesiyle oluþan sonsuzluktur. Dünyanýn oluþmasý bir anlýk tesadüf
               sonucu olabilir ama dünyanýn kaderi öncesini ve sonrasýný içine alan
               sonsuz bir zamana yayýlmýþtýr. Týpký Dünya gibi biz insanlarýn da kader
               adýný verdiðimiz bir zaman çizgisi var ve bu çizgi noktalardaki
               raslantýlarla belirleniyor.

                  Artýk kader ve raslantýyý kesinlikle birbirinden ayýrabiliyorum. Kader
               hayatýmýzýn ta kendisi, raslantý ise hayatýmýzda bizim isteðimiz ve
               kontrolümüz dýþýnda geliþen her þey. Kaderimizi deðiþtirebiliriz ama
               raslantýlarla baþa çýkmanýn hiç bir yolu yok...
45




   Þehrim                                                               1995



   KENTÝN BOÞLUKLARINDA ÖZGÜRLÜK YAÞANAMAZ



                                                             Dýþarýdan asla
                                                       görülemeyen          içi
                                                       boþ kuleler, büyük
                                                       kentlerin birbirine
                                                       sýmsýký        yapýþmýþ
                                                       dev apartmanlarýný,
                                                       kimse anlamadan
                                                       b i r b i r i n d e n
                                                       ayýrmayý        baþarýr.
                                                       Yemek kokularýnýn,
                                                       günden           kalma
konuþmalara katýlýp gökyüzüne karýþtýðý, evsel artýklarýn kimsenin
ayak basmadýðý dibine yýllarla yýðýldýðý boþluklar... Apartman
boþluklarý. Oyuncak bebek bacaklarý, bulaþýk bezleri, süpürge saplarý.
Çoktan gözden çýkarýlmýþ ölü nesnelerin sonsuza kadar rahatsýz
edilmeden gökyüzünü seyrederek istirahat edebilecekleri karanlýk
taþlar. Belki bazen bir çocuk haykýrýþý ya da kavga eden apartman
sakinlerinin      duvarlarý   yalayýp   titreþen   sesleri    böler    sonsuz
bekleyiþlerini.

   Boþluklara açýlan onlarca pencerenin ardýnda birbirine teðet geçen
farklý yaþamlar olanca güçleriyle hüküm sürerler. Ne kapalý kapýlar ne
de örtülü pencereler yetmez mahremiyeti korumaya. Boþluklarda
birleþen ayrý evlerin ortak yaþamlarýdýr... Bir banyonun su sesi bir
mutfaðýn yemek kokusuyla kol kola girip baþka bir pencereden bebek
odasýna sýzar; bir pencereden kaçan aþk baþka bir pencereden girer
ve nefretle karýþarak tekrar boþluða döner. Sinsice baþka pencerelere
Denedim- Pýnar Türen
                                                                                      46




               ulaþýr, baþka hayatlara diðerlerini þýrýnga edebilmek için....

                  Artýk boþluklarda yaþanan bilinçsiz bir ortak yaþamdýr. Kentler
               mahremiyeti öldürür, boþluklarda çürümeye terk eder.

                  Kimsenin ayak basmadýðý ve aslýnda hiç kimsenin olan boþluklarda
               baþlayan ortak yaþam gökyüzüne kavuþtuðu anda kentin her yerini
               sarar. Artýk yüzlerce, binlerce, milyonlarca apartman boþluðundan
               gökyüzüne taþan ortak yaþam kentin kalabalýk meydanlarýna, iþlek
               caddelerine, dar sokaklarýna ulaþmýþtýr. Boþluklar sinsice yaklaþtýrýr
               yaþamlarý birbirine ve bu sayede kentlerde yaþamlar birbirine sarýlýp
               geliþir.

                                                   Kentlerde asýl olan kalabalýktýr. Ne
                                                sokaklarda ne evlerde ne de odalarda
                                                asla tek olamaz kentli kiþi. Kentler
                                                kiþisel hayatlara komplo hazýrlarlar.
                                                Apartman boþluklarý, birbirine açýlan
                                                sokaklar, yerin altýný kontrol altýnda
                                                tutan metrolar ve kanalizasyonlar,
                                                hepsi bu büyük komplonun birer
               parçasýdýr.

                  1843 yýlýnda Londra'nýn altýndan geçen bir tren yapmayý Charles
               Pearson'ýn kafasýna kim ya da ne koymuþtu? Londra 1863 yýlýnda ilk
               metrosuna kavuþtuðunda buna gerçekten ihtiyacý var mýydý? Londra'
               yý taklit etmekte gecikmeyen New York hadi neyse de, dünyada
               metroya kavuþan üçüncü kent neden Ýstanbuldur? Fransýz bir
               mühendisin yapmayý kafasýna taktýðý, Ýngilizler'in finans saðladýðý,
               Ýtalyan ustabaþý emrinde her çeþit milletten Osmanlý iþçisinin çalýþarak
               ortaya çýkardýðý Tünel'in ilk açýldýðýnda birkaç hafta sadece
               hayvanlarýn taþýndýðýna (zira zamanýn aklý evvel þeyhülislamý ''bu zir-i
               zemin arabalarýnda insan        götürülmesinin caiz olmayacaðý'' ný
               buyurmuþtur) þaþýrmamak mümkün müdür? Ve dehlizler... Her kentin
               altýnda yýlan gibi kývrýlarak tüm kenti alttan çepeçevre kuþatan, kentteki
               her haneyle baðlantýsý olan, kentin tarihi kadar eski dehlizler. Aþaðýda
               neler olup biteceðini bile düþünemeden üstüne basýlýp geçilen
               ýzgaralar...
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim
Pinar Turen Denedim

More Related Content

What's hot (7)

Motivasyon ve Başarı
Motivasyon ve BaşarıMotivasyon ve Başarı
Motivasyon ve Başarı
 
Stephen King Sadist
Stephen King   SadistStephen King   Sadist
Stephen King Sadist
 
Eylulde baslar-isyan
Eylulde baslar-isyanEylulde baslar-isyan
Eylulde baslar-isyan
 
Hikmet damlalari
Hikmet damlalariHikmet damlalari
Hikmet damlalari
 
Neden fotoğraf cekeriz222
Neden fotoğraf cekeriz222Neden fotoğraf cekeriz222
Neden fotoğraf cekeriz222
 
Stephen King Sadist
Stephen King SadistStephen King Sadist
Stephen King Sadist
 
Sanata izin
Sanata izinSanata izin
Sanata izin
 

Similar to Pinar Turen Denedim

Ahmet altan i̇çimizde bir yer
Ahmet altan   i̇çimizde bir yerAhmet altan   i̇çimizde bir yer
Ahmet altan i̇çimizde bir yer
Savaş Erdoğan
 
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
Yasemin Sungur
 
Yasam Yonetimi Mailce[1][1].Com
Yasam Yonetimi Mailce[1][1].ComYasam Yonetimi Mailce[1][1].Com
Yasam Yonetimi Mailce[1][1].Com
atmaca77
 

Similar to Pinar Turen Denedim (20)

Enderun mektebi 14. Sayi
Enderun mektebi 14. SayiEnderun mektebi 14. Sayi
Enderun mektebi 14. Sayi
 
Hayatı Temellendirmek
Hayatı TemellendirmekHayatı Temellendirmek
Hayatı Temellendirmek
 
aforizma.pdf
aforizma.pdfaforizma.pdf
aforizma.pdf
 
Necip fazıl kısakürek şiirleri
Necip fazıl kısakürek   şiirleriNecip fazıl kısakürek   şiirleri
Necip fazıl kısakürek şiirleri
 
Kertenkele
KertenkeleKertenkele
Kertenkele
 
Ahmet altan i̇çimizde bir yer
Ahmet altan   i̇çimizde bir yerAhmet altan   i̇çimizde bir yer
Ahmet altan i̇çimizde bir yer
 
Yesil peri
Yesil periYesil peri
Yesil peri
 
Lgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmakLgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmak
 
Lgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmakLgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmak
 
Kişiliğe bilişsel yaklaşım
Kişiliğe bilişsel yaklaşımKişiliğe bilişsel yaklaşım
Kişiliğe bilişsel yaklaşım
 
Martı Dergisi "hayata gülümse" 31 aralık
Martı Dergisi "hayata gülümse" 31 aralıkMartı Dergisi "hayata gülümse" 31 aralık
Martı Dergisi "hayata gülümse" 31 aralık
 
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
 
Gercekler (dördüncü versiyon)
Gercekler (dördüncü versiyon)Gercekler (dördüncü versiyon)
Gercekler (dördüncü versiyon)
 
Arsızlık
Arsızlık Arsızlık
Arsızlık
 
şimdiki zaman
şimdiki zamanşimdiki zaman
şimdiki zaman
 
Yasam Yonetimi Mailce[1][1].Com
Yasam Yonetimi Mailce[1][1].ComYasam Yonetimi Mailce[1][1].Com
Yasam Yonetimi Mailce[1][1].Com
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
 
Scrt
ScrtScrt
Scrt
 
Amaki hayal[1]
Amaki hayal[1]Amaki hayal[1]
Amaki hayal[1]
 
Lgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmakLgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmak
 

More from itu (20)

Els 11
Els 11Els 11
Els 11
 
Els 10
Els 10Els 10
Els 10
 
Els 9
Els 9Els 9
Els 9
 
Els 8
Els 8Els 8
Els 8
 
Els 7
Els 7Els 7
Els 7
 
Els 5
Els 5Els 5
Els 5
 
Els 6
Els 6Els 6
Els 6
 
Els 4
Els 4Els 4
Els 4
 
Els 3
Els 3Els 3
Els 3
 
Els 2
Els 2Els 2
Els 2
 
Els 1
Els 1Els 1
Els 1
 
Cevap Anahtarlari 1 35asdfasdfa
Cevap Anahtarlari 1 35asdfasdfaCevap Anahtarlari 1 35asdfasdfa
Cevap Anahtarlari 1 35asdfasdfa
 
E L S 3
E L S 3E L S 3
E L S 3
 
E L S 4
E L S 4E L S 4
E L S 4
 
E L S 2
E L S 2E L S 2
E L S 2
 
Els 1
Els 1Els 1
Els 1
 
Cevap Anahtarlari 1 35
Cevap Anahtarlari 1 35Cevap Anahtarlari 1 35
Cevap Anahtarlari 1 35
 
Ingilizce Odewnet 15
Ingilizce Odewnet 15Ingilizce Odewnet 15
Ingilizce Odewnet 15
 
Els 9
Els 9Els 9
Els 9
 
Cevap Anahtarlari 1 35
Cevap Anahtarlari 1 35Cevap Anahtarlari 1 35
Cevap Anahtarlari 1 35
 

Pinar Turen Denedim

  • 2. www.altkitap.com Dene di m Pýnar Türen "Denedim"i, Hayalet Gemi ile yaptýðým 10 yýllýk sefer sýrasýnda uðranan limanlardaki yazýlarýmdan oluþturdum. Toplam 68 seferden sadece 20 yazýyý aldýðým bu kitapta, ufak tefek düzeltmeler yapsam da yazýlarýn orjinal hallerine baðlý kalmaya özen gösterdim. Çünkü bu yazýlar benim için hayatýmýn en güzel yolculuðunun anýlarý. Hayalet Gemi'yi sonsuzluða uðurlarken arkasýnda bana Denedim'i býraktýðý için ona ve tüm yolculuk arkadaþlarýma bir kez daha teþekkür ediyorum. Bu kitabýn oluþmasýnda, fikir aþamasýndan yazý seçimine kadar bana yardýmcý olan ama en önemlisi bana inanç veren Tülin'e sonsuz teþekkürler...
  • 3. altkitap - deneme 6 Denedim Pýnar Türen Eylül 2002 Yayýna Hazýrlayan: Adnan Kurt Düzelti: Adnan Kurt Tasarým: Faruk Ulay Tasarým Uygulama: Murat Gülsoy Fotoðraflar: Pýnar Türen Fotoðraf Editörü: Theron Patterson © 2002 altkitap ve Pýnar Türen Yapýtýn tüm yayýn haklarý saklýdýr. Tanýtým için yapýlacak kýsa alýntýlar dýþýnda yayýncýnýn izni olmaksýzýn hiçbir yolla çoðaltýlamaz. www.altkitap.com editor@altkitap.com
  • 4. Yazar Hakkýnda Pýnar Türen 1969 yýlýnda Ýstanbul’da doðdu. Hep Ýstanbul’da yaþadý. Boðaziçi Üniversitesinde Psikoloji okudu. 1992-2002 yýllarý arasýnda Hayalet Gemi dergisini çýkartan ekibin içinde yer aldý. altzine.net’te yazýyor. Hayalet Gemi dergisinde on yýl boyunca çýkan yazýlarýndan derlediði “Denedim” ilk kitabý.
  • 5. Önsöz - Adnan Kurt ii Okudum, durdum düþündüm. Pýnar Türen, Hiçtim ve Öldüm baþlýklarýyla baþlayan ve biten denemelerini sýralýyor "Denedim" adýný taþýyan kitabýnda. Bu önceden hazýrlanmýþ bir izlek deðil ama uzun yýllardýr Hayalet Gemi'de yayýnlanmýþ denemelerinin biçimlendirilmiþ hali. Öyle bakýldýðýnda da, birbirinden baðýmsýz konular ve baþlýklarla yazýlmýþ yazýlarýn nasýl da eþuyumlu bütünlüðe kavuþtuðunu görmek çok etkileyici. Bir baþý ve bir sonu olan bu denemeler dizisi çizgisel zaman üzerine kurgulanmamýþ. Çeþitlilik ve biraz da yazarýn öznel seçimleri çevresinde hayata bir baþka bakýþ da denilebilir. Akademik aðýrlýðýn ve sýkýcýlýðýn uzaðýnda, ama göndermeleri ve tutamak noktalarýyla saðlam bilimsel temellerle içten çözümlemeler içeriyor bu denemeler. Büyürken, yaþarken, severken, koþarken, öfkelenirken, gezerken, sýkýlýrken nelerdi bizi etkileyen? Duyularýmýz, kavrayýþýmýz, þeylere bakýþýmýz nasýl þekilleniyor? "Denedim" bunlara yanýt vermeyecek elbette. Ama bu sorulara yanýt nasýl arýyor bir baþkasý, bu sorularý nasýl görüyor, hayata iliþkin bazý dertleri nasýl ediniyor, okumasý çok zevkli, kývamýnda ve düþündüren bir tatta veriyor. Bende býraktýðý en derin þey bir merak duygusu, merakýn nasýl birþey olduðuna iliþkin ipuçlarý. Neden meraklanýrýz sorusu, ve sýrlarýmýz. "...kimi zaman ise amansýzca mücadele vererek içimizde taþýdýðýmýz anýlar, düþünceler, arzular ve duygularla yaþamlarýmýzý sürdürdüðümüzü kabul etmeliyiz... Ufak tefek sýrlarýmýz." Adnan Kurt Eylül 2002-09-15 Rumeli Feneri
  • 6. Denedim Hiçtim7 Akýllandým10 Oynadým13 Zevk aldým16 Hýzlandým20 Geleceðim24 Sýrdým27 Ýnandým33 Korktum36 Rastladým39 Þehrim45 Makineleþtim48 Hükmettim52 Þiddetim56 Parçam59 Karmaþam62 Yayýldým64 Dengem67 Unuttum72 Öldüm76
  • 7. 7 Hiçtim 1994 ÝDEALSÝZ ÝDEALÝSTLER VEYA HAREKETSÝZ YAÞAMLARA DOÐRU... Aynaya baktýðýmda umutlarý kaybolmuþ bir çocuðun gözlerini gördüm. Oysa artýk çocukluðum çekmecelerde yatan birkaç fotoðrafla, aklýmýn köþesinde kalmýþ birkaç 'an'ýn hatýralarýndan baþka bir þey deðil. Þimdi kendimi yaþamýn kenarýnda ancak ucundan yakalayabildiði þeylere tutunmaya çalýþýr görürken soruyorum kendi kendime 'nerede kaldý ideallerim; nerede ve ne zaman kaybettim onlarý?'. Biz çocuk gözümüzle mücadele eden abilerimizi anlayamadýk, ellerinde kýzýl bayraklarla okuldan çýkýp caddelerde yürüyen abilerimizden ellerimizde beslenme kutularýmýzý sýmsýký tutarak kaçtýk. Evlerimize, sadece bize ait ve güvenli olduðunu sandýðýmýz dar sokaklarýmýza kaçtýk ve bir daha hiç çýkamadýk... Hayatla ilk yüzleþmeye baþladýðýmýz dönemlerde karþýmýzda öðretmenlerimizi bulduk. Etimizin öðretmenlerimize, kemiðimizin ailelerimize ait olduðu düþüncesiyle ilk savunma mekanizmalarýmýzý kurmayý öðrendik: Sevilirmiþ gibi yapýlan ama aslýnda delice korkulan öðretmenlerimizi idolleþtirerek, çocuk kafamýza göre ilk idealimizi de belirledik: 'Büyüyünce öðretmen olacaðým'. Ateþli hastalýklarýmýz sýrasýnda bizi iyileþtiren ve ýstýraplarýmýzý dindiren doktor amcalarýmýza da takdirlerimizi sunmayý bir borç bildik ve idealler listesine doktor olmak ikinci sýradan girdi! Ama yollarda yürüyen abilerimizden hep kaçtýk, çocukluk ideallerimizde devrimci olmak yer alamadý. Kendimizden çok anne-babalarýmýzýn ideallerini üstümüze giymeye çalýþtýðýmýz çocukluðumuzda, haykýrmaktan çok itaat etmeyi öðrendik. Bize sadece kendi pencerelerinden dünyayý gösteren ailelerimiz ve onlarýn koruyucusu devletimizin beklentilerini ödev, icraatlarýný ipucu
  • 8. Denedim- Pýnar Türen 8 bildik. Belki bu yüzden erkek çocuklarýn idealler listesine polis veya asker olmak ekleniverdi. Ýþte küçük kafalarda geleceðe dair ilk oluþan ideallerden kesitler böyle basit ve ilkel yöntemlerle hemencecik oluþurken, ilerleyen yaþlarda hayatýn hiç de bu kadar basit kopyalanamadýðýný anlamak zorunda kaldýk. Ýdealler sadece bir þey olabilmekle sýnýrlý kalmaz. Kafalarýn üstünde kavak yelleri esen ilk gençlik yýllarýna varýldýðýnda, idealler ileride edinilecek olasý meslek seçiminden birkaç adým ileriye giderek hayat felsefesini oturtmaya yardým edecek bir idol arayýþýna dönüþür: Ailesinden ayrý yaþayan üniversiteli kapý komþusu aðabey, John Lennon, Che... Birilerine benzemek ya da onlar gibi olabilmek ilerdeki olasý yaþantýlara yön vermenin neredeyse tek yoluymuþ gibi, evrensel bir þekilde, çoðu insan ayný yoldan geçer. Annelerine aþýk erkek çocuklar onlarý elde edebilmek için nefret bile etseler babalarý gibi olmak isteyip bellerine oyuncak tabancalarýný takýp yaramazlýklarýyla annelerine ne kadar erkek olduklarýný ispat etmeye çalýþýrlarken, babalarýna aþýk kýz çocuklarý da sinir de olsalar annelerine benzeyebilmek ve böylece babalarýný kendilerine aþýk edebilmek için küçük týrnaklarýna kýrmýzý oje sürüp annelerinin giysilerini özellikle de topuklu pabuçlarýný giyip evin içinde büyümüþ de küçülmüþ yaratýklar gibi dönenirler. Böylece hayatýn akýþýný belirleyecek ilk benzeþmeler için öfke objeleri tercih edilirken, ilerleyen yaþlarýn idolleri üstün nitelikli evrensel kiþilerden seçilir ama temel hep aynýdýr : Özenmek üzerine inþa edilen biliçaltýnda benzeþme mekanizmasý. Kendini kayýp veya gölgedeki nesil diye adlandýran 80 kuþaðý yani bizler, bizden öncekilerin ideallerini benimsesek bile ne yapacaðýný, kendini nasýl ifade edeceðini, nasýl bir araya geleceðini bilemeden, kafasý fena halde karýþýk bir þekilde geçirdi ilk gençliðini. Uðruna ölünecek bir ideal var mýydý acaba? Bu kadar adalet fukarasý bir Dünyada, idealleri süslemeye, cilalayýp parlatmaya hatta uðrunda ölmeye deðecek herhangi bir sebep olabilir miydi acaba? 80 sonrasý askeri mahkemede yargýlanan ülkücü bir gencin hapis cezasýna çarptýrýlýnca aðlayarak "Ben sizin için mücadele verdim" dediðini duyduðum zaman, o kiþinin tüm yaþadýklarýnýn, ayný ekrandaki
  • 9. Denedim- Pýnar Türen 9 görüntüler gibi siyah-beyazlaþtýðýný fartettim. "Sizin için yaptým (gizli anlam sizin rýzanýzla yaptým)'', þimdi siz beni özgür yaþamdan koparýp cezalandýrýyorsunuz. Ne büyük bir acýdýr kimbilir ideallerin insaný kendi içinde yok etmesi. 20'li yaþlarýn çok baþýnda baðýmsýz ve eþit bir toplum oluþturacaðýz diye gözlerini kýrpmadan hayatlarýný ortaya koyan insanlar acaba yaþasalar idealleri hayatlarýný ne hale getirirdi ya da hayatlarý ideallerini neye çevirirdi? Bir belgeselde Deniz Gezmiþ' in avukatýnýn göz yaþlarýný tutamayarak 'Yaþasaydý avukat olurdu herhalde, hem de çok iyi bir avukat...' dediðini hatýrlýyorum. Peki ya yaþayamayan Deniz Gezmiþ ne oldu, 20 yýl sonra ondan ve onun ideallerinden geriye ne kaldý?... Ýdealler hayatýmýzýn hareket yönünü üstüne oturttuðumuz deðer yargýlarýmýzýn, isteklerimizin, beklentilerimizin ve hatta hayallerimizin hep birlikte durduklarý noktadýr ve her ne yönden, hangi yolla olursa olsun hayatlarýmýzýn temellerini oluþtururlar. Hayatlara yön veren elbette sadece idealler deðildir, ideallerimizin oluþmasýný saðlayan istekler ve arzular da hayatlarýmýzýn hareketlerini belirlemekte en az idealler kadar etkilidir ki bunlar da kiþiliðimiz ve toplumsallaþma sürecinde geçirdiklerimizle oluþur. Eðer sizin için önemli olan paraysa istediðiniz iyi bir yaþam, idealiniz de mükemmel bir iþtir. Sizin için önemli olan aþksa istediðiniz sevgiyi bulabileceðiniz her yerde olmak, idealiniz de alabildiðine özgür olmaktýr. Ýdealler, yaþam biçimleri ve tüm yaþananlarla örtüþmediði zaman umutlar yerlerini hayal kýrýklýðýna, istekler yerlerini býkkýnlýða býrakýr ve idealler sonsuza kadar beynimizin karanlýk bir köþesine atýlýr. Kimse "büyüyünce hiç olacaðým" demez. Bir gün gelir ve aniden hiç olduðunu anlar.
  • 10. 10 Akýllandým 1993 AKLIN KÖÞESÝNDEN ÇIKMIÞ ÞEYLERE DAÝR Doða hakkýnda en anlaþýlmaz þey, anlaþýlabilir olmasýdýr Einstein Doða hakkýnda en gizemli þey anlaþýlabilir olmasý deðil, fakat anlama gibi bir þeye sahip olmasýdýr, yani aklýn kendisi. Jonathan Miller Akýlla ilgili bir çok deneme, bilimsel makale okumuþ, akýl almaz öyküler dinlemiþ, doðada ve günlük hayatta her an onu çaðrýþtýran þeylerle karþýlaþmýþ olabiliriz. Hayatýmýz boyunca etrafýmýzdakiler bize aklýmýzý baþýmýza toplamamýz gerektiðini hatýrlatmýþ veya akýl seviyemizle ilgili çeþitli yorumlar yapmýþ olabilirler. Hatta aklýný kaçýrmýþlardan bile olabiliriz... Ama gerçekte bu akýl denen þeyin ne olduðunu kaç kere düþünürüz? Onu kaçýrmamak veya iyi durumda tutmak ya da ona dokunmak için ne yapmamýz gerektiðini bilemiyoruz. Düþünmek ancak akýl yolu ile yapýlabiliyorsa, akýl hem etken hem de edilgen olabilir mi? Bilemiyorum kafam karýþýyor. Kafamýn karýþmasý aklýmýn olduðuna bir iþaret, ancak kafamý karýþtýran da aklýmý bir türlü düþünememem. Yoksa bizler akýllý olduklarýný sansýnlar diye yaratýlýp bir kaosun içine
  • 11. Denedim- Pýnar Türen 11 atýlmýþ zavallý oyuncaklar mýyýz? Oysa bir beynim olduðunu ispatlamak ne kadar kolay!... Kafatasýmý elimde tutabiliyorum, iyi ya da kötü içinde bir beyin olduðunu biliyorum. Hatta beynimin sað ve sol olmak üzere iki yarýyüreden oluþtuðunu, bunlarýn corpus callosum ile birbirlerine baðlý olduklarýný, bu sinir baðlantýsý kesildiðinde sinir bozucu hastalýklar ortaya çýkabileceðini de biliyorum (mesela kiþi ceketinin sadece sað kolunu giyiyor zira sol tarafýnýn farkýnda deðil yani algýlayamýyor; ya da saatin üç veya beþ olduðunu görebiliyor ama yedi veya dokuz olduðunu göremiyor!..). Beynin belli bölümlere ayrýldýðýný ve her bölümün belli iþlere yaradýðýný da biliyorum (görmeden sorumlu occipital bölge veya dengeden sorumlu beyincik gibi). Daha da ilginci bilginin, yani dýþ dünyadan gelen herhangi bir uyaranýn beyne kimyasal ve elektriksel olarak ulaþtýðýný ve böylece dýþ dünyayý algýlayabildiðini, hatta ayný yöntemlerle vücudu hareket ettirdiðini de biliyorum. Tüm bunlar iyi de, kimyasal veya elektriksel bazda bir sevgi veya nefret, yani herhangi bir duygu düþünemediðim gibi iki artý ikinin dört ettiðinin ne kadar mantýklý olduðunu hissetmemi saðlayan aklýmýn beynimin neresinde saklandýðýný hala bilemiyorum. Ona dokunamýyorum. O benim dünyamý kavramamý saðlarken, ben onun ta kendisini kavrayamýyorum. Belki de yüzyýllardýr kafalarý meþgul eden nerede bu akýl sorusunun yanýtý ileri teknolojiye doðru giden yolda yatýyordur. Geliþkin araçlarla yavaþ yavaþ daha derinlemesine keþfedilmeye baþlayan beyin artýk ne Descartes'ýn þematize etmeye çalýþtýðý gibi bir muamma ne de aydýnlanma düþünürlerinin zannettiði kadar gizemli! Bugün beyni keþfetme çalýþmalarý son sürat devam ederken, artýk bilim adamlarý için aklýn açýklamasýný yapmak çok kolay. Beynin tüm bölgelerinin beraber iþleyiþinden ortaya çýkan nörolojik olaylarýn en etkileyicisidir akýl. Birçok bilim adamý ve düþünür için akýl, yanýlsamadan baþka bir þey deðil. Düþünür Daniel Dennett'e göre akýl, sadece fiziksel bir olaydýr, kýsaca akýl beyindir. Beyin ise bir makinedir ve bizim de ne
  • 12. Denedim- Pýnar Türen 12 ruhumuz vardýr ne de kiþiliðimiz. Algýladýðýný göremeyen, bildiðini hatýrlayamayan, oldukça sýk hata yapabilen ama yine de iþini anlaþýlmaz bir þekilde ustalýkla yürüten bir beynimiz var. M.I.T'den Marwin Minsky için beyin sadece yüzlerce deðiþik makinenin toplamýdýr. Bunlar birbirlerine milyonlarca sinir ile baðlanýrlar. Ancak her þey, her þeye baðlý deðildir ve siz diye bir þey yoktur. Ellerinde bilimsel verileri ve pozitif araþtýrma sonuçlarýný tutan bilim adamlarý iþte bunlarý söylüyor. Ne o çok güvendiðimiz, gurur duyduðumuz aklýmýz var, ne de ruhumuz! Bize geride kalan bir sinir yýðýný. Annenizin küçükken kulaðýnýza fýsýldadýðý þarkýyý yýllar sonra iþittiðinizde içinizde duyduðunuz sevgiyle karýþýk hüzün, sevdiðinize sarýlýrken titreyen kalbiniz, o þarkýda tutamadýðýnýz gözyaþlarýnýz hep bu sinir yýðýnýn iþiymiþ meðerse...
  • 13. 13 Oynadým 1994 YÝNE ADEM YÝNE HAVVA Tanrý erkeði çamurdan yarattý ve ona can verdi (neden böyle bir þey yaptýðýný kimse bilmiyor); kadýný ise erkeðin kendisinden yani özden yarattý. Belki de yaradýlanlarýn en mükemmeli olduðundan -en azýndan eþine kýyasla- kadýn hep saklanýlmalýydý ve üstünlüðü örtülmeliydi. Özün yaradanýndan gayri asi ruhlu olduðu hemen anlaþýldý zira ilk icraatý eþine yasak elmayý yedirtip (elma gibi kendi halinde bir meyvayý yemenin neden yasak olduðu ayrý bir tartýþma konusu olabilir) cennetten kovulmak ve oluþmasý henüz tamamlanmýþ olan Dünya için iki bileti garantilemek oldu. Elmamý yedi diye birilerini evinden ancak bir çocuk kovabilir. Belki Adem ve Havva ve hatta Dünya'nýn yaradýlýþý, Tanrýnýn çocukluk dönemine rastlamýþ olabilir. Dünya 7 günde tamamlanmaya çalýþýlýrken aceleye geldiðinden hala oluþmaya, sallanmaya, patlamaya devam ediyor olabilir. Bu da en azýndan o zamanlar çocuksu bir Tanrýmýz olduðunu gösteriyordur. Ve bizler de Çocuk Tanrýnýn suretleri olarak hayatý bir oyun gibi yaþamaktan öteye gidemiyouz. Ýlk oyun yasak elmayý yemek olmuþ. Yasak elmayý yemek veya yemeye teþvik etmek cennetten kovulmaya yol açacak þeytani bir kötülük olamaz. Olsa olsa merak, dik baþlýlýk veya asilik olabilir ki bunlar da ister beðenelim ister beðenmeyelim Dünya üstünde
  • 14. Denedim- Pýnar Türen 14 insanoðlunun medeniyet denen þeyi kurabilmesinin temel taþlarýdýr. Bu arada rivayetler bu kadarla kalmaz, derler ki Adem ile Havva Dünya'ya ilk indiklerinde birbirlerinden çok uzaklara düþmüþler. Yedi yýllýk yalnýz bir yürüyüþten sonra birbirlerini bulmuþlar. Belki þansa ters yönlere yürüseler bugünler asla olamayacaktý (gel de kadere inanma). Sonuç itibariyle bugünlere Adem ve Havva'nýn gayretleri sayesinde geldiysek hepimizde biraz Adem biraz da Havva olmalý. Ama nedense içimden bir ses Havva'nýn daha çok olduðunu söylüyor. Gelgelelim günler geceleri, geceler de günleri doðurduðunda Havva da bir sürü çocuk doðurdu. Diþiler ve erkekler hep eþit sayýda daðýlarak evrenin ne büyük bir matematik þaheseri olduðunu doðruladý adeta. Müthiþ bir hýzla üreyen ilk insandan, yani atalarýmýzdan bu yana çok ama çok uzun bir zaman geçti. Bu zaman çok öyküler yarattý içinde; milyonlarca yaþama kaynak oldu; tarihi yarattý ve o defalarca tekerrür etti. Ne var ki bu tekerrür içinde kahramanýmýz Diþi, hem öze hem de doðurganlýk gibi bir meziyete sahip olmasýna raðmen, medeni hayat içinde aðýrlýðýný kaybeder. Oysa ki canlýyý yaratmak ona bahþedilmiþtir, yani Tanrý elini O'na vermiþtir. O ise elini erkeðe verdi ve film koptu. Üstünlüklerine sýký sýkýya inanmýþ erkekler böylesine bir gücün neden kendilerinden esirgendiðini hiç sorgulamýþlar mýdýr acaba? Pek zannetmiyorum. Herhalde her türlü üstünlüðü iktidara dönüþtürdükleri ve baþkalarý aleyhine kolayca kötüye kullanabildikleri için olsa gerek, bu konuyu fazla kurcaladýklarýna inanmýyorum, ne de olsa çamurdanlar... Tarih sadece boyun eðen kadýnlarý yazmadý elbette, zaten tarih onlarý kaale bile almadý. Ama karþýlaþtýrýlma yapýldýðýnda öyle az Diþi kahraman sivrilebilip tarih yapraklarýna girmeye hak kazandý ki bu duruma el atmak zamaný geldi. Ve Tanrý kadýný yarattýktan çok sonra kadýnlar feminizmi yarattý. Artýk bu saçma ve ters gidiþe son verilmeliydi. Fikirler hipotezleri, hipotezler teorileri kovalarken aslýnda ayný þeyler binlerce kez konuþuldu ve yazýldý durdu. Ama ne acýdýr ki günlük hayatlarda çok da bir fark yaratýlamadý. Kadýnlara bir takým suni haklar verilsin diye dernekler bile kuruldu hem de dünyanýn neredeyse her yerinde. Erkekler ise bu durumu o kadar kaale almadýlar ki herhangi bir karþý atak yapmak akýllarýndan bile geçmedi. Mesela
  • 15. Denedim- Pýnar Türen 15 'dünya erkekler günü' henüz Birleþmiþ Milletler özel günler listesine geçmedi. Nedeni ise çok açýk: Gerek yok. Oysa ki dünya kadýnlarý elele verip slogan atýyorlar ''artýk ütü yapmayacaðýz'', hatta radikal feministler ''erkekler çýkýn apýþ aramýzdan''a kadar götürdüler iþi. Öz ne ara bu hale düþtü, bilinse de artýk pek önemi yok... Evet artýk hiçbir polemiðin önemi yok. Doðurganlýk da neymiþ, artýk homoseksüellerin de çocuklarý olacak; kim kimi dövermiþ, herkes herkesi altedebilir; ütü yapmamak için slogan atmaya, kendimizi paralamaya gerek yok teknoloji ve yeni geliþen iþ sektörleri her þeyi çözüyor. Yüzyýllardýr süre gelen tüm inatlaþmalar çok yakýnda, 21. Yüzyýlýn ortalarýnda bir yerlerde tamamen kaybolacak. Ne erkekler kaba kuvvetlerinin veya ileri sürdükleri gibi akýllarýnýn üstünlüklerinden ne de kadýnlar doðurganlýklarýnýn veya diðer ayrýcaklarýnýn avantajlarýndan yararlanabilecekler. Tüm bu küçük hesaplar, ayak oyunlarý vs. algýlamamýzýn ötesinde geliþen teknolojinin elinde oyuncak olacaklar. Zamaný geçmiþ polemiklere hiç gerek yok artýk. Ya da belki de bu oyun hep oynanacak. Bu dünyaya atýlarak geldiðimize göre gidiþimiz de fýrlatýlarak olacak. Atýldýðýmýz yeni dünyalarda bir baþka hayat, belki yeniden Adem belki yeniden Havva, sonra yeniden yýlan, yeniden elma… Tekrar oyna, tekrar oyna…
  • 16. 16 Zevk Aldým 1995 ZEVK ÝÇÝN ADAM ÖLDÜRMEK ÝSTERSÝNÝZ DEÐÝL MÝ? Lise iki öðrencisiydim. Nedense hayatý fazla ciddiye alýp humanizme sýký sýký sarýlarak tüm insanlara sevgiyle kucak açtýðým dönemlerdi. Sadece düþünerek varolabileceðime gönülden inanmýþ ve inanmaya deðer bir çok þey de bulmuþtum ki bunlarýn baþýnda insan geliyordu. Saf-temiz-masum bir üçgenin içinde her þeyin doðruya doðru ilerlemesi gerektiðine inandýrmýþtým kendimi. Ýþte böyle bir dönemde psikoloji öðretmenimin Freud'un 'Zevk Prensibi'ni açýklamaya çalýþmasýna dahi izin vermemiþ, ders boyunca hocanýn üzerine gitmiþtim. Freud bir dahi olabilirdi ama belli ki fesat bir insandý! Bu ne biçim bir teoriydi böyle? Ýnsaný oluþturan tüm duygu, düþünce, davranýþ biçimleri ve milyonlarca deðiþik karakterin altýnda hep ayný þeytani kaynak: Zevk almak. Bu dünyanýn en temel fizik kuralý, herhangi bir olayýn meydana gelebilmesi için enerjinin þart olmasýdýr. Besinler fiziksel hareketlerimiz için enerji üretiyorlar, peki ya ne biçim bir þey olduðunu bir türlü anlayamadýðýmýz ruhumuz için gereken enerji neydi? Freud bunun libido olduðunu söylüyordu. Enerji bir yöne hareketle ortaya çýkabilir, libido da insan ruhunun zevke doðru hareketiyle ortaya çýkýyordu. Yani Freud'a göre ne yaparsak, ne düþünürsek, ne istersek, bunun nedeni hep zevk almaktan geçmektedir. Ýþte insanýn gerçeði: Egoist yani kendi zevkini tatmin etmekten baþka bir amacý olmayan çok hücreli, akýllý yaratýk! "Yapmayýn hocam" dedim, "Bu çok acýmasýz bir yargýlama deðil mi? Neden kendisinden çok baþkalarýný düþünenler var o zaman, ya fedakar annelere ne demeli?..." gibi safça sorularla hocamý acayip köþeye sýkýþtýrdýðýma ve insanlýk adýna görevimi
  • 17. Denedim- Pýnar Türen 17 yaptýðýma inanarak evime döndüm. O gün, bir kaç sene içinde hayatýmýn büyük bir bölümünü bu ve bunun gibi kavramlar içinde düþünerek, öðrenerek, arayarak geçireceðimden habersiz huzur içinde ödevlerimi yaptým ve güzel bir uyku çektim. *** Yine uykusuz kaldýðým gecelerden biriydi. Hareketsiz yattýðým yataðýmda uykunun beni yakalamasýný bekliyordum. Uyumanýn gerekli olduðunu ve insanlarýn belli saatlerde uyumalarý gerektiðini zannettiðim dönemlerdi. Henüz vampirlerle tanýþmamýþ, vücudumu ve benliðimi ele geçirmelerine izin vermemiþtim. Bedenim uykusuzluktan kývranýrken, o günden ve daha önceki bir çok günden kalma sorular kafamý iþgal etmiþti. Yüce bir yaratýcý kavramý neden tarihin hemen her evresinde, her kültürde ve toplum biçiminde, deðiþik þekillerde dahi olsa karþýmýza çýkýyordu? Neden insanlar durduk yere bir þeylere tapýnýp, çeþitli fedakarlýklar yapmaya bu kadar meraklýydýlar? Bir anda gözümün önünde bir film belirdi: Yemyeþil topraklar üzerinde, masmavi bir gökyüzünün altýnda, dallarýnda rengarenk meyvelerin sallandýðý ulu aðaçlarýn gölgelerinde, yarý çýplak birbirinden güzel ve genç insanlar akýl almaz zevklerini tatmin edebildikleri sonsuz bir hayat yaþýyorlardý. Burasý cennetti. Sorumun cevabýnýn basitliði karþýsýnda buruþturduðum suratýmý rüyalarýma terk ederek uykuya daldým. *** Artýk kimsenin bana rüyasýný anlatmasýný istemiyorum. Ýnsanlarýn rüyalarýnda bilinçaltlarýnýn ve bilinçüstlerinin en mahrem yerlerini görüyorum. Bastýrdýklarý zevklerini rüyalarýnda nasýl tatmin etmeye çalýþtýklarýný anlýyorum. "Ne komik, gece rüyamda seni gördüm. Hazýrlarken içine yanlýþlýkla fare zehiri koyduðum kekten yedirmeye çalýþýyordum sana." Yaa, gerçekten de beni öldürmek istemen çok komik! Kimbilir böyle bir kazaya kurban gitsem içindeki sen ne büyük zevk alýrdý. Baþkalarýna acý vermekten zevk aldýðýmýzý kabul edecek kadar hümanistlikten uzaklaþtým artýk. Hayýr yanlýþ söyledim, tüm bunlarýn hümanistlikle bir alakasý yok aslýnda. Týpký ruhumuz olmadýðý
  • 18. Denedim- Pýnar Türen 18 gibi. Biz insanlar kendi kendini çözmeye çalýþan kromozomlarýz aslýnda. '1' ve '0'ýn sonsuz birleþimlerinden ortaya çýkan bilgisayar programlarýyýz. Milyonlarca, milyarlarca program. Etiklerimiz içimizdeki þeytaný bastýrýyor çünkü sonsuz zevk mekaný cennete ulaþmak istiyoruz. Ýçimizi çözmek istemiyoruz zira zevkleri bastýrarak yaþamak belki daha kolay geliyor, kimi þeytani zevkler ise filmleri andýran rüyalarda çözülüyor. *** Alfred Hitchcock'un Ýp isimli filmini dört kere seyrettim. Gerilim üstadýnýn en etkilendiðim filmi olmasý beni çok germesinden deðil, kanýmý dondurmasýndandý. Ýki zeki arkadaþ kendilerinden daha zeki, meziyetli, sevilen, baþarýlý (karþýsýndaki insanýn aþaðýlýk kompleksine girmesi için her þeye sahip) arkadaþlarýný öldürürler. Bundan ne para, ne ün, ne de baþarý kazanacaklardýr. Ancak çok önemli bir nedenleri vardýr: O üstün insaný yok ederek ve kimsenin anlamamasýný saðlayarak zekalarýný kanýtlayacak ve hayatlarýnýn en büyük zevkini yaþayacaklardýr. Ve böylece zevk için adam öldürdüler. Tabi bu bir film ve filmlerde genel kural 'kötülerin' kaybetmesidir. Katillerden daha akýllý kahramanýmýz James Stewart olaya el atýnca Mr. Hyde'larýn oyunu bozulur ve gerçek ortaya çýkar. ***
  • 19. Denedim- Pýnar Türen 19 Gerçekler bazen inkar edilemez, bazen ürkütücü, bazen ulaþýlmaz olurlar, bazen de zaten yokturlar. Baþkalarýna feda ettiðimiz gençliðimiz, masumiyetimiz, aþklarýmýz, isteklerimiz, gerçekte egomuza eklenen halkalardýr ki aslýnda tüm bu adamalarýmýz - çocuðunu besleyen anne, aþký için intihar eden sevgili- egoistliðimizin dýþavurumundan baþka bir þey deðildir. Romeo Juliet'siz yaþayamayacaðýný; bir anne çocuðu olmaksýzýn hayatýna anlam katamayacaðýný düþündüðünden fedakarlýk etmekten kaçýnmazlar. Zira zevklerinin tatmininin yolu fedakarlýktan geçmektedir. Zevklerimizi kimi zaman bastýrarak, kimi zaman onlara esir olarak, çoðu zaman onlara karþý bilinçsizce savaþarak, kimi zaman da bizi tutuþturmalarýna izin vererek sonsuzca deviniyoruz. Oysa cennetin yolu ne bastýrýlan zevklerden ne de egoist fedakarlýklardan geçiyor. Cennetin yolu hiç bilmediðimiz bir yerde keþfedilmeyi bekliyor.
  • 20. 20 Hýzlandým 2000 MÜTHÝÞ BÝR ÇAÐ Bir þeyler elde etmek problemleri onarmaya yetmez, bu sadece belirtileri maskelemektir. Küçük, sevimli, mükemmel evime gelir ve yaþamýmýn tüm geri kalanýndan nefret ettiðim gerçeðini onarmak yerine bir anlýðýna kendimi iyi hissedebilirim. Tüketimcilik iþte buna dönüþür.... Gerçekten çok fazla çalýþmýþ ve hayatlarýnda bir þeyler satýn alabilecekleri noktaya gelmiþ birçok insan þimdi þöyle diyor: ''25 yýldýr çalýþýyorum ve bunun her þey olduðunu düþünmüþtüm ama bu hiçbir þeyi çözmeyecek. Bu sadece evimi satacaðým bir gün için eþya stoklamak. Chuck Palahniuk Ne kadar hýzlý bir tüketicisiniz? En hýzlý neyi tüketirsiniz, en sýk neyi tüketirsiniz, en çok neyi tüketirsiniz.... Her þeyi tüketmemiz gereken bir zaman diliminde yaþamakta olduðumuzu yaþýmýz, iþimiz, cinsiyetimiz, hayat biçimimiz, beklentimiz, hayallerimiz ... ne olursa olsun hepimiz sessizce kabullenmiþ durumdayýz. Sistemimizin kuralý hýzlý ve toplu tüketim en açýk ve net haliyle hiç sinsi yollara baþvurmadan tokat gibi vuruyor iki taraflý suratlarýmýza. Bir suratýmýz saf bir þeyler tutmaya çalýþýyor hayatýnýn içinde, birkaç erdem, birkaç iyi niyet belki vicdan yýkamaya yarayacak etrafa özenle serpiþtirilmiþ iyilikler ve kendine özgü bir þeyler barýndýrmaya çalýþýyor 'özel' olduðunu sandýðý, sanmak istediði hayatýnýn içinde. Bir suratýmýz ise hýzla tüketmek, ona sunulan her þeyi silip süpürmek istiyor, iþtahý asla doymayan bir çeþit canavar gibi saldýrýyor etrafýna ve ne varsa yutuyor, yutamayýnca asabileþiyor, hýrçýnlaþýyor, kin besliyor, mutsuz hatta hasta oluyor.
  • 21. Denedim- Pýnar Türen 21 Hýzla tüketilenler arasýnda artýk her þey var, liste o kadar uzun ki komplo teorisini hatýrlatmýyor deðil. MATRIX Uzun yaþam vaat eden yoðurtlar, mutluluk veren haplar, internet, arkadaþlýklar, aþklar, etekler, yüzükler, þarkýlar, hýzla deðiþen trendler, renkli lensler, silikonlar, telefonlar... Daha beþ yýl önce zevkle dinlediðiniz þarkýcýyý artýk dinleyemiyorsanýz sakýn vicdan azabý çekmeyin çünkü kulaðýnýz her gün geliþen, yenilenen bariz bir þekilde çað atlayan melodilerle doluyor ve siz bu deðiþime de diðer þeylerin hiçbirine karþý çýkamadýðýnýz gibi karþý koyamadan girdabýn içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Sonuç yeni cdleri, kasetleri, konserleri hýzla tüketerek sisteme katkýda bulunmak. Milenyuma giriyoruz ve herkes yetiþmeli, hýzla koþmalýyýz, durursak yetiþemeyiz, son bir gayretle hýzlý daha hýzlý koþmalýyýz, deðiþmeliyiz, yenilenmeliyiz, milenyum uçaðýný yakalamalýyýz ve uçmalýyýz: Yeni bir bin yýla yenilenen dünya görüþümüz, giyimimiz, haberleþme biçimimiz, iliþkilerimizle uçarak girmeliyiz. Bir aþk bittiðinde artýk acý çekmek yok, yeni yerler, yeni hevesler tüketerek acýnýzý unutabilir hatta hiç yaþamayabilirsiniz. Böylece her þey bir potada erirken, siz geceleri teknoloji harikasý yaylara sahip yeni yataðýnýzda depremi önceden haber veren sisteminizin yanýnda mýþýl mýþýl uyursunuz... ama rüyanýzda ne görürsünüz bilemem. Siz, yaþadýðýnýz kýsýr döngüye
  • 22. Denedim- Pýnar Türen 22 dönüþmüþ hayatýnýza renk katmak için yaþýnýzý küçük gösterip internette sanal flörtler peþinden koþarken, siz uyurken eþiniz internette sanal seks yaparsa ona ne kadar kýzabilirsiniz? Diyelim ki içimizde ve dýþýmýzda uçurumlar olduðunun farkýndaki azýnlýkdanýz. Matriksin dýþýna çýkma gücü bulsak bile yaþayamayacaðýmýzý bal gibi biliyoruz. Farkýndalýk yetmiyor, harekete geçmek ise çok zor gözüküyor. Hýzla kareler geçiyor gözümün önünden: Çaresizlik, uyuþturucu, asalaklýk, "kaybedenler arasýna hoþ geldiniz" diye alkýþlayan bir avuç insan ve "anca gidersiniz" diye arkanýzdan kahkaha atan matriksin gönüllüler ordusu. FIGHT CLUB Kredi kartlarý ile dergiden seçilen mobilyalar arasýnda sýkýþmýþ hayatýn ortaya çýkardýðý çift kiþilikli kahramanýmýz, Don Kiþot'un yel deðirmeleri ile savaþmasýnýn üstünden yüzyýllar geçtikten sonra, on tröst binasýný yýkarak ruhlarýmýzý serbest býrakabilecek mi? Çöken binalarýn enkazýndan çýkan özgürleþtirilmiþ bedenlerimize yabancýlaþmadan hýzla Dövüþ Klubüne mi katýlacaðýz? O hýzla bir esaretten çýkýp baþka bir esarete mi gireceðiz? Birbirine sýký sýký baðlanmýþ zincirlerin verdiði yalnýz deðilim güveni, kredi kartlý veya kartsýz hayatlar arasýnda ayrým yapar mý acaba? Kabullenmemiz gereken çok fazla þey var. Gerçek denen þey bulunduðu yerde kendisini yok ediyor ki yeni gerçekler aramak üzere yola çýkýlsýn. Hýzla
  • 23. Denedim- Pýnar Türen 23 çöken sistem yavaþ yavaþ yeniden yapýlanmaya baþlarken, biz yine rahat sinema koltuklarýmýza kurulup en fazla üç saat içinde yüzlerce fikri, bir sürü teoriyi, felsefeyi, sosyolojiyi, görsel þovu... hýzla tüketeceðiz. Üç saatin sonunda muhtemelen müthiþti diyeceðiz. Sahiden müthiþ bir çaðda yaþýyoruz ve bizler müthiþ oyuncularýz. Tek isteðim, her þey bittiðinde uzakta bir þey görmek... "Deðermiþ" dedirtecek bir þey!
  • 24. 24 Geleceðim 1993 GELECEK KAYGISI Bir takým kültür cahilleri yakýn zamana kadar astrolojinin geçmiþte kalan gülünç bir þey olduðuna inanýyorlardý. Ancak bugün, toplumun derininden yükselerek geliyor ve üç yüzyýl önce kovulduðu üniversitenin kapýsýný çalýyor... Bundan haberdar olmayan ve benim olaylarý abarttýðýmý düþünen okurlarým için þunu rahatlýkla söyleyebilirim: Astrolojinin altýn çaðý, ortaçaðýn karanlýklarý deðil, en saygýn gazetelerin bile tereddüt etmeksizin burç falý yayýnladýklarý günümüz dünyasýdýr. Köksüz akýlcýlar, 1723 yýlýnda Bay Bilmemne'nin çocuðu için hazýrladýðý horoskopu gülerek okusalar da þunu gözden kaçýrýyorlar: Bugün horoskop neredeyse insanlarýn kartvizitlerinde bir satýr olmayý baþardý. C.G. Jung, 1931 Davranýþçý Psikolojinin kurucusu Watson "Bana bir çocuk verin her ne istiyorsanýz yapayým" diyor. Ýsterseniz hýrsýz isterseniz diplomat ya da sýradan biri. Watson için geleceði belirleyebilmek iþte bu kadar basit. Ýnsan doðanýn sýradan bir parçasýdýr. Týpký bir saat gibi mekanik kanunlarýna göre iþler ve en önemlisi de her sonucun bir sebebi vardýr. Ýþte en uçlarda bir determinist olan Watson da "Eðer sebebini bilirsem sonucunu da önceden görebilirim" diyor. Watson'ýn insaný makineden farksýz kýlarak, "Ben geleceði bilebilirim, hatta yön verebilirim" diyerek Tanrýlýða soyunmasý, zamanýnda pek hoþ karþýlanmamakla birlikte insanlarýn geleceði gözetim altýnda tutabilme saplantýlarý sonuçta Watson gibi deterministlerin çoðalmasýný saðlamýþ.
  • 25. Denedim- Pýnar Türen 25 En ilkel çaðlardan beri insanýn beynini bir kurt gibi kemiren geleceðe iliþkin merak, asýrlar boyu toplumlarý arka planda da olsa kahinlerin yönetmesine, yönetmeseler bile yönetime karýþabilmelerine neden olmuþtur. Her nerenin hükümdarý olursa olsun her baþarýlý hükümdarýn ardýnda mutlaka müthiþ bir kahin vardýr. Elbette günümüz toplumlarýnda artýk büyücü kahinlere pek raðbet edilmiyor. Onlarýn yerini özellikle son zamanlarda piyasa araþtýrma þirketleri aldý. Geleceðe yön vermek gibi istekleri olan insanlara bugünün ayrýntýlý raporunu hazýrlayan bu þirketler modern birer kahin gibi çalýþmaktalar. Geleceðe yön vermeye ve genel olarak kendi lehine çevirmeye çalýþan þirketler araþtýrma þirketlerine güvenirken, sýradan vatandaþ da "Yarýnýný bugünden bilebilmek için" o medyum senin, bu astrolog benim dolaþýyor. Hangi sosyo ekonomik sýnýftan, eðitim düzeyinden olursa olsun, bir falcýnýn kahve fincanýnda veya bir astroloðun yýldýz haritasýnda geleceðini avuçlamaya çalýþmamýþ az insan vardýr. Bir çok kurama göre insanýn gelecek endiþesinin, geleceðini oluþturmasý da ayrýca bir garipliktir. Bu konuyla ilgili söylenebilecek her þeyin özeti belki de bir cümle olabilir: Ýnsanýn yaþamýný sürdürebilmesi, gelecekteki sonuçlarýný düþünerek geçmiþ deneyimlerinin ýþýðý altýnda bugün hareket edebilme yeteneðine dayanýr. Nedir gelecek; bir dakika sonrasý mý ya da bir asýr sonrasý mý? Aslýnda ne kadar basit; þu anda davranýyoruz ama geçmiþteki deneyimlerimizin etkisindeyiz ve bunlarý þu anýn üstünden geleceðe aktararak kendimize en fazla yararý saðlamaya çalýþýyoruz çünkü akýllýyýz. Bu kuram her ne kadar deterministleri, anti deterministleri, geçmiþe önem verenlerle gelecek merkezli olanlarý bir potada eritmeye çalýþsa da eminim buna karþý çýkanlar çok olacaktýr. Örneðin 40'lý yýllarda insanlara özgürlük verin diye ortaya çýkan ve geçmiþi yadsýyarak sadece burada ve þimdi ile ilgilenen ve insanlarýn fare ve köpeklerle karþýlaþtýrýlmasýný anlaþýlmaz bulan Amerikalý psikolog Rogers çok alkýþlanmakla birlikte asla güçlü bir destek bulamadý. Ýnsana en insan gibi yaklaþan ve ona özgür
  • 26. Denedim- Pýnar Türen 26 geleceði veren neredeyse yegane kuramcý olmasýna raðmen, tahmin edilebilir olmayý özgür olmaya tercih eden insanlar tarafýndan asla yeterince anlaþýlamadý. Zira Rogers için gelecek bir gün burada ve þimdi olacaktý ve önemli olan sadece o andý. Gelecek endiþesinin insan davranýþýný belirlemekte oynadýðý rol Adler ya da Tallman gibi determinist kuramcýlarda sýk sýk karþýlaþýlan bir yaklaþým. Ýnsanýn geleceðe duyduðu bu takýntý haline gelen merak belki de aslýnda insanýn bilemeyeceði her þeye duyduðu merakýn bir izdüþümü. Dünya kurulduðundan bu yana insanlar ölüm korkularýný gidermek için Tanrý'ya sarýlýrken belki de asla öðrenemeyecekleri ölüm sonrasý sýrlarý da bu yolla yakalamaya çalýþmýþlar. Böylece esrarengiz bir karanlýk içinde kalmak yerine hiç olmazsa kurgusal bir gerçek yaratmak insanlarýn gönlünü bir parça olsun rahatlatmýþ oluyor. Kurallara uy ve cennete git, ölümden sonra da bir geleceðin olsun. Ýþte bu kadar basit! Ayný þekilde geleceðini de bilememenin ve asla da bilemeyecek olmanýn verdiði dayanýlmaz ýstýrabý hafifletmeye çalýþmanýn yolunu kehanetlerde, astrolojide hatta pozitif bilimlerde arayan insanoðlunun bu saplantýlarýndan kurtulabilmesi mümkün mü? Keþke Rogers haklý olsa; insan her þeye içinde yaþadýðý anda yön verebilecek kadar güçlü olabilse. Geçmiþi etkileyebilme þansý zaten yok, geleceði kontrol altýna almak ise imkânsýz gibi. "Gelecek de birgün gelecek" diyorlar peki o gün gelecek mi acaba? Ya da o gün geldiðinde gelecek nereye gidecek? Sahi gelecek þimdi gelmedi mi? Peki ya geleceðe hükmetmeyi baþarsak, bugünümüzü daha güzel, daha anlamlý veya yaþanasý yapabilmeye yeter mi sanýyoruz....
  • 27. 27 Sýrdým 1995 MÝDAS'IN KULAKLARI Gelin bir pazarlýk yapalým sizinle ey insanlar! Bana kötü bana terkettiðiniz düþünceleri verin o vazgeçtiðiniz günler, eski yanlýþlarýnýz ah, ne aptalmýþým dediðiniz zamanlar onlarý verin, yakýnmalarýnýzý artýk gülmeye deðer bulmadýðýnýz þakalar ben aþtým onlarý dediðiniz ne varsa bunda üzülecek ne var dediðiniz neyse onlar boþa çýkmýþ çabalar, bozuk niyetleriniz içinizde kýrýk dökük, yoksul, yabansý verin bana verin taammüden iþlediðiniz suçlarý da. Bedelinde biliyorum size çek yakýþýk almaz bunca kaybolmuþ talan parayla ölçülür mü ya? ÝSMET ÖZEL CELLADIMA GÜLÜMSERKEN Koltuða oturduðunda sýkýntýlýydý. Ne diye gelmiþti ki buraya. Sanki þimdi sýkýntýsý daha da artmýþtý. Karþýsýndaki kiþi ikna edici olmaya ayarlanmýþ ses tonu, her hali-tavrýna yansýyan iyi eðitimden geçmiþtir damgasý, rafine edilmiþ kelimeleri usta bir hattat edasýyla süsleyerek kurduðu cümleleriyle, insan ruhunu rahatlatan türden renklerin bolca ama gayet uyumlu kullanýldýðý odasýnda, suratýna yapýþtýrdýðý mesafesi ayarlanmýþ gülümseyiþiyle ne kadar da yapmacýk duruyordu. Bir an içinin daraldýðýný hissetti. Ve her þeyi býrakýp o odadan çýkýp þehrin en uç noktasýna kaçmayý þiddetle istedi. Sonra düþündü. Zaten hayatý hep kaçmaktan ibaret deðil miydi? Þimdi karþýsýnda gerçek bir
  • 28. Denedim- Pýnar Türen 28 insan vardý. Etten, kemikten, kanlý-canlý, konuþabilen, düþünebilen, karþýlýk verebilen bir insan. Ve hayatýnda belki de ilk defa kaçmamayý seçti... Psikologlara sadece þizofrenler, manik- depresifler veya paranoyaklar yani süregiden kurallarý belli topluma ileri derecede uyum saðlayamayan insanlar gitmez. Normal yaþamýný az çok idare ettiren ama her tarafý patlak veren toplumsal yaþantýlarýný yama yaparak devam ettirmeye çalýþan insanlar, içlerinde sakladýklarý, kimi zaman bilinçli olarak mücadelesini verdikleri kimi zaman ise büyük gayretlerle bilinç altýna atmayý baþardýklarý kiþisel sýrlarýyla baþedemeyince ortaya çýkan sorunlarýna çare bulabilmek yani yamalarý tekrar yamalamak veya topluma tekrar adapte olabilmek için psikoloða baþvurabilirler. Birbirinden kesin çizgilerle ayrýlan 2 veya daha çok deðiþik kiþilikleri yoktur, insanlarla iliþki kurabilir ve bunlarý devam ettirebilirler, kriz geçirip kendilerine veya etraflarýna fiziksel zarar vermezler... Ancak sýkýntýlarý hayatlarýný etkiler, zaten dar olan kiþisel yaþam alanlarýný daha da daraltýr, sýkýþtýrýr, toplumda soluk almasýný zorlaþtýrýr. Belki de bu kadar kiþisel yani özel olduðu içindir ki insanlarýn hayatlarýný zorlaþtýran sýrlarýný hiç tanýmadýklarý birisine, psikoloða anlatma eylemleri, önceki yüzyýllara göre modern, sonrakilere göre ise ne olduðu henüz adlandýrýlmamýþ 20. yüzyýl insanýna nasip olabilmiþtir. Çoðu insanýn zannettiðinin tersine psikoloji Freud demek deðildir. Ebbinghaus'un dediði gibi "Psikolojinin çok uzun bir geçmiþi ancak kýsa bir tarihi vardýr". Ýlk psikolog olarak da adlandýrýlan Aristo'nun biçim ve özü yani ruh ve maddeyi ayýrmasýndan sonra, nice düþünür ve bilim adamý ruhun gerçeðinin peþine düþmüþ. Freud ise kiþilik ve kiþilik bozukluklarýyla uðraþýp, psikolojiyi üniversite laboratuvarlarýndan çýkarýp, gündelik hayatýn tam ortasýna taþýmýþtýr. Çoðu insana Titchener, Wundt, Allport ismi çok þey ifade etmezken, Freud ve psikanaliz hakkýnda doðru veya yanlýþ mutlaka bilgisi vardýr. Kesin olan tek þey varsa o da psikoloji sadece Freud veya psikanaliz deðildir. Psikanaliz de insan ruhunu inceleyerek sorunlarý kendi sistemi içinde çözmeye yöneliktir, týpký davranýþcý, biliþsel veya varoluþçu okul
  • 29. Denedim- Pýnar Türen 29 gibi. Ancak hepsinden farký psikolojiyle akademik ilgisi olmayan insanlar arasýnda da en yaygýn olarak bilinen ekoldür. Bilinçaltý tezi, insan düþünce tarihinde bir devrimdir: Üçe ayrýlan insan bilinci -id, ego, superego- ve bunlarýn birbirlerine dokunmasýndan ortaya çýkacak çatýþmalarýn yarattýðý sorunlar; rüyalarýmýzda saklý anlamlar özetle psikanalize giriþin ilk harfleridir. Çoðumuz istenmeyen anýlarýmýzý, çocukken veya yetiþkinlikte yaþadýðýmýz ve bizi fazlasýyla sarsan olaylarý bilinçaltýmýzda baský altýnda tutarak kendimizden ayrý tutmaya çalýþtýðýmýzý biliriz. Þimdi tüm teorileri, psikoloji, psikoterapi veya psikanalizle ilgili bildiðimiz her þeyi bir tarafa býrakalým ve sýrf kendimizi düþünelim. Tamamiyle bilinçaltýnda kaybedip sonsuza kadar hafýzamýzdan atmayý baþaramasak veya yeterince uðraþmasak da, kimi zaman ruhumuzun derinliklerine gömdüðümüz, kimi zaman ise amansýzca mücadele vererek içimizde taþýdýðýmýz anýlar, düþünceler, arzular ve duygularla yaþamlarýmýzý sürdürdüðümüzü kabul etmeliyiz... Ufak tefek sýrlarýmýz. Dönüþü olmayan yollar gibi içinde her an kaybolmaya hazýr olduðumuz hayatlarýmýzýn, gizli kahramanlarý sýrlarýmýz. Bir gün bir arkadaþým, gittikçe hüzüne ve itiraflara battýðýný hissetmeye baþladýðým konuþmamý sýrasýnda "Sana bir sýrrýmý" vereceðim dedi. "Psikoloðumdan baþka hiçkimse bilmiyor, kimselere söyleyemedim. Zaten ona da hipnozda söylemiþim, kalktýðýmda hüngür hüngür aðlýyordu." O an üzerime binen yükün aðýrlýðýna raðmen nasýl ayakta kalabilmiþtim bilemiyorum ama o sýrada yanýmýza gelen birisi beni kurtarmýþtý. Bu olayý izleyen her an, kafamda sürekli senaryolar kurmaya baþladým. Neydi bu sýr, bu kadar derin, bu kadar etkili ne olabilirdi? Taciz, þiddet, tecavüz... Olabilecek en korkunç ihtimallere karþý kendimi hazýrlýyor ve tabi bir yandan da neye nasýl tepki vereceðimi de ince ince hesaplýyordum (Ne de olsa hayat mahalle bakkalýnýn tuttuðu iptidai hesap defteri gibidir). Ve sonunda o an geldi. Müthiþ sýr bana aktarýlmaktaydý. Sustum ve dinledim. Tüm senaryolarýmý ve hesaplarýmý sessizliðime gömdüm. Sýradan bir aþk bilmecesiydi artýk yaþanan. Derken kendimi çýlgýnca nasihat verirken
  • 30. Denedim- Pýnar Türen 30 buldum. Kendimden örnekler veriyor, anýlar anlatýyor, hayat üzerine yerli yersiz söylevler veriyordum. Arkadaþým baþýný sallýyor, "Evet... Haklýsýn... Deneyeceðim" gibisinden karþýlýklar veriyordu. Acaba hiçbirini yapmýþ mýdýr? Bilemiyorum, soramadým. Ama niye yapsýn ki? Herkesin yaþadýðý kendisine. Ýþte terapistlerin amacý da budur, terapist nasihat asla vermez, önemli olan kiþinin ne yapacaðýna kendisinin karar vermesidir. Ýçinizde sakladýðýnýz her þeyi söyleyebilmek, anlatabilmek yani aktarabilmek ilk ve büyük adýmdýr. Sonrasý için de yolu yine kiþinin kendisi bulmalýdýr. Terapist sadece akýþýn sürecini etkileyen bir nesnedir. Soru sorarak, olaylarýn üstüne giderek ve psikoterapi sýrasýnda kullanýlan diðer teknikler yardýmý ile kiþinin içgörü kazanmasýný saðlamaya çalýþýr. Yani psikologlar yaygýn görüþün aksine çok konuþan, bol nasihat veren deðil, çok konuþturan ve çok dinleyendir. Ýyi bir terapi için en gerekli temel üç öðe sýcak bir iliþki (iyi terapist karþýsýndaki kiþiye güven vermelidir), empati (iyi terapist karþýsýndaki kiþinin þartlarýný düþünerek olaylara onun gözleriyle bakabilmelidir), destektir (terapist karþýsýnda deðil, yanýnda destek verdiðini göstermelidir). Tüm bunlarýn oluþmasý uzun bir zaman ve gayret ister. Diyebiliriz ki yabancý birisine iki hikaye anlatacaðým diye tüm bu meþakkatli yollardan geçene kadar, alýrým bir dostumu karþýma ve anlatýrým derdimi(!) Ama nedense sizi iyi tanýyan, sýk sýk görüþtüðünüz, en önemlisi sizin tanýdýklarýnýzý da tanýyan birisiyle saklambaç oynamadan konuþmak hiç kolay deðildir. Sýr vermek de, sýr taþýmak da zordur. Zavallý berberin kralýn eþþek kulaklarýný gördüðü zaman yaþadýðý þaþkýnlýðý, üstüne üstlük bunu birisine söyleyecek olursa kafasýnýn kopartýlacaðýný öðrendiðinde yaþadýðý dehþeti hatýrlayýn ve bu müthiþ sýrrý içinden atmak için kuyuya "Midas'ýn kulaklarý eþþek kulaklarý" diye haykýrýþýný düþünün. Masalýn burasýnda herkes (anlatan da dinleyen de) rahatlar. Sýr paylaþýlmýþtýr. Ama masalýn sonunu da göz ardý etmemek gerek... Bir insanýn sýrrýný taþýmak da o sýrrý yaþamak kadar zordur. Bu yüzden psikologlarýn belli aralýklarla gittikleri kendi danýþman psikologlarý vardýr. Amaçlarý nasihat almak veya akýl danýþmaktan çok
  • 31. Denedim- Pýnar Türen 31 kendi içlerine aldýklarý sýrlarý paylaþabilmektir, "Midas'ýn kulaklarý eþþek kulaklarý"... Kimi sýrlar sýr olmaktan çýkmýþ evrensel doðrulardýr: Ýnsanoðlu doðasýnda þiddet barýndýrýr, doða eþitliðe ayarlý deðildir, karanlýk korkutur... Hayatlarýmýz kabul etsek de etmesek de içimizde gizlediðimiz bu kýrýntýlar üzerine kurulmuþtur. Bir de herkesin kendi sýrrý vardýr. Kimi sýr bile olmaktan çýkacak derecede unutulmuþ - bastýrýlmýþtýr. Psikolojik filmlerde film boyu cinsel sorunlarýný izlediðimiz kadýnýn acý sýrrýný filmin sonunda öðreniriz ki bu muhtemelen çocukluðunda yaþadýðý cinsel tacizdir. Bu aný öyle bir bastýrýlýr ki kiþi için sýr olmaktan çýkýp hayatýnda tamamýyle unutulmuþ karanlýk bir nokta olur. Tüm sýrlar böylesine acý vermez. Hatýrlayýp, görmezlikten geldiðimiz ne çok sýrrýmýz vardýr. Ya küçük oyunlarýmýz: Sevip de sevmiyorum demek, istemek ama yapamamak, bilmek ama söyleyememek, hep -miþ gibi yapmak. Tüm bu ufak sýrlarýmýz deðil midir bir taraftan yok saymaya çalýþýrken, bir taraftan da davranýþ biçimlerimizi ve hayatlarýmýzý etkileyen? Kendi kendisiyle bile barýþýk olamayan insanoðlundan toplu halde barýþ içinde yaþamasýný dilemek ne büyük saflýk deðil mi? Kendisini tanýmayan daha da kötüsü kendisine bile yalan söylemekten kurtulamayan zavallý küçük adama ne tarih, ne sosyoloji ne de psikoloji yardým edebilir. Küçük adamýn küçük hesaplarýna en iyi örnek Freud'un kendi rüyasýný yorumlarken kendi hakkýnda kendisinin bile itiraf edemediði düþüncelerini ortaya çýkarmasýdýr. Profesör ünvaný almayý bekleyen Freud arkadaþý R.'ye rastlar. O da bu ünvaný beklemekte hatta sürekli bakanlýða giderek uðraþmaktadýr. Ancak bir türlü Profesör olamamaktadýr ve bunun nedenini "dinsel sorunlara" baðlar. Elbette ayný sorun Freud için de geçerlidir. Nitekim o da ayný nedenle kendisini fazla umutlandýrmamaktadýr. Ayný gece bir rüya görür: Dostu olan R. amcasýdýr ve Freud ona karþý büyük bir yakýnlýk ve sevgi duymaktadýr. R.'nin yüzünü biraz deðiþmiþ bir biçimiyle önünde görür, sanki aþaðýya doðru çekilip uzatýlmýþ gibi. Bu uzun yüzü çevreleyen sarý sakal ise iyice belirgindir. Önce Freud, ona çok saçma gelen bu rüyayý geçiþtirir ancak hastalarýna yaptýðýný
  • 32. Denedim- Pýnar Türen 32 hatýrlar: Eðer kiþi "saçma" veya "önemli deðil" diyorsa bu rüyada rahatsýzlýk veren gerçeklerin gizlendiðini iþaret eder. Freud de yaptýðý uzun tahliller sonunda rüyasýndaki sýrrý çözer. Dostu R.'yi fazla akýllý olmayan amcasýna benzetmiþtir. Ancak fizik olarak bir baþka arkadaþýna benzetmiþtir. Bu yine çok deðer verdiði arkadaþý N.'dir. Amcasý iþlediði bir suçdan hüküm giymiþtir. Arkadaþý N. de bir suçla yargýlanmýþ ancak Freud'ün de caný gönülden inandýðý gibi sonuçta suçsuz bulunmuþtur. Profesör ünvaný kendisi için önemlidir ama dini engeldir. Ayný dinden olan R.'yi fazla akýllý olmadýðý için, yine arkadaþý N.'yi ise suçlu olarak kabul edip (ki bilinçli olarak düþünceleri böyle deðildir) profesör olamamalarýný dinlerinden ayrý bir sebebe baðlayarak, profesör ünvaný alabilmek için umudunu sürdürmeyi baþarýr. Bu arada rüyada az akýllý amcaya benzetilen R.'ye duyduðu aþýrý sevgi de bu ithamlarýnýn onda yarattýðý suçluluk duygusunu örtmeye çalýþmaktan baþka bir þey deðildir... ola ki þeytana satacak kadar bile bende ondan yok. Telaþ içinde kendime bir devlet sýrrý beðeniyorum çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir þeydir devlet sýrrýyla birlikte insanýn sinematografik bir hayatý olabilir o kibar çevrelerden batakhanelere yolculuklar, lokantalar, kýr gezmeleri ve sonunda estetik bir idam belki.... ÝSMET ÖZEL CELLADIMA GÜLÜMSERKEN Sýrlarýmýz bizi rahatsýz ediyor, kimi zaman endiþelendiriyor, kimi zaman tüm hayatýmýzý etkileyebiliyor, ya da illüzyondan bir hayat sunuyor bizlere. Ama her þeye raðmen mezara kadar taþýnacak bir sýrrý barýndýrmak mistik bir tad vermiyor deðil...
  • 33. 33 Ýnandým 1993 HÜKÜMSÜZ ÝNANÇLAR Kendime olan inancým bittiðinde artýk þiir yazamam ve þiir yazamadýðým zaman kendimin sonudur... Ýnsaný bu garip hayata baðlayan þey inançlarýndan baþka ne olabilir ki? Ama neye inanmak? Kimi için Tanrýya, kimi için insana, kimi için kendine inanmak. Doðaüstü güçlere inanmanýn çekim gücü, kontrolü dýþýnda kalanlara da suç atabilme kolaylýðý düþünülecek olursa en zor þey, insanýn kendisine inanmasý galiba. Oysa ne kolaydýr çocukken her þey. Hele inanmak... Ýnsan, neredeyse önüne çýkan her þeye inanýr çocukken, hem de gözleri kapalý. Masallardaki devlerden yiyemedikleri ekmeklerin aðlayacaðýna kadar binbir türlü abartýlý, doðaüstü, hatta saçma þeye safça inanýlýr. Çocuklarý kandýrmak mý kolay yoksa onlarý bir þeye inandýrmak mý diye soracak olursak, eðer inanmak mantýksal bir düþünme eylemi gerektiriyorsa, çocuklarý inandýrmak daha kolay gibi gözüküyor. Böyle gözükse de eriþkin mantýðýnýn eriþkin olabilmek için geçmek zorunda olduðu azap dolu yollardan henüz nasibini almadýðýndan, çocuklarýn onlara çok ters gelen büyüklerin dünyasýna inanmaktan daha çok, büyükler tarafýndan kandýrýlmayý tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Dörtten dördü çýkardýðýnda inatla bir þey yazmayan zira elde bir þey kalmadýðýný söyleyen bir çocuðu sýfýrýn varlýðýna ve anlamýna inandýrmak görünüþte iki dakikanýzý alsa da insan dehasýnýn mutlak zaferi matematik gibi doðada olmayan, tanýmlanamayan bir iþlemler zincirine biz yetiþkinler acaba gerçekten inanýyor muyuz? Yoksa
  • 34. Denedim- Pýnar Türen 34 çocuðunu sýfýrýn varlýðýný kabul ettirmek için kandýrmaya çalýþan bir anne gibi bizler de Tales ve Pisagor tarafýndan mý kandýrýlmýþýz? Ama insan her þeyden þüphe etmeye baþlayýnca iþler daha da kolaylaþmýyor. Herkes Descartes gibi her þeyden þüphe ederek, hiçbir þeye inanmayarak iþe baþlayýp bir þeylerin varlýðýný ispatlamaya çalýþsa dünya paranoyaklar ve ne olduðunu bilmezler diyarý olurdu. Öyle ya, milyonlarca insan sorgusuz sualsiz önüne sunulana inanarak yaþamýný sürdürmeyi baþarýyor. Fizik kurallarýna göre ýþýk hýzýna yakýn bir hýzla geçen tren, otomobil sürücüsüne kýsalarak gözükür. Fizikle yakýndan ilgilenmeyen ya da mantýki olarak bu kuramýn yanlýþ olduðunu anlamayanlar için buna inanmak son derece normal olabilir. Hume'un dediði gibi inanç bir histir. Nasýl ki bir insaný seversiniz, iþte inanmak da böyle bir histir. Týpký yukarda yanlýþ aktarýlan teoriye karþý duymuþ olabileceðiniz inanma duygusu gibi. Ýnanç bir his olduðu kadar bir ihtiyaçtýr da ayný zamanda. Hayata anlam veya amaç katabilmek için sarýlmak durumunda hissettiðimiz can simididir. Eðer gerçekten baþka çareniz yoksa, inanmaktan baþka ne yapabilirsiniz ki? Elbette çok çaresiz deðilsiniz. En basitinden bir fizik kuralý doðru mu diye bir fizikçiye sorabilir ya da bir fizik kitabý karýþtýrabilirsiniz. Peki ama ya bir adým sonrasý? Çýkýn sokaða ve bulun bakalým mükemmel daireyi, ya da kolaysa alýn elinize bir cetvel ve ölçün bakalým ayla dünya arasý gerçekten 384000 kilometre mi? Cehaletin inanma sebebi olmasý hem çocuklarýn neden her þeye inandýklarýný hem de yetiþkinlerin inanç düþkünlüðünü açýklayabilir: Ne kadar cahilseniz o kadar inanýrsýnýz ve ne kadar çok bilirseniz o kadar zor inanýrsýnýz zira her þey inanýlýr olmaktan çýkýp þüphe perdesine bürünebilir. Zaten her þeyin her an deðiþtiði, yüzyýllýk kuramlarýn tepe taklak edilip yerine yenilerinin oturtulduðu bir dünyada insan neyin peþinden sonuna kadar gidebilir, hangi iddiaya inanabilir ki? Üstüne birçok çalýþmalar yapýlan, sayesinde çeþitli buluþlar yapýlan Newton Kuramý artýk fizik laboratuvarlarýnýn anýlar köþesini süslüyor; 68'lerin idealist insanlarýnýn yuppie çocuklarý oluyor; yýkýlmaz denilen duvarlar birbir yýkýlýyor da kimse ne oluyor demiyor. Tüm bu çalkantýlar içinde en çok zararý da safça inanan ve gerçekten inancýyla yaþayan insanlar
  • 35. Denedim- Pýnar Türen 35 almýyor mu? Mesela, o çok inandýklarý cennetin asfalt yollu, insanlarýn konserve kutusuna sýkýþtýrýlmýþ gibi üst üste yaþayýp, yine emirleri ve kurallarý uygulamaktan baþka iþleri olmadýðý bir yer olduðunu görseler, tüm hayatlarýný içlerinde cenette kavuþma inancý ile geçirmiþ milyonlarca insan ne hisseder... Ýnanç, hayatýmýza anlam veya amaç katan tek güçse, çok ciddi sorunlara gebeyiz demektir, çünkü ölüm hariç hiçbir þeyin garantisi olmayan bir Dünyada yaþýyoruz. Yine de þaire hak vermemek elde deðil diye düþünüyorum 'Ýnançsýzlýða hüküm giymiþ hayatlar neye yarar ki?'...
  • 36. 36 Korktum 1993 KORKU TÜNELÝNDE BÝR HAYAT YAÞAMAK Her gün her þeyden korktuðumu farkettiðimde aslýnda gerçek korkuyu hiç tatmamýþ olduðumu anladým. Ne kadar doðaldý benim için yanýmdan koþarak geçen bir köpek görünce korkmak. Peki ama neden resimleri hariç hiç görmediðim yýlanlardan bu kadar çok korkuyorum bilemiyorum. Sokaktan gelen ne olduðu belirsiz bir ses duyunca da korkuyorum, fiziksel olarak nasýl meydana geldiðini bildiðim gökgürültüsünü duyduðumda da korkuyorum... Geceleri ise, içimde korkuyla karýþýp beni heyecanlandýrdýðý için bu kadar çok seviyorum. Ýþte böyle düþündükçe ve bu korku listesi de uzayýp gittikçe, insanýn kötü programlanmýþ duygusal ve korkak bir robot olduðuna inanmaya baþlýyorum. Bir timsah ile uyumak Hepimizin çocukluðu ters ayaklý cinlerden ve herkesin kendi kafasýnda deðiþik bir biçimde daha doðrusu biçimsizlikte canlandýrdýðý çeþit çeþit öcülerden korkarak geçti. Bu arada masallarda bir iyi, bir kötü olarak karþýmýza çýkan periler de kafamýzý karýþtýrarak korku sýnýrlarýný zorladýlar. Büyüklerin, hayal gücünün en mükemmeline sahip çocuklarýna karþý en büyük kozlarý varlýklarý þaibeli bu yaratýklar olmuþtur. Büyük olduklarýný söyleyen kiþiler kendi üzerlerindeki korkularýn deðiþik versiyonlarýný çocuklarýna aktararak itaat ettirmeye giden en kýsa yolun devamýný meþrulaþtýrýrlar. "Uyu yoksa seni canavarlara veririm" diyerek uyutulmaya çalýþýlan çocuðun kafasýnda neler oluþabileceðini hiç düþünmezler. Annem de bana böyle bir þeyler dedi mi hatýrlamýyorum (hatýrladýðým kadarýyla ben iyi uyuyan bir çocuktum) ama çocukken yataðýmýn altýnda ýsrarla bir timsah
  • 37. Denedim- Pýnar Türen 37 yaþadýðýna inanýr, elimi ayaðýmý yataktan uzatmadýkça güvende olduðumu düþünerek uyuyabilirdim. Böylesine korkunç bir düþünceye karþý bulduðum basit savunma mekanizmasýnýn iþe yaramasýný, çocukluðun saflýðýna borçlu olduðumu biliyorum. Þimdi yataðýmýn altýnda bir timsah olduðuna inansam deðil uyumak yaþamak bile katlanýlmaz olurdu (muhtemelen þizofreni tanýsý alýrdým). Belki de çocukluðun sihirli deðneði bizi hayaller dünyasýnda, korkuyla örülmüþ duvarlar içinde nasýl oluyorsa garip bir güven hissi içinde yaþatýyordu. Ancak çocukluðumuzda en büyük yaptýrým gücüne sahip olan korku kafamýzda garip þekiller alýrken ileride bizleri daha nelerin beklediðini bilemezdik elbette. O yasak türküyü dinlemek Çocukluðun korkuyla iç içe girmiþ güvenliði yerini gerçeklerin fena halde keþfedildiði yani alacakaranlýk kuþaðýndan çýkýldýðý dönemlere býrakýnca korkularýn gündelik hayatý istilâsý artýk cinlerle perilerle deðil tam tersine gerçeklerin ta kendileriyle olmaya baþlar. Artýk endiþeler ve kaygýlar dünyasýna giriþ yapýlmýþtýr ve korku en sýradan günün en sýradan anýnda dahi hep yanýmýzdadýr. Otobüsü kaçýrmaktan ya da trafiðe yakalanmaktan tutun da yaðmurlu havada þemsiyesiz sokakta kalmaya kadar her þey insaný biraz korkutur, biraz telaþa ve hep önlem almaya, tedbirli olmaya iter. Tüm bu saçma sapan endiþeler ve tedbirler arasýnda gitgide daha da sýkýcý hale gelen gündelik hayatlarýmýzý belki de birazcýk olsun daha heyecanlý hale getirmenin yolunun yine korkudan geçmesi de oldukça gariptir. "Maceranýn tadý" denilen þey aslýnda korkunun ta kendisidir. Hayatlarýna heyecan katmak ve böylece sýradanlýktan kurtulmak isteyen birçok insan yükseklik, uçuþ, karanlýk, ölüm gibi en temel insani korkulara meydan okuyabiliyor. Adrenalini, kalplerini durduracak seviyelere yükseltene kadar en uçlara gidiyorlar. Bu kadar cesareti olmayan insanlar ise, iyi bir korku veya macera filmine gitmekle yetinebiliyor. Bir sinema salonunun koyu kalabalýðýnda ya da az ýþýklý bir odanýn sýcaklýðýnda kurgusal korkular yaþamak insanýn neden bu kadar hoþuna gider diye düþününce aklýma hep çocukluðumun inlerle cinleri geliyor. Yasak kitaplarý okuyup, sürgündeki müzisyenin çok önceden sürgün edilmiþ þairin sözleriyle yaptýðý þarkýlarý gizli gizli dinlemeye baþladýðýmda
  • 38. Denedim- Pýnar Türen 38 artýk inler cinler gerçek olmuþlardý. Onlarý yine göremiyordum ama hep yanýmda kafamýn içinde olduklarýný hissediyordum. Belki bu korkulardan utandýðým içindir ki filmlerin ve romanlarýn kurgusal korkularýndan korkarak rahatlatmaya veya aldatmaya çalýþýyordum kendimi. Korkuyorum Sonra içimizden eksik olmayan bir sürü korkuyu daha keþfettim. Kaybetmekten korkmak belki de insaný yalnýz býrakmayan korkularýn en baþýnda geliyor. Olmayan özgürlüklerimizi kaybetmekten dahi korkuyoruz. Hep aradýðýmýzý söylediðimiz gerçeðe ulaþmak mý daha korkunç yoksa gerçeðe ulaþmanýn aslýnda hiç de zannedildiði kadar zor olmadýðýný farketmek mi hiç bilemiyorum ama gerçeklerin korkutucu olduðunu düþünerek onlardan kaçýnmak iþimize geliyor... Ve tabi korkularýn anasý ölüm. Belki de tek ve nihaî gerçek. Hayatýmýz boyunca hep görmezlikten gelmeye çalýþtýðýmýz, adeta onun korkusuyla yaþamaya alýþtýðýmýz ölüm. Baþucumuzda bir kýlýç kadar keskin bizi bekliyor. Yaþarken karþýlaþmasak da, tüm korkularýmýzýn temelinde onun olduðunu bilerek yaþýyoruz. Bir doktor olsam beni en korkutacak þey þiddetli bir kalp krizi geçiren bir hastanýn, ölüme bakan gözleri olurdu... Ve yýllar... Biteviye akan zaman. Hep birbirinin ayný ama dehþet verici farklý dakikalar. Çeþit çeþit baský altýnda un ufak olmuþ yaþantýlar, beynimizi kemiren korkular, ruhumuzu delik deþik eden kaygýlar, hastalýða dönüþen endiþeler. Ve adýna hayat denilen bu kaosa pamuk ipliði ile baðlý olduðumuzu bile bile yaþamak... Hastalýk boyutunda endiþe yaþayan insanlar için üretilen kimyasal ilaçlar çoðu eve girmeye baþladý. Basit korkular, hayati endiþelere dönüþtüðünde, kimyevi huzurevinin yolu gözüküyor insanlara. Yataðýn altýnda timsah, üstünde insan, mýþýl mýþýl uyuyoruz, koyu karanlýk gecelerin koynunda.
  • 39. 39 Rastladým 1996 KADER, RASTLANTI VE INGO Olasýlýk hesaplarýyla ilk karþýlaþtýðýmda lise sýralarýnda kendi halinde olmaya çalýþan, geleceðe umutla ve istekle bakan bir öðrenciydim. Gelecekte beni nelerin beklediði sorusu henüz beynimin kývrýmlarýný zorlamaya baþlamamýþtý. Muhtemelen baþarýyla okulumu bitirecektim, iyi bir iþim olacaktý, bir aile kuracak ve ayný dönemlerden çocuðumun geçmesini izleyecektim, bir sürü hobimle ilgilenmeyi emeklilik günlerime saklayacak ve ölecektim. Ancak beynimle birlikte geliþmeye baþlayan yaþantým, hayatýn denkleminin bu kadar da basit olmadýðýný yavaþ yavaþ çarpmaya baþladý suratýma. Tek bir günün içinde bile yüzlerce olasýlýk varken ve bunlarýn çoðunun kontrolü benim çok dýþýmda geliþirken koskoca bir hayatýn denklemini iki satýrda kurmanýn oldukça iyimser bir yaklaþým olduðunu anlamakta fazla geç kalmadým. Tarifi mümkün olmayan aþklara tutulmaya, biraz yakýndan tanýdýðým her insanda garip hikayeler yakalayýp onlarýn hikayelerinin benim hayatýmý nasýl etkilediðini sezinlemeye ve en garibi de her gün kendimi bir þekilden baþka bir þekile geçer bulduðumda, soru iþaretleri arasýnda kaybolmaya hazýr bir üniversite öðrencisiydim. Gereksiz yere uzayan bir iliþkinin içindeydim ve tüm çabalamamama raðmen bir türlü kurtulamýyordum. En sonunda bunun kaderim olduðuna ve bununla yaþamam gerektiðine inandýrdým kendimi. Oysa tek tanrýlý dinlerin ortak kavramý kadere inancým yoktu. Hayatým benim kontrolüm altýnda geliþiyordu, kendi kiþisel hayatýmdaki tek hükümdar bendim, diðer insanlar da kendi hayatlarýnýn hükümdarlarýydý, dünya çeþitli gazlarýn tesadüfen birleþmesiyle oluþmuþtu, canlý dediðimiz varlýklar da sudan türemiþti zaten.....
  • 40. Denedim- Pýnar Türen 40 Bu dönemlerde bir yýl boyunca aldýðým istatistik dersleri kader ile tesadüf arasýndaki iliþkiye iyice kafamý takmama neden oldu. Ýstatistik satýrlarca süren karmaþýk formüller, hesaplar ve bir o kadar karmaþýk problemler yanýnda temelde tek bir kavram üzerine kurulmuþtu: Rastlantý. Ve ben hayatlarýmýzda her þeyi belirleyenin sadece rastlantý olduðuna artýk tamamýyle inanmýþtým. Kader diye bir þey yoktu. Kader hayat karþýsýnda zayýf olan insanlarý "Zaten isteseniz de elinizden baþka bir þey gelmez çünkü kaderiniz bu sizin, ona razý olmalýsýnýz" diyerek kandýrmaya yönelik aþaðýlýk bir komplodan baþka bir þey deðildi. Böylece kaderi inkar edip onun yerine rastlantýyý yerleþtirerek son derece akýlcý olduðumu zannederek hayatýma devam ettim. Yýllardýr rafa kaldýrdýðým ve pek de üstelemediðim bu konuya tekrar geri dönüþüm son zamanlarda okuduðum bir hayat hikayesiyle oldu. Birazdan sizlere kýsaca aktarmaya çalýþacaðým bu hayat hikayesi ancak filmlerde rastlanacak kadar dramatik ve bir o kadar da gerçek. Ingo Hasselbach. Ingo'nun hayatý o daha bebekken anne babasýnýn ayrýlmasýyla baþlar. Babasý alýþýlagelmiþin tersine Batý Almanya'dan Doðu Almanya'ya kaçmýþ ve hayatýný sosyalizmin yücelmesine adamýþ bir gazetecidir ve Ingo'nun hayatýnda öfke objesi olmaktan ileri gidememiþken, özellikle radyoda yaptýðý gençlere yönelik propaganda programlarýyla yurttaþlýk kariyerinde fazlasýyla ilerlemiþtir. Annesi yalnýzlýða fazla dayanamamýþ ve Ingo'nun sevgiye en çok ihtiyacý olduðu dönemde onu üvey babasýyla tanýþtýrmýþtýr. Belki de tüm hayatýnýn en kötü karakteri onu devamlý döverek eðitmeye çalýþan bu üvey babadýr. Ailenin yaþadýðý mekan Doðu Berlin'in devlete en yakýn bürokratlarýnýn yaþadýðý ve herkesin birbirine potansiyel fitneci/casus olarak yaklaþtýðý bir semttir. Ingo'nun huzur bulabildiði tek yer büyükanne ve büyükbabasýnýn þehrin kenar mahallelerinden birindeki içine ideoloji bulaþmamýþ, sevgi dolu apartman daireleridir. "Belki de hayatýmda rastladýðým ideolojiden uzak yaþayan tek insanlar olduklarýndan dolayý benim için bu kadar özeller" diyor Ingo. Ancak ne tesadüftür ki tüm hayatýnýn ideolojiye bulaþmasý da bu evde baþlamýþ. Alt katta yaþayan hippilerle birlikte geçirmeye baþladýðý zaman içinde aykýrý yaþamayý ve nefret ettiði topluma çalarak çýrparak karþý koymayý öðrenmiþ. Çoðu yaþýtý okula gidip, okul sonrasý ödevleriyle ve bir spor
  • 41. Denedim- Pýnar Türen 41 dalýyla uðraþýrken, o hayatýn kenarýnda yaþamayý ve potansiyel casus olmaktansa dýþlanmýþ olmayý tercih etmeyi öðrenmiþ. Hipilerin koloni yaþamýnýn etkisiyle iyice uzaklaþtýðý anne evi artýk sadece kaçýlmasý, uzak durulmasý gereken bir yerdir. 80'lerin baþýnda punklar belirginleþmeye baþlarlar. Ingo hem hipilerle hem de punklarla birliktedir artýk. Sokakta veya diskoda anlamsýz yere çýkartýlan çete kavgalarý ve kendi gibi giyinmeyen herkesi dövmek hayatýnýn bir parçasýdýr. Hipilerin kendi içlerinde bir hayat tarzlarý vardýr, punklar manyak gibi çalarlar, skinhead (dazlaklar) daha vahþi, þiddet dolu hatta sadisttirler. Fakat tüm gruplarýn ortak tarafý devlet tarafýndan ayný þekilde bastýrýlmalarýdýr. Bir süre sonra Ingo artýk fazla iyi geldikleri için hipilerden ayrýlarak punklarla yoluna devam eder. Punklarla birlikte sadece dýþarýda kalmayý deðil diðerlerine karþý kin ve öfke beslemeyi de öðrenir. Ve tabi yaþý henüz 20'li sayýlara ulaþmadan yargý sistemiyle adi hýrsýz olarak tanýþýr. Bu sýrada hayatýna ilk defa babasý karýþýr ve Ingo'ya iki seçenek sunulur: Ya babasý ile onun kurallarýna göre yaþayacak ya da hapishaneye gidecektir. Ingo seçimini hapishaneye girmemekten yana kullanýrken aslýnda seçtiði babasýnýn yanýnda olmak deðildir. Nitekim babasýnýn yanýnda geçirdiði çeþitli beyin yýkayýcý günlerle dolu sýkýcý yaþantýsý onu sokaklardan koparacaðýna dönüþü olmayan bir þekilde sokaklara baðlar ve Ingo babasýný bir daha görmemek üzere kendini sokaklarýn karanlýk yüzüne býrakýr, arkadaþlarý onu beklemektedir. Devletin sponsorluðunu yaptýðý, Sovyet bölükleri onuruna düzenlenen Dostluk Festivalinde hayatýnýn en aptalca ve cesurca olarak nitelediði hareketini yapar ve kendisini ortaya atarak polisler gelip götürene kadar "Duvar yýkýlmalý" diye baðýrýr. Anti-faþizm koruyucusu duvara hakaret ederek toplum huzurunu bozmaktan bir yýla mahkum edilir. Yine tesadüflerden beslenen kader aðýný örmektedir. Hapishanede anti-faþist beyin yýkamalarýn, iþkence ve zor koþullarýn doðal tepkisi olarak faþizme daha da yaklaþýrken savaþ suçlusu eski nazilerle tanýþýr. Bu insanlardan hapishanede olmalarýnýn þerefli sebebini, geçmiþteki muhteþem günleri dinleyip bu 90'lý yaþlarýna yaklaþmýþ ihtiyar Nazilerin geçmiþlerinden duyduklarý
  • 42. Denedim- Pýnar Türen 42 gururlarýndan, hele hele Hitler'in doðum gününü kutlarken yedikleri tüm dayaða raðmen tekerlekli iskemlelerinde inançlarý için gösterdikleri dirençten, Ingo da onun gibi diðer genç punk ve dazlaklar da ayný þeye karþý direniyoruz düþüncesiyle çok etkilenirler. Artýk Nazizm Ingo'nun çok yakýnýndadýr. Hapisten çýktýðýnda Ingo protest kültünün sola kayan punklar ve saða kayan dazlaklar olarak ikiye ayrýldýðýný görür. Ingo her zaman karþý geldiði komunizm ve anti-faþist devlete karþý gerçek bir faþist olarak kavga ederek karþý gelmeye kararlýdýr ve onun için karþý çýkmak yasaklanan Nazi geleneðiyle daha da ilintili hale gelir. Bu sýrada kader onun Frank Lutz ile tanýþmasýný ister. Lutz saðýr-dilsiz birini dövmekten 10 ay hapis yatmýþtýr. 3. Reich'in öne sürdüðü gibi sakat insanlar sadece var olmakla devlete ekonomik zarar vermekten baþka bir iþe yaramadýklarý için Lutz onlara katlanamamakta ve dövmekte hiçbir sakýnca görmemektedir. Lutz ile ilerleyen arkadýþlýðý Ingo'nun Nazilerle olan arkadaþlýðýnýn da ilerlemesine yol açar. 1989'da duvarýn yýkýlmasýndan sonra ise Nazizmi daha ciddiye almaya baþlar. Genlerinin Ingo'ya armaðaný olan uzun ince yapýsý, sarý saçlarý ve mavi gözleriyle neo-Naziler için ideal biyolojik tiptir ve geleceðinin potansiyel Fuhrer figürüdür. Artýk hayatý neo-Nazilerle birlikte geçmektedir ve nihayet neo-Nazilerin en önemli fikir liderlerinden Kuhnen ile tanýþtýðý gece yaptýklarý uzun konuþmalarýn sonunda Doðu Almanya'nýn ilk yasal neo-nazi partisini kurarlar: National Alternative Berlin ya da kýsaca N.A. Artýk Ingo 30'lu yaþlarýnýn baþýnda politik bir partinin liderlerindendir ve tüm hayatýný partisine adar. Günleri sokaktan gelen gençleri eðiterek, onlarý ne üstün bir ýrk olduklarýna ikna ederek, saðcý zengin iþadamlarýndan para toplayarak, hatta eski Nazilerin ihtiyar dul eþleriyle yaptýðý çaylý sohbetlerde klasik müzik eþliðinde bu yaþlý kadýnlardan beklenmeyen yoðun bir nefret ve kinle "Oh çok iyi yaptýk", "Ne güzel temizledik", türünden laflarýyla birlikte yeni neo-nazi parti için para yardýmlarýný kabul ederek geçmektedir. Her þeye raðmen Ingo için partisinin kabullenip onun kabullenemediði þeyler de olur. Duvarlara yabancýlar dýþarý yazmak ona göre yeterliyken molotof kokteylleriyle savunmasýz çingene ve göçmen evlerini yakmak
  • 43. Denedim- Pýnar Türen 43 hareketlerine zarar verebilir diye düþünmesine raðmen alevler arasýnda "Bizden ne istiyorsunuz pis domuzlar" çýðlýklarýný duymamazlýktan gelir. Kendi deyiþiyle o anda sadece arkadaþlarý, kendisi, bir de davalarý ve partileri vardýr. Sanki o evlerde yaþayan insanlar var deðillerdir. Ancak 1992 sabahý Mölln'de orta sýnýf bir Türk evine saldýrýldýðýný ve bir kadýnla iki çocuðun yanarak öldüðünü öðrendiðinde, arkadaþlarýna masum kadýn ve çocuklarýn öldürülmesinin hareketlerine hiç bir faydasý olamayacaðýný söyler. Yine kendi deyiþiyle bu hareket onu gerçekten hasta eder... Bu sýrada kader ona yeni bir oyun oynar ve karþýsýna Winfriend isimli neo-nazilerle ilgili film yapmak isteyen alman asýllý Fransýz bir yönetmen çýkarýr. Winfriend dava arkadaþlarý dýþýnda edinebildiði ve güvendiði tek kiþi olur, o kadar ki kendisini filme çekmesine ve tüm gerçekleri kameraya almasýna izin verir. Winfriend ona dýþarýda da bir hayat olduðunu, kendi ýrkýndan baþka ýrklarýn da insan olduklarýný, ve Berlin'in sokaklarýndan baþka milyonlarca sokakta milyonlarca hayatýn yaþandýðýný gösterir. Paris'de Winfriend'in yanýnda geçirdiði bir haftada hayatýnda ilk defa etrafýnda her renk ve ýrktan insanla birlikte yaþar. Ýnsanlar ona dostça yaklaþýr, onlarýn Doðu Almanya'da bir zenciye baktýklarý gibi bakmazlar Ingo'ya, bu karýþýk bir dünyadýr ve her etnik kökenden insan görmeye alýþýklardýr. Ingo hayatýnda ilk defa yabancý olur ve üstünden bir aðýrlýðýn kalktýðýný hisseder. Hayatýnda ilk defa bir geleceði olduðunu düþünür. Sabahlarý bir baget alýr ve Arap bir garsonun çalýþtýðý kafede kahvesini içer. Birkaç gün sonra parmak iþaretleriyle anlaþabildiði garson ona bedava kahve ikram etmeye baþlar. Paris'de geçirdiði kýsa süre tüm hayatýný deðiþtirecek kararýný almasýnýn baþlangýcýdýr. Kýsa bir süre sonra Ingo partisini, davasýný arkadaþlarýný ve neo-nazileri geçmiþine gömerek yeni bir hayata baþlar. Ingo'nun baþýna gelenler size çok tanýdýk veya bildik gelebilir; mutsuz aile ortamýyla baþlayan oradan hipilere, hipilerden dazlaklara ve nihayet neo-nazilere kadar uzanan ve aniden kesilen ideolojik hayatýnýn geçirdiði evreler çok tipik gelebilir. Ama lütfen bir an düþünün, kendi hayatýnýzý elinize alýn: Þu anda uðraþtýðýnýz iþe ve size nasýl bir hayat sunduðuna bakýn, yanýnýzdaki eþinize veya sevgilinize
  • 44. Denedim- Pýnar Türen 44 bakýn ve onunla nasýl, nerede, ne zaman tanýþtýðýnýzý ve onun hayatýnýza neler kattýðýný düþünün, oturduðunuz evi, etrafýnýzdaki komþularý, çoðu zamanýnýzý birlikte geçirdiðiniz arkadaþlarýnýzý, çok özel dostlarýnýzý, kýsaca hayatýnýzý belirleyen her þeyi, onlarý nasýl elde ettiðinizi ve onlarla birlikte neler elde ettiðinizi ve þu anda nerede durduðunuzu gözden geçirin. Yanýlgýya yer býrakmayacak kadar rastlantýsal deðil mi? Bir arkadaþým kaderin Tanrýyla insanýn keþistiði nokta olduðunu söylüyor. Rastlantý ise kaderin þu ana denk düþtüðü nokta. Tüm zaman içinde raslantý tek bir noktayken kader hepsinin bir araya gelmesiyle oluþan sonsuzluktur. Dünyanýn oluþmasý bir anlýk tesadüf sonucu olabilir ama dünyanýn kaderi öncesini ve sonrasýný içine alan sonsuz bir zamana yayýlmýþtýr. Týpký Dünya gibi biz insanlarýn da kader adýný verdiðimiz bir zaman çizgisi var ve bu çizgi noktalardaki raslantýlarla belirleniyor. Artýk kader ve raslantýyý kesinlikle birbirinden ayýrabiliyorum. Kader hayatýmýzýn ta kendisi, raslantý ise hayatýmýzda bizim isteðimiz ve kontrolümüz dýþýnda geliþen her þey. Kaderimizi deðiþtirebiliriz ama raslantýlarla baþa çýkmanýn hiç bir yolu yok...
  • 45. 45 Þehrim 1995 KENTÝN BOÞLUKLARINDA ÖZGÜRLÜK YAÞANAMAZ Dýþarýdan asla görülemeyen içi boþ kuleler, büyük kentlerin birbirine sýmsýký yapýþmýþ dev apartmanlarýný, kimse anlamadan b i r b i r i n d e n ayýrmayý baþarýr. Yemek kokularýnýn, günden kalma konuþmalara katýlýp gökyüzüne karýþtýðý, evsel artýklarýn kimsenin ayak basmadýðý dibine yýllarla yýðýldýðý boþluklar... Apartman boþluklarý. Oyuncak bebek bacaklarý, bulaþýk bezleri, süpürge saplarý. Çoktan gözden çýkarýlmýþ ölü nesnelerin sonsuza kadar rahatsýz edilmeden gökyüzünü seyrederek istirahat edebilecekleri karanlýk taþlar. Belki bazen bir çocuk haykýrýþý ya da kavga eden apartman sakinlerinin duvarlarý yalayýp titreþen sesleri böler sonsuz bekleyiþlerini. Boþluklara açýlan onlarca pencerenin ardýnda birbirine teðet geçen farklý yaþamlar olanca güçleriyle hüküm sürerler. Ne kapalý kapýlar ne de örtülü pencereler yetmez mahremiyeti korumaya. Boþluklarda birleþen ayrý evlerin ortak yaþamlarýdýr... Bir banyonun su sesi bir mutfaðýn yemek kokusuyla kol kola girip baþka bir pencereden bebek odasýna sýzar; bir pencereden kaçan aþk baþka bir pencereden girer ve nefretle karýþarak tekrar boþluða döner. Sinsice baþka pencerelere
  • 46. Denedim- Pýnar Türen 46 ulaþýr, baþka hayatlara diðerlerini þýrýnga edebilmek için.... Artýk boþluklarda yaþanan bilinçsiz bir ortak yaþamdýr. Kentler mahremiyeti öldürür, boþluklarda çürümeye terk eder. Kimsenin ayak basmadýðý ve aslýnda hiç kimsenin olan boþluklarda baþlayan ortak yaþam gökyüzüne kavuþtuðu anda kentin her yerini sarar. Artýk yüzlerce, binlerce, milyonlarca apartman boþluðundan gökyüzüne taþan ortak yaþam kentin kalabalýk meydanlarýna, iþlek caddelerine, dar sokaklarýna ulaþmýþtýr. Boþluklar sinsice yaklaþtýrýr yaþamlarý birbirine ve bu sayede kentlerde yaþamlar birbirine sarýlýp geliþir. Kentlerde asýl olan kalabalýktýr. Ne sokaklarda ne evlerde ne de odalarda asla tek olamaz kentli kiþi. Kentler kiþisel hayatlara komplo hazýrlarlar. Apartman boþluklarý, birbirine açýlan sokaklar, yerin altýný kontrol altýnda tutan metrolar ve kanalizasyonlar, hepsi bu büyük komplonun birer parçasýdýr. 1843 yýlýnda Londra'nýn altýndan geçen bir tren yapmayý Charles Pearson'ýn kafasýna kim ya da ne koymuþtu? Londra 1863 yýlýnda ilk metrosuna kavuþtuðunda buna gerçekten ihtiyacý var mýydý? Londra' yý taklit etmekte gecikmeyen New York hadi neyse de, dünyada metroya kavuþan üçüncü kent neden Ýstanbuldur? Fransýz bir mühendisin yapmayý kafasýna taktýðý, Ýngilizler'in finans saðladýðý, Ýtalyan ustabaþý emrinde her çeþit milletten Osmanlý iþçisinin çalýþarak ortaya çýkardýðý Tünel'in ilk açýldýðýnda birkaç hafta sadece hayvanlarýn taþýndýðýna (zira zamanýn aklý evvel þeyhülislamý ''bu zir-i zemin arabalarýnda insan götürülmesinin caiz olmayacaðý'' ný buyurmuþtur) þaþýrmamak mümkün müdür? Ve dehlizler... Her kentin altýnda yýlan gibi kývrýlarak tüm kenti alttan çepeçevre kuþatan, kentteki her haneyle baðlantýsý olan, kentin tarihi kadar eski dehlizler. Aþaðýda neler olup biteceðini bile düþünemeden üstüne basýlýp geçilen ýzgaralar...