5. Derleme Üzerine Birkaç Söz
Lysander Spooner (1808-1887) liberteryenizm ve anarşizm
literatüründe ismi sıklıkla anılan, fakat Türkçe akademik çalış
malarda yeterince1 ilgi görmemiş ve kendisine ait eserlerden he-
nüz hiçbir tanesi Türkçeye çevrilmemiş olan bir 19.yy. Amerikan
düşünürüdüı: Elinizde tuttuğunuz bu kitap, Spooner'in ortak bir
tema çerçevesinde birbiriyle ilişkili değerlendirilebilecek dört adet
metninin çevirisinden müteşekkildir. Kitap bir derleme olduğu için
kendisinden yaklaşık bir buçuk asır sonra yapılan bu işi öngö-
remeyecek olan yazarının kitaba ilişkin bir önsözü de olamayacağı
önsöz mahiyetinde birkaç söz söyleme işini ele geçirerek
hususa değinmem belki okuyucu için yararlı olabilir. Sözü
kısa tutacağım. Benim de Spooner ile tanışmam -desteklediğim
değil fakat merak ettiğim için okumalar yaptığım- liberteryen
düşünce ve onda gömülü vaziyetteki bireyci-anarşist bakış açısını
işleyen eserler vasıtasıyla oldu. Kendisini bilenlerin bildiği, devlet
ile haydut çetesini ilişkilendirdiği şu ünlü pasajı benim açımdan ilgi
çekiciydi ve diğer metinlerini karıştırmam konusunda bir motivas-
yon
"Devlet tıpkı bir eşkıya gibi 'ya paran, ya canın' der. Vergilerin ta-
mamını olmasa bile çoğunu bu tehdit altında toplar... Devlet, ıssız bir
pusuya yatıp, yol kesip, kafaya tabanca dayayıp cep boşaltmaz.
Ama soygun yine de bir soygundur. Hatta bu seferki, daha namert-
Eşkıya kendi eylemine ait tehlike ve suçun sorumluluğunu
tamamen kendisi üstleniı~ Sizin paranız üzerinde bir hakkı varmış
veya bu parayı sizin kendi yararınız için kullanmaya niyetliymiş gibi
davranmaz......O kadar yüzsüzleşmemiştir. Dahası, paranızı alınca
1 Bu kitabın hazırlığının tamamlanması ve Yayıncısına gönderimi esnasında Spoo-
ııer üzerine sadece bir adet akademik kitap bölümü söz konusuydu: Murat İnce,
'Lysaııder Spooııer'in Siyaset ve Hukuk Teorisi' Liberteryenizm ve Anarko-Kapita-
lizm (Ed, Coşkun Can Aktan), Sobiad Yayınları, 2019, ss.180-196.
6. VI Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)
sizi bırakır, ki siz de zaten bunu istersiniz. Hakiki egemeninız olduğu
varsayımıyla size koruma sağlamak adına, yol boyunca sizi ısrarlı
biçimde takip etmez. Önünde eğilip kendisine hizmet etmenizi em-
rederek, şunu yapmanızı isteyip bunu yapmanızı yasaklayarak, çıkarı
ve keyfi ne zaman gerektirirse daha çok paranızı çalarak. otoritesinı
tartışmaya kalktığınız veya taleplerine direndiğinizde derhal sizi is-
yankar, vatan haini ve ülkenin düşmanı olarak damgalayıp acımadan
kurşunlayarak sizi 'koruma'yı sürdürmez. Yani eşkıya bunca sahte-
karlık, alçaklık ve aşağılamanın suçlusu olmayacak kadar centilmen--
dir. Sizi soymasına ilaveten kendisinin bir kuklası ve kölesi yapmaya
çalışmaz."2
Bir çeşit buyruk olarak 'hukuk kuralı' ile bir haydutun buynı
ğu arasındaki farklaı~ herhangi bir hukuk öğrencisinin çok sıklıkla
olmamakla birlikte3 bir hukuka giriş kitabında da karşılaşabileceği,
hukukun buyurucu karakterini tanımlamakla alakalı önemli ayrım
lardan biridir: Bir haydut çetesiyle benzeştirilsin ya da benzeştiril
mesin, hukukçu her şekilde devletin faaliyet alanının dolayımında
iş görür; bazen kamu gücünün bir kullanıcısı, bazen yargılayıcı,
bazense kamu gücü ile birey arasındaki irtibatı ve iletişimi sağla
yıcı bir misyon üstlenir. Kimi zaman o gücün kullanımı konusunda
ciddi boyutlara varan sorunlarla karşı karşıya gelir ve hatta bazen
kendisi de bunların bizzat sebebi oluverir. Yukarıdaki pasajdan
da çıkarılabileceği üzere, zaman zaman devlet ile haydut çetesi
arasındaki çizgi epeyce silikleşebilir; yahut devlet organizasyonu
birtakım özellikleri yitirdiği durumda, bir haydutluk ve zorbalık
organizasyonuna kolayca dönüşebilir. John Locke'un mihmandarlı
ğında gelişmiş, bireyi merkeze koyan doğal hakçı liberal geleneğin
devlet faaliyetine karşı şüpheler üreten düşünce çekimine kapılmış
bir yazar olarak -hükümet/devlet ayrımları yapmaksızın doğrudan
'devlet' diyerek- yukarıdaki anarşizan satırları kaleme almış olan
Spooner, devlet faaliyetindeki bu olumsuz dönüşüm ihtimalinin far-
kındadır. Bu ihtimalin farkında olarak, devlet kavramının karşısına
çoğu kez "doğal hukuk" kavramını geçirerek konuşuı: Bu kavramı
bir nevi "birey"i koruyucu bir kalkan gibi kullanmaya çalışır. Belki
bazen abartır, fazla tepkisel ve indirgemeci konuşur, ancak meslek
2 Lysander Spooner, Na Treason: The Constitution ofNo Autlıority (Na. Vl), Boston,
1870, s.12. Bu arada Spooner'iıı yukarıdaki pasajının yer aklığı eseri, bu derle·
meye alınmamıştır. Bu derlemede onun zihnindeki devlet kavramına değil hukuk
kavramına odaklanılarak hareket edilmiştir. Bir seri olarak yayımladığı Na Trecı·
son başlıklı broşürleri ayrıca üzerinde çalışılmaya değer eserlerdiı:
3 Bu konuda Augustinus'un Civitas Dei'sinden yola çıkıp örnek bir değerlendirme
sunan: Kemal Gözleı; Hukuka Giriş, 14.b., Bursa: Ekin Yay., 2017, s.53.
7. Derleme /herine Birkaç Söz VII
ten hukukçuluğu ile anarşistliğinin arasına doğal hukuk kavramını
bu açıdan anlamlıdır.
Hayatı boyu Amerikan devletiyle didişmiş4 ve metinlerinde
devlet organizasyonunu radikal bir söylem içerisinde haydut çetesi-
ne benzeştiren, kısacası neredeyse her yönüyle "anarşist" bir yazar,
aynı zamanda meslekten bir hukukçu ise, işte o zaman ilgi çekici
oluyor. En azından benim için öyle oldu. Böylesi bir karakterden ne
bir hukuk tanımı çıkabilir düşüncesiyle metinlerini karıştırdım.
Metinlerini karıştırdığımda, sanki "tek tek ve ufak tefek fikirlerimin
üzerinde hükümran olacak derecede büyük fikirlerim olmasın;
tüm düşünce alemimi yönlendirici bir kaynağım ya da düşüncemin
arkhe'si olmasın" dermiş gibi sistematik ve hiyerarşik bir düşünsel
amaçlanmadığı, yani yine gayet anarşizan bir yazarçizerlik
hayatıyla karşılaştım. Belki klasik anarşizmin Proudhon, Bakunin
ve Kropotkin gibi önemli isimlerinin yanma Spooner'in sokulama-
masının sebebi, bu düşünsel dağınıklığında da görülebilir. Düşün
celerini sistemleştirmemiştir. Düşüncelerini tutarlı ve sistematik
bir bütün haline getirmek adına teorik metinler kaleme almamış,
bunun yerine, haftalık yazılar yazan bir gazete yazarı edasıyla
anki gündeme dair yazılar ve eleştiriler kaleme almıştır. Bazen
kölelik, mülkiyet, alkol satışı, vergi ve yoksulluk sorunlarına dair,
bazense jürili yargılama sistemi yahut posta hizmetlerinin çeşitli
problemlerine ilişkin çok geniş yelpazede metinler yazmıştır. Bun-
ların pek çoğu dipnotsuzdur, açık şekilde bir otoriteye dayanarak
buna rağmen satır aralarında ismini anmadığı filozof-
ları çoğu zaman görebilirsiniz. Görüntüde akademik olmayan bu
metinlerin neredeyse tamamında kamuoyunda etki yaratabilmeye
dönük bir anlatım duruluğu göze çarpar; net bir biçimde kendisini
herkesi kışkırtmak ister Spooner.
4 Spooneı; hayatı boyunca devlet faaliyetlerinin ve düzenleyiciliğinin çeşitli biçim-
lerine karşı sürekli hem eylem hem de yazıyla karşı koymaya çalışmıştıı: Örneğin
avukatlık mesleğini icra edebilmek için kolej eğitimi alma şartını eleştirmiş, bu
şartı sağlamaksızın avukatlık ofisi açarak çalışmaya çalışmıştıı: Posta hizmetleri-
nin devlet tekeliyle yürütülmesine karşı özel posta servisi açmış ve bir müddet
sonra batmıştıı: Serbest girışimin önüne borçlanma engelleri oluşturacak şekilde
borç verenleri oligopol haline getiren korumalı bankacılık sektörünü ve emek ha-
reketini bastırıcı devlet ve devlet destekli/korumalı sektöre! yapıları eleştiren pek
çok yazı ve lıroşü r kaleme almıştn: Bir dönem emlak sektörüne atılmış ve bir nehir
direnajı çalışmasında mülkiyetine zarar verdiği gerekçesiyle devlet faaliyetlerini
yargı onüne taşımış ve neticede yine kaybetmiştiı: Kısacası Spooııeı; örneklerini
daha da bollaştırabileceğinıiz üzere, sürekli devlet kurumlarıyla çatışmıştıı: Bu
örneklerin bazıları ile ilgili olarak bkz. ince, a.g.e.
8. VIII flııkıık Nedir? (Seçme Metinler)
Peki öyleyse bu derlemede ben niçin belli başlı bazı metinleri
derledim ve çevirdim? Belki bilinçli olarak dağınık olan bu anarşist
yazardan, dağınık olmayan birşeyler çıkarmak gibi bir hadsizliğe
girişmişimdir. Ama amacım "anarşizm" ve "hukuk" gibi birbirini
iten kavramların arasında kendini oksimoron bir portre haline
getirmiş olan Spooner'in zihnindeki "hukuk" tanımına varmaya ya
da yaklaşmaya çalışmaktı. Merak ettiğim buydu: böylesi bir kişinin
zihnindeki 'hukuk'u merak ettim. The Unconstitutiona/ity ofSlavery
[Köleliğin Anayasaya Aykırılığı] isimli kitabının ilk bölümünün baş
lığı doğrudan "Hukuk Nedir?" idi. İşe yarayabilirdi, fena da değildi:
çevirdim ama söz konusu merakı giderebilmek adına pek yeterli
sayılmazdı. O metindeki düşüncelerine yakın bir içeriğe sahip
olan Natura/ Law and The Science ofJııstice [Doğal Hukuk ya da
Adalet Bilimi] başlıklı bir kitapçığı da önemli olabilirdi ve neticede
derlemeye o da dahil oldu. Bir doğal hukuk manifestosu olarak bu
metinde Spooneı~ doğal hukuk düşüncesi ile hukukun teşrii bir bi-
çimde yapılandırılması fikirlerini birbiriyle çarpıştırmış ve yasama
faaliyetine son derece karşıt bir söylem geliştirmiştir. Bu söylem,
hukuk ve yargı alanının bir tekel olarak devlet (kamu hizmeti)
faaliyeti biçiminde işlememesi gerektiği yönünde düşünsel çıktılar
üreten çağdaş liberteryenizmin bir öncülü olarak da pekala değer
lendirilebilir. Bu kapsamda ayrıca Spooner'in doğal hak, toplum
sözleşmesi ve anayasa gibi belli başlı temel kavramların üzerine de
çeşitli değinilerini görebilirsiniz.
Birbirini tamamlayan bu metinleı; hukukun bütününe ilişkin
yazarın aklındakini somutlaştırmak adına yeterli sayılmazdı ve
hukuk eğitimi almış kişilerin bir şekilde alışkın hale geldiği ikili dü-
şünme kodlarından hareketle Spooner'in iki metnine daha el attım.
Bu kodlardan biri olan "hukuka aykırı"yı oldukça net bir biçimde
belirginleştiren bir kavram olarak "suç" kavramının, hukukun
bütününü tahayyül etmek için işe yarar pek çok açılımı söz konu-
sudur. Belki de Spooner'in metinleri arasındaki en bilindik metni
Vices are Not Crimes [Erdemsizlikler Suç Değildir] başlıklı kitapçık,
hem hukuk ile ahlak ilişkisini ele alması hem de suç kavramının
doğasını sorgulaması noktasında oldukça önemli bir eser olarak
çevrilmeye namzetti ve elimden geldiğince çabaladım. Bu metinde
Anglo-Amerikan hukuk felsefesi literatüründe Mill-Stephen" ve
5 Bu konuda bkz. Muzaffer Dülgeı; 'John Stuart Mili ve Hukuk Kuramına Etkileri'.
Beytulhikme: An lnternationa/Journal ofPhi/osophy, 10(4), 2020, ssJ4'7l·l493,
9. Derleme Ozerine Birkaç Söz ıx
Hart-Devlin" tartışmalarında kendilerini yansıtmış olan hukuki
ahlakçılık (legal mora/ism) ve hukuki paternalizm (legal paterna-
meselelerine ilişkin önemli bir içerik de teşhis edebilirsiniz.
kodlardan bir diğeri olan "hukuka uygun" kodu konusunda
liberal-kapitalist paradigmada hukuka uygunluğun her nokta-
sını içine çeken bir kavram olarak "mülkiyet" kavramına ve Spoo-
ner'in zihnindeki mülkiyet tanımına odaklandım. Kendisinin fikri
mülkiyet hukukuyla ilgili bir kitabının ilk bölümü doğrudan "Mül-
Nedir?" şeklindeydi ve küçük bir derleme kitap için asgari
yeterliliği sağlamak noktasında eksik parçayı tamamlayabilirdi.
Bu metinde mülkiyet kavramını özel mülkiyet ile özdeşleştiren
çağdaş liberteryenizmdeki gibi kolektif ve kamusal
mülkiyet biçimlerini dışlayan) bir bakış açısını, ciddi oranda
bir temellendirmeyi ve hak ediş konusunda fikrı emeğe
esaslı bir pay biçmeyi görebilirsiniz.
***
Toparlayıcı bir başlık oluşturması açısından derlemenin ilk
bölümünün başlığının kitap başlığı olarak seçildiği bu küçük çeviri
derlemesi hiç şüphesiz Spooner'in düşünce dünyasını veya hukuk
teorisini tüketici bir biçimde açıklığa kavuşturmaya yetmez. Kendi-
sinin hukuki konulara hasredilmiş daha pek çok yazısı bulunmakta-
dır. Burada yalnızca onun zihnindeki 'hukuk'un belli başlı temel un-
surlarına açıklama getirebilecek birkaç metni çevrilip derlenmeye
çalışılmıştn~ Devlet kuramı, anarşizm, liberteryen düşünce, birey-
cilik ve modern hukukun bireyci doğası gibi konuların meraklıları
bu kitabın bir yararı olursa, benim için yeterince sevindirici
oluı: Eseri yayımlanmaya değer görüp programları içerisine alan
XII Levha Yayınevi'ne ve Sn. Erol Öz'e bir kez daha teşekkür ederim.
Dr. Muzaffer Dülger
Kasım-2022
Scrdivan
Bu konuda bkz. H. L. A. Hart, Hukuk, Ahlak ve Özgürlük (Çev. Erol Öz), İstanbul:
Islık Yay., 2020 [İlk basım: Ankara: Dost Kitabevi, l.b., 2000]. Ayrıca bkz. Ertuğ
nıl Uzun, 'Ahlaksızlığın Cezalandırılması: Hart-Devlin Tartışması', H. L. A. Hart ve
Hukuk-Ahlak Ayrımı (Ed. Sercan Gürler), İstanbul: Tekin Yay., 2015, ss.65-100 [İlk
yaymılaııma: Eski~ehir Barosu Dergisi, Sayı:6, Şubat-2005, ss.152-171.]
10.
11. İÇİNDEKİLER
Derleme Üzerine Birkaç Söz (Muzaffer Dülger)................................................ V
HUKUK NEDiR? (1860) ...................................................................................................3
DOĞAL HUKUK ya da ADALET BİLİMİ
Her Tür Yasamanın Saçmalık, Gasp ve Suç Olduğunu Göstermek
Doğal Hukuk, Doğal Adalet, Doğal Haklar,
ve Doğal Toplum Üzerine Bir Deneme (l882) .................... 17
Adalet Bilimi (Devam) .................................................................................. 22
3. Yasama Faaliyetinin Karşıtı Olarak Doğal Hukuk ............................. 26
ERDEMSİZLİKLER SUÇ DEĞİLDİR
Ahlaki Özgürlüğe Dair Bir Savunma (1875).......................................................... 33
MÜLKİYET NEDİR? (1855) ......................................................................................... 67
Zenginlik Nedir?............................................................................................. 67
2. Mülkiyet Nedir? ............................................................................................... 71
3. Mülkiyet Hakkı Nedir?.................................................................................. 72
4. Neler Mülkiyete Konu Olur?....................................................................... 74
Mülkiyet Hakkı Nasıl Kazanılır? ............................................................... 77
6. Mülkiyet Hakkının Kaynağı Nedir? ......................................................... 84
7. Mülkiyet Hakkı Nasıl Devredilir?............................................................. 85
[Maddi Şeyler ve Fikirler Üzerindeki Mülkiyet Hakkı Ayrımı
Bağlamında] Yukarıdaki İzah Edilen Prensiplerin Sonuçları ...... 85
15. "HUKUK NEDİR?"
(The Unconstitutionality Of Slavery - 1. BölümJ
"What is The Law?"
(1860)
Kölelik hususunda anayasanın dilini irdelemeden önce, in-
sanların hükümetleri tesis ettiği belgeler olan anayasa ve antlaş
malardan türeyen hukuk gereğince ortaya çıkmış ilkelerin genel
ortaya çıkaralım.
Bunu yapmak için hukukun tanımlanması gerekir. Bu konuda
popüler fikirler, hukukun hakiki tanımını vermek ve onun insanla-
rın birbirleriyle yaptıkları anayasa ve antlaşmalardan ortaya çıkış
bakımından hem bayağı hem de belirsizdir.
O halde Hukuk nedir? Hukuk ile kastettiğim sadece ve sadece
yargı heyetlerinin her koşul altında deklare etmek ve bunu sürdür-
mek konusunda ahlaken bağlı oldukları şey midir?
Bu soruyu cevaplandırırken, hukukun insan doğasının zorun-
hı bir sonucu olan açıkça anlaşılabilir bir hak ilkesi olduğunu, salt
nicelik veya güç tarafından keyfi bir biçimde oluşturulmuş
bir kural olmadığını göstermeye çalışacağım.
Bu önermenin doğru olup olmadığını belirleyebilmek için,
hukuk teriminin genel anlamına bakmalıyız.
0mm genel ve doğru manası, münhasır bir şey ya da şey grup-
larını yöneten doğal, daimi ve değiştirilemez bir ilke oluşudur. İlke
kati bir biçimde doğaldır; bu yönüyle terim, zihinsel, ahlaki ya da fi-
ziksel tüm doğal ilkeleri kapsamaktadır. Böylelikle aklı çalıştıran ve
yöneten evrensel ve zorunlu ilkeler anlamında aklın yasalarından
bahsedebiliriz. Yine, insan doğasından ve insanların birbirleriyle ve
şeylerle ilişkisinden doğan ve netice itibariyle insan doğası-
16. 4 Hukuk Nedir7 {Seçme Metinler)
nın kendisi kadar değişmez olan evrensel ahlaki yükümlülük ilkesi
anlamında, bir ahlak yasasından da bahsedebiliriz. Bu yasa, sade-
ce evrensel olarak başvurulabilir ve doğal olarak değiştirilemez
olduğu için yasa olarak adlandırılmıştır. Keza değiştirilebiliı; keyfi
ve taraflı olsaydı, yasa olmazdı. Bunların dışında fizik yasalarından
da bahsedebiliriz; güneş sistemi, hareket, yerçekimi ve ışık yasaları
gibi... Hayvan krallıkları ve bitkilere hükmeden yasalar bu yasalar-
dandır. Bu ilkenin işleyişi tek biçimli [uniform], evrensel ve zorunlu
olmazsa, buna yasa da denmez.
Bu yüzden hukuk herhangi bir şeye ya da şeylere, doğal, değiş
tirilemez ve evrensel bir biçimde uygulanabilir bir ilkeyi ifade eder.
Şeylerin doğasında var olmayan ya da uygulanması noktasında
evrensel, daimi ve esnetilmez olmayan hiçbir kural, yasa teriminin
doğru tanımına göre, yasa değildir.
Ohalde, her koşul altında insanların medeni haklarına zorunlu
bir biçimde hükmeden, onları tanımlayarak belirleyen ve ayarlayan
doğal, evrensel, esnetilmez ve yansız ilke nedir? Bir insanın buna
göre diğer insanlar karşısında sahip olduğu kişilik ve mülkiyet hak-
ları nelerdir?
Ben bunu, basitçe, doğal adaletin kuralı, ilkesi, yiikümlülüijii
veya gerekliliği olarak ifade edeceğim.
Doğal adaletin bu kuralı, ilkesi, yükümlülüğü ya da gerekliliği,
kökenini insanın doğal haklarından bulur. O, zorunlu olarak insan-
ların kendilerinden kaynaklanır ve onları amaç ve hedef olarak
addedip, menfaatlerinden ötürü güvenceye alarak şiddetten korur'.
Ayrıca onların, emek ya da sözleşme vasıtasıyla doğal haklan icabı
kazandıkları mülkiyet ve imtiyazları elde edebilmelerinin ve talep-
lerinin yerini bulmasının tümünü güvence altına alır.
İşte bu, insanların medeni haklarını içerir şekilde yasa terimi-
nin doğru anlamıdır. Bu tanımdan başka türlü, her vaka açısından
doğrulabilen ve zorunlu olarak tüm muhtemel durumlara uyan bir
yasa tanımı yapılabilirse, işte bundan kuşku duyarım. Mutlak bir
hukuk düşüncesi insanın doğal haklarından kök bulur. Medeni hu-
kukun doğal haklar dışında değerlendirilip tartılabileceği başka bir
standart yoktur. Hukuk, her zaman bu hakları koruyan adalet ilkesi
yahut kuralının adı olmuştur. Böylelikle bizler doğal hukuk üzeri·
ne konuşuruz. Yargısal heyetler tarafından idare edilen hukukun
büyük bir bölümünü aslında doğal hukuk kurar ve oluşturur; ve
17. llııkıık Nedfr7 5
aynca ortaya çıkabilecek binlerce vakayı önceden öngörebilmenin
imkansızlığından ötürü, [doğal hukuk] her zaman [bu heyetler] için
de özel bir hukuk alanı ortaya çıkarmak zorunda olur. Söz konusu
vakalar her ne zaman bu şekilde öngörülebilir olmaz, işte o zaman
doğal hukukun üstünlüğü söz konusu olur. Böylelikle insan doğası
ve haklarından kök bulan hukuk ilkesini hem politik hem de yar-
gısal açıdan tanımış oluruz. Bunu insan doğasından kök bulan bir
ilke olarak tanımakla birlikte, tıpkı insan doğası gibi onun da hiçbir
koşulda değiştirilemez ve yok edilemez bir ilke olduğunu tanırız. Ve
aynı şekilde, onun tatbik edilmesi noktasında evrensel ve tarafsız
olduğunu da tanırız.
O halde hukuk eğer doğal bir ilke ise, yani zorunlu olarak
insan doğasından kaynaklanmaktaysa ve onun değiştirilip yok
edilmesi sadece insan doğasının değiştirilip yok edilmesi koşuluy
la mümkünse, bunun neticesi olarak o herhangi bir kimse yahut
grubun keyfi iradesiyle pekala oluşturulabilir olan diğer davranış
kurallarından çok daha üstün ve daha esnetilmez bir bağlayıcılık
ortaya çıkarır. Eğer gözlemlenirse, kesinlikle hiçbir kuralın hakları
güvence altına alıp özgürlük ve güvenlik temin ederken böylesine
üstün, evrensel ve esnetilemez bağlayıcılık oluşturamayacağı görü-
lecektir;
Bu yüzden doğal hukuk, üstün olan hukuktur. Üstün hukuk
olması, onu zorunlu olarak yegane kılar; çünkü insanın doğal
haklarına el atılmasından kaynaklanan her olası vakaya uygulana-
bilir olması, herhangi bir diğer kural ya da ilkenin bu haklara keyfi
şekilde uygulanması halinde bu kuralların doğal hukukla zorunlu
olarak çatışması sonucunu gerektirecektir. Herkese eşit yaklaşan,
evrensel, daimi ve doğal bir kural karşısında, keyfi, taraflı ve geçici
bir kuralın zorunlu olarak çok daha az bağlayıcı olması gerekir;
hatta bunların ikincisi [keyfi kural], ilkiyle çatışma içine girdiğinde
tümüyle bağlayıcı olmaktan bile çıkar. Sonuç olarak da doğal hukuk-
tan başka hiçbir hukuktan söz edilemeyeceği söylenebilir. Bu tip bir
mukayese içinde her vakada insan haklarına uygulanabilir başka
hiçbir kural ya da ilke yoktur. Doğal hukuk kuralı, doğrudan insanın
doğal haklarından ya da doğal hak gereği bir şeyi elde etmelerinden
veyahut yine doğal hakları gereği dahil oldukları sözleşmelerden
ortaya çıkan bir doğal adalet kuralından başka bir şey değildiı~
Doğal hukuk, yapılışı doğal hak, yerine getirilişiyse adalet ge-
reği olan ve aynca hakkı iktisap için emek yahut sözleşmeye dayalı
18. 6 lfukuk Nedir? {Seçme Metinler)
doğal hakların söz konusu olduğu tüm sözleşmelerin -örneğin, mu-
adile muadille karşılık veren, aynı zamanda ahlaka, doğal haklara,
mülkiyet ve rüçhan haklarına uygun olan tüm sözleşmelerin- geçer-
liliğini tanıı:
Bu nedenle doğal hukuk, doğal hakların bağlayıcı sözleşme
lere dahil edilişini tanıması gibi, sözleşmeyle temellenen hükümet
formasyonuna da (ki bütün hükümetlerimiz bu sözleşmeci formas-
yona sahip olduklarını ileri sürer) müsaade eder. Fakat bu hükümet
sözleşmesinin geçerli ve hukuki olabilmesi için, insanların doğal
haklarıyla ve doğal adaletle tutarlı olmayan hiçbir şeye izin ver-
mediğini göstermek zorundadır. Öyle ki insanların doğal haklarını
ortadan kaldırmak veya ellerinden almak hususunda hükümetleri
hukuken yetkilendiremez; zira doğal haklar devredilemez ve tekil
bir bireyden daha fazla şekilde -bireyler birliğinden başka bir şey
olmayan- hükümetlerin ellerine bırakılamaz. Bunlar insan doğa
sına mahsus temel özelliklerdir; ve insan tıpkı kendi doğasından
nasıl ayrılamıyorsa, bunlardan da ayrılıp, onları hükümete veya
başka bireylere bırakamaz. Fakat hükümet sözleşmesi [hükümetle-
ri] insan haklarının daha iyi seviyede korunabilmesi için gerekli va-
sıtaları kabul etmeyle yetkilendirebilir. Ve bu hükümetlerin meşru
ve doğru gayesidir. Şayet hükümetlerce, ınsanların doğal hakları ve
doğal adaletle tutarlı olmayan kurallar ve yasalar çıkarılırsa, bunlar
hükümeti kurup onu amaçlarını gerçekleştirmesi için kural ve yasa
geçirmekle yetkilendiren sözleşmeye taraf olan kişileri, sözleşme
temelinde bağlayıcıdır1.
Doğal hukuk, insanlar arasında yapılan diğer sözleşmeleri
oluşturan kurallar ile aynı çerçevede, hükümeti kuran sözleşmeyi
de değerlendirir ve onun bağlayıcı mı yoksa geçersiz mi, hukuka
uygun mu aykırı mı olduğunu deklare eder. Bireylerin karşılıklı
1 Şurası açıktır ki, bu ülkede yasama, doğal hukukun neticelerinden kaynaklanan
ve sözleşme yükümlülüklerinden başka ve daha yüksek seviyede bir otoriteye sa-
hip olamaz. Çünkü anayasal düzenlemelerimiz birer sözleşmeden başka bir şey
değildirler; ve bunlar vasıtasıyla yetkilendirilmiş yasama da, haliyle, anayasal dü-
zenlemelerin kendilerinden daha öte bir otoriteye sahip olamaz. Dere kaynaktan
daha yüksekte olamaz. Bu yüzden hükümetlerimizde içsel ve doğaları gereği bir
otorite ve egemenlik bulunduğuna ve ayrıca yine içkin haklan gereği çoğunlu
ğun, dilediği düzenlemeler yoluyla, bireyleri doğal haklarını icra etmekten alı
koyabileceğine dair düşünce, kralın saltanat üzerinde tanrısal bir hakkı olduğu
savı veyahut keyfi lıükümetleri meşrulaştıran diğer öğretisi kadaı; yoldan çıkmı:;
bir sahtekarlığın ta kendisidiı: Eğer yasama faaliyeti doğal adaletle ve hükümet
sözleşmelerinin doğal ve içkin yükümlülüğüyle tutarlı ise, bu yükümlülük doğu
rucudur; ama değilse değildiı:
19. Hukuk Nedir? 7
menfaatleri çerçevesinde gönüllü olarak sözleşmelerinden başka
bir şey olmayan hükümet kuruluşu sözleşmesi, ulus ile ulus ya da
insan ile insan arasındaki herhangi bir başka sözleşmenin geçerli-
liğine esas teşkil eden özelliğin dışında bir özelliğe sahip değildir.
Eğer iki birey, üçüncü bir kişiye karşı cinayet, yağma, hırsızlık ya da
bir hakka tecavüz etmek konusunda sözleşirse, bu sözleşme huku-
ka aykırı ve hükümsüz olur, çünkü bu bir başkasının doğal haklarını
ve doğal adaleti ihlal eden bir sözleşmedir. Eğer ikl ulus, bir üçün-
cüsünü köleleştirmek, yağmalamak veya yok etmek konusunda
antlaşma yaparsa, bu antlaşma da geçersizdiı~ hukuka aykırıdır ve
bağlayıcılıktan yoksundur; çünkü o da adalete ve insanların doğal
haklarına aykırıdır. Aynı ilke gereği, bir ülkedeki halkın çoğunluğu,
adına anayasa denen bir hükümet sözleşmesine dahil olursa ve
bu sözleşme bir tür adaletsizliğin ortaya çıkarılması, kışkırtılması
ya da buna yardımcı olmayla ilgiliyse, yahut bir takım insanların
doğal haklarını elinden almak ya da yok etmekle alakalıysa, [hak-
ları elinden alınacak olan] bu insanlarm bir parti halinde sözleşip
sözleşmediklerinin hiç bir önemi olmaksızm, söz konusu hükümet
sözleşmesi hukuka aykırıdır ve geçersizdir. Yani aynı doğalara
sahip insanlar arasındaki sözleşmeler ya da aynı amaçlara sahip
uluslar arasındaki antlaşmalaı~ ayın sebepten ötürü hukuka aykırı
ve geçersizdir. Böylesi bir hükümet sözleşmesi ahlaki hüküm ifa-
de etmez; Onu tatbik etmekle görevlendirilmiş kimseler üzerinde
meşru bir otorite oluşturmaz; Ona taraf olan insanlara ahlaki ya
da hukuki haklar bahşetmez; ahlaki veya hukuki yükümlülükler de
yüklemez. Böyle bir otorite altında tesis edilmiş bir hükümete dö-
nük olarak herhangi bir insanın borçlu olduğu ödevler, o otoriteye
karşı itaatsizlik yapmak, direnmek ve onu yıkmaktır.
Bu hukuka aykırı sözleşme ve anayasaların otoritesi altmda
oluşturulmuş yargısal heyetler, diğer insanlar ile eşit ölçüde bunları
ve bunları takiben hükümetlerin tesis ettikleri diğer tüm gayriadil
düzenlemeleri, hukuka aykırı ve geçersiz olarak deklare etmekle
yükümlüdürler. Yargısal heyetler kendilerini hükümetin altında
çalışan bürolar olarak görmek suretiyle bu üstün yükümlülükten
sıyıramazlar; öyle ki, kendileri deklare etmemiş dahi olsalar, bütün
insanlar adaletin hukuk olduğunu deklare etmek yükümlüğü altın
dadır. Keza hukuki sözleşmeler mucibince yetkilendirilmedikleri
sürece hükümctlerin hukuki yetkileri olamayacağını ve ayrıca ada-
letsizlik içeren diğer tüm sözleşmeler gibi gayri hukuki hükümet
20. 8 lluku/c Nedir? (Seçme Metinler)
kurulma sözleşmelerinin de geçersiz ve hukuk dışı olduğunu da
deklare etme yükümlülükleri söz konusuduı:
Yargı mensuplarının yahut diğer kamu görevlilerinin, hukuka
aykırı hükümet sözleşmelerinin yahut anayasaların gereklerini ye
rine getirmek konusunda etmiş oldukları yeminler ahlaki bir bağ
layıcılığa sahip değildir. Hatta bu tür yeminleri etmek gayriahlaki
olup, bunların gereklerini yerine getirmek de suçtur. Hem hukukı
hem de ahlaki açıdan bu tip yeminler, bir hırsız, korsan ya da eşki
yanın, işbirlikçilerine hitaben, onlarla ortak hareket etme amaçla-
rına bağlılığını sağlamaya dönük olarak etmiş oldukları yeminlere
benzer. Hiç kimsenin bu tip yeminleri üstlenmeye dönük ahlaki
hakları yoktur ve yine kimse bunları üstlenmiş olan ya da varsayan
kişiler üzerinde ahlaki yükümlülükler empoze edemez; bunları
izleyen -gayriadil- resmi eylemlere ahlaki meşruiyet biçemez.
Şayet bu öğretiler doğru ise, anayasalar olarak adlandırdığı
mız -hükümet, devlet ya da milliyet meydana getiren- sözleşmeler;
insanların doğal haklarını ve doğal adalet ilkesini ihlal etmeye
dönük yetkiler içeriyor göründükleri sürece geçersiz ve hukuka
aykırıdır. Bütün yargısal makamlar, onlara kalabilecek en yüksek
derecedeki yükümlülük olarak, bu sözleşmelerin her halükarda hu-
kuk olmadığını ve hükümsüz olduklarım deklare etmekle yüküm-
lüdürler. Ve hükümetin hukuk-dışı amaçlarını icraate dökmesine
gönüllü şekilde yardımcı olmuş olan yasama, yürütme, yargı veya
halk görevlilerinin tamamı, tüm hukuki ve ahlaki ilkeler açısından,
aynı eylemleri kendi iradeleriyle bağımsızca yapmış kadar ve esas
karakteri o ölçüde belirlenebilecek bir suç kapsamında, kişisel ola-
rak suçludurlar.
İşte bu, hukukun hakiki karakteri ve tanımıdır. 0mm insan
doğasından kök bulan doğal, evrensel ve esnetilemez bir ilke çer-
çevesinde insan haklarıyla -onların bir kalkanı yahut koruyucusu
olarak- her yerde uyumlu olmasına, benzer şekilde hükümetleri ve
insanları bağlamasına, toplulukların ve bireylerin davranışları üze-
rinde ortak bir standart oluşturmasına ve insanların üzerine yükle-
nebilecek diğer her türlü yükümlülüğün üstünde olmasına rağmen;
doğal adaletin değiştirilemez ve baskın bu ilkesine, aslında onu, bir
fiziksel güç olarak bildirmeye muktedir olmak dışında oluşturmaya
dönük hiç bir ayrıcalıkları olmayan bireyleı~ birey-bileşimleri ve
sözde hükümetlerce ortaya çıkarılmış salt keyfi davranış kuralları
olarak muamele edildiğini söylemekteyim.
21. fhılwk Nedir? 9
İşte bu kuralların gayriadilliği, kimi zaman çok aşikar ve
berbat seviyede olmakla birlikte yine de yazarlarının onlara hukuk
ismiyle paye biçmelerini engellememiştir. Neyin çok daha fazla acı
nası olduğu, insanların batıl inancı olduğu veya fiziksel cebre dönük
kör bir saygı duyuş olduğu konularında adaletsizlik, hukuk ile cebir
yahut doğal adaletin kutsal gerekleri ile dizginlenemez bencilliğin
ve gücün ortaya çıkardığı kriminal gasplar arasındaki farklara
gözleri çevirmez. Böylelikle insanlar sadece hukukun çalınmış olan
isminden ve onun hakiki doğasını örtbas etmeye dönük bir suça
-tıpkı bir örtüye uzanır gibi- başvurulmasından dolayı huzursuzluk
çekmekle kalmaz, aynı zamanda 'hukuk' adı altında bir suça biat ve
itaat etmiş olurlar; ve bu durum onların zihnindeki hukuk terimi-
nin bir zor gücünün -suç mu, masum mu yahut adil ya da gayriadil
mi olduğu önemsiz- keyfi emirlerinden ziyade değiştirilemez bir
hak ilkesine işaret etmesine kadar sürer. Eğer suç vasfındaki buy-
ruklar 'hukuk' adıyla vaftiz edilirse, onlara itaat de sağlanır; hatta
öyle ki bu itaat, sıklıkla, adalet ve hukukun kendisine itaate nazaran
kullanıma çok daha hazır bir itaattir. Halkın bir kısmında mevcut
olan bu yanlış inanç, yani hukukun ve adaletin tahtını işgal etmeye
ve isimlerini kötüye kullanmaya dönük bu izin verilmiş cebir ve suç,
onun devasa berbatlığıyla belli belirsiz bir paralellik gösterir; hatta
bu yanlış inanç vasıtasıyla, dinin ismini ve hükümranlığını kötüye
kullanmaya dönük çeşitli saçmalıklara, hatalara ve zalimliklere de
nıüsaade edilmiştir.
Vermiş olduğum ya da vermeye çalıştığım hukuk tanımların
dan oldukça farklı olan ve gerek yargı organları gerekse hükümetin
tüm diğer birimleri nezdinde geniş ölçüde varlığını sürdüren diğer
hukuk tanımlarına da vakıfım. Fakat tüm bu tanımlar da yine be-
lirsiz, değişken ve kesin olmayan tanımlardır: bu yüzden belirle-
nebilir bir biçimde neyin hukuk, neyin hukuk olmadığı konusunda
bir standart sunmaya elverişli değillerdir. Hukuk, bu tanımlarca
keyfi, gelgeç ve değişken biçimde tanımlanır; durağan bir ilkeden
temellenmez; müteessis bir olgunun neticesi olarak ortaya çıkmaz;
sınırlı, taraflı ve keyfi başvuruya duyarlıdır; içkin bir otoriteye sahip
değildir; kendi içinde ahlaki bir ilkeyi tanımaz; bireyi tanıyarak ona
ahlaki ve medeni haklar bahşetmez ve bireylere ahlaki yükümlü-
lükler yüklemez.
Örneğin bu tanımlardan bir tanesi -hatta muhtemelen geri ka-
lan diğer tüm tanımların esasını da kuşatır derecede- şu şekildedir:
22. 10 Hukuk Nedir? (Seqne Metinler}
"Hukuk kuralı, bir devletin üstün kudretince tarif edilen ve
uyruklara neyi yapmaları ya da neyden sakınmaları gerektiğini
buyurup yasaklayan bir medeni davranış kuralıdıı:" Noah Webster
Bu tanımda, hukuk düşüncesine esas teşkil eden, neredeyse
hiçbir kavram kesinlik arz etmez. Görelim. Tanımda şu söylenmek-
tedir:
"Hukuk kuralı, bir devletin üstün kudretince tarif edilen ... me
deni davranış kuralıdır."
Burada hukukun kaynağıymış gibi bahsedilen "üstün kudret"
ne anlama gelmektedir? Üstün fiziksel bir kudret midir? Yoksa ister
bir kişide isterse bir grup insanda mevcut olan fiziksel gücün en
geniş ölçekte bir noktada yoğunlaşması mıdır? Bu hiç şüphesiz o
ifadenin anlamıdır. Ve eğer böyle bir anlam var ise, bu anlam hu--
kuku belirsiz kılar. Çünkü o üstün kudretin bir kişide mi, yoksa bir
grup kişide mi ya da bir devlette mi, kimde ve nerede yoğunlaştığı
çoğu zaman belirsiz kalır. Her ne zaman bir devlet hiziplere bölün-
mek zorunda kalır ve diğer kimseler üzerinde üstünlük kurabilecek
hiç bir kimse kalmazsa, hukuk sadece etkisiz hale gelmekle kalmaz.
aynı zamanda hukuku hukuk yapan esas ilke de fiilen ortadan kalk
mış olur. Ve böylece insanların "uygar davranış kuralları" da kalma--
mış olur. İşbu netice, yukarıdaki tanıma hüküm giydirmek için tek
başına yeterlidir.
Tanıma tekrar geri dönecek olursak, şunları da söyleyebiliriz.
Eğer hukukun kaynağı fiziksel güç olursa. o zaman hukuk ile güç
anlamdaş terimler haline gelirler. Ya da muhtemelen hukuk, daha
ziyade irade ile gücün kombinasyonunun bir neticesi halini alır. Bu
noktada irade, diğer insanları kendisine itaate zorlayacak fiziksel
güç ile bir noktada birleşir ama bu hususta ahlaki bir karaktere
sahip olabilme konusunda bir zorunluluk üretmez.
Hukuk ile güç arasmda gerçek manada bir ayrımın olmadığına
dair ilkeyi kabul etmeye hazırlıklı mıyız'? Eğer değilsek, bu hukuk
tanımını reddetmeliyiz.
Hukukun, çoğu vakada, gücün pratik etkinliğini kullanmak
yoluyla ona bağımlı olduğu bir gerçektir. Fakat sadece bu sebepten
ötürü, hukuk ile güç özleri itibariyle aynılar mıdır"?
Bu tanıma göre, adaletsizliğe dönük bir buyrukta bulunmak
da tıpkı adaleti gerçekleştirmeye dönük bir buyrukta bulunmak ka-
23. lhılwk Nedir7 11
dar hukuk olur. Bu tanıma göre zorunlu olarak bir buyruğu hukuk
kılan her şey, yeter seviyede itaat sağlama baskısı oluşturan fiziksel
tarafından desteklenen bir iradeden kaynaklanıı:
Yine. Sadece irade ve güç, hukuku -meşru hukuku, yani yargı
heyetlerinin onu tatbikle ahlaken bağlı oldukları ve hatta onu tat-
bik etmek konusunda ahlaki haklarının olduğu hukuku- meydana
getirmek bakımından kendi başlarına yeterli iseler, bu durum şu
sonuçları beraberinde getirir; her nerede güç ve irade birleşikse ya
da yöneldikleri herhangi bir özgül amaca varmada başarı getirene
kadar bir aradalıkları devam ediyorsa, onlar sadece o olaya özgü
olarak meşru hukuku oluştururlar ve yargı heyetleri onları başka
durumlar için dikkate alamaz.
Ve bu durum, bu ilke gereği, iradeyle gücün bu tip bir kombi-
nasyonunun tek bir bireyde mi toplanacağı ya da yüz milyon kişilik
bir toplulukta mı bulunacağı konusunda bir farklılık oluşturmaz.
Burada ifade olunan sayılar kuralı değiştirmez ve hukuk "üstün
olmak yerine sayıların bir neticesi halini alır. Gücün bir amaca
varmaya addedilmesi bu yüzden söz konusu tanımı benimse-
mek için kafidir. Ve böylelikle bir kişinin iradesi ve gücü, o kişinin
icra edebilir olduğu eylemler ölçüsünde hukuku göreceli kılmaya
yeter; keza aynı şekilde, milyonlarca insanın güç ve iradesi de yapa-
bilecekleri eylemler ölçüsünde hukuku göreceli kılar.
Bu ilke ölçüsünde, irade ve güç tek başına hukuku oluşturma-
yeterlidir ve bu hukuk, eylemleri, özleri gereği adil yahut gayri-
adil olup olmadıklarına göre değil, tekil bireyin iradesi ve gücünün
bir hırsızlığı yapmaya yetip yetmemesine göre yönlendirir ve bu
durum o hırsızlığı hukuki kılmaya yeter. Bu hukukilik, aynı şekilde,
daha insan topluluklarının güç ve iradesinin adaletsiz de olsa
bir şeyi gerçekleştirme konusunda birleşebilme durumunda da
ortaya çıkacaktır. Ve bu durumda yargısal heyetler, tekil bir bireyin
ve iradesiyle gerçekleştirmeye muvaffak olduğu gayriadil ya-
hut suç mahiyetindeki bir eylemi 'hukuki' olarak tanımayla bağıtlı
hale geldiği gibi; aynı gayriadil eylemleri yapmayı -gücü ve irade-
başarabilen daha büyük insan topluluklarının ve kendini
devlet olarak biçimlendirmiş oluşumların yapıp edebildiklerini de
'hukuki' olarak tanır.
Fakat muhtemelen denecektir ki, bu tanımın sağlamlığı 'dev-
let' kelimesinin kullanımına bağlıdır ve bu doğrultuda bir özgül
üzerindeki "devletin üstün gücü" ile aynı eylem üzerindeki
24. 12 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)
tek bir bireyin gücü arasında bir ayrım yapılmasını beraberinde
getirir.
Fakat buradaki 'devlet' kelimesi.nin eklenmesi, gerçekte onsuz
olunduğundaki tanımdan ayrılır. Bu çerçevede 'bir devlet' nedir?
İşte o, sadece ve sadece, bireylerin güç ve iradelerinin keyfi bir bi-
çimde kurabildikleri bir şeydir.
'Bir devletin' doğasında, karakterinde ve sınırlarında hiçbir
şey sabit değildir. İrade ve güç, tüm bunları keyfi biçimde değiş
tirilebilir hale getirir. Nicholas'ın iradesi ve gücü, kendi dahilinde
veya etrafında yoğunlaştırdığı bu irade ve gücü, tüm Rusya'da, hem
Avrupa hem de Asya'da bir devlet haline getirir. Aynı kural gereği,
bir toprak akresine [acre] sahip olanın irade ve gücü, o akreyi bir
devlet halinde kurabilir ve o anki şartlar dahilinde bu iradesini ve
gücünü üstün ve kendi ölçüsünde hukuki kılabilir.
Ayrıca dün bir devlet kurmuş olan güç ve irade, bugün o dev·
Jeti ortadan kaldıran yahut başka bir tanesinin içine katan karşıt
bir güç ve irade tarafından alt edilebilir; ve böylece bu sonraki güç
ve irade bugün için "üstün" olan halini alıı: Bu sonki güç ve irade
de aynı şekilde yarın daha güçlü başka güç ve irade tarafından alt
edilebilir olabilecektir.
O zaman doğası gereği 'bir devlet' hiçbir zaman sabit, sürekli
veya belirli olamaz. O sadece muvakkaten etkili ve karşı konulamaz
olan güç ve irade yoğunlaşması yahut kombinasyonunun arasında
ki sınırları meydana getirir.
Bu, 'bir devlet' için verilebilecek tek doğru tanımdır. Bu, gücün
teritoryal limitlerine ilişkin salt keyfekeder bir biçimde verilmiş bir
isimdir. Ve eğer bu onun gerçek karakteri ise, muvakkaten üstün ya•
hut karşı konulamaz olan tek bir kişinin gücü ve iradesi dahilindeki
sınırlar, tüm hukuki maksatlar çerçevesinde bir devleti meydana
getirir; ve muvakkaten bu limitler dahilinde, işte bu güç ve irade
hukuku tesis eder, yine söz konusu güç ve iradenin belli sınırlar
içerisinde insanların büyük kısmı tarafından üstün ve karşı konu-
lamaz şekilde sergilenmesi de, içsel olarak adil olup olmadıklarının
bir önemi olmasa dahi hukukidir.
Bu yüzden eğer hukuk gerçekte şu tanımın ortaya koyduğu
şekilde yalnızca "bir devletin üstün gücü tarafından salık verilen bir
medeni davranış kuralı" ise, bu tanımdan zorunlu bir netice olarak,
25. fhılmk Nedir7 13
hukukun muvakkaten bütünleşmiş ve başarılı biçimde uygulamaya
konmuş güç ve iradeyle birebir anlamdaş olduğu çıkar.
Bu tanım altında, hukuk hiç kimseye güvenlik, özgürlük, haklar
veya mutluluk konusunda daimi bir biçimde garanti sunmaz. Olası
tüm suç, zorbalık ve yanlışlara, hem hükümetler hem de bireyler
nezdinde cevaz veriı: Bu tanım çok açık şekilde keyfi güç tarafından
icat edilmiş ve yalnızca onun amaçlarını örtbas etmeye yaramıştır.
Bu yüzden biz böyle bir keyfi gücü reddetmeye ve bundan farklı bir
durumu araştırmaya mecburuz; hukuku daha az belirsiz, daha az
gelgeç, daha az keyfi kılacak olan ve herkesin hakları adına onu daha
güvenilir kılıp, daha adil ve daimi yapacak bir durumu aramalıyız.
Peki eğer biz bu durumu araştırırsak, ilk bahsettiğimizi benimseme
yoluna gitmeden, doğal adaletin kuralı, ilkesi, yükümlülüğü veya
gereklil(ği olarak hukuku nerede bulacağız?
İşte bu tanımı benimseyelim, ki hukuk basit, akledilebilir ve
bilimsel olsun; her zaman kendiyle tutarlı ve her daim ahlak, akıl ve
hakikatle ahenkli bir bütün olsun. Bu tanımı reddetme halinde ise
hukuk bir bilim olmaktan çıkar; kaba, çelişkili ve keyfi irade bildi-
rimlerinin bir kargaşası halini alır; ahlak, adalet, akıl veya hakikate
bilinemeyecek şekilde şans eseri tutunur; istenç, iktidar ve çıkarın
anlık istekleri gibi gelgeç ve ömürsüz olur.
Eğer hukuk gerçekte doğal adaletin bir gerekliliği, yükümlülü-
ğü, kuralı ya da ilkesinden başka hiç bir şey değilse, bunun sonucu
olarak hükümetlerin, bireylerin kendilerini yetkilendirdikleri şey
ler dışında hiçbir yetkileri yoktur; ayrıca insanın doğal haklarıyla
tutarsız bir şekilde hükümet sözleşmeleri ve anlaşmalarından or-
taya çıkabilecek bir hukuk da olmaz. Bu minvalde herhangi bir hü-
kümet biçimi altında oluşmuş bir anayasa hukuku, sadece ve sadece
doğal hulwkla ve insanın doğal haklarıyla tutarlı olaııyazıfı anayasa
prensiplerini içerebilir. Bunlar dışında kalan, anayasanın sözüyle
ifade olunmuş diğer tüm prensipler geçersizdir ve hukuk değildir;
ve tüm yargı organları bunları deklare etmekle yükümlüdür.
Bu öğreti, kanun kitaplarının ve anayasaların mahfına sebep
olsa bile, hukuk budur. Bu hukuk, insanın gerçek manada haklarını
tayin ve tespit eder ve onun talepleri hukuk adı altındaki diğer her
şey kadar buyurucudur.
Şu muhtemeldir ki, belki bu öğreti mevcut anayasal düzen-
lemelerimizi, hükümetlerimizi yeni organizasyonların gereklili-
26. 14
ğinden kurtarmak adına, yeterince bozmayacaktır. Fakat her
bozguna uğratmaktan uzak kalırsa da, bir şeyi illaki bozguna
tacaktır. Bu da, hala hukukun otoritesiyle varolduğunu iddia eden
insan köleliği sisteminin ayak izleridir2..
' İnsanların büyük çoğunluğu, hukuku, siyasal iktidarı elimle tutanın keyfi emirleri
olarak görme alışkanlığındadır. Ve bu kişiler, muhtemelen hukuku, benimsemiş
oldukları halihazır akıl yürütmeye uydurmak adına, hukukun ilkesel olarak do-
ğal, sabit ve değiştirilemez olduğundan başka bir payandaya yaslamak isterler.
Bu yüzden onlara en yüksek otoritelerın kaynaklarından alınmış aşağıdaki doğ
rulamaları sunuyorum.
"Hukuk ilmi, adil ve gayriadilin bilimidiı:" ]ustiniarı
"Hukukun birincil ve ilkesel nesneleri doğrular ve yanlışlardır:• Blackstorıe
'Jdalet, her insanı yapması gerekene sevkeden daimi ve ebedi eğilimdir:'
Justiııiarı
"Hukukun temel ilkeleri, dürüst yaşa, kimseye zarar verme ve herkese hak ettiği
ni verdir:' ]ustiııian & Blackstone
"HUKUK, insan eylemlerinin zorunluluğu ve kuralıdır, medeni bir toplumun
yönetilişinin kuralıdır ve her insana ona ait olanı verendir."Jacub's Law Dictioııaıy
"Yasaların bir kısmı ihtiyari veya pozitif, bir kısmıysa doğaldır. Özü gereği iyi ve
adil olanları doğal olanlardır. Bunlar her yerde görünürler ve her yeri bağbırlar..c
İşte bunlar Tanrıdan gelen doğal yasalardır; ihtiyari yasalarscı insandan
pozitif kurumlardan insanca oluşturulur:' Selden on Fortescue Cl 7 &Jacob's
Dictioııary
"Tanrı, doğal hukuku, insanın yaratılışında, onun içine, yine onun korunması ve
yönlendirilmesi maksadıyla zerketmiştir. Bu hukuk, ezeli ve ebedi [etemal]
kuktm; değiştirilemez:' 2 Saep. Abı: 356 &Jacob's Law Dictionaıy
27. NATURAL LAW;
OR
HE SCIENCE OF JUSTICE:
. TREATISE ON NATURAL LAW, NATURAL JUSTICE,
NATURAL RIGHTS, NATURAL LIBERTY, AND
~ ATUl?Al. SOCIETY; SHOWING THAT
.U, L'EGISLATION WHATSOEVER IS AN ABSURDlTY,
A USURPATION, AND A CRIME.
PART FIRST.
Bv LYSANDER SPOONER.
BOSTON:
A. WILLIAMS & CO .•
I 8 8 2.
28.
29. DOĞAL HUKUK YA DA ADALET BİLİMİ:
Her Tür Yasamanın Saçmalık, Gasp ve Suç
Olduğunu Göstermek Suretiyle, Doğal Hukuk,
Doğal Adalet, Doğal Haklar, Doğal Özgürlük
ve Doğal Toplum Üzerine Bir Deneme
"Natural Law, or The Science ofJustice: A Treatise on
Natura! Law, Natura! Justice, Natura! Rights, Natura! Liberty,
and Natura! Society; Showing That Ali Legislation Whatsoever
is an Absurdity, Usurpation, and Crime"
(1882)
Birinci Bölüm
"ADALET BİLİMİ"
Benim olan ile senin olanın bilimi -yani adalet bilimi- tüm
insan haklarının, yani bir insanın tüm kişilik ve malvarlığı hakla-
rının, onun yaşam, özgürlük ve mutluluğu takip etmeye dair tüm
haklarının bilimidk
Bu bilim, bir kimsenin başkalarının haklarına müdahalede
bulunmaksızın neyi yapabilip neyi yapamayacağı, neye sahip olup
neye olamayacağı ve neyi konuşabilip neyi konuşamayacağı hak-
kında bir şeyleri tek başına söyleyebilen bir bilimdir.
Bu bilim, barış bilimidir; barışın yegane bilimidir, çünkü ne
koşullar altında insanoğlunun barış içinde yaşayabileceği, yaşamak
zorunda oluşu ve her ikisi üzerine, bir şeyleri tek başına söyleyebi-
len bir bilimdiı:
30. 18 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler}
Bu koşullar en basitinden şunlardır: Öncelikle her kişinin,
diğer tüm kişilere karşı adaletin kendisine gerektirdiği şekilde
davranmasıdır. Örneğin borçlarını ödemesidir, ödünç alınmış yahut
çalınmış bir malı sahibine iade etmesidir veya bir kişiye yahut bir
kişinin malına dönük vermiş olduğu zararları telafi etmesidir.
İkinci koşul, bir kimsenin diğer insanlara karşı adaletin onu
yasakladığı konularda eylemde bulunmaktan sakınmasıdıı: Örne-
ğin diğer insanlara ve onların mülkiyetlerine karşı hırsızlık, yağma,
kundaklama., cinayet ve diğer suçları işlemekten kaçınmasıdıı;.
Bu koşullar yerine getirildiği müddetçe insanlar barış içinde
olurlar ve birbirlerine karşı davranışlarında barışı devam ettirmek
zorunda kalırlar. Bu koşulların ihlal edildiği durumda ise savaş
durumuna geçerler. Ve adalet yeniden tesis edilene kadar savaş
durumu içinde kalmak mecburiyetinde olurlar.
Tarihin bizlere bildirdiği tüm zamanlar boyunca, her nerede
insanoğlu birbirleriyle barış içinde yaşamaya çabaladıysa, hem
doğal içgüdüler hem de insan ırkının kolektif bilgeliği şu biricik
yükümlülüğe itaati zaruri bir koşul olarak tanır ve tarif eder: herkes
diğerlerine karşı dürüstlük içindeyaşamalıdır.
Kadim bir hukuk özdeyişi de insanların hemcinslerine karşı
hukuki ödevleri toplamını şu şekilde basitçe dile getirmiştir: Dürüst
yaşa, kimseyi incitme ve herkese hak ettiğini ver.
Tüm bu özdeyiş gerçekte sadece şu kelimelerle de ifade edile-
bilir: Dürüstyaşa. Çünkü dürüst yaşandığında kimse incitilmez ve
herkese hak ettiği verilmiş olur.
il
İnsanın hiç şüphesiz diğer insanlara karşı başka pek çok ah
laki ödevi vardır; aç olanı doyurmak, çıplak olanı giydirmek, evsiz
olana barınak sağlamak, hasta olana bakmak, savunmasız olanı ko-
rumak, zayıf olana yardım etmek, cahili bilgilendirmek gibL. Fakat
bu ödevler ahlaki ödevlerdir ve insanlar her somut vakada o ödev-
leri yerine getirip getirmemekte, veyahut nasıl ve ne kadar süreyle
yerine getirebilecekleri hususunda kendi kendilerinin yargıçları
olmak zorundadırlar. Fakat hukuki ödev -yani hemcinslerine karşı
davranışlarında dürüst bir şekilde yaşa- ile ilgili olarak, sadece di-
ğer insanların yargıç olma ihtimallerinden değil, kendi kendilerini
korumak adına yargıç olmak zorundalıklarından da bahsedilebiliı:
31. flukııl< ya da !da/et Bilimi 19
ihtiyaç hasıl olduğunda hemcinsleri o kişiyi bu ödevini yerine
getirmesi haklı olarak zorlayabilir: Bunu tek başlarına yahut
ittifak halinde aldıkları kararlarla yapabilirler. İhtiyaç gerektirdi-
ğinde hu zorlama anlık şekilde de yapılabilir, icap ettiği ve tercih
edildiğinde düşünüp taşınılarak ve sistematik şekilde de ...
III
Adaleti dayatıp adaletsizliği reddetmek herhangi bir kimsenin
ve herkesin -tek bir kişinin ya da birtakım kişilerin- gerek kendileri
gerekse kendilerine yanlış yapılmış herkes adına hakları olmakla
herabeı~ güç kullanmaksızın koruma temin etmeyi daha güvenli
bulan herkesin de isteyeceği üzere, [adaleti sağlamak yönündeki]
ivedilik ve arzunun neticesi olan hatalardan kaçınabilmek için
insanların birlik [association] içinde olmalarının arzu edilir bir du-
nım olduğu açıktır. Tabii ki bu arzu edilir durum, aralarında adaleti
sürdürme ve yanlış yapan diğer kişilere karşı müşterek bir koruma
oluşturmak adına, bunu gönüllü ve özgürce yapabildikleri sürece-
dir: Bu birlik içinde olma durumu, mümkün olduğunca her türlü
etkiden bağışık ve salt adalet arzusuyla yargısal işlemlerin planı
veya sistemi üzerine de, onların sebeplerinin muhakeme edildiği,
ikazların önemsendiği, detaylı düşünüldüğü ve araştırıldığı her
en yüksek derecede arz edilirdir.
Fakat bu birlik, sadece gönüllü olunduğu ölçüde haklı ve arzu
edilirdir. Kimse bu birliklere katılım sağlaması veya onları destekle-
mesi hususunda rızası hilafına zorlanamaz. Bu birliklere katılması
yahut katılmaması hususunda kişiyi yönlendiren şey sadece ve
sadece o kişinin kendi çıkarı, yargısı ve vicdanıdır. Eğer haklarını
koruyabilmek adına bir kimse, sadece kendisine sırt dayamayı
seçerse veyahut gerektiği durumlarda diğer insanların gönüllü ve
özgür bir biçimde kendisine yapmış oldukları yardım tekliflerine
dayanmayı seçerse, bu seçişlerinde tamamıyla haklıdır. Ve bir kişi
açısından bu durum, benzer durumlarda zarar görmüş başkaları
kendisinin yardımda ve müdafaada bulunmak için olağan
şekilde hazır ve nazır olduğunu açıkça ortaya koyduğu müddetçe;
ve aynca kendisine "dürüst yaşa, kimseyi incitme ve herkese hak
ettiğini ver" dediği müddetçe gayet güvenlidir. Böyle bir insan,
herhangi bir beşeri birliğin üyesi olsun ya da olmasın, her şekilde,
anında daima yanında yeteri kadar arkadaşı ve koruyucusu
olmasının güvencesini yaşar.
32. 20 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)
Bireyin, kendisini korumasını arzu etmediği bir birliğe katıl
ması yahut onu desteklemesi gerekliliğinden ve bunun haklılığın
dan kesinlikle bahsedilemez. Keza bireyin. işlemlerindeki metot ve
planlarını ya da adaleti sağlayıp adaletsiziliği önleme hususunda
açıklanmış hedeflerini yerine getirişini beğenmediği bir birliğe
katılması yahut onu desteklemesi de mantıken ve haklı olarak
beklenemez. Böylesi bir katılım yahut destek, onun düşüncesinde
saçma ve etkisiz olacaktır. Böylesi bir katılım ve destek onun dü-
şüncesinde gayriadil ve hatta suç olacaktır. Bu yüzden o kişi -bir
birliğe katılmak gibi katılmamaya dönük olarak da eşit bir özgürlük
içinde kalarak- o birlikten ayrılmış olmalıdır ve buradaki amacını
-tüm diğer kişilerde olduğu gibi- onun kendi çıkarı, takdiri ve vic-
danı dikte eder.
Adaletsizliğe karşı müşterek korunma birliği, gemi kazalarına
yahut yangınlara karşı oluşturulmuş müşterek korunma birlikle
rine benzer. Ve bir kişi bu birliklerin kendisine sunduğu faydalan
istemiyorsa, yahut onların amaçları ve metotlarını onaylamıyorsa,
o kişinin -rızası, yargısı ve vicdanı hilafına- bu birliklere katılmaya
yahut onları desteklemeye zorlanmasında başkaca bir haklılık ya
da aklı bir neden de bulunmayacaktır.
IV
Bu gönüllü birliklerin, kendilerini adil kılmak ve adaletsizliği
kendilerinden uzak tutmak için gerekli olan -bir bilim olarak- adalet
bilgisinden yoksun oldukları temelinde itiraz yapılamaz. Dürüstlük.
adalet ve doğal hukuk konulan genelde sade ve basit bir konular-
dır ve bunlar herkeste bulunan ortak zihin tarafından kolayca
kavranabilir. Bunların ne demek olduğunu bilmek isteyen biri, her
somut vaka özelinde, çok nadiren uzaklara gitmek zorunda kalıı:
Evet, bu bilimin de, diğer bilimler gibi öğrenilmesi gerekil: Fakat
aynı zamanda bu bilim çok kolay bir biçimde de öğrenilebilk Onun
uygulanışının, insanların birbirleriyle yaptıkları sonsuz sayıdaki
ilişki ve işlem kadar sınırlanamazlığı söz konusu olmakla birlikte,
o aslında her sıradan zihnin neredeyse sezgisel biçimde algılaya
bildiği hakikat ve adalet ile ilgili bir takım basit ve temel ilkelerden
meydana gelmiştiı: Neredeyse tüm insanlar~ çıkarımları üzerinden
benzer olaylar ile anladıkları biçimde, adaletin neyi gerektirdiği ve
neyin adalet oluşturduğu üzerine aynı algılara sahiptiı:
Birbirleriyle münasebet ve bağlantı içerisinde bulunan insan--
lar, çok geniş kapsamda doğal hukuku öğrenmekten zaten istesek'.!
33. Do,qal Hukuk ya da Adalet Bilimi 21
bile kaçınamazlaı: İnsanların insanlarla yapmış olduğu anlaşmalaı~
birşeylere sahip oluşları, bireysel istekleri, her kişide varolan ta-
lepte bulunma ve ısrarcı olma eğilimi, neye borç neye hak olarak
baktıklarına bağlı olarak kendilerine dönük saldırılara direnme ve
içerlenmeleri, zihinleri içine daima şu soruları zerkeder durur: Bu
eylem adil mi, yoksa değil mi? Bu şey benim mi, yoksa onun mu?
İşte bu sorular doğal hukuk sorularıdır ve bunların çok büyük bir
kısmı, her nerede olunursa olunsun insan aklı tarafından aynı şekil
de cevaplandırılır'.
Çocuklar doğal hukukun temel ilkelerini çok erken yaşlardan
itibaren öğrenmeye başlarlar. Bu yüzden bir çocuk, adilane bir
nedene dayalı olmaksızın. başka bir çocuğa vurmaması ve onu
incitmemesi gerektiğini öğrenir; diğer çocuklar üzerinde keyfine
göre baskı ve kontrol kurmayı umamayacağını öğrenir. Güç, hile ve
gizlilikle başka birine ait bir malı ele geçirmemesi gerektiğini de
öğrenir. Böyle yanlışları yapması durumunda, sadece zarar gören
muhatap çocuğun bu duruma direnmek, gerektiğinde de saldırıyı
cezalandırmak ve bozulan durumu zorla eski hale getirtmekle kal-
mayacağını, ayrıca diğer çocukların ve hatta tüm kişilerin de zarar
gören o çocuğa yardım edeceğini, onun haklarını savunup, ona kar-
şı yapılmış yanlışları düzelttireceklerini, bunun onların bir hakkı ve
ahlaki ödevi olduğunu öğrenmiş oluı: Bunlar insanların birbirleriy-
le yaptıkları işlemlerin önemli kısmını yöneten temel doğal hukuk
ilkeleridir. Çocuklar bu ilkeleri, üç ile üçün toplamının altı, beş ile
beşin toplamınınsa on olduğunu öğrenmelerinden çok daha önce
öğrenirler. Çocukların oynadığı basit çocuk oyunları bile bu ilkelere
süregiden bir bağlılık olmadığı takdirde sürdürülemez. Keza hangi
yaştan olursa olsun, insanlar bu ilkelerin dışındaki koşullar altında
barış ve sükun içinde birlikte yaşayamaz; bu da çocuk oyunlarının
sürdürülememesiyle aynı ölçüde imkansızdır.
Hindistaıı'da görev yapmış İngiliz yargıç olan Sir William jones, ki kendisi Avrupa
hukuku kadar Asya hukukunu da öğrenmiş, bugüne kadarki en iyi eğitimli yar-
gıçlardan biridiı; şöyle der: "tüm çağlar ve tüm milletler açısıııdan saf ve tarafsız
aklın pozitifkunımların kısıt ve engellerinden azade haldeki yargısal araştırma
lar üzerinde çok nadiren hata üreteceğine dair ortaya çıkan neticeler üzerindeki
birbirine benzerlik ve hatta özdeşliği belirtmekten memnuniyet duyarım:' Jones
on Bailmeııts, 133.
Burada Joııes şunu kasteder: adaleti ihlal etmek biçiminde hiçbir kanun yapılma
dığı takdirde, tüm çağlar ve tüm milletler açısından, yargısal heyetler neyin adil
olduğuna ilişkin hemfikir hale gelmekte nadiren hataya düşmüşlerdir.
34. 22 Hukuk Nedir? (Seçme Metınler)
Ayrıca genç ya da yaşlı olsun insanların tamamı açısından,
onların doğal hukuk kavramının terimlerinin anlamlarını öğrenme
lerinden çok daha önce doğal hukukun temel ilkelerini öğrendikle
rini söylemek abartı olmaz. İlk önce bir şeyin kendisinin doğasını
anlamadıkları sürece, insanların o şeyi ifade eden kelimelerin ger-
çek anlamını öğrenebilmeleri de mümkün olmayacaktır. Şeylerin
kendilerine has doğalarını öğrenmeden evvel insanların adalet ve
adaletsizlik kelimelerinin anlamlarını anlayabilmeleri, şeylerin
kendi doğalarını öğrenmeden önce sıcak ve soğuk, ıslak ve kuru,
aydınlık ve karanlık, beyaz ve siyah, bir ve iki kavramlarının an-
lamlarını onlara öğretebilmek kadar imkansızdır. İnsanların maddi
varlıkların yanında his ve düşünceleri, onları tanımlayıp tarif eden
kavramların anlamlarını bilebilmek için, öncelikli olarak bilmeleri
zaruridir.
İkinci Bölüm
"ADALET BİLİMİ (DEVAM)"
1
Eğer adalet doğal bir ilke değilse, hiçbir şekilde ilke de değil
diı: Eğer o doğal bir ilke değilse, adalet diye bir şeyin varlığından
bile söz edilemez. Eğer o doğal bir ilke değilse, fi tarihinden bu yana
onun üzerine konuşan ve yazan onca insan, varolmayan bir şey üze--
rine yazıp konuşmuştur. Eğer o doğal bir ilke değilse, onca zaman-
dır işittiğimiz o adalete müracaat edişler ya da tanık olduğumuz
adalet mücadeleleri, aslında gerçek olmayan, salt fantezi ve hayal
gücünden türeyen boş isteklerin peşindeki koşuşturmacalardıı:
Eğer adalet doğal bir ilke değilse, adaletsizlik diye bir mefhum
da yoktur ve tüm o suç diye sahneye konan eylemler, hiçbir şekilde
suç olmayıp, tıpkı bir yağmur yağışı ya da güneşin batışı gibi alelade
olaylardır. Dolayısıyla mağdurların bir sel akıntısı yahut her yeri ya-
bani ot sarmasından yakınmalarının dışında bir sebeple, onlardan
şikayetçi olmalarının herhangi bir makuliyeti de yoktur.
Eğer adalet doğal bir ilke değilse, (sözümona) hükümetlerin
onu dikkate almasının, alıyormuş gibi görünmesinin yahut aldığını
açıklamasının da hiçbir makuliyeti ve haklılığı kalmaz; varolmayan
herhangi bir başka şeyi dikkate alma, alıyormuş gibi görünme ya
da aldığını açıklamayla bunun arasında hiçbir farkı yoktuı: Ve böyle
olunca, hükümetlerin adaleti dikkate alıp, tesis etme ve sürdürme
35. Doqa/ l/ukuk ya da Adalet Bilimi 23
faaliyetleri, bir aptalın boş bir lafından yahut bir düzenbazın hile-
sinden öteye geçmez.
Fakat tüm bunların tersine, şayet adalet doğal bir ilke ise, bu
durumda o değişmez bir şey olmak zorundadır. Onu tesis eden güç-
ten daha aşağı herhangi bir güç tarafından, yerçekimi kanunundan,
ışık kanunlarından, matematik ilkelerinden ya da başkaca bir doğal
hukuk kanunu veya ilkesinden daha fazla değiştirilebilir olmama-
lıdır; ve herhangi bir kimsenin yahut kendilerini hükümet yahut
başka bir isimle adlandıran bir grup kişinin, kararlarını, takdirle-
rini, istek ve emirlerini, insanın temel davranış kuralı olarak adalet
kavramının sınırları dahilinde oluşturabilmeleri için yapacakları
tüm girişimler ve varsayımlar, sanki bunu adalete göre değil de
evrenin fiziki, mental ve ahlaki yasalarına göre yapıyorlarmış gibi,
birer saçmalık, gasp ve zorbalık halini alır.
Eğer adalet gibi bir ilke var ise, bu ister istemez doğal bir ilke-
dir. Ve aynı şekilde bu, bir bilim konusu olarak, tıpkı diğer bilimler
gibi öğrenilip tatbik edilebilir. Ancak onu [yani adaleti] yasama
faaliyetinden elde etmek ya da çoğaltmak, matematik ve kimya gibi
diğer bilimleri yasamadan elde edip çoğaltmak kadar saçma, hatalı
ve gülünçtık
111
Doğada adalet gibi bir ilke var ise -isterse tüm insan ırkının
bütünleşik meziyetinden beliren bir yasama faaliyeti mevcut olsun-
adaletin üstün otoritesine yasamayla ne bir şey eklenebilir ne de
ondan bir şey koparılabiliı: Ve adaletin üstün otoritesine bir şeyler
eklemek ya da ondan bir şeyler çıkarmaya dönük insan ırkının -ya
da onun bir bölümünün- tüm girişimleri, her halükarda, avare bir
rüzgarın herhangi bir tekil insan üzerinde oluşturduğu mecburiyet-
ten daha fazla değildir.
IV
Eğer adalet gibi bir ilke, yahut doğal hukuk diye bir şey varsa,
işte bu her bir insana doğumuyla beraber ne tür haklar verildiğini
bizlere söyleı: Hangi hakların insana salt insan olduğu için içkin ol-
duğunu ve hangilerinin onun yaşamı boyunca onda kalmak zorun-
da olduğunu; çiğnenmesi mümkün olsa bile, bir insan olarak onun
doğasından ayıklanması, ayrılması, çıkarılması ve sıfırlanması na-
36. 24 flukıık Nedir:' (Seçme Metinler)
mümkün olan hakların neler olduğunu, ve onlarda mevcut otorite
ve yükümlülüklerden nasıl mahrum kalındığını bizlere söyler.
Bir diğer taraftan, eğer adalet gibi bir ilke ya da doğal hukuk
diye bir şey yoksa, o zaman insan dünyaya haklardan tamamıyla
yoksun bir şekilde gelmiş olur. insanın dünyaya bu şekilde hak yok
sunu gelmesi, ebediyen böyle kalması gibi zorunlu bir durumu da
ortaya çıkarır. Çünkü eğer kimse dünyaya beraberinde hakları da
getirmiyorsa, onun salt kendisine ait haklara da hiçbir zaman sa,
bip olamayacağı veya bunları başka birine devredemeyeceği gayet
açıktır. Ve sonuç, insan denen varlığın hiçbir hakka sahip olamamış
olduğu; hak denen şeylerle alakalı konuştuklarında hiçbir zaman
sahip olmadıkları ve olamayacakları şeyleri zikrettikleridir.
V
Eğer adalet gibi bir doğal ilke var ise, o, doğal olarak tatbik
edilebilecek olduğu tüm meseleler açısından zorunlu olarak en yük-
sek ve sonuç olarak biricik ve evrensel yasa vastindadu: Ve sonuç
olarak bir hakimiyet ve otorite hakkının mevcut olmadığı hallerdt,
beşeri yasakoyuculuk, basitçe ve her daim, bir hakimiyet ve otorite
faraziyesi oluşturmuştur. Bu yüzden de her zaman ve basbayağı bir
mütecaviz, bir saçmalık, bir gaspçı ve bir suç olmuştur.
Diğer yandan eğer adalet gibi bir doğal ilke yok ise, adaletsiz-
lik diye bir şey de olamaz. Eğer dürüstlük diye bir doğal ilke yoksa,
dürüstlüğe aykırılık diye bir şeyden de söz edilemez. Dolayısıyla
dürüstlüğe aykırı veya gayriadil diyebileceğimiz ve şikayet ederek
yasaklayıp cezalandırabileceğimiz şekilde, bir insanın diğer bir in·
sana yahut onun malvarlığına karşı cebir veya hileyle eylemde bu-
lunması imkanı da olamaz. Kısaca eğer adalet gibi bir ilke yoksa suç
olarak zikredebileceğimiz bir eylem de olmaz. Suçları önlemek ve
cezalandırmak için ortaya çıktığı söylenen tüm hükümet faaliyetleri
-yahut bunların bir kısmı-, olmayan ve hiçbir zaman olmayacak bir
şeyi önlemek ya da cezalandırmak uğraşlarına dönüşür. Böylesi
uğraşlar, suçlarla ilgili olmaları ölçüsünde, hükümetlerin varolrna
gerekçelerinin aslında olmadığının ikrarı halini alırlar; zira o suç-
larla ilgili yaptıkları ve yapabilecekleri bir şey yoktur. Doğa içinde
olmaları basbayağı mümkün olmayan eylemlerin önlenmesi ve
cezalandırılması için varolan hükümetlerin ikrarıdır bu.
37. Hukuk ya da Adalet Bilimi 25
VI
Doğada adalet ya da dürüstlük gibi, "benim" ve "senin" gibi
kelimelerle tanımlanan, insanın kişiliği ve mülkiyeti üzerinde doğal
haklarını gösteren ilkeler var ise, değiştirilemez ve evrensel bir
hukuka sahibiz demektir. Bu hukuk öğrenebildiğimiz, hatta tıpkı
bilimler gibi öğrendiğimiz bir hukuktur. Kendisiyle çatışan
her ne varsa ona baskın gelir ve onu dışlar. Bize neyin adil ya da
gayriadil; neyin dürüstçe ya da dürüstlüğe aykırı; neyin bana ya da
sana ait; neyin mülkiyet ya da kişilik hakkı açısından bana ya da
sana ait olduğunu ve bunlar arasındaki sınırların nerede başlayıp
bittiğini söyler. Bu hukuk tüm dünya genelinde, tüm insanlar için ve
tüm zamanlarda geçerli olan biricik ve üstün hukuktur; ve insan bu
üzerinde yaşadığı müddetçe de bu böyle olacaktır.
Fakat bunun tersi bir biçimde, eğer doğada adalet ya da dü-
rüstlük gibi, "benim" ve "senin" gibi kelimelerle tanımlanan; insanın
kişiliği ve mülkiyeti üzerinde doğal haklarını bildiren ilkeler yoksa,
o zaman adalet ve adaletsizlik, dürüstlük ve dürüstlüğe aykı
nlık gibi kavramların; benimkiyle seninkini işaret eden, bir şeyin
bir kişinin ve diğer bir şeyinse diğer kişinin mülkiyetinde olduğunu
gösteren, bir şeyin bir kimsenin doğal kişilik ve mülkiyet hakları
olduğunu, neyin zarar ve neyin suç olduğunu tarif eden tüm
kelimeler, manasızlıkları itibariyle tüm beşeri dillerden çıkarılma
lıdıı: Ayrıca insanların birbirleriyle ilişkilerini yöneten üstün ve
biricik kanunlarının, zamanın başlangıcından bu yana yapılmış en
cebir ve hile olduklarını; ve bundan böyle, tüm kişi ve -diğer
herkes gibi kendilerini "hükümet" olarak lanse eden- kişi kombi-
nasyonlarının birbirleriyle olan ilişkilerinde, yapabildikleri ölçüde
her türlü cebir ve hileye müracaat etmekte serbest bırakıldıklarını,
bir kerede ve nihai şekilde deklare etmek gerekir.
VII
Eğer adalet gibi bir bilim yahut hükümet bilimi gibi bir şey yok
ise, açgözlülük ve şiddet, insanların kalan kısmının efendiliğini elde
olup onları sefalet ve köleliğe sürüklemiş olan ve yine onların
tabi edildikleri hükümetleri kurmuş birkaç bağlaşık kötünün elinde
birer meşru yönetim örneği halini alırlar; ki bu durum dünyanın
her daim göreceği şekilde, her çağ ve millet açısından böyle oluı:
38. 26 Jlıılaık Nedir? (Seçme Metinler)
VIII
Şayet doğada bir adalet ilkesi var ise, işte o zaman sadece bir
politik ilke de hep var olmuştur ve olacaktır. İnsanların icat etme
alışkanlığı içinde oldukları diğer tüm sözde politik ilkeler, tama·
mıyla ilke bile değildir. Bunlar ya evrensel hukuk, hakikat ya da
adaletten daha iyi bir şeyler keşfettiklerini hayal eden aptallara ait
şımarıklıklardır; ya da güç, para ve şan peşindeki bencil ve sahte-
karların bu amaçları doğrultusunda kullandıkları birer aygıtı ya da
yalandan bir şeyler yapıyormuş gibi gözükmeleridir:
Üçüncü Bölüm
YASAMA FAALİYETİNİN KARŞITI OLARAK
DOĞAL HUKUK
I
Doğal adalet veyahut doğal hukuk, insanlar arasında ortaya
çıkabilecek olası her tür uyuşmazlığa doğruca uyabilir ve doğal ola-
rak uygulanabilir ilkedir; aynı zamanda insanlar arasındaki uyuş
mazlıklara haklı bir biçimde yerleştirilebilir yegane standarttır. Bu
öyle bir ilkedir ki, her insan onun sağladığı korumayı, diğer insanla-
rı bu ilkeye adapte etmeyi arzulasın ya da arzulamasın, kendisi için
talep eder. Bu ilke, aynı zamanda her millette ve her zaman aynı
kalan değiştirilemez bir ilkedir; her zaman ve her mekan için kendi
kendini gerekli kılar; herkese karşı tarafsız ve eşit mesafededir; her
yerde insanların barışı için vazgeçilmezdir; her insanın refahı ve
güvenliği için hayati önem taşır; aynı zamanda kolaylıkla öğrenilir;
genel olarak bilinir; ve aynı zamanda bütün namuslu insanların
hazır ve haklı olarak biçimlendirmiş oldukları söz konusu gönüllü
birliklerin amaçları çerçevesinde sürdürülür de... Ve onun bu tip
bir ilke oluşu, şu türden soruları da gündeme getirir: Niçin o evren
sel ya da neredeyse evrensel olarak hüküm ifade etmeyen bir şey
olmuştur? Niçin o, insanların kendisine itaate haklı biçimde zorla
nabileceği yegane hukuk olarak, çağlar öncesinden dünya çapında
tesis edilememiş vaziyettedir? Niçin o, insanlararası ilişkilerde yer
alması veya insanoğlunun kullanımı açısından, aslında yasama fo.
aliyetinin nitelikleri kadar gereksiz, saçma, hatalı ve zalim bir şey
olarak tasavvur edilmiştir?
39. Doqal Hııkuk ycı do Adalet Bilimi 27
il
Bu soruların cevabı, tüm tarihsel dönemler boyunca, insanla-
rın barbar devletinde ötesinde gelişmişlik gösterdikleri ve toprağın
işlenmesi suretiyle yaşamı idame ettirme araçlarını geliştirmeyi
öğrendikleri her yerde, bazı insanların -elkonulabilir malvarlığı
biriktirmiş ya da kendilerini köleleştirecek insanların güç ve haz-
larına katkıda bulunacak derecede emek gücüne sahip olduklarını
gösteren- diğer tüm insanları yağmalayıp köleleştirmek için hırsız
lar gibi birleşip organize olduklarında kendini gösterir.
Başlangıçta sayıca az olan bu hırsız grupları, birbirleriyle
birleşmek, savaşta kullanılabilir aletler geliştirmek, kendilerini
disipline edip organizasyonlarını askeri güçlere dönüştürerek
mükemmelleştirmek, yağma faaliyetlerini kendi aralarında (baskı
altında tuttukları kişilere de dahil olmak üzere) ya (kendisini takip
edecek kişileri devamlı arttırma gayretindeki) liderlerinin buyur-
duğu gibi ya da beraberce kararlaştırdıkları şekilde paylara ayırıp
bölüştürmek suretiyle kuvvetlerini arttırmışlardır.
Yağmalanıp köleleştirilen insanların görece savunmasız ol-
ması, ülkenin geneline seyrek bir şekilde serpişmiş olmaları, kaba
saba alet edevatla topraktan zar zor verim alabilecek şekilde pür
ağır emekle çalışma koşulları altında bulunmalan, sopalar ve taş
lardan başka savaş aletlerine sahip olmamalan, aniden saldırmak
dışında birlik halinde hareket edip güçlerini yoğulaştırmalarını
sağlayacak vasıtalarının, askeri disiplin ve organizasyonlarının
olmaması durumlarında, bu hırsız gruplarının onları yağmalama
ve köleleştirmede başarı elde etmeleri kolaylaşmıştır. Bu koşullar
altında, kendilerinin veya ailelerinin yaşamlarını kurtarabilmek
için insanlara kalacak alternatif yol, sadece elde ettikleri mahsulü
veya işledikleri toprağı vermekten ibaret değildir; aynı zamanda
kendileri ve aileleri de birer köle olarak yağmacılara teslim olmak
zorunda kalırlar:
işte bu andan itibaren onların yazgısı, önceden kendileri için
işledikleri toprağı, başkası için işlemek olur. Emeklerini daimi ola-
rak yöneltecekleri ve refahlarını yavaş yavaş arttıracakları kişi artık
onların tiranlarıdır; her şey artık tiranlarının eline gider.
Bu tiranlar sadece yağmayla ve köleleştirdikleri kişilerin
emeği üzerine çökerek yaşarlar; ve yine onların enerjilerinden fay-
dalanarak, yağmalarını genişletmeye ve diğer savunmasız insanları
40. 28 llukuk Nedir? (Seçme Metinler)
köle haline getirmeye devam ederler. Sayılarım arttırarak, organı
zasyonlarını mükemmelleştirerek ve savaş aletlerini çoğaltarak,
yapmış oldukları işgalleri, elde ettiklerini elde tutmak için, siste-
matik davranmak ve birbirleriyle ortak hareket etmek gerekliliği
ölçüsünde sürdürür ve genişletirler.
Fakat o zorbalar, tüm bu şeyleri hükümet olarak adlandırdık
ları varlığı meydana getirerek ve yasa dedikleri şeyleri çıkararak da
yapabilirler.
Dünyadaki büyük yönetimlerin hepsi, gelmiş geçmiş olanlar-
dan şimdikilere dek, hep bu karakterde olmuştur. Bunlar sadece,
yağma, işgal ve hemcinslerini köleleştirmek amaçlan doğrultusun
da biraraya gelmiş birer yağmacı çetedir. Ve onların yasalar olarak
adlandırdıkları şeyler de, sadece birilerini yağmalayıp köleleştir
mek ve elde ettikleri çapulculuk hisselerini korumak -ve bu suretle
de içinde bulundukları organizasyonlarını idame ettirmek- için
yapmayı gerekli görüp hep beraberce akdettikleri anlaşmalardır.
Tüm bu yasalar, çetecileı~ eşkiyalar ve korsanların tasarla-
dıkları suçlan daha başarılı bir biçimde işlemek ve sağladıkları
menfaati daha barışçıl şekilde bölüşmek için aralarında tesis etme
yi gerekli gördükleri anlaşmalardan daha hakiki bir yükümlülük
meydana getirmez.
Ve böylece, özü gereği dünyadaki yasama faaliyetlerinin hepsi,
diğer insanları yağmalamak, köleleştirmek ve malvarlığı haline ge-
tirmek yönünde bir grup insanın arzusundan kökenini bulur.
m
Zenginlik üreten tüm araçlara ve tüm topraklara el koyan
soyguncu ya da köleci sınıf, zamanla kölelerini yönetmenin ve ve
rimli kılmanın en kolay yolunu keşfetmeye başlamış, onları eskiden
olduğu gibi ve tıpkı çok sayıda sığıra sahip olmak gibi daha fazla sa-
yıda sahiplenmek yerine, kendi yaşamlarını idame ettirme sorum-
luluklarını onların üzerinde bırakarak onlara daha çok özgürlük
veren köle sahipleri olmuşlardır. Böylece bu kişiler, bu sefer toprağı
elinde tutan kişilere -yani eskiden efendileri olan kişilere-, onların
belirleyeceği bir karşılık uğruna emeklerini satmaya itilmişlerdiı:
Bazı kimselerin yanlış bir biçimde dile getirdikleri tabirle, bu
özgürleştirilmiş kölelerin -yani topraklan, malvarlıkları veya ba-
ğımsız bir yaşam sürebilme vasıtaları olmayan bu insanların- pek
tabii ki, açlıktan korunabilmek için emeklerini bir toprak sahibine
41. Do/jol ffukıık ya ria Adalet Bilimi 29
satmaktan başka alternatifleri kalmamıştıı: Bu satım ise yaşamın
en kaba gerekliliklerini elde edebilmeye yetecek -ve hatta çoğu za-
man bunu bile mümkün kılmayacak- bir karşılık uğruna olmuştur.
Sözümona bu özgürleştirilmiş köleler, bugün artık, daha önce
olduklarından çok ama çok az daha köle olmuşlardır. Onların yaşa
mı idame ettirebilme vasıtaları, en azından onları yaşamda tutma
konusunda açık şekilde menfaatlere sahip efendilerinin olduğu
döneme göre muhtemelen çok daha kırılgan hale gelmiştir. Toprak
sahibinin çıkan veya kaprisi doğrultusunda evden, işten ve hatta
kendi emekleriyle yaşamı idame ettirme şansından çekilip fırlatıl
maya maruz kalmışlardır. Bu yüzden sayıları da epeyce fazla olan
bu kişiler, dilenmeye, hırsızlık yapmaya ve açlık çekmeye mecbur
bırakılmışlardır; ve tabii ki de, eskiden sahipleri olan kişilerin hu-
zurları ve mülkiyetleri açısından da birer tehlike halini almışlardır.
Netice olarak, eski efendiler, kendilerinin ve mülkiyetlerinin
güvenliğini sağlama amacıyla, bir hükümet faaliyeti altında bu
tehlikeli insanları daha mükemmel bir biçimde organize etmeyi ve
yasalar yaparak tôbiyet altında tutmayı gerekli görmüşlerdir. Bu
yasalaı~ onların ne durumda emek sarf etmeye mecbur hale gele-
ceklerini, endişe uyandırıcı cezaları ve hatta ölümü, ayrıca açlıktan
kaçınabilmek için tek yolları olan ve bu yüzden itilmiş oldukları hır
sızlık ve suistimalleri tanımlarken, aynı zamanda fiyatlandınr da.
Bu yasalar yüzlerce ve hatta bazı ülkelerde binlerce yıldır
geçerliliklerini muhafaza etmiştir; ve bugün de dünya genelinde
neredeyse tüm ülkelerde, daha az yahut çok katılıkta, bu yasalar
hala yürürlüktedir.
Bu yasaların gayeleri ve etkileri, tüm toprakların ve zenginlik
yaratıcı tüm araçların belli sınıfların, yani soyguncu ve köle sahibi
sınıfın tekelinde tutmak ve bunu sürdürmek olmuştuı: Bir gaye ve
etki de, yoksulluk: ve bağımlılık durumu içindeki emekçi kesimin
büyük bir bölümünü, sadece hayatta kalabilecekleri düşük bir meb-
lağ ıığnına emeklerini tepelerindeki tiranlara satmaya zorlamaktır.
Tüm bunların sonucu, dünyadaki zenginliğin çok küçük bir
azınlığın, köle sahibi ve yasakoyucu sınıfın elinde bulunuşudur ve
bu sınıf geçmişte olduğu gibi bugün de hala ruhen köle sahibidir,
fakat herkesin tıpkı taşmır mal sahipliği gibi kendi kölesine sahip
olması yerine, bu sefer amaçlarına emekçi sınıfı bağımlılık ve tabi-
yet altında tuttukları yasaları çıkararak ulaşmaktadırlaı:
42. 30 Hukuk Nedir?
Dolayısıyla yasama faaliyetinin uğraşı, ki içinde
muz zamanlarda artık bu büyüyerek devasa bir faaliyet alanı ha-
line gelmiştir, kökeni itibariyle, emeklerini gasp edip bundan kar
edecekleri çoğunluğu itaat altında tutma amacıyla azınlığın kendi
içinde tertiplediği gizli hesaplarla hemhal olmuştur.
Ve bütün yasama faaliyetinin temelinde yatan gerçek motif
ruh -her ne kadar yasakoyucular kendilerini gizleyerek bunlarm
üstünü boyasalar da- dün olduğu gibi bugün de aynıdır: Yasakoyu-
culuktaki tüm amaçlan, bir sınıf insanı, diğer bir sınıfın altında ona
tabi ve ona hizmet eder şekilde alıkoymaktır.
iV
Ohalde yasama nedir? Bir ya da bir grup insanın, kendilerinin
gücüne tabi olacak diğer tüm insanlar üzerinde mutlak ve sorumsuz
hakimiyet sanısıdır. Bir ya da bir grup insanın, diğer tüm insanları
kendi istek ve hizmetlerine tabi kılmaya hakları olduğu sanısıdıı:
Bir ya da bir grup insanın, diğer tüm insanların doğal hakları ve do·
ğal özgürlüklerini karşılıksız bir biçimde ortadan kaldırmaya; on-
ları köleleri yapmaya; onların ne yapabilip ne yapamayacaklarını,
ne olup ne olamayacaklarını ve neye sahip olup olamayacaklarını
keyfi biçimde dikte etmeye haklan olduğu sanısıdıc Kısacası insan
hakları ilkesini ve adalet ilkesinin bizatihi kendisini bu dünyadan
koparıp atmak ve onun yerine kendi kişisel çıkaı; istek ve hazlarını
koymaya hakkı olduğu sanısıdır. Tüm bunlar, baskı altındaki in-
sanlar üzerinde beşeri yasakoyuculuğun zorlayıcı bir biçimde var
olmasının korkunç bir düşünce olduğunu gösterir:
45. ERDEMSİZLİKLER SUÇ DEĞİLDİR:
AHLAKİ ÖZGÜRLÜĞE DAİR BİR SAVUNMA
"Vices are not Crimes:
A Vindication of Moral Liberty"
(1875)
Ahlak Bozuklukları yahut Erdemsizlikler [Vicesl] insanın biz-
zat kendisi yahut kendi mülkiyetine zarar veren eylemlerini ifade
eder.
[Crimes] ise bir başkasına yahut bir başkasının mülki-
Erdemsizlikler, basitçe, bir kişinin mutluluk peşinde koşarken
yaptığı hatalar olarak ifade edilebilir. Suçların tersine bunlar, başka
kimselere yönelik kötü niyet [malice] içermez ve bu manada onların
kişiliklerine yahut mülkiyetlerine dönük müdahale de değildirler.
Erdemsizliklerde, suçları suç yapan öz -yani başkasının şahsi
veya malvarlığına zarar verme için dizayn edilmişlik- eksiktir.
kastı olmadan yani bir başkasının şahsiyeti yahut mül-
kiyetine dönük bir ihlal kastı olmadan bir suçun oluşamayacağı,
hukukun temel bir ilkesidir. Fakat bir erdemsizlik, böylesine bir suç
kastı ile birlikte sergilenemez. Bir kişi erdemsizlik sergilerse
[Çevırnıen Nolu: Bu metinde vice kelimesi, virtue yani erdemin zıttını, erdemli ol-
mayan davranışları (erdemsizlikleri) kastetmekte kullanıldığı gibi aynı zamanda
klasik hukuk-ahlak ayrımı bağlamında ahlaki alanda tutulan ve ahlaki bozukluk
ve zafiyetler olarak nitelenen savurganlık ve sarhoşluk gibi durumları kastet-
mekte kullanılır. Oyüzden vice kelimesi ahlaki bozukluk ve erdemsizliğin ikisini
birden karşılayacak şekilde çevrilmiş ve çoğu yerde kısaca "erdemsizlikler" biçi-
minde kaleme alınınıştıı:]
46. 34 lfukıık Nedir? (Seçme Metinler)
bunu sadece ve sadece kendi mutluluğu için yapaı~ başkalarına dö·
nük kötü niyetle yapmaz.
Eğer hukuk kuralları eliyle, suçlar ve erdemsizlikler arasında·
ki bu sarih ayrım yapılmaz ve tanınmaz ise, dünya üzerinde bireysel
hak, özgürlük ve mülkiyet gibi kavramların anlamı kalmamış olur;
bu durumda bir kişinin kendi şahsiyeti ve mülkiyetini kontrol etme·
siyle ilgili bir insan hakkından da bahsedemeyiz, keza başkalarının
bununla mukabil ve karşılıklı denk [co-equal] mahiyetteki şahsiyet
ve mülkiyeti kontrol hakları da ortadan kalkac
Dolayısıyla bir yönetimin bu erdemsizlikleri birer suç olarak
deklare etmesi ve bu yönde cezalandırması, söz konusu kavram-
ların esas mahiyetlerini tahrifata yeltenmek anlamına gelir. Bu ise
hakikati sahtelik, sahteliği de hakikat olarak deklare etmek kadar
anlamsızdır.
n
Bir insanın yaşamındaki her davranışı, ya erdemlidir ya da
erdemsiz. Bu, o insanın fiziksel, zihinsel ve duygusal sıhhati ile re·
falımın doğrudan bağlı olduğu zihnin ve bedenin doğal yasalarının
ya uyum sergilediği yahut çatışma içinde olduğunu söylemektir.
Diğer bir deyişle, o kişinin yaşamı içinde sergilediği her eylemin, ya
bütünüyle onun mutluluğuna yahut tamamıyla mutsuzluğuna doğ
ru meylettiğini söylemektir. Onun tüm varoluşu dahilinde bundan
farklı olan tek bir eylem dahi yoktuı:
Bundan başka, her insan diğer insanlardan fiziksel, zihinsel
ve duygusal yapısı ve ayrıca çevrelendiği koşullar bakımından
farklıdır. Bu nedenle, bir kişi özelinde erdemli olup mutluluğa sevk
edici çoğu eylem, başka bir kişi açısından erdemsiz ve mutsuzluğa
götüren eylem olur.
Ayrıca bir insan için belli bir zamanda ve belli koşullar altında
erdemli ve mutluluğa sevk edici olan çoğu eylem de, başka bir za·
man diliminde ve başka koşullar altında erdemsizdir ve mutsuzluğa
sevk edicidir.
111
Her insan için, onun içinde yer aldığı her bir koşulda ve
tüm koşullarda, hangi eylemlerin erdemli, hangilerinin erdemsiz
olduğunu bilmek -yahut başka bir ifadeyle hangi eylemlerin bütü
nüyle mutluluğa, hangilerinin de bütünüyle mutsuzluğa sevk edici
47. Erdemsizlik/er Suç Değildir 35
olduğunu bilmek- insan zihninin bu zamana kadar yöneldiği ve
yönelebildiği en içerikli ve en karmaşık uğraştır. Bu, zekası açısın
dan en muhteşeminden en mütevazi olanına dek her bir insan için
süregiden bir uğraştır ve mecburen onun varoluşunun ihtiyaçları
ve arzuları tarafından yürütülür ve yönlendirilir. Ayrıca beşikten
mezara değin her kişinin mecburen kendi vargılarını şekillendiren
bir uğraştn; çünkü o kişinin kendi doğasından kaynaklı arzularım,
ihtiyaçlarım, umutlarını, endişelerini ve itkilerini ya da onun şah
sına münhasır koşullarının yarattığı baskı unsurlarını hiç kimse
onun gibi bilemez ve hissedemez.
IV
Erdemsizlik olarak adlandırılan bu eylemlerin gerçekten birer
ahlaki bozukluk olduğunu söylemek çoğu zaman mümkün değildir,
ancak mesele bir derece meselesidir. Erdemsizlik olarak adlandırı
lan eylemler yahut eylemlere gidişatlann, eğer onlar belli bir kertede
durdurulmuş/arsa, gerçekten birer ahlak bozukluğu olduğunu söy-
lemek zorduı: Bu nedenle, bu tip durumlarda erdem [virtue] yahut
erdemsizlik/ahlaki bozukluk [vice] meselesi bir nicelik ve derece
meselesidir, tekil eylemin içkin karakterine dair bir mesele değil
dir. Bu durum, bir kişinin erdem ve erdemsizlik arasında kesin ve
doğru bir çizgi çekebilmesini, nerede erdemin bitip erdemsizliğin
başladığını söyleyebilmesini, imkansız kılar diyemesek de, zorlaştı
rır; ki [bu genel olarak böyledir,] o kişi kendisi için bunu yapabilir.
Bu tüm erdem ve erdemsizlik meselesinin niçin her kişinin salt
kendi kabulü olarak kalması gerektirdiğinin bir başka nedenidir.
V
Erdemsizlikler genellikle, ve en azından başlangıç zamanla-
etkileri itibariyle zevklidir, zevk vericidir, ayrıca sıklıkla ken-
dilerini erdemsizlik gibi açığa vurmazlar, ta ki uzun yıllar boyunca,
belki de hir yaşam boyu sergilendikten sonra tersi durum ortaya
dek Bu ahlaki bozuklukları sergileyenlerin pek çoğu hatta
muhtemelen ağırlıklı çoğunluğu için, tüm yaşamları boyunca, söz
konusu bozukluklar kendilerini birer erdemsizlik olarak açığa vur-
maz. Diğer taraftan erdemlerse sıklıkla sert ve sağlam görünürler,
anki mutlulukların çoğunun kurban edilmesini gerekli kılarlar ve
erdem olarak neticelenecek şeyler genellikle daha uzak ve belirsiz-
fiiliyatta çoğu kimsenin özellikle de gençlerin zihnine kesinlikle
kolay kestirilemezler; doğaları itibariyle de birer erdem oldukları
na dair ya da evrensel bilgi yoktur. Hakikaten, derinliği olan
48. 36 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)
filozofların çalışmalarında erdemler ile erdemsizlikler arasındaki
sınırın çizilmesi hususunda çaba sarf edilmiştir, ve eğer bütünüyle
nafile değilse bile, ufak tefek sonuçlar açısından bu çaba belirgindir:
Eğer çoğu vakada neyin erdemsizlik olup neyin olmadığım
belirlemek çok zor, hatta imkansıza yakın ise, ve neredeyse tüm
vakalarda özellikle nerede erdemin bitip nerede erdemsizliğin baş
ladığını belirlemek çok zor ise, bir kimsenin gerçeklikle örtüşür ve
doğru biçimde kendi dışındaki herhangi bir başka kişi için belirleme
yapamayacak olduğu bu sorular herkesin [kendi] tecrübesine açık
ve azade bırakılmazsa, insanlar insan olmaları dolayısıyla haklan
arasında en yüksek konumda olan akletmeden yoksun bırakılmış
olurlar; Bu hak. onun kendisi için neyin erdemli neyin erdemsiz ol-
duğunu -diğer bir deyişle neyin tamamıyla onun mutluluğuna neym
tamamıyla mutsuzluğuna dönük olduğunu- soruşturma, araştırma,
akıl yürütme, deneme yapma, yargılama ve aslı astarını öğrenme
hakkıdır. Eğer bu büyük hak herkese açık ve azade bırakılmazsa, o
zaman akleden bir varlık olarak her insanın "özgürlük ve mutluluğu
takip etme" konusundaki tüm hakkı ondan esirgenmiş olur.
VI
Bizler; hepimiz, kendimiz ve çevremizdeki her şeyle alakalı
tam bir bilgisizlikle dünyaya geliriz. Hepimiz daima, doğamızdan
gelen temel bir yasa vasıtasıyla, mutluluğu arzulama ve acıdan
kaçınma yolunda sevk olunuruz. Sevk edilmekle birlikte neyin bize
mutluluk vereceği ve neyin bizi acıdan koruyacağını öğrenmek için
her şeye sahibiz de. Aramızdaki hiçbir iki kişi, birbirine fiziksel,
mental ve duygusal açıdan tamamıyla benzer değildir; keza bunun
sonucunda, mutluluğun elde edilmesi ve mutsuzluktan kaçınılması
için fiziksel, mental ve duygusal gereksinimlerimiz de aynı değildir.
Bu yüzden hiçbirimiz, mutluluk ve mutsuzluk, erdem ve erdemsiz
lik hakkındaki mecburi dersi, bir başka kişi namına öğrenemeyiz.
Bu dersi herkesin kendi namına öğrenmesi icap eder. Bunu öğren-
mek için, kendisini bir yargıya tevdi edecek her türlü tecrübeye
girişmekte kişinin özgür olması gerekir. Bu tecrübelerden başarıya
ulaşmış bazıları, başarıya ulaştıkları için, erdem [virtue] olarak
adlandırılırken, başarısızlığa uğramış olanları bu başarısızlıkları
nedeniyle erdemsizlik [vice] olarak adlandırılır. Kişi, bilgeliğini, er-
demler olarak nitelenen başarılarından olduğu kadar erdemsizlik
olarak adlandırılan başarısızlıklarından da devşiriı: Bunların ikisi
de mutluluğun nasıl elde edileceğini ve acıdan nasıl kaçınılacağım
49. Erdcmsizlildcr Değildir 37
olan bilginin kazanılması için gereklidir; o bilgi aynı
zamanda kişinin kendi doğasının, etrafındaki dünyanın, bunlara
olmaların ve olamamaların bilgisidir. Ve eğer o kişi kendi
tatminini sağlayacak biçimde bu tecrübelere girişmekte müsaadeli
kılınamazsa, söz konusu bilginin elde edilmesinde ve sonuç olarak
kendi hayatının büyük gayesi ve vazifesini takip etmekte kısıtlan
mış olur.
VII
Bir insan, kendisi için son derece yaşamsal olan meselelerde,
kimsenin bu hususta kendisinin çıkarı kadar çıkarı olmadığına ve
olamayacağına binaen, bir başkasının sözüne uymak ve bir başka
sının otoritesine teslim olmak yükümlülüğü altında değildir. O kişi
insanların fikirlerine güvenle bel bağlayamaz, çünkü diğer
insanların fikirlerini mutabık bulmaz. Birbirini izleyen nesiller yo-
luyla milyonlarca insan tarafından belli eylemler ya da o eylemlere
giden eylemler yapılagelmektedir ve bu eylemler tam olarak mutlu-
luğa götürdüğü durumda erdemli eylemler olarak ele alınmaktadır.
Başka çağlarda, başka ülkelerde ve başka koşullarda yaşamış in-
sanlar ise kendi gözlem ve tecrübelerinin sonucu olarak bu eylem-
leri tamamıyla mutsuzluğa götürücü eylemler yani erdemsizlikler
olarak ele almışlardır. Önceki kısımda vurgulanmış olduğu üzere,
erdem ve erdemsizlik sorunsalı bir çok zihin nezdinde bir derece
sorunu olagelmiştir; öyle ki bu, herhangi belli bir eylemin asli ka-
rakterini değil, belli eylemleri içinde taşıyan bir kapsamı ifade eder.
Erdem ve erdemsizlik sorunsalları bu nedenle yerkürede yaşayan
türlü bireylerin akıl, vücut ve durum çeşitliliği kadar çeşitlidir ve
nihayetsizdiı: Ayrıca çağların tecrübesi, bu sorunların nihayetsiz-
cesini çözümsüz bir biçimde bırakmıştır. Hatta neredeyse gerçekte
bu sorunların hiçbir tanesinin çözülmemiş olduğu bile söylenebilir.
VIII
Düşüncenin bu sonsuz çeşitliliği ortasında, insanın veya insan
grubunun, münhasır bir eylem ya da bir eyleme gidişat ile ilgili
olarak söylemeye hakkı olduğu şey nedir? "Bunu tecrübe ettik ve
bu tecrübenin içindeki her soruyu belirledik" mi? "Bu belirlemeyi
sadece kendimiz için değil diğer herkes için de yaptık" mı? ''Ayrıca
bizden daha güçsüz ve zayıf olanların tümünü bizim kararlarımı
za itaatle davranmaya zorlayacağız" biçiminde bir şey mi? "Yahut
başkasının deneyimlediği acıları çekmeyeceğiz, ve netice olarak
50. 38 llukıık Nedir? (Seçme Metinler)
başkalarının edindiği bilgilerden daha fazla zarar görmeyeceğiz"
şeklinde bir şey mi?
Bunları söylemeye hakkı olan insanlar kimlerdir? Elbette
böyle kimseler yoktur. Bunları gerçekten söyleyen kişiler, ya bilgi-
nin ilerlemesini durduran, çevrelerindeki insanların bedenlen ve
akılları üzerindeki mutlak kontrolü gasp eden, bu yüzden de mü-
temadiyen ve en son kerteye dek direnilecek utanmaz düzenbazlar
ve tiranlardır ya da kendi zaafiyetlerine ve büsbütün acıma yahut
horgörünün dışında bir düşünceyle diğer insanlarla ilişkilerine
karşı son derece cahil kimselerdiı:
Bununla birlikte biz bu dünyada böyle insanların olduğunu
biliyoruz. Bunlardan bazıları iktidarlarını sadece ufak bir alanda
uygularlar; çocukları, komşuları, şehirlileri yahut memleketlileri
üzerinde. Bazılarıysa daha geniş bir alanda uygulamışlardır: Örne-
ğin Roma'da yaşlı bir adam, birkaç memuru yardımıyla, erdem ve
erdemsizlik hakkındaki tüm sorunlarda, özellikle de dini mesele-
lerde 'hakikat' ve 'batıl' değerlerini alacak kararlar vermeye yelte-
nir durur. O yaşlı adam, hangi dini düşüncelerin ve uygulamaların
insanın hem bu dünyadaki hem de gelecek dünyadaki mutluluğunu
sağlayacağını ya da buna engel olacağını bildiğini ve öğrettiğini
iddia eder. Bu işi yürütürken mucizevi bir feyz [inspirationj ile
donandığını iddia eder; mucizevi feyzden başka bir şey olmayan
bu görünürde onaylanma ile birlikte o, gayet makul bir adam gibi,
bu işe yetkili addolunur. Bununla birlikte, söz konusu mucizevi
feyz, O'nun yeteri derecede fazla sayıda sorun üzerine atılmasını
sağlamada tesirsizdir. Bunların en önemlileri şunlardır: [il alelade
fanilerin de erişebildiği en yüksek düzeyde dinsel erdem, O'mm
(yani Papa'nın) yanılmazlığına dair tam inançtır! [ii] o insanların
suçlandınlabilecekleri türde erdemsizliklerin en batmış olanı ise,
Papa'nın da kendileri gibi sadece bir insan olduğuna dair inançları
ve bunu deklare etmeleridir!
Bu iki hayati hususta, O'nun netice-i halinin kesinliğe erme-
sinde beş yüzyıl ila sekiz yüzyıl civarı bir süre gerekmiştir. Hatta
görünen odur ki, bunlardan ilki, onun diğer sorulara uygulanması
açısından, öncül olması gerekir; çünkü O [Papa], kendi yanılmazlı
ğı hususu kesinliğe erene dek, başka herhangi bir konuda otorite
olarak karar veremez. Ancak bununla birlikte, O [Papa] söz konusu
kesinleşme zamanının öncesinde de, bazı sorularla alakalı girişim-
de pekala bulunmuştur ya da öyle yapmış gibi görünmüştüı: Ve
51. Erdemsizlikler Suç Değildir 39
muhtemelen böyle yapmaya, hatta daha da fazlasını yapmaya, ge-
lecekte de devam edecektir, yeter ki kendisini dinleyecek birilerini
bulabilsin. Fakat onun bu başarısı, insanoğlunun ihtiyaçları ile karşı
karşıya gelinen bir çağda, erdemler ve erdemsizlikler ile alakalı
tüm sorulan onun yanıtlayabileceğine, hatta bu konudaki dinen
münhasır konumuna inancı güçlendirmede kesinlikle yetersizdir.
O ve onun ardılları, çok uzak olmayan günlerde, söz konusu mu-
cizevi feyzlerinin tümüyle yetersiz olduğunu şüphe götürmez bir
kabullenmek zorunda kalacaklardır; keza bu tür soruların
tümünün hallinde, arkaplanda insanların gereksiniminin kalması
gerektiğini de kabullenmeye mecbur kalacaklardır. Ve diğer tüm
başka yahut daha az önemli alanlarda, aynı neticeye
varmaya sebepleri olacağını ummak akla aykırı değildir. Doğaüstü
feyzleri savlamayan hiç kimse, kesinlikle, yeterli olduğu addolunan
bu tip bir feyzden farklı olmayan bir görevi haliyle üzerine alamaz.
açıktır ki, başkaca insanların bu konudaki öğretilerinin
normal insan bilgisinden daha öte olduğu hususunda en baştan
kandırılan kişi olunmadığı sürece, hiç kimse kendi yargısını diğer
öğretilerine teslim edemez.
Kendilerini diğer insanların erdemsizliklerini tanımlayıp
cezalandırma hakkıyla bahşedilmiş addeden bu kişiler düşünce
lerinden içtenlikle dönecek olurlarsa, muhtemelen yurtlarında
yapılacak çok büyük işlerinin olduğunu farkedeceklerdir; ve bu
halledecekleri vakit., insanların erdemsizliklerini düzeltmeye,
kendi deneyim ve gözlemlerinin sonuçlarını onlara nakletmeye
daha az eğilimli olacaklardır. Bu alanda onların gayretleri
ınuhtemelen faydalı olacaktır; fakat baskı ve yanılmazlık sahası içe-
risinde bu gayretler gelecekte geçmişte olduğundan muhtemelen
daha az başarıyla karşılaşacaklardır.
IX
Sunulmuş nedenlerden çıkarılacağı üzere, erdemsizliklerin
suç olarak ele alınıp cezalandırılması durumunda, hükümet et-
menin büsbütün icra edilemez hale geleceği aşikardn: Her insanın
erdemsizlikleri bulunuı: Neredeyse tüm insanlarda bunlardan çok
büyük miktarlarda vardıı: Ve bunlar türlü türlü olabilir: psikolojik,
mental, duygusal, dinsel, toplumsal, ticari, endüstriyel, ekonomik
Eğer hükümet bu erdemsizliklerin herhangi bir kısmını suç
olarak ele alıp cezalandırırsa, tutarlı olmak adına, bunların tümü-
nü aynı şekilde ele alıp cezalandırmak zorunda kalacaktır. Sonuç
52. 40 llukıık Nedir? (Seçme Metinler)
olarak herkes erdemsizlikleri nedeniyle hapiste olacaktır. Kimse,
Üzerlerine kilitlenecek kapıların dışında kalamayacaktıı: Bununla
beraber suçlular ile uğraşacak kadar mahkeme bulunamayacağı
ve onları kapamaya yetecek kadar hapishane inşa edilemeyeceği
de bir gerçektir. Bilgi tedariği ve hatta yaşamın idamesi araçlarının
temini hususundaki tüm beşeri sanayinin önü kesilmiş olacaktır;
çünkü erdemsizliklerimiz yüzünden tamamımız daimi bir yargılan
ma ve hapsedilme süreciyle karşı karşıya olacağız. Fakat tüm kö·
tüleri hapsedebilmek mümkün olsaydı bile, insan tabiatımıza dair
bilginin genel bir kural olarak söyleyeceği şey şudur: mahpusluk
durumunda o kötüler serbestlik haliyle kıyaslandığında daha önce
hiç olmadıkları kadar daha kötü olacaklardır.
X
Açıktır ki, tüm erdemsizlikleri tarafsız bir biçimde cezalandı
racak bir Hükümetin olabilmesi mümkün değildir, böyle bir yöne-
timi kimse bulmamıştır, bulabilecek de değildir, ayrıca kimse bunu
amaçlayacak kadar aptal da değildir. Bir kimse, en fazla, hükümetin
bu erdemsizlikler arasında en berbat addettiklerinden biri ya da
en fazla birkaçını cezalandırmasını önerebilic Fakat bu yönde bir
ayrım yapmak da büsbütün saçma, mantıksız ve zorbacadır. "Diğer
insanların ahlaki bozukluklarını/erdemsizliklerini bizler ceza-
landıracağız; ama bizimkileri kimse cezalandıramayacak:' "Diğer
insanları, kendi mutluluklarını kendi düşündüklerine göre arayıp
taramalarından alıkoyacağız; fakat hiç kimse bizi, kendi bildiğimiz
gibi mutluluğumuzu kovalamamızdan alıkoyamayacak." "Diğer in-
sanları, kendi mutluluklarına gerekli ve yardımcı olacak olan ne ise
onun tecrübi bilgisini edinmekten alıkoyacağız; fakat diğer insanlar
bizi bundan alıkoyamayacak" şeklinde şeyler konuşmaya kimin ne
hakkı var'?
Düzenbazlar ve mankafalar dışında, bu kadar saçma varsa
yımları gerçekleştirmeyi kimse düşünmez. Hal böyle olunca, bes
belli ki, herhangi bir kimsenin diğer insanların ahlaki zafiyetlerini
cezalandırma hakkı olduğu ve kendisinin bu tip bir cezalandırma
dan müstesna olduğu iddialarını dayandırabilecekleri, sadece bu
faraziyelerdiı:
XI
Eğer tasarlanan maksat tüm ahlaki bozuklukların cezalandı
rılması olmuşsa, gönüllü bir birliktelikten vücuda gelen hükümet