3. İçinde insanlar, esirler gibi zincirlere vurulmuş. Her taraflarından o kadar sıkı bağlanmışlar ki, ne mağaranın dışındaki ışığı, ne de mağaranın önünden gelip geçen varlıkları görebiliyorlar.
5. Mağaranın dışından ve ışıktan haberleri olmadığından ve sadece gölgeleri gördüklerinden, bir zaman sonra bu gölgeleri gerçek zannetmeye başlıyorlar…
6. Onlara sahip olabilmek için aralarında mücadele ediyorlar. Ve hayatları o mağarada bu şekilde geçiyor…
10. Gerçeği bulan insanlar, gerçeğe ulaşmanın zevkini tattıktan sonra, diğerlerinin de zincirlerini çözmeye ve gerçeği onlara da göstermeğe çalışırlar…
11. Ama bu, o kadar kolay bir iş olmaz. Karanlığa alışmış insanlara ışık gösterilse bile, ilk anda gözleri kamaştığından bir şey göremezler ve bundan rahatsızlık duyarlar.
12. O nedenle bazılarını çözseler de çokları o mağarada sırtları ışığa dönük, gölgelerle oyalanarak yaşarlar ve ömürleri öyle geçer, gider…
13. İşte o mağara, bu dünyadır; bağlı esirler ise, insanlardır. Dünyadaki gelip geçici her varlık ve her olay, birer gölgeden ibarettir. Asıl gerçekler, bu dünyanın ötesindedir…
14. Eflatun bu gerçekler â lemini, “idealler â lemi” diye isimlendiriyor. Biz kendi inançlarımız doğrultusunda buna “Allah’ın isimleri ve sıfatları” diyebiliriz…
15. “ Bütün maddi güzellikler, kendi hakikatlerinin ve manalarının manevi güzelliklerinden ileri geliyor. Ve hakikatleri ise, Allah’ın İsimlerinden feyz alırlar ve onların bir nevi gölgeleridirler.”
16. Zaten Eflatun da, “idealar” dediği gerçekleri, ışık olarak tanımladığı Allah’tan ayrı düşünmüyor ve “hakikat, ışıktadır” diyor…
17. Yine biz mağaranın dışındaki gerçekleri, Ahiret  leminin gerçekleri olarak düşünebiliriz…
18. Kur’an-ı Kerimde dünya hayatı, “oyun ve oyalanma”, ahiret yurdu ise ”asıl ve gerçek” olarak belirtilmiştir…
19. Peygamberimiz de (a.s.m) bir duasında “Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster” diyerek, bu dünyada gördüğümüz bütün güzellik ve nimetlerin asılları ve menbalarının ahirette olduğunu ifade etmiştir.
20. İnsanların bağlı bulunduğu zincirler ise, ışığa yönelmelerine ve gerçekler dünyasını görmelerine engel olan şeylerdir.
22. Spor, müzik, dünya malı, makam, şöhret, basın-yayın organları, televizyon kanalları, oyun ve eğlence çeşitleri, uyuşturucu… velhasıl gerçek ile aramızda perde olan ve bizi oyalayan ne varsa bir zincirdir…
24. Ne var ki, şimdi bunlara zincir yerine “hobi” veya “tutku” denilebilmektedir…
25. Kendileriyle röportaj yapılan bir çok ünlü kişiye; “Özel tutkularınız nelerdir?” diye sorulduğunda şahit olmuşsunuzdur.
26. Yani, “seni tutan, esir eden, tiryakisi olduğun, alıştığın veya vazgeçemeyeceğin şeyler nelerdir?” demek isteniyor. Zincir kaba olacağı için yerine tutku ya da hobi ifadesi kullanılıyor.
27. Onlar da bir bir sayıyorlar. Kimi, hobisini “sinemaya gitmek” olarak açıklıyor; kimi “maç seyretmek”, kimisi de benzeri bir spor dalını veya müzik çeşidini söylüyor.
28. Bu arada, nadiren de olsa, kitap okumak, tabiatta Allah’ın yarattığı güzellikleri seyredip tefekkür etmek gibi hobileri olanlar da yok değil…
29. Ancak çoğu insanın alışkanlık haline getirdiği ve hayatlarını onlarla doldurduğu şeyler, gerçeklerden uzaklaştırıcı niteliktedir.
30. Eflatun’un zincirlerini çözen ve “diğer insanları da çözüp esaretten kurtarmaya çalışan” dediği üstün kişiler de, gerçeğe ulaşmış filozoflar…
31. … ve Allah’ın vahyi ile gönlü ile aydınlaşmış peygamberlerdir. Peygamberlerin izinden giden alimleri de bu kategori de düşünebiliriz.
32. Bunlar, gölgeleri gerçek zannederek avunan diğer insanlara acırlar ve hakikatin ışığını gösterirler. Ama bu o kadar kolay bir şey değildir…
33. Çünkü karanlığa alışmış bu insanların çoğu, ışıktan rahatsız olurlar ve bu nedenle, yollarını aydınlatmaya çalışan kimselere iyi gözle bakmazlar…
34. Ziya Paşa’nın: Erbab-ı kemalin çekemez nakıs olanlar, Zira rencide olur dide-i huffaş ziyadan” diye anlattığı, yarasa tabiatlı bazı kişiler, ışıktan rahatsız olup gözlerini kaparlar…
37. “ Ben size zincire vurulduğunuz için gülmüyorum. Şaşılacak şey ki, sizi eman vermeyecek Cehennem ateşinden, yemyeşil Cennete bağlı olarak götürüyorum diye güldüm.
38. Yoksa siz, hür ve şeref sahibi iken de sizi böyle zincirlerle bağlı bir halde görüyordum. Benim maksadım insanları zincire vurmak değil, zincirlerini çözmektir.”
39. Evet, yapılacak iş; zincirleri çözmektir. Önce kendi zincirlerimizi çözüp nefsimizin ve dünyanın esiri olmaktan kendimizi kurtaracağız, sonra da diğer insanların zincirlerinin çözülmesine yardımcı olacağız.
40. Kırmadan, onlar bize kızsa bile biz kızmadan, onlara dostça yaklaşıp ikna etmeye çalışacağız.
41. Burada önemli bir noktaya açıklık getirmek gerekiyor. Zincirleri çözmek, tamamen dünya ile olan bağlarımızı koparmak demek değildir.
42. Yine bu dünya mağarasında yaşayacağız ve buranın gereklerini ihmal etmeyeceğiz. Ölünceye kadar gölgelerle de münasebetimiz devam edecek.
44. İnsan dünyayı terk etmemeli ve dünyanın içinde olmalıdır; fakat dünyayı içine ve kalbine doldurup da kendini manen batırmamalıdır. Asıl hedefi, ahiret ve sonsuz hayat olmalıdır…
45. Bu konuyu Yine Mevlana’nın öğüt ve örnekleriyle bitirelim;
46. “ İnsan ışığa sırtını dönüp gölgesine yetişmeye çalışırsa bunu başaramaz. Fakat ışığa doğru koşarsa gölgesi onu takip eder. İşte dünya da böyledir.”
47. Elbette bu tavsiyelere uymak kolay değildir, ama unutmayalım: hangi büyük başarı kolay elde edilmiştir?
48. İnsan için en büyük başarı; dünyanın mahiyetini anlamak ve ebedi gerçekleri keşfedip, sonunda onlara ulaştıracak bir yolda hayatını geçirmektir…