SlideShare a Scribd company logo
ÇİĞDEMİN SESİ
Aylık Online Dergi
Şubat 2017
SABAHATTİN ALİ 110 YAŞINDA
SİNEMA TOPLULUĞU
SÜS TAŞLARININ GİZEMİ
BİZDEN BİR ÖYKÜ
ŞİİR KÖŞESİ
TAŞLARIN DAĞINDA BİR KADIN
KARS’DA KAZ KÜLTÜRÜ
GEZİ NOTLARI-YENİCE
KÜTÜPHANEDEN SEÇMELER
BİR EDEBİYAT AKŞAMINDAN
BRİÇ TOPLULUĞU
ÇİĞDEM’DE ESNAF VAR
YAŞADIĞIMIZ ŞEHİR VE KİMLİK
AĞAÇLARI TANIYALIM
MUHTARIMIZDAN
SERGİMİZDEN
ANKARA’DAN
SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM
AKŞAMLARI
ÇİĞDEM TÜRLERİ
EDEBİYAT TOPLULUĞU
Çiğdem Eğitim,Çevre ve
Dayanışma Derneği
Çiğdem Mah. 1551.Cadde
No:14-A Çankaya-
ANKARA
www.cigdemim.org.tr
Tel: 2852047
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 2
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 3
MERHABA
2017 yılı Genel Kurulumuzu tamamladık. Üyelerimizin gösterdiği güven ve takdir için herkese
teşekkür ediyoruz. Geçen dönem yönetim kurullarında görev alan 3 arkadaşımız çeşitli nedenlerle bu
sene aramızda olamadılar. Onların yerine aramıza katılan 3 yeni arkadaşımızla 2017 yılında görev
almak için seçildik. Öncelikle önceki dönemlerde görev almış ve şimdi aramızda olmayan
arkadaşlarımıza katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz.
Sizlerin güveniyle göreve gelen yeni yönetim kurulumuz arasında görev dağılımı aşağıdaki gibi
yapılmıştır.
Başkan – Fatih Fethi Aksoy
Başkan Yardımcısı – Halil Ferit Uyar
Sayman – Fatma Engin
Genel sekreter – Gönül Öner
Üye ( üyeler ve gönüllülerden sorumlu) – Hasan Hüseyin Aslan
Üye ( İletişim ve sosyal medya işlemlerinden sorumlu) İlkcan Alkurt
Üye ( etkinliklerden sorumlu) – Neriman Acar
Yedek Üyeler ve denetçiler arasında da aşağıdaki şekilde görev paylaşımı yapılmıştır.
Tanıtım ve Halkla İlişkiler – Tülay Korkmaz-M.Demet Yücelgen
Edebiyat ve Sinema topluluğu – Zühal Yüksel-Fitnat Çıtlak
İzcilik Kulübü – Akın Yücel
Güzel Sanatlar – Aytül Aksongur-Nilgün Türker
Fotoğraf Topluluğu – Demet Yücelgen
Bilişim – Tuncay Gökduman
TSM Korosu – Beyhan Zülaloğlu-Neriman Acar
Geziler – Turhan Demirbaş
Eğitim – Buket Polat-Mustafa Özgün
Teknik işler – Kemal Akın
Kütüphane – Fitnat Çıtlak-Neriman Acar-Turhan Demirbaş
Derneğimizin 20.yılını kutlarken önümüzdeki dönemde neler yapacağımızı da planlıyoruz. Bu
çalışmalarda bize yardımcı olabilecek gönüllü dostlara ihtiyacımız var. Her türlü destek bizim için
önemli. Benimde yapabileceğim bir şey var diyorsanız derneğimize bekliyoruz.
20.yılımız için hazırladığımız “Çiğdemim: Bir Sivil Toplum Örgütünün 20 Yıllık Başarı
Öyküsü” adlı kitabımız baskıdan çıktı ve derneğimizde sizleri bekliyor. İlgilenen komşularımız ücretsiz
olarak derneğimizden alabilirler.
Sevgi, Dostluk ve Hoşgörüyle.
Fatih Fethi Aksoy
Çiğdemim Derneği YK Başkanı
ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ÜCRETSİZ ONLİNE DERGİ
Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu Düzenleme: Fatih Fethi Aksoy
Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı
yazılarda görüşler yazarlarına aittir.
İletişim : Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya-ANKARA dernek@cigdemim.org.tr Tel : 0312
2852047
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 4
SABAHATTİN ALİ 110 YAŞINDA
Gümülcine’ye bağlı Eğridere’de 25
Şubat 1907’de doğan Sabahattin Ali,
23 yaşındayken Resimli Ay dergisinde
çalışan Nâzım Hikmet ile tanıştı,
derginin Eylül 1930 sayısında orman
sanayiinde çalışan işçilerin yaşamını
anlatan “Bir Orman Hikâyesi” adlı
öyküsü yayımlandı, 1948 yılında
Kırıkkale’de Sazara köyü yakınlarında
ormanlık alanda öldürüldü.
İlk öyküsünün yayımını gerçekleştiren
Nâzım Hikmet, onun hakkında 1955
yılında şöyle yazdı:
“Orta boyluydu. Tombulcaydı. Gözlüklerinin arkasında pusuya yatmaz, gözlüklerinin arkasında
insanın gözüne dostça, bazen dost bir alaycılıkla bakardı. Bakışları ara sıra mahzunlaşırdı.
Bazen lüzumundan fazla telaşlandığı olurdu. Bazense kendisine, sırf kendisine, lüzumundan
fazla güvenirdi. Yumruklarına değil, zekâsına. ‘Ben, elbette, bizim polis hafiyelerinden,
komiserlerinden, müdürlerinden, bizim içişleri bakanlarından zekiyim, akıllıyım’ derdi.
1933 yılında Sinop ceza evinde “Başın öne eğilmesin/Aldırma gönül aldırma/ Ağladığın
duyulmasın/ Aldırma gönül aldırma” dizeleriyle başlayan şiiri 1976’da Kerem Güney tarafından
bestelendi ve sayıları elliyi bulan sanatçı tarafından seslendirildi, seslendirilmeye de devam
ediyor.
İlk kez 1943 yılında Remzi Kitapevi tarafından yayımlanan Kürk Mantolu Madonna romanı,
Varlık, Bilgi ve Cem yayınevlerinden de piyasaya çıktı. 1998’den bu yıla kadar Yapı Kredi
Yayınları’ndan 84 baskı yaptı, yedi dile çevrilerek yayımlandı, 2016’da İngiltere’de Penguin
Yayınevi'nin Modern Klasikler Serisi kapsamında İngilizcesini yayımladı. Romanın yakın
zamanda dört dilde daha yayımlanması bekleniyor. 1943’de yapılan ilk baskı kitabın
günümüzde sahaftaki satış fiyatı 1.200 lira ile 1.800 lira arasında değişiyor.
Niyazi Berkes’in “O cıvıl cıvıl, canlılık dolu adam kimseden kaçmaz, kimseden gizlenmezdi.
Gürültücü farfara denecek kadar oynak olan bu adamın aynı zamanda bir filozof kadar ağırbaşlı
yanlarını çok gördüm” diye anlattığı Sabahattin Ali için Vedat Günyol, “Gönül kuşumun kanadı”
nitelemesini yapacak Zühtü Bayar da şu değerlendirmede bulunacaktı:
“Sabahattin Ali’yi Türk hikâyeciliğinin bir kilometre taşı olarak göstermemizi gerektiren pek
esaslı nedenler vardır. Özgür bir üslup edebi etkinliğini gösterdiği zamana göre temiz ve halkçı
bir dil ve en önemlisi halka yakın konu ve temaları değerlendirdiği toplumcu perspektif. …Yeni
Türk hikâyesinin ondan öğreneceği epeyi şey var daha.”
Selim İleri’nin ”sevdiği, saygı duyduğu, yeniden okuyunca bunalmadığı hikâyeci”, Fakir
Baykurt’a göre de, “Türk hikâyesini toplumcu gerçekçi yöne doğrultan” kişidir.
Ölümünün 25. yılında, 1973’de Rıfat Ilgaz şunları yazacaktı:
“Düşünüyorum da hâlâ Sabahattin Ali sömürü dönenini bütün çıplaklığıyla gözümüzün önüne
seren, toplumun aksayan yanlarını açığa çıkaran, ezilen halkı her kesimde belirli çizgilerle bize
tanıtan romanlarıyla, öyküleriyle henüz aşılamayan bir sanatçıdır. Toplumsal çelişkiler
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 5
karşısında davranışı, tutumu, hatta eylemi ile yaşadığı çağda üzerine düşen görevi eksiksiz
başarmış ilk sanatçılardan biridir diyebilirim.”
Ilgaz, aynı yazısında, “Evi Ankara’da Karanfil sokağındaydı ama biz arkadaşları onu İstanbul’da
oturur sanırdık” diye anlatır. Evlendikten sonra Karanfil sokağında halen Dost kitapevinin
bulunduğu yerde Cumhuriyet’in ilk döneminde yapılmış Adalar Apartmanında oturmuştu. Kimi
edebiyatçımızın yıllarca oturduğu binaların çoğu Sabahattin Ali örneğindeki gibi 1980’lerin
sonlarında yıkıldı gitti. Sabahattin Ali evinin yerindeki kitapevi tesellisi gibi kaldı.
Vecdi Seviğ
DUVARIN YIKILIŞ MASALI
Sinema Topluluğumuzun Ocak ayındaki filmi bir
dönemi yansıtan “Elveda Lenin” idi. Yönetmen aynı
zamanda tarihçi olan Wolfgang Becker.
Film 1989'da o zamanki adıyla Doğu Almanya'da
geçiyor. Doğu-Batı Almanya’nın birleşim sürecini bir
ana oğlun sıcak öyküsüyle anlatıyor.
Alex’in sosyalizme inanmış, idealist bir öğretmen olan
annesi 1989 yılının kargaşalı günlerinde girdiği
komadan sekiz ay sonra eskisinden çok farklı bir
Doğu Almanya’da uyanıyor. Onun sağlığını korumak
için oğlu ülkedeki farklılığı ondan saklayan, yaratıcı
çözümlerle ona bir rüya ülke yaratıyor. Alex'in
çabalarını izlerken güldük, şaşırdık, hüzünlendik…
Annelerin çocukları için yapacaklarının sınırı
olmadığını biliyoruz. Bu filmde çocukların anneleri için
neler yapabileceğini gördük.
Filmde aile temasının yanında olan soğuk savaşın
bitimine zemin hazırlayan Berlin Duvarının çöküş
sürecini izledik. Berlin Duvarı’nın yıkılışını, öncesi
ve sonrasıyla Almanya’yı, duvarın yıkılışından
yıllar sonra tanıklık etme şansı tanıdı film bizlere.
Doğu Almanya’ya kapitalizmin hızla girişini,
gerçekleşen dönüşümü, uyum sürecini ve bunların
insani yönünü gözledik.
Sinema dolu günler dileğiyle,
Zuhal Yüksel
YENİ ÜYELERİMİZ
Geçtiğimiz ay içerisinde üyelik başvurusunda bulunan ve Yönetim Kurulumuz tarafından
üyelikleri onaylanan Latif Yurt, Almila Kından Cebbari ve Fatma Kama’ya aramıza hoş geldiniz
diyor ve bu gönüllü desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.
Henüz üye olmayan komşularımızı da aramızda görmek istiyoruz. Üye formunu doldurup bir
fotoğraf vermeniz yeterli. Yıllık üyelik aidatımız 25 TL.dir.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 6
SÜS TAŞLARININ GIZEMI
Kızgın kor halinde ki dünyamız soğumaya başladığında, taşlar da oluşmaya başladı. Her şeyden
ve herkesten önce, yeryüzünün ilk kalıcı varlığı taşlar oldu. Bu nedenle taşlar, dünyamız yok oluncaya
kadar hep var olacak... Milyarlarca yıl önce, yani günümüzden çok eskilerde oluşan bazı taşlarsa, o
dönemin yaşam izlerini ve sırlarını, fosiller aracılığıyla bizlere taşıdılar...
Kimi zaman volkanlar, dünyada var olan yaşamın sona ermesine neden oldu. Örneğin, bundan 65
milyon yıl önce, evrenin sonsuzluğundan kopup gelerek dünyamıza çarpan ve başta dinozorlar olmak
üzere, pek çok canlı türünün yok olmasına neden olan, dev bir meteor da sonuçta taştı... Zaten,
gökyüzünde kimi zaman bir fener gibi ışıldayan ve insanların romantizmini besleyen Ay’da, milyonlarca
yıl önce dünyadan kopmuş başka bir taş...!
Dünyanın oluşumundan 4,5 milyar yıl sonra ortaya çıkan, sonra da kendini dünyanın sahibi ilan
eden insanoğlu, önceleri bu taşları oyarak kendine ev yaptı. Sonra aynı taşları kırıp, üst üste koyarak,
duvar örmeyi keşfetti! Böylece kendine güvenli barınaklar yapabildi. Öyle ki, zamanla her işlediği taş,
giderek daha gösterişli oldu. Sonunda mükemmel taş işçiliğiyle kayaları yontup, tapınaklar ve heykeller
yaptı... Yonttuğu bu heykellerin bazılarını tanrı olarak kabullenip, onlara tapındı da...!
M.Ö. 107’de Mimar Apollodorus, Roma İmparatoru Traian’ın isteği üzerine, Romanın meşhur
Tirian çarşılarının yapımını üstlenince, çarşıda kullanacağı 480 sütun, sütun başlığı ve çarşıyı süsleyecek
onlarca heykelin, Afyon'un İscehisar ocağından çıkarılan ve pavonazetto denilen mermerden yapılmasını
istediği için, o dönemde çok zor olan taşıma işini de üstlenmiş, sonuçta tonlarca mermerin Roma'ya
taşınmasını sağlamıştır... Uzun süre, sadece Roma için çalıştırılan bu ocak, daha sonra Bizans için de
kullanılmıştır. Söz konusu mermerler Ayasofya'yı da süslemiştir. Bu ocak, bugün bile işletilmektedir...
Antik dönemin insanları, yine İstanbul güneyindeki Marmara Adası mermer ocaklarını işletmiş,
asırlar boyu muhteşem sütun ve sütun başları üretmişlerdir... Zaten adını, üzerindeki mermer ocaklarından
alan Marmara Adası da, tıpkı bir fabrika gibi dönemin medeniyetlerine, muhteşem sütunlar üretmiş,
Roma'ya ve tüm dünyaya dağıtmıştır... O çağlarda, insanoğlunun sanatçı yanı ağır bastıkça, taşları değişik
biçimlerde işleyerek saraylar, tapınaklar, mezarlar yaptılar. Bunların içinde en muhteşemi ise, tabii ki
piramitler olmuştur...
İnsanoğlu bu tür büyük taşların yanı sıra, bir gün küçük ama farklı renkte ve güzellikte başka
taşları da keşfetti... Sonra daha çok meraklanıp, taşların içindeki gizemi ve güzelliği keşfetmeye çalıştı...
Bu merakı sonunda, doğada farklı renklerde ve az bulunan taşlar buldu... Doğada az bulunan bu taşları,
değerli olarak kabul etti. Zamanla bunları para ve takas malzemesi olarak kullandı. Sultanların zenginliği
bile, kimi zaman bu taşlarla ölçülür oldu...
Doğada yüzlerce mineral bulunmasına karşılık, bilinen değerli süs taşı sayısı, insanın beğenisine
bağlı olarak ancak 50 civarındadır. Bizlerin gözünü kamaştıran az sayıda bu taş, kadınların boyunlarında,
bileklerinde, kulaklarında süs olurken, erkeklerinde elinde tespih ya da baston tutamağı olarak hayatımıza
girdi...
Süs taşı aramak ve bulmak bir uzmanlık işi olmakla birlikte, her doğa sever biraz çaba harcayarak,
yarı değerli bir süs taşı bulabilir...! Zaten birçok süs taşı da arkeolojik dönemlerde kazayla bulunmuştur!
Süs taşlarını kuru nehir yataklarında, kayaların yüzeyindeki çatlaklara sokulan magmanın çevresinde,
cevherli sıcak su (hidrotermal) bacalarında, birikinti konileri, açık maden işletmeleri ve akarsu
taraçalarında bulmak mümkündür...
Ancak bir süs taşı bulmak, işin ilk aşaması olmakla birlikte, bu taşları işlemek işin en zor yanıdır..!
Buradaki zorluk, taşın fazla sert olmasından kaynaklandığı için, elmasta olduğu gibi taşın kesilerek
işlenmesi, çoğu zaman uzmanlık gerektirir...
İnsanlar, asırlar öncesinden günümüze gelinceye kadar, taşlara gizemle yaklaşmıştır. Günümüz
insanı da farklı olmadığı için, bu mistisizmi hâlâ sürdürmektedir! İlk çağlarda olduğu gibi günümüzde de,
bazı taşların gücü olduğuna geniş bir kesim hala inanmaktadır! Dolayısıyla yarı değerli süs taşlarının
kullanımı, her gün biraz daha artmaktadır...
Dünyanın neresinde olursanız olun, bulunduğunuz çevrede, ilginizi çeken bir taş bulursanız eğer,
hiç üşenmeden onu yerden alın. Daha sonra onu yıkayarak temizleyin ve evinize götürün... Belki bir gün
çamurun içinden bile, sizin için değerli sayılacak bir taş çıkabilir. O zaman bulduğunuz o taşı, evinizin en
güzel köşesine yerleştirin. Sonraki günlerde o taşı evinizde gördükçe, evin havasının nasıl değiştiğini fark
edeceksiniz...
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 7
Ayrıca süs taşlarını toplamaya başladıktan sonra, doğal olan her şeye, daha çok yakınlık
duyduğunuzu da, fark edeceksiniz! Tabii ki sonra da, doğal olan her şeyi korumak için, içinizden gelen
bir duygunun da geliştiğini hissedeceksiniz...
Kim bilir, bir gün bulduğunuz bir taş, sizin de dünyanızı değiştirebilir...
Cengiz KARAKÖSE
Jeoloji Yük. Müh.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 8
BİZDEN BİR ÖYKÜ
HAL VE GİDİŞ PEKİYİ
Okullar açıldıktan ve öğretim yılı hazırlıkları tamamlandıktan sonra naklen gelen öğrenciler
gözümü korkuturdu. Hele ikinci dönem olursa bu geçiş, özellikle veli karabasan gibi düşer gündeme.
Çocuk birinci dönem sonunda karneyi alır, eve gelir. Anne baba bir gün olsun okula gitmez, veli
toplantılarına katılmaz, sonra da karnede baştan aşağı davranış notlarını, hatta bütün dersleri beş olarak
görmezse hayal kırıklığı yaşar. Yakın komşu, akraba çocuklarıyla kıyaslanır, karneler karşılaştırılır,
çocuğunun elinden çekiştiren veli soluğu okulda alır.
Sonuç değişmedi mi? Okuldaki diğer öğretmenler düşünülür, nasılsa okulda başka şubeler de
vardır. O da olmadı yakın çevrede bir başka okula çocuğunu naklettirmek ister büyükleri; zararını yararını
tartmadan, düşünmeden. Ne öğretmen, ne arkadaş, ne çevre, ne de okul beğendirmek olasıdır bu velilere.
Çocuklar her gittiği sınıfta yeni arkadaşlar edinip, öğretmenini sevse de, çevreye uyum sağlayıp okulu
benimsemiş olsa da bu kaprisli büyüklerinin ellerinde sonbahar yaprakları gibi savrulur durur. En kötüsü
de öğretmenleri çocuğun yanında çekiştirilir, bire bin katarak kötülenir, yerden yere vurulur.
İncir çekirdeğini doldurmayan bir nedenle başlar tartışmalar. Yok, arka sıraya oturtmuş,
bayramlarda, kutlama törenlerinde şiir okutmamış, sınıf başkanlığına seçmemiş, oyunlarda hep ebe
olurmuş. Daha neler… Bir de öğrencinin karnesinde bütün notları (5 ) pekiyi değilse, vay haline o
öğretmenin.
Tayin ve ev taşıma zamanı olmadığından, yıl ortasında, ikinci dönem başında okula nakil gelen
öğrencinin durumu, velinin genel görünümü üç aşağı beş yukarı budur.
O yıllar karnede davranışlar bölümü “hal ve gidiş, temizlik, intizam, diş koruma” gibi kısa, az, öz
başlıklarla adlandırılırdı. Sonraları “başkalarıyla birlikte çalışabilme, grup içinde sorumluluk alma, aldığı
görevi yerine getirebilme” gibi uzun, okumaya üşenilen sözcükler öbeği görünümünde olunca, başarı
ortalamasını da etkilemediğinden, dikkate alınmaz olmuştu bu notlar.
Suat, ikinci dönemin ilk haftası geldi sınıfa. Annesi, babası ve kendinden en az on beş yaş büyük
ablasıyla. Büyük ağabey bahçede kalmıştı. İşte, gözünün içine bakılan, şımartılan, böyle davrandıkları
için huyu değişen, başarısı olumsuz etkilenen, sorunlu bir öğrenci diye düşündüm. Yanılmamışım.
Baba iri yarı, esmer, çatık kaşlı, sert bakışlı bir adam. Velilerimin büyük çoğunluğu gibi bu da
Siteler’de mobilyacı. Kendi atölyesi değilmiş, aylıkla çalışıyormuş. Atölye işini batırdığını, önceleri
maddi durumları çok iyiyken el kapılarında çalışmaya başladıklarını; evlerini satıp kiraya düştüklerini
öğrendim, görüşüp konuştukça. Senetle, çekle çalışırlarmış. Senedin biri karşılıksız çıkmış; hapse
girmeler, şanssızlıklar, hastalıklar hep peş peşe gelmiş.
Düşünceler, bakışlar tekerleme olup yapışmış dillerine. Her gecenin sabahı, her tünelin sonunda
bir ışık olduğu. Denizler dalgalanmadan durulmaz, her işte bir hayır var deseler de bir bir kapanmış
kapılar; sıkıntı çöreklenmiş eşiğe, gün göstermemiş aileye. Umutlarla birlikte sabır, güler yüz, hoşgörü de
eksilmiş yaşamlarından.
“Anne babamın bir kızıydım, konaklarda büyüdüm, kaçarım diye korkusundan verdiler beni
kocama” diye anlatmıştı bir gelişinde Suat’ın annesi. Sonradan, tanıdıkça etkilenmiş, sevmiştim aileyi.
Ama ilk görüşte gözüm korkmadı desem yalan olur. Bu tür çocuklar sürekli sorun
yaratır; kimseyle anlaşamaz, arkadaş edinemez, içine kapanır, ani tepkiler verir, çabuk öfkelenir; ulaşmak
mümkün olmaz, kabuğunu kırıp dokunamazsın yüreğine. Ailesinin söylediğinden,
yönlendirmesinden, doğrularından başkasını bilmez, dinlemez kimseyi.
Suat’ı da böyle gördüm ilk gün. Tıpkı babası gibi kalın çatık kaşlarıyla süzdü beni uzun, suskun
bakışlarla, gözlerini kaçırarak. Anne; babanın aksine ufak tefek, kumral saçları çiçekli, renkli, iğne oyalı
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 9
yazmasının kenarlarından görünen, buğday rengi teninde belli belirsiz çilleri olan, bal rengi gözlü, ölçülü
yüz hatlarıyla güzelce bir kadın. Büyük kız ve oğlan baskın baba benzeri; gür sesli, her söze sazan gibi
atlayan, tetikte bekleyen, tepki vermeye hazır, gözlerime dimdik bakarak konuşan esmer güzeli gençler.
Suat anne ve babanın karışımı. Her iki tarafın başat genlerini taşıyor denebilir, hatta daha da
fazlası. Okul değiştirme nedenini doğrudan söylemeseler de belli, karneyi beğenmemişler. Bütün
derslerin notu iyi, beden eğitimi dışında. Sadece o pekiyi. Bilirim o derse daha düşük not versek, veli okul
kapısına dayanır; “Benim çocuk hoplayıp zıplayamıyor mu hoca, özürlü mü yoksa?” diyerek. Köy
okullarında, kenar mahallelerde, küçük kasabalarda bu tür durumlar hemen hiç yaşanmaz, “Eti senin
kemiği benim” diye getirilir çocuk; bunlar şehirlerde, anakentlerde çarpık büyümenin yan etkilerinden.
En önemlisi, davranışlar bölümünde de notlarının hepsi pekiyi değildi Suat’ın. Özellikle Temizlik
notunun İyi olması, başta hastalık derecesinde temiz, titiz olan anneyi üzmüş. Komşunun pasaklı oğlu
gibi ona da iyi vermesi aileyi çok üzmüş. “Elbezlerini bile her gün kaynatıp, ütüleyip öyle koyuyorum
beslenme çantasına” deyip, kar beyazı havluları göstermişti geldikleri ilk gün.
Böyle evlerde yetişen çoğu çocuklar, okulda duvar tepelerinden inmez, yerlerde yuvarlanmaktan
başka oyun bilmez, sırası karalanmış, yazı masasının gözleri kalem yontuları, yiyecek artıkları dolu olur.
Anne baba bunu bilmez. Evde çamaşır suyu elinden düşmeyen, taş ovmaktan, cam silmekten, toz
almaktan, halı kilim yıkamaktan başka gözü bir şey görmeyen anne, çocuğu dışarıda ne yapıyor aklına
bile getirmez. O evin işi püsürü canına yetiyordur.
Suat ilk bakışta temiz, düzenli biri gibi görünüyor. Kardeşlerinden yıllarca sonra doğmuş, anne
babanın büyük torunuyla yaşıt – hep tekne kazıntısı derler ya sinir olurum bu söze, ne demekse- en küçük
çocuk olması nedeniyle oldukça şımartılmış. Bebekliğinde ateşli hastalık geçirmiş, saralıymış. Her
yaramazlığına göz yummuşlar, her yaptığını yanlış da olsa hoş görmüşler. Bir dediğini ikiletmeden el
bebek gül bebek büyütmüşler, söylediklerine göre.
Sadece anne baba değil, diğer yedi kardeş de evlat gözüyle bakıyorlar küçük Oğlan’a.
Bu özen ve titizlik içinde büyüse de Suat’ın en sevdiği oyunlar; futbol maçları yapmak, uzuneşek
oynamak, yolda her gördüğü taşı tekmelemek, okulda su savaşı çıkarmak, ders aralarında en ufak
tartışmada arkadaşlarıyla gırtlak gırtlağa gelip yerlerde yuvarlanmak; en ufak bir tepki, uyarı karşısında
yüksek sesle zırlayarak, salya sümük ağlamak. Okuldan eve dönüşte ne ütülü mendil, ne kolalı beyaz
yaka, ne de sağlam düğmesi kalıyordu okul giysisinin. Öğretmen, annenin ozonlarla ağarttığı
mutfak karolarına bakıp temizlik notunu pekiyi yazacak değil ya!
Zoru başarmayı, karmaşık iplik çilelerini çözmeyi, insanların dertlerini dinlemeyi, çocuklarla
oynamayı severim. Suat’la iyi anlaştık kısa zamanda. Yılsonu için hazırlanan tiyatro oyununda görev
alması, yaptığı bir resmin sergi için seçilmesi, sınıflar arası spor karşılaşmalarına katılması işimi
kolaylaştırdı. Düşüp bayılma ve sara krizleri hafifledi, azaldı.
Özünde iyi bir çocuk. Aile de ilgili; bana güvendiler, inandılar, ne zaman çağırsam koştular okula.
Çok iyi günlerden bugünlere gelmişler, ev ve işyerlerini kaybetmişler; varlıktan yokluğa düşmenin
boşluğunda, şaşkın, güvensiz, perişan ve mutsuzdular. Dostları, akrabaları
birer ikişer uzaklaşmış, birkaç çevre değiştirmişler; alışkanlıklarını, zevklerini yitirmişler. Para her şey
olmasa da yokluğu çok şeyi alıp götürmüş yaşamlarından, kişiliklerinden. Kavgacı olmuşlar, şüpheci, asık
yüzlü; insanlara güvenlerini yitirmişler. Bir şeyi defalarca söylemeden ikna olmuyorlardı ilk
görüşmelerde.
Sonunda ortak payda da buluştuk, güvenini kazandım ailenin. Hepimiz Suat’ın iyiliği, başarısı,
mutluluğu için çalışıyorduk. Her söylediğimi dikkatle dinliyor, hemen kabul edip ellerinden gelen her
katkıyı ikiletmeden yapıyorlardı. Diğer öğrenciler de kısa
sürede benimsedi ve sevdiler hastalığıyla, yanlışıyla, eksiğiyle Suat’ı. İlkokulu bitirinceye kadar benim
sınıfta okudu, önemli bir sorun yaşamadık.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 10
Bahar gelince diğer sınıflarla pikniğe giderdik Golf Klubüne. Çevredeki tüm okullar için en uygun
alandı. Siteler, Solfasol, Hasköy, Subayevleri, Aydınlıklevler, İçaydınlık Türk iş blokları Semtleri
arasında kalmış uçsuz bucaksız çamlık, çimenlik kırsal köşe.
Öyle Ege’nin çam ormanları gibi gür, gümrah, görsel değil. Kısa boylu, gölgesi ancak kendine
yeten, seyrek dikilmiş bodur çamlar; tam çocuklara göre, öğretmenleri ürkütmeyen, velilerin
gözünün arkada kalmayacağı, tehlikesiz bir oyun alanı. Burada tüm öğrenciler gönlünce top koşturur,
kovalamaca oynar; su birikintilerindeki kurbağa yavrularını izler, çiçek toplar, uğur böceği yakalayıp
dilek dilerlerdi. En zevkli olanı, büyük küçük herkesi coşturan, neşelendiren etkinlik uçurtma uçurmaktı.
Gökyüzü renk renk, irili ufaklı, türlü resimli uçurtmayla dolardı. Yenen yiyecekler de özene bezene
hazırlandığından pek lezzetli olur, herkesin iştahı açılır, keyfi yerine gelirdi.
Hafta içi öğrencilerin, hafta sonu ailelerin, gece de içkicilerin, başıboş köpeklerin mekânı olan bu
çamlığın tam adı Amerikan Golf Klubüydü. On iki yıl kiracı olarak oturduğum Aydınlıkevler semtinde,
defalarca gittiğimiz, hemen her gün önünden geçtiğimiz bu yerde ne Amerikalı birini, ne de golf oynayan
bir Allah kulunu gördüm. Ama adı Golf Klubüydü, herkes öyle söylüyordu. Bahar gelir gelmez tüm
öğrencilerin dilinden düşmezdi, ne zaman piknik yapacağımızı sorup dururlardı.
Karadenizli bir öğretmen atanmıştı o yıllarda okulumuza, eşi subaydı. O kadar çok duymuştu
ki Golf Klubü adını, bir hafta sonu çoluk çocuk gitmişler, piknik yapmaya. Hayal kırıklığına uğramışlar,
anlatırken kendini tutamayıp kahkahalarla gülüyordu. “Bende bir şey sandım, siz Trabzon’u,
Giresun’u, Rize’yi göreceksiniz, buralara dönüp bakmazsınız” demişti. Daha önce üç yıl çalıştığı
İstanbul’u ise yere göğe sığdıramıyordu.
Ne yapalım burası Ankara. Ata’nın yoktan var ettiği şehir; denizi yok, dağı yok. Tepeler, çaylar,
pınarlar, bağlar içinde bir ova. Anıtkabir’i, Çubuk ve Bayındır barajları; Kuğulu, Seğmenler, Botanik ve
Gençlik Parklarıyla; Eymir ve Mogan gölleriyle; Kalesi, Çıkrıkçılar yokuşu, Kızılay çarşıları, Ulus
sebze Hali ile o zamanlar bize yeten, mutlu eden, sessiz, sakin, huzur veren, sorunsuz bir kentti.
Okullar tatil olmuştu. Yaz sıcakları ortalığı kavuruyor, güneş tepede alev topu gibi buram buram
terletiyor, bunaltıyordu. İki küçük kızımın aklına uyup Golf Klubüne gittik, piknik yapmaya.
Bütün çocuklar bisiklete binip dört dönüyorlardı ağaçların çevresinde, bayıltıcı sıcak havaya
aldırmadan. Biraz sonra gazetecilerin geldiğini, ağaçların altında yaşayan bir aileyle konuştuklarını, resim
çektiklerini söylediler.
Büyük kızım adını çıkaramadı ama benim öğrencimin ailesi olduğunu söyleyince dayanamadım,
eşyaların yığılı olduğu yere gittim. Suat’ın ailesiydi. Bütün eşyalarıyla oradaydılar. Döküm saçım kap
kacak, yorgan döşek, sandalyeler, masalar dolaplar üst üste yığılı, tüm aile bir kilimin kenarına
oturmuş; baba yere çömelmiş gazetecilerle konuşuyor, Suat annesinin arkasına sinmiş, bakışları korkulu,
şaşkın. Abla güneşten kavrulmuş yüzünün terlerini silerken, merak edip toplanan çocuklara bağırıyor:
“Ne var, ne bakıyorsunuz! Ayı mı oynatıyoruz, defolun gidin başımızdan!”
Yanlarına gittim, utanır gibi oldular beni görünce; elleri, dudakları titriyor, gözleri seğiriyordu
konuşurken annenin. Kirayı ödeyememişler bu ay, ev sahibi kapıya gelip bağırmış, küfretmiş. Gururları
kırılmış, konu komşunun yüzüne bakamayız deyip buraya taşımışlar eşyalarını. “Bir haftadır ev arıyoruz,
borç harç kafamızı sokacak bir yer bulursak gireceğiz. Kiralar yüksek, bir de çok çocuklu aileye vermek
istemiyorlar evlerini” dedi susuzluktan kurumuş, çatlamış dudaklarıyla.
Ahşap dolaplar, masa, sandalye, kadife kaplamaları solmuş yıpranmış koltuk takımları, İtfaiye
Meydanı eski eşya dükkânlarındaki ikinci el mallar gibi gelişigüzel yığılmıştı. Yenip içilenlerin artıkları
bir kenarda, Mamak çöplüğü benzeri kokuşuk küçük bir tepe oluşturmuş. Kırık dökük tahta kasalarda
küçük baharat poşetleri, tuz, şeker, çay kutuları. Patates, kuru soğan, ezik domatesler, buruşmuş
yeşilbiberler, salatalıklar pazar artıkları gibi piknik tüplü ocağın yanına gelişigüzel atılmış. Leğen ve
tepsilerde kap kacak, bardaklar, tencereler, tavalar, çaydanlıklar. Sele ve sepetlerden, bohçalardan taşan
giysiler. Bir kenarda özensizce katlanmış yataklar, saten kaplamalı yorganlar, beyaz
dantelli yastıklar, işlemeli kırlentler.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 11
Çoluk çocuk, büyük küçük, gazeteciler, fotoğrafçılar sanki Çıkrıkçılar yokuşunda, sokağa taşan
satılık malları inceleyen alıcılar gibi döne dolaşa dakikalarca seyretmekten kendilerini alamıyorlardı.
Sanki televizyonda belgesel dizi izliyorlar; şaşkın, duygusuz, anlamsız bakışlarla.
Suat hiç konuşmadı benimle, yerinden bile kımıldamadı, sanki kimseyi görmüyordu.
Mutfak penceremden bakarken bahçedeki mavi ladin, yılbaşı ağacı, askeri bölgedeki çamlar,
apartmanlar arasından görünen ODTÜ ormanı yaşattı bu anıları bana; otuz yıl öncesine gittim birden, bu
güneşli kasım sabahında.
Şimdi Altın Park oldu, Golf Klubünün arsası. Spor, bilim, sergi salonları; kocaman havuzu, çiçek
bahçeleri, piknik alanları, atçılık bölümleriyle; dinlenme, eğlenme, sanatsal çalışmalar ve ekonomik
etkinliklerin düzenlendiği, görkemli bir yer oldu. Eski gösterişsiz, doğal, dost sıcaklığını yitirdi.
Fazilet Ünsal ELİAÇIK
Kasım 2012/ANKARA
ŞİİR KÖŞESİ
Şafak Kaçkını
nar sesiyle kırılır şafak güncesi
sabaha erteler gece
ılık nefesini
bir tomurcuk patlar
sabırsız öpüşlere
balyoz taşa ağır
gül dalına hafif
hazirandan çalınmış kiraz zamanı
yüzünün ilk yarısı
alazında tenin
bin kelebek kanat çırpar
volkanları yorgun ömür
suskun dağ eteği
Dursun Nadir
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 12
TANRILAR DAĞINDA BIR KADIN
Theresa Goel, Cambridge, New York
Üniversitelerinde mimarlık ve Arkeoloji
öğrencisi iken bir dergide, Nemrut'taki
tanrıların tahtları ile ilgili bir yazı okur.
O yazı düşlerinde ve yaşamında
önemli bir kilometre taşı olur.
1947 yılında Amerika'dan bir grupla
Adıyaman'a gelip Kâhta ve Horik
köylüleriyle çalışmaya başlar. Bir yıl
süren alışma sonunda Theresa,
Nemrut - Kommagene'ye sevdasını
açıklar.
“İstemem evlilik, Nemrutla evliyim, bu
tarihi taş eserler benim evlatlarımdır.”
Theresa, yıllarca Adıyaman köy ve ilçelerinde halkın, doktoru, ebesi, öğretmeni ve Nemrut
dağının Arkeolog’u olarak çalışır. Kommagene uygarlığının bütün sırlarını çözer ve bilim
dünyasına armağan eder. Bu çalışmalar sırasında validen, çobana herkes Theresa'yı tanır.
1970'lerde turist rehberi olan Mahmut Arslan, Theresa'nın, Nemrut'ta yaşadığı çadıra erzak,
mektup, telgraf götürür. Dost olurlar. Nemrut'taki çadır kamp, eski Kâhta’daki taş ev, hasır
şapka, cip, Nemrut'a giderken bindiği katır, aşçı Aziz ve evlat edindiği Deli Mıçı, Theresa'nın
vazgeçilmezleridir. Theresa çalışkan, inatçı, sevgi dolu bir kadındır.
Nemrut'ta herkesi uyarır “Turistlere söyleyin bu tarihi taşlara basmasınlar bu taşlar 2000 yıl önce
sanatçıların hünerli elleri ile yapılmış, bunlar benim çocuklarımdır."
Tanrılar dağındaki yaşam onu yormaz ama yaşlanır ve 1984 yılında Amerika'ya döner.
“Küllerimi Nemrut'ta Serpin!” Yıl 1989 bir sabah Kâhta otogarına gelen Amerikalı Kermit
Goel, Theresa'nın erkek kardeşidir. Mahmut ve Deli Mıçı'yı alır. Nemrut'un zirvesine çıkarlar.
Kermit, çantasında bir kavanoz çıkarır, açar, “Artık tanrılarla birliktesin Theresa, rahat ol!” der.
Kavanozdaki külleri anıt mezarın üstüne serper. Böylece bir yaşam tarihe karışır. Bu ölümsüz
kadın, Nemrut sevdası uğruna ülke sınırlarını aşar. Bir yurtsuz olur. Bu tavrı onu ölümsüz kılar.
Kaç kadın, dünyanın kaç yerinde tutkusu uğruna ülke aşar, tutkusuna bir yaşam adar bilinmez.
Bilinen Theresa Goel, kendini yeniden yaratan kadındır! Theresa Goel, 1953 yılında
Adıyaman'ın tanrılar dağı Nemrut'ta bir kadın heykelini gün ışığına çıkarır. Ve bu çalışmayı
şöyle kaleme alır:
“Fırat'a Tepeden Bakan Taht, Mezopotamya'nın ay ışığıyla yıkanan yüzüne, aşağıda gümüş bir
ejderha gibi ışıldayan Fırat'a baktım. Gece rüzgârı uğuldayarak esiyordu.”
Tanrılar dağında bir kadın arkeolog çalışmalardan yorulan gözlerini Fırat'ın seyri ile dinlendirir.
İşte o an Mississippi ile Fırat birlikte akar. 2134 rakımlı Nemrut dağında kadının evrensel
türküsü söylenir...
Herkesin kendince bir 'Nemrut’un Kızı' öyküsü, şarkısı, türküsü, sevdası bu zengin topraklarda
vardır. Yeter ki, insanların sıcacık yüreklerinde vefaya ve sevgiye yer olsun…
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 13
KARS’TA KAZ KÜLTÜRÜ
2010 yılında Çiğdem Derneği ile yaptığımız Doğu Anadolu gezisinde Kars’ta iki gün kalmıştık. 2016
yılında UNUSCO Dünya Miras listesine girecek olan Ani Harabeleri Kars gezimizin önemli bir ayağı
iken, Kars Müzesine çok beğenmiştik. Fakat Kars’ın Kaz kültürü hakkında en ufak bilgim yoktu.
Kars ilinin uluslararası lezzeti ve kültürü olan Kaz, bölgedeki sosyal ve kültürel önemi MÖ 2. bin yıla ait
seramikler üzerinde tespit edildi.
Kars Kafkas Üniversitesi tarafından yapılan araştırmalarda Kars Arkeoloji Müzesi'nde bulunan MÖ 2. bin
yıla ait Aras Boyalıları Kültürü'ne ait bir çömlek parçası üzerindeki kaz betimi, kaz kültürünün bölgedeki
köklü geleneğine ilişkin önemli bir kanıt olmaktadır.
Konu ile ilgili, Kars ve Iğdır'ın da içinde olduğu Orta Aras Havzası'nın günümüzden 4 bin yıl önce Aras
Boyalıları olarak bilinen kültür birlikteliğine ev sahipliği yaptığını, kültürün diğer kültürlerden farklı
olarak boyalı çanak çömlek üzerine geometrik ve bölgenin faunasına uygun çeşitli hayvan betimleri
bulunmaktadır.
Son altı yıldan beridir, bölgenin en önemli kültür dinamiğini oluşturan ve bugünde izlerini tespit ettiğimiz
Aras Boyalıları Kültürü'ne ait bir parçanın 19. yüzyılın ortalarında Ani Antik Kenti kazılarında bulunarak
Kars Arkeoloji Müzesi'ne getirilmiş.
http://aktuelarkeoloji.com.tr/karsta-kaz-kulturunun-4-bin-yillik-gecmisi
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 14
GEZİ NOTLARI
YENI BIR EKO TURIZM MERKEZI OLABILECEK YER;
YENICE ORMANLARI
Türkiye’nin en büyük blok ormanları olan, Karabük ili Yenice ilçesine Ankara’dan üç saatlik bir
yolculuk ile vardık. Bu gezimizi Çiğdem Derneği ile birlikte günübirlik olarak planladık. Yaban
hayatı ve bitki çeşitliliğiyle “Dünya Doğayı Koruma Vakfı” tarafından acil korunması gereken yüz
sıcak noktadan biri seçilen yenice ormanlarına ulaşıp kısa bir çay molası ile parkurun başında
bulunan dere kenarında bulunan otelden başlıyoruz.
Son yıllarda dünyada birçok örneği bulunan ve sayısız doğaseveri kucaklayan yürüyüş
güzergâhları, ülkemiz geneline de yayılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Likya, Frig Yolu, St. Paul
ve İstiklal Yolu gibi işaretlenmiş uzun rotalara, Karabük Yenice Ormanları doğa yürüyüş
parkurları da ilave edilmiştir.
Orman içi yürüyüş
yolumuzun başına;
Karabük-Yenice arasındaki
karayolu, Filyos Çayı ve
tren hattının yanında
devam eden yolun
üzerinde tam on altı tüneli
aşarak ulaşılıyor.
Sabahları kalın sis
perdesini kuşanan
ormanlık bölge, yolculuğu
masalsı bir havaya
büründürüyor. Sonbahar
ayı olduğu için harika bir
manzara eşliğinde
yürüyüşümüze rehber
eşliğinde başlıyoruz.
Güney yöne bakan yamaçlar orman ile iyice kaplı, sandal ve çam ağaçları eşliğinde
yürüyüşümüz devam ederken. Kuzey tarafı ise sarı-beyaz ıhlamur ağaçlarıyla kaplı olması, bu
coğrafyayı, çok etkileyici kılmaktadır.
Tropik bölgeler dışında dünyanın ender coğrafyalarında rastlanan anıtsal ağaçları, yemyeşil
vadileri, yükseklikleri iki bin metrelere ulaşan dağları, derin kanyonları, her daim çağıltılı dereleri,
sürpriz şelaleleri, yaban hayatı ve değişik bitki çeşitliliğiyle Yenice Ormanları, farklı outdoor
aktiviteleri için gerçek bir eko turizm merkezi aynı zamanda. Günübirlik veya kamplı yürüyüş
güzergâhları ile bisiklet rotaları dışında; kanyoning, kaya tırmanışı, kuş gözlemi, foto safari,
botanik yürüyüşleri, rafting ve yamaç paraşütü gibi etkinlikler de yapılabiliyor bu bakir alanda.
Ormanın derinliklerindeki tesisler ve yol boyunca rastlayacağınız pınarlar, doğaseverlerin
macera dolu aktivitelerini kolaylaştıran unsurlar aynı zamanda.
Öğle aramızı verip, yemek yedikten sonra yürüyüş yerimize yakın bir yerde küçük bir köylü
pazarından alış veriş yapıyoruz. Tırmanma yerimizde eski bir ev otel olarak düzenlenmiş, eski
bir milli bisikletçi tarafından işletildiğini öğreniyoruz. Parkur ortalarında tablo gibi olan dağ ve yol
manzaralarından bol fotoğraf alıyoruz. İnişimiz tamamlanınca bol oksijen almış olarak Ankara’ya
dönüyoruz.
Turhan Demirbaş
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 15
KÜTÜPHANEMIZ’DEN SEÇTIKLERIMIZ
Fatih Harbiye romanında Tanzimat döneminden Milli
Mücadele ile Cumhuriyet’e geçiş döneminde eski ile yeni
değerler arasındaki bağlantı anlatılıyor. Kitabın ana karakteri
olan Neriman’ın hayat hikayesinden çıkarak anlatılan konuda
eski hayat değerlerine bağlı bir hayat süren Neriman’ın
modern bir hayata geçişte yaşadıkları zorluklar ve ikilemler
var.
Kitabın adı ise hikayenin geçtiği iki semtten geliyor. Fatih ve
Harbiye semtleri arasında yaşanan iki hayat tarzının arasında
gelgit yaşayan genç kızın hikayesi okuyanları gerçekten
etkiliyor.
Kütüphane No: 1096
Kendi dönemi içindeki gerçekçilik anlayışına uygun olarak
yazılmış olan Yaban'da Yakup Kadri, I. Dünya Savaşı'nın
bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan
sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu,
Milli Mücadeleye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir.
Yaban için "bu eser benliğimin çok derinliklerinden adeta
kendi kendine sökülüp, koparak gelmiş bir şeydir" diyen
yazar, bu romanda ortaya koyduğu birçok soruna daha
sonra yazacağı Ankara'da cevap bulmaya çalışacaktır.
Kütüphane No: 33
Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödüllü Amerikalı ünlü yazar
John Steinbeck’in Gazap Üzümleri ile birlikte en tanınan
romanı olan Fareler ve İnsanlar okurlarına tam bir
arkadaşlık dramı sunuyor.
İlk olarak 1937 yılında yayınlanan ve çok tartışılan roman
zamanla hak ettiği değeri gördü ve okunması gereken
romanlar listesinde yer almayı başardı. Halen tartışmalara
neden olan, bazı ülkelerde yasaklanan ya da sansüre
uğrayan kitap adını fareler ile ilgili bir şiirden alır.
Kütüphane No: 1802
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 16
BIR EDEBİYAT AKŞAMINDAN
Nefise Öke
Çiğdemim Derneği ocak ayı “Edebiyat Akşamları”
etkinliğinde Hasan Ali Toptaş’ın son romanı Kuşlar
Yasına Gider üzerine konuştuk. Roman Ekim 2016 da
Everest Yayınlarından çıktı. Karton kapak 248 sayfalık
kitap akıcı dili, günümüzde geçen, aile içi ilişkileri öne
çıkaran yol ve yolculuk öyküleriyle zenginleşerek kolay
okunuyor.
Hasan Ali Toptaş postmodernist edebiyatçı kimliği ile
tanınan, roman, öykü deneme ve şiir türlerinde yapıtları
olan bir yazar. Birçok kitabı ülkenin önemli ödüllerine
layık görülmüştür.
Kuşlar Yasına Gider yazarın doğduğu ve çocukluğunun
geçtiği Denizli ve
Ankara arasında
yaşanan yol
öyküsü
niteliğinde
sayılabilir.
Hasta olan bir baba ve onu tedavi ettirmek için her
çareye başvuran oğullarıyla anne ve akrabalar arasında
olay gelişiyor.
Kişilerin karakter özelliği birbirleriyle olan iletişimlerinde
belirginleşiyor. Bana göre bu romanı okuyan herkes aile
içi iletişimini gözden geçirip sorumluluklarını
sorgulayacaktır.
Edebiyat Topluluğumuzda da yazar ve romanı tanıtılarak,
katılımcıların yorumları tartışıldı, eleştiriler yapıldı. Bazı yorumcular yazarın akıcı, kıvrak diline
ve kahramanların anlayışlı tutumlarına dikkat çekerken, bazı yorumcular da yazarın anlatımında
ve betimlemelerinde önceki yapıtlarında alışılan derin felsefi, özgün dili bulamadıklarını
belirttiler.
Kısaca, Hasan Ali Toptaş’ın en yeni romanını tanıtan güzel bir edebiyat akşamıydı. Yeni
etkinliklerde buluşmak dileğiyle.
PLASTİK TORBADAN VAZGEÇ!
BEZ TORBA KULLANMAYA ÖZEN GÖSTER,
GEREKTİĞİNDE PLASTİK POŞETİNİ DEFALARCA KULLANARAK SARFINI
AZALT.
BEZ TORBALAR ÇİĞDEMİM DERNEĞİNDEN 2.5 TL’YE TEMİN EDİNİLEBİLİR.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 17
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 18
ÇİĞDEM’DE DE ESNAF VAR - VI
Esnaf her mahallenin belkemiği gibidir, her bültende mahallemize özgülenmiş küçük
işyerlerinde kendi işlerini yapan becerikli iki komşumuzu ziyaret edelim diyerek başladığımız
dizimizde Ocak ayında iki esnafımızı ziyaret ettik.
Bakalım bu iki değerli esnaf komşumuzla karşılaştığınızda onları daha yakından tanımanın
sıcaklığı yaşanacak mı?
Mahallenin tek manavı
“Manav” biraz şaşırtıcı bir sözcüktür. Bildiğimizin dışında, Anadolu’nun yöresine bağlı değişik
anlamları vardır. Maçka yöresinde tahıl satıcısı, Marmara bölgesine gelince Balkanlardan göç
etmiş orada yaşayanlar, Batı Anadolu’da yörükün zıddı sebze tarımıyla uğraşanlar, Isparta
taraflarında bahçeleri sulamayı yöneten dağıtıcı demekmiş. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde
ise bostancı diye geçmekteymiş.
Bizim de bir manavımız var. Atrium Çarşının ön tarafında tezgahlarında her mevsimin sebze
meyvelerini kendine göre bir dekor içinde sergileyen dükkanı görmeden geçen yoktur.
Orman ailesi 35 yıllık mahallelimiz. Sebze-meyve işine yıllar öncesinde pazarcılık yaparak
girmiş üç erkek kardeş: Murat, Feridun ve Soner Orman. Çiğdem’de önceleri seyyar
tezgahlarında satış yaparlarmış. İki yıl önce şimdiki 40 metrekarelik geniş dükkana
yerleştiklerinde yanlarına kızkardeşleri Esma Orman Çiçekdenk de eklenmiş.
Bahar aylarında fide satışlarına yine başlayacaklarını, balkonlarında saksıda fesleğen yetiştirip
küçük ölçekli dömates, biber, nane bahçeciliği yapmaya hevesli Çiğdem mahallesinin doğallık
düşkünü sakinlerine destek olacaklarını söylediler. Üstelik mevsiminde tezgahlarına gelen
ürünün uygununu buldukça çoğunun Ankara yöresinin sebze meyvesi olduğunu, yani yöremizin
üreticisinden geldiğini vurguladılar.
Esma Hanım ve kardeşi Murat Bey’e, mahalleden, alışverişten, yaşantıdan yakındığınız konu
var mı diye sorduğumuzda, bir sıkıntı yaşamadıklarını belirtip güleryüzle içeride uzun süredir
beklettiğimiz komşularımızın seçtiklerini tartmaya yöneldiler.
O yüzden işyerinin adı Kardeşler Sebze
Meyve Pazarı. İşin ilginci Esma Hanım
çekirdekten yetişmiş bir kuaförmüş
aslında. Çiğdem’deki kardeşlerinin yerine
100. Yıl İşçi Blokları mahallesindeki
işyerini bırakıp gelmiş. Fotoğrafta sağ
baştaki delikanlı ise, okulundan fırsat
buldukça dükkana yardıma gelen Esma
Hanımın oğlu Mehmet. Sabahları
07:30’dan akşam 19:30’a dek 12 saat
açık Kardeşler sebze meyve Pazarı’na
284 44 83 veya 0538 470 89 40 numaralı
telefonlardan ulaşmak mümkün. Evlere
servis yapıyorlar.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 19
El emeği göz nuruyla dolu, rengarenk bir işyerimiz
Atrium çarşının içine yan kapıdan girip uzun holünde aşağı doğru yürüdüğünüzde, hemen
merdivenlerden önce sağda özellikle kadınlarımızın vitrinine göz atmadan geçemedikleri
bijuterimizdir Deren.
Sahibi Serpil Şahin Hanım işyerinin Atrium ile yaşıt olduğunu söyleyince hiç şaşırmadık. Çünkü
Deren Bijüteri, Atrium’dan her geçişimizde “Hayat devam ediyor. Her şey yerli yerinde aynen
dünkü gibi burada” dedirten, gelip geçiciliği değil, raflarının doluluğu, seçkinliği ve zerafetiyle bir
işyerinin sürdürülebilir olduğunu uzun süredir anımsatıyor. 20 yıldır böyle.
Serpil Hanım Çiğdem mahalleli bir esnafımız. 30 metrekarelik ferah dükkânında yaşamından
memnun. Tek sıkıntısının son yıllarda gecenin ilerleyen saatlerine gelindiğinde yer yer gözlediği
güvenlik zaafiyeti olduğunu söylemeden geçemedi.
M.Sinan Kayalıgil-H.Hüseyin Aslan
Sözlüklere baktığınızda bijuterinin Fransızca’dan
geldiğini görüyorsunuz. Mücevher sözcüğünden
türeme ziynet kutusu, ziynet dükkanı karşılığı imiş.
Deren bujiteri takı, aksesuar ve el işi malzemelerinin
büyük bir çeşitliliğini sunuyor. Rengarenk yünlerin
doldurduğu koca bir duvarı var. Bize yünün şimdi
mevsimi olduğunu, Çiğdemli becerikli ellerde bol bol
örgü işi yapıldığını ekledi. Bunun yanında başka ip
çeşitlerini de he zaman bulmak mümkünmüş
Deren’de. Zamanla belki kırkyama, dantel, nakış,
kanaviçe, boya gibi özellikli elişlerinin malzeme
çeşitlerinin daha çoğunu bulunduracak bir hobi
dükkanı da olacaktır.
Serpil Hanım el işlerini ve kendi imalatı takıları
sergileyip pazarlamak isteyenlerden uygun
gördüklerine yardımcı olduğunu söylüyor. Zaman
zaman böyle şirin ürünleri satış için tezgahında
bulundurabilmiş. Kimini satabilmiş de.
İşyeri telefonunun numarası 284 24 43. Bir şeyler
sormak, sipariş etmek isteyenlerin saatine özen
göstermesi gerekecek. Serpil Hanım işyerine biraz
geç gelenlerden imiş. Öğleleri 13:00’den akşam
19:30’a dek açık.
DERNEĞİMİZ ve KÜTÜPHANEMİZ HER GÜN
11:00– 17:00 SAATLERİ ARASINDA AÇIKTIR. KÜTÜPHANEMİZDE GÖNÜLLÜ
OLARAK GÖREV ALMAK İÇİN BİZİ ARAYABİLİRSİNİZ.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 20
YAŞADIĞIMIZ ŞEHİR VE KİMLİK
“Hatırlamak Bir buluşma Biçimidir”- Halil Cibran
Bige Güven Kızılay bir kitap yazmış: Hayal Ağacım. Hayy Kitaptan çıkmış. Onun içinden
“Koyduğunu Yerinde Bulamamak” başlıklı bir bölümü de sosyal medyada paylaşmış. Doğrusu
beni de çok duygulandırdı ve eş zamanlı olarak eş duygular yaşadım.
Yazı şöyle başlıyor:
"Cumartesi günü Kadıköy çarşıda bir köfteciye gittik. Masalara birer cam kestirmişler, altında da
gelenlere yazdırdıkları notlar… Kimisi peçeteye yazmış, kimisi bir sinema biletine, işte ‘Köfteniz
çok nefis..’ filan gibi şeyler… Klasik, duvarda ünlülerle çekilmiş fotoğraflar.. Sonra gözüme
notlardan biri ilişti. ‘Biz buraya üniversite yıllarında flört ederken gelirdik, şimdi kızımız ve
torunumuzla geldik. Özlediğimiz tat hala burada, ne mutlu’ diye yazmış bir çift.
Sağa sola baktım, her yerde 35 senelik lezzet yazıyor. Demek ki atmasyon değil, ne güzel diye
düşünürken, kızım, ben de yazacağım diye tutturdu. Hemen ona bir kağıt bulduk buluşturduk,
güzel güzel yazdı, hayatımda yediğim en güzel köfte sizinki filan diye… Hadi dedim, götür
kasadaki ablaya ver. Bizimki utana sıkıla kasaya yürüdü. Kızcağız kasadan kalktı, elinden tuttu,
bir de yaşlıca garson geldi yanına; bu notu koymak istediğin masayı sen seç dediler. Arka
masayı seçti. Camı kaldırıp, notu özenle oraya yerleştirdiler. Sonra da dedi ki garson: ‘Sen
buraya 10 sene sonra, fidan gibi bir genç kız olarak geldiğinde bu notu bıraktığın yerde bulup
arkadaşlarına göstereceksin.!’
Bir anda gözlerime yaşlar hücum etti, boğazım düğümlendi, dudaklarım büküldü. Zor tuttum
kendimi. Yahu insan köftecide ağlar mı? Deli derler. Çatlak derler. Anladım ki, beni en çok
boğan, bunaltan şeylerden biri bu ülkede ‘koyduğumu yerinde bulamamak.' …. Ankara’da benim
de böyle anılarım olan üç yer vardır: Biri Kızılay’daki Piknik, diğeri Atatürk Orman Çiftliği’ndeki
Merkez Lokantası ve sonuncusu Tunalı’daki Flamingo. Biliyor musunuz, üçü de bugün yok.!
Sanki onlarla birlikte birileri zihnimden, gönlümden anılarımı çalıyor duygusundayım…”
Kızılay bu şekilde anlatmaya devam ediyor ve Ankarada üç yerdeki anılarından bahsediyor.
Yazı oldukça duygulu ve naif bir dille yazılmış. Beni de hem duygulandırdı hem de nerelere
götürmedi ki.
Hemen hemen benzer bir kuşak olarak bizler de benzer duygu ve özleyişleri yaşıyoruz. Çünkü
yaşadığımız şehirler ve kimlikleri kendi kimliklerimiz gibi. Soluduğumuz hava, bazen yağmurun
yağış biçimi, kokular, renkler bize bizi hatırlatıyor. Çünkü bir şehir salt yollardan, binalardan
oluşmuyor. O yollara, onları adımlayan insanların anılarıyla beraber kokuları, renkleri, sesleri de
siniyor. Kimi zaman çatışmalardaki barut kokularını, kiminde de aşkla uzatılan nergis kokularını
taşıyor. Bazı mekânlar göçmüş de olsa bir dostun veya sevgilinin gözleriyle bakıyor. Bazı
ağaçlar, altında koşuşturan çocuk seslerini, bazıları verilmiş sırları saklıyor. Yollar, sokaklar
caddeler bazen adanmışlığın marşları ile inlerken, bazı kaldırımlarda kaybedilen silik anıların
izleri aranıyor.
Kızılay’ın yazısını bitirince ben de düşündüm, benim şimdi arasam da bulamadığım yerler
nerelerdi diye. Çayyolu geldi aklıma. Şimdi oturduğum semte çocukken piknik yapmaya gelirdik.
İçinden çay akan, çevresinde ağaçların, bir de tam bir köy okulunun olduğu bir köydü o zaman
burası; şimdi yerinde kocaman çirkin beton binalar var. İncek’e doğru başımızı çevirince adeta
bulutları delen, değerlerden uzaklaşmış, rantı yüksek oturma mekânları nefesimizi kesiyor.
Aynalı, elektrik yüklü bu binaları gördükçe boğulacak gibi oluyorum. Ağacın, yeşilin kovulup,
yapaylıkların yerini aldığı mekânlarda “konfor” adına yaşarken, daha çok hastalandığımızı
düşünüyorum.
Sonra Bulvarda, Bakanlıklarda benim de çocukluğumun tadını saklayan bir Flamingo
pastanesini hatırlıyorum. Ve tabii gençliğimizin geçtiği ve en çok buluşmalarımızı yaptığımız
Bahçelievlerdeki Arı Pastanesi’ni. Şimdi artık onlar da yok.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 21
Hâlâ var olmakla beraber, anneannemle çocukken gittiğimiz Sulu Han’ı, Hacı Bayram Camii
çevresini, şimdilerde koca Migros binasının betonlarından araya sıkışıp kalmış Zincirli Camiini
hatırlıyorum. Hacı Bayram Camii ve çevresinin o derviş edalı ruhaniyetini hatırlıyorum. Sulu
Han, bilmeyenin hala bilemeyeceği kadar bakımsız ve arada kaybolmuş durumda. Varlığından
çoğu kimse habersiz. Hacı Bayram Camii çevresi ise, düzenleme adına yapılan şatafatlı
eklemeler ve lunaparka benzetilen ışık ve havuzlarıyla bambaşka bir havada. O çevrenin
kaybedilmiş, adeta çocukluğuma gömülmüş maneviyatını arıyorum. Ve sormadan edemiyorum
düzenleme yapmak, temizlemek, medeni hale getirmek yapıyı, ruhu bozmadan olamıyor mu?
O zaman altında koşturduğumuz şimdi kesilmiş olan ağaçları, baharda iğde kokularını,
Ayvalıdaki bağımızda yetişen çeşit çeşit meyvayı, komşu bahçelerdeki erik ağaçlarını,
madımakları toplamaya gelen kadınları, sokak oyunlarını, sevimli, samimi ve kişilikli binaları,
leblebi tozlarının satıldığı bakkalları, okulca gittiğimiz kırları ise sayamıyorum. Kızılay’a adını
veren, bahçesinde çiçeklerin olduğu o sarı renkli Kızılay binasını hiç saymıyorum.
Anıları yok etmenin insanda kaybolmuşluk hissini nasıl da yaratabileceğinin göstergesi olsa
gerek bu "kentsel dönüşüm" dedikleri yapıp yıkmalar. Sürekli değişen sokak adları, hala
yapılmaya devam eden, doymak bilmez AVM çılgınlığı, kaybolan çocukluklar, ortak yaşama
kültürü ve değerler… Bir de o şehri birlikte paylaştığımız ama gitgide kaybettiğimiz insanlarımız,
sevdiklerimiz… İşte o zaman yaşadığımız şehir de biz de yalnızlaşıyoruz ve yaşayamadan
tüketmekte olduğumuz yerler haline geliyor.
Sevdiğim sokak adları, sevdiğim çiçek adları gibi aklıma gelen sevdalar… Kocabeyoğlu
pasajındaki sahaflardan veya şimdi yerinde yeller esen Haşet kitabevinden aranan kitaplar gibi
bazen ben de kendimi ararken buluyorum.
Koskoca tarihlere, medeniyetlere beşiklik yapmış topraklardaki bu bozulma ve yozlaşmayla
birlikte bunların yerine estetikten uzak yeni yapıların dayatmasıyla karşılaşıyoruz. Herşey rant
uğruna. Oysa olanı koruyarak büyümek, illa ki yenileri yapılacaksa mevcudu bozmadan ve
kültüre uygun yapılar inşa etmek de mümkün diye düşünüyorum. Eski Paris’i koruyarak daha
uzakta Yeni Paris’i yapılandırmış Fransa’yı düşünüyorum. Hiçbir tarihi eserini bozmamış
İspanya’yı düşünüyorum. Hiroşimasını, koruyup çocuklarını görmeleri için geziler düzenleyen
Japonya’yı düşünüyorum.
Seramik çalışırken toprağı elimize aldığımızda Hayyam’ın dediği gibi o toprakta kimin kulağı,
kimin eli, kimin gözü veya izi var diye saygı duyardık veya ayağımızı her yere bastığımızda aynı
duyguyu taşımak gerektiği öğretilmişti.
Bir İsveç Atasözü der ki “gençliğin güzel bir yüzü yaşlılığın da güzel bir ruhu vardır.”
Yaşadığımız şehirler de atalarımız, analarımız, tarihimiz gibi güzel bir ruhu biriktirir, daha ilk
çocukluğundan itibaren büyüdükçe, korunarak büyütüldükçe. Olanı yıkmak, öncekinin yaptığıydı
diyerek yok etmek bir hastalıklı hâl oldu bizde. O şehrin sakinlerinin, yaşayanlarının anılarını
yok etmenin kimseye bir faydası olamaz diye düşünüyorum. Yaşadığımız şehirler gittikçe
çöpten arınmıyorsa, havası daha temiz hale gelemiyorsa, trafiği insana bir yerden bir yere
gitmeyi zorlaştırıp sosyalleşmeyi engelliyorsa, baktığınızda gözünüzü ve gönlünüzü hoş edecek
görüntüler sağlayamıyorsa birşeyler bir yerlerde yanlış demektir. Bir de anılarını yok etmeye
başlamışsa ört ki ölem diyesi geliyor insanın.
Kızılay’ın yazısından çıktım yola, dolandım Ankara’yı... Dikmen sırtlarında Atamızı at üstünde
karşılayan Cevriye Ninemizden, dedelerimden çocukluğuma ve şimdilere geldim. Meclisin ve
sayın vekillerimizin nasıl da Kurtuluş Savaşını, bir şehrin ve milletin yeniden uyandırılışınI,
Cumhuriyetin kurulduğu dönemleri unutup Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının temel maddelerini
değiştirmekte olduğu şu günleri düşündükçe, içimdeki sızıyı verecek yel bulamadım. Anladım ki
genel bir bellek kaybı, kimliksizlik duygusu çoktan yerleşmiş içimize de nerede, kim ve ne
olduğumuzu hatırlayamaz hale gelmişiz. İçimdeki sızıyı dindiremedim…
Ayşe Öztekin
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 22
AĞAÇLARI TANIYALIM
ARDIÇ Juniperus sp. L.
Özet Bilgi
Sürüngen çalılardan büyük ağaçlara kadar çok çeşitli türleri olan ardıç, hemen
hemen bütün bölgelerimiz yüksek dağlık kesimlerinde doğal yayılış gösterir. Bazıları
servi gibi pul yapraklara, bazıları da batıcı iğne yapraklara sahiptir.
Ülkemizde 1.100.492 hektar saf ardıç ormanı bulunmakta ve önemli doğal türleri;
Katran ardıcı (J. Oxycedrus, Y),
Adi ardıç (J. Communis, N),
Finike ardıcı (J.phoenicia, N),
Kokulu ardıç (J.foetidissima, Y),
Sabin ardıcı (J. Sabina, N),
Boylu ardıç (J. Excelsa, Y) dır.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 23
MUHTARIMIZDAN
Sevgili komşularımız;
Bu 16.paylaşımımızı ülkemiz için dönüm noktası olan ama asla son
olmayacak bir dönemin başlangıç günlerini yaşayarak başlıyoruz. Yeniden
Cumhuriyet kurmak için çalışmaktansa var olana sahip çıkmanın daha kolay
olduğunu düşünüyoruz.
Gelecekte nasıl ve ne şekilde yönetileceğimizin kararını vermek için
tahminen Nisan ayında sandık başına gideceğiz. Bütün komşularımızdan,
kayıtlarının nerede olduğu konusunda şüphesi olanlarının, ikamet kayıtlarının
kontrolünü yapması, bilmeyen komşularımızın muhtarlığa gelerek kontrolünü
yapmalarını, öğrenci kardeşlerimizin kayıtları mahallemizde değil ise biran
önce nüfus müdürlüklerine giderek kayıtlarını yaptırmalarının, yurtlarda kalan arkadaşlarımızın ise yurt
müdürlükleri kanalı ile kayıtlarının yaptırmaları gerektiğini (okullar açık olduğundan memleketlerine
dönmelerinin zorluğunu göz önünde bulundurarak) hatırlatırız. Referandumun ülkemize HAYIR
getirmesini dileriz.
1. Kışın sanırım en sert, en yağışlı ve hepimiz için en tehlikeli (trafik kazaları) dönemini yavaş yavaş
arkada bırakmaya başlıyoruz. Şimdiden bu sorunları yaşamış komşularımıza geçmiş olsun
diyoruz.
2. Karların yoğun yağdığı günlerde Çankaya Belediyesi ile sokaklarımızın temizlenmesi konusunda
sürekli irtibat içerisinde idik. Bazen istediğimiz şeyler zamanında yerine getirilmedi ama 4000
sokağı olan bir ilçeden bahsediyoruz, her şey istediğimiz zamanda olmuyor maalesef. Çankaya
belediyesi komşularımızın kullanımı için muhtarlık yanına, Ahmet Barındırır yanına ve kilisenin
karşısına 2 defa tuz bıraktı, isteyen kişiler buradan alarak binalarının çevresinde kullanarak tuz
ihtiyacını karşıladı. Büyükşehir belediyesi ile karla mücadele konusunda bağlantı kuramasak ta
çalışmalarını gördük. Bu zor koşullarda çalışan bütün ekiplere teşekkür ediyoruz.
3. Mahallemizin ana giriş çıkışlarından olan 1579.sokak kar ve yağmur suyuyla kullanılmaz duruma
gelmişti. Geçici olarak freze malzemesiyle kaplandı ama sanırım kar ve yağmur suyuyla tekrar
bozulur. Asfalt mevsimi olmadığı için asfalt atılıncaya kadar bu sıkıntı devam edecek.
4. Hasan Ali Yücel Lisesi yolunda elektrik nedeni ile kazı çalışması yapılmıştı Çankaya Belediyesi
ekipleri tarafından dolgusu yapılarak onarıldı.
5. 1570.cadde üzerinde, Başak sitesi önünde, Türk Telekom tarafından kazı yapılırken Büyükşehir
belediyesini aradık izinlerinin olduğu cevabını aldık.
6. Karın yağdığı günlerde Çankaya Belediyesinde Sokak hayvanları için kuru mama istemiştik
muhtarlığımıza bıraktılar. Hayvan besleyen komşumuz tarafından değişik yerlere paylaştırıldı.
Çiğdem Mahallesi Muhtarı
Hasan Hüseyin Aslan
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 24
AZMİN, HOŞGÖRÜNÜN, SABRIN, SEVGİNİN VE EMEĞİN ÜRÜNÜ SERGİMİZ
Cenk ile birlikte birazdan açılışına katılacağımız sergi için hazırlanıyoruz. Aylar öncesinde
başlayan fotoğraf eğitimi artık ürünlerini sergileyecek. Birçokları için sıklıkla alışık olduğu durum
olabilir belki ama biz engelli bireye sahip aileler için mucizevi an…
Mutluluk yüreğimizden taşarcasına. Büyük bir gururla BASARDIK diye haykıracak gözlerimiz.
Duygularımız öylesi yoğun ki sözlere gerek kalmıyor.
Nihayet Taurus’dayız. Projeye emek veren onlarca asistan, değerli komşularımız, derneğimiz
yönetim kurulu üyeleri, dostlarımız ve bugünün baş mimarları Fazlı Bey ile Özlem Hanım
rüyamızın tüm ortakları o anı paylaşmak için hazır. Cenk kalabalık karşısında gerilse de kısa
zamanda havasına giriyor. Çektiği fotoğrafları anlatırken yüzünde gördüğüm ifade herşeye
değer. Cansu, Dina, Ozan da Cenk gibi etrafa gülücükler saçarak kanatlanmışçasına dolaşıyor.
Birşeyler başarmanın haklı gururunu duyarak… İskender Bey ve Hacı Bey ortopedik engelli
dostlarımız bizde varız dediler projede. Omuz omuza destek vererek birlikte kolayca aştık
engelleri. Evren Bey in işaret diliyle fotoğraflarını betimlemesini uzaktan izlerken ayrı bir
tebessüme büründü yüzüm. Sanki aylar öncesinde sihirli bir değnek dokunmuştu hayatımıza...
Kesinlikle ' Çiğdem mahallesinde yaşam engel tanımıyor! ' Kalkınma Ajansı’nın desteği ile
yürütülen bu proje inandığınız ve vazgeçmediğiniz zaman birlikte engelleri kolayca aşarak
başarıya ulaşabileceğimizi gösterdi.
Akşamın bitiminde Cenk sergi kitapçığını imzalıyordu arkadaşları gibi. Hepimiz eve dönerken
aylar öncesinde çıktığımız bu yolun büyüleyici biteceğini belki de tahmin etmiyordu. Bu kez ne
düştü nede rüya. El ele gönül gönüle vererek engelleri aşmanın başarısıydı. Sevgili Çiğdemim’e
ve projeye destek veren herkese teşekkürler. Unutmayın onları fark ettiğimiz de ve fırsat
verildiğinde başarabildikleriyle sizleri şaşırtmaya devam edeceklerdir...
Yüreğinizden sevgiyi eksiltmeyin.
Cenk in annesi
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 25
ANKARA’DAN
GENÇLIK PARKI
Ankara’nın ilk parkı olan; Gençlik Parkı
Cumhuriyetin modernleşmesinin
Türkiye’deki serüvenine benzemektedir.
Ankara başkent olduğunda henüz tipik bir
Anadolu kentidir, ama yüklü bir tarihe
sahiptir. Milli Mücadele’de üstlendiği rol bu
kentin yüklü tarihine yeni bir anlam daha
katmaktaydı. Fakat alınan miras bir
Anadolu kentinin mirasıdır; Bu nedenle,
yeni yönetime ve bu kente pek çok görev
yüklenmiştir. Ankara’nın imar gelişimi
fiziksel bir modernleşmeyi, yani Batılı tarz
imarı, bu yeni imar mekânları içinde
kurulacak yaşam, sosyal bir
modernleşmeyi temsil edecekti. Ortaya
çıkacak ya da oluşturulacak modern, Batılı yaşam diğer kentlere de örnek olmalıydı. Alman
mimar Jansen’in, Ankara’nın imar planı1932 yılında onaylanmış, Gençlik Parkı’nın da imarına
yer vermişti.
Cumhuriyetin ilk yıllarında İncesu Deresi’nin taşkın alanı olan ve bataklıklarla kaplı olan yaklaşık
28 hektar büyüklüğündeki arazide kurulmuştur. Gençlik Parkı kurulmadan önce bu alanın bir
kısmında “Ay-yıldız” adı verilen futbol sahası yer almaktaydı. Parkın tasarımını ilk önce Herman
Jansen yapmış, daha sonra Theo Leveau tarafından yeniden tasarlamış, parkın projeleri
Bayındırlık Bakanlığı’nca hazırlanmıştır. 1936 yılında çay bahçeleri, açık hava halk tiyatrosu,
çocuk bahçesiyle başlayan inşaat, 1951’de İtalyan Luna Parkı, 1957‘de TCDD idaresince park
içinde minyatür tren istasyonu kurulmasıyla sürmüştür. TBMM tarafından o yıllarda, o günün
koşullarında 600 bin lira ödenek ayrılarak iki yılda bitirilmesi planlanan park 19 Mayıs 1943’te
tamamlanarak hizmete açıldı. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda açıldığı için de parka
“Gençlik Parkı” adı verilmişti.
Projenin devamı şöyle yapılmıştı ve bir
kısmı hayata geçirilmişti; İncesu
mecrası temizlenecek ve üzeri
kapanacak. Filtre istasyonundan 40
milimetrelik borularla saniyede 150 litre
akacak su getirilecekti. Meydanda
büyük bir havuz olacak üzerinde bir
adacık bulunan havuzda motor ve
sandallar yer alacak ve ayrıca adaya iki
de köprü yapılacaktı. Parkta gül
bahçesi, kahve ve gazinolar, Ankara
ikliminde yaşayabilecek kuşlar için
bahçe, açık hava halk tiyatrosu, çocuk
bahçesi, labirent, yüzme havuzu, atlılar
için 2 bin 200 metre uzunluğunda gezi
yolu bulunacaktı. Önceleri askıya alınan
projeden sonraları tamamıyla vazgeçilir.
1960‘ lı yıllarda çay bahçeleri, havuzu, Luna parkıyla Ankaralıların en popüler gezi ve eğlence
yeri olan park, günümüzde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na tahsisli bir gezi ve
eğlence merkezi olarak işlevini sürdürmektedir.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 26
SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM
AKŞAMLARI
“Antik bir kültürden ekolojik çözümler öğrenmek
mümkün müdür? Ladakh, ya da Küçük Tibet, batı
Himalayalarda vahşi bir güzelliğe sahip bir çöl
alanıdır. Kaynakları sınırlı, iklimi de serttir. Buna
rağmen bin yılı aşkın süredir oldukça gelişmiş bir
kültüre ev sahipliği yapmıştır. Tutumlu,
birbirleriyle işbirliği halinde olan, yaşadıkları
bölgeyi iyi tanıyan ve çevre koşullarını iyi bilen
Ladaklılar sadece bu koşullarda yaşayabilmekle
kalmamış, refah düzeylerini de ileriye
taşımışlardır. Bunu "kalkınma" takip etti.
Şimdilerde ise başkent Leh'te kirlilik,
bölünmüşlük, enflasyon, işsizlik, hoşgörüsüzlük
ve açgözlülük almış yürümüş. Yüzyıllardır
süregelen ekolojik denge ve sosyal uyum
modernleşmenin tehditi altında. Ladakh'ın
kültürünün ve doğaya uyumlu yaklaşımlarının
böylesine kırılma noktasına gelmiş olması, bizi
"kalkınma" ile ne kastettiğimizi yeniden gözden
geçirmeye zorluyor ve bunu sadece dünyanın
gelişmekte olan bölgeleri için değil, sanayileşmiş
ülkeler için de yapmakta yarar var. Ladakh'ın
öyküsü bize sadece çevresel, sosyal ve psikolojik problemlerin kökünde yatan nedenleri
göstermekle kalmıyor, kendi geleceğimiz için çok değerli ipuçları veriyor.”
Yukarıda anlatılan hikaye 1993 yapımı bir belgeselin tanıtımından alındı: ‘Ladakh’tan
Öğrenmek’ Gerçekten Ladakh’tan öğrenilecek o kadar çok şey var ki. Sınırlı kaynaklarla, her
türlü olumsuz koşullara rağmen dayanışmayla, işbirliğiyle, imeceyle kültürlerini korumuşlar ve
sürekli ileriye gitmeyi başarabilmişler. Ne zaman ki küreselleşme ve sözde “kalkınma” devreye
girmiş her şeyde kirlenme başlamış. Eskiden yardım taleplerine ‘burada fakir yok’ diye cevap
verenler şimdi “herkes fakir lütfen bize yardım edin’ diyerek yardım arıyorlar.
Bu filmden yola çıkarak tekrar Ladakh’ın ilk günlerindeki dayanışmayı, komşuluğu
canlandırabilir miyiz? Bunun için bizler ne yapabiliriz? Sorularına cevap aramaya çalışıyoruz.
Uzun süredir sürdürdüğümüz “Tüketim Kooperatifi” düşüncesini bu doğrultuda geliştirerek
yaşama geçirebilir miyiz?
Günümüzde bu doğrultuda birçok oluşum gelişmeye çalışıyor. Ekoköyler bunlardan birisi.
Ekoköyler, kendi kendine yeten, kolektif, paylaşımcı ve tatmin edici bir yaşam tarzı sürdürmeyi
isteyen, doğadan almaktan çok vermeyi düşünen; birbiriyle, tüm canlılarla ve yerküreyle uyum
halinde yaşamaya çalışan kentli veya kırsal insanlardan oluşuyor. Ekoköyler, dayanışma ve
doğrudan demokrasi prensibine dayalı sosyal çevre ile sade bir yaşam tarzını birleştirmeye
çalışıyor. Bunu gerçekleştirmek için, ekolojik tasarım, permakültür, üretim, tüketim ve enerji
ihtiyacını minimize eden yöntemler, takas, kooperatif ve toplum oluşturma uygulamaları ve
benzeri birçok yöntemden yararlanıyorlar.
Barış içerisinde, kolektif, sade ve ekolojik yaşama geçişin arayışlarından bazıları İmeceler,
Kooperatifler, takas ve paylaşım pazarları olarak ortaya çıkmış durumda. Bizlere düşen bunlara
elimizden geldiğince destek olmak ve çevremizde bu tür oluşumları yaşatmak olmalıdır. Gelin
mahallemizde imeceyi, takası, paylaşımı canlandıralım.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 27
Endüstriyel tarıma karşı doğal (bilge) tarımı destekleyen, bizi daha sağlıklı kılarken evrene de
zarar vermeyen bir üretim tarzı olan bilge köylü tarımıyla üretilen gıda maddelerini aracısız
olarak son kullanıcıya ulaştıran, denetlenebilir ve şeffaf biçimde izlenebilir, bir kooperatif
modelini hayata geçirmek istiyoruz. Sağlıklı ve adil gıdayı tüketiciye uygun fiyatla ulaştırmak,
bunu yaparken de küçük üreticinin emeğinin karşılığını almasını ve bu üretimi devam ettirmesini
sağlamak temel
amacımız olmalı.
Bu arada paylaşım ve
takas pazarlarını
artırmalı ve 2.el eşya ve
kıyafet kullanımını
özendirmeliyiz. Birde
ihtiyaçlarımızı imeceyle
karşılamayı
başarabilirsek, bu kültürü
yaygınlaştırabilirsek
epeyce bir yol kat etmiş
olacağız.
Bu yolda “BİZDE VARIZ"
diyenlerle
buluşmalarımız devam
edecek….
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 28
Çiğdem Türleri
Crocus Candidus
Familyası : Iridaceae
Tür Adı : Crocus abantensis E.D. Clarke
Türkçe Adı : Beyaz Çiğdem
Endemik bir türümüzdür ve dünyada sadece Çanakale ve Balıkesir civarlarında orman açıklıkları
ve makiliklerde yetişir. Çiçekler beyaz, iri ve gösterişlidir. Çiçek boğazı sarı renklidir. Çiçeğin
erkek organları (anterler) sarı renkte, dişi organ (stilus) portakal sarısı rengindedir.
İlkbaharda çiçek açar.
ATIK PİLLERİ, BİTKİSEL YAĞLARI VE HER TÜRLÜ ATIĞI
DERNEĞİMİZDE TOPLUYORUZ.
HER TÜRLÜ KAĞIT VE PLASTİK KAPAKLARI DA DERNEĞİMİZE
GETİREBİLİRSİNİZ.
LÜTFEN DERNEĞİMİZE GETİRDİĞİNİZ ATIKLARI BİRBİRİ İLE
KARIŞTIRMAYIN.
PLASTİK KAPAKLARIN YANINA KONAN PİLLER AYRIŞTIRMA
AŞAMASINDA OLUMSUZ SONUÇLARA YOL AÇMAKTADIR.
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 29
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 30
ÇOCUKLAR İÇİN TUDEM YAYINLARI KÜTÜPHANEMİZ RAFLARINDA…
Büyüyünce ne olacaksın? doktor, bilim insanı, yazar?
Eğer yaşın henüz küçükse, gönlünden geçen mesleği seçmekte özgürsün
demektir.
Antropolog, itfaiyeci ya da ip cambazı olabilmen için hiçbir engel yok. Ama
eğer lise çağındaysan işin biraz daha zor sayılır.
Sonuçta kim hayatı boyunca hiç sevmeyeceği bir işte çalışmak ister ki?
Meslek seçimi şakaya gelmez. Unutmamak gerek ki, sevdiği işi yapanlar,
hayatları boyunca çalışmış sayılmazlar…
3 – 4 – 5 sınıflar için Toprak Işık’ın, çocuklara yol göstermek amacıyla
hazırladığı “Acaba Ne Olsam?” isimli başvuru dizisi, kitaplığımızda yerini
aldı.
Serinin ilk dört kitabı Mühendis, Bilim İnsanı, Doktor ve Hukukçu‘ nun ardından, Toprak Işık dizinin
beşinci kitabında, sözcükleriyle bizlere harika dünyalar kuran yazarları ve hayal gücünü konuşturanların
mesleği olarak da bilinen yazarlığı anlatıyor..
Filozof Çocuk..
Dünyaca ünlü Fransız filozof yazar Oscar Brenifier'den sıra dışı felsefe
dizisinden dört kitap…
Sanat Nedir?
Üç Büyük Soru, Düşüncelerle Oynamak ve Görünenin Arkasına Çocuk
Gözüyle Bakmak için Masaya Yatırılıyor. Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır!
Sanat ne İşe Yarar?
Hepimiz Sanatçı mıyız?
Sanatçı Yaratmakta Özgür müdür?
Sevgi Nedir?
Aşık Olmak Güzel midir?
Annenin ve Babanın Seni Sevdiğini Nasıl Anlıyorsun?
Kardeşlerini Kıskanıyor musun?
Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır!
Güzel Nedir?
Neyin Güzel Olduğunu Anlamak Zorunda mısınız?
Hepimiz Aynı Güzellik Anlayışına mı Sahibiz?
Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır!
Arkadaşlık Nedir?
Yalnız Olmak mı İyidir, Arkadaşlarla Olmak mı?
Sevdiğin İnsanlarla Neden Kavga Ediyorsun?
Tüm Sınıfın Önünde Tek Başına Konuşmaktan Korkar mısın?
Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır!
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 31
TOPRAK IŞIK’ ın fen bilimleri dizisinden 4 – 5 – 6 sınıflar için dört roman ….
Nine Bizi Kurtarsana,
Yaşlı bir nine, tüm Dünya’yı etkisi altına almış bir güce karşı
nasıl savaşabilir?..
Türü: Roman
Temalar: Özgür irade
Yaş Grubu: 10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş
Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf , 6.Sınıf
Nine Bizi Kurtarsana, Fen Bilimleri Konularını Romana
Uyarlama Projesinin Son Kitabıdır. Fantastik Öğelerle Süslü
Heyecan Dolu Bir Maceranın Yanında Okura Dünya ve Evrenin
Konusunda Bilgilerde Sunuluyor.
Anne Beni Geri Getir
"Anne Beni Geri Getir", sıra dışı konusu ama çok tanıdık
karakterleriyle her yaştan okurun keyif alacağı, zaman ve mekân
ekseninde fantastik olayların yaşandığı, heyecan dolu bir edebiyat
şöleni sunuyor sizlere.
Türü: Roman
Temalar: Bilim , Direniş , Fen ve teknoloji ,Macera ,Zaman
Yaş Grubu: 10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş
Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf 6.Sınıf
Anne Beni Geri Getir, Zaman ve Mekanla Oynarken Adalet ve Eşitlik için Verilen Mücadeleyi Merkezine
Alan bir Maceranın içine Çekiyor Okurunu.
Babam Okulun En Çalışkanı,
Fen ve teknoloji dersi hiç bu kadar zevkli bir şekilde
anlatılmamıştı.
Türü: Roman
Temalar: Aile , Aile bağları , Başarı-başarısızlık , Canlılar ve
hayat
Yaş Grubu:10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş
Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf , 6.Sınıf
Bu öğrendiklerim ne işime yarayacak? Teknoloji, fen falan,
filan…keşke babamın yerinde olsaydım. O zaman rahat
ederdim. Mühendis olmak için bunları bilmem gerekmiyor
ki!...Of…
Baba Beni Anlasana
Baba Beni Anlasana, doğa ile dost bir yaşamın mümkün
olabilirliğini sorgularken, aynı zamanda böyle bir yaşam
biçiminin kaçınılmaz olduğunu savunan bir kitap...
Türü: Roman
Temalar: Baba-çocuk ilişkisi , Çevre ,Dayanışma ,
Hayallerin peşinden koşmak , İnsan ve çevre
Yaş Grubu: 10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş
Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf , 6.Sınıf
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 32
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 33
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 34
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 35
ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 36

More Related Content

Viewers also liked

Prdp.thesis.mohammad issa (3)
Prdp.thesis.mohammad issa (3)Prdp.thesis.mohammad issa (3)
Prdp.thesis.mohammad issa (3)
Hahab Moh
 
Diario de arenas
Diario de arenasDiario de arenas
Diario de arenas
Javier Blasco
 
PRDP.thesis.Mohammad Issa (3)
PRDP.thesis.Mohammad Issa (3)PRDP.thesis.Mohammad Issa (3)
PRDP.thesis.Mohammad Issa (3)
Hahab Moh
 
Irreversibilidad
IrreversibilidadIrreversibilidad
Irreversibilidad
edgarjose_1_4
 
Huertocaseroa 150613142209-lva1-app6892
Huertocaseroa 150613142209-lva1-app6892Huertocaseroa 150613142209-lva1-app6892
Huertocaseroa 150613142209-lva1-app6892
Escuela Manuel Febres
 
Corrientes económicas
Corrientes económicasCorrientes económicas
Corrientes económicas
Shin Rosales
 
Gets-In Profile
Gets-In ProfileGets-In Profile
Gets-In Profile
Akbar Khan
 
BRIDGING OVER LANDSLIDE
BRIDGING OVER LANDSLIDEBRIDGING OVER LANDSLIDE
BRIDGING OVER LANDSLIDE
Isabella Vassilopoulou
 
SPORTS IN MY LIFE
SPORTS IN MY LIFESPORTS IN MY LIFE
SPORTS IN MY LIFE
Mariagutierrezs
 
Presentazione clienti Tes Eventi
Presentazione clienti Tes EventiPresentazione clienti Tes Eventi
Presentazione clienti Tes Eventi
Daniela Liccardo
 
Geomarketing y geoepidemiologia
Geomarketing y geoepidemiologiaGeomarketing y geoepidemiologia
Geomarketing y geoepidemiologia
Milton Villalba
 
BEST
BESTBEST
El estado de Guanajuato se abre un panorama teñido de rosa.
El estado de Guanajuato se abre un panorama teñido de rosa.El estado de Guanajuato se abre un panorama teñido de rosa.
El estado de Guanajuato se abre un panorama teñido de rosa.
Victor Ducoing
 
Γενικός διευθυντής
Γενικός διευθυντήςΓενικός διευθυντής
Γενικός διευθυντής
Angeliki Arvanta
 
1ºBACH Guía de estudio tema 6 Entreguerras y Segunda Guerra Mundial
1ºBACH Guía de estudio tema 6 Entreguerras y Segunda Guerra Mundial1ºBACH Guía de estudio tema 6 Entreguerras y Segunda Guerra Mundial
1ºBACH Guía de estudio tema 6 Entreguerras y Segunda Guerra Mundial
Geohistoria23
 

Viewers also liked (15)

Prdp.thesis.mohammad issa (3)
Prdp.thesis.mohammad issa (3)Prdp.thesis.mohammad issa (3)
Prdp.thesis.mohammad issa (3)
 
Diario de arenas
Diario de arenasDiario de arenas
Diario de arenas
 
PRDP.thesis.Mohammad Issa (3)
PRDP.thesis.Mohammad Issa (3)PRDP.thesis.Mohammad Issa (3)
PRDP.thesis.Mohammad Issa (3)
 
Irreversibilidad
IrreversibilidadIrreversibilidad
Irreversibilidad
 
Huertocaseroa 150613142209-lva1-app6892
Huertocaseroa 150613142209-lva1-app6892Huertocaseroa 150613142209-lva1-app6892
Huertocaseroa 150613142209-lva1-app6892
 
Corrientes económicas
Corrientes económicasCorrientes económicas
Corrientes económicas
 
Gets-In Profile
Gets-In ProfileGets-In Profile
Gets-In Profile
 
BRIDGING OVER LANDSLIDE
BRIDGING OVER LANDSLIDEBRIDGING OVER LANDSLIDE
BRIDGING OVER LANDSLIDE
 
SPORTS IN MY LIFE
SPORTS IN MY LIFESPORTS IN MY LIFE
SPORTS IN MY LIFE
 
Presentazione clienti Tes Eventi
Presentazione clienti Tes EventiPresentazione clienti Tes Eventi
Presentazione clienti Tes Eventi
 
Geomarketing y geoepidemiologia
Geomarketing y geoepidemiologiaGeomarketing y geoepidemiologia
Geomarketing y geoepidemiologia
 
BEST
BESTBEST
BEST
 
El estado de Guanajuato se abre un panorama teñido de rosa.
El estado de Guanajuato se abre un panorama teñido de rosa.El estado de Guanajuato se abre un panorama teñido de rosa.
El estado de Guanajuato se abre un panorama teñido de rosa.
 
Γενικός διευθυντής
Γενικός διευθυντήςΓενικός διευθυντής
Γενικός διευθυντής
 
1ºBACH Guía de estudio tema 6 Entreguerras y Segunda Guerra Mundial
1ºBACH Guía de estudio tema 6 Entreguerras y Segunda Guerra Mundial1ºBACH Guía de estudio tema 6 Entreguerras y Segunda Guerra Mundial
1ºBACH Guía de estudio tema 6 Entreguerras y Segunda Guerra Mundial
 

Similar to Cigdemin sesi aylık online dergi subat2017

İnsa Et Gazetesi Sayı 1
İnsa Et Gazetesi Sayı 1İnsa Et Gazetesi Sayı 1
İnsa Et Gazetesi Sayı 1
Mehmet Nusret
 
Silmarillion
SilmarillionSilmarillion
Silmarillion
Ziya IPEK
 
Mersin Polifonik Dergi - 3
Mersin Polifonik Dergi - 3Mersin Polifonik Dergi - 3
Mersin Polifonik Dergi - 3CMSMERSIN
 
Kimse Yok Mu Derneği Ramazan 2011 Dergisi
Kimse Yok Mu Derneği Ramazan 2011 DergisiKimse Yok Mu Derneği Ramazan 2011 Dergisi
Kimse Yok Mu Derneği Ramazan 2011 Dergisi
Kimse Yok Mu
 
ÇELEBİBAĞI
ÇELEBİBAĞIÇELEBİBAĞI
ÇELEBİBAĞI
Dexigner4D
 
Marti e-dergisi Subat2012 02_sayi
Marti e-dergisi Subat2012 02_sayiMarti e-dergisi Subat2012 02_sayi
Marti e-dergisi Subat2012 02_sayi
Yasemin Sungur
 
Mersin Polifonik Dergi - 2
Mersin Polifonik Dergi - 2Mersin Polifonik Dergi - 2
Mersin Polifonik Dergi - 2CMSMERSIN
 
Gundem Trend Raporu - Ekim - Kasım 2016
Gundem Trend Raporu - Ekim - Kasım 2016Gundem Trend Raporu - Ekim - Kasım 2016
Gundem Trend Raporu - Ekim - Kasım 2016
Manifesto
 
Mersin Polifonik Dergi - 4
Mersin Polifonik Dergi -  4Mersin Polifonik Dergi -  4
Mersin Polifonik Dergi - 4CMSMERSIN
 
394244389-Cogito-Dergisi-Sayı-50-Bah0ar-2007-Bellek-O-ncesiz-Sonrasız.pdf
394244389-Cogito-Dergisi-Sayı-50-Bah0ar-2007-Bellek-O-ncesiz-Sonrasız.pdf394244389-Cogito-Dergisi-Sayı-50-Bah0ar-2007-Bellek-O-ncesiz-Sonrasız.pdf
394244389-Cogito-Dergisi-Sayı-50-Bah0ar-2007-Bellek-O-ncesiz-Sonrasız.pdf
Turulzen1
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
Ahmet Türkan
 
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı ProgramıCaddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
Kadıköy Belediyesi
 
Köklere Kültürel Yolculuk
Köklere Kültürel YolculukKöklere Kültürel Yolculuk
Köklere Kültürel Yolculuk
Türkiyeli Gürcüler Platformu
 
Enderun Değer Dergisi Sayı 1
Enderun Değer Dergisi Sayı 1Enderun Değer Dergisi Sayı 1
Enderun Değer Dergisi Sayı 1
enderunliseleri
 
Gercek sinema 02
Gercek sinema 02Gercek sinema 02
Gercek sinema 02
Redakte.Net
 
1980 Sonrası Türk Şiiri
1980 Sonrası Türk Şiiri1980 Sonrası Türk Şiiri
1980 Sonrası Türk Şiiriİlhan Gül
 
33 Nedir?
33 Nedir?33 Nedir?
33 Nedir?
lasercontrolok1
 
Aralık City Guide by Manajans / JWT
Aralık City Guide by Manajans / JWT Aralık City Guide by Manajans / JWT
Aralık City Guide by Manajans / JWT
ManajansJwt
 

Similar to Cigdemin sesi aylık online dergi subat2017 (20)

İnsa Et Gazetesi Sayı 1
İnsa Et Gazetesi Sayı 1İnsa Et Gazetesi Sayı 1
İnsa Et Gazetesi Sayı 1
 
Silmarillion
SilmarillionSilmarillion
Silmarillion
 
Silmarillion
SilmarillionSilmarillion
Silmarillion
 
Mersin Polifonik Dergi - 3
Mersin Polifonik Dergi - 3Mersin Polifonik Dergi - 3
Mersin Polifonik Dergi - 3
 
Kimse Yok Mu Derneği Ramazan 2011 Dergisi
Kimse Yok Mu Derneği Ramazan 2011 DergisiKimse Yok Mu Derneği Ramazan 2011 Dergisi
Kimse Yok Mu Derneği Ramazan 2011 Dergisi
 
ÇELEBİBAĞI
ÇELEBİBAĞIÇELEBİBAĞI
ÇELEBİBAĞI
 
Marti e-dergisi Subat2012 02_sayi
Marti e-dergisi Subat2012 02_sayiMarti e-dergisi Subat2012 02_sayi
Marti e-dergisi Subat2012 02_sayi
 
Mersin Polifonik Dergi - 2
Mersin Polifonik Dergi - 2Mersin Polifonik Dergi - 2
Mersin Polifonik Dergi - 2
 
Gundem Trend Raporu - Ekim - Kasım 2016
Gundem Trend Raporu - Ekim - Kasım 2016Gundem Trend Raporu - Ekim - Kasım 2016
Gundem Trend Raporu - Ekim - Kasım 2016
 
Mersin Polifonik Dergi - 4
Mersin Polifonik Dergi -  4Mersin Polifonik Dergi -  4
Mersin Polifonik Dergi - 4
 
394244389-Cogito-Dergisi-Sayı-50-Bah0ar-2007-Bellek-O-ncesiz-Sonrasız.pdf
394244389-Cogito-Dergisi-Sayı-50-Bah0ar-2007-Bellek-O-ncesiz-Sonrasız.pdf394244389-Cogito-Dergisi-Sayı-50-Bah0ar-2007-Bellek-O-ncesiz-Sonrasız.pdf
394244389-Cogito-Dergisi-Sayı-50-Bah0ar-2007-Bellek-O-ncesiz-Sonrasız.pdf
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
 
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı ProgramıCaddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
 
Köklere Kültürel Yolculuk
Köklere Kültürel YolculukKöklere Kültürel Yolculuk
Köklere Kültürel Yolculuk
 
Enderun Değer Dergisi Sayı 1
Enderun Değer Dergisi Sayı 1Enderun Değer Dergisi Sayı 1
Enderun Değer Dergisi Sayı 1
 
Gercek sinema 02
Gercek sinema 02Gercek sinema 02
Gercek sinema 02
 
1980 Sonrası Türk Şiiri
1980 Sonrası Türk Şiiri1980 Sonrası Türk Şiiri
1980 Sonrası Türk Şiiri
 
33 Nedir?
33 Nedir?33 Nedir?
33 Nedir?
 
Aralık City Guide by Manajans / JWT
Aralık City Guide by Manajans / JWT Aralık City Guide by Manajans / JWT
Aralık City Guide by Manajans / JWT
 
Stephen King Sadist
Stephen King   SadistStephen King   Sadist
Stephen King Sadist
 

Cigdemin sesi aylık online dergi subat2017

  • 1. ÇİĞDEMİN SESİ Aylık Online Dergi Şubat 2017 SABAHATTİN ALİ 110 YAŞINDA SİNEMA TOPLULUĞU SÜS TAŞLARININ GİZEMİ BİZDEN BİR ÖYKÜ ŞİİR KÖŞESİ TAŞLARIN DAĞINDA BİR KADIN KARS’DA KAZ KÜLTÜRÜ GEZİ NOTLARI-YENİCE KÜTÜPHANEDEN SEÇMELER BİR EDEBİYAT AKŞAMINDAN BRİÇ TOPLULUĞU ÇİĞDEM’DE ESNAF VAR YAŞADIĞIMIZ ŞEHİR VE KİMLİK AĞAÇLARI TANIYALIM MUHTARIMIZDAN SERGİMİZDEN ANKARA’DAN SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM AKŞAMLARI ÇİĞDEM TÜRLERİ EDEBİYAT TOPLULUĞU Çiğdem Eğitim,Çevre ve Dayanışma Derneği Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya- ANKARA www.cigdemim.org.tr Tel: 2852047
  • 3. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 3 MERHABA 2017 yılı Genel Kurulumuzu tamamladık. Üyelerimizin gösterdiği güven ve takdir için herkese teşekkür ediyoruz. Geçen dönem yönetim kurullarında görev alan 3 arkadaşımız çeşitli nedenlerle bu sene aramızda olamadılar. Onların yerine aramıza katılan 3 yeni arkadaşımızla 2017 yılında görev almak için seçildik. Öncelikle önceki dönemlerde görev almış ve şimdi aramızda olmayan arkadaşlarımıza katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Sizlerin güveniyle göreve gelen yeni yönetim kurulumuz arasında görev dağılımı aşağıdaki gibi yapılmıştır. Başkan – Fatih Fethi Aksoy Başkan Yardımcısı – Halil Ferit Uyar Sayman – Fatma Engin Genel sekreter – Gönül Öner Üye ( üyeler ve gönüllülerden sorumlu) – Hasan Hüseyin Aslan Üye ( İletişim ve sosyal medya işlemlerinden sorumlu) İlkcan Alkurt Üye ( etkinliklerden sorumlu) – Neriman Acar Yedek Üyeler ve denetçiler arasında da aşağıdaki şekilde görev paylaşımı yapılmıştır. Tanıtım ve Halkla İlişkiler – Tülay Korkmaz-M.Demet Yücelgen Edebiyat ve Sinema topluluğu – Zühal Yüksel-Fitnat Çıtlak İzcilik Kulübü – Akın Yücel Güzel Sanatlar – Aytül Aksongur-Nilgün Türker Fotoğraf Topluluğu – Demet Yücelgen Bilişim – Tuncay Gökduman TSM Korosu – Beyhan Zülaloğlu-Neriman Acar Geziler – Turhan Demirbaş Eğitim – Buket Polat-Mustafa Özgün Teknik işler – Kemal Akın Kütüphane – Fitnat Çıtlak-Neriman Acar-Turhan Demirbaş Derneğimizin 20.yılını kutlarken önümüzdeki dönemde neler yapacağımızı da planlıyoruz. Bu çalışmalarda bize yardımcı olabilecek gönüllü dostlara ihtiyacımız var. Her türlü destek bizim için önemli. Benimde yapabileceğim bir şey var diyorsanız derneğimize bekliyoruz. 20.yılımız için hazırladığımız “Çiğdemim: Bir Sivil Toplum Örgütünün 20 Yıllık Başarı Öyküsü” adlı kitabımız baskıdan çıktı ve derneğimizde sizleri bekliyor. İlgilenen komşularımız ücretsiz olarak derneğimizden alabilirler. Sevgi, Dostluk ve Hoşgörüyle. Fatih Fethi Aksoy Çiğdemim Derneği YK Başkanı ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ÜCRETSİZ ONLİNE DERGİ Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu Düzenleme: Fatih Fethi Aksoy Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı yazılarda görüşler yazarlarına aittir. İletişim : Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya-ANKARA dernek@cigdemim.org.tr Tel : 0312 2852047
  • 4. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 4 SABAHATTİN ALİ 110 YAŞINDA Gümülcine’ye bağlı Eğridere’de 25 Şubat 1907’de doğan Sabahattin Ali, 23 yaşındayken Resimli Ay dergisinde çalışan Nâzım Hikmet ile tanıştı, derginin Eylül 1930 sayısında orman sanayiinde çalışan işçilerin yaşamını anlatan “Bir Orman Hikâyesi” adlı öyküsü yayımlandı, 1948 yılında Kırıkkale’de Sazara köyü yakınlarında ormanlık alanda öldürüldü. İlk öyküsünün yayımını gerçekleştiren Nâzım Hikmet, onun hakkında 1955 yılında şöyle yazdı: “Orta boyluydu. Tombulcaydı. Gözlüklerinin arkasında pusuya yatmaz, gözlüklerinin arkasında insanın gözüne dostça, bazen dost bir alaycılıkla bakardı. Bakışları ara sıra mahzunlaşırdı. Bazen lüzumundan fazla telaşlandığı olurdu. Bazense kendisine, sırf kendisine, lüzumundan fazla güvenirdi. Yumruklarına değil, zekâsına. ‘Ben, elbette, bizim polis hafiyelerinden, komiserlerinden, müdürlerinden, bizim içişleri bakanlarından zekiyim, akıllıyım’ derdi. 1933 yılında Sinop ceza evinde “Başın öne eğilmesin/Aldırma gönül aldırma/ Ağladığın duyulmasın/ Aldırma gönül aldırma” dizeleriyle başlayan şiiri 1976’da Kerem Güney tarafından bestelendi ve sayıları elliyi bulan sanatçı tarafından seslendirildi, seslendirilmeye de devam ediyor. İlk kez 1943 yılında Remzi Kitapevi tarafından yayımlanan Kürk Mantolu Madonna romanı, Varlık, Bilgi ve Cem yayınevlerinden de piyasaya çıktı. 1998’den bu yıla kadar Yapı Kredi Yayınları’ndan 84 baskı yaptı, yedi dile çevrilerek yayımlandı, 2016’da İngiltere’de Penguin Yayınevi'nin Modern Klasikler Serisi kapsamında İngilizcesini yayımladı. Romanın yakın zamanda dört dilde daha yayımlanması bekleniyor. 1943’de yapılan ilk baskı kitabın günümüzde sahaftaki satış fiyatı 1.200 lira ile 1.800 lira arasında değişiyor. Niyazi Berkes’in “O cıvıl cıvıl, canlılık dolu adam kimseden kaçmaz, kimseden gizlenmezdi. Gürültücü farfara denecek kadar oynak olan bu adamın aynı zamanda bir filozof kadar ağırbaşlı yanlarını çok gördüm” diye anlattığı Sabahattin Ali için Vedat Günyol, “Gönül kuşumun kanadı” nitelemesini yapacak Zühtü Bayar da şu değerlendirmede bulunacaktı: “Sabahattin Ali’yi Türk hikâyeciliğinin bir kilometre taşı olarak göstermemizi gerektiren pek esaslı nedenler vardır. Özgür bir üslup edebi etkinliğini gösterdiği zamana göre temiz ve halkçı bir dil ve en önemlisi halka yakın konu ve temaları değerlendirdiği toplumcu perspektif. …Yeni Türk hikâyesinin ondan öğreneceği epeyi şey var daha.” Selim İleri’nin ”sevdiği, saygı duyduğu, yeniden okuyunca bunalmadığı hikâyeci”, Fakir Baykurt’a göre de, “Türk hikâyesini toplumcu gerçekçi yöne doğrultan” kişidir. Ölümünün 25. yılında, 1973’de Rıfat Ilgaz şunları yazacaktı: “Düşünüyorum da hâlâ Sabahattin Ali sömürü dönenini bütün çıplaklığıyla gözümüzün önüne seren, toplumun aksayan yanlarını açığa çıkaran, ezilen halkı her kesimde belirli çizgilerle bize tanıtan romanlarıyla, öyküleriyle henüz aşılamayan bir sanatçıdır. Toplumsal çelişkiler
  • 5. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 5 karşısında davranışı, tutumu, hatta eylemi ile yaşadığı çağda üzerine düşen görevi eksiksiz başarmış ilk sanatçılardan biridir diyebilirim.” Ilgaz, aynı yazısında, “Evi Ankara’da Karanfil sokağındaydı ama biz arkadaşları onu İstanbul’da oturur sanırdık” diye anlatır. Evlendikten sonra Karanfil sokağında halen Dost kitapevinin bulunduğu yerde Cumhuriyet’in ilk döneminde yapılmış Adalar Apartmanında oturmuştu. Kimi edebiyatçımızın yıllarca oturduğu binaların çoğu Sabahattin Ali örneğindeki gibi 1980’lerin sonlarında yıkıldı gitti. Sabahattin Ali evinin yerindeki kitapevi tesellisi gibi kaldı. Vecdi Seviğ DUVARIN YIKILIŞ MASALI Sinema Topluluğumuzun Ocak ayındaki filmi bir dönemi yansıtan “Elveda Lenin” idi. Yönetmen aynı zamanda tarihçi olan Wolfgang Becker. Film 1989'da o zamanki adıyla Doğu Almanya'da geçiyor. Doğu-Batı Almanya’nın birleşim sürecini bir ana oğlun sıcak öyküsüyle anlatıyor. Alex’in sosyalizme inanmış, idealist bir öğretmen olan annesi 1989 yılının kargaşalı günlerinde girdiği komadan sekiz ay sonra eskisinden çok farklı bir Doğu Almanya’da uyanıyor. Onun sağlığını korumak için oğlu ülkedeki farklılığı ondan saklayan, yaratıcı çözümlerle ona bir rüya ülke yaratıyor. Alex'in çabalarını izlerken güldük, şaşırdık, hüzünlendik… Annelerin çocukları için yapacaklarının sınırı olmadığını biliyoruz. Bu filmde çocukların anneleri için neler yapabileceğini gördük. Filmde aile temasının yanında olan soğuk savaşın bitimine zemin hazırlayan Berlin Duvarının çöküş sürecini izledik. Berlin Duvarı’nın yıkılışını, öncesi ve sonrasıyla Almanya’yı, duvarın yıkılışından yıllar sonra tanıklık etme şansı tanıdı film bizlere. Doğu Almanya’ya kapitalizmin hızla girişini, gerçekleşen dönüşümü, uyum sürecini ve bunların insani yönünü gözledik. Sinema dolu günler dileğiyle, Zuhal Yüksel YENİ ÜYELERİMİZ Geçtiğimiz ay içerisinde üyelik başvurusunda bulunan ve Yönetim Kurulumuz tarafından üyelikleri onaylanan Latif Yurt, Almila Kından Cebbari ve Fatma Kama’ya aramıza hoş geldiniz diyor ve bu gönüllü desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz. Henüz üye olmayan komşularımızı da aramızda görmek istiyoruz. Üye formunu doldurup bir fotoğraf vermeniz yeterli. Yıllık üyelik aidatımız 25 TL.dir.
  • 6. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 6 SÜS TAŞLARININ GIZEMI Kızgın kor halinde ki dünyamız soğumaya başladığında, taşlar da oluşmaya başladı. Her şeyden ve herkesten önce, yeryüzünün ilk kalıcı varlığı taşlar oldu. Bu nedenle taşlar, dünyamız yok oluncaya kadar hep var olacak... Milyarlarca yıl önce, yani günümüzden çok eskilerde oluşan bazı taşlarsa, o dönemin yaşam izlerini ve sırlarını, fosiller aracılığıyla bizlere taşıdılar... Kimi zaman volkanlar, dünyada var olan yaşamın sona ermesine neden oldu. Örneğin, bundan 65 milyon yıl önce, evrenin sonsuzluğundan kopup gelerek dünyamıza çarpan ve başta dinozorlar olmak üzere, pek çok canlı türünün yok olmasına neden olan, dev bir meteor da sonuçta taştı... Zaten, gökyüzünde kimi zaman bir fener gibi ışıldayan ve insanların romantizmini besleyen Ay’da, milyonlarca yıl önce dünyadan kopmuş başka bir taş...! Dünyanın oluşumundan 4,5 milyar yıl sonra ortaya çıkan, sonra da kendini dünyanın sahibi ilan eden insanoğlu, önceleri bu taşları oyarak kendine ev yaptı. Sonra aynı taşları kırıp, üst üste koyarak, duvar örmeyi keşfetti! Böylece kendine güvenli barınaklar yapabildi. Öyle ki, zamanla her işlediği taş, giderek daha gösterişli oldu. Sonunda mükemmel taş işçiliğiyle kayaları yontup, tapınaklar ve heykeller yaptı... Yonttuğu bu heykellerin bazılarını tanrı olarak kabullenip, onlara tapındı da...! M.Ö. 107’de Mimar Apollodorus, Roma İmparatoru Traian’ın isteği üzerine, Romanın meşhur Tirian çarşılarının yapımını üstlenince, çarşıda kullanacağı 480 sütun, sütun başlığı ve çarşıyı süsleyecek onlarca heykelin, Afyon'un İscehisar ocağından çıkarılan ve pavonazetto denilen mermerden yapılmasını istediği için, o dönemde çok zor olan taşıma işini de üstlenmiş, sonuçta tonlarca mermerin Roma'ya taşınmasını sağlamıştır... Uzun süre, sadece Roma için çalıştırılan bu ocak, daha sonra Bizans için de kullanılmıştır. Söz konusu mermerler Ayasofya'yı da süslemiştir. Bu ocak, bugün bile işletilmektedir... Antik dönemin insanları, yine İstanbul güneyindeki Marmara Adası mermer ocaklarını işletmiş, asırlar boyu muhteşem sütun ve sütun başları üretmişlerdir... Zaten adını, üzerindeki mermer ocaklarından alan Marmara Adası da, tıpkı bir fabrika gibi dönemin medeniyetlerine, muhteşem sütunlar üretmiş, Roma'ya ve tüm dünyaya dağıtmıştır... O çağlarda, insanoğlunun sanatçı yanı ağır bastıkça, taşları değişik biçimlerde işleyerek saraylar, tapınaklar, mezarlar yaptılar. Bunların içinde en muhteşemi ise, tabii ki piramitler olmuştur... İnsanoğlu bu tür büyük taşların yanı sıra, bir gün küçük ama farklı renkte ve güzellikte başka taşları da keşfetti... Sonra daha çok meraklanıp, taşların içindeki gizemi ve güzelliği keşfetmeye çalıştı... Bu merakı sonunda, doğada farklı renklerde ve az bulunan taşlar buldu... Doğada az bulunan bu taşları, değerli olarak kabul etti. Zamanla bunları para ve takas malzemesi olarak kullandı. Sultanların zenginliği bile, kimi zaman bu taşlarla ölçülür oldu... Doğada yüzlerce mineral bulunmasına karşılık, bilinen değerli süs taşı sayısı, insanın beğenisine bağlı olarak ancak 50 civarındadır. Bizlerin gözünü kamaştıran az sayıda bu taş, kadınların boyunlarında, bileklerinde, kulaklarında süs olurken, erkeklerinde elinde tespih ya da baston tutamağı olarak hayatımıza girdi... Süs taşı aramak ve bulmak bir uzmanlık işi olmakla birlikte, her doğa sever biraz çaba harcayarak, yarı değerli bir süs taşı bulabilir...! Zaten birçok süs taşı da arkeolojik dönemlerde kazayla bulunmuştur! Süs taşlarını kuru nehir yataklarında, kayaların yüzeyindeki çatlaklara sokulan magmanın çevresinde, cevherli sıcak su (hidrotermal) bacalarında, birikinti konileri, açık maden işletmeleri ve akarsu taraçalarında bulmak mümkündür... Ancak bir süs taşı bulmak, işin ilk aşaması olmakla birlikte, bu taşları işlemek işin en zor yanıdır..! Buradaki zorluk, taşın fazla sert olmasından kaynaklandığı için, elmasta olduğu gibi taşın kesilerek işlenmesi, çoğu zaman uzmanlık gerektirir... İnsanlar, asırlar öncesinden günümüze gelinceye kadar, taşlara gizemle yaklaşmıştır. Günümüz insanı da farklı olmadığı için, bu mistisizmi hâlâ sürdürmektedir! İlk çağlarda olduğu gibi günümüzde de, bazı taşların gücü olduğuna geniş bir kesim hala inanmaktadır! Dolayısıyla yarı değerli süs taşlarının kullanımı, her gün biraz daha artmaktadır... Dünyanın neresinde olursanız olun, bulunduğunuz çevrede, ilginizi çeken bir taş bulursanız eğer, hiç üşenmeden onu yerden alın. Daha sonra onu yıkayarak temizleyin ve evinize götürün... Belki bir gün çamurun içinden bile, sizin için değerli sayılacak bir taş çıkabilir. O zaman bulduğunuz o taşı, evinizin en güzel köşesine yerleştirin. Sonraki günlerde o taşı evinizde gördükçe, evin havasının nasıl değiştiğini fark edeceksiniz...
  • 7. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 7 Ayrıca süs taşlarını toplamaya başladıktan sonra, doğal olan her şeye, daha çok yakınlık duyduğunuzu da, fark edeceksiniz! Tabii ki sonra da, doğal olan her şeyi korumak için, içinizden gelen bir duygunun da geliştiğini hissedeceksiniz... Kim bilir, bir gün bulduğunuz bir taş, sizin de dünyanızı değiştirebilir... Cengiz KARAKÖSE Jeoloji Yük. Müh.
  • 8. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 8 BİZDEN BİR ÖYKÜ HAL VE GİDİŞ PEKİYİ Okullar açıldıktan ve öğretim yılı hazırlıkları tamamlandıktan sonra naklen gelen öğrenciler gözümü korkuturdu. Hele ikinci dönem olursa bu geçiş, özellikle veli karabasan gibi düşer gündeme. Çocuk birinci dönem sonunda karneyi alır, eve gelir. Anne baba bir gün olsun okula gitmez, veli toplantılarına katılmaz, sonra da karnede baştan aşağı davranış notlarını, hatta bütün dersleri beş olarak görmezse hayal kırıklığı yaşar. Yakın komşu, akraba çocuklarıyla kıyaslanır, karneler karşılaştırılır, çocuğunun elinden çekiştiren veli soluğu okulda alır. Sonuç değişmedi mi? Okuldaki diğer öğretmenler düşünülür, nasılsa okulda başka şubeler de vardır. O da olmadı yakın çevrede bir başka okula çocuğunu naklettirmek ister büyükleri; zararını yararını tartmadan, düşünmeden. Ne öğretmen, ne arkadaş, ne çevre, ne de okul beğendirmek olasıdır bu velilere. Çocuklar her gittiği sınıfta yeni arkadaşlar edinip, öğretmenini sevse de, çevreye uyum sağlayıp okulu benimsemiş olsa da bu kaprisli büyüklerinin ellerinde sonbahar yaprakları gibi savrulur durur. En kötüsü de öğretmenleri çocuğun yanında çekiştirilir, bire bin katarak kötülenir, yerden yere vurulur. İncir çekirdeğini doldurmayan bir nedenle başlar tartışmalar. Yok, arka sıraya oturtmuş, bayramlarda, kutlama törenlerinde şiir okutmamış, sınıf başkanlığına seçmemiş, oyunlarda hep ebe olurmuş. Daha neler… Bir de öğrencinin karnesinde bütün notları (5 ) pekiyi değilse, vay haline o öğretmenin. Tayin ve ev taşıma zamanı olmadığından, yıl ortasında, ikinci dönem başında okula nakil gelen öğrencinin durumu, velinin genel görünümü üç aşağı beş yukarı budur. O yıllar karnede davranışlar bölümü “hal ve gidiş, temizlik, intizam, diş koruma” gibi kısa, az, öz başlıklarla adlandırılırdı. Sonraları “başkalarıyla birlikte çalışabilme, grup içinde sorumluluk alma, aldığı görevi yerine getirebilme” gibi uzun, okumaya üşenilen sözcükler öbeği görünümünde olunca, başarı ortalamasını da etkilemediğinden, dikkate alınmaz olmuştu bu notlar. Suat, ikinci dönemin ilk haftası geldi sınıfa. Annesi, babası ve kendinden en az on beş yaş büyük ablasıyla. Büyük ağabey bahçede kalmıştı. İşte, gözünün içine bakılan, şımartılan, böyle davrandıkları için huyu değişen, başarısı olumsuz etkilenen, sorunlu bir öğrenci diye düşündüm. Yanılmamışım. Baba iri yarı, esmer, çatık kaşlı, sert bakışlı bir adam. Velilerimin büyük çoğunluğu gibi bu da Siteler’de mobilyacı. Kendi atölyesi değilmiş, aylıkla çalışıyormuş. Atölye işini batırdığını, önceleri maddi durumları çok iyiyken el kapılarında çalışmaya başladıklarını; evlerini satıp kiraya düştüklerini öğrendim, görüşüp konuştukça. Senetle, çekle çalışırlarmış. Senedin biri karşılıksız çıkmış; hapse girmeler, şanssızlıklar, hastalıklar hep peş peşe gelmiş. Düşünceler, bakışlar tekerleme olup yapışmış dillerine. Her gecenin sabahı, her tünelin sonunda bir ışık olduğu. Denizler dalgalanmadan durulmaz, her işte bir hayır var deseler de bir bir kapanmış kapılar; sıkıntı çöreklenmiş eşiğe, gün göstermemiş aileye. Umutlarla birlikte sabır, güler yüz, hoşgörü de eksilmiş yaşamlarından. “Anne babamın bir kızıydım, konaklarda büyüdüm, kaçarım diye korkusundan verdiler beni kocama” diye anlatmıştı bir gelişinde Suat’ın annesi. Sonradan, tanıdıkça etkilenmiş, sevmiştim aileyi. Ama ilk görüşte gözüm korkmadı desem yalan olur. Bu tür çocuklar sürekli sorun yaratır; kimseyle anlaşamaz, arkadaş edinemez, içine kapanır, ani tepkiler verir, çabuk öfkelenir; ulaşmak mümkün olmaz, kabuğunu kırıp dokunamazsın yüreğine. Ailesinin söylediğinden, yönlendirmesinden, doğrularından başkasını bilmez, dinlemez kimseyi. Suat’ı da böyle gördüm ilk gün. Tıpkı babası gibi kalın çatık kaşlarıyla süzdü beni uzun, suskun bakışlarla, gözlerini kaçırarak. Anne; babanın aksine ufak tefek, kumral saçları çiçekli, renkli, iğne oyalı
  • 9. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 9 yazmasının kenarlarından görünen, buğday rengi teninde belli belirsiz çilleri olan, bal rengi gözlü, ölçülü yüz hatlarıyla güzelce bir kadın. Büyük kız ve oğlan baskın baba benzeri; gür sesli, her söze sazan gibi atlayan, tetikte bekleyen, tepki vermeye hazır, gözlerime dimdik bakarak konuşan esmer güzeli gençler. Suat anne ve babanın karışımı. Her iki tarafın başat genlerini taşıyor denebilir, hatta daha da fazlası. Okul değiştirme nedenini doğrudan söylemeseler de belli, karneyi beğenmemişler. Bütün derslerin notu iyi, beden eğitimi dışında. Sadece o pekiyi. Bilirim o derse daha düşük not versek, veli okul kapısına dayanır; “Benim çocuk hoplayıp zıplayamıyor mu hoca, özürlü mü yoksa?” diyerek. Köy okullarında, kenar mahallelerde, küçük kasabalarda bu tür durumlar hemen hiç yaşanmaz, “Eti senin kemiği benim” diye getirilir çocuk; bunlar şehirlerde, anakentlerde çarpık büyümenin yan etkilerinden. En önemlisi, davranışlar bölümünde de notlarının hepsi pekiyi değildi Suat’ın. Özellikle Temizlik notunun İyi olması, başta hastalık derecesinde temiz, titiz olan anneyi üzmüş. Komşunun pasaklı oğlu gibi ona da iyi vermesi aileyi çok üzmüş. “Elbezlerini bile her gün kaynatıp, ütüleyip öyle koyuyorum beslenme çantasına” deyip, kar beyazı havluları göstermişti geldikleri ilk gün. Böyle evlerde yetişen çoğu çocuklar, okulda duvar tepelerinden inmez, yerlerde yuvarlanmaktan başka oyun bilmez, sırası karalanmış, yazı masasının gözleri kalem yontuları, yiyecek artıkları dolu olur. Anne baba bunu bilmez. Evde çamaşır suyu elinden düşmeyen, taş ovmaktan, cam silmekten, toz almaktan, halı kilim yıkamaktan başka gözü bir şey görmeyen anne, çocuğu dışarıda ne yapıyor aklına bile getirmez. O evin işi püsürü canına yetiyordur. Suat ilk bakışta temiz, düzenli biri gibi görünüyor. Kardeşlerinden yıllarca sonra doğmuş, anne babanın büyük torunuyla yaşıt – hep tekne kazıntısı derler ya sinir olurum bu söze, ne demekse- en küçük çocuk olması nedeniyle oldukça şımartılmış. Bebekliğinde ateşli hastalık geçirmiş, saralıymış. Her yaramazlığına göz yummuşlar, her yaptığını yanlış da olsa hoş görmüşler. Bir dediğini ikiletmeden el bebek gül bebek büyütmüşler, söylediklerine göre. Sadece anne baba değil, diğer yedi kardeş de evlat gözüyle bakıyorlar küçük Oğlan’a. Bu özen ve titizlik içinde büyüse de Suat’ın en sevdiği oyunlar; futbol maçları yapmak, uzuneşek oynamak, yolda her gördüğü taşı tekmelemek, okulda su savaşı çıkarmak, ders aralarında en ufak tartışmada arkadaşlarıyla gırtlak gırtlağa gelip yerlerde yuvarlanmak; en ufak bir tepki, uyarı karşısında yüksek sesle zırlayarak, salya sümük ağlamak. Okuldan eve dönüşte ne ütülü mendil, ne kolalı beyaz yaka, ne de sağlam düğmesi kalıyordu okul giysisinin. Öğretmen, annenin ozonlarla ağarttığı mutfak karolarına bakıp temizlik notunu pekiyi yazacak değil ya! Zoru başarmayı, karmaşık iplik çilelerini çözmeyi, insanların dertlerini dinlemeyi, çocuklarla oynamayı severim. Suat’la iyi anlaştık kısa zamanda. Yılsonu için hazırlanan tiyatro oyununda görev alması, yaptığı bir resmin sergi için seçilmesi, sınıflar arası spor karşılaşmalarına katılması işimi kolaylaştırdı. Düşüp bayılma ve sara krizleri hafifledi, azaldı. Özünde iyi bir çocuk. Aile de ilgili; bana güvendiler, inandılar, ne zaman çağırsam koştular okula. Çok iyi günlerden bugünlere gelmişler, ev ve işyerlerini kaybetmişler; varlıktan yokluğa düşmenin boşluğunda, şaşkın, güvensiz, perişan ve mutsuzdular. Dostları, akrabaları birer ikişer uzaklaşmış, birkaç çevre değiştirmişler; alışkanlıklarını, zevklerini yitirmişler. Para her şey olmasa da yokluğu çok şeyi alıp götürmüş yaşamlarından, kişiliklerinden. Kavgacı olmuşlar, şüpheci, asık yüzlü; insanlara güvenlerini yitirmişler. Bir şeyi defalarca söylemeden ikna olmuyorlardı ilk görüşmelerde. Sonunda ortak payda da buluştuk, güvenini kazandım ailenin. Hepimiz Suat’ın iyiliği, başarısı, mutluluğu için çalışıyorduk. Her söylediğimi dikkatle dinliyor, hemen kabul edip ellerinden gelen her katkıyı ikiletmeden yapıyorlardı. Diğer öğrenciler de kısa sürede benimsedi ve sevdiler hastalığıyla, yanlışıyla, eksiğiyle Suat’ı. İlkokulu bitirinceye kadar benim sınıfta okudu, önemli bir sorun yaşamadık.
  • 10. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 10 Bahar gelince diğer sınıflarla pikniğe giderdik Golf Klubüne. Çevredeki tüm okullar için en uygun alandı. Siteler, Solfasol, Hasköy, Subayevleri, Aydınlıklevler, İçaydınlık Türk iş blokları Semtleri arasında kalmış uçsuz bucaksız çamlık, çimenlik kırsal köşe. Öyle Ege’nin çam ormanları gibi gür, gümrah, görsel değil. Kısa boylu, gölgesi ancak kendine yeten, seyrek dikilmiş bodur çamlar; tam çocuklara göre, öğretmenleri ürkütmeyen, velilerin gözünün arkada kalmayacağı, tehlikesiz bir oyun alanı. Burada tüm öğrenciler gönlünce top koşturur, kovalamaca oynar; su birikintilerindeki kurbağa yavrularını izler, çiçek toplar, uğur böceği yakalayıp dilek dilerlerdi. En zevkli olanı, büyük küçük herkesi coşturan, neşelendiren etkinlik uçurtma uçurmaktı. Gökyüzü renk renk, irili ufaklı, türlü resimli uçurtmayla dolardı. Yenen yiyecekler de özene bezene hazırlandığından pek lezzetli olur, herkesin iştahı açılır, keyfi yerine gelirdi. Hafta içi öğrencilerin, hafta sonu ailelerin, gece de içkicilerin, başıboş köpeklerin mekânı olan bu çamlığın tam adı Amerikan Golf Klubüydü. On iki yıl kiracı olarak oturduğum Aydınlıkevler semtinde, defalarca gittiğimiz, hemen her gün önünden geçtiğimiz bu yerde ne Amerikalı birini, ne de golf oynayan bir Allah kulunu gördüm. Ama adı Golf Klubüydü, herkes öyle söylüyordu. Bahar gelir gelmez tüm öğrencilerin dilinden düşmezdi, ne zaman piknik yapacağımızı sorup dururlardı. Karadenizli bir öğretmen atanmıştı o yıllarda okulumuza, eşi subaydı. O kadar çok duymuştu ki Golf Klubü adını, bir hafta sonu çoluk çocuk gitmişler, piknik yapmaya. Hayal kırıklığına uğramışlar, anlatırken kendini tutamayıp kahkahalarla gülüyordu. “Bende bir şey sandım, siz Trabzon’u, Giresun’u, Rize’yi göreceksiniz, buralara dönüp bakmazsınız” demişti. Daha önce üç yıl çalıştığı İstanbul’u ise yere göğe sığdıramıyordu. Ne yapalım burası Ankara. Ata’nın yoktan var ettiği şehir; denizi yok, dağı yok. Tepeler, çaylar, pınarlar, bağlar içinde bir ova. Anıtkabir’i, Çubuk ve Bayındır barajları; Kuğulu, Seğmenler, Botanik ve Gençlik Parklarıyla; Eymir ve Mogan gölleriyle; Kalesi, Çıkrıkçılar yokuşu, Kızılay çarşıları, Ulus sebze Hali ile o zamanlar bize yeten, mutlu eden, sessiz, sakin, huzur veren, sorunsuz bir kentti. Okullar tatil olmuştu. Yaz sıcakları ortalığı kavuruyor, güneş tepede alev topu gibi buram buram terletiyor, bunaltıyordu. İki küçük kızımın aklına uyup Golf Klubüne gittik, piknik yapmaya. Bütün çocuklar bisiklete binip dört dönüyorlardı ağaçların çevresinde, bayıltıcı sıcak havaya aldırmadan. Biraz sonra gazetecilerin geldiğini, ağaçların altında yaşayan bir aileyle konuştuklarını, resim çektiklerini söylediler. Büyük kızım adını çıkaramadı ama benim öğrencimin ailesi olduğunu söyleyince dayanamadım, eşyaların yığılı olduğu yere gittim. Suat’ın ailesiydi. Bütün eşyalarıyla oradaydılar. Döküm saçım kap kacak, yorgan döşek, sandalyeler, masalar dolaplar üst üste yığılı, tüm aile bir kilimin kenarına oturmuş; baba yere çömelmiş gazetecilerle konuşuyor, Suat annesinin arkasına sinmiş, bakışları korkulu, şaşkın. Abla güneşten kavrulmuş yüzünün terlerini silerken, merak edip toplanan çocuklara bağırıyor: “Ne var, ne bakıyorsunuz! Ayı mı oynatıyoruz, defolun gidin başımızdan!” Yanlarına gittim, utanır gibi oldular beni görünce; elleri, dudakları titriyor, gözleri seğiriyordu konuşurken annenin. Kirayı ödeyememişler bu ay, ev sahibi kapıya gelip bağırmış, küfretmiş. Gururları kırılmış, konu komşunun yüzüne bakamayız deyip buraya taşımışlar eşyalarını. “Bir haftadır ev arıyoruz, borç harç kafamızı sokacak bir yer bulursak gireceğiz. Kiralar yüksek, bir de çok çocuklu aileye vermek istemiyorlar evlerini” dedi susuzluktan kurumuş, çatlamış dudaklarıyla. Ahşap dolaplar, masa, sandalye, kadife kaplamaları solmuş yıpranmış koltuk takımları, İtfaiye Meydanı eski eşya dükkânlarındaki ikinci el mallar gibi gelişigüzel yığılmıştı. Yenip içilenlerin artıkları bir kenarda, Mamak çöplüğü benzeri kokuşuk küçük bir tepe oluşturmuş. Kırık dökük tahta kasalarda küçük baharat poşetleri, tuz, şeker, çay kutuları. Patates, kuru soğan, ezik domatesler, buruşmuş yeşilbiberler, salatalıklar pazar artıkları gibi piknik tüplü ocağın yanına gelişigüzel atılmış. Leğen ve tepsilerde kap kacak, bardaklar, tencereler, tavalar, çaydanlıklar. Sele ve sepetlerden, bohçalardan taşan giysiler. Bir kenarda özensizce katlanmış yataklar, saten kaplamalı yorganlar, beyaz dantelli yastıklar, işlemeli kırlentler.
  • 11. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 11 Çoluk çocuk, büyük küçük, gazeteciler, fotoğrafçılar sanki Çıkrıkçılar yokuşunda, sokağa taşan satılık malları inceleyen alıcılar gibi döne dolaşa dakikalarca seyretmekten kendilerini alamıyorlardı. Sanki televizyonda belgesel dizi izliyorlar; şaşkın, duygusuz, anlamsız bakışlarla. Suat hiç konuşmadı benimle, yerinden bile kımıldamadı, sanki kimseyi görmüyordu. Mutfak penceremden bakarken bahçedeki mavi ladin, yılbaşı ağacı, askeri bölgedeki çamlar, apartmanlar arasından görünen ODTÜ ormanı yaşattı bu anıları bana; otuz yıl öncesine gittim birden, bu güneşli kasım sabahında. Şimdi Altın Park oldu, Golf Klubünün arsası. Spor, bilim, sergi salonları; kocaman havuzu, çiçek bahçeleri, piknik alanları, atçılık bölümleriyle; dinlenme, eğlenme, sanatsal çalışmalar ve ekonomik etkinliklerin düzenlendiği, görkemli bir yer oldu. Eski gösterişsiz, doğal, dost sıcaklığını yitirdi. Fazilet Ünsal ELİAÇIK Kasım 2012/ANKARA ŞİİR KÖŞESİ Şafak Kaçkını nar sesiyle kırılır şafak güncesi sabaha erteler gece ılık nefesini bir tomurcuk patlar sabırsız öpüşlere balyoz taşa ağır gül dalına hafif hazirandan çalınmış kiraz zamanı yüzünün ilk yarısı alazında tenin bin kelebek kanat çırpar volkanları yorgun ömür suskun dağ eteği Dursun Nadir
  • 12. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 12 TANRILAR DAĞINDA BIR KADIN Theresa Goel, Cambridge, New York Üniversitelerinde mimarlık ve Arkeoloji öğrencisi iken bir dergide, Nemrut'taki tanrıların tahtları ile ilgili bir yazı okur. O yazı düşlerinde ve yaşamında önemli bir kilometre taşı olur. 1947 yılında Amerika'dan bir grupla Adıyaman'a gelip Kâhta ve Horik köylüleriyle çalışmaya başlar. Bir yıl süren alışma sonunda Theresa, Nemrut - Kommagene'ye sevdasını açıklar. “İstemem evlilik, Nemrutla evliyim, bu tarihi taş eserler benim evlatlarımdır.” Theresa, yıllarca Adıyaman köy ve ilçelerinde halkın, doktoru, ebesi, öğretmeni ve Nemrut dağının Arkeolog’u olarak çalışır. Kommagene uygarlığının bütün sırlarını çözer ve bilim dünyasına armağan eder. Bu çalışmalar sırasında validen, çobana herkes Theresa'yı tanır. 1970'lerde turist rehberi olan Mahmut Arslan, Theresa'nın, Nemrut'ta yaşadığı çadıra erzak, mektup, telgraf götürür. Dost olurlar. Nemrut'taki çadır kamp, eski Kâhta’daki taş ev, hasır şapka, cip, Nemrut'a giderken bindiği katır, aşçı Aziz ve evlat edindiği Deli Mıçı, Theresa'nın vazgeçilmezleridir. Theresa çalışkan, inatçı, sevgi dolu bir kadındır. Nemrut'ta herkesi uyarır “Turistlere söyleyin bu tarihi taşlara basmasınlar bu taşlar 2000 yıl önce sanatçıların hünerli elleri ile yapılmış, bunlar benim çocuklarımdır." Tanrılar dağındaki yaşam onu yormaz ama yaşlanır ve 1984 yılında Amerika'ya döner. “Küllerimi Nemrut'ta Serpin!” Yıl 1989 bir sabah Kâhta otogarına gelen Amerikalı Kermit Goel, Theresa'nın erkek kardeşidir. Mahmut ve Deli Mıçı'yı alır. Nemrut'un zirvesine çıkarlar. Kermit, çantasında bir kavanoz çıkarır, açar, “Artık tanrılarla birliktesin Theresa, rahat ol!” der. Kavanozdaki külleri anıt mezarın üstüne serper. Böylece bir yaşam tarihe karışır. Bu ölümsüz kadın, Nemrut sevdası uğruna ülke sınırlarını aşar. Bir yurtsuz olur. Bu tavrı onu ölümsüz kılar. Kaç kadın, dünyanın kaç yerinde tutkusu uğruna ülke aşar, tutkusuna bir yaşam adar bilinmez. Bilinen Theresa Goel, kendini yeniden yaratan kadındır! Theresa Goel, 1953 yılında Adıyaman'ın tanrılar dağı Nemrut'ta bir kadın heykelini gün ışığına çıkarır. Ve bu çalışmayı şöyle kaleme alır: “Fırat'a Tepeden Bakan Taht, Mezopotamya'nın ay ışığıyla yıkanan yüzüne, aşağıda gümüş bir ejderha gibi ışıldayan Fırat'a baktım. Gece rüzgârı uğuldayarak esiyordu.” Tanrılar dağında bir kadın arkeolog çalışmalardan yorulan gözlerini Fırat'ın seyri ile dinlendirir. İşte o an Mississippi ile Fırat birlikte akar. 2134 rakımlı Nemrut dağında kadının evrensel türküsü söylenir... Herkesin kendince bir 'Nemrut’un Kızı' öyküsü, şarkısı, türküsü, sevdası bu zengin topraklarda vardır. Yeter ki, insanların sıcacık yüreklerinde vefaya ve sevgiye yer olsun…
  • 13. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 13 KARS’TA KAZ KÜLTÜRÜ 2010 yılında Çiğdem Derneği ile yaptığımız Doğu Anadolu gezisinde Kars’ta iki gün kalmıştık. 2016 yılında UNUSCO Dünya Miras listesine girecek olan Ani Harabeleri Kars gezimizin önemli bir ayağı iken, Kars Müzesine çok beğenmiştik. Fakat Kars’ın Kaz kültürü hakkında en ufak bilgim yoktu. Kars ilinin uluslararası lezzeti ve kültürü olan Kaz, bölgedeki sosyal ve kültürel önemi MÖ 2. bin yıla ait seramikler üzerinde tespit edildi. Kars Kafkas Üniversitesi tarafından yapılan araştırmalarda Kars Arkeoloji Müzesi'nde bulunan MÖ 2. bin yıla ait Aras Boyalıları Kültürü'ne ait bir çömlek parçası üzerindeki kaz betimi, kaz kültürünün bölgedeki köklü geleneğine ilişkin önemli bir kanıt olmaktadır. Konu ile ilgili, Kars ve Iğdır'ın da içinde olduğu Orta Aras Havzası'nın günümüzden 4 bin yıl önce Aras Boyalıları olarak bilinen kültür birlikteliğine ev sahipliği yaptığını, kültürün diğer kültürlerden farklı olarak boyalı çanak çömlek üzerine geometrik ve bölgenin faunasına uygun çeşitli hayvan betimleri bulunmaktadır. Son altı yıldan beridir, bölgenin en önemli kültür dinamiğini oluşturan ve bugünde izlerini tespit ettiğimiz Aras Boyalıları Kültürü'ne ait bir parçanın 19. yüzyılın ortalarında Ani Antik Kenti kazılarında bulunarak Kars Arkeoloji Müzesi'ne getirilmiş. http://aktuelarkeoloji.com.tr/karsta-kaz-kulturunun-4-bin-yillik-gecmisi
  • 14. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 14 GEZİ NOTLARI YENI BIR EKO TURIZM MERKEZI OLABILECEK YER; YENICE ORMANLARI Türkiye’nin en büyük blok ormanları olan, Karabük ili Yenice ilçesine Ankara’dan üç saatlik bir yolculuk ile vardık. Bu gezimizi Çiğdem Derneği ile birlikte günübirlik olarak planladık. Yaban hayatı ve bitki çeşitliliğiyle “Dünya Doğayı Koruma Vakfı” tarafından acil korunması gereken yüz sıcak noktadan biri seçilen yenice ormanlarına ulaşıp kısa bir çay molası ile parkurun başında bulunan dere kenarında bulunan otelden başlıyoruz. Son yıllarda dünyada birçok örneği bulunan ve sayısız doğaseveri kucaklayan yürüyüş güzergâhları, ülkemiz geneline de yayılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Likya, Frig Yolu, St. Paul ve İstiklal Yolu gibi işaretlenmiş uzun rotalara, Karabük Yenice Ormanları doğa yürüyüş parkurları da ilave edilmiştir. Orman içi yürüyüş yolumuzun başına; Karabük-Yenice arasındaki karayolu, Filyos Çayı ve tren hattının yanında devam eden yolun üzerinde tam on altı tüneli aşarak ulaşılıyor. Sabahları kalın sis perdesini kuşanan ormanlık bölge, yolculuğu masalsı bir havaya büründürüyor. Sonbahar ayı olduğu için harika bir manzara eşliğinde yürüyüşümüze rehber eşliğinde başlıyoruz. Güney yöne bakan yamaçlar orman ile iyice kaplı, sandal ve çam ağaçları eşliğinde yürüyüşümüz devam ederken. Kuzey tarafı ise sarı-beyaz ıhlamur ağaçlarıyla kaplı olması, bu coğrafyayı, çok etkileyici kılmaktadır. Tropik bölgeler dışında dünyanın ender coğrafyalarında rastlanan anıtsal ağaçları, yemyeşil vadileri, yükseklikleri iki bin metrelere ulaşan dağları, derin kanyonları, her daim çağıltılı dereleri, sürpriz şelaleleri, yaban hayatı ve değişik bitki çeşitliliğiyle Yenice Ormanları, farklı outdoor aktiviteleri için gerçek bir eko turizm merkezi aynı zamanda. Günübirlik veya kamplı yürüyüş güzergâhları ile bisiklet rotaları dışında; kanyoning, kaya tırmanışı, kuş gözlemi, foto safari, botanik yürüyüşleri, rafting ve yamaç paraşütü gibi etkinlikler de yapılabiliyor bu bakir alanda. Ormanın derinliklerindeki tesisler ve yol boyunca rastlayacağınız pınarlar, doğaseverlerin macera dolu aktivitelerini kolaylaştıran unsurlar aynı zamanda. Öğle aramızı verip, yemek yedikten sonra yürüyüş yerimize yakın bir yerde küçük bir köylü pazarından alış veriş yapıyoruz. Tırmanma yerimizde eski bir ev otel olarak düzenlenmiş, eski bir milli bisikletçi tarafından işletildiğini öğreniyoruz. Parkur ortalarında tablo gibi olan dağ ve yol manzaralarından bol fotoğraf alıyoruz. İnişimiz tamamlanınca bol oksijen almış olarak Ankara’ya dönüyoruz. Turhan Demirbaş
  • 15. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 15 KÜTÜPHANEMIZ’DEN SEÇTIKLERIMIZ Fatih Harbiye romanında Tanzimat döneminden Milli Mücadele ile Cumhuriyet’e geçiş döneminde eski ile yeni değerler arasındaki bağlantı anlatılıyor. Kitabın ana karakteri olan Neriman’ın hayat hikayesinden çıkarak anlatılan konuda eski hayat değerlerine bağlı bir hayat süren Neriman’ın modern bir hayata geçişte yaşadıkları zorluklar ve ikilemler var. Kitabın adı ise hikayenin geçtiği iki semtten geliyor. Fatih ve Harbiye semtleri arasında yaşanan iki hayat tarzının arasında gelgit yaşayan genç kızın hikayesi okuyanları gerçekten etkiliyor. Kütüphane No: 1096 Kendi dönemi içindeki gerçekçilik anlayışına uygun olarak yazılmış olan Yaban'da Yakup Kadri, I. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, Milli Mücadeleye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir. Yaban için "bu eser benliğimin çok derinliklerinden adeta kendi kendine sökülüp, koparak gelmiş bir şeydir" diyen yazar, bu romanda ortaya koyduğu birçok soruna daha sonra yazacağı Ankara'da cevap bulmaya çalışacaktır. Kütüphane No: 33 Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödüllü Amerikalı ünlü yazar John Steinbeck’in Gazap Üzümleri ile birlikte en tanınan romanı olan Fareler ve İnsanlar okurlarına tam bir arkadaşlık dramı sunuyor. İlk olarak 1937 yılında yayınlanan ve çok tartışılan roman zamanla hak ettiği değeri gördü ve okunması gereken romanlar listesinde yer almayı başardı. Halen tartışmalara neden olan, bazı ülkelerde yasaklanan ya da sansüre uğrayan kitap adını fareler ile ilgili bir şiirden alır. Kütüphane No: 1802
  • 16. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 16 BIR EDEBİYAT AKŞAMINDAN Nefise Öke Çiğdemim Derneği ocak ayı “Edebiyat Akşamları” etkinliğinde Hasan Ali Toptaş’ın son romanı Kuşlar Yasına Gider üzerine konuştuk. Roman Ekim 2016 da Everest Yayınlarından çıktı. Karton kapak 248 sayfalık kitap akıcı dili, günümüzde geçen, aile içi ilişkileri öne çıkaran yol ve yolculuk öyküleriyle zenginleşerek kolay okunuyor. Hasan Ali Toptaş postmodernist edebiyatçı kimliği ile tanınan, roman, öykü deneme ve şiir türlerinde yapıtları olan bir yazar. Birçok kitabı ülkenin önemli ödüllerine layık görülmüştür. Kuşlar Yasına Gider yazarın doğduğu ve çocukluğunun geçtiği Denizli ve Ankara arasında yaşanan yol öyküsü niteliğinde sayılabilir. Hasta olan bir baba ve onu tedavi ettirmek için her çareye başvuran oğullarıyla anne ve akrabalar arasında olay gelişiyor. Kişilerin karakter özelliği birbirleriyle olan iletişimlerinde belirginleşiyor. Bana göre bu romanı okuyan herkes aile içi iletişimini gözden geçirip sorumluluklarını sorgulayacaktır. Edebiyat Topluluğumuzda da yazar ve romanı tanıtılarak, katılımcıların yorumları tartışıldı, eleştiriler yapıldı. Bazı yorumcular yazarın akıcı, kıvrak diline ve kahramanların anlayışlı tutumlarına dikkat çekerken, bazı yorumcular da yazarın anlatımında ve betimlemelerinde önceki yapıtlarında alışılan derin felsefi, özgün dili bulamadıklarını belirttiler. Kısaca, Hasan Ali Toptaş’ın en yeni romanını tanıtan güzel bir edebiyat akşamıydı. Yeni etkinliklerde buluşmak dileğiyle. PLASTİK TORBADAN VAZGEÇ! BEZ TORBA KULLANMAYA ÖZEN GÖSTER, GEREKTİĞİNDE PLASTİK POŞETİNİ DEFALARCA KULLANARAK SARFINI AZALT. BEZ TORBALAR ÇİĞDEMİM DERNEĞİNDEN 2.5 TL’YE TEMİN EDİNİLEBİLİR.
  • 18. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 18 ÇİĞDEM’DE DE ESNAF VAR - VI Esnaf her mahallenin belkemiği gibidir, her bültende mahallemize özgülenmiş küçük işyerlerinde kendi işlerini yapan becerikli iki komşumuzu ziyaret edelim diyerek başladığımız dizimizde Ocak ayında iki esnafımızı ziyaret ettik. Bakalım bu iki değerli esnaf komşumuzla karşılaştığınızda onları daha yakından tanımanın sıcaklığı yaşanacak mı? Mahallenin tek manavı “Manav” biraz şaşırtıcı bir sözcüktür. Bildiğimizin dışında, Anadolu’nun yöresine bağlı değişik anlamları vardır. Maçka yöresinde tahıl satıcısı, Marmara bölgesine gelince Balkanlardan göç etmiş orada yaşayanlar, Batı Anadolu’da yörükün zıddı sebze tarımıyla uğraşanlar, Isparta taraflarında bahçeleri sulamayı yöneten dağıtıcı demekmiş. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde ise bostancı diye geçmekteymiş. Bizim de bir manavımız var. Atrium Çarşının ön tarafında tezgahlarında her mevsimin sebze meyvelerini kendine göre bir dekor içinde sergileyen dükkanı görmeden geçen yoktur. Orman ailesi 35 yıllık mahallelimiz. Sebze-meyve işine yıllar öncesinde pazarcılık yaparak girmiş üç erkek kardeş: Murat, Feridun ve Soner Orman. Çiğdem’de önceleri seyyar tezgahlarında satış yaparlarmış. İki yıl önce şimdiki 40 metrekarelik geniş dükkana yerleştiklerinde yanlarına kızkardeşleri Esma Orman Çiçekdenk de eklenmiş. Bahar aylarında fide satışlarına yine başlayacaklarını, balkonlarında saksıda fesleğen yetiştirip küçük ölçekli dömates, biber, nane bahçeciliği yapmaya hevesli Çiğdem mahallesinin doğallık düşkünü sakinlerine destek olacaklarını söylediler. Üstelik mevsiminde tezgahlarına gelen ürünün uygununu buldukça çoğunun Ankara yöresinin sebze meyvesi olduğunu, yani yöremizin üreticisinden geldiğini vurguladılar. Esma Hanım ve kardeşi Murat Bey’e, mahalleden, alışverişten, yaşantıdan yakındığınız konu var mı diye sorduğumuzda, bir sıkıntı yaşamadıklarını belirtip güleryüzle içeride uzun süredir beklettiğimiz komşularımızın seçtiklerini tartmaya yöneldiler. O yüzden işyerinin adı Kardeşler Sebze Meyve Pazarı. İşin ilginci Esma Hanım çekirdekten yetişmiş bir kuaförmüş aslında. Çiğdem’deki kardeşlerinin yerine 100. Yıl İşçi Blokları mahallesindeki işyerini bırakıp gelmiş. Fotoğrafta sağ baştaki delikanlı ise, okulundan fırsat buldukça dükkana yardıma gelen Esma Hanımın oğlu Mehmet. Sabahları 07:30’dan akşam 19:30’a dek 12 saat açık Kardeşler sebze meyve Pazarı’na 284 44 83 veya 0538 470 89 40 numaralı telefonlardan ulaşmak mümkün. Evlere servis yapıyorlar.
  • 19. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 19 El emeği göz nuruyla dolu, rengarenk bir işyerimiz Atrium çarşının içine yan kapıdan girip uzun holünde aşağı doğru yürüdüğünüzde, hemen merdivenlerden önce sağda özellikle kadınlarımızın vitrinine göz atmadan geçemedikleri bijuterimizdir Deren. Sahibi Serpil Şahin Hanım işyerinin Atrium ile yaşıt olduğunu söyleyince hiç şaşırmadık. Çünkü Deren Bijüteri, Atrium’dan her geçişimizde “Hayat devam ediyor. Her şey yerli yerinde aynen dünkü gibi burada” dedirten, gelip geçiciliği değil, raflarının doluluğu, seçkinliği ve zerafetiyle bir işyerinin sürdürülebilir olduğunu uzun süredir anımsatıyor. 20 yıldır böyle. Serpil Hanım Çiğdem mahalleli bir esnafımız. 30 metrekarelik ferah dükkânında yaşamından memnun. Tek sıkıntısının son yıllarda gecenin ilerleyen saatlerine gelindiğinde yer yer gözlediği güvenlik zaafiyeti olduğunu söylemeden geçemedi. M.Sinan Kayalıgil-H.Hüseyin Aslan Sözlüklere baktığınızda bijuterinin Fransızca’dan geldiğini görüyorsunuz. Mücevher sözcüğünden türeme ziynet kutusu, ziynet dükkanı karşılığı imiş. Deren bujiteri takı, aksesuar ve el işi malzemelerinin büyük bir çeşitliliğini sunuyor. Rengarenk yünlerin doldurduğu koca bir duvarı var. Bize yünün şimdi mevsimi olduğunu, Çiğdemli becerikli ellerde bol bol örgü işi yapıldığını ekledi. Bunun yanında başka ip çeşitlerini de he zaman bulmak mümkünmüş Deren’de. Zamanla belki kırkyama, dantel, nakış, kanaviçe, boya gibi özellikli elişlerinin malzeme çeşitlerinin daha çoğunu bulunduracak bir hobi dükkanı da olacaktır. Serpil Hanım el işlerini ve kendi imalatı takıları sergileyip pazarlamak isteyenlerden uygun gördüklerine yardımcı olduğunu söylüyor. Zaman zaman böyle şirin ürünleri satış için tezgahında bulundurabilmiş. Kimini satabilmiş de. İşyeri telefonunun numarası 284 24 43. Bir şeyler sormak, sipariş etmek isteyenlerin saatine özen göstermesi gerekecek. Serpil Hanım işyerine biraz geç gelenlerden imiş. Öğleleri 13:00’den akşam 19:30’a dek açık. DERNEĞİMİZ ve KÜTÜPHANEMİZ HER GÜN 11:00– 17:00 SAATLERİ ARASINDA AÇIKTIR. KÜTÜPHANEMİZDE GÖNÜLLÜ OLARAK GÖREV ALMAK İÇİN BİZİ ARAYABİLİRSİNİZ.
  • 20. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 20 YAŞADIĞIMIZ ŞEHİR VE KİMLİK “Hatırlamak Bir buluşma Biçimidir”- Halil Cibran Bige Güven Kızılay bir kitap yazmış: Hayal Ağacım. Hayy Kitaptan çıkmış. Onun içinden “Koyduğunu Yerinde Bulamamak” başlıklı bir bölümü de sosyal medyada paylaşmış. Doğrusu beni de çok duygulandırdı ve eş zamanlı olarak eş duygular yaşadım. Yazı şöyle başlıyor: "Cumartesi günü Kadıköy çarşıda bir köfteciye gittik. Masalara birer cam kestirmişler, altında da gelenlere yazdırdıkları notlar… Kimisi peçeteye yazmış, kimisi bir sinema biletine, işte ‘Köfteniz çok nefis..’ filan gibi şeyler… Klasik, duvarda ünlülerle çekilmiş fotoğraflar.. Sonra gözüme notlardan biri ilişti. ‘Biz buraya üniversite yıllarında flört ederken gelirdik, şimdi kızımız ve torunumuzla geldik. Özlediğimiz tat hala burada, ne mutlu’ diye yazmış bir çift. Sağa sola baktım, her yerde 35 senelik lezzet yazıyor. Demek ki atmasyon değil, ne güzel diye düşünürken, kızım, ben de yazacağım diye tutturdu. Hemen ona bir kağıt bulduk buluşturduk, güzel güzel yazdı, hayatımda yediğim en güzel köfte sizinki filan diye… Hadi dedim, götür kasadaki ablaya ver. Bizimki utana sıkıla kasaya yürüdü. Kızcağız kasadan kalktı, elinden tuttu, bir de yaşlıca garson geldi yanına; bu notu koymak istediğin masayı sen seç dediler. Arka masayı seçti. Camı kaldırıp, notu özenle oraya yerleştirdiler. Sonra da dedi ki garson: ‘Sen buraya 10 sene sonra, fidan gibi bir genç kız olarak geldiğinde bu notu bıraktığın yerde bulup arkadaşlarına göstereceksin.!’ Bir anda gözlerime yaşlar hücum etti, boğazım düğümlendi, dudaklarım büküldü. Zor tuttum kendimi. Yahu insan köftecide ağlar mı? Deli derler. Çatlak derler. Anladım ki, beni en çok boğan, bunaltan şeylerden biri bu ülkede ‘koyduğumu yerinde bulamamak.' …. Ankara’da benim de böyle anılarım olan üç yer vardır: Biri Kızılay’daki Piknik, diğeri Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Merkez Lokantası ve sonuncusu Tunalı’daki Flamingo. Biliyor musunuz, üçü de bugün yok.! Sanki onlarla birlikte birileri zihnimden, gönlümden anılarımı çalıyor duygusundayım…” Kızılay bu şekilde anlatmaya devam ediyor ve Ankarada üç yerdeki anılarından bahsediyor. Yazı oldukça duygulu ve naif bir dille yazılmış. Beni de hem duygulandırdı hem de nerelere götürmedi ki. Hemen hemen benzer bir kuşak olarak bizler de benzer duygu ve özleyişleri yaşıyoruz. Çünkü yaşadığımız şehirler ve kimlikleri kendi kimliklerimiz gibi. Soluduğumuz hava, bazen yağmurun yağış biçimi, kokular, renkler bize bizi hatırlatıyor. Çünkü bir şehir salt yollardan, binalardan oluşmuyor. O yollara, onları adımlayan insanların anılarıyla beraber kokuları, renkleri, sesleri de siniyor. Kimi zaman çatışmalardaki barut kokularını, kiminde de aşkla uzatılan nergis kokularını taşıyor. Bazı mekânlar göçmüş de olsa bir dostun veya sevgilinin gözleriyle bakıyor. Bazı ağaçlar, altında koşuşturan çocuk seslerini, bazıları verilmiş sırları saklıyor. Yollar, sokaklar caddeler bazen adanmışlığın marşları ile inlerken, bazı kaldırımlarda kaybedilen silik anıların izleri aranıyor. Kızılay’ın yazısını bitirince ben de düşündüm, benim şimdi arasam da bulamadığım yerler nerelerdi diye. Çayyolu geldi aklıma. Şimdi oturduğum semte çocukken piknik yapmaya gelirdik. İçinden çay akan, çevresinde ağaçların, bir de tam bir köy okulunun olduğu bir köydü o zaman burası; şimdi yerinde kocaman çirkin beton binalar var. İncek’e doğru başımızı çevirince adeta bulutları delen, değerlerden uzaklaşmış, rantı yüksek oturma mekânları nefesimizi kesiyor. Aynalı, elektrik yüklü bu binaları gördükçe boğulacak gibi oluyorum. Ağacın, yeşilin kovulup, yapaylıkların yerini aldığı mekânlarda “konfor” adına yaşarken, daha çok hastalandığımızı düşünüyorum. Sonra Bulvarda, Bakanlıklarda benim de çocukluğumun tadını saklayan bir Flamingo pastanesini hatırlıyorum. Ve tabii gençliğimizin geçtiği ve en çok buluşmalarımızı yaptığımız Bahçelievlerdeki Arı Pastanesi’ni. Şimdi artık onlar da yok.
  • 21. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 21 Hâlâ var olmakla beraber, anneannemle çocukken gittiğimiz Sulu Han’ı, Hacı Bayram Camii çevresini, şimdilerde koca Migros binasının betonlarından araya sıkışıp kalmış Zincirli Camiini hatırlıyorum. Hacı Bayram Camii ve çevresinin o derviş edalı ruhaniyetini hatırlıyorum. Sulu Han, bilmeyenin hala bilemeyeceği kadar bakımsız ve arada kaybolmuş durumda. Varlığından çoğu kimse habersiz. Hacı Bayram Camii çevresi ise, düzenleme adına yapılan şatafatlı eklemeler ve lunaparka benzetilen ışık ve havuzlarıyla bambaşka bir havada. O çevrenin kaybedilmiş, adeta çocukluğuma gömülmüş maneviyatını arıyorum. Ve sormadan edemiyorum düzenleme yapmak, temizlemek, medeni hale getirmek yapıyı, ruhu bozmadan olamıyor mu? O zaman altında koşturduğumuz şimdi kesilmiş olan ağaçları, baharda iğde kokularını, Ayvalıdaki bağımızda yetişen çeşit çeşit meyvayı, komşu bahçelerdeki erik ağaçlarını, madımakları toplamaya gelen kadınları, sokak oyunlarını, sevimli, samimi ve kişilikli binaları, leblebi tozlarının satıldığı bakkalları, okulca gittiğimiz kırları ise sayamıyorum. Kızılay’a adını veren, bahçesinde çiçeklerin olduğu o sarı renkli Kızılay binasını hiç saymıyorum. Anıları yok etmenin insanda kaybolmuşluk hissini nasıl da yaratabileceğinin göstergesi olsa gerek bu "kentsel dönüşüm" dedikleri yapıp yıkmalar. Sürekli değişen sokak adları, hala yapılmaya devam eden, doymak bilmez AVM çılgınlığı, kaybolan çocukluklar, ortak yaşama kültürü ve değerler… Bir de o şehri birlikte paylaştığımız ama gitgide kaybettiğimiz insanlarımız, sevdiklerimiz… İşte o zaman yaşadığımız şehir de biz de yalnızlaşıyoruz ve yaşayamadan tüketmekte olduğumuz yerler haline geliyor. Sevdiğim sokak adları, sevdiğim çiçek adları gibi aklıma gelen sevdalar… Kocabeyoğlu pasajındaki sahaflardan veya şimdi yerinde yeller esen Haşet kitabevinden aranan kitaplar gibi bazen ben de kendimi ararken buluyorum. Koskoca tarihlere, medeniyetlere beşiklik yapmış topraklardaki bu bozulma ve yozlaşmayla birlikte bunların yerine estetikten uzak yeni yapıların dayatmasıyla karşılaşıyoruz. Herşey rant uğruna. Oysa olanı koruyarak büyümek, illa ki yenileri yapılacaksa mevcudu bozmadan ve kültüre uygun yapılar inşa etmek de mümkün diye düşünüyorum. Eski Paris’i koruyarak daha uzakta Yeni Paris’i yapılandırmış Fransa’yı düşünüyorum. Hiçbir tarihi eserini bozmamış İspanya’yı düşünüyorum. Hiroşimasını, koruyup çocuklarını görmeleri için geziler düzenleyen Japonya’yı düşünüyorum. Seramik çalışırken toprağı elimize aldığımızda Hayyam’ın dediği gibi o toprakta kimin kulağı, kimin eli, kimin gözü veya izi var diye saygı duyardık veya ayağımızı her yere bastığımızda aynı duyguyu taşımak gerektiği öğretilmişti. Bir İsveç Atasözü der ki “gençliğin güzel bir yüzü yaşlılığın da güzel bir ruhu vardır.” Yaşadığımız şehirler de atalarımız, analarımız, tarihimiz gibi güzel bir ruhu biriktirir, daha ilk çocukluğundan itibaren büyüdükçe, korunarak büyütüldükçe. Olanı yıkmak, öncekinin yaptığıydı diyerek yok etmek bir hastalıklı hâl oldu bizde. O şehrin sakinlerinin, yaşayanlarının anılarını yok etmenin kimseye bir faydası olamaz diye düşünüyorum. Yaşadığımız şehirler gittikçe çöpten arınmıyorsa, havası daha temiz hale gelemiyorsa, trafiği insana bir yerden bir yere gitmeyi zorlaştırıp sosyalleşmeyi engelliyorsa, baktığınızda gözünüzü ve gönlünüzü hoş edecek görüntüler sağlayamıyorsa birşeyler bir yerlerde yanlış demektir. Bir de anılarını yok etmeye başlamışsa ört ki ölem diyesi geliyor insanın. Kızılay’ın yazısından çıktım yola, dolandım Ankara’yı... Dikmen sırtlarında Atamızı at üstünde karşılayan Cevriye Ninemizden, dedelerimden çocukluğuma ve şimdilere geldim. Meclisin ve sayın vekillerimizin nasıl da Kurtuluş Savaşını, bir şehrin ve milletin yeniden uyandırılışınI, Cumhuriyetin kurulduğu dönemleri unutup Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının temel maddelerini değiştirmekte olduğu şu günleri düşündükçe, içimdeki sızıyı verecek yel bulamadım. Anladım ki genel bir bellek kaybı, kimliksizlik duygusu çoktan yerleşmiş içimize de nerede, kim ve ne olduğumuzu hatırlayamaz hale gelmişiz. İçimdeki sızıyı dindiremedim… Ayşe Öztekin
  • 22. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 22 AĞAÇLARI TANIYALIM ARDIÇ Juniperus sp. L. Özet Bilgi Sürüngen çalılardan büyük ağaçlara kadar çok çeşitli türleri olan ardıç, hemen hemen bütün bölgelerimiz yüksek dağlık kesimlerinde doğal yayılış gösterir. Bazıları servi gibi pul yapraklara, bazıları da batıcı iğne yapraklara sahiptir. Ülkemizde 1.100.492 hektar saf ardıç ormanı bulunmakta ve önemli doğal türleri; Katran ardıcı (J. Oxycedrus, Y), Adi ardıç (J. Communis, N), Finike ardıcı (J.phoenicia, N), Kokulu ardıç (J.foetidissima, Y), Sabin ardıcı (J. Sabina, N), Boylu ardıç (J. Excelsa, Y) dır.
  • 23. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 23 MUHTARIMIZDAN Sevgili komşularımız; Bu 16.paylaşımımızı ülkemiz için dönüm noktası olan ama asla son olmayacak bir dönemin başlangıç günlerini yaşayarak başlıyoruz. Yeniden Cumhuriyet kurmak için çalışmaktansa var olana sahip çıkmanın daha kolay olduğunu düşünüyoruz. Gelecekte nasıl ve ne şekilde yönetileceğimizin kararını vermek için tahminen Nisan ayında sandık başına gideceğiz. Bütün komşularımızdan, kayıtlarının nerede olduğu konusunda şüphesi olanlarının, ikamet kayıtlarının kontrolünü yapması, bilmeyen komşularımızın muhtarlığa gelerek kontrolünü yapmalarını, öğrenci kardeşlerimizin kayıtları mahallemizde değil ise biran önce nüfus müdürlüklerine giderek kayıtlarını yaptırmalarının, yurtlarda kalan arkadaşlarımızın ise yurt müdürlükleri kanalı ile kayıtlarının yaptırmaları gerektiğini (okullar açık olduğundan memleketlerine dönmelerinin zorluğunu göz önünde bulundurarak) hatırlatırız. Referandumun ülkemize HAYIR getirmesini dileriz. 1. Kışın sanırım en sert, en yağışlı ve hepimiz için en tehlikeli (trafik kazaları) dönemini yavaş yavaş arkada bırakmaya başlıyoruz. Şimdiden bu sorunları yaşamış komşularımıza geçmiş olsun diyoruz. 2. Karların yoğun yağdığı günlerde Çankaya Belediyesi ile sokaklarımızın temizlenmesi konusunda sürekli irtibat içerisinde idik. Bazen istediğimiz şeyler zamanında yerine getirilmedi ama 4000 sokağı olan bir ilçeden bahsediyoruz, her şey istediğimiz zamanda olmuyor maalesef. Çankaya belediyesi komşularımızın kullanımı için muhtarlık yanına, Ahmet Barındırır yanına ve kilisenin karşısına 2 defa tuz bıraktı, isteyen kişiler buradan alarak binalarının çevresinde kullanarak tuz ihtiyacını karşıladı. Büyükşehir belediyesi ile karla mücadele konusunda bağlantı kuramasak ta çalışmalarını gördük. Bu zor koşullarda çalışan bütün ekiplere teşekkür ediyoruz. 3. Mahallemizin ana giriş çıkışlarından olan 1579.sokak kar ve yağmur suyuyla kullanılmaz duruma gelmişti. Geçici olarak freze malzemesiyle kaplandı ama sanırım kar ve yağmur suyuyla tekrar bozulur. Asfalt mevsimi olmadığı için asfalt atılıncaya kadar bu sıkıntı devam edecek. 4. Hasan Ali Yücel Lisesi yolunda elektrik nedeni ile kazı çalışması yapılmıştı Çankaya Belediyesi ekipleri tarafından dolgusu yapılarak onarıldı. 5. 1570.cadde üzerinde, Başak sitesi önünde, Türk Telekom tarafından kazı yapılırken Büyükşehir belediyesini aradık izinlerinin olduğu cevabını aldık. 6. Karın yağdığı günlerde Çankaya Belediyesinde Sokak hayvanları için kuru mama istemiştik muhtarlığımıza bıraktılar. Hayvan besleyen komşumuz tarafından değişik yerlere paylaştırıldı. Çiğdem Mahallesi Muhtarı Hasan Hüseyin Aslan
  • 24. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 24 AZMİN, HOŞGÖRÜNÜN, SABRIN, SEVGİNİN VE EMEĞİN ÜRÜNÜ SERGİMİZ Cenk ile birlikte birazdan açılışına katılacağımız sergi için hazırlanıyoruz. Aylar öncesinde başlayan fotoğraf eğitimi artık ürünlerini sergileyecek. Birçokları için sıklıkla alışık olduğu durum olabilir belki ama biz engelli bireye sahip aileler için mucizevi an… Mutluluk yüreğimizden taşarcasına. Büyük bir gururla BASARDIK diye haykıracak gözlerimiz. Duygularımız öylesi yoğun ki sözlere gerek kalmıyor. Nihayet Taurus’dayız. Projeye emek veren onlarca asistan, değerli komşularımız, derneğimiz yönetim kurulu üyeleri, dostlarımız ve bugünün baş mimarları Fazlı Bey ile Özlem Hanım rüyamızın tüm ortakları o anı paylaşmak için hazır. Cenk kalabalık karşısında gerilse de kısa zamanda havasına giriyor. Çektiği fotoğrafları anlatırken yüzünde gördüğüm ifade herşeye değer. Cansu, Dina, Ozan da Cenk gibi etrafa gülücükler saçarak kanatlanmışçasına dolaşıyor. Birşeyler başarmanın haklı gururunu duyarak… İskender Bey ve Hacı Bey ortopedik engelli dostlarımız bizde varız dediler projede. Omuz omuza destek vererek birlikte kolayca aştık engelleri. Evren Bey in işaret diliyle fotoğraflarını betimlemesini uzaktan izlerken ayrı bir tebessüme büründü yüzüm. Sanki aylar öncesinde sihirli bir değnek dokunmuştu hayatımıza... Kesinlikle ' Çiğdem mahallesinde yaşam engel tanımıyor! ' Kalkınma Ajansı’nın desteği ile yürütülen bu proje inandığınız ve vazgeçmediğiniz zaman birlikte engelleri kolayca aşarak başarıya ulaşabileceğimizi gösterdi. Akşamın bitiminde Cenk sergi kitapçığını imzalıyordu arkadaşları gibi. Hepimiz eve dönerken aylar öncesinde çıktığımız bu yolun büyüleyici biteceğini belki de tahmin etmiyordu. Bu kez ne düştü nede rüya. El ele gönül gönüle vererek engelleri aşmanın başarısıydı. Sevgili Çiğdemim’e ve projeye destek veren herkese teşekkürler. Unutmayın onları fark ettiğimiz de ve fırsat verildiğinde başarabildikleriyle sizleri şaşırtmaya devam edeceklerdir... Yüreğinizden sevgiyi eksiltmeyin. Cenk in annesi
  • 25. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 25 ANKARA’DAN GENÇLIK PARKI Ankara’nın ilk parkı olan; Gençlik Parkı Cumhuriyetin modernleşmesinin Türkiye’deki serüvenine benzemektedir. Ankara başkent olduğunda henüz tipik bir Anadolu kentidir, ama yüklü bir tarihe sahiptir. Milli Mücadele’de üstlendiği rol bu kentin yüklü tarihine yeni bir anlam daha katmaktaydı. Fakat alınan miras bir Anadolu kentinin mirasıdır; Bu nedenle, yeni yönetime ve bu kente pek çok görev yüklenmiştir. Ankara’nın imar gelişimi fiziksel bir modernleşmeyi, yani Batılı tarz imarı, bu yeni imar mekânları içinde kurulacak yaşam, sosyal bir modernleşmeyi temsil edecekti. Ortaya çıkacak ya da oluşturulacak modern, Batılı yaşam diğer kentlere de örnek olmalıydı. Alman mimar Jansen’in, Ankara’nın imar planı1932 yılında onaylanmış, Gençlik Parkı’nın da imarına yer vermişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında İncesu Deresi’nin taşkın alanı olan ve bataklıklarla kaplı olan yaklaşık 28 hektar büyüklüğündeki arazide kurulmuştur. Gençlik Parkı kurulmadan önce bu alanın bir kısmında “Ay-yıldız” adı verilen futbol sahası yer almaktaydı. Parkın tasarımını ilk önce Herman Jansen yapmış, daha sonra Theo Leveau tarafından yeniden tasarlamış, parkın projeleri Bayındırlık Bakanlığı’nca hazırlanmıştır. 1936 yılında çay bahçeleri, açık hava halk tiyatrosu, çocuk bahçesiyle başlayan inşaat, 1951’de İtalyan Luna Parkı, 1957‘de TCDD idaresince park içinde minyatür tren istasyonu kurulmasıyla sürmüştür. TBMM tarafından o yıllarda, o günün koşullarında 600 bin lira ödenek ayrılarak iki yılda bitirilmesi planlanan park 19 Mayıs 1943’te tamamlanarak hizmete açıldı. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda açıldığı için de parka “Gençlik Parkı” adı verilmişti. Projenin devamı şöyle yapılmıştı ve bir kısmı hayata geçirilmişti; İncesu mecrası temizlenecek ve üzeri kapanacak. Filtre istasyonundan 40 milimetrelik borularla saniyede 150 litre akacak su getirilecekti. Meydanda büyük bir havuz olacak üzerinde bir adacık bulunan havuzda motor ve sandallar yer alacak ve ayrıca adaya iki de köprü yapılacaktı. Parkta gül bahçesi, kahve ve gazinolar, Ankara ikliminde yaşayabilecek kuşlar için bahçe, açık hava halk tiyatrosu, çocuk bahçesi, labirent, yüzme havuzu, atlılar için 2 bin 200 metre uzunluğunda gezi yolu bulunacaktı. Önceleri askıya alınan projeden sonraları tamamıyla vazgeçilir. 1960‘ lı yıllarda çay bahçeleri, havuzu, Luna parkıyla Ankaralıların en popüler gezi ve eğlence yeri olan park, günümüzde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na tahsisli bir gezi ve eğlence merkezi olarak işlevini sürdürmektedir.
  • 26. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 26 SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM AKŞAMLARI “Antik bir kültürden ekolojik çözümler öğrenmek mümkün müdür? Ladakh, ya da Küçük Tibet, batı Himalayalarda vahşi bir güzelliğe sahip bir çöl alanıdır. Kaynakları sınırlı, iklimi de serttir. Buna rağmen bin yılı aşkın süredir oldukça gelişmiş bir kültüre ev sahipliği yapmıştır. Tutumlu, birbirleriyle işbirliği halinde olan, yaşadıkları bölgeyi iyi tanıyan ve çevre koşullarını iyi bilen Ladaklılar sadece bu koşullarda yaşayabilmekle kalmamış, refah düzeylerini de ileriye taşımışlardır. Bunu "kalkınma" takip etti. Şimdilerde ise başkent Leh'te kirlilik, bölünmüşlük, enflasyon, işsizlik, hoşgörüsüzlük ve açgözlülük almış yürümüş. Yüzyıllardır süregelen ekolojik denge ve sosyal uyum modernleşmenin tehditi altında. Ladakh'ın kültürünün ve doğaya uyumlu yaklaşımlarının böylesine kırılma noktasına gelmiş olması, bizi "kalkınma" ile ne kastettiğimizi yeniden gözden geçirmeye zorluyor ve bunu sadece dünyanın gelişmekte olan bölgeleri için değil, sanayileşmiş ülkeler için de yapmakta yarar var. Ladakh'ın öyküsü bize sadece çevresel, sosyal ve psikolojik problemlerin kökünde yatan nedenleri göstermekle kalmıyor, kendi geleceğimiz için çok değerli ipuçları veriyor.” Yukarıda anlatılan hikaye 1993 yapımı bir belgeselin tanıtımından alındı: ‘Ladakh’tan Öğrenmek’ Gerçekten Ladakh’tan öğrenilecek o kadar çok şey var ki. Sınırlı kaynaklarla, her türlü olumsuz koşullara rağmen dayanışmayla, işbirliğiyle, imeceyle kültürlerini korumuşlar ve sürekli ileriye gitmeyi başarabilmişler. Ne zaman ki küreselleşme ve sözde “kalkınma” devreye girmiş her şeyde kirlenme başlamış. Eskiden yardım taleplerine ‘burada fakir yok’ diye cevap verenler şimdi “herkes fakir lütfen bize yardım edin’ diyerek yardım arıyorlar. Bu filmden yola çıkarak tekrar Ladakh’ın ilk günlerindeki dayanışmayı, komşuluğu canlandırabilir miyiz? Bunun için bizler ne yapabiliriz? Sorularına cevap aramaya çalışıyoruz. Uzun süredir sürdürdüğümüz “Tüketim Kooperatifi” düşüncesini bu doğrultuda geliştirerek yaşama geçirebilir miyiz? Günümüzde bu doğrultuda birçok oluşum gelişmeye çalışıyor. Ekoköyler bunlardan birisi. Ekoköyler, kendi kendine yeten, kolektif, paylaşımcı ve tatmin edici bir yaşam tarzı sürdürmeyi isteyen, doğadan almaktan çok vermeyi düşünen; birbiriyle, tüm canlılarla ve yerküreyle uyum halinde yaşamaya çalışan kentli veya kırsal insanlardan oluşuyor. Ekoköyler, dayanışma ve doğrudan demokrasi prensibine dayalı sosyal çevre ile sade bir yaşam tarzını birleştirmeye çalışıyor. Bunu gerçekleştirmek için, ekolojik tasarım, permakültür, üretim, tüketim ve enerji ihtiyacını minimize eden yöntemler, takas, kooperatif ve toplum oluşturma uygulamaları ve benzeri birçok yöntemden yararlanıyorlar. Barış içerisinde, kolektif, sade ve ekolojik yaşama geçişin arayışlarından bazıları İmeceler, Kooperatifler, takas ve paylaşım pazarları olarak ortaya çıkmış durumda. Bizlere düşen bunlara elimizden geldiğince destek olmak ve çevremizde bu tür oluşumları yaşatmak olmalıdır. Gelin mahallemizde imeceyi, takası, paylaşımı canlandıralım.
  • 27. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 27 Endüstriyel tarıma karşı doğal (bilge) tarımı destekleyen, bizi daha sağlıklı kılarken evrene de zarar vermeyen bir üretim tarzı olan bilge köylü tarımıyla üretilen gıda maddelerini aracısız olarak son kullanıcıya ulaştıran, denetlenebilir ve şeffaf biçimde izlenebilir, bir kooperatif modelini hayata geçirmek istiyoruz. Sağlıklı ve adil gıdayı tüketiciye uygun fiyatla ulaştırmak, bunu yaparken de küçük üreticinin emeğinin karşılığını almasını ve bu üretimi devam ettirmesini sağlamak temel amacımız olmalı. Bu arada paylaşım ve takas pazarlarını artırmalı ve 2.el eşya ve kıyafet kullanımını özendirmeliyiz. Birde ihtiyaçlarımızı imeceyle karşılamayı başarabilirsek, bu kültürü yaygınlaştırabilirsek epeyce bir yol kat etmiş olacağız. Bu yolda “BİZDE VARIZ" diyenlerle buluşmalarımız devam edecek….
  • 28. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 28 Çiğdem Türleri Crocus Candidus Familyası : Iridaceae Tür Adı : Crocus abantensis E.D. Clarke Türkçe Adı : Beyaz Çiğdem Endemik bir türümüzdür ve dünyada sadece Çanakale ve Balıkesir civarlarında orman açıklıkları ve makiliklerde yetişir. Çiçekler beyaz, iri ve gösterişlidir. Çiçek boğazı sarı renklidir. Çiçeğin erkek organları (anterler) sarı renkte, dişi organ (stilus) portakal sarısı rengindedir. İlkbaharda çiçek açar. ATIK PİLLERİ, BİTKİSEL YAĞLARI VE HER TÜRLÜ ATIĞI DERNEĞİMİZDE TOPLUYORUZ. HER TÜRLÜ KAĞIT VE PLASTİK KAPAKLARI DA DERNEĞİMİZE GETİREBİLİRSİNİZ. LÜTFEN DERNEĞİMİZE GETİRDİĞİNİZ ATIKLARI BİRBİRİ İLE KARIŞTIRMAYIN. PLASTİK KAPAKLARIN YANINA KONAN PİLLER AYRIŞTIRMA AŞAMASINDA OLUMSUZ SONUÇLARA YOL AÇMAKTADIR.
  • 30. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 30 ÇOCUKLAR İÇİN TUDEM YAYINLARI KÜTÜPHANEMİZ RAFLARINDA… Büyüyünce ne olacaksın? doktor, bilim insanı, yazar? Eğer yaşın henüz küçükse, gönlünden geçen mesleği seçmekte özgürsün demektir. Antropolog, itfaiyeci ya da ip cambazı olabilmen için hiçbir engel yok. Ama eğer lise çağındaysan işin biraz daha zor sayılır. Sonuçta kim hayatı boyunca hiç sevmeyeceği bir işte çalışmak ister ki? Meslek seçimi şakaya gelmez. Unutmamak gerek ki, sevdiği işi yapanlar, hayatları boyunca çalışmış sayılmazlar… 3 – 4 – 5 sınıflar için Toprak Işık’ın, çocuklara yol göstermek amacıyla hazırladığı “Acaba Ne Olsam?” isimli başvuru dizisi, kitaplığımızda yerini aldı. Serinin ilk dört kitabı Mühendis, Bilim İnsanı, Doktor ve Hukukçu‘ nun ardından, Toprak Işık dizinin beşinci kitabında, sözcükleriyle bizlere harika dünyalar kuran yazarları ve hayal gücünü konuşturanların mesleği olarak da bilinen yazarlığı anlatıyor.. Filozof Çocuk.. Dünyaca ünlü Fransız filozof yazar Oscar Brenifier'den sıra dışı felsefe dizisinden dört kitap… Sanat Nedir? Üç Büyük Soru, Düşüncelerle Oynamak ve Görünenin Arkasına Çocuk Gözüyle Bakmak için Masaya Yatırılıyor. Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır! Sanat ne İşe Yarar? Hepimiz Sanatçı mıyız? Sanatçı Yaratmakta Özgür müdür? Sevgi Nedir? Aşık Olmak Güzel midir? Annenin ve Babanın Seni Sevdiğini Nasıl Anlıyorsun? Kardeşlerini Kıskanıyor musun? Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır! Güzel Nedir? Neyin Güzel Olduğunu Anlamak Zorunda mısınız? Hepimiz Aynı Güzellik Anlayışına mı Sahibiz? Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır! Arkadaşlık Nedir? Yalnız Olmak mı İyidir, Arkadaşlarla Olmak mı? Sevdiğin İnsanlarla Neden Kavga Ediyorsun? Tüm Sınıfın Önünde Tek Başına Konuşmaktan Korkar mısın? Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır!
  • 31. ÇİĞDEMİN SESİ ARALIK-2016 SAYFA 31 TOPRAK IŞIK’ ın fen bilimleri dizisinden 4 – 5 – 6 sınıflar için dört roman …. Nine Bizi Kurtarsana, Yaşlı bir nine, tüm Dünya’yı etkisi altına almış bir güce karşı nasıl savaşabilir?.. Türü: Roman Temalar: Özgür irade Yaş Grubu: 10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf , 6.Sınıf Nine Bizi Kurtarsana, Fen Bilimleri Konularını Romana Uyarlama Projesinin Son Kitabıdır. Fantastik Öğelerle Süslü Heyecan Dolu Bir Maceranın Yanında Okura Dünya ve Evrenin Konusunda Bilgilerde Sunuluyor. Anne Beni Geri Getir "Anne Beni Geri Getir", sıra dışı konusu ama çok tanıdık karakterleriyle her yaştan okurun keyif alacağı, zaman ve mekân ekseninde fantastik olayların yaşandığı, heyecan dolu bir edebiyat şöleni sunuyor sizlere. Türü: Roman Temalar: Bilim , Direniş , Fen ve teknoloji ,Macera ,Zaman Yaş Grubu: 10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf 6.Sınıf Anne Beni Geri Getir, Zaman ve Mekanla Oynarken Adalet ve Eşitlik için Verilen Mücadeleyi Merkezine Alan bir Maceranın içine Çekiyor Okurunu. Babam Okulun En Çalışkanı, Fen ve teknoloji dersi hiç bu kadar zevkli bir şekilde anlatılmamıştı. Türü: Roman Temalar: Aile , Aile bağları , Başarı-başarısızlık , Canlılar ve hayat Yaş Grubu:10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf , 6.Sınıf Bu öğrendiklerim ne işime yarayacak? Teknoloji, fen falan, filan…keşke babamın yerinde olsaydım. O zaman rahat ederdim. Mühendis olmak için bunları bilmem gerekmiyor ki!...Of… Baba Beni Anlasana Baba Beni Anlasana, doğa ile dost bir yaşamın mümkün olabilirliğini sorgularken, aynı zamanda böyle bir yaşam biçiminin kaçınılmaz olduğunu savunan bir kitap... Türü: Roman Temalar: Baba-çocuk ilişkisi , Çevre ,Dayanışma , Hayallerin peşinden koşmak , İnsan ve çevre Yaş Grubu: 10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf , 6.Sınıf