SlideShare a Scribd company logo
1 of 8
(Kuzeyin Yıldızı Dergisinin Temmuz/2016 sayısında yayımlandı)
ALİ ÖZTÜRK
ORDU’DA BİR YEDEKSUBAY ÖĞRETMEN ALİ DİLBER
Son yıllarda birçok öğretmenimiz, atamasının yapılmasını sabırla ve umutla beklemektedirler.
Hâlbuki bundan 50 yıl öncesine kadar öğretmen sayımız yeterli olmadığından Anadolu’daki birçok
okulda bazı derslere dışarıdan avukatlar, doktorlar, banka müdürleri ya da kentteki diğer üst düzey
devlet görevlileri öğretmen olarak girmekteydiler.
Rahmetli Dr. Osman Hilmi Memecan lisedeki Kimya, Orman İdaresi avukatlarından merhum
Selahattin Gürer ise Ortaokuldaki Türkçe derslerinin vazgeçilmez öğretmenleriydiler o zamanlar. Dr.
Memecan, her dersin sonunda mutlaka bir fıkra patlatır, böylece zihinlerdeki yorgunluğu,
dudaklarda tebessüme dönüşürdü. Av.Selahattin Gürer’in ders sırasında yaptığı espri ve şakalarsa,
dersleri öğrencilere sevdiren bir nevi çeşniydi adeta ... Ordu’nun, 1950’li yıllardaki siyasi
hayatında adı sıkça geçen mali müşavir merhum Hasan Erzurumluoğlu Matematik,avukat rahmetli
Orhan Kulaçoğlu, stajyer avukatlık yıllarında lisedeki Astronomi, Yüksel Alaybeyoğlu ise Sanat
Tarihi derslerine girerlerdi o yıllarda…Yine eski Ordu Senatörü Av.Orhan Vural ve rahmetli eşi Av.
Çiğdem Hanım da, avukatlığa yeni başladıkları yıllarda ortaokullardaki Türkçe ve Yazı derslerinin de
öğretmenleriydiler …
Av. Selahattin Gürer Av. Çiğdem Vural
O zamanlar çoğu ilçede lise ve muadili okullar bile yoktu. Bugün ise bu okullarımızın sayısı, o
günlerdekilere göre bir hayli artmasına rağmen öğretmen sayımız mevcut kadroya göre yine de fazla
olduğundan çoğu öğretmenimizin ataması yapılamamaktadır.
Bu da, çok ilginç bir çelişki olmalı.
Öğretmen sıkıntısının çekildiği o yıllarda köylerdeki öğretmen ihtiyacı yedek subay
öğretmenlerle de karşılanıyordu.
Üniversite mezunu bazı gençler askerlik görevlerini, 2-3 aylık acemi eğitimleri sonrası
köylerdeki ilkokullarda öğretmenlik yaparak yerine getirmekteydiler.
Ali Dilber de bunlardan biriymiş.
1939 İstanbul doğumlu bir tiyatro sanatçısı ve yazar olan Ali Dilber,1964 yılında Uzunisa
Köyünde yedek subay öğretmenlik yapmış.
O yıl kurulmuş olan OBKT’deki bazı oyunlarda da rol alan Ali Dilber, Lüfti Akad ve
Halit Refiğ gibi Yeşilçam’ın ünlü yönetmenleriyle birlikte çalışmış bir sinemacıdır da…
‘Selanik Alev Alev’, ‘İstabul Falcısı’ romanlarının da yazarı olan Ali Dilber, yedeksubay
öğretmenlik yaptığı yıllardaki Ordu’yu ve bazı anılarını, geçtiğimiz yıllarda Ordu’da
yerel bir gazetedeki yazı dizisinde anlatmıştı, ‘Benim Zamandaki Ordu’ başlığı altında.
Ali Dilber Uzunisa Köyünde (1964)
Yabancı birinin ağzından o zamanki Ordu hakkında edindiğimiz bilgilerde bazı eksik ve
yanlışların olması elbette ki yadırganamaz. Nitekim yabancı birinin, Ordu’daki olayları ve
insanları,onlarla ilgili bazı ayrıntıları tam olarak bilmediğinden bizler kadar doğru gözlemleyip
algılaması bazen mümkün olmayabiliyor da…
Buna bir örnek verirsek; bizim Elmalık Mahallesi, Alucralıların yoğun olduğu bir mahalleydi
bir zamanlar.Alucra’nın şimdiki adı Aktepe, eski adı ise Zil olan bir köyü vardır. Bu köyden olanlar,
sanırım diğer Alucralılardan karakteristik olarak biraz daha farklı olmalılar ki, Zillilikleri hep
Alucralılıklarının önünde olmuştur Ordu’da…
Bahsettiğim yıllarda mahallemizdeki komşu kadınlardan adı ‘Ayşe’ olanların sayısı beş altı
civarında olduğundan, onları karıştırmamak için hepsi de kendi etnik kökeni, köyü ya da eşinin
mesleğine göre ayrı bir lakapla anılırdı. Bunun için Zil köyünden olan Ayşe Teyzenin adı da ‘Zilli
Ayşe’ diye geçerdi.
Yeni evlendiğim günlerde eşimle birlikte Ordu’daki baba evine gelmiştim. Ordulu olmayan
eşim, komşu kadınların kendi aralarındaki konuşmalarında Zilli Ayşe’nin de adı geçtiğinde, onun
hakkında kafasında farklı bir imaj oluşmuş olmalı ki daha sonra bu Zilli Ayşe’nin, yaşını başını almış
kendi halinde bir keyvanı olduğunu gördüğünde bir hayli şaşırmıştı.
Bunun gibi Ali Dilber de, ticari zekası ve çalışkanlığından dolayı halkın ‘Yahudi Bican’
yakıştırması yaptığı o zamanki Millet Sinemasının sahiplerinden rahmetli Bican Orhon’u, sahiden de
Yahudi sanmış olacak ki ondan, ‘Musevi bir vatandaş’ diye bahsetmiş yazısında.
50-60 yıl kadar öncesi, her kentte olduğu gibi Ordu’da da sinemalar sosyal ve kültürel
yaşamın en etkin mekânlarıydılar. Özellikle de çocuklar için vazgeçilmez apayrı bir tutkuydu da
sinemalar… Vurdulu kırdılı macera filmlerini seyretmeyi pek çok severdi çocuklar... ‘Uşak’diye
adlandırdıkları filmin başoyuncusu esas oğlan, onlar için adeta birer idoldü. Çocuklar, bu idollerinin
birer kahraman oldukları kovboy, tarzan ya da korsan filmlerini izlerlerken çok mutlu olurlar, kendi
aralarında, onların filmdeki dövüş sahnelerini taklit etmeye çalışırlardı da…
Ancak ne var ki, orta direkten bile olsa, bilhassa kalabalık ailelerin çocuklarının harçlıkları,
sinemaya bilet almaları için yeterli olmazdı..Nitekim, simidin tanesinin 5 kuruş olduğu o günlerde bir
sinema bileti en az 25 kuruştu.Ailesi dar gelirli olan çocukların o parayı bulmaları kolay mıydı ?
Kendinden başka kardeşleri de varsa, bu daha da zordu haliyle..
Bu yüzden onlar da çok arzu ettikleri macera filmlerini seyretmek için sinemacıya yaranıp
bilet almadan içeriye girmenin yollarını ararlardı, ister istemez…
Rahmetli Sinemacı Bican, bu durumdaki çocuklardan bir grup oluşturur kimilerine
teşrifatçılık yaptırır; kimilerine ise ‘perde arası’ denilen ara zamanlarda fıstık, elma,gazoz gibi şeyler
sattırırdı. Bu çocuklardan gözü pek, bileği kuvvetli olan bazılarına da, sinemada hergelelik yapmaya
yeltenen diğer çocukları engellemeleri için bir nevi bodyguardlık görevi verirdi. Öyle ki, Millet
Sinemasının olduğu binanın yapılışında da çocukların beleş film seyretmek uğruna inşaatta tuğla
taşıdıkları bile anlatılırdı.
Bunun yanında Sinemacı Bican, ticarette para kazanmayı çok önemseyen biri olduğundan
patron olmasına rağmen kendi sinemasında hiç yüksünmeksizin sanki bir işçiymiş gibi çalışırdı
da…Onu, gişede bilet verirken, kapıda bilet keserken, büfede ise gazoz açarken bile görürdünüz kimi
zaman…
Hemen hemen herkesin bir lakabının olduğu Ordu’da, bu huyundan dolayı yapılan bir
yakıştırmayla da rahmetli Bican Orhon, bazıları tarafından ‘Yahudi Bican’ diye de anılırdı .
Elin adamı ne bilsin ki onun gerçekten Yahudi asıllı biri olmadığını. Kim bilir, Bican
Orhon’un vefat ettiğini duyduğunda, cenazesinin sinagogdan bile kalktığını düşünmüştür de.
Yukarıda anlattığım gibi o günlerde sinema seyretmek, çocuklar için keyfine doyum
olmayan bir tutku ve mutluluktu adeta… Sinema bileti almaya parası olmayan çocuklardan bazıları
ise , sinemaya bedava girmenin daha başka yollarını ararlardı.Bunun için de Sinemacı Bican Abiye
jest olsun diye onu memnun edecek bir şeyler yapmaları gerekirdi.
Demokrat Partinin iktidarda olduğu 1950’lerde TMO, ABD’den ithal ettiği buğdayı ,
vatandaşlara maliyetinden daha ucuza satıyordu. O günlerde bu buğdaylar kentin muhtelif yerlerine
kurutulmak için serilirdi de… O sergilerden, bir fırsatını bulup cebine birkaç avuç buğday tanesi
koyan, ya da kendi evlerinin avlusundaki çitenlerindeki koçanlardan mısır deneleyen çocuklar, bu
buğday ve mısır tanelerini götürüp Bican Abilerine gösterdikten sonra onun, Fidangör’de sinemanın
hemen arkasındaki evinin bahçesinde bulunan kümesindeki tavuklarını yemlerlerdi . Bican Orhon da,
kapıda bilet kesen Aslan Dayıya, “bunları içeri al”diye tembih de bulunurdu…
Bir ara Bican Orhon’un evinin bahçesinde beslediği bir de kuzusu vardı. Mahalleden bir
arkadaşımız Şahincili yolu üzerindeki fındık bahçelerinin kenarlarında dikili olan söğüt ağaçlarından
dallar budamıştı,yapraklarını bu kuzuya yedirip beleş sinemaya girmek uğruna...Sinemacı Bican,
onu da boş çevirmemişti… Niye çevirsindi ki, sermayeden kaybedecek değildi ya…Üstelik o dalları
getiren çocuk da çok mutlu oluyordu sinemaya girdiği için…
Şimdilerde ise bilgisayara olan aşırı tutkularından dolayı sinemayı hiç bilmeyen çocuklara,
sinemayı sevdirmek için kampanyalar bile yapılmaktaymış.
Teknolojinin gelişmesiyle son yarım asırda nereden, nereye gelmişiz, hayret !..
Yine o günlerde çocuklar kadar sinemaya aşırı derecede meraklı olan yaşlılar da yok değildi
hani !.Bunlardan biri de, bizim Elmalık Mahallesinin o zamanki yaşlı sakinlerinden rahmetli Çıngan
Yaşar’dı…
Takıl Pazarının yanında rahmetli Muammer Çakmak’la Hasan Çebi’nin (Dursunoğlu) birlikte
işlettikleri Zafer Sinemasının en ön sırasına yakın bir yerde, gazyağı varilinden yapılmış kocaman bir
odun sobası olurdu. Rahmetli Yaşar Dayı, her akşam bu sobanın hemen yanındaki sandalyede yerini
alır,dudaklarından hiç eksik etmediği İkinci sigarasıyla birlikte bir hafta boyunca gösterimde olan
filmleri, arada bir sızıp uyusa bile yine de hiç ara vermeksizin tüm seanslarda bıkmadan izlerdi..
1950’li yıllarda bir ara ‘Avare’ adlı bir Hint filmi oynamıştı. Baş rollerinde Raj Kapoor ile
Nargis adlı Hintli oyuncuların yer aldığı bu filmin konusu kadar müziği de seyredenleri mest ediyordu.
Bu nedenle olacak, bu filmi de en az 3-4 kez izleyenler bile olmuştu, o zamanlar…
…
O günlerde oynayacak filmlerin tanıtan anonslar da diksiyonu ve Türkçesi düzgün kişiler
tarafından yapılırdı.Yıldız Bahçe Sinemasındaki filmlerin anonsunu yapan Mehmet Çebi, özellikle
fındık mevsiminde iç kesimlerden gelen ameleleri cezp edecek sözler kullanırdı; “yumrukların
vuruştuğu, silahların konuştuğu harika bir film izleyeceksiniz” gibisinden…Rahmetli Fazlı Ünal
ile Samsunlu sinemacı rahmetli Erol da güzel film anonsu yapan kişilerdiler.
Rahmet Yıldıray Kefeli ise film afişlerindeki resim ve yazıları, büyüterek daha dikkat çekici
bir duruma getiren iyi ressamdı adeta..
Bu Ne Biçim Aşk Bicannn !....
Sinemacı Bican’ın çalışkanlığı ve ticareti önemsemesi nedense bazılarını kıskandırmakla
kalmıyor rahatsız da ediyordu sanırım. Bu yüzden, ya da sırf hergelelik olsun diye bazı gençler,
sinemada herhangi bir aksaklık olmaya görsün , bunu bahane ederek hemen ona tepki
gösterirlerdi…Burada amaçlanan tepkiden daha ziyade çalışkanlığını çekemedikleri Sinemacı
Bican’a sataşmaktı bence…
Diyelim ki filmdeki ses aniden kesildi, salonun çeşitli yerlerinden derhal sesler yükselirdi:
“Ses ver Bicaaan !...Ya ses, ya kes Bicaan !..”
Olur ya, film birden bire koptu, ya da elektrikler kesildi, bu defa: “Paraları geri Bicaaan !”
gibi sözler duyardınız.
Hadi bunlar neyse de, senaryo gereği filmdeki kurgulanmış gelişmeleri beğenmeyenlerin,
bunun için bile Bican Orhon’a tepki gösterdikleri olurdu kimi zaman…
Hiç unutmam bir defasında, yerli filmlerinin birinde zengin kız,sevgilisi fakir gence ihanet
ettiğinde, buna çok kızan birisi, tepkisini yine Sinemacı Bican’a yöneltmiş olacak ki, birden
salondan şöyle bir ses yükselmişti:
Bu ne biçim aşk Bicaan!”
Bu saçma sapan tepki,sonunda teşrifatçı çocuğu da isyan ettirmişti. . El fenerini sesin geldiği
tarafa tuttu; “ayıp be dedi, senaryo da mı Bican Abi yazdı ki!”
Bu sözler, Ordu’da epey bir zaman dillere pelesenk dahi olmuştu. İnsanlar , bazı olaylara
şaşırdıklarında bunu , “bu ne biçim aşk Bicann !” diye ifade ediyorlardı da…
Sanırım seyirciler, biraz da sinema salonundaki karanlık ortamda nasıl olsa
tanınmayacaklarına güvendiklerinden, bu tür saçma sapan tepkilerde bulunmaktan bile
çekinmiyorlardı. Kim bilir belki de, patronuna,anasına , babasına, hocasına ya da çekindiği diğer bazı
kişilere karşı göstermedikleri tepkilerini sinemada gösterip de bir bakıma deşarj olmaktaydılar da...
Biz Ordululara zamanın en kaliteli filmlerini vizyona girer girmez izlettiren, buna rağmen yine
de bazılarının olur olmaz her şeye gösterdikleri tepkilere bile katlanan, bilet parası bulamayan
çocuklara bir vesileyle de olsa sinema keyfini tattıran sinemacı merhum Bican Orhon’u bir kez daha
rahmet ve minnetle anmak isterim. Mekanı Cennet olsun !.
Ali Dilber’in yedek subay öğretmenken Ordu’da en çok dikkatini çeken durumlardan biri de,
Ulusoy firmasının o zamanki Vabis otobüsleri ile eşrafın Ankara ve İstanbul’a olan yolculuklarında
özellikle ve ısrarla bu firmayı tercih etmeleriymiş.
O günlerde İstanbul’da Orduluların çok yoğun olduğu Feriköy’e direkt olarak giden yerli
firma Kalafat Otobüsleri de vardı. Memleketten İstanbul’a bidonlarla turşu ile birlikte köy tereyağı,
çökelek, mısır unu,dut pekmezi, çerezlik fındık gibi kışlık yiyeceklerden götürmek isteyen köylü
vatandaşlarımız, hem bagaj sorunuyla karşılaşmadıklarından hem de bulundukları yere direkt
gittiğinden olacak daha çok bu firmayı tercih ederlerdi.Bunun yanında, otobüs içinde bazı şeyleri
yapmalarına da mani olunmuyordu. Otobüsün tuttuğu yolculara muavin naylon poşet dağıtırken,
kundak çocuklarını, karşılık koltuklar arasında yaptıkları hamak da sallayıp uyutanlar bile oluyordu..
Ulusoy ise, daha ziyade aşırı bagaj ihtiyacı duymayan, eşrafının tercih ettiği bir otobüs
firmasıydı. Köylülerin pek tercih etmedikleri Ulusoy’un yolcuları, onlardan bazılarına göre soseti,
yani sosyete kişilerdi
Bildiğimiz üzere, uzun yola giden yolcuların en tedirgin olduğu hususlardan biri de, yolda
yiyecekleri yemeklerin hijyenik ve fiyatlarının uygun olup olmamasıdır.
O zamanlar Ulusoylar bunu da dikkate almış olacaklar ki, Çorum’la Sungurlu arasında
yolcularına tabldot usulüyle yemek verdikleri Dağ Lokantası denilen bir dinlenme tesisleri de vardı.
Oranın tereyağlı pilavı da, Hamsiköy’ün sütlaçı, Çayeli’nin kuru fasulyesi ya da Ordu’daki
Dıgı’nın veya Aktaşların pidesi gibi bayağı meşhurdu o günlerde.
Ulusoy’un Ordu’daki yazıhanesinin sahibi ise, şimdiki sahibi Yılmaz Eren’in babası olan
rahmetli Mustafa Eren’di.
Ancak Ulusoy’un Ordu’da tutulmasında en fazla etkili olan kişi, damatları rahmetli Yılmaz
Poyraz’dı. Başbuğ Türkeş’in de yakın dostlarından biri olan Yılmaz Poyraz, Ali Dilber’in de o
yazısında sözünü ettiği gibi gerçekten de filmlerde gördüğümüz jönler kadar yakışıklı biriydi . Onu,
Holywood’un ünlü aktörlerinden Clark Gable’ye benzetirlerdi hep...
Bunun yanında halktan her kesimdeki insanlarla sıcak ve samimi diyalogu olan, oldukça
sevilen ve saygın biriydi de rahmetli…
19 Eylül Meydanında şimdi Denizcilik Bankası olan binanın bir bölümünde yer alan Ulusoy
yazıhanesinde bir yıl kadar onunla birlikte çalışmışlığım da olduğundan kendilerini yakından tanıma
imkânım da olmuştur.
Hatırşinas ve sözü geçen biri olduğundan birçok konuda insanlar arasında arabuluculuk ve
uzlaştırıcılık yapmasıyla da tanınan rahmetli Yılmaz Poyraz, daha sonra Ankara’ya yerleşmiş 1970
lerde de geçtiğimiz yıl İzmir'de vefat eden, en az onun kadar sevilen sayılan ağabeyi Osman
Poyraz'la birlikte Ankara Rüzgarlı Sokaktaki Gönç Palas'ı işletmişlerdi. O günlerde Gönç Palas,
Ankara’daki Orduluların uğrak yerlerinden biriydi de…Ordu’dan gelip orada kalanlara, Yılmaz
Poyraz ve ağabeyi Osman Poyraz, Ankara’daki işlerinde her konuda yardımcı da olurlardı. Rahmetli
Osman Poyraz, 1980 lerde Ankara’daki Ordulular Kültür ve Yardımlaşma Derneğini kuranlardan biri
ve ilk başkanıydı da..
Erken sayılabilecek bir yaşta hayata veda edip aramızdan ayrılan Yılmaz Poyraz’la geçtiğimiz
Ağustos ayında, yıllar önce yerleştiği İzmir’e vefat eden ağabeyi Osman Poyraz, benim de bir
ağabeyim kadar sevip saydığım kişilerdi. . Bu yüzden annem ve babam dışında mezar taşına aşağıdaki
sözleri yazdığım tek kişidir de rahmetli Yılmaz Poyraz:
Sevgi dolu yüreğin kabrinde bir gül olsun
Dualarımız sana Cennet için yol olsun
Ölüm, nihayet değil, bir tebdil-i mekândır
Ruhun şad, rahmetin bol, yattığın yer nur olsun.
Bu sözlerin, onun düzgün karakteri ve sevgiyle yoğrulmuş mizacıyla son derece örtüştüğünü
düşüyorum. Kendisinin ve ağabeyi Osman Poyraz’ın, her ikisin de mekanları Cennet olsun!
Yılmaz Poyraz Osman Poyraz
1960 lı yıllarda Ordu’da askerliğini öğretmen olarak yapmış olanlardan biri de, soyadını
bilmediğim, kendisi Adapazarlı olan Hasan adında bir gençti.Fatsa’nın bir köyünde öğretmenlik
yapan bu genç,o yıllarda rahmetli Baba İbrahim’in (İbrahim Alper) Başkanlığını yaptığı Ordugücünün
de futbolcusu olmuştu. Futbolseverlerin Hasan Hoca diye hatırlayacakları bu genç, Yener Çelik,
Hayri Ertürk, kaleci Atanur Güneysu, Murat Atacan, merhum Atilla Yılmaz İmamoğlu, Şevket
Öztürk, Ali Aydoğdu, Fatsalı merhum Civit İsmet, Piliç Necmi (Necmi Aktürk) Enis Çol, Bahtiyar
Tente’nin bulunduğu o zamanki kadroda yer almıştı, Ordugücü’nün amatör ligde şampiyon olmasında
ve Doğu Karadeniz’deki grup maçlarındaki başarılarında attığı gollerle önemli payı ve epeyce de
katkısı olan Hasan Hoca , daha sonraki yıllarda Vefa ve Sakaryaspor kulüplerinde profesyonel olarak
futbol hayatına devam etmiştir.
Hasan Hoca:(Öndekilerden Necmi Akgün ile Murat Atacan’ın arasında)
Siviller: Necmi’nin dayısı Hacı, Malzemeci Dabu Turgut, yönetici Emrullah
Yeşiltepe,taraftar Mustafa Aktaç, fötr şapkalı Başkan Baba İbrahim, yönetici Bayram Vayni…
Oturanlar: taraftar Deli Ahmet, Fatsalı Nazım, en sağda takımın hocası Çetin İşcanlı…
Yazının başlığına göre konuyu her ne kadar biraz açmış ve dağıtmış olsak da, kentimiz
Ordu’nun 50-60 yıl kadar öncesindeki olaylar ve insanları anlatmış ve hatırlatmış olduğundan
umarım yazımı yine de sıkılmadan keyifle okumuşsunuzdur…
Ordu’da yedeksubay öğretmenlik yaptığı dönemi unutmayan ve bir yazı dizisiyle de bizlere
aktaran Ali Dilber’e, buradan teşekkürlerimi iletirim.
(Ordu’daki Kuzeyin Yıldızı Dergisinin Temmuz/2016 ayı sayısında yayımlanmıştır)

More Related Content

Similar to Ordu'da bi̇r yedek subay öğretmen

Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134Fdgalgjadg Fhaldfad
 
Nazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet RanNazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet RanUmutcan
 
Bingolce - Osmanlı Argosu.pdf
Bingolce - Osmanlı Argosu.pdfBingolce - Osmanlı Argosu.pdf
Bingolce - Osmanlı Argosu.pdfssuserb90d48
 
Hafif Türk Pop Tarihi - Naim Dilmener
Hafif Türk Pop Tarihi - Naim DilmenerHafif Türk Pop Tarihi - Naim Dilmener
Hafif Türk Pop Tarihi - Naim Dilmenermenemenazdacorba
 
Emin Bülent SERDAROĞLU
Emin Bülent SERDAROĞLUEmin Bülent SERDAROĞLU
Emin Bülent SERDAROĞLUozerfurkan
 
Emin bülent serdaroğlu
Emin bülent serdaroğluEmin bülent serdaroğlu
Emin bülent serdaroğluozerfurkan
 
Barbar Türkler İMF'ye Karşı - Gezgin Öyküleri
Barbar Türkler İMF'ye Karşı - Gezgin ÖyküleriBarbar Türkler İMF'ye Karşı - Gezgin Öyküleri
Barbar Türkler İMF'ye Karşı - Gezgin ÖyküleriUlaş Başar Gezgin
 
Bıçağın Ucu
Bıçağın UcuBıçağın Ucu
Bıçağın Ucukaosakatki
 
8. Sınıf Türkçe Ünite 3 Milli Kültür
8. Sınıf Türkçe Ünite 3 Milli Kültür8. Sınıf Türkçe Ünite 3 Milli Kültür
8. Sınıf Türkçe Ünite 3 Milli Kültürenesulusoy
 

Similar to Ordu'da bi̇r yedek subay öğretmen (9)

Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
 
Nazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet RanNazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet Ran
 
Bingolce - Osmanlı Argosu.pdf
Bingolce - Osmanlı Argosu.pdfBingolce - Osmanlı Argosu.pdf
Bingolce - Osmanlı Argosu.pdf
 
Hafif Türk Pop Tarihi - Naim Dilmener
Hafif Türk Pop Tarihi - Naim DilmenerHafif Türk Pop Tarihi - Naim Dilmener
Hafif Türk Pop Tarihi - Naim Dilmener
 
Emin Bülent SERDAROĞLU
Emin Bülent SERDAROĞLUEmin Bülent SERDAROĞLU
Emin Bülent SERDAROĞLU
 
Emin bülent serdaroğlu
Emin bülent serdaroğluEmin bülent serdaroğlu
Emin bülent serdaroğlu
 
Barbar Türkler İMF'ye Karşı - Gezgin Öyküleri
Barbar Türkler İMF'ye Karşı - Gezgin ÖyküleriBarbar Türkler İMF'ye Karşı - Gezgin Öyküleri
Barbar Türkler İMF'ye Karşı - Gezgin Öyküleri
 
Bıçağın Ucu
Bıçağın UcuBıçağın Ucu
Bıçağın Ucu
 
8. Sınıf Türkçe Ünite 3 Milli Kültür
8. Sınıf Türkçe Ünite 3 Milli Kültür8. Sınıf Türkçe Ünite 3 Milli Kültür
8. Sınıf Türkçe Ünite 3 Milli Kültür
 

Ordu'da bi̇r yedek subay öğretmen

  • 1. (Kuzeyin Yıldızı Dergisinin Temmuz/2016 sayısında yayımlandı) ALİ ÖZTÜRK ORDU’DA BİR YEDEKSUBAY ÖĞRETMEN ALİ DİLBER Son yıllarda birçok öğretmenimiz, atamasının yapılmasını sabırla ve umutla beklemektedirler. Hâlbuki bundan 50 yıl öncesine kadar öğretmen sayımız yeterli olmadığından Anadolu’daki birçok okulda bazı derslere dışarıdan avukatlar, doktorlar, banka müdürleri ya da kentteki diğer üst düzey devlet görevlileri öğretmen olarak girmekteydiler. Rahmetli Dr. Osman Hilmi Memecan lisedeki Kimya, Orman İdaresi avukatlarından merhum Selahattin Gürer ise Ortaokuldaki Türkçe derslerinin vazgeçilmez öğretmenleriydiler o zamanlar. Dr. Memecan, her dersin sonunda mutlaka bir fıkra patlatır, böylece zihinlerdeki yorgunluğu, dudaklarda tebessüme dönüşürdü. Av.Selahattin Gürer’in ders sırasında yaptığı espri ve şakalarsa, dersleri öğrencilere sevdiren bir nevi çeşniydi adeta ... Ordu’nun, 1950’li yıllardaki siyasi hayatında adı sıkça geçen mali müşavir merhum Hasan Erzurumluoğlu Matematik,avukat rahmetli Orhan Kulaçoğlu, stajyer avukatlık yıllarında lisedeki Astronomi, Yüksel Alaybeyoğlu ise Sanat Tarihi derslerine girerlerdi o yıllarda…Yine eski Ordu Senatörü Av.Orhan Vural ve rahmetli eşi Av. Çiğdem Hanım da, avukatlığa yeni başladıkları yıllarda ortaokullardaki Türkçe ve Yazı derslerinin de öğretmenleriydiler …
  • 2. Av. Selahattin Gürer Av. Çiğdem Vural O zamanlar çoğu ilçede lise ve muadili okullar bile yoktu. Bugün ise bu okullarımızın sayısı, o günlerdekilere göre bir hayli artmasına rağmen öğretmen sayımız mevcut kadroya göre yine de fazla olduğundan çoğu öğretmenimizin ataması yapılamamaktadır. Bu da, çok ilginç bir çelişki olmalı. Öğretmen sıkıntısının çekildiği o yıllarda köylerdeki öğretmen ihtiyacı yedek subay öğretmenlerle de karşılanıyordu. Üniversite mezunu bazı gençler askerlik görevlerini, 2-3 aylık acemi eğitimleri sonrası köylerdeki ilkokullarda öğretmenlik yaparak yerine getirmekteydiler. Ali Dilber de bunlardan biriymiş. 1939 İstanbul doğumlu bir tiyatro sanatçısı ve yazar olan Ali Dilber,1964 yılında Uzunisa Köyünde yedek subay öğretmenlik yapmış. O yıl kurulmuş olan OBKT’deki bazı oyunlarda da rol alan Ali Dilber, Lüfti Akad ve Halit Refiğ gibi Yeşilçam’ın ünlü yönetmenleriyle birlikte çalışmış bir sinemacıdır da… ‘Selanik Alev Alev’, ‘İstabul Falcısı’ romanlarının da yazarı olan Ali Dilber, yedeksubay öğretmenlik yaptığı yıllardaki Ordu’yu ve bazı anılarını, geçtiğimiz yıllarda Ordu’da yerel bir gazetedeki yazı dizisinde anlatmıştı, ‘Benim Zamandaki Ordu’ başlığı altında.
  • 3. Ali Dilber Uzunisa Köyünde (1964) Yabancı birinin ağzından o zamanki Ordu hakkında edindiğimiz bilgilerde bazı eksik ve yanlışların olması elbette ki yadırganamaz. Nitekim yabancı birinin, Ordu’daki olayları ve insanları,onlarla ilgili bazı ayrıntıları tam olarak bilmediğinden bizler kadar doğru gözlemleyip algılaması bazen mümkün olmayabiliyor da… Buna bir örnek verirsek; bizim Elmalık Mahallesi, Alucralıların yoğun olduğu bir mahalleydi bir zamanlar.Alucra’nın şimdiki adı Aktepe, eski adı ise Zil olan bir köyü vardır. Bu köyden olanlar, sanırım diğer Alucralılardan karakteristik olarak biraz daha farklı olmalılar ki, Zillilikleri hep Alucralılıklarının önünde olmuştur Ordu’da… Bahsettiğim yıllarda mahallemizdeki komşu kadınlardan adı ‘Ayşe’ olanların sayısı beş altı civarında olduğundan, onları karıştırmamak için hepsi de kendi etnik kökeni, köyü ya da eşinin mesleğine göre ayrı bir lakapla anılırdı. Bunun için Zil köyünden olan Ayşe Teyzenin adı da ‘Zilli Ayşe’ diye geçerdi. Yeni evlendiğim günlerde eşimle birlikte Ordu’daki baba evine gelmiştim. Ordulu olmayan eşim, komşu kadınların kendi aralarındaki konuşmalarında Zilli Ayşe’nin de adı geçtiğinde, onun hakkında kafasında farklı bir imaj oluşmuş olmalı ki daha sonra bu Zilli Ayşe’nin, yaşını başını almış kendi halinde bir keyvanı olduğunu gördüğünde bir hayli şaşırmıştı. Bunun gibi Ali Dilber de, ticari zekası ve çalışkanlığından dolayı halkın ‘Yahudi Bican’ yakıştırması yaptığı o zamanki Millet Sinemasının sahiplerinden rahmetli Bican Orhon’u, sahiden de Yahudi sanmış olacak ki ondan, ‘Musevi bir vatandaş’ diye bahsetmiş yazısında. 50-60 yıl kadar öncesi, her kentte olduğu gibi Ordu’da da sinemalar sosyal ve kültürel yaşamın en etkin mekânlarıydılar. Özellikle de çocuklar için vazgeçilmez apayrı bir tutkuydu da
  • 4. sinemalar… Vurdulu kırdılı macera filmlerini seyretmeyi pek çok severdi çocuklar... ‘Uşak’diye adlandırdıkları filmin başoyuncusu esas oğlan, onlar için adeta birer idoldü. Çocuklar, bu idollerinin birer kahraman oldukları kovboy, tarzan ya da korsan filmlerini izlerlerken çok mutlu olurlar, kendi aralarında, onların filmdeki dövüş sahnelerini taklit etmeye çalışırlardı da… Ancak ne var ki, orta direkten bile olsa, bilhassa kalabalık ailelerin çocuklarının harçlıkları, sinemaya bilet almaları için yeterli olmazdı..Nitekim, simidin tanesinin 5 kuruş olduğu o günlerde bir sinema bileti en az 25 kuruştu.Ailesi dar gelirli olan çocukların o parayı bulmaları kolay mıydı ? Kendinden başka kardeşleri de varsa, bu daha da zordu haliyle.. Bu yüzden onlar da çok arzu ettikleri macera filmlerini seyretmek için sinemacıya yaranıp bilet almadan içeriye girmenin yollarını ararlardı, ister istemez… Rahmetli Sinemacı Bican, bu durumdaki çocuklardan bir grup oluşturur kimilerine teşrifatçılık yaptırır; kimilerine ise ‘perde arası’ denilen ara zamanlarda fıstık, elma,gazoz gibi şeyler sattırırdı. Bu çocuklardan gözü pek, bileği kuvvetli olan bazılarına da, sinemada hergelelik yapmaya yeltenen diğer çocukları engellemeleri için bir nevi bodyguardlık görevi verirdi. Öyle ki, Millet Sinemasının olduğu binanın yapılışında da çocukların beleş film seyretmek uğruna inşaatta tuğla taşıdıkları bile anlatılırdı. Bunun yanında Sinemacı Bican, ticarette para kazanmayı çok önemseyen biri olduğundan patron olmasına rağmen kendi sinemasında hiç yüksünmeksizin sanki bir işçiymiş gibi çalışırdı da…Onu, gişede bilet verirken, kapıda bilet keserken, büfede ise gazoz açarken bile görürdünüz kimi zaman… Hemen hemen herkesin bir lakabının olduğu Ordu’da, bu huyundan dolayı yapılan bir yakıştırmayla da rahmetli Bican Orhon, bazıları tarafından ‘Yahudi Bican’ diye de anılırdı . Elin adamı ne bilsin ki onun gerçekten Yahudi asıllı biri olmadığını. Kim bilir, Bican Orhon’un vefat ettiğini duyduğunda, cenazesinin sinagogdan bile kalktığını düşünmüştür de. Yukarıda anlattığım gibi o günlerde sinema seyretmek, çocuklar için keyfine doyum olmayan bir tutku ve mutluluktu adeta… Sinema bileti almaya parası olmayan çocuklardan bazıları ise , sinemaya bedava girmenin daha başka yollarını ararlardı.Bunun için de Sinemacı Bican Abiye jest olsun diye onu memnun edecek bir şeyler yapmaları gerekirdi. Demokrat Partinin iktidarda olduğu 1950’lerde TMO, ABD’den ithal ettiği buğdayı , vatandaşlara maliyetinden daha ucuza satıyordu. O günlerde bu buğdaylar kentin muhtelif yerlerine kurutulmak için serilirdi de… O sergilerden, bir fırsatını bulup cebine birkaç avuç buğday tanesi koyan, ya da kendi evlerinin avlusundaki çitenlerindeki koçanlardan mısır deneleyen çocuklar, bu buğday ve mısır tanelerini götürüp Bican Abilerine gösterdikten sonra onun, Fidangör’de sinemanın hemen arkasındaki evinin bahçesinde bulunan kümesindeki tavuklarını yemlerlerdi . Bican Orhon da, kapıda bilet kesen Aslan Dayıya, “bunları içeri al”diye tembih de bulunurdu… Bir ara Bican Orhon’un evinin bahçesinde beslediği bir de kuzusu vardı. Mahalleden bir arkadaşımız Şahincili yolu üzerindeki fındık bahçelerinin kenarlarında dikili olan söğüt ağaçlarından dallar budamıştı,yapraklarını bu kuzuya yedirip beleş sinemaya girmek uğruna...Sinemacı Bican, onu da boş çevirmemişti… Niye çevirsindi ki, sermayeden kaybedecek değildi ya…Üstelik o dalları getiren çocuk da çok mutlu oluyordu sinemaya girdiği için… Şimdilerde ise bilgisayara olan aşırı tutkularından dolayı sinemayı hiç bilmeyen çocuklara, sinemayı sevdirmek için kampanyalar bile yapılmaktaymış. Teknolojinin gelişmesiyle son yarım asırda nereden, nereye gelmişiz, hayret !.. Yine o günlerde çocuklar kadar sinemaya aşırı derecede meraklı olan yaşlılar da yok değildi hani !.Bunlardan biri de, bizim Elmalık Mahallesinin o zamanki yaşlı sakinlerinden rahmetli Çıngan Yaşar’dı… Takıl Pazarının yanında rahmetli Muammer Çakmak’la Hasan Çebi’nin (Dursunoğlu) birlikte işlettikleri Zafer Sinemasının en ön sırasına yakın bir yerde, gazyağı varilinden yapılmış kocaman bir odun sobası olurdu. Rahmetli Yaşar Dayı, her akşam bu sobanın hemen yanındaki sandalyede yerini alır,dudaklarından hiç eksik etmediği İkinci sigarasıyla birlikte bir hafta boyunca gösterimde olan filmleri, arada bir sızıp uyusa bile yine de hiç ara vermeksizin tüm seanslarda bıkmadan izlerdi..
  • 5. 1950’li yıllarda bir ara ‘Avare’ adlı bir Hint filmi oynamıştı. Baş rollerinde Raj Kapoor ile Nargis adlı Hintli oyuncuların yer aldığı bu filmin konusu kadar müziği de seyredenleri mest ediyordu. Bu nedenle olacak, bu filmi de en az 3-4 kez izleyenler bile olmuştu, o zamanlar… … O günlerde oynayacak filmlerin tanıtan anonslar da diksiyonu ve Türkçesi düzgün kişiler tarafından yapılırdı.Yıldız Bahçe Sinemasındaki filmlerin anonsunu yapan Mehmet Çebi, özellikle fındık mevsiminde iç kesimlerden gelen ameleleri cezp edecek sözler kullanırdı; “yumrukların vuruştuğu, silahların konuştuğu harika bir film izleyeceksiniz” gibisinden…Rahmetli Fazlı Ünal ile Samsunlu sinemacı rahmetli Erol da güzel film anonsu yapan kişilerdiler. Rahmet Yıldıray Kefeli ise film afişlerindeki resim ve yazıları, büyüterek daha dikkat çekici bir duruma getiren iyi ressamdı adeta.. Bu Ne Biçim Aşk Bicannn !....
  • 6. Sinemacı Bican’ın çalışkanlığı ve ticareti önemsemesi nedense bazılarını kıskandırmakla kalmıyor rahatsız da ediyordu sanırım. Bu yüzden, ya da sırf hergelelik olsun diye bazı gençler, sinemada herhangi bir aksaklık olmaya görsün , bunu bahane ederek hemen ona tepki gösterirlerdi…Burada amaçlanan tepkiden daha ziyade çalışkanlığını çekemedikleri Sinemacı Bican’a sataşmaktı bence… Diyelim ki filmdeki ses aniden kesildi, salonun çeşitli yerlerinden derhal sesler yükselirdi: “Ses ver Bicaaan !...Ya ses, ya kes Bicaan !..” Olur ya, film birden bire koptu, ya da elektrikler kesildi, bu defa: “Paraları geri Bicaaan !” gibi sözler duyardınız. Hadi bunlar neyse de, senaryo gereği filmdeki kurgulanmış gelişmeleri beğenmeyenlerin, bunun için bile Bican Orhon’a tepki gösterdikleri olurdu kimi zaman… Hiç unutmam bir defasında, yerli filmlerinin birinde zengin kız,sevgilisi fakir gence ihanet ettiğinde, buna çok kızan birisi, tepkisini yine Sinemacı Bican’a yöneltmiş olacak ki, birden salondan şöyle bir ses yükselmişti: Bu ne biçim aşk Bicaan!” Bu saçma sapan tepki,sonunda teşrifatçı çocuğu da isyan ettirmişti. . El fenerini sesin geldiği tarafa tuttu; “ayıp be dedi, senaryo da mı Bican Abi yazdı ki!” Bu sözler, Ordu’da epey bir zaman dillere pelesenk dahi olmuştu. İnsanlar , bazı olaylara şaşırdıklarında bunu , “bu ne biçim aşk Bicann !” diye ifade ediyorlardı da… Sanırım seyirciler, biraz da sinema salonundaki karanlık ortamda nasıl olsa tanınmayacaklarına güvendiklerinden, bu tür saçma sapan tepkilerde bulunmaktan bile çekinmiyorlardı. Kim bilir belki de, patronuna,anasına , babasına, hocasına ya da çekindiği diğer bazı kişilere karşı göstermedikleri tepkilerini sinemada gösterip de bir bakıma deşarj olmaktaydılar da... Biz Ordululara zamanın en kaliteli filmlerini vizyona girer girmez izlettiren, buna rağmen yine de bazılarının olur olmaz her şeye gösterdikleri tepkilere bile katlanan, bilet parası bulamayan çocuklara bir vesileyle de olsa sinema keyfini tattıran sinemacı merhum Bican Orhon’u bir kez daha rahmet ve minnetle anmak isterim. Mekanı Cennet olsun !. Ali Dilber’in yedek subay öğretmenken Ordu’da en çok dikkatini çeken durumlardan biri de, Ulusoy firmasının o zamanki Vabis otobüsleri ile eşrafın Ankara ve İstanbul’a olan yolculuklarında özellikle ve ısrarla bu firmayı tercih etmeleriymiş. O günlerde İstanbul’da Orduluların çok yoğun olduğu Feriköy’e direkt olarak giden yerli firma Kalafat Otobüsleri de vardı. Memleketten İstanbul’a bidonlarla turşu ile birlikte köy tereyağı, çökelek, mısır unu,dut pekmezi, çerezlik fındık gibi kışlık yiyeceklerden götürmek isteyen köylü vatandaşlarımız, hem bagaj sorunuyla karşılaşmadıklarından hem de bulundukları yere direkt gittiğinden olacak daha çok bu firmayı tercih ederlerdi.Bunun yanında, otobüs içinde bazı şeyleri yapmalarına da mani olunmuyordu. Otobüsün tuttuğu yolculara muavin naylon poşet dağıtırken, kundak çocuklarını, karşılık koltuklar arasında yaptıkları hamak da sallayıp uyutanlar bile oluyordu.. Ulusoy ise, daha ziyade aşırı bagaj ihtiyacı duymayan, eşrafının tercih ettiği bir otobüs firmasıydı. Köylülerin pek tercih etmedikleri Ulusoy’un yolcuları, onlardan bazılarına göre soseti, yani sosyete kişilerdi Bildiğimiz üzere, uzun yola giden yolcuların en tedirgin olduğu hususlardan biri de, yolda yiyecekleri yemeklerin hijyenik ve fiyatlarının uygun olup olmamasıdır. O zamanlar Ulusoylar bunu da dikkate almış olacaklar ki, Çorum’la Sungurlu arasında yolcularına tabldot usulüyle yemek verdikleri Dağ Lokantası denilen bir dinlenme tesisleri de vardı. Oranın tereyağlı pilavı da, Hamsiköy’ün sütlaçı, Çayeli’nin kuru fasulyesi ya da Ordu’daki Dıgı’nın veya Aktaşların pidesi gibi bayağı meşhurdu o günlerde. Ulusoy’un Ordu’daki yazıhanesinin sahibi ise, şimdiki sahibi Yılmaz Eren’in babası olan rahmetli Mustafa Eren’di. Ancak Ulusoy’un Ordu’da tutulmasında en fazla etkili olan kişi, damatları rahmetli Yılmaz Poyraz’dı. Başbuğ Türkeş’in de yakın dostlarından biri olan Yılmaz Poyraz, Ali Dilber’in de o
  • 7. yazısında sözünü ettiği gibi gerçekten de filmlerde gördüğümüz jönler kadar yakışıklı biriydi . Onu, Holywood’un ünlü aktörlerinden Clark Gable’ye benzetirlerdi hep... Bunun yanında halktan her kesimdeki insanlarla sıcak ve samimi diyalogu olan, oldukça sevilen ve saygın biriydi de rahmetli… 19 Eylül Meydanında şimdi Denizcilik Bankası olan binanın bir bölümünde yer alan Ulusoy yazıhanesinde bir yıl kadar onunla birlikte çalışmışlığım da olduğundan kendilerini yakından tanıma imkânım da olmuştur. Hatırşinas ve sözü geçen biri olduğundan birçok konuda insanlar arasında arabuluculuk ve uzlaştırıcılık yapmasıyla da tanınan rahmetli Yılmaz Poyraz, daha sonra Ankara’ya yerleşmiş 1970 lerde de geçtiğimiz yıl İzmir'de vefat eden, en az onun kadar sevilen sayılan ağabeyi Osman Poyraz'la birlikte Ankara Rüzgarlı Sokaktaki Gönç Palas'ı işletmişlerdi. O günlerde Gönç Palas, Ankara’daki Orduluların uğrak yerlerinden biriydi de…Ordu’dan gelip orada kalanlara, Yılmaz Poyraz ve ağabeyi Osman Poyraz, Ankara’daki işlerinde her konuda yardımcı da olurlardı. Rahmetli Osman Poyraz, 1980 lerde Ankara’daki Ordulular Kültür ve Yardımlaşma Derneğini kuranlardan biri ve ilk başkanıydı da.. Erken sayılabilecek bir yaşta hayata veda edip aramızdan ayrılan Yılmaz Poyraz’la geçtiğimiz Ağustos ayında, yıllar önce yerleştiği İzmir’e vefat eden ağabeyi Osman Poyraz, benim de bir ağabeyim kadar sevip saydığım kişilerdi. . Bu yüzden annem ve babam dışında mezar taşına aşağıdaki sözleri yazdığım tek kişidir de rahmetli Yılmaz Poyraz: Sevgi dolu yüreğin kabrinde bir gül olsun Dualarımız sana Cennet için yol olsun Ölüm, nihayet değil, bir tebdil-i mekândır Ruhun şad, rahmetin bol, yattığın yer nur olsun. Bu sözlerin, onun düzgün karakteri ve sevgiyle yoğrulmuş mizacıyla son derece örtüştüğünü düşüyorum. Kendisinin ve ağabeyi Osman Poyraz’ın, her ikisin de mekanları Cennet olsun! Yılmaz Poyraz Osman Poyraz 1960 lı yıllarda Ordu’da askerliğini öğretmen olarak yapmış olanlardan biri de, soyadını bilmediğim, kendisi Adapazarlı olan Hasan adında bir gençti.Fatsa’nın bir köyünde öğretmenlik yapan bu genç,o yıllarda rahmetli Baba İbrahim’in (İbrahim Alper) Başkanlığını yaptığı Ordugücünün de futbolcusu olmuştu. Futbolseverlerin Hasan Hoca diye hatırlayacakları bu genç, Yener Çelik, Hayri Ertürk, kaleci Atanur Güneysu, Murat Atacan, merhum Atilla Yılmaz İmamoğlu, Şevket
  • 8. Öztürk, Ali Aydoğdu, Fatsalı merhum Civit İsmet, Piliç Necmi (Necmi Aktürk) Enis Çol, Bahtiyar Tente’nin bulunduğu o zamanki kadroda yer almıştı, Ordugücü’nün amatör ligde şampiyon olmasında ve Doğu Karadeniz’deki grup maçlarındaki başarılarında attığı gollerle önemli payı ve epeyce de katkısı olan Hasan Hoca , daha sonraki yıllarda Vefa ve Sakaryaspor kulüplerinde profesyonel olarak futbol hayatına devam etmiştir. Hasan Hoca:(Öndekilerden Necmi Akgün ile Murat Atacan’ın arasında) Siviller: Necmi’nin dayısı Hacı, Malzemeci Dabu Turgut, yönetici Emrullah Yeşiltepe,taraftar Mustafa Aktaç, fötr şapkalı Başkan Baba İbrahim, yönetici Bayram Vayni… Oturanlar: taraftar Deli Ahmet, Fatsalı Nazım, en sağda takımın hocası Çetin İşcanlı… Yazının başlığına göre konuyu her ne kadar biraz açmış ve dağıtmış olsak da, kentimiz Ordu’nun 50-60 yıl kadar öncesindeki olaylar ve insanları anlatmış ve hatırlatmış olduğundan umarım yazımı yine de sıkılmadan keyifle okumuşsunuzdur… Ordu’da yedeksubay öğretmenlik yaptığı dönemi unutmayan ve bir yazı dizisiyle de bizlere aktaran Ali Dilber’e, buradan teşekkürlerimi iletirim. (Ordu’daki Kuzeyin Yıldızı Dergisinin Temmuz/2016 ayı sayısında yayımlanmıştır)