2. OSMANLI SEFER ORGANİZASYONLARINDA
KENTLİ ESNAFIN GETİRDİĞİ ÇÖZÜMLER:
ORDUCU ESNAFI
Bülent Çelik*
Giriş
Elinizdeki bu çalışma Osmanlı askeri sistemi içerisinde yer alan ancak
bugüne kadar üzerinde pek de durulmamış ve diğer askeri birliklerle
karşılaştırıldığında görece küçük bir topluluğu kapsayan Osmanlı
seferlerindeki orducu esnafını ele almaktadır. Günümüzde yakın yıllara ait ve
çeşitli Osmanlı seferlerini ele alan çalışmalarda büyük bir artış
gözlemlenmektedir. Bu çalışmalarda çalışma konusu olarak seçilen sefer,
başlangıcından bitişine kadarki süre içersinde çok yönlü olarak ele alınıp
incelenmekte ve Osmanlı sefer organizasyonuna ait çeşitli saptamalara
ulaşılmaktadır. Yapılan bu türden çalışmalar savaş dönemlerindeki Osmanlı
askeri sistemini anlamaya yöneliktir. Genellikle tımar sistemiyle birlikte ele
alınagelen Osmanlı askeri sistemi bu yönüyle eksik kalmaktadır. Seferlere
tasarruf ettiği dirliğinin büyüklüğü oranında donanımlı asker getirmekle
yükümlü olan tımarlı sipahiler ya da işleri zaten savaşmak olan ve bunun için
ulufe alan yeniçeri ve diğer kapıkulu askerleri ile sonraki dönemlerde eyalet
valileri tarafından sadece savaş dönemlerinde tutulan ve çok çeşitli kaynaktan
gelerek yine çeşitli adlarla anılan ücretli askerlerin incelenmesi işin sadece bir
yönüdür.
Oysa Osmanlı fetih siyasetinde kullanılan ve askeri sistemin kuruluşu
ve olgunlaşması sırasında kullanılan kaynaklar çok çeşitlidir ve etkin
kullanıldıkları zamanlarda Osmanlı seferlerindeki başarı bu etkinlikle doğru
orantılı olarak artmaktadır. Büyük sayılardaki askeri birliklerin çok uzun
mesafeleri katederek ulaştıkları savaş alanlarında yapılan savaşların göze
batması kadar olağan bir durum yoktur. Oysa orada yapılan savaş kadar önemli
bir diğer olgu da o noktaya gelebilmektir. Gerek batı yönünde gerekse doğuya
yapılan seferlerde olsun Osmanlı askerleri zaman zaman -ve sık olarak- çok
*
Yrd. Doç. Dr. Bülent Çelik, Adnan Menderes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih
Bölümü, Aydın, Türkiye.
3. BÜLENT ÇELİK
kötü şartlarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. İşte bu noktada Osmanlı
sefer organizatörlerinin karşılarına çözmeleri gereken ve lojistik konusunda
olan pek çok sorun ortaya çıkmaktadır.
İmparatorluk ne denli büyük ve zengin kaynaklara sahip olursa olsun
dönemin ulaşım teknolojisi, coğrafya ve iklim gibi etmenler askerlerin lojistik
desteklenmelerine olumsuz yönde etki yapmaktadır. Osmanlı askeri daha
düşmanla savaşmadan önce bu etmenlerle savaşmak zorunda kalmaktadır ve bu
durum sadece Osmanlı Devleti’ne özgü bir durum değildir. Tıpkı başka
alanlarda, örneğin Venedik’in hububat ticaretinin düzenlenmesinde ve büyük
kentlerin kötü hasat yıllarında doyurulmasındaki uygulamaları ile XVII.
yüzyılda İtalya’daki yönetimlerin başıbozuk, paralı askerlerle başa çıkma
yöntemlerindeki benzerliklerde olduğu gibi lojistik alanındaki uygulamalarda
Osmanlı ve diğer devletler arasındaki benzerliklerin saptanması orducu benzeri
kurumların var olup olmadıklarının incelenmesi, karşılaştırmaya gidebilmek
açısından ilginç olacaktır. Ancak çalışmanın asıl amacı bir kurum olarak
Osmanlı kentlerinden oluşturulan orducu esnaf gruplarının seferlerde Osmanlı
askerinin ne türden ihtiyaçlarına cevap verebildikleri ve bu türden
uygulamaların başarı kazanıp kazanamadıklarıdır. Bir ordunun savaş gücünün
belirlenmesi büyük ölçüde lojistik desteğin ne denli sağlıklı sağlandığına
bağlıdır. Orduların iç düzeni, bir devletin iç ilişkilerinin ve toplumun bir
ifadesidir; savaş birlikleri ve halk birbirine bağlıdır ve birbirlerinden ayrı
olarak sadece kısa zaman dilimleri içersinde bir sosyo-ekonomik yapıda
varolabilirler. Osmanlı Devleti’nin seferlerden çok daha önce sefer sırasında
askerin ihtiyaç duyduğu birtakım hammaddeleri tebasından tedarik etmeye
çalıştığı bilinmelidir. Büyük ölçüde tarımsal üretimden ve bunun üreticileri
olan re’âyâ’dan sağlanmaya çalışılan hububat ve canlı hayvan türündeki
metalar vergi karşılığı olarak talep edilmektedir. Ordunun geçeceği
güzergâhlarda önceden stoklanan bu türden veya mamul -örneğin peksimet
gibi- malların akışının düzenli olarak sağlanması büyük ölçüde yerel
yetkililerin becerikliliğine bağlıdır. Osmanlı ordusunun sefer sırasındaki düzeni
gerek yerli gerekse yabancı kaynaklarda zaman zaman hayranlıkla betimlense
de bazen işler umulduğu gibi gitmemektedir. Kötü giden bir hasat re’âyâ’nın
sefer organizasyonuna katılımını zorlaştırmakta, tarımsal ürünlerin istenilen
fiyatlarla temininde güçlükler çekilmektedir. Sayıları yüz binlerle ifade edilen
bir topluluğun doyurulması, teçhizatının bakımının ve barınmasının
sağlanılması, ve gideceği yere ulaştırılması toplumun tümünün katılımıyla
sağlanmaya çalışılmaktaydı. Ancak orduya gerekli hammaddelerin sağlanması
ve gerektiği zaman kullanılmasının yanı sıra toplanan bu metaların askerlerin
işine yarayacak fonksiyonlara kavuşturulması, diğer bir deyimle işlenmiş
mamul mallara dönüştürülmesi gerekliliği bulunmaktadır. Bu türden malların
seferler sırasında orduda hammadde halinde bulunması mamul mallara olan
ihtiyaçların giderilmesinde pek de bir işe yaramayacaktır. Bu iş için ayrı
uzmanlara ihtiyaç duyulacağı açıktır. Bu uzmanlar tarımsal üreticilerden
orduya aktarılan hammaddeleri işleyip, askerlerin kullanımına sunacaklar,
2
4. ORDUCU ESNAFI
böylelikle sefer sırasında çekilen sıkıntıların askerler tarafından daha az
hissedilmesine neden olacaklardı. Bu uzmanlar da yaşadıkları yerlerden yani
Osmanlı kentlerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Kent için üretim yapan bu
uzmanlar birliği, sivil halk için yaptıkları üretimlerinde kullandıkları bilgileri
sefer süresince askerlere sunmaktadırlar. Bu görevlilere genel olarak orducu
esnaf denmektedir. Lonca-devlet işbirliğinin sonucu oluşturulan bu grupların,
askerî sayılmayan ancak askeri sisteme entegre edilen diğer başka gruplarla
pek çok benzerlik göstermekle beraber, işlev açısından özgün tarafları da
bulunmaktadır. Sürekli olmasa da belli dönemler için yapılan bu türden
görevlendirmelerde merkezi devletin öteden beri loncalarla kurduğu sıkı
ilişkilerin rolü büyüktür. Kentlerde yaşayan halkın ihtiyaçları için loncalar
tarafında gerçekleştirilen üretimin halkın sıkıntıya düşmemesine büyük önem
veren Osmanlı devlet ileri gelenleri seferlerde de varolan üretim potansiyeli ve
bilgisini orducu esnaf aracılığı ile değerlendirmeye çalışmaktadır.
Öte yandan uluslararası alanda hakimiyet ve hakimiyet gelişiminden
bahsedildiğinde, bunu sağlamadaki en önemli araçlardan birini yani orduları ve
orduların savaşlarda kullanılmasını gerektiren politik düşünce tarzı ve
eylemleri gözardı edemeyiz. Clausewitz’in dediği gibi “savaş, başka araçlarla
siyasi aktivitelerin devam ettirilmesidir. Siyasi mesele bir hedeftir, savaş ise
ona ulaşmanın bir aracıdır ve araçlar asla amaçlardan izole edilerek
değerlendirilemez”. Bizzat Osmanlı sultanlarının ordularının başlarında yer
alarak, uzun ve zahmetli mesafeler katederek ulaştıkları savaş meydanları
siyasi hedeflere ulaşmak için katlanmak zorunda oldukları güçlüklerden sadece
bir kısmıdır. Osmanlı ordusunun batı ve doğu sınırlarında yaptığı savaşların
stratejik değerlendirmeleri konusunda yazıya dökülmüş bilgiler çok azdır.
Genellikle Batı kaynaklı olan değerlendirmeler de ancak Clausewitz’den sonra
yapılmaya başlanmıştır. Bu eksikliğe rağmen Osmanlıların özel stratejik
planlamaları dikkate alındığında bunu gerçekleştiren devlet adamlarının
planlarını büyük ölçüde doğru bilgilere dayanarak yaptıkları sonucu
çıkarılabilir. Zaman, mekân ve ordularının kuvveti gibi temel prensipleri doğru
biçimde hesaba katmışlar, hasımlarının ordularının potansiyelini ve askeri
gücünün resmini doğru biçimde görebilmişlerdir. Aynı zamanda muharebe
alanlarının coğrafyaları konusunda doğru bilgilere sahiptirler ve harekete
geçmek için genellikle zamanlamaları iyiydi. Ancak basit olarak bir
karşılaşmaya gidildiğinde Osmanlı Devleti’nin doğu seferlerinde hasmının
batıdakine oranla daha zayıf olmasına karşın daha çok sıkıntı çektiği ve
sürprizlerle karşılaşma olasılığının daha yüksek olduğu söylenebilir. Çoğu
zaman yapılan savaşlardan sonra ilk dönemlerde kazanılan eski hakimiyet
alanlarının korunduğu ve eski sınırlara dönüşün gözlemlendiği doğu seferleri,
lojistik desteklemelere en fazla ihtiyaç hissedilen organizasyonlardı. İklimsel
ve coğrafi şartların zorluğu, toprak verimliliğinin zengin Rumeli’ye göre düşük
olması bu seferlerdeki askerlerin ihtiyaçlarının karşılanmasında zorluklara
neden olmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük askeri yenilgilerini
Doğu’da değil de Batı yönündeki düşmanları karşısında almaları işin teknolojik
3
5. BÜLENT ÇELİK
yönüyle açıklanabilir. Bu yönde yapılan savaşlarda düşmanla karşılaşmak
Doğu’dakilere göre daha kolaydır. Ancak yüzyıllar boyunca devam eden
mücadele Batılı devletlerin teknoloji ve bilimi savaşlara uyarlamaları, Osmanlı
askerleri karşısında peş peşe zafer kazanmalarına neden olmuştur. Batı
eksikliğini bilimle kapatmaya çalışırken, Doğu’daki düşman coğrafyasına
güvenmektedir. Uzun süren ve düşmanı kovalamakla geçen Doğu seferlerine
bu açıdan bakıldığında bu bölge seferlerinde, lojistiğin tartışılmaz derecede iyi
bir planlamasının yapılmasının zorunlu olduğu görülecektir. Orducu esnafı bu
gözle bakıldığında Osmanlı ordusunun lojistik planlamasının görece küçük bir
bölümünü oluşturmakla birlikte, sonuçları bakımından seferlerin politik ve
siyasi etkilerinin tüm topluma yayılımında bir araç haline dönüşmektedir.
Seferlerde ordunun yanında bulunan devletin pek çok bölgesinden gelen kentli
esnaf başarı ya da yenilgilerde devletin yanında yer almaktadır. Seferin
zorluklarına diğer askeri sınıflarla beraber katlanmakta, düşmanla yapılan
mücadelelerde bazen etkileri çok daha büyük boyutlara ulaşabilen sonuçların
bir parçası olabilmektedir. Osmanlı Devleti’ndeki loncaların merkezi yönetim
ile ne denli içiçe geçmiş olduğunu bu kurumun varlığı ile göstermesi, devletin
loncalardan beklentilerinin sadece sivil hayatdakilerle sınırlı olmadığını, etki
ve sayılarının genel sefer organizasyonları içinde uzmanlık isteyen iş
alanlarının doldurulmasında belli başlı kaynağı oluşturmaları nedeniyle
Osmanlı toplum hayatının her alanında gözlemlenen devlet müdahaleciliği ve
düzenleyiciliğinin önemi daha da ortaya çıkmaktadır. Osmanlı toplumunu
oluşturan katmanların büyük oranda sefer için istihdâm edilmeleri, askeri
döngülerin desteklenmesinde Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan her cemaat
veya bireyin görev aldığı söylenebilir. Sarayın ve başkentin iaşesinin
sağlanması dışında en büyük tüketici grubu ordudur ve Osmanlı toplumu
genelde bir bütün olarak bu ihtiyacın karşılanması için devletin sınırlarını
çizdiği görevlendirmelerde yeralmıştır. Bu çalışma şu ana dek ele alınmamış
bir konuya ışık tutmayı, kent esnafının bu işteki sorumluluğunu
değerlendirmeyi hedeflemektedir.
4
6. ORDUCU ESNAFI
BÖLÜM I
OSMANLI ASKERLERİNİN SEFERLERDEKİ
LOJİSTİĞİ
Osmanlı Devleti’nin siyasal bir güç olarak ortaya çıktığı ilk
dönemlerden itibaren askeri birlikler yani ordu, bu siyasal yapıyı kurmada
başlıca etken olmuştur. Yeni fetihler, toprak ve kentlerin ele geçirilmesi,
kazanılan küçük çatışma ya da büyük savaşlar pek çok kaynaktan beslenen
ordu tarafından gerçekleştirilmiş olgulardır. Osmanlı Devleti’nin henüz beğlik
halinde bulunduğu ilk dönemlerdeki ordusu ile daha sonraki askeri yapının
farklılaşması, devletin ihtiyaçları gözönünde tutulduğunda normal
karşılanabilecek bir gelişmedir. Askeri strüktürel gelişmenin devlet
bürokrasisindeki diğer gelişmelerle paralel olması devlet mekanizmasındaki
sağlıklı büyümenin bir işareti olarak kabul edilebilir. Osmanlı Devleti ilk
dönemlerinde gerçekte profesyonel olmayan pek çok kaynaktan asker
devşirirken ki bunlar büyük ölçüde bulundukları coğrafyanın getirdiği
tehlikelerle birlikte yaşamaya alışık hareketli Türkmen birlikleri, bu bölgeye
yakın İslâm kentlerinde bulunan ahî birlikleri, kırsal alanlardaki yaya ve
müsellem olarak adlandırılan çiftçi kökenli piyadeler, uçlardaki hayatın
cazibesine kapılmış dervişler ve ele geçirilen topraklardaki Osmanlı beğliğine
askeri alanda hizmet etmeyi kabul etmiş gayrimüslim gönüllülerdi. Bu denli
çok kaynaktan gelen askerlerin düzenli bir orduyu oluşturmadıkları kabul
edilebilir. Bunun temel nedeni Osmanlıların göçebe bir toplum olmalarında
yatmaktadır. Çünkü göçebe savaşçılığı, hız, hareket, ani atak ve meydan
savaşlarının belirsizliğinden kaçınmak için okçu kullanmaya dayanır. İç Asya
tarihinde göçebe savaşçılarının at sırtında iyi okçular olmasının nedeni budur.
Taktikleri, kaçar gibi görünmek, uzaktan ok yağdırmak ve pusu kurmak
suretiyle düşman yürüyüş düzenini karıştırıp, bozmaya dayanır. Yerleşik
düşmanın kararlı bir takibini engelleyen lojistik sorunlarla karşılaştığında veya
dağlık bölgelerde, bu yöntem iyi işlemektedir. Ellerinde yeterli insan
potansiyeli bulunduğunda, ya da yerleşik halktan kuşatma savaşlarını
becerebilecek insanları tuttuklarında, yerleşim bölgelerine, kentlere, kalelere
fetih seferleri düzenleyebilmekteydiler. Dev Moğol ordusu İç Asya’da böyle
bir insan gücünü askeri alana kaydırabilirken, Bitinya ucunda bu türden geniş
bir insan kaynağı bulmak söz konusu değildir. Bu nedenle ilk dönem askeri
tarihi, ekonomisine paralel olarak, askeri avantaj adına bir yerleşikleşme
öyküsüdür. Bitinya kentlerini ele geçirmek için uzun kuşatmalar ve sabırlı
görüşmeler gerekliydi1. Bitinya’daki büyük kentlerin kuşatılması ve ele
1
Rudi Paul Lindner, Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar (Çev. Müfit Günay),
Ankara 2000, s. 73.
5
7. BÜLENT ÇELİK
geçirilmesi Osmanlı askerleri için uzun uğraşlar gerektirmektedir. Henüz bu
alanda tecrübesiz ve kendilerine gerekli uzman, araç ve gereçlerden
yoksundurlar. Ordu daha çok süvarilere dayanmaktadır. Gerçekten de Osmanlı
Beğliği’nin ilk dönemlerinde düzenli bir ordu gücü bulunmamaktadır ve
Osman Beğ sefer için köylere tellallar göndererek tımar vaadiyle asker
toplamaktadır2. Yararlılık gösteren askerlere verilen bu tımarlar daha sonraları
karşımıza çıkacak olan tımar tipinden yani sadece toprağın tasarruf hakkına
sahip olmaktan çok, özel mülkiyete yakındır ve babadan oğula geçme özelliği
bulunması nedeniyle bir toprak aristokrasisinin oluşmasında etkendir3.
Bu dönemde askeri sistem büyük oranda re’âyâ kaynaklıdır. Orhan
döneminde (1326-1362) silah altında olan tımarlı sipahi süvarilerinin beğliğin
genişlemesi sırasında komşu ülkelerle yapılan savaşlarda sayıca yetersiz
olduğu anlaşılmış ve vergi muafiyeti karşılığında re’âyâ’dan yaya, müsellem ve
azap adları ile piyade asker toplanmıştır4. Yaya birlikleri her 25 aileden 1 asker
çıkarılması ile oluşturuluyordu. Daha sonraları yardımcı askeri sınıflara
dönüşecek olan bu piyadelerin en önemlisi azaplardı. Ortaya çıkışları
yeniçerilerle aynı döneme rastlayan azaplar 1389 Kosova savaşında, başlarında
Kurd Ağa olmak üzere ordunun yan cenahında yeralmaktadırlar5. İstanbul
fethedildiği sırada kuşatmaya katılan azapların sayısının 20.000 kadar olması
kuvvetle muhtemeldir6. Osmanlı Devleti’nin 1473 yılında Uzun Hasan’a karşı
yaptığı Tercan savaşında Rumeli Beğlerbeği Has Murad Paşa’nın emri altında
20.000, Anadolu Beğlerbeği Davud Paşa’nın emri altında da 20.000 azap
savaşa katılan birlikler arasındadır7. Seferlerde yaylarla donatılan bu askerlerin
Osmanlı ordusundaki varlıkları küçümsenmemelidir. Ordunun temelini
oluşturan bu birliklere XVI. yüzyıldaki seferlerde de oldukça sık olarak
rastlanacaktır. Örneğin Çaldıran savaşında (1514) Rumeli Beğlerbeği Hasan
Paşa’nın emri altında 10.000, Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa’nın emri altında
ise 8.000 azap bulunmaktadır8. Kanuni’nin Rodos seferi için Anadolu’dan
20.000, Belgrad seferinde ise 10.000 azab yazılması emr olunmuştur.9. Azap
birlikleri 4 Ağustos 1521 yılında Belgrad surları altındaki yeniçerilerle beraber
saldırıya katılmışlardı10. Doğu Anadolu’dan toplanan askerler genellikle
2
Herbert Adams Gibbons, The Foundation of The Ottoman Empire, London 1968, s. 81.
3
Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1984, s. 109.
4
Gyula Káldy-Nagy, ‘The First Centuries of the Ottoman Military Organization’, Acta Orienta
Hungary, XXXI (1977), s. 162. XV. yüzyılın ilk yarısında yeniden örgütlenen yaya ve
müsellemler topları ve zahirenin taşınmasında, ordudan birkaç gün ileride yürüyerek yol ve
köprülerin tamir ve yapımında barış zamanı da eğer ihtiyaç olursa inşaat alanında görev
almaktaydılar. A.g.e., s. 171.
5
M. Neşrî, Tarih I (Haz: Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen), Ankara 1983, s. 139.
6
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, ‘Azab’, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1949, C. II, s. 83
7
Sabahattin Tansel, Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan Mehmed’in Siyasî ve Askeri
Faaliyeti, Ankara 1953, s. 314.
8
Sabahattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, Ankara 1969, s. 54.
9
Uzunçarşılı, a.g.m., aynı yer.
10
Feridun Beğ, Münşe’atü ’s-Selâtîn, İstanbul 1274, C. I, s. 511.
6
8. ORDUCU ESNAFI
yardımcı askeri sınıf olarak orduda görev almaktaydı. Ocak 1552’de Kanuni,
İran üzerine açmayı düşündüğü sefer için Erzurum Beğlerbeğine gönderdiği
emirde re’âyâ’dan 20.000 azap toplamasını ve bunları balta ve kürekle
donatmasını istemişti. Aynı konuda Diyarbakır Beğlerbeğinden de 20-30.000
arası balta ve kürekle donatılmış azap istenmekteydi11.
Bu birliklerin yanında I. Murad döneminde Çandarlı Kara Halil
Paşa’nın uygulamaya koyduğu ve kaynağını şeriattan alan ispenç hakkının
kullanılmasıyla oluşturulan ilk profesyonel Osmanlı savaş piyadesi ortaya çıktı.
Küçük yaşlarda ailelerinden alınıp farklı bir kültürle yetiştirilen ve kendilerine
yeniçeri adı verilen bu birlikler doğrudan devlete bağlı, kendilerine günlük
ulufe ödenen askerlerdir. İslâm’a giren fakat Osmanlı toplumundan yalıtılmaya
çalışılan bu askerler gerek savaş alanında gerekse sivil bir itaatsizlik sırasında
padişaha siper olacaklardı. Yine bu dönemde Rumeli’de Edirne, Niş, Varna,
Sofya, Filibe ve Selanik gibi önemli Bizans ve Sırp kentlerinin ele geçirilmesi
Osmanlı ordusunda kullanılacak olan askerlerin çeşitliliğini daha da arttırır.
Rumeli’de yapılan savaşlarla itaat altına alınan devletlerin
gönderdikleri birlikler -örneğin Sırp kralı, Köstendil Sırp Beği ve Sarac
Tatarlarından gelen birlikler- Osmanlı ordusunun oluşturulduğu ilk
dönemlerinden itibaren sahip olduğu kozmopolit yapıyı göstermesi bakımından
önemlidir. Özellikle Anadolu’da rakip beğliklere karşı yapılan savaşlarda bu
bölgedeki düşman beğlerle hiçbir organik bağı olmayan ve farklı dine mensup
bu birlikler, Osmanlı ordusunun diğer kesimlerine karşı yeniçerilerle birlikte
bir denge unsuru olarak yer almışlardır. Örneğin I. Murad’ın ordusunda,
Osmanlı Devleti’ne haraç veren tâbi beğliklerin gönderdikleri önemli miktarda
hırıstiyan yardımcı kuvvetlerin bulunduğu bilinmektedir. Yalnız Anadolu
seferlerinde değil, Kosova meydan muharebesinde (1389) dahi Osmanlı
saflarında tâbi hıristiyan kuvvetleri vardı12. Yine 1402’de Ankara
yakınlarındaki Çubuk ovasında Osmanlı ordusunun sağ kanadını oluşturan
Anadolu ordusu birliklerinin eski beğlerini Timur’un yanında görerek karşı
tarafa geçmeleri ve Yıldırım Bayezid’ı yalnız bırakmaları Osmanlı devlet
adamlarının Anadolu seferleri sırasında duydukları endişeleri haklı
çıkarmaktadır. Bu savaş sırasında Timur’a karşı direnen kuvvetler yalnızca
yeniçeriler ile Osmanlı kroniklerinde Vılkoğlu olarak adı geçen Sırp kralı
Stefan Lazareviç’in gönderdiği askerler olmuştur. Bu savaş sonunda Osmanlı
Devleti’nin itaat altına aldığı beğliklerin tekrar bağımsızlıklarına kavuşmaları
Osmanlı Devleti’ni tarımsal alanla doğrudan bağıntılı Türk kökenli süvarilerin
denetim altına alınması için çareler aramaya itti.
11
Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Koğuşlar Kolleksiyonu, No. 888, varak 40-42.
12
Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, (2. Baskı) Ankara 1987, s. 143.
İnalcık, Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde hıristiyan unsurların orduda istihdam edilmesinin
en önemli nedenlerinden birisi olarak Anadolu ve Rumeli’de devamlı hale gelen savaşları
ikâme ettirebilmek için şiddetle hissedilen asker ihtiyacının karşılanması olduğunu ileri
sürmektedir. Bkz. İnalcık, a.g.e., s. 175 ve 182.
7
9. BÜLENT ÇELİK
Kırsal alanda etkin olan aristokratik bir savaşçı sınıfı merkezileşme
çabaları içersindeki bir devletin isteyeceği en son gelişmelerden birisiydi. Buna
engel olmak için bulunan çözüm tımar sistemiydi: Osmanlı Devleti’nde
çağdaşı olan diğer devletlerde olduğu gibi daha çok tarımsal üretimden elde
edilen vergilerin toplanması, gerek coğrafyanın ve ulaşım araçlarının
elverişsizliği ve gerekse bu vergileri istenildiğinde toplayacak ölçüde bir
bürokratik kadro oluşturmanın maliyetinin çok fazla olması nedeniyle
kurulamaması, devletin belirlediği vergileri kaynağında bırakmasını ve
karşılığında bazı yükümlülükleri yerine getireceğine dair taahhüt aldığı
görevlilere devretmesini beraberinde getirdi. Gerçekten de özellikle Fatih
döneminde devlete ait topraklar, getirdikleri sayısal gelirlere göre
sınıflandırılmış, dirlik adı verilen bu tür topraklardaki tarımsal gelirlerin
toplanması bir görevliye bırakılmış ve bunun karşılığı olarak bu görevliden
ekonomik, sosyal ama özellikle bölgesindeki güvenliğin sağlanması ve askeri
konularda bir takım taleplerde bulunulmuştur. Ancak merkezi devlet gelirler
üzerinde hak iddia eden farklı grupların taleplerini de ancak tarımsal üretimin
bağımsız köylüler tarafından yapılması koşuluyla desteklemekteydi. Böylece
merkezi devlet açısından, bağımsız köylülük yalnızca devletin gelir kaynağı
olmakla kalmıyor onun siyasi meşruiyetinin temelini oluşturuyordu13. Olaya
askerî yükümlülükler açısından yaklaştığımızda da bu tür toprakları tasarruf
eden bir sipahinin ilk görevinin vergisinin toplanması ve denetimi kendisine
bırakılan topraktan sağladığı gelir oranında asker (cebelü) yetiştirmek,
donatmak ve istendiğinde bu askerlerle birlikte sefere gitmek olduğunu
görürüz. Maîyetiyle savaşa katılan tımarlı sipahi ayrıca savaşa getirdiği bu kişi
ya da kişilerin silahlarını, çadırını, levazım ve ulaşımının masraflarını da
kendisine tahsis edilen hasılattan karşılamak zorundaydı. Örneğin büyük tımar
gelirlerine sahip görevliler, 50.000 akçelik gelir dilimi başına iki sâyebân veya
günlük, kendisi için bir perdeli çadır (sokaklu çadır), hazine için bir çadır
(çadır-ı hazine), bir yiyecek çadırı (kilâr), bir mutfak çadırı (matbah) ve bir
tane eyer ve deri işleri için kullanılmak üzere (sarraçhane) getirmekteydi14.
Seferlerde kendi ihtiyaçlarını büyük ölçüde dirliklerinin geliriyle karşılayan bu
askerler sayesinde devlet, büyük miktarlarda asker beslemekten kurtulmuş
oluyordu. İslamoğlu-İnan’ın inceleme alanı olan Rum vilayetinin nahiyelerinde
yaşayan bir sipahi mesela İran’a yapılan bir seferde kendisi, maiyeti hayvanları
için gereken yiyeceği yanında götürmezdi. Aynî olarak tahıl ve ürünün
öşürünün önemlice bir kısmını pazarda satmak zorundaydı15. Bu şekilde
13
Huricihan İslamoğlu-İnan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü, İstanbul 1991, s. 34.
14
V. J. Parry, ‘İslâm’da Harb Sanatı’ (Çev: E. Merçil-S. Özbaran), İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 28-29 (1975), s. 212. Tımarlı Sipahilerin seferlerde
kullandıkları kendi öz-donanımları hakkında bilgi için bkz. Nicoarà Beldiceanu, XIV. Yüzyıldan
XVI. Yüzyıla Osmanlı Devleti’nde Tımar (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), İstanbul 1985, s. 87-98.
15
İslamoğlu-İnan, a.g.e., s. 99. Beldiceanu’nun arşiv çalışmaları sırasında tımar sisteminin
Beğliğin kuruluşunun ilk dönemlerinden itibaren geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Beldiceanu,
a.g.e., s. 17-18.
8
10. ORDUCU ESNAFI
sağladığı nakit sefer sırasında söz edilen ihtiyaçlarının karşılanmasında
kullanılacaktı. Ayrıca re’âyâ sipahisine sefere gittiği zamanlarda belli bir
miktar nakit akçe ödemekle de yükümlüydü16.
İşin ironik yanı sefer hazırlıklarını tamamlamak için kendisine gereken
nakit parayı bulabilmek için tımarının mahsulünü pazarda satmak zorunda
kalan sipahiler, savaşlar sırasında bu kez kendi ve hayvanlarının karınlarını
doyurmak için tahıl satın almak zorunda kalıyorlardı. Öyleki bu alımlar bazen
düşmandan bile sağlanabiliyordu. Örneğin Yıldırım Bayezid’ın Karaman
beyliğine yürüyüşünde Konya kalesini kuşatması sırasında tarlalarda kaçan
re’âyâ tarafından başıboş bırakılan, harmanla dolu tarlalara padişahın
yasaklaması üzerine asker tarafından dokunulamamıştı. Üstelik hasat
zamanıydı. Ancak bu zahire yokluğundan sıkıntıya düşen Osmanlı askerleri
kaleye sığınan tarla sahipleri ile görüşerek tarlalarda vahşi hayvan ve kuşların
zarar verdiği bu mahsulü fiyatıyla satın almak istediklerini belirtmişler kaleden
çıkan tarla sahibi birkaç ihtiyar mahsüllerini satmışlardır. Bu alış veriş kuşatma
altındaki kentte Osmanlı asker ve padişahına karşı bir sempati de yaratmıştır17.
İlk dönemlerde Kapıkulu ordusunun büyük sayılarda olmayışı18 ve
bunların her türlü lojistik ihtiyaçlarını kendi “orta”larından sağlamaları19
16
Örneğin H. 952/M. 1545-46 tarihli Pojaga kanununda; Vilayet-i Mezbureden olan raiyet
kendi beğleri sefere gittikte her haneden ellişer akçe sefer harcı vermek âdeti mu’tâdeleri
olmağın minbait dahi sefer-i hümayun vaki’ olup Padişah-ı alempenah hazretleri zatı şerifleri
ile seferi zafer-rehbere çıkduklarında her haneden altmışar akçe sefer harcı dahi vermeğe
mültezim oldukları ecilden altmışar akçe sefer filorisi dahi kaydolundu. Ömer Barkan,
‘Osmanlı İmparatorluğunda Çiftçi Sınıflarının Hukuki Statüsü I’, Ülkü Mecmuası, S. 49 (1937),
s. 44-45.
17
Solak-zâde Tarihi (Haz: Dr. Vahid Çabuk), Ankara 1989, C. I. s. 73-74. Hoca Sadettin
Efendi, Tacü’t-tevarih (Haz: İsmet Parmaksızoğlu), Ankara 1992, C. I, s. 198-199.
18
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi (4. baskı), Ankara 1983, C. I, s. 311-313’de
belirttiğine göre Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) iktidarına kadar Kapıkulu
birliklerinin sayısı 18.000 kadardı. Bunun 12.000’i yeniçeri, 6.000’i de kapıkulu süvarisiydi.
19
Halil İnalcık, The Ottoman Empire. The Classical Age 1300-1600, London 1973, s. 83’deki
Saray teşkilatı içinde yer alan birliklerin sayısını gösteren tabloda ehl-i hiref birliklerinin
sayıları da verilmektedir. Bu gruplar sefer zamanları da Padişah’ın yanında sefere
gitmekteydiler:
1480 1568 1609 1670
Ahûr Hademeleri 800 4.341 4322 3633
Aşçılar 120-160 629 1129 1372
Ehl-i hiref ? 647 684 432
Terziler 200 369 319 212
Çadır Mehterleri 200 620 871 1078
Alem Mehterleri 100 620 228 102
Çaşnigirler 20 ? ? 21
Sakalar ? 25 ? 30
XVI. yüzyılda İstanbul’a gelen Nicholay da aşçı sayısını 150 olarak verir ve bunların acemi
oğlanları arasından seçildiklerini, usta aşçıların günde 8 veya 10 akçe, oğlanlarınsa 3 akçe
aldıklarını ayrıca hepsinin yılda bir kez baştan ayağa giydirildiğini belirtir. Metin And, 16.
Yüzyılda İstanbul. Kent Saray. Günlük Yaşam, İstanbul 1993, s. 117.
9
11. BÜLENT ÇELİK
devlete çok fazla yük getirmemektedir. Gerçi bu hassa birliklerinin hizmetleri
büyük ölçüde sefer sırasında padişaha yönelik olmakla beraber yine de seçkin
Kapıkulu birliklerinin özellikle beslenme alanındaki ihtiyaçları da
gözetilmektedir. Örneğin Galata sarayında bulunan hizmet sınıfının başlıca
uğraşı tabbâhlıktı. Yine saray-ı atîk aşçılarının bir sertabbâhının olduğu
kayıtlarda bulunmaktadır. Sarayın has fırınlarından başka yeniçerilerin de
kendilerine has fodla fırınları vardı20.
Yiyecek sektörü dışında gerek seferlerde gerekse taşraya mesleklerini
yapmaları için gönderilen kılıççıların varlığı da bilinmektedir21. Yine askeri
birlikler arasında bulunan cebeciler silah ve zırh konusunda gerekli tamir ve
üretimleri gerçekleştirmekteydi. Tüfengerân, kolçakçıyân, erreciyân ve
gazzazân olarak anılan bu birlikler cemaat-i cebeciyân-ı dergâh-ı âlî olarak
anılıyorlardı22. Bu sistemde sefer sırasında orduya gerekli olan metaların
düzenli akışı sürdüğü müddetçe sorun çıkmamıştır. Ancak asker sayısının aşırı
derecede yüksek olduğu seferlerde lojistik problemlerle karşılaşmamak
imkansızdır. Örneğin I. Selim’in İran üzerine yaptığı 1514’deki sefer sırasında
Osmanlı ordusunun Sivas’a gelinceye kadar 140.000 kişiyi bulduğu bu kentte
yapılan sayım sırasında anlaşılmıştır. 140.000 kişinin 40.000’i hastalık, yaşlılık
ama en önemlisi ileride doğabilecek iaşe sıkıntısı göz önünde bulundurularak
geride bırakılmıştır23. Buradan anlaşıldığı kadarıyla savaşa sadece seçkin
birlikler götürülmüş, diğerleri savaşamayacak nitelikte olduklarından geride
bırakılmışlardır. Özellikle Osmanlı askerleri için bazen çok zor geçen doğu
seferlerinde bu türden önlemler çok gerekliydi.
Gerçi Osmanlı askerinin yiyecek mönüsü çok da zengin değildir ve
askerler çok kanaatkârlardır24. Padişahlar da bu konuda bazen askerlerle
uyumludurlar. Örneğin Uzun Hasan üzerine sefere çıkan II. Mehmed’in 878
Rebiülahir/Eylül 1473’deki dokuz günlük Afyonkarahisar konaklaması
20
A. Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri 3, İstanbul 1995, s. 187.
21
Ünsal Yücel, ‘Türk Kılıç Ustaları’, Türk Etnografya Dergisi, 78 (1964-65), s. 62 ve 65’de
IV. Murad’ın Bağdat seferine katılan kılıççı ustaları ile II. Bayezıd döneminde taşraya
gönderilen çeşitli etnik kökenlerden kıncılar isimleriyle belirtilmiştir.
22
Caroline Finkel, The Administration of Warfare: The Ottoman MilitaryCampaigns in
Hungary, 1593-1606, Wien 1988, s. 114. Ayrıca, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları,
Ankara 1974, C. II, s. 40.
23
M. C. Şehabeddin Tekindağ, ‘Yeni Kaynak ve Vesikaların ışığında Yavuz Sultan Selim’in
İran Seferi’, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. XVII/122 (1967), s. 60;
Celâlzâde Mustafa, Selimnâme (Yay. Haz: Ahmet Uğur-Mustafa Çuhadar), Ankara 1989, s.
369-374; Hoca Saadettin, Tacü ’t-Tevârih, C. IV, s. 183-184.
24
1555’de Anadolu’da gezip gördüklerini anlatan Flaman Busbec askerin dayanma gücünden
hayranlıkla bahsederek, yemeğinin biraz pirinç, güneşte kurutulmuş et ve közde kabaca
pişirilmiş ekmekten ibaret olduğunu söyler. Fernand Braudel, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve
Akdeniz Dünyası, İstanbul 1989, C. I, s. 155. Thėvenot’da bir yüzyıl sonra Osmanlı süvarileri
için aynı şeyleri saymakta ayrıca kahve ve tütünü de eklemektedir. Bkz. Jean Thėvenot, 1655-
1656’da Türkiye (Çev. Nuray Yıldız), İstanbul 1978, s. 171. Bu veriler Parry’nin verileri ile
örtüşmektedir: Ekmek, veya peksimet, koyun eti ve pilav, kurutulmuş sığır eti, soğan ve su ile
yapılan (çorba, ayran v.b.) yiyecekler. V. J. Parry, ‘Harb’, EI², London 1971, C. III, s. 191.
10
12. ORDUCU ESNAFI
sırasında yedikleri meyveler de dahil olmak üzere zerdali, üzüm, erik, armut,
elma, sebze veya salata, koruklu ekşitilmiş çorba, baş ve paça, peynirli tarhana,
ekmek ve börekten ibarettir25. Ancak her insanın bir dayanma sınırı vardır ve
bu insan disiplinli bir orduda görev yapan bir asker de olsa ihtiyaçları çeşitlidir.
Osmanlı ordusu kendine yeterli hammaddeyi bulabildiği durumlarda kendi
kendisine yeterli bir ordudur. Ordu için gerekli maddelerin üretimi (ekmek,
deri ve metal araç-gereçler) ordu seferdeyken iç kaynaklardan yaratıldığından
devlete çok fazla yük getirmemektedir. Devleti uğraştıran asıl problem sefer
sırasında tüketen bir topluluğa en gerekli şeylerin, ordunun ihtiyacı olan
hammaddelerin düzenli akışını sağlamaktı. Bu da Avârız sistemiyle
çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu sisteme göre devlet, savaş ve başka
maksatlarla talep ettiği mal ve hizmetlerin önemli bölümünü, onları üreten
gruplardan doğrudan doğruya vergi mükellefiyeti olarak sağlama imkanına
malikti.
Avârız vergisi, pazar ilişkilerinin yeteri kadar gelişmediği bir
ekonomide, büyük bir devletin ve onun ordusunun ihtiyaç duyacağı sayısız
denebilecek kadar çeşitli mal ve hizmetleri nakden toplanacak vergi gelirleriyle
piyasadan satın alarak temin etmesi yolunun pratik olmamasından doğmuştur.
Emeği ve malı kıt olan, ulaştırma imkanları çok sınırlı bir teknolojik ortamda,
pratik olan çözüm tarzı, mal ve hizmetin kaynağı kimde ve nerede ise, oradan
vasıtasız olarak bunları temin etmekti. Direkt üreticiden tahsil edeceği vergiyi,
onun ürettiği mal ve hizmetle pazarda mübadele etmek yerine, üretimin
kaynağında birbirine ikame etmek olarak tanımlayabileceğimiz Avârız sistemi
kısaca bundan ibarettir26. Avârız; kaynaklarda pek çok farklı isimle geçen27 ve
doğrudan seferlerin organizasyonu ile ilgili bu vergilerin tamamının adıdır. Bu
sistem orduya gerekli erzak yem temini ve bunların cepheye nakli, çeşitli
hizmet gruplarının sefer içersinde yer almaları gibi önemli hizmetleri
kapsamaktadır. Bu vergiler peşin ya da aynî olmasının yanı sıra hizmet olarak
25
Ünver, a.g.e., s. 166. Çok süre sonraki bir örnek de Baron de Tott’un anılarında
bulunmaktadır. Baron, Kırım ordusu ile birlikte 1769’da Ukrayna üzerine yapılan seferde
Han’ın sofrasında leziz peksimetler ve füme at eti yemişti. Yemek havyar ve kuru üzüm ile
bitmiş, içecek olarak da Macar şarabı içilmişti. François de Tott, Türkler ve Tatarlar Arasında.
Onsekizinci Yüzyılda Osmanlı Türkleri (Çev: Reşat Uzmen), İstanbul 1996, s. 138. Askerler ise
eğerlerinin yanındaki torbalardaki 4-5 kiloluk topak halinde, kavrulmuş darı ununu
kullanıyorlardı. a.g.e., s. 139. yeniçerilere de günlük olarak pirinç, 130 gr. et ve 250 gr. kadar
ekmek dağıtılmaktadır. Ayrıca her birine Selanik yünlüsünden elbiselik kumaş da
verilmektedir. J. Ricaut, Türklerin Siyasi Düsturları. Batılı Gözüyle Osmanlı’nın Gücü ve
Zaafları (Çev: M. Reşat Uzmen), İstanbul 1996. s. 212.
26
Mehmet Genç, ‘XVIII. Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi ve Savaş’, Yapıt; Toplumsal
Araştırmalar Dergisi, S. 49 (1984), s. 58.
27
Anonim Osmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704) (Yay. Haz: Abdülkadir Özcan), Ankara
2000, s. 137’de ‘Sürsat ve bedel-i bildâr, aynî bildâr, güherçile mübataası, öküz arabası ihracı,
top öküzü, bıçak öküzü, cerahor ihracı, ordu bedeli, furun bedeli, peksimed tabhı, çuval
mübayaası, kereste kat’ı, Anadolu’dan deve ve katır ve top bargiri iştirası, hâne-i avârız deyü
re’âyâ’dan tahsil olunacak beş yüz akçe nüzül, altı yüz akçe avârız maişeti’ olarak sayılan bu
tür vergilerin tümü genel olarak avârız olarak kabul edilebilir.
11
13. BÜLENT ÇELİK
da talep ediliyor ve bunlar ülke nüfusunun bir bölümünden veya tümünden
karşılanıyordu.
Hizmet karşılığı olarak konan ilk vergi nüzul olarak bilinirdi. İkincisi
Sürsattı ki reâyâ bu vergi karşılığı mallarını devletçe belirlenmiş bölgelere
getirmek ve satmak zorundaydı. Üçüncü olarak kürekçi hizmeti geliyordu.
Reâyâ arasından donanma için kürekçi seçilmesiyle gerçekleştirilen bu vergi de
hizmet karşılığında ödeniyordu. Son olarak da peşin olarak alınan acil durum
vergisi olan avârız akçesidir. Çoğu kez “bedel” olarak adlandırılan bir miktar
para hizmet karşılığında devlet tarafından istenirdi. XV.-XVI. yüzyıllarda bazı
zümrelere ağır gelen ve nakit olarak ödemeleri hem devletin hem de bu
zümrelerin işine gelen bir takım yükümlülükler paraya çevrilmişti. Örneğin
Aydın ve Saruhan yöresinde deve yetiştirip vergilerini devlete her yıl belirli
sayıda deve vermek suretiyle ödeyen yörüklerin bu mükellefiyetleri
kaldırılarak buna bedel, hane başına bir miktar akçe vermeleri
kararlaştırılmıştır. XVI. yüzyılın sonlarına kadar, ordunun geri hizmet kıtalarını
oluşturan, ayrıca çeşitli devlet işlerinde çalıştırılan piyade, müsellem ve ellici
yörükler ise hizmetlerini avarız bedeli olarak yerine getiriyorlar ve tekalif
vergilerinden muaf bulunuyorlardı. XVI. yüzyıl sonunda piyade ve müsellem
teşkilatı kaldırılınca bunlar avârız bedeli olarak belirli bir vergi ödemekle
yükümlü tutulmuşlardı28. Ancak paraya çevrilemeyecek ölçüde değerli üretim
metaları vergilendirmede yine mal veya hizmet olarak alınmaya devam
etmekteydi. Örneğin XV. yüzyılda Sofya kazasından ordunun pirinç ve et
ihtiyacı karşılanmaktaydı ve sadece pirinç 1483’lerde aşağı yukarı 1 milyon
akçe gelir getiriyordu. Şumnu, Hezegrad ve Tırnova’dan kereste, Samakov’dan
ise ordu için demir sağlanıyordu29.
Bütün bu vergilerin toplanmasında Osmanlı Devleti taşrada kadıdan
destek görürdü. Kadının bir çok işleri olmakla beraber en önemlilerinden birisi
de esnaf ve ticaret hayatının düzenlenmesi idi. Esnaf arasında geneli
ilgilendiren her hangi bir sorun ortaya çıktığında derhal kadıya gidilir ve sorun
onun tarafından halledilirdi. Esnaf’ın seçtiği esnaf heyeti üyelerini tayin etmek,
azletmek, düzen, gelenek ve kanunlara göre esnafı hareket ettirmek kadının
başlıca görevlerindendi. Bunlardan başka kente gelen meyve ve mahsulleri
sicille kaydetmek, ordu ve İstanbul için istenilen şeyleri ya bizzat ya da
gönderilen memurlara mübayaâ ettirmek, kentte bulunan esnafın sayısını
28
Halil İnalcık, ‘Military and Fiscal Transformation in The Ottoman Empire 1600-1700’,
Archivum Ottomanicum, VI (1980), s. 314. Feridun Emecen, ‘Bedel’, Diyanet İslam
Ansiklopedisi, İstanbul 1992. C. V, s. 301. Ancak bazen hizmet zorunlu olarak bedele
çevrilmekteydi. 16 Zilkade 981/5 Mart 1574’de Draç, Elbasan ve İşbat kadılıklarından istenen
neferlerin bu bölgenin dağlık ve Arnavutluk olmasından dolayı bedelleri tahsil edilmişti. MD
24/6.s. 3.
29
Nevin Genç, XVI. Yüzyıl Sofya Mufassal Tahrir Defteri’nde Sofya Kazası, Eskişehir 1988, s.
15-16.
12
14. ORDUCU ESNAFI
azaltmak veya arttırmak kadının gördüğü önemli işlerdendi30. Kadının bir
görevi de ordunun ihtiyaçlarını temin, yol ve konaklama tesislerini önceden
kontrol ve bilhassa toplanan verginin orduya hızlı bir şekilde
yetiştirilmesiydi31. Nitekim 1593 Temmuzunda Murtazaabad Kadısı Ahmed
Efendi nüzul vergisini toplayıp, bizzat Erzurum’a kadar giderek orduya teslim
etmişti32.
Osmanlı seferlerinde ordugâha akışı sağlanan malların ordudaki çeşitli
sınıftan askerlere yada kullanım alanlarına dağıtımının yapılması da devletin
resmi görevlilerince gerçekleştirilmektedir. Nüzul emini, kassapbaşı, pazarbaşı
gibi adlarla anılan bu görevlilerin ilgilendikleri alanların farklılığından doğan,
uzmanlık gerektiren sorumlulukları ve yetkileri vardır. Malların ya da karşılığı
olan bedellerin ordugâhta toplanması ve gerekli yerlere dağıtımının yapılması
en önemli görevleridir. Örneğin 1107/1695-96 yılında Edirne kışlağı ve rikâb-ı
hümâyûnda sefere katılan askerlerin tayinatı için harcanacak lahm-ı ganem
bahası için 1106/1694-95 yılı Tırnova ve Niğbolu cizyeleri malından havale
olunan 15.000 esedî kuruş, Mustafa Ağa ibn Ali ve Muslu Ağa tarafından
kasabbaşı mefahirü ’l-ekâbir Mehmed Ağa’ya teslim edilmiş, karşılığında ilgili
kadılıklardan şahitler huzurunda temessük alınmıştı33. 1108/1696-97 yılında da
ordu pazarbaşısı Hacı Hasan’a elindeki malzemeden belirtilmiş oranlarda
çeşitli yerlere harcaması için bir dizi emir gönderilmişti. Bunlar; Temeşvar’dan
ordu-yı hümâyûna katılan ağalara günde 4 vukiyye pirinç ve 1 vukiyye revgân-
ı sade verilmesi34, Lukus (?) taburu savaşında yaralanan askerlerin yaralarının
tedavisinde kullanılmak için ordu-yı hümâyûnda cerrahbaşı olan Hamza’ya 10
vukiyye sirke, 10 vukiyye asel, 6 vukiyye tuz ve 300 adet yumurta verilmesi35
ve Rumili kadıaskeri için 20 kile pirinç ve 100 vukiyye revgân-ı sade ile Vezir
Hüseyin Paşa mutfağı için 10 kile pirincin verilmesi şeklindeydi.
Nüzul emininin yaptığı dağıtıma bir örnek olarak Filibe’deki sultan
ahırlarının tamirinde çalışan 81 nefer beldar ve neccar için her bir nefere günde
30
M. Çağatay Uluçay, XVII. Yüzyılda Manisa’da Ziraat, Ticaret ve Esnaf Teşkilatı, İstanbul
1942, s. 21.
31
İlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Osmanlı Devletinde Kadı, Ankara 1994, s. 41.
32
Özer Ergenç, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara 1995, s. 87. 12 Safer 1068/19 Kasım
1657 tarihinde Edirnede Bergos menzilinde bulundukları sırada askerlerin zahiresi için Lapseki
naibi Osman’dan 1250 İstanbul kilesi şa’ir, 6002 kile etmek ve 400 kantar saman Çardak
menzilinde teslim alınmıştı ve kendisine bir temessük verilmişti. İbnülemin Askeriye 309.
33
İbnülemin Askeriye 3880 ve 4129.
34
İbnülemin Askeriye 4503. 2 Muharrem 1108/1 Ağustos 1696.
35
İbnülemin Askeriye 4501. 13 Safer 1108. Savaştaki yaralı askerlerin tedavisi için gerekli
cerrahlar İstanbul’dan orducu esnaf olarak sağlanmaktaydı. Ancak bunlar diğer orducu esnaf ile
birlikte kayıtlı değildir ve genellikle İstanbul kaimakamı ve defterdarına yazılan hükümlerle
sağlanıyorlardı. Fazıl Ahmed Paşa’nın Kandiye kuşatması sırasında İstanbul kaimakamı ve
defterdarına İstanbul cerrahlarından 16 cerrahın Girit’e gönderilmesi için yazılmış olan 13
Cemaziyelahir 1078/30 Kasım 1667 tarihli bir hüküm için MAD 6547, s. 90.
13
15. BÜLENT ÇELİK
bir ekmek, 200 nefer arabacıya her bir nefer için günde iki ekmek verilmesi
gösterilebilir36.
Bu malzemelerin taşımada genellikle develerden yararlanılmaktaydı.
Trakya, Teselya ve Güney Bulgaristan’da deve besleyen göçebe yörük
aşiretlerinin varlığı Osmanlı savaşları için yardımcı unsurlardı. İstanbul ve
Selanik arasındaki sahil bölgesinde ağır malların taşınmasında deniz
ulaşımından çok deve katarları tercih edilmişti37. Ancak Belgrad’ın ele
geçirilmesinden sonra daha ötelere düzenlenen seferlerde lojistik alanında
Tuna Nehri’nden gemilerle yapılan ulaştırmanın potansiyeli kara
taşımacılığının önüne geçmiştir. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın 1543
yılının Nisan ayında Batı Macaristan üzerine çıktığı seferde kullanılmak üzere
çok sayıda gemi Karadeniz’de hazırlanmış ve savaş gereçleriyle yüklü 371
kayıkla birlikte filo Karadeniz’den Tuna Nehri’ne geçmiştir. Diğer savaş
gemileriyle birlikte gemilerde 40.000 şinik ekmeklik un ve 124.800 şinik
çavdar yüklüydü38. Yine Kanuni’nin Zigetvar üzerine yaptığı son sefer
sırasında Tuna boyunca birçok şehirlerde gemiler inşa edilmiş, top dökümü
yapılmış ve menziller savaş araç gereçleriyle doldurulmuştur. Mevzilerin
kuşatılması sırasında orduya gereken toplar Tuna’dan Mohaç’a kadar taşınmış,
bu iskelede boşaltılan savaş yükü Anadolu askerleri tarafından teslim
alınmıştır39. Tuna Nehri’ndeki Türk filosu için Belgrad büyük bir savaş
üssüydü. Özellikle Macaristan üzerine yapılan seferlerde bu kent ve çevre
iskeleler etkin bir biçimde kullanılıyordu. Askeri açıdan öneme sahip sınıra
yakın bölgelerin lojistik anlamda desteklenmesi bu kent üzerinden
gerçekleşmekteydi. Bu nakliyat konusunda zaman zaman güçlükler de
yaşanmaktaydı. Düzenleme genellikle zamanlama konusunda olmaktadır. 12
Zilkade 1108/2 Haziran 1697 yılında Zağra-yı atik kazasından mirî mübayaa
olarak istenilen 5.000 İstanbul kilesi şa’ir’in Filibede bulunan ordu hareket
etmeden önce temin edilip nakledilmesi için Zağra-yı atik kadısı, dergâh-ı alî
çavuşlarından Mehmed Çavuş ve kaza’nın iş erleri görevlendirilmişti. Devletin
istediği 5.000 kile şa’ir kazanın 100 rub’ hanesine tevzi edilmiş, her rub’
haneye elli kile şa’ir isabet etmiş ancak kaza halkından -civardaki köy ve
kasabalardaki ambar sahiplerinin de yoklanmasına rağmen- sadece 1.500 kile
zahire bulunulabilmişti. Bu da Filibe’ye kile başına 10 paraya nakledilecekti40.
Yine 25 Zilkade 1111/14 Mayıs 1700 tarihinde Temeşvar kalesine her sene
olduğu gibi nakledilmesi gerekli zahire için bahar zamanı sefere katılacak bir
36
İbnülemin Askeriye 4504. 7 Zilkade 1108/28 Mayıs 1697.
37
Suraiya Faroqhi, ‘Camels, Wagons and the Ottoman State in the Sixteenth and Seventeenth
Centuries’, The Institute of Middle Eastern Studies, 14 ( 1982), s. 535.
38
Yusuf Güldüren, ‘Kanüni Sultan Süleymen Döneminde (1520-1566) Tuna ve Tuna’ya Akan
Diğer Nehirlerdeki Türk Filosu ve Gemilikleri (Tersaneleri)’, Çevren, S. 43 (Piriştine 1984), s.
20.
39
Tayyip Gökbilgin, ‘Kanuni Süleyman 1566 Sigetvar Seferi, Sebepleri ve Hazırlıkları’,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, XXI (1966), s. 13.
40
Cevdet Maliye 8650.
14
16. ORDUCU ESNAFI
miktar asker ayrılarak ve bu işle görevlendirilmişti. Ancak bunların kaleye
zahireyi götürüp teslim etmeleri, sonra da geri dönmelerinde pek çok sıkıntı
yaşanıyordu. Bu yüzden bu yıl gönderilecek 20.000 kile hınta Belgrad’a Tuna
kaptanlarından Mehmed Paşa marifetiyle gemiyle oradan da Temeşvar’a 12
saatlik mesafede olan iki palangaya re’âyâya ücretle taşıttırılacaktı41. Osmanlı
Devleti’nde arzın düzenlenmesinde etkili olan bu türden stok politikaları hem
fiyat istikrarına katkıda bulunma, hem de olağandışı durumlar için mal
depolama amacını taşımaktaydı. İklim şartlarının iyi gitmesi gibi durumlarda
üretimin, dolayısıyla arzın artması fiyatları düşürmekte, darlık anlarında ise
fiyatlar şiddetle yükselme eğilimi göstermekteydi. İşte Osmanlı
ekonomisindeki bu ambar politikası birinci halde üreticinin, ikinci halde de
başta askerler olmak üzere tüketicinin zarara uğramasını önleyen sürekli ve
yaygın bir uygulama olmuştur42. Ayrıca bir kazadan başka bir kazaya hububat
ihracı devlet tarafından yasaklanmıştır. Bu yasağın nedenleri; orduların iaşesi,
kazaya dahil kent ve kasaba pazarlarında hububattan alınan vergilerin düzenli
olarak tahsili ve özellikle hububatı tamamiyle dışarıdan gelen ve ancak o yolda
ihtiyaçlarını sağlayan kentlerin iaşesini sağlamak gibi olağanüstü önemli
askeri, mali ve ekonomik zorunluluklardı. Komşu bir kazada başgösteren
hububat darlığının vaadettiği yüksek kazanç ümitleri; sınırlarda ve sahillerde
yabancı tüccarların ve çok defa düşmanın ödemeye razı olduğu aşırı fiyatlar,
kaza nüfusunu açlığa mahkum edebilen, orduların menzillerde zahiresiz
kalmasına neden olan ve hububattan alınan vergilerin tahsilini imkansız hale
getiren olumsuz sonuçları doğurmaktaydı43. Osmanlı Devleti’nde devlet,
kendisine gereken hububatı Rakka’dan, Musul’da Nusaybin’den, Payas ve
havalisinden, Kıbrıs’tan, Mısır, Rodos, Menteşe ve Teke İlinden, Ege
Denizindeki adalardan, Rumeli’deki üretim bölgelerinden, Bursa ve Edirne
gibi büyük kentlerin çevresinde bulunan ve zahiresi İstanbul’a gönderilmeyen
kazalarından, Temeşvar, Eflak ve Boğdan’dan Kefe’den, Tuna ve Budin’den
satın almaktadır44.
Osmanlı seferlerinde ordunun geçeceği güzergâh üzerindeki menzillerin
avârız vergisi karşılığı istenilen hizmetlerle çok sıkı bir ilişkisi vardı. Her sefer
öncesinde menzillerin bulundukları bölge kadılıklarına yazılan hükümlerde bir
miktar zahirenin ordu daha gelmeden menzil noktasında bulundurulması
istendiği gibi, güzergâhdan haberleri olan pek çok kimse de mallarını satmak
için menzillere gelmekteydi; böylece menzil noktaları sefer esnasında bir
ticaret merkezi haline gelmekteydi45. Menzillerde bulunan fırınlar asker için
41
İbnülemin Askeriye 4270.
42
Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, İstanbul 1986, s. 378.
43
Lütfi Güçer, ‘XVI. Yüzyıl Sonlarında Osmanlı İmparatorluğu Dahilinde Hububat Ticaretinin
Dahil Olduğu Kayıtlar’ İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi, C.XII/1-4 (1954), s. 4.
44
Güçer, a.g.m., s. 8.
45
Yusuf Halaçoğlu, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Menzil Teşkilatı Hakkında Bazı Mülâhazalar’,
Osmanlı Araştırmaları, II (1981)’den ayrı basım. s. 125. Ordunun sefer sırasındaki yiyecek
ihtiyacı için askerlere pek çok seçenek sunulmaya çalışılmıştır. Ordunun menzillerde
15
17. BÜLENT ÇELİK
ekmek ve peksimet yapılmasında kullanılmaktadır. Bazen bu fırınların
yenilenmesi gerekiyordu.18 Rebiülevvel 1185/1 Temmuz 1771’de Babadağ
sahrasından hareket eden ordu güzergâhı olan İshakçı sahrasına varmadan önce
İshakçı mütevellisi Feyzullah Efendi ve bu iş için mübaşir olarak tayin edilen
Dergâh-ı alî görevlilerinden Mehmed Ağa bölgedeki 100 adet eski fırının
yenilenip hazırlanması ile görevlendirilmişti46. Bazen de sefer güzergâhı
üzerinde ahali tarafından kurulduğu iddia edilerek karşılığında yüksek işçilik
ücretleri talep edilen hayali fırınlara da rastlanmaktadır47.
Devlet tarafından yaptırılması istenen fırınların belirlenmiş standartları
vardı ve bunların yöre ahalisi tarafından yapılmaları mutad-ı kadim haline
gelmiş uygulamalardı. 28 Zilhicce 1150/18 Nisan 1738 yılında Edirne’den
Niş’e kadar ordunun nüzul edeceği menzillerde tayinatlara verilecek nân tabhı
için kurulması düşünülen 60 fırının her biri 12 karış olarak (en-boy-
yükseklik?) kazaların ahalilerine yaptırılması düşünülmekteydi. Bu iş için
kadılar nüzul emini ile ortak bir çalışma yapacaklar ahaliye gereken
malzemelerini taşımaları için katır dağıtacaklardı48. Fırınlarda tabh edilen
ekmeklerin tüm orduya yetecek şekilde dağıtıldığını söylemek zordur. Merkezi
devlet bu fırınları büyük ölçüde kapıkulları için oluşturmaktaydı. Tımarlı
sipahiler ve yardımcı kuvvetler kendi başlarının çaresine bakmaktaydılar.
Örneğin 5 Cemaziyelahir 1123/21 Ağustos 1711 yılında Moskof seferine
katılacak olan 3.000 Mısır askerine devlet yanlarında getirdikleri kahveyi
satmak ve bundan kazandıkları ile sefer sırasındaki ihtiyaçlarını karşılamaları
için gümrük muafiyeti tanımıştı49. Bu muafiyet, Gelibolu iskelesine, oradan da
İstanbul’a vardıkları sırada Mısır askerlerine ve Mekke ve Medine kentlerinden
gelen duacılar için de geçerli idi.
Sefer sırasında kapıkulu birliklerinin de ayrı ayrı tayinat miktarları ve
ekmekçileri vardı. 1105/M. 1693-4 yılında Belgrad’da görevli 6.900
yeniçerinin her birine günlük 0,5 kıyyelik bir ekmekle 100 dirhemlik peksimet
verilmekteydi. 1.500 cebeci ile 620 topçunun her birine ise 160 dirhemlik
ekmek ile 80 dirhemlik peksimet dağıtılmaktaydı50. 12 Receb 1155/12 Eylül
1742’de bu kaledeki yeniçeri, cebeci, topçu ve top arabacılarının
konakladığı sürelerde veya kışladığında oluşturulan pazarlar bu türden uygulamalardır. Pazar
için gerekli maddeler Ordu Pazarbaşısı olarak atanan görevli tarafından halktan satın alınırdı.
H. 25 B. 1183/24 Kasım 1769 yılında Ordu Babadağında kışladığı sırada Kasabbaşı Ali Ağa
ordu-yı hümâyûn pazarbaşısı tayin edilmişti. Kendisine etraftan et ve zahire satın alabilmesi
için hazine-i amireden 10.000 kuruş borç olarak verilmişti. Kendisi zahireyi sattıkça bu parayı
hazineye geri ödeyecekti. Cevdet Askeriye 2666. Yine asker iaşesi için görevlendirilen kişilerin
devlet tarafından desteklenmesi de önemliydi. Kendilerine sık sık hazineden harcamaları için
para ayrılırdı. 13 Şaban 1185/21 Kasım 1771’de ordu kassabbaşısı ağaya bu şekilde 200.000
kuruş gönderilmişti. Cevdet Askeriye 36206.
46
Cevdet Askeriye 29825.
47
Yenişehir kazasında bu şekilde kurulan 5 fırın için bkz. MAD 3284, s. 451.
48
Cevdet Askeriye 23151.
49
Cevdet Askeriye 18116.
50
Cevdet Askeriye 14786.
16
18. ORDUCU ESNAFI
ekmekçibaşılığı görevine İran yönündeki sefer sırasında yararlığı görülen,
İshakçı, Ada ve Belgrad seferlerinde fırın sahibi olarak sefere katılan
re’âyâ’dan Şahin atanmıştı51. Bu değişik asker sınıflarının ayrı ayrı mutfakları
bulunmaktaydı ve hububat ekmekçilerine ayrı ayrı dağıtılmaktaydı. Özellikle
sefer sırasında yüksek rütbeli görevlilerin yiyecek ve diğer malzemeleri
ayrıcalıklıydı52. 8 Cemaziyelahir 1183/9 Eylül 1769’da Bender sahrasından
Han tepesi menziline hareket eden ordu içindeki habbazlara 25 Rebiülevvel-8
Cemaziyelevvel/29 Temmuz-9 Eylül arası toplam 916.292 kıyyelik dakik
yeniçeri, topçu, nüzul emini, cebehâne-i âmire ve sadrazam hizmetindeki
ekmekçilere ayrı ayrı dağıtılmıştı53. Ayrıca, sınır bölgelerinde bulunan kale ve
palanga gibi istihkam mevkileri hem sınır güvenliğinin hem de sınır ötesi
askeri harekatlarda lojistik desteğin sağlanmasında önemli fonksiyonlara
sahipti. Orta Avrupa’da yeni fethedilen kent ve kalelere Balkanlar’dan
getirilerek iskân ettirilen Sırp ve Boşnaklar düzenli ordunun yanı sıra
Osmanlıların yerel vurucu güçlerini oluşturmaktaydı54. Herhangi bir savaş
durumu halinde ordunun tüm hazırlıklarını tamamlayarak muharebe bölgesine
ulaşmasının ortalama altı aylık bir sürede gerçekleşmesi, geniş topraklara sahip
olan Osmanlı Devleti için büyük bir problem teşkil ediyordu. Ayrıca Osmanlı
ordusunda at, katır, manda, öküz gibi yük ve binek hayvanlarının sayısı
oldukça kabarıktı. Bunların dışında et için ordunun yanında götürülen hayvan
sürüleriyle birlikte bu sayı daha da artmaktadır. Hayvanların insanlara göre
dört-beş kat daha fazla tahıl tüketmesi hayvan yiyeceklerinin temin edilerek
menzillerde hazır hale getirilmesini de içeren geniş bir iaşe sistemini zorunlu
kılmıştır. Arpa, saman ve ot bu türden iaşe maddelerinin çoğunluğunu
oluşturuyordu55. Güney Avrupa ve Osmanlı Devleti’nin bir çok bölgesinde at
51
Cevdet Askeriye 41656.
52
29 Muharrem 1109/17 Ağustos 1697 tarihinde orduya Serdar tayin edilmiş olan Fazıl Paşa’ya
100 baş koyun ve 30 gav verilmişti. İbnülemin Askeriye 4130. Yine Budin seferinde Tisza
Nehri kenarındaki Sagedin kenti ele geçirildikten sonra İbrahim Paşa için 50.000 ve Defterdâr
İskender Çelebi için 20.000 baş koyun sürülmüştü. Kent yağmalandıktan sonra orduda un,
buğday, cav ve yulaf çoğalmıştır. Feridun Beğ, a.g.e., C. I, s. 564.
53
Cevdet Askeriye 51587. Marsigli’nin belirttiğine göre tamamı Ermenilerden oluşan fırıncılar
tarafından günlük olarak sahra fırınlarında pişirilen ve dağıtılan ekmek kapıkullarına günlük
100 dirhem olarak dağıtılmaktadır. Ayrıca 50 dirhem peksimet, 60 dirhem koyun veya sığır eti,
25 dirhem yağ ve 50 dirhem pirinç de verilmekteydi. Bu erzak günde iki defa -sabah 11’de ve
akşam 8’de- pişirilir ve bölüklere dağıtılırdı. Graf Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Zuhur
ve Terakkisinden İnhitatı Zamanına Kadar Askerî Vaziyeti (Çev: M. Kaymakam Nazmi),
Ankara 1934, s. 189. Devlet bu birliklerin sadece beslenmesini değil savaş araç gereçlerini de
karşılamaktadır. Yeniçeriler 909/1503 yılında yay paralarını almak için sayıldıklarında 6606
kişi oldukları görülmüştü. Ömer L. Barkan, ‘İstanbul Saraylarına ait Muhasebe Defterleri’
Belgeler, IX/13 (1979), s. 314.
54
Burcu Özgüven, Osmanlı Macaristanı’nda Kentler, Kaleler, İstanbul 2001, s. 15-16.
55
Mehmet Yaşar Ertaş, ‘Osmanlı Devleti’nde Sefer Organizasyonu’, Osmanlı, Ankara 1999, C.
VI, s. 188. 1104/1692-3 yılı için Edirne, Çirmen, Urunca, Hasköy, Filibe, Tatarpazarı, Izlad,
Ahtiman ve Samakodan zahire ve bıçağa yarar öküzler arabalarla Belgrad’a ulaştırılacaktı.
MAD 8473, s. 5. Bu türden hizmetlerin bedelleri Tımar sistemindeki gibi bölgesel
17
19. BÜLENT ÇELİK
yemi olarak kullanılan arpa tedariki savaşa katılacak atlar için çok önemliydi.
Örneğin XVI. yüzyılda kötü bir arpa hasadı olduğunda Türkler ile hrıstiyanlar
arasındaki çarpışmaların at olmadan düşünülemeyeceği Macar sınırı boyunca
ya savaş olmayacağı ya da gecikeceği söylenmektedir56. Bu türden metalar da
büyük ölçüde nüzul ve sürsat yoluyla ordunun tüketimine sunulmaktadır.
Burada şunu belirtmekte yarar var: düşman üzerine açılan her sefer aslında
Osmanlı İmparatorluğu’nda bir manifaktürdür. Sefer sırasında gerek kırsal
alanda gerekse kentlerdeki iş kollarında ordu için üretim had safhadadır ve
Osmanlı Devleti’nde yapılan her türlü faaliyet dolaylı da olsa bu
organizasyonda şöyle ya da böyle yer almaktadır. Dönemin askeri alandaki
Batılı taktisyenlerinden biri olan Lazarus von Schwendi de (1522-1584)
Osmanlıların savaş alanlarındaki galibiyet nedenleri üzerine bir takım
saptamalarda bulunmuştur. Schwendi’ye göre Avusturya ordularının
savaşlardaki en büyük zaaflarından birisi ağır yükleridir. Osmanlılar ise bunun
aksine hafif ve daha esnek bir sefer donanımına sahipti. Bu hareketlilik
sayesinde daha az kayıplara uğradıkları gibi, kaybettiklerinin yerine ikâme
şansları daha fazladır. Osmanlılar savaşları mümkün olduğunca yabancı
topraklara taşımış, o toprakların yerlilerini de sefer hizmetlerinde
kullanmışlardır57. Schwendi Osmanlıların detaylı sefer organizasyonları
sayesinde Osmanlı sultanı’nın Habsburg hanedanından çok daha kuvvetli bir
orduyu savaş alanlarına sürebilmekte olduğunu belirtmektedir. Schwendi’ye
göre önemli olan savaş alanından ve sınır halklarının savaş tecrübelerinden
yararlanmak gerekir. En iyisi güçlü kaleler kurup, bunları Osmanlıların
muazzam savaş hakimiyetlerini gözönüne alarak iki kat daha fazla birlikle
donatmaktır. Düşman ordusunu teknik olarak 4-5 aydan fazla savaş
meydanında kalamayacağından en iyisi ve en akıllıca olanı onları sürekli
engellemek, asıl hedeflerine ulaşmalarını geciktirmek böylece kumanya ve
insan kaynaklarını tüketmesini sağlamaktır. Schwendi’ye göre Osmanlılarla
açık bir savaş meydanında karşılaşmak mümkün olduğunca ertelenmelidir58.
kaynaklardan karşılanmaktaydı. 1109/1697-8 yılında Kamaniçe kalesine gönderilecek
Eflak’dan 12.000 kile, Boğdan’dan 18.000 kile hıntanın bedeli ve Yaş’da toplanan bu zahirenin
kaleye taşınması bu bölgelerdeki cizye malından ödenecekti. MAD 10145, s. 34.
56
Braudel, a.g.e.,C. I, s. 156.
57
Kanuni’nin Zigetvar seferini okuyucularına aktaran ve 7 Eylül 1566 yılında basılan Alman
gazetesi Relation und Extract kalenin kuşatılması sırasında Tuna Nehri’nin yönünün
değiştirilmesi için yeni kanal ve çukurların kazıldığını, boşalan nehir yatağına odun ve toprak
taşındığını ve kanalın kısa sürede yükseltilip saldırıda kullanılmak üzere burç oluşturulduğunu
ve tüm bu işlemlerin Belgrad’tan sadece bu işler için getirilen yoksul hrıstiyanlarca yapıldığını
belirtmektedir. Bkz. Cemal Sakallı, ‘16. Yüzyıl Almanyası’nda Günlük Yazın Tarihinde
Türkler’, Tarih ve Toplum, C. 36, S. 212 (2001), s. 26.
58
Thomas Scheben, ‘Schwendi, Montecuccoli, Kinsky: Analysen der osmanischen
Kriegsmacht vom 16. bis 18. Jahrhundert’, CIĖPO Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları
Uluslararası Komitesi VII. Sempozyumu Bildirileri. Peç: 7-11 Eylül 1986 (Yay Haz: Jean-
Louis Bacquė- Grammont, İlber Ortaylı, Emeri van Donzel), Ankara 1994, s. 203-204.
18
20. ORDUCU ESNAFI
XV. ve XVI. yüzyıllardaki Osmanlı ordusunun Rumeli ve Orta
Doğudaki fetihlerinde elde ettikleri başarılar gözlemlendiğinde sefer
organizasyonu düzenleyicilerinin hasımlarının ordularının potansiyelini ve
askeri güçlerini son derece iyi analiz ettikleri ve dönemin silah teknolojisinden
etkili bir biçimde yararlanmış oldukları söylenebilir. Osmanlıların stratejik
liderlik teknikleri, onların yönetim merkezlerinden oldukça uzaktaki İran,
Mısır veya Macaristan gibi bölgelerde zaferler kazanmalarına olanak
sağlayacak kadar ileri düzeydeydi. Bu dönemde hiçbir Avrupa ordusu bunu
sağlayamamıştı. Bu türden uzak coğrafyalardaki zaferler, hiç şüphe yok ki,
esnek bir askeri ve lojistik koordinasyon gerektiriyordu. Osmanlı askeri
liderleri büyük toplulukları dârü ‘l-harb’a hareket ettirme sanatı ustalarıydı59.
Ancak bu durum XVII. ve XVIII. yüzyıllarda pek çok nedenden ötürü
değişecekti.
59
Lütfi Paşa Asafnâme’de savaş tedbirlerini şöyle açıklar: Önce sefer lazım gelen yerlerde
Vezirlerden veya beğlerbeyilerden birini komutan olarak atamalıdır... Savaşa çıkmadan önce,
ne kadar para ve ne kadar yiyecek gerekir ise, önceden hazırlayıp sonra sefere çıkmalıdır. Eğer
sefer Padişahın kendisi de katılacaksa, Sadrazam, Defterdarı ve Divanın diğer üyelerini
toplayıp ne kadar para ve ne kadar asker gerekir ve nerede yiyecek hazırlamak lazımdır, bunları
önceden planlamalı ve padişaha gerekli olan deve, katır ve atların malzemeleri mirahur ile
görüşüp kararlaştırmalı ve padişaha yolda bineceği bir araba da hazırlatmalıdır... Askere
kuvvetli-doğru bir konaklama emini gereklidir. Padişahın yeniçeri ve sipahiye altı gün erzak
vermesi kanun gereğidir. Yavuz Sultan Selim Han, üç gün hududa girildiğinde ve üç gün de
çıkarken vermiştir. Lütfi Paşa, Asafnâme (Haz: Doç.Dr. Ahmet Uğur), Ankara 1982, s. 21-22.
19
21. BÜLENT ÇELİK
BÖLÜM II
XVII.- XVIII. YÜZYILLARDA ASKERİ SİSTEMDEKİ
DEĞİŞİKLİKLER
Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri sistemin tarih içersinde geçirdiği
değişiklik evrelerini genel olarak devletin ekonomik sistemindeki
değişiklikleriyle ilişkilendirmek çok cazip gelen bir açıklama yolu olagelmiştir.
Kuşkusuz köhnemiş ve artık seferlerde tımarlı sipahilerin ihtiyaçlarına cevap
vermekten çok uzak kalan tımar rejiminin yerini devlet eliyle iltizam
uygulamalarına XVII. yüzyıl sonlarından itibaren bırakır olmasının bunda
etkisi yadsınamaz. Toplum değiştikçe araçlar da değişmektedir. Tıpkı Orhan
Beğ döneminde yapıldığı gibi toplumun göçebelikten yerleşikliğe geçişinde ve
buna bağlı olarak askeri sistemdeki göçebe süvarilerin yerlerini yaya
piyadelere ve tımarlılara terk ettikleri gibi, tımarlı sipahiler de bu yüzyıllarda
savaş meydanlarındaki yerlerini daha profesyonel birliklere terk edeceklerdir.
Kuşkusuz bu değişimde ihtiyaçların rolü belirleyici olmuştur.
XVII. yüzyıla kadar üretimi doğrudan katılan “üretici” Osmanlı
ordusunda tımarlı sipahilerin mirî toprak düzeniyle birlikte çökmesi karşısında
başta yeniçeriler olmak üzere, kapıkulları etkinlik kazanmışlardır. Devletin
maaşlı askeri durumundaki kapıkulu ordusu, eyalet ordusundan farklı olarak
bir “tüketim” ordusudur. Eyalet ordusunu oluşturan tımarlılar barış
dönemlerinde çiftliklerle uğraşmalarına karşın bu yeni ordu bütün bir yıl
devletten maaş almakta, üretime katılmamaktadır40. Klasik dönem Osmanlı
tarihine genel bir bakış, devletin savaşlardan hep olumlu yönden etkilenmeye,
bundan yararlanmaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Hatta, devletin
kurumlarını, yapısını ya da kısacası genel sistematiğini araştıran daha ciddi ve
bilimsel yaklaşımlar ise Osmanlı Devleti’ndeki bu sistematiğin savaşlar
üzerine biçimlenmiş olduğunu ve ekonominin kendini yeniden üretmesinde bu
savaşların çok önemli bir rol ve işleve sahip olduğunu gösterir. Diğer bir
deyişle Osmanlı klasik düzeni içersinde ve bu düzenin bir türevi halinde bizlere
yansıyan Osmanlı düşünce sisteminde savaşlar bir bunalım ya da yıkım öğesi
ya da etmeni olarak yer almazlar. Tam tersine savaşlar bir kazanç kaynağıdır.
Devletin neredeyse tüm kurumları Osmanlı savaş gücüne hizmet etmekte ve
savaşlar, sosyal sonuçları ne kadar yıkıcı ve onarılması güç olursa olsun
toplumun devamını sağlamaya yönelik faaliyetler olarak karşımıza
çıkmaktadırlar. Savaşlardan ganaîm elde edilir, fetihlerde dağıtılacak ve
üzerinde tarım yapılacak yeni topraklar kazanılır. Bu topraklarda uygulanan
40
Sevgi Aktüre, 19. yüzyıl Sonunda Anadolu Kenti. Mekansal Yapı Çözümlemesi, Ankara 1978,
s. 50.
20
22. ORDUCU ESNAFI
temel üretim rejimlerinin adaptasyonu sayesinde sistem mükemmelleştirilmeye
çalışılır. Bu topraklar ayrıca anavatandaki topraksız fazla nüfusun iskânında
ustaca kullanılır. Fethedilen bölgeler halkı ise, maliye için vergilendirilebilir
yeni nüfus demektir41.
Klasik dönem Osmanlı mali sistem dengesi, bildik ekonomik
desteklemelerle ve çeşitli sarsıntı ve yıpranmalara rağmen bu şekilde XVII.
yüzyılın ikinci yarısına dek ayakta kalabildi ve bu dönem içersinde merkez ve
taşra orduları cephelerde gerekli işbirliğini gerçekleştirerek savaşların
çoğunlukla lehte sonuçlanmasını sağladı. Fakat 1645’de başlayan Girit
savaşıyla birlikte, savaşların niteliği açısından yepyeni bir döneme girildi:
Artık uzun ve masraflı savaşlar dönemi başlamıştı. Nitekim 1645’de başlayan
Girid savaşı 25 yıl sürdü ve ancak 1669’da sonuçlandı. yüzyılın ortasında
başgösteren Erdel isyanı yıllarca Osmanlı Devleti’ni uğraştırdı ve sonunda
Osmanlı Devleti, Avusturya ile 1663 yılında savaşa girdi. 1672’de Lehistan ile
savaşların başlangıcı oldu ve bu savaşlar 1676’ya kadar sürdü. 1678-1681
arasında Ruslarla savaşlar yapıldı ve 1683 yılında Avusturya ile yeniden
başlayan savaş Rusya, Lehistan ve Venedik’in de karışmasıyla iyice büyüdü ve
Osmanlı Devleti’nin peş peşe bozgunlarından sonra ancak 1699’da Karlofça
Antlaşmasıyla noktalanabildi. XVIII. yüzyılda Osmanlı maliyesini temelden
sarsan ve mali bunalımın uzamasına ve boyutlarının büyümesine yol açan
görünürdeki neden işte bu savaşlar olmuştur. Savaşlar, artık Osmanlı Devleti
için bir kazanç, kapısı değildir, tersine bu savaşlar maliyeyi ve bu arada genel
olarak devleti çökerten birer sosyal afettir. Savaşların Osmanlı Devleti için bu
hale dönüşmesinin bir nedeni eskiye göre savaşların daha pahalıya mal
olmaları, buna karşılık merkezi hazine olanaklarının sınırlı kalmasıdır42. Ancak
ekonomik desteklemelerin daha ötesinde bir evrim geçiren Osmanlı askerinin
katıldığı savaşlarda sağ kalıp zaferler kazanmasına neden olabilecek en önemli
nokta Avrupa’nın silah teknolojisindeki gelişimin gerisinde kalmasıdır.
Devletin bu konuda gelenek olduğu üzere devletçi uygulamalara önem
vermeyip gerekli bilgi ve donanımı -topçu sınıfı haricinde- bireylerden
beklemesi de ilginçtir43.
Özellikle savaşın kendisi bazen her şeyi kapsamaktadır. XVIII.
yüzyılda bir tımarlı sipahinin kaç bin akçelik bir tımara sahip olduğunun
savaşlarda başarılı olmakla pek ilgisi yoktur. Asıl etmen çağın modern askeri
41
Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII. yy’dan Tanzimat’a
Mali Tarih), İstanbul 1986, s. 27-28.
42
Cezar, a.g.e., s. 140-141.
43
İstanbul Başbakanlık Arşivi’ndeki çalışmalarım sırasında çeşitli tasnifleri tararken konumla
ilgili doğrudan ilgili olmasa da Osmanlı Devletinin seferlerde özellikle Bosna ve Arnavutluktan
tüfekçi askeri istemi ile ilgili pek çok belge gözüme çarptı. Bilinmektedir ki bu türden istekler
Anadolu’daki eyalet valilerine de gitmiştir. Kapu halklarının ateşli silahlara alışık askerlerden
oluşturulması merkez için önemli bir unsurdu. Genel olarak XVIII. yüzyılda askeri
başarısızlıklarla sık karşılaşmaya başlayan Bâb-ı Âlî’nin yerel unsurlara dayanmaya çalışması
ve onları bir tür çözüm yolu olarak algılaması dikkat çekicidir.
21
23. BÜLENT ÇELİK
birliklerinin sahip olması gereken ve baskı altında bile emirlere uymak, iyi bir
tüfeğe sahip olmak -artık savaş meydanlarının kralıdır-, soğukkanlı bir şekilde
tüfeği doldurmak, nişan almak ve ateş etmektir. Bunu defalarca tekrarlayan
asker, kökeni ne olursa olsun savaşlardaki Osmanlı komutanları için en
vazgeçilmez asker tipidir. Bu türden askerlerin kökenleri de eskisi gibi sorun
yaratmamaktadır. Genellikle re’âyâ kökenli olan bu askerler tüfek kullanmayı
bilen ve bu hizmetleri karşılığında sadece belli dönemlerde -ki bu dönemler
sefer süreleriydi- ücret alan asker tipleridir. Gerçi zaman zaman re’âyâ’nın
elinde bulunan ateşli silahların toplanması için merkez tarafından emirler
gönderilse bile44 bu türden yasaklamalar geçici olarak sürdürülmektedir. Öyle
ki, XVII. yüzyılda kentlerden kolaylıkla 4-5.000 kişilik silahlı milisler toplanıp
belli amaçlarla kullanılmaktaydı. Bursa’da Evail-i Şaban 1052/Kasım 1642’de
böyle bir milis gücü avcı levendâtı adı altında toplanmış cami ve mescitler
kapanmış, dükkanlar boşalmış ve bu birlikler bazı hırıstiyan kiliselerine zarar
vermişlerdi. Bu durum kentin ileri gelen uleması tarafından İstanbul’a şikayet
edilmişti45. Ayrıca yeniçerilerin arasında da re’âyâ kökenli olup askeriye
sınıfına tanınan muafiyet ve ayrıcalıkları elde etmekten hoşlanan sivil
unsurların sokulmaya başlaması teâmül haline gelmişti. Yeniçeri birlikleri
içersindeki bu unsurlar dikkate değer bir askeri hizmet yerine getirememişler
aksine disiplinsizlikleri ile profesyonel askerlerin performanslarını da
etkilemişlerdir46.
Tımarların birleştirilip devlet eliyle özel yatırım alanı olarak yine özel
kişilere sunulması, böylece üretim ilişkilerinin değişmesi ve dolaylı olarak da
bu yeni durumun askeri sistemi etkilemesi kanımızca bir sonuç değildir. Şöyle
ki üretim sisteminin değişmesindeki temel amaç devletin ihtiyaç duyduğu asker
tipolojisindeki değişmedir. Sipahi tımarının ekonomik bir üretim biçimi olarak
çökmesinden çok daha önce, sipahilik askeri bir nizam olarak da çökmüştür.
XVI. yüzyılın ortalarından sonra sipahi askerleri, kendilerinden daha iyi
silahlandırılıp teşkilatlandırılmış olan Avrupa ordularına daha güç
direnebilecek duruma düşmüşlerdir. Askeri seferlerden artık bol bol ganimet
ele geçirilemiyor, savaşlar Osmanlıların hezimetiyle sonuçlanıyordu47.
Tımarlı sipahilerin savaşlarda verimli olamaması Osmanlı Devleti’ni
daimi olmasa bile ihtiyaç duyulduğunda ücreti karşılığı kolayca sağlanabilen
paralı ve tüfekli askerlerden oluşan bir orduyu kurmaya itmiş, dolayısıyla
44
Bu türden hükümlere örnek olarak Bursa için B. Ş. S., C. 2, s. 193a1. Ayrıca bkz. Müçteba
İlgürel, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Ateşli Silahların Yayılışı’, Tarih Dergisi, S. XXXII
(1979)(Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Hatıra Sayısı’ndan ayrı basım), s. 301-318.
45
B. Ş. S., C. 2, s. 197b1.
46
Avigdor Levy, ‘ Military Reform and The Problem of Centralization in The Ottoman Empire
in the Eighteenth Century’, Middle Eastern Studies, C. 18, S. 3 (1982), s. 229.
47
Evgeniy Radushev, ‘XVII-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak Rejimi ve
Askerî Nizamı’, CIĖPO Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi VII.
Sempozyumu Bildirileri 7-11 Eylül 1986 (Yay. Haz: Jean-Louis Bacqué- Grammont, İlber
Ortaylı, Emeri Van Donzel), Ankara 1994, s. 299.
22
24. ORDUCU ESNAFI
başlangıçta bahsedilen hizmet karşılığı tımar tevcihatı hizmet fonksiyonu
ortadan kalktığı için gerilemiş ve zamanla terkedilmiştir. Bu yeni ordunun
ücretleri de ancak yeni toprak rejimleri ile sağlanılmaya çalışılmıştır. Bu yeni
durumun -askeri açıdan değerlendirildiğinde pek çok keyfi durumla
karşılaşıldığı görülse bile- devletin merkezileşme çabaları ile uyumlu olduğu
ve bir paralellik gösterdiği anlaşılır. Savaşlarda daimi olmayan süvari
birliklerinden düzenli piyadeye doğru bir yöntem değişikliği merkezileşmenin
gerekli bir koşuludur. Devlet tarafından donatılmış piyadeler, öz donanımlı
(self-equipping) süvariler karşısında merkezi temsil ederler48. Osmanlı
Devleti’nin seçkin piyade birlikleri yeniçerilerdi ve bunlar başlangıçta hem
sayıca az hem de teknolojik olarak iyi teçhiz edildiklerinden dolayı gerçekten
seçkindiler. Ancak yıllar geçtikçe sayılarının artıp teçhizatlarının kötüleşmesi
bu birlikleri seçkin olmaktan çıkarmıştır. Bu değişiklik başka sonuçlara da yol
açmıştır. Kapıkullarına ulufe yetiştirmek güçleşmiş, merkezi hazinenin yükü
artmış, mali sıkıntı başgöstermiştir. Örneğin 7 Safer 1184/2 Haziran 1770’de
İbrail’deki askerlerin tayinat ve ruz-ı merre’leri günlük 22.000’e yükselince
şair, dakik (arpa, buğday) gibi zahireyi teslim etmeleri gereken tüccarlar, para
olmadığından bu malları teslim etmekten kaçınmış, ancak peşin paraya ve
devletin istediği fiyattan daha yüksek bir fiyatla satabileceklerini
bildirdiklerinden hazineden yüklü miktarda paranın gönderilmesi istenmiştir.
Ayrıca mirî için işletilecek 12 fırın için 15 usta ve işçileri için de para
istenmektedir. Bu iki ihtiyaç için 2.500 kuruş İbrail’e gönderilmiştir49. Büyük
kentlerdeki bazı mukataaların gelirlerinin bir kısmı da ateşli silahların
yaptırılması işinde kullanılmaktaydı. 14 Muharrem 1115/30 Mayıs 1703’de
Bursa ihtisab mukataası emini ve Bursa kadısından İstanbul’daki tüfenkhâne
kârhanesinde yaptırılacak 10.000 tüfenk için mukataa gelirlerinden 100.000
sağ akçeyi göndermeleri istenmişti50. Devletin ateşli silah üretiminde sık sık
güçlüklerle karşılaştığı özellikle uzak merkezlerde bu işlerin çok yavaş
gerçekleştiği bilinmektedir. Gurre-i Cemaziyelevvel 959/Mayıs sonu Haziran
başları 1552 tarihinde gönderilen hükümde beğlerbeğinin Şam kalesine yeni
yazılan yeniçerilere verilecek tüfeğin kalmadığını, önceden yeniçerilere verilen
tüfeklerin tımara çıktıklarında tüfekleriyle beraber gittiklerini, dirliklerini
bırakanların tüfeklerini de alıp gittiklerini bazılarının savaşta ölüp tüfeklerinin
zayi olduğunu tüfek yapmaları için iki Yahudinin ulufe ile tutulduğunu ancak
bunların işin ehli olmadıkları için bir tüfeği iki ayda yaptıklarını belirterek
İstanbul’dan 1.000 tüfek gönderilmesini istemişti. Ancak merkezi yönetim
kayıp ve zayi olan tüfeklerin bulunmasını ve Yahudilere ödenen ulufelerin
kesilip ödenen paranın geri alınmasını istemektedir51. Ordunun silahlarında
48
Stanislaw Andezejewski, Military Organızation and Society, London 1954, s. 88.
49
Cevdet Askeriye 25999.
50
İbnülemin Askeriye 4443.
51
Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Koğuşlar Koleksiyonu, No. 888, varak 199/b.
23
25. BÜLENT ÇELİK
yapılacak tamirat işleri için de uzmanlara gereksinim duyulmaktaydı52 ve bunu
sağlamak yine merkezi devletin göreviydi. Ancak zaman zaman bunun
sağlanmasında da güçlükler çekilmekteydi. Örneğin 7 Zilhicce 1154/13 Şubat
1742’de Tırhala sancağı Islatna köyünde yaptırılan sefer-i hümâyûna için
gerekli mîrî kılıç namlularının İstanbul’a getirilmesi sırasında yoldaki bazı
geçit, derbent ve boğazlarda bac-ı uburiye adıyla akçe istendiği, bu işe memur
olam mübaşirlerin zor durumda kalındıkları bildirilmektedir53. Ama bu
güçlükler en çok ateşli silahların imâlinde görülmekteydi. Gurre-i
Cemaziyelahir 1183/Eylül başları 1769’da İslimye ve Girve (?) Kazalarından
cebehâne-i amirede tüfek imali için istenen tüfenkçi esnafıyla ilgili olarak54 H.
8 Cemaziyelevvel 1183/9 Eylül 1769’da Edirne İslimye kazası naibi İstanbul’a
gönderdiği 40 tüfekçi ustasından 7’si göreve gitmemek için yerlerine ücretle 6
zımmiyi bulup gönderdiklerini, bunlarında zaten acemi ve şakird olduklarını ve
yolda firar ettiklerini bildirmektedir. İstanbul hükümeti hem bu 7 ustanın hem
de kaçan 6 zımminin bulunup İstanbul’a gönderilmeleri için Edirne
Bostancıbaşısına hüküm gönderilmiştir. Belgede ayrıca İmparatorluktaki tüfek
sayısının fazlalığından, usta sayısının azlığından bahsedilmektedir55. XVI.
yüzyılda Osmanlı ve Avrupa çakmaklı tüfekleri çok ağır ve kullanışsızdır;
yaklaşık 7 kg. gelmekte, ateş sırasında namlusunun 1.50 m. yüksekliğinde bir
çatala dayanması gerekmekte ve doldurulup ateşlenmesi için de pek çok işlem
gerektirmektedir. Atış hızı da dakikada en fazla 15’dir56. Tüfeğin evrimini
gerçekleştirip ordularında uygulayan ilk hükümdar İsveç Kralı Gustaf
Adolf’dur. Çatal zorunlu olmaktan çıkar, işlemler basitleştirilir, atış menzili
büyür. Fişek icad edildikten sonra o zamana dek barutu tutuşturmak için
kullanılan fitilin yerini fişek alır. 15 atla çekilen ağır topların yerini, çok daha
hafif ve çok daha kullanışlı toplar alır.
52
Örneğin Gurre-i Muharrem 1102/Ekim başları 1690 yılında Tüfenkçiler kârhanesi
ustalarından 4 nefer usta, Bozcaada cebehanesinde olan 332 tüfek namlusunu, 132 tüfek
kundağını tamir etmişler ayrıca 200 adet yeni tüfek kundağını kale cebehanesine teslim
etmişlerdi. İbnülemin Askeriye 2355. Yine, 17 Zilkade 1151/26 Şubat 1739’da Elbasan
cephanesinin bir kısmı ile 5 nefer tüfekçi, kundakçı, kılıççı ve ahengir İstanbul’dan gemilerle
önce Akkerman iskelesine oradan da mekkari öküz arabaları ile Bender kalesine gönderilecekti.
Cevdet Askeriye 42115. Yine Taman kalesinde 1109/1697-98 yılında görevlendirilmek üzere
125 nefer cebeci, 55 nefer topçu istenmekteydi. Cebecilerden 5’i barutçu, Topçuların da 5’i top
dökücü, 5’i de falya dökücü olarak İstanbul’dan tedarik edilecekti. MAD 10145, s. 40.
53
Cevdet Askeriye 9734.
54
Cevdet Askeriye 43122.
55
Cevdet Askeriye 1680. Oldukça geç tarihteki bir örnek olarak, 1214/1799-80 yılında
Arabistan’da çıkan isyanı bastırmakla görevli orduda görevlendirilecek ve ücret ve harcırahları
vilayetten ödenmek üzere Sivas’tan 10 pişirici ile 10 hamurkâr işçi istenmişse de Sivas naibinin
ilâmında bunun mümkün olmadığı, şehirde başgösteren veba nedeniyle kentte zaten 7 olan fırın
sayısının 4’e indiği belirtilmektedir. Cevdet Askeriye 1201.
56
Tüfekler için bkz. Mevlut Uzun, ‘Fitilli Tüfekler’, İstanbul Teknik Üniversitesi.Mimarlık
Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü Bülteni, S. 7 (1976), s. 27-29; ve Mevlut Uzun, ‘Çakmaklı
Tüfekler’, İstanbul Teknik Üniversitesi.Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü Bülteni, S. 8
(1976), s. 32-34.
24
26. ORDUCU ESNAFI
Taktik düzlemde yine Gustaf Adolf, Makedonya falanjından alınmış
bulunan, düşman topçusunu korkunç ölümcül duruma getiren derin düzeni:
dört-beş büyük bölüğe ayrılmış mızraklı ve tüfekli piyade düzenini bırakır;
ince düzeni, derinliği iki-üç sırayı aşmayan, uzun hatları getirir. Mızraklı
askerlerin işlevi tüfekliler yanında ikincil bir duruma getirilir, tüfekli askerlerin
sayısıysa, öteki orduların yanında iki katına çıkarılır. Son olarak, tüfekli
birlikleri çevreleyen süvari birliği artık kılıçla değil, tabancayla saldırıya
geçmektedir57. Bu yeni arayışlar savaşın kapitalizme yol açtığına dair küçük bir
örnektir. Ama tersi de pekala mümkün olabilmektedir. XVII. yüzyıl en
mükemmelinden kuşatma savaşları, top, lojistik, düzenli birliklerce yapılan
mücadeleler dönemidir. Sonuç olarak masraflı bir savaş, dipsiz bir kuyu58.
Hangi lojistik sistemi kullanırsa kullansın iyi düzenlenmiş bir ordunun ilk
gereksinimi değerini kaybetmeyen para idi. Bununla beraber XVI. yüzyılın
ikinci yarısı boyunca orduların gelişimi, kendi hükümetlerinin mali
olanaklarını oldukça aşmıştır. Zamanın en büyük gücü İspanya bile 1557’den
1598’e kadarki dönemde askeri harcamaları nedeniyle üç kereden az olmamak
üzere iflas etmiştir. Otuz yıl savaşları zamanında Hollanda dışında hiçbir
büyük Avrupa devleti kendi ordularına düzenli ödeme yapamamıştır59. Otuz yıl
savaşlarına katılan Avrupa orduları -bir din yasası ile oluşturulan İsveç Kralı
Gustaf II. Adolf’un ulusal ordusu dışında- Condottière’lerin (milis
komutanlarının) yönettiği, daha çok para verene satılmaya, maaşlar gecikti diye
dağılmaya ya da düşman tarafına geçmeye hazır özel çetelere benzemektedir.
Daha sonra hükümdarlar, disiplinli ve sadık, kendi kurumlarınca denetlenen
ordulara sahip olmaya çalışırlar. Ama zorunlu askerlik hizmeti kavramı henüz
yoktur ve askere alma gönüllü yazılmaya dayalıdır. Kış aylarında görevliler,
kent ve kasabaları dolaşıp, meyhanelerde içki ısmarlayarak askerliği övücü
konuşmalar yapar: yüksek maaş, iyi şarap, güzel üniformalar vaat ederler.
Ancak Avrupa ordularındaki silahlı kuvvetler, devlet için ne yapacakları
önceden belli, güvenilir devlet araçları değildi. İkmal maddelerinin yetersizliği
ve bundan daha da ciddi bir konu olan ücret ödemelerindeki yetersizlikler
yüzünden yığınlarca askerin denetimden çıkması çok beklenebilir bir olgudur.
Kardinal Richelieu Testament Politique’de şu acı sözlere yer vermiştir:
Tarihte, yokluk ve düzensizliğin mahvettiği orduların sayısı düşmanlarınca
mahvedilenlerden çok daha fazladır. Ben kendi zamanımda girişilen tüm
işlerin sırf bu yüzden nasıl eksik kaldığına tanık oldum60.
Bu ücret ve malzeme sorunu orduların performansını çeşitli biçimlerde
etkilemekteydi. Gustaf Adolf’un akıllara durgunluk verici bir hareketlilik
içinde gerçekleşen Almanya seferinde bile, Clausewitz’in sözünü ettiği
57
Türk ve Dünya Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul 1985, C. IV, s. 996.
58
Fernand Braudel, Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm XV-XVIII. Yüzyıllar, Ankara 1993,
C. III: Dünyanın Zamanları, s. 44.
59
Martin Van Creveld, Supplying War. Logistics from Wallenstein to Patton, Cambridge-
London-New York-Melbourne 1977, s. 8.
60
Van Creveld, a.g.e., s. 17’den aktarılmıştır.
25
27. BÜLENT ÇELİK
anlamda bir askeri-stratejik plan doğrultusunda yürütülmek yerine, muazzam
ordusuna yiyecek ve hayvan yemi bulmak gibi basit ama zorlayıcı bir arayış
gerçekleşmektedir61. Avrupa’da XIV. Louis’in hükümdarlığının sonunda
orduda, 400.000 asker vardır. Bu sayı o dönem için çok yüksektir. İspanya
Kralı V. Felipe’nin emrinde 132 piyade taburuyla 130 süvari birliği
bulunmaktadır. Brandenburg Seçicisi ve Prusya Dükü olan Friedrich Wilhelm,
sürekli olarak 30.000 kişilik bir ordu besler. Büyük Petro da, muvazzaf ordusu
için hesapsız para harcar62.
Osmanlı Devleti’nde de aynî olarak istenen hizmet ve ürünlerin yerini
bu yüzyıllarda nakit para talepleri alacaktır. Re’âyâ’nın tımarlı sipahilerce
korunması tımar rejiminde tarımsal üretimi arttırıcı bir unsurdu. Bu koruyucu
unsur ortadan kalkınca üretici köylü zarar görmeye başlamıştır. Askerliğe
geçen re’âyâ tarımsal alan yerine askerlik alanında istihdamı edilmeye
başlanınca üretimin azalması kaçınılmaz olacaktır63.
Avrupalılar, organize ve disiplinli birliklerin etkisini keşfettiklerinde ve
kendileri saldırıyı ele almaya başladıklarında Osmanlı ordusunun sürekli olarak
yenilgileri kesinleşmiş oldu. XVI. yüzyıl ortalarında Avrupa orduları Osmanlı
askerleri ile son derece temkinli olarak açık alanlarda karşılaşmaktan kaçınıp,
korunaklı siperleri tercih ederlerken XVII. yüzyılın ikinci yarısında bu durum
değişmişti. Artık Osmanlılar yenilmez ordulara sahip düşmanlar olarak
görülmüyorlardı. Gerçekten de çelik gibi bir disiplin içinde olan, neredeyse
otomatikleşmiş birlikleri aşmak pek mümkün değildi. Her şartta, yüzyüze
çarpışmalarda bile, birlik içinde savaşmak önemliydi, böylece kurulan seti
yıkmak mümkün olmuyordu. Ama en iyisi birçok yönden düzenlenecek kısa,
konsantre saldırılardı. Bu türden saldırılara karşı Türkler dayanışma
sağlayamıyorlardı ve birliklerini doğru yönlendiremediklerinden gereği gibi
karşılık veremiyorlardı. Kinsky, Osmanlıların kale sanatlarını da
beğenmemekte ve savunmada da kötü olduklarını söylemektedir. Sadece
inatçılıkları ve cesaretleri sayesinde istilaların sürelerini uzattıklarını, ağır
işleyen takviye sistemlerinin hareketliliklerini ve operasyon bölgelerini
oldukça kısıtladığını belirtmektedir64. Osmanlı Devleti’nin batı yönünde yaptığı
seferlere ilişkin olmak üzere orducu veya seferlerde kurulan ordu pazarlarına
ilişkin bilgiler de elimizde bulunmaktadır. Kanuni’nin Mohaç savaşı sırasında
Macar kralının Tuna Nehri’ni geçerken boğulup ölmesinden sonra Macar
ordugâhında Osmanlı askerlerini kralın ordu ve bazarı, cephanesi, top ve başka
savaş aletleri beklemektedir65. Savaş ganimeti olarak niteleyebileceğimiz bu
mallar Osmanlı Devleti’nin başarılı seferlerinde bir sonraki seferleri besleyen
61
Van Creveld, a.g.e., s. 13-17.
62
Türk ve Dünya Tarihi Ansiklopedisi, C. IV, s. 1214.
63
Özer Ergenç, ‘Osmanlı Merkez Askerinin Nitelik ve Fonksiyonları Üzerine’. Birinci Askerî
Tarih Semineri, Bildiriler II, Ankara 1983, s. 81.
64
Scheben, a.g.m., s. 212-21.
65
Solakzâde Tarihi, C. II, s. 145.
26
28. ORDUCU ESNAFI
kaynaklardan birini oluşturmaktadır. Zafer kazanan taraf düşmanı hakkında
önemli stratejik bilgilere ulaşmaktadır. Böylece bir sonraki savaşlarında kendi
askeri dönüşümünde bu noktaları dikkate almakta ve gerekli değişiklikleri
ordusuna uyarlayabilmektedir. Böylece savaşlarda alınan galibiyet ya da
mağlubiyetler tarafların ne türden saldırı-savunu araçlarına daha çok ihtiyaçları
olduğunu sergilemekte ve gerek devlet, gerekse savaşçılar birey olarak bu
değişiklikleri donanımlarına eklemeleri gerektiğini hissetmektedirler.
27
29. BÜLENT ÇELİK
BÖLÜM III
OSMANLI SEFERLERİNİN NİTELİĞİ
XIV. yüzyılda Gelibolu yarımadasının fethedildiği zamanlarda Osmanlı
ordusu hala steplerdeki savaşlarda bildik göçebe taktiklerini uyguluyordu. Bu
taktiklerin Hunlar ve Moğollar tarafından kullanılanlarla aynı olup olmadığını
söylemek oldukça zordur. Muhtemelen Osmanlı Türklerinin, artık etkin
olmayan göçebe taktiklerinin değişikliğe uğramış bir türünü kullandıklarını
söyleyebiliriz. Toprağa bağlı tımar sisteminin uygulanmasından ve böylece
üretim tarzında meydana gelen değişmelerden ötürü bu türden savaşın
ekonomik ve sosyal temelden yoksun kaldığını da varsayabiliriz. Bu varsayımı
destekleyen başlıca olgu yeniçerilik düzenidir. Bu yeni askerler, aslında savaş
sırasında paniğe kapılmaya oldukça meğilli hafif süvarileri, ki bu süvariler
klasik göçebe tarzının en önemli öğesidir, tamamlayıcı bir unsurdu. Yeniçeriler
klasik göçebe savaş tarzının gerektirmediği katı ve sarsılmaz bir güç görevi
görüyorlardı. Bunların ekonomik durumları tamamen devletin kaderine
bağlıydı. Devleti etkileyen her ekonomik değişme ulufe ile geçinen sınıfları da
etkiliyordu. Osmanlı Devleti’nin daha ilk büyük sefer organizasyonlarını
gerçekleştirdiği dönemlerden itibaren ordunun seferde tüketeceği ürünlerin
fiyatlarını belirlemeye çalışması bize seferdeki askerlerin devlete olan
maliyetinin çok yüksek olduğunu ve bunun devlet müdahaleleri yoluyla düşük
tutulmaya çalışıldığını göstermektedir. Seferlerde hem istenilen fiyatta hem de
istenilen ölçülerde ihtiyaç maddeleri bulabilmek zor olsa da bu sıkıntı ilk
dönemlerde aşılmıştır. Örneğin seferlere katılan hayvanlar için vazgeçilemez
bir besin kaynağı olan arpanın sefer güzergâhı üzerindeki vilayet ve
sancaklardan tedarik edilmesi devlet tarafından belirlenen fiyatlarla
gerçekleştirilmekteydi66. Yine hayvan yemi olarak kullanılan mısır, Rumeli
66
22 Ramazan 951/7 Aralık 1544’de sefere çıkacak olan Osmanlı ordusu için alınacak arpa
fiyatları için Erdel vilayetinden toplanacak arpanın kilesi Budin’e kadarki nakliye ücreti dahil
olmak üzere 4 akça, Brata yakınlarındaki Ali Çavuş’a, Semendire den alınacak un için 6 veya 7
akçalık fiyatlar belirlenmiş eğer bu fiyattan Semendireden un alınamazsa arpa alınıp Belgrat’a
gönderilmesi için Semendire Beğine ve Sinan Çavuş’a hükümler yazılmıştır. Bkz. TSA
D.12321.296 ve 306 nolu hükümler. 307 nolu hükümde ise Semendireden Un yerine arpa alınıp
parası hazine-i amireden Semendire Beğine gönderilen akçeden ödenmesi istenmektedir. Erdel
için başka bir hükümde seferdeki Osmanlı ordusuna arpa temini için 10.000 altın ayrıldığı
belirtilmektedir. Bkz. 273 nolu hüküm. Bu defterin transkripsiyonuna yayımlanmadan önce
incelememe izin veren sayın Prof. Dr. Halil Sahillioğluna teşekkür ederim.Yaklaşık 130 yıl
sonraki bir sefer için (IV. Mehmed’in 1048/1674 ikinci Lehistan seferi sırasında) ise Bolu
vilayetinden satın alınan mirî zahirenin fiyatları şu şekildedir. Her 8 İstanbul kilesi arpa 1 esedî
kuruş (160 akçe) olmak üzere kısmen Bartın kısmen de Ereğli iskelesinden gemilerle İsakçı’ya
taşınacaktı. Gemilere navlun ücreti olarak her bir kile zahire için 4 akçe ödenecekti. Halil
28
30. ORDUCU ESNAFI
eyaletinde Sirem, Semendre, Pojega, Niğbolu, Alacahisar ve Sofya’dan
sağlanıyordu. XV. yüzyılın ilk yarısında açılan seferlerde toplanan mısırın
toplam miktarı şöyledir67:
1514 Tebriz Seferi 25.437 müdd
1515 Kemah Seferi 12.497 müdd
1516 Şam Seferi 15.904 müdd
1518 Mısır Seferi 24.791 müdd
1521 Belgrad Seferi 12.326 müdd
1522 Rodos Seferi 6.925 müdd
1526 Budin Seferi 24.657 müdd
1529 Viyana Seferi 6.925 müdd
1532 Alman Seferi 4.658 müdd
1537 Korfu Seferi 15.520 müdd
1538 Boğdan Seferi 10.651 müdd
1543 Estergon Seferi 22.368 müdd
1549 Van Seferi 11.013 müdd
Yukarıda miktarlar seferlerde re’âyâ’dan zorunlu olarak talep edilen
mısır oranlarını göstermektedir. Bunların hepsi seferler boyunca stok
yapılmadan askerler tarafından tüketilmiştir. Seferlerin kendileri de toplanan
miktarlar kadar ilgi çekicidir. Oranların büyüklüğüne bakıldığında bütün
seferlerin büyük organizasyonları gerektirdiği görülmektedir. Pratikte tedarik
edildiği varsayılan bu tür ürünlerin bir ordu taşaronunca sabit fiyatlarla satın
alınması ve tekrar askere satılması biçiminde gerçekleşen bu tür işlemlerde
köylüye geri ödemeler gecikebiliyor, eksik yapılabiliyor, ya da hiç
yapılmıyordu68. Canlı hayvan tedarikinde de sık sık bu türden sıkıntılar
yaşanmaktaydı. Örneğin 1105/1693-94 yılında sefer-i hümâyûn için
Boğdan’dan 5.000 kuruş sürsat karşılığı devlet, her bir koyun için 1 kuruşluk
fiyat belirlemiş ve bu verginin canlı koyun olarak temin edilmesini istemişti.
Aynı istek 7.000 kuruş sürsat için Eflak voyvodalığından da istenmişti. Ancak
her iki voyvodalıkta bulunan re’âyâ kendilerinin fakir, memleketlerinin de
düşman istilası yüzünden harap ve yanmış bir halde bulunduğunu belirterek bu
vergiyi nakden ve her bir koyun için 1,5 kuruş-Boğdan 7.500, Eflak 10.500-
olmak üzere kasabbaşıya ödeyeceklerini belirtmişler, devlet de bu yeni durumu
benimseyerek bu bölgeden bir daha koyun talep olunmamasına dair bir emr-i
şerif göndermiştir69. Görüldüğü üzere canlı hayvan yerine nakit olarak
Sahillioğlu, ‘Dördüncü Mehmed’in İkinci Lehistan Seferi Dolayısıyla Bolu Vilâyetinden Satın
Alınana Arpa (1)’ Çele, Yıl 1, S. 9 (1963), s. 24-25.
67
Káldy-Nagy, a.g.m., s. 173-174.
68
Lütfi Güçer, XVI- XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat Meselesi, İstanbul
1964, s. 105-115.
69
MAD 8473, s. 187 ve 188. Sefer sırasında toplanan canlı hayvanların kullanım biçimleri ve
dağıtımının yapılmasından ordu kassabbaşısı sorumludur. 20 Safer 1109/7 Ağustos 1697
yılında bu görevde Mehmed Ağa bulunmaktaydı ve kendisine 60 çift öküzü cebehane
mühimmatını taşıyacak arabalara ayırması için tezkire yazılmıştı. İbnülemin Askeriye 4134.
29