2. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi, kadınlara güzel sanatlar eğitimi vermek
için İstanbul'da 1914 yılında kurulan ve 1920’lerde kız-erkek ayrımının
kalkmasına kadar hizmet veren okuldur.
Bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi adıyla eğitime devam
eden Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okulu Sanayi Nefise Mektebi, 1882
yılında açıldığında sadece erkek öğrencileri kabul eden bir kurumdu.
Kadın öğrencilere güzel sanatlar eğitimi vermek üzere 1 Kasım 1914
tarihinde İnas (Kız) Sanayi Nefise Mektebi açıldı. Okulun açılmasında
ressam Mihri Müşfik Hanım’ın girişimleri önemli rol oynadı [1]
Okul ilk yıl sadece resim bölümüne öğrenci almış; 1920'lerde heykel
atölyesi kurulmuştur. Başlangıçta dersler, Zeynep Hanım Konağı'nın iki
odasında veriliyordu. Daha sonra okul çeşitli nedenlerle birçok defa bina
değiştirdi. Öğretim kadrosu büyük ölçüde erkek okulundan sağlanmaktaydı
3. Okulda ilk olarak Ali Sami Bey bir ay sonra Mihri Müşfik Hanım göreve başladı. Bu iki sanatçı atölye
derslerinin hocalığını üstlendi. Ali Sami Bey’in 1915’te okuldan ayrılması üzerine atölyeyi bir yıl Aznif
Hanım yürüttü. Anatomi derslerini Ali Nurettin Bey, sanat tarihi ve estetik derslerini önce Mehmet
Vahit Bey,daha sonra Ahmet Haşim, perspektif dersini Ahmet Ziya Bey vemiş; heykel atölyesi
için İhsan Bey atanmıştır. Okulun müdürlüğünü birkaç ay için matematikçi Salih Zeki Bey yürütmüş,
ardından Mihri Müşfik Hanım üstlenmiştir. 1919’da Mihri Müşfik’in ayrılması üzerine okul müdürü
olan Ömer Adil Bey kadın ressamların yetişmesi için büyük gayret sarfetmiş bir sanatçıdır. Okulun
son müdürü Feyhaman Bey olmuştur.
Okulun arşivi bir yangında yok olduğu için öğrenciler hakkındaki bilgiler yetersizdir. İlk yıl 33
öğrencinin okula alındığı, öğrencilerin çarşaflı ancak peçeleri açık olarak derslere katıldıkları
bilinir.[1] Öğrencilerin model ve açık hava çalışmalarında sorun yaşamışlardı. Sorunların aşılmasında
Mihri Müşfik Hanım’ın girişimciliği etkili olmuştur.[1]. Yaz aylarında öğrenciler özel izinle polis
denetiminde Gülhane Parkı, Üsküdar, Topkapı Sarayı gibi mekanlarda açık hava çalışmaları
yapmıştır. Kadın model sorunu hamamlardan getirilen elemanlar ve 1917’de gelen Rus göçmenler
yoluyla halledildi. Erkek model sorunu için İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki torsların kalıpları alınıp
okula getirildi; ardından yaşlı, sakat ve giyinik erkek modellerin okula getirilmesi için izin alındı
ve Zaro Ağa okulda model oldu. Sanayi Nefise ve İnas Sanayi Nefise Mekteplerinin birleşmesi için girişimler
1925’te başladı. Okul Fındıklı’daki binasına taşındığında kız ve erkekler birlikte eğitim almaya başladı. İki
okulun birleşip İnas Sanayi Nefise Mektebi’nin kapanmasının 1926’da gerçekleştiği sanılır
5. Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını ilk başlatan kadın ressamdır.
Özellikle portreleriyle tanındı. Tanınmış kişilerin portrelerini yaptı;
portresini yaptığı kişiler arasında Mustafa Kemal Atatürk ve Papa XV.
Benedict de vardır. Kız öğrencilerin devam ettiği bir Güzel Sanatlar
Akademisi olan İnas (Kız) Sanayi Nefise Mektebi'nin ilk kadın
yöneticisi oldu; pek çok kadın ressamın yetişmesine emeği geçti.
Resme olan tutkusu nedeniyle aristokrat yaşamını terk etti, bohem
ve yoksul bir yaşam sürdü. Ressam Hale Asaf'ın teyzesidir
6. 1886 yılında İstanbul'da, Kadıköy'ün Bahariye semtindeki Dr. Rasimpaşa Konağı'nda
dünyaya geldi. Babası, Askeri Tıbbiye'de ders veren ve "Tıbbiye Nazırı" veya "Tıbbiye
Reisi" olarak da bilinen Dr. Çerkez Ahmet Rasim Paşa'dır. Avrupaî bir eğitim gördü.
Edebiyat, musikî ve resim ile ilgilendi. Resme olan ilgisi diğerlerine göre ağır
basıyordu. Yaptığı bir resmi Sultan II. Abdülhamit'e takdim edince[1] saray
ressamı Zonaro’nın öğrencisi oldu; kendisinden Beşiktaş’taki atölyesinde resim
dersleri aldı. Böylece Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını başlatan ilk kadın ressam
unvanını aldı.
7. On yedi yaşındayken bir müzik dinletisinde tanıştığı İtalyan kökenli bir müzik şefinin
peşinden Roma'ya kaçtı. Sahte pasaportla gittiği İtalya'da tanıdıklarının yanında bir süre kaldıktan
sonra sanat dünyasının merkezi sayılan Paris’e geçti[2]. 52 Montparnasse Bulvarı'ndaki adreste
kiraladığı yeri, hem ev; hem de atölye olarak kullandı. Portre ve gravür ağırlıklı resimler yaparak ve
evinin bir odasından aldığı kira ile geçimini sağladı. Kiracılarından birisi, Bursalı Selami
Paşa’nın Sorbonne’da Siyasi Bilimler öğrenimi yapmakta olan Müşfik Selami Bey idi. Müşfik Selami
Bey (İnegöllü) ile evlenen Mihri Hanım böylece sanat dünyasında bilinen "Mihri Müşfik Hanım" adını
aldı.
İtalya ve Fransa’da çeşitli sanat okullarda ve atölyelerde öğrenim gören Mihri Müşfik Hanım,
dışavurumcu bir anlayışla özgün portreler yaptı. Çağdaş resim akımlarını yakından takip etti.
Portrelerinde kübizmin ve ekspresyonizmin etkisi görüldü. En önemli eseri sayılan Naile
Hanım portresini bu dönemde, 1908 - 09 yıllarını içeren uzunca bir süreçte meydana getirdi.
Eser, İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularından, eski Viyana Sefiri, İstanbul şehreminlerinden
(belediye başkanı) Ali Rıza Bey’in annesi, Naile Hanım’ı betimlemektedir[3].
8. Mihri Hanım, Fransa ile borç anlaşması yapmak üzere Paris'te bulunan dönemin Osmanlı Devleti
Maliye Nazırı Cavit Bey ile bir davette tanıştı. Cavit Bey'in Maarif Nazırı'na bir telgraf göndererek
Mihri Hanım’dan kızlar için açılacak güzel sanatlar okulunun kurulmasında yararlanılmasını önerince,
Mihri Müşfik Hanım 1913 yılında İstanbul Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) resim öğretmenliğine
atandı. Bu okul, Müslüman halkın kızlarının devam ettiği en yüksek eğitim kuruluşu idi. Burada,
öğrencilerini etkileyen ve sevilen bir öğretmen oldu[2]
1914 yılında kız öğrencilerin yüksek öğrenim görmelerine ve güzel sanatlar alanında yaratıcılıklarını
değerlendirmelerin imkan vermek üzere İnas Sanayi-i Nefise Mektebi açıldı. Dönemin Maarif
Nazırı Ahmet Şükrü Bey ile görüşerek kız öğrenciler için Sanayi-Nefise Mektebi'nin kurulmasını
isteyen Mihri Müşfik Hanım'ın okulun açılmasında Mihri Hanım'ın büyük rolü oldu.[4]
Mihri Hanım, bu kurumun resim atölyesine öğretmen oldu ve matematikçi Salih Zeki Bey’den sonra
Ömer Adil Bey ile birlikte okulun müdürlüğüne getirildi. İnas Sanayi-i Nefise’nin ilk kadın yöneticisi
olan Mihri Hanım'ın, kızları açık havada resim yapmaya, modelden çalışmaya ve kadın ressamları ilk
kez toplu bir sergi açmaya teşvik etti. Pek çok kadın ressamın yetişmesinde katkısı oldu. Bu
resamlardan bazıları Nazlı Ecevit, Aliye Berger, Fahrelnisa Zeid’dir.
9. 1919 yılında aniden İtalya’ya gitti. Bu ani gidişinin nedeninin, İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarıyla
olan yakın ilişkilerinin, onu işgal altındaki İstanbul’da zor duruma düşürmesi olduğu sanılmaktadır.
Mihri Hanım’ın, bu dönemde tutuklanan Hüseyin Cahit ve Cavit Beylerii ıziyaret etmesi, basında
aleyhine yazılar çıkmasına neden oldu. Bu kargaşa döneminde, bir yıl için gittiği İtalya’dan geri
döndüğünde, iki yıl daha İnas Sanayi-i Nefise’de ders verdi. Bu arada kötü alışkanlıklar ve sosyal
çalkantılar nedeniyle Mihri Müşfik Bey ile iyi yürümeyen evliliği boşanma ile sona erdi[3] .
Mihri Hanım, 1922 yılında Yunan ordusunun denize dökülmesinin ardından Mustafa Kemal’i mareşal
üniformasıyla ayakta canlandıran yaklaşık 3m yüksekliğinde bir portresini yaptı ve Çankaya Köşkü’ne
götürerek kendisine sundu. Bu, Cumhuriyetin ilanından sonra bir Türk ressam tarafından yapılan ilk
Atatürk portesi'dir. Daha sonra Yugoslav Kralı Alexander hatırasına Yugoslavya'ya hediye edilen bu
tablo,II. Dünya Savaşı sırasında Belgrad Sarayı'nın tahrip olması sonucu kayboldu; 1990’larda
bulundu.
10.
11. 1922 yılının sonuna doğru yeniden İtalya’ya gitti. Portreler yaparak uzun süre yaşamını sürdürdü.
Konu olarak hep ünlü kişileri seçti. İtalyan şair Gabriele d'Annunzio ile birlikte olduğu dönemde onun
aracılığıyla birkaç kez Vatikan’a kabul edildi ve Papa’nın bir portresini yaptı, ayrıca bir kilisenin
fresklerinin onarımında çalıştı. Vatikan’da ilk kez bir Papa, başka dinden bir kadın ressama poz
vermiştir. Bu tablo yeni Papa’nın seçimine kadar Vatikan Müzesi’nde kaldı.
İtalya’dan sonra Paris’e geçen Mihri Hanım, bu dönemde "Çingene" isimli tablosunun Louvre
Müzesi’ne kabülü ile mutlu oldu (eserin bir kopyası İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ndedir) ancak
kızkardeşi Enise Salih Hanım’ı ve yeğeni Hale Asaf’ı kaybettikten sonra Paris’te yaşamak istemedi.
Ülkesinde ise kendisine karşı baskıcı bir tutum olmasından ötürü ABD’de yaşamayı tercih etti. Bir
süre New York, Washington, Chicago’da üniversitelerde konuk resim profesörlüğü yaptı ve zengin
Amerikan ailelerine özel dersler vererek geçimini sağladı. 26 Aralık 1928 tarihli Cumhuriyet
Gazetesi’nin haberine göre New York’un Geroge de Maziroff Galerisi’nde bir de kişisel sergi
düzenledi. Yaşlılığı yoksulluk içinde geçti. 1954’te New York’ta yaşamını yitirdi.
12. Taha Toros’un kaleme almış olduğu ve Akbank tarafından Türk resim sanatı yayıncılığına kazandırılan
‘İlk Kadın Ressamlarımız’ isimli yapıtın dipnotlarından, sanatçının 1988 yılına kadar yapılan
araştırmalarda bilinen Türkiye’de 32, İtalya’da 36, Fransa’da 23 ve Amerika’da 60’ı aşkın olmak üzere,
150 dolayında eseri kayıt altına alınmıştır
Sanatçı, eserlerinde eşi Müşfik Selami İnegöllü ile evli kaldığı (1905 - 1922) dönemde Mihri Müşfik,
diğer dönemlerde ise Mihri Rasim imzasını kullanmıştır. sayısı azımsanmayacak yapıtlarında da
imzaya rastlanmamaktadır [3].
20. İstanbul
kız Kız Lisesi
• Fransa 1897
• Türkiye1914
• Öğrenci sayısı
• Müslüman:27
• Gayri müslim:6
• ransa 1897
21. Zaro Ağa (1774/1777, Bitlis - 29 Haziran
1934, İstanbul), 157 ya da 160 yıl
yaşamış, Türkiye'nin en uzun yaşayan
insanı ve yabancı kaynaklara göre ise
Dünya'nın en uzun yaşayan birkaç
kişisinden biridir.
Zaro Ağa, on Osmanlı padişahı,
bir cumhurbaşkanı görmüş, altı savaşa
katılmış ve bâzı kaynaklara göre yedi kez,
bâzı kaynaklara göre de 13 kez, başka bir
kaynağa göre 29 kez evlenmiştir. Beşi kız,
sekizi erkek 13 çocuğu ile 29 torunu
olmuştur.[1][2]
22. Zaro Ağa, bâzı kaynaklara göre 1774, bâzı kaynaklara göreyse
1777'de Bitlis, Mutki, Meydan Mahallesinde doğmuştur. 18. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul'a
gitmiş ve Selimiye Kışlası, Ortaköy ve Tophane camilerinin inşaatında çalışmıştır. Elli yaşlarında
uzun yıllar İstanbul Hamal Topluluğu'nun başında kalmıştır. Daha sonra operatör Emin
Bey'in şehreminiği zamanında belediye serhademeliğine getirilmiş ve bu vaziyeti ölümüne kadar
sürdürmüştür. Böylece son günlerini İstanbul'da geçirmiştir ve burada ölmüştür.[3]
Ölümüne yakın ise kapıcılık yapmıştır.[3]
Dünya basının odak noktası olmuş ve Dünya'nın en uzun yaşayan insanı olarak 1925'te İtalya'yı
1930'da alkol karşıtı bir derneğin daveti üzerine Yunanistan'dan hareket ederek Amerika'yı,
1931'de İngiltere'yi ziyaret etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk ile iki kez karşılaşmış, kadınlara çok
fazla hak verdiğinden yakınmıştır.[4] 1925'te Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir demecinde
ise Ben neŞeyh Said denen o mel’unu tanırım, ne de adamlarını bilirim. Allah belalarını
versin! diyerek dönemin önemli sorunlarından Şeyh Said İsyanı'nı eleştirmiştir.[5][6]
23. Zaro Ağa, 29 Haziran 1934 tarihinde Şişli Etfal Hastanesi'nde
öldü. Yapılan otopside Zaro Ağa'nın oldukça uzun yaşamasına
rağmentüberküloz, kalp büyümesi, beyinde damar
tıkanıklıkları ve üç böbreklilik gibi sağlık sorunlarına sahip
olduğu belirlendi.[3] Şişli Etfal Hastanesi başhekimi Rıfat
Hamdi'nin açıklamasına göre Zaro Ağa, ölümünden önce 162
yaşında olduğunu söylemişti.[7]