SlideShare a Scribd company logo
1 of 47
Download to read offline
1
2



İçindekiler:
 Kültür ve Sanat Kenti Mersin
 Mustafa ÖRÜNK                                            4

Nice Yıllara!...
                                                          5
Selma YAĞCI
Bir Kentin Kültürel Açıdan Soluk Alması
                                                          6
Ahmet SAY
Başı Dik Müziği Fırtınanın                                7
Gökyüzü
Fazıl SAY                                                8-11
Fazıl SAY                                                12-13
Uh Ah Dev Adam
                                                         14-15
Doğan AKÇA
“Sponsor”luk
Ferit EDGÜ                                               16-17
Nevit Kodallı                                            18-19
Orkestra Yönetmek
Alain PARİS (Çev. Yüksel KOPTAGEL)                       20-21
Polifonik Korolar ve Müzik Festivali
Semihi VURAL                                              22
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası                      23-24
Rengin GÖKMEN-Cihat AŞKIN                                 25
Çağdaş Müziği Dinlemek
Önder KÜTAHYALI                                          26-27

Sanat Ve Para
Ahmet CEMAL                                               28
Genç Müzikçilere Öğütler
Robert SCHUMANN (Çev. Turgut GÜRAN)                      29-31
Mersin Müzik Festivali
Suna TANALTAY                                             32

Bir Sevgi Bestesi
Vahap KOKULU                                             33-35

Gülsin ÖNAY                                               36
Sessizlikten Çok Sesliliğe
Ahmet YEŞİL                                              37-38

İlhan ERŞAHİN                                            39-43
Mersin'in Geleceğinde Müzik Var
Fazıl TÜTÜNER                                             44
UNESCO Kültür Bakanları 3. Yuvarlak Masa Toplantısının
"Müziğimizin Evrenselleşmesi" Üzerine Düşündürdükleri    45-47
Doç. Mustafa APAYDIN
3




                      ATATÜRK'ÜN KÜLTÜR P0LİTİKASI VE MÜZİK
        “Amacımız, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı, içeriği ve
biçimiyle uygar bir toplum durumuna getirmektir. Başarı için en gerçek kılavuz bilimdir,
tekniktir. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alınmalı ve
her yurttaşın kafasına sokulmalıdır. Dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından,
ilerlemelerinden yararlanılmalı; fakat asıl temel, ulusun kendi içinden çıkarılmalıdır. Kültür
etkinlikleri, yeni ve modern esaslara göre örgütlenip yürütülmelidir. Sanat, birey ve toplum
olarak insanca yaşamanın vazgeçilmez öğeleridir. Türkiye Cumhuriyetinin temeli “kültür”dür.
Kültür, oluştuğu, yapıldığı, geliştiği yerin özelliklerine bağlıdır. Bu yer, ulusun öz yapısıdır. Türk
halkının gelişmesi demek, en başta kendi kültürünün gelişmesi demektir. Güzel sanatlarda
başarı, bütün inkılapların başarılı olduğunun da kesin kanıtıdır. Sanatsız kalan bir ulusun hayat
damarlarından biri kopmuş demektir. Bir ulus sanata önem vermedikçe büyük bir felakete
mahkumdur. Bunun içindir ki Türk ulusunun sanata olan sevgisi sürekli olarak her türlü araç
ve önlemlerle geliştirilmelidir. Sanatlar içinde en çabuk, en önde götürülmesi gereken müziktir.
Çünkü, bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği, alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
M. K. Atatürk

    Türkiye'de çoksesli müzik, Atatürk'ün yukarıdaki görüş ve ilkeleri doğrultusunda, özgür
düşünce temelindeki yaratıcılık ortamına ilerlemiştir. Buna "Türk Müzik İnkılabı" diyoruz...
4


                                Kültür ve Sanat Kenti Mersin
                                                                                  Mustafa ÖRÜNK
                                                                                          Editör




      Toplumsal ve kentsel değişimin çizgisine ayak uyduramamış, atalet içerisindeki idari yapı
ve mevzuata rağmen, içten ve kendiliğinden gelişen ve gerçekleşen bir oluşumun içerisindeki
Mersin, gün geçtikçe önemli bir dünya kenti olma yolunda büyük adımlar atıyor;
       Atılan bu adımlardan biri de Mersin 1. Uluslararası Müzik Festivali’dir.
        1-13 Ekim 2002 tarihlerinde gerçekleşecek olan bu önemli Kültür Sanat hareketi bir
ihtiyaçtan doğmuştur.
       Yıllardan beri Mersin'e bir kimlik kazandırma düşüncesi; özellikle Sivil Toplum
Örgütleri'nin bu uğurda gösterdiği gayret ve çabalar meyvelerini vermeye başlamıştır. Ülkemizde,
hemen her alanda varlığını hissettiren değişim ihtiyacı, bunu en belirgin olarak müzikte
göstermektedir. Müzik toplumların kendini en iyi ifade ettiği alanların başında gelmektedir.
        Bir sanat olarak müziğin, kültürel ve estetik boyutunun yanında toplumsal boyutunun da
olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde olduğu gibi müzik hem toplumu değiştirmede hem de, kendini
değiştirip geliştirecek, karşılıklı etkileşimi harekete geçirmektedir.
        Sonuç olarak, yurdumuzun önemli kültürel zenginliklerini bağrında saklayan Mersin, 1.
Uluslararası Müzik Festivali ile bu zenginlikleri, kültür sanatın hem ulusal hem de uluslararası
dostlarıyla paylaşmanın onurunu yaşayacaktır.
       Bizlere bu onuru yaşatacak tüm sanatçılara ve T.C. Kültür Bakanlığı, İçel Valiliği, Mersin
Büyükşehir Belediyesi, Mersin Üniversitesi, Yenişehir Belediyesi, Akdeniz Belediyesi, Mersin
Ticaret ve Sanayi Odası, Mersin Ticaret Borsası, Mersin Deniz Ticaret Odası, Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrası, Mersin Devlet Opera ve Balesi, Bilkent Senfoni Orkestrası, Mersin Kültür
Merkezi Derneği, Mersin Flarmoni Derneği, Mersin Polifonik Korolar Derneği, İçel Sanat Kulübü,
Mersin Liseliler Derneği, ve Ana Sponsorlar: Çimsa, Opet, Şişecam, Otel Gondol, Koluman, İmsk,
Atako, Güven Ofset, Oser Reklam, Erdemir, Arbel, Mesbaş'a gayret ve katkılarından dolayı
teşekkürler ederiz. İyi ki varsınız.
       Dileğimiz, kurum ve bireylerin daha büyük duyarlılıklar göstererek, Mersin'in gerçek
anlamda kültür ve sanat kenti olması yolunda önemli bir adım olan 10. 20. Müzik Festivallerini de
görüp izleyebilmektir.
       Selam ve sevgi ile
5


                                        NİCE YILLARA!...
                                                                                      Selma YAĞCI
      Mersin Uluslararası Müzik Festivalinin 20. yılında Mersin'imizi hayal etmek istiyorum.
Öyle geldi içimden. Biliyorsunuz, "İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar" derler. Bu da yaşamı
uzatmanın bir yolu belki.
        O da ne?... Binaların boyu kısalmış. Sahil boyunca betondan bir sur gibi duran, arkalarında
oturanlara bir nefeslik bile rüzgar bırakmayan yapılar yok artık. Yerlerini sahil yolunun dağ
tarafındaki şipşirin evlere bırakmışlar.
       Caddeler pırıl pırıl tertemiz. Duyduğuma göre haftanın belli günlerinde mis kokulu,
deterjanlı sularla yıkanıyorlarmış.
        İnsanımızın giyim kuşam derdi azalmış ve artık yüzleri gülüyor. Evlerde sular şakır şakır
akıyor. Sağanak yağmurlarda bile elektrik kesilmiyor.
        Yeni doğan çocuklar yaşama eşit koşullarda başlıyor. Hepsinin sosyal güvencesi var. Eğitim
ve öğretim de güzel haberle var. Çocuklarımız artık sadece okullarında eğitiliyorlar. Öyle özel kurs
filan yok. Hem de aldıkları eğitim istedikleri üniversiteye girebilmeleri için yeterli oluyor...
       İnsanımızın çok daha üretken olmuş. Üstelik "Verimlilik" konusunda da çok duyarlı...
       Çocuğunu okula yollayan anne işinin başına koşuyor...
      Daha iyi yaşam koşulları için gün boyu çalışan aile bireyleri mutlu bir yorgunlukla
dönüyorlar evlerine. Huzurlu ve kendini gerçekleştirmenin mutluluğunda..
       Aylardan Eylül sonu. Ekim başı ve bir telaş, bir heyecan var yine güzelim şehrimizin güney
rüzgarlarında...
       Mersin 20. Uluslararası Müzik Festivali için tüm kent halkı seferber...
       Dükkanlar satılacak güzel eşyalarla bezeniyor.
        Fuarlar için hediyelik eşyalar üretiliyor. Plaketler hazırlanıyor. Söyleşiler, paneller, kitap
imzaları, resim sergileri ve sokak şenlikleri organize ediliyor. Bütün bunlar şehrimize gelecek
sanatçılar, diğer konuklar ve kendi insanımız için. Kent halkı ise heyecanla konuklarını ağırlamaya
hazırlanıyor. Yüreklerinde "Dünya Festivaller Listesine" girmiş olmanın sorumluluğu var.
       Bana gelince; bu sene de olağanüstü güzel bir festival olacağına eminim. Hangi etkinliklere
katılsam acaba?.. Eskiden hiçbirini kaçırmak istemezdim. Artık yoruluyorum galiba..
       O da ne yanımdan hızla geçen "Pozcu" minibüsünden yayılan müzik "Vivaldi Mevsimler"
miydi?.. Yüreğimi sımsıcak
6


                        Bir Kentin Kültürel Açıdan Soluk Alması
                                                                                          Ahmet Say
      Bu yıl birincisi gerçekleşen Mersin Müzik Festivali konusuna geçmeden, ülkemizin büyüklü
küçüklü festivallerine değinmek istiyorum. Böylece Mersin Festivali'nin yeri daha belirginleşecektir
düşüncesindeyim:
        Hangi çapta, hangi özellikte olursa olsun, her festival yenilikler sunar, dolayısıyla tazelik
içerir. Eskiden birçok kasabamızda "şenlik" adı altında nice anlamlı yerel festival düzenlenirdi. Bu
amatör festivallerin de yeni bir sözü, bir mesajı vardı. Kırşehir'e bağlı küçük bir Orta Anadolu İlçesi
olan Kaman'ın "Ceviz beldesi" olduğunu, festivalin adından öğrenmiştim. Otuz yıl kadar önce,
Yarımca'da edebiyat ağırlıklı bir "Kiraz Festivali" düzenlenirdi. Çok düzeyliydi bu festival. Ege
bölgesinde, Turgutlu ve Dikili'de de yine edebiyat ağırlıklı, ama "yerel" sınırları aşan, "ulusal"
özellikte festivaller yapılırdı. Günümüzde Muğla'nın Datça ilçesinde gerçekleştirilen "Can Şenliği",
müzik etkinlikleriyle desteklenen gerçek bir "şiir festivali'dir. Can Şenliği, medyada gördüğü ilgiyle
ulusal niteliğini kanıtlamış, şiir sanatında bu yıl uluslararası ilişkilere yönelmeye başlamıştır.
       Türkiye'de uluslararası müzik festivallerinin en görkemlisi, İstanbul Festivali'dir. 1973 yılın-
dan beri başarıyla sürdürülen bu festivali, Ankara ve İzmir müzik festivalleri izler. Kültür Bakanlığı
Opera ve Bale Genel Müdürlüğü tarafından Antalya'da düzenlenen "Aspendos Opera ve Bale
Festivali", tam anlamıyla "Uluslararası" nitelik kazanmış değildir; ancak, yapıldığı ortam olan
Aspendos antik amfiteatrı ile opera ve bale gibi gösterişli sahne prodüksiyonlarının birleşmesi
nedeniyle bu festivalin etki gücü büyümüştür. Bursa'daki festivalimiz ise uluslararası halk dansları
yarışmasını içerdiği için kapsamı bakımından "uluslararası" özelliktedir: Bu yarışma, UNESCO'ya
bağlı "Uluslararası Halk Sanatları Organizasyonunun üyesidir.
        Sözü şuraya getirmek istiyorum: Bir festival, "yerel" yada "ulusal", hatta "uluslararası"
özellikte bile olsa, öncelikle bir "kimlik" sergilemelidir. Düzenlenen etkinlikler bütününün bir rengi,
mesajı olmalıdır. Dilerseniz, yukarıda verdiğim örneklere bu açıdan göz atalım:
        Kaman'daki yerel ve amatör festival, "ceviz"i öne çıkarmaktadır. Yarımca'daki "Kiraz
Festivali" de edebiyat etkinlikleriyle tecimsel amacını süslemekteydi. Ege bölgesindeki festivaller,
sanıyorum bu kentlerin turistik özelliklerine dikkat çekiyordu. İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa'daki
uluslararası festivaller ise, söz konusu metropollerimizin "uluslararası" niteliğini kültürel yönden
vurgulamak amacını taşır.
        Şimdi Mersin'e geçelim: Mersin, narenciye bahçeleriyle bezeli önemli bir liman kentimiz
olarak bilinir. Oysa hızla göç alan kent nüfusunun geleneksel dokusu son yıllarda oldukça değişmiş
gözükmektedir. Bu yöndeki sorunları bir yana bırakmak istiyorum; çünkü hangi kıtada ve ülkede
olursa olsun, festivaller kent nüfusunun tamamına yönelik değildir ve kentin ekonomik
sorunlarından uzaktır. Bir müzik eleştirmeni olarak ben Mersin'i "Devlet Opera ve Balesi" adlı
başarılı birimi ve Üniversiteye bağlı Konservatuarıyla tanıyorum. Mersin Filarmoni Derneği'nin ve
İçel Sanat Kulübü Derneği'nin yöneticileriyle de yıllar boyunca diyalogu sürdürdüm. Sevindirici
olgulardan biri ise Mersin Polifonik Korolar Derneği'nin kuruluşuydu.
         Bütün bu köklü müzik birimleri birçok yönüyle bir kentin kültürel açıdan soluk alması için
sağlam bir altyapı oluşturur. Altyapının olduğu yerde, bilinçli bir organizasyon kavrayışıyla başarılı
bir festivalin gerçekleşmesi olanaklıdır. Ancak, bütün yükün müzik birimlerine ve ilgili sivil toplum
kuruluşlarına yüklenmesi yanlış olur. Doğrusu istenirse, "bir kentin kültürel açıdan soluk
alması"nda. asıl sorumlu belediyelerdir. Mersin'deki belediyelerin "kentleşme" olgusu bakımından
kültür boyutuna değer vermesi sevindiricidir. Her uygar ortamda olduğu gibi, sanat tutkusu güç
birliği oluşturacaktır.
      "İlk" olmanın getireceği eksik gedikler kimsenin şevkini kırmasın. Eksik gediği göze
almadan hiçbir işe başlanamaz. Sanat tutkusu güç birliği oluşturur.
       Mersin, uluslararası bir festivale layıktır, onu başaracaktır.
7


                                 Başı Dik Müziği Fırtınanın
Odlar duyuyorum, senfoniler, operalar.
Guillaume Tell'de halkın müziğini duyuyorum, ayağa kalkmış ve öfkeli.
Meyerbeer'in Huguenot'larmı, Peygamber'ini yada Robert'ini.
Gounod'nun Faust'unu yada Mozart'ın Don Giovanni'sini duyuyorum.
Dans müzikleri geliyor kulağıma, tüm ulusların,
Vals'in tadına doyum olmaz bir ölçüsü geçiyor sekerek,
mutluluk sarıyor her yanımı,
Gitarların tınlayan seslerine ve kastanyetlere eşlik eden bolero.
Kutsal danslar görüyorum, eski ve yeni,
                                     sesini duyuyorum İbrani’lerinin,
Haçlılar görüyorum, zillerin savaş sesine ayak uydurmuş,
haçı kaldırmışlar yukarı, yürüyorlar.
Dervişler duyuyorum, mırıl mırıl okuyorlar, keskin huu'larla
bölüyorlar mırıltılarını, kıbleleri Mekke, dönüyor, dönüyorlar.
Perslerin, Arapların kutsal rakslarını görüyorum, esriklik içinde hepsi.
Bir de, dans ediyor Keres'in yurdu Eleusis'te günümüzün Yunanlıları,
El çırpışlarını duyuyorum, öne eğiliyorlar,
İşitiyorum, düzenli bir ölçüyle ayaklarını sürtüyorlar yere.
Korybantların çılgın dansları gözlerimin önünde,
yaralıyor dansçılar birbirlerini,
Romalı gençleri görüyorum, çığırtmaların tiz seslerine
                      ayak uydurmuşlar silahlarını havaya atıp atıp tutuyorlar,
Dizüstü düşüyor, ayağa kalkıyorlar.
Müezzinin sesini duyuyorum, ezan okuyor Müslümanların camisinde,
İçerdekileri görüyorum, namaz kılanları, vaazsız, soruşuz, konuşmadan,
Üstelik sakin mi sakin, olmadık biçimde dindar,
                                               parlayan başları dik, yüzlerinde vecit,
Çok telli Mısır arpını duyuyorum,
Nil kayıkçılarının kadim şarkılarını,
Çin'in kutsal hükümdarlık övgülerini dinliyorum.
(tahtaya vuran taş) kingin insanı saran sesi,
Ya da Hindu flütlerine ve vinanın süslü tınlamalarına ayak
uydurup danseden bayardereler takımı.
Artık Asya, Afrika bırakıyor beni, Avrupa yakalıyor, üstelik sımsıkı,
Koskoca orglar ve de kalabalık insan sesleri dolduruyor içimi,
Luther'in güçlü şarkısı Eine feste Burg ist unser Gott,
Rossini'nin Stabat Mater Dolorosa'sı,
Ya da yüksek bir katedralin göz kamaştıran renkli pencereli loşluğu içinde
İnsanın yüreğine dolan Agnus Dei ya da Gloria in Exelcis.
Ey Besteciler! güçlü maestrolar!
Ve siz tüm ülkelerin tatlı şarkıcıları, sopranolar, tenorlar, baslar!
                          Çiçeği burnunda ezgi çığıran bir batı halk ozanı.
Saygıyla sunuyor sizlere sevgilerini.
WALT WHITMAN, Başı Dik Müziği Fırtınanın'dan…
8

Fazıl Say'ın Kaleminden
Yaşamından Bir Kesit...
                                          GÖKYÜZÜ
                                                                                          Fazıl SAY
                                       Kâmuran Gündemir, yaşamımın en önemli döneminde
                                       hocam olmuştur: On iki yaşımdan on yedi yaşıma kadar.
                                       Şöyle demeliyim: Onunla çalışmaya başladığımda bir
                                       çocuktum, Konservatuarı bitirdiğimde piyanisttim. Bu beş
                                       yıllık süreci, 1982'de uygulanmaya başlayan "özel statü" adlı
                                       hızlandırılmış yoğun eğitim programında tamamladım.
                                       Muhiddin Dürrüoğlu Demiriz ve Yeşim Alkaya da aynı
                                       programdan yararlandı. Ayrıca kompozisyon bölümünü de
                                       bitirdik.
                                               Kâmuran Hoca için ders vermek, öğrencisine
                                        kendisini adamaktı. Bizi adam etmeye ant içmiş gibiydi.
Muhiddin ve benim için sabahın yedi buçuğunda okula gelirdi. Biz de o gelmeden önce, ellerimizi
ısıtıp açmak için altı buçukta çalışma odasında olurduk.
        Bizim ev konservatuara uzaktı. Bu erken saatte otobüs olmadığı için, beşi çeyrek geçe evden
çıkar, yürürdüm. Karanlık ve soğuk vız gelirdi. Piyanoya gittiğimi düşündükçe sevinirdim. Ben
giderken ay peşimden yürürdü.
       Artık müzik çalışıyordum: Müzikal ifadeye, tuşe özelliklerine ödünsüz bağlılık…
        Beethoven'in son dönem sonatlarındaki pastoral renkleri araştırıyorduk. Psikolojik yönden
olabildiğince derinlemesine inceliyorduk Beethoven'i. Seslerin felsefesi! Gündemir, olağanüstü bir
özgüvenle açıklıyordu bunları. Düşüncelerini ellerim aracılığıyla seslerin içine sığdırmamı
istiyordu. İnanılmaz bir yoğun çalışmaydı. Zor yapıtların üstesinden gelme dönemi başlamıştı.
Beethoven'i kavramak için beynimin zonkladığını bilirim. Ama birkaç dakika sonra beynimde
damarlar açılır, içine Beethoven sonatının koca bir bölümü akmaya başlardı. Hiçbir tuşa düşün-
meden basmayı öğreniyordum artık.
        Beşevler'deki yeni konservatuar binasına taşınmıştık. Üç kış boyunca kalorifer çalışmadı bu
yeni binada. Oda buz gibiydi, üst üste üç kazak giyerdik. Kâmuran hoca evden bir elektrikli soba
getirmişti, ama bu sefer de sigorta atıyor, soba yanmıyordu. Sabah hava henüz ağarmamışken soğuk
flüoresan ışığının daha da üşüttüğü bu odada, Bach'ın La minör Prelüd-Füg'ünü çalışıyorduk. "İnsan
böyle bir eser yazıp ölmeli" diyordu hocam. Demek ki Prelüd-Füg, yaşamak kadar güzeldi.
İçimizde ılık rüzgârlar esiyordu o zaman. Her notayı, ama her notayı, bir su damlası bellemiştik.
Hayır, "Kristaller gibi" derdi o, "kristaller gibi dökülmeli!" Bazen de öfkelenir, makineli tüfek gibi
konuşurken yirmi bir cümleyi bir cümlede söylerdi. Bütün bunları "müzik için" yaptığını
hissederdik. Otuz saniyelik bir pasajla iki buçuk saat uğraşır, istediği gibi çaldığımızı görmeden
dersi bitirmezdi.
        Muhiddin'le ben, aslında zor öğrencilerdik. Göz, kulak, bellek, matematik, armoni, sezgi ve
biraz da eleştiri gibi yetilerimiz yüzünden, bizimle uğraşmak zordu. Bach ve Beethoven'in
yapıtlarında bazı anlam sorunlarını çözmek için Kâmuran Hocamız seksen tane seçeneği sergiler,
sonra en doğrusunu seçip öğretirdi. Ders bitince Muhiddin ve ben, başka bir seçenekte karar
kılardık. Ertesi derste bunu uyguladığımız zaman Kâmuran Hoca meseleyi fark etmez, "Hah işte,
söylediğime geldiniz, anlatana kadar canım çıkmıştı" derdi. Biz de öğlen paydosunda kantinde bir
ayran kutusunu ikiye bölüp plastik bardakları tokuştururduk.
       Hocamın başka bir özelliği ise müzikle edebiyat, müzikle resim ve müzikle felsefe
arasındaki bağlantıları bulup göstermesiydi. Bir gün Beethoven çalışırken yerinden fırladı, duvarda
9

asılı duran bir tablonun alt kısmını kollarıyla kapayıp akort bağlantılarını tanımlamak için
peyzajdaki gökyüzünü gösterdi. "Bakın, işte burası gibi" diyordu.
        Dahasını söyleyeyim: Belki sekiz yıl sonra, 1990'lı yılların başında, Almanya'da göklere
çıkarılan bir "Beethoven" kitabı yayımlanmıştı. Beethoven'in o dönemdeki ressamlardan nasıl
etkilendiğini araştıran değerli bir kitap... Yazar, büyük sükse yaptı, ama doğrusu, kitapta yazılan
çoğu gerçeği ben Kâmuran Hocamla yıllar önce Beethoven'in Op. 109 sonatını çalışırken
öğrenmiştim.
        Hocamın müthiş bir "bağlantı kurma" kavrayışı vardı. Öyle herkesin bulamayacağı sanatsal
özellikleri sezer ve ilişkilendirirdi. Konservatuarın can çekişmekte olan piyanosunda Opus 109
Sonat'taki bitki örtüsünün tonlarını, yada gökyüzünün renklerini nasıl seslendirmem gerektiğini,
renkleri seslere nasıl dönüştüreceğimi sihirbaz gibi bulup çıkarırdı.
       Renk ve ses! Ses rengi! Kendimi bildiğimden beri hep bunun peşinde değil miydim?
        Pedal oyunlarıyla bin bir çeşit renk üretmeyi öğreniyordum. Pedal kullanımı, Kâmuran
hocanın başlıca hünerlerinden biriydi. "Çeyrek pedal", "yarım pedal", "yandaş" (notanın hemen
ardından), "andaş" (sesle birlikte) ve ötekiler... Pedal kullanma bilinci sayesinde yüzen sesleri
dilediğimiz karaktere dönüştürebiliyorduk.
        Çağdaş müzik yapıtlarındaki anlatımların büyüteç altına alınıp çözümlenmesini de ondan
öğrendim. Özellikle Türk bestecilerin... Bu yapıtlar, sanki yasak savmak için, üstünkörü
seslendiriliyordu genelde. Muhiddin ve ben, Ulvi Cemal Erkin'den İlhan Usmanbaş'a uzanan
bestecilerimizi çalışırken onlara Chopin ve Bach analizleri kadar önem verirdik.
        O yılların Türkiye'sini düşünüyorum. Kimin haberi vardı bunlardan? Kimin umurundaydı?
Toplumun belki yüzde doksan dokuzunun klasik müzikle uzak yakın ilişkisi yokken değerini kim
bilebilirdi bu çalışmaların? Ama biz "her şeye rağmen" var oluyorduk. Kâmuran Gündemir'in
olağanüstü çabaları, öğrencilerine uluslararası kariyerde başarılar getirdi. On yedi yaşındayken
Avrupa'ya gittiğimizde, kimsenin bize piyano çalmayı öğretecek hali yoktu. Piyano edebiyatının
bütün yapıtlarını yorumlayacak düzeydeydik. Avrupa, belki değişik kültürleri tanımamız ve bazı
ayrıntılar açısından yararlı olmuştur, ama müzikal kişiliğimiz, Gündemir'in derslerinde zaten doruğa
ulaşmıştı.
        Bugün yurtdışında sıkça karşılaştığım bir soru var: "Türkiye'den nasıl oluyor da klasik
müzikçi yetişiyor?". Benimle yapılan röportajlarda, Türkiye'deki müzik eğitimi konusu çoğunlukla
yer almıştır. Bu soruyu biz kendimize sormuyoruz, onlar soruyorlar. Müziğe, Almanya'ya
gittiğimde başlamış olmadığımı biliyorlar, benim ilk on yedi yılımı merak ediyorlar: "Türkiye'de
orkestralar var mı, opera ve bale kuruluşları, besteciler, yorumcular, konservatuarlar, bir müzik
ekolü var mı?". Anlatıyorum. Avrupa'da Türkiye'nin batı kültürüyle ilişkisi pek bilinmez. Sormakta
haklıdırlar. Çünkü kendimizi bu alanda tanıtmış değiliz.
       Bizde sorun çok, malum. Ama bunlar bizim sorunlarımızdır, başkalarının değil. Yurt dışında
eksiklerimizi değil, fazlalarımızı göstermek zorundayız. Her ülke öyle yapmıyor mu?
       İnanamıyorlar anlattıklarıma. Yalın ama çarpıcı, somut örnekler veriyorum: "İlk hocam
Mithat Fenmen, Alfred Cortot'nun öğrencisiydi. Kâmuran Gündemir, Paris Konservatuarı’nda
Lazare Lev'nin sınıfını bitirmişti. Kompozisyon Hocam İlhan Baran, Paris Konservatuarı’nda Henri
Dutilleux'nun öğrencisiydi."
      Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı düşündüğümde, içinde yetiştiğim ortamın değerini şimdi
daha iyi anlayabiliyorum. Annem, babam, öğretmenlerim, konservatuar arkadaşlarım, yakın
çevremiz, aydın dostlarımız...
        On iki yaşımda ilk kez bir walkman sahibi olduğumda, Beethoven'in 7. Senfonisini
dinleyerek saatlerce yürürdüm sokaklarda. Parklarda gezinirken çalışmakta olduğum Brahms
yapıtının renklerini kurardım kafamda.
10

       On beş yaşına geldiğimde, tatil günlerinde sabahtan akşama kadar Alban Berg'in Wozzeck
operasını dinlerdim. Bu atonal eseri neredeyse ezberlemiştim.
       Ankara'da Alman Kültür Merkezi'nin kütüphanesine üyeydim. Dört yıl boyunca her gün eve
iki plak getirir, dinlerdim: Bütün Wagner operaları, Brahms'ın bütün oda müziği yapıtları,
Beethoven sonatlarının çeşitli kayıtları, Walter Gieseking'in Mozart yorumları, Schönberg'ler... En
sevdiklerimi kasete kaydederdim. Yüzlerce kasetim olmuştu. Değerli bir koleksiyondu bu.
        İşte "özel statü" programının asıl yararları! Haftada üç gün giderdim konservatuara. Dört
gün ise dolu dolu benimdi. Babamın kitaplığından seçtiğim kitapları kaplayıp numaralandırarak
olgun bir "dünya klasikleri" kitaplığı hazırlamıştım kendime: Antik Yunan'dan tiyatro yapıtları,
Fransız, Alman, İngiliz, Rus klasikleri... Çocukluğumda "Şeker Portakalı''nı nasıl okuyup yuttuysam
bu yıllarda da Felsefe Tarihi'ni yer gibi okuyordum. Ve çağdaş edebiyat! Günümüz Fransa'sının üst
düzey bir aydın çevresi olan Sartre'cılarla kurduğum dostlukların temelinde, varoluşçuluğun
başyapıtlarını daha o zamanlar okumuş olmam yatar.
       Kompozisyon Hocam Prof. İlhan Baran gibi rafine bir entelektüele dünyada çok az rastlanır.
Konservatuara iki tam gün onun dersleri için giderdim. Muhiddin ve ben, Hocamla sabah dokuzda
başlardık çalışmaya, bazen gecenin geç saatine kadar uzardı dersimiz. Mola vermezdik, ama değişik
konulara eğilir, hep birlikte yemeğe çıkar, yemekte, parklarda, kütüphanelerde konuşup tartışarak
dersi sürdürürdük. Videodan seyrettiğimiz operalar, gittiğimiz sinemalar, müzeler, dersin birer
parçasıydı. "Analiz" derslerinde Bach'ın füglerinden Schumann'ın konçertolarına, Alban Berg'in
operalarından Charles Ives'ın yapıtlarına kadar bütün yaratıları inceler, çözümlerdik. Müzikte el
atmadığımız, araştırmadığımız konu yoktu. Dört yıl süren bu çalışma dizgesinin ana başlıkları
şöyleydi: Müzik tarihi, form bilgisi, tonal armoni, orkestrasyon, füg, çağdaş teknikler, antik Yunan
modları, enstrümantasyon, stil bilgisi, Türk makamları, usulleri ve onların çağdaş müzikte kullanım
teknikleri, caz armonisi...
        Hocam İlhan Baran, çağdaş müziğe büyük önem veriyordu. "Eğer çağdaş kültürün nerelere
uzandığını bilmez ve bu alandaki donanımlardan yoksun kalırsanız yurt dışına gittiğinizde sudan
çıkmış balığa dönersiniz" diyordu. Bu cümle beni ürkütüyor, kafamda sudan çıkmış balıkların
çırpınışını canlandırıyordum.
       Bulunan formül kestirmeydi: İlhan Baran, yeni müziğin önde gelen isimlerinden bestecimiz
Ertuğrul Oğuz Fırat'tan özel ders almamı önerdi.
       Emekli bir yargıç olan, ressam, şair, yazar ve bestecimiz Fırat'ın evi, çağdaş müziğe ilgi
duyan müzikçilerin ve aydınların toplandığı bir "akademi" gibiydi. Haftada iki kere bir araya
geldiğimiz bu akademide, dünyanın en büyük plak koleksiyonlarından biri vardı. Özellikle 20.
Yüzyıl yapıtlarının ağırlıkta olduğu bu koleksiyondan seçme plakları, Liszt'ten günümüze uzanan
gelişim süreci içinde dinliyor, yapıtın özellikleri üzerine tartışıyorduk. Üç yıl sürdürdüğüm bu çalış-
malarda yeni müzik tekniklerini gözden geçirirken yapıtları notasından izleyerek dinlerdim. Ülkeler
ve ekoller açısından da değerlendiriyorduk. Bir süre sonra ben de uzmanlaştım bu alanda. Grafik
notasyonun inceliklerini bile öğrenmiştim. Tanımadığım ekol ve ülke kalmamıştı. Polonya mı
dediniz? Penderecki, Lutoslavski, Serocki, Şmanovski, Gorecki... Bu bestecilerden sadece birkaç
yapıt da değil. Onların kaydı bulunan bütün eserlerini! Almanya mı dediniz? Henze, Stockhausen,
Zimmermann, Hartmann...
      Ben Paris Konservatuarı’nda okusaydım, piyano ve kompozisyonda bu kadar özenle
uygulanan, çok yönlü kuşatılmış bir profesyonel müzik öğreniminin donanımlarını kazanabilir
miydim?
       Almanya'ya gittiğimde, Düsseldorf’taki ünlü Robert Schumann Müzik Akademisi'nde benim
düzeyimde teorik bilgisi olan öğrenci yoktu. Hatta sonraları Berlin'de profesörlük için başvuran
doçentlere armoni dersi verdim.
11

       Ankara'da yetiştiğim ortam, aslında sınırlı bir çevreydi: Hocalarım, ailem, okulda benim gibi
düşünen ve çalışan birkaç öğrenci, babamın birkaç aydın dostu, bir de "nene" diye seslendiğim,
bağlandığım, evimizdeki her işi düzene sokan sevgili Elif Bacı! Yirmi yada otuz kişiden oluşan
küçük bir "kulüp" gibiydik. Ama ben bunun farkında değildim. Bütün Ankara'yı, hatta Türkiye'yi
böyle sanıyordum. Bu çevrenin dışında olan bazı kişiler, Ankara'daki konserlerimden sonra beni bir
köşeye sıkıştırıp önemli bir sır veriyormuş gibi, "kaç, git, kurtul buradan" diyordu.
Anlayamıyordum. Kimden kaçıp kurtulacaktım? Kâmuran Gündemir'in "tını felsefesinden mi?
İlhan Baran"ın "Wozzeck analizlerinden mi? Ertuğrul Oğuz Fırat'ın "Penderecki
değerlendirmeleri"nden mi? CSO konserlerinden, evdeki kitaplığımdan, kaset koleksiyonumdan
mı?
        Doğrusu, yurt dışına gitmek istiyordum, ama kendimi tanıtmak için, sanatımı dinletmek,
sanatımı kabul ettirmek için! Bu amaca ulaşmanın tek yolu olduğu söyleniyordu. Yurt dışı öğrenim
için burs bulmak...
      Türk devleti, "sanat eğitimi" için burs vermiyordu. Peki nasıl olacaktı? İşin bu tarafını pek
düşünmüyordum. Yumurta kapıya geldiği zaman bile kaygılanmadım.
       Konservatuarı bitirmeme birkaç ay kala, yaşamımı yeni bir yörüngeye oturtacak
beklenmedik bir olayla karşılaştım. Ünlü Alman besteci Albert Reimann ve piyanist David Levine,
yetenekli gençleri keşfetmek göreviyle Ankara'ya gelmişler. Güney Amerika'yı, Uzakdoğu ve bazı
Ortadoğu ülkelerini tarayarak sürdürüyorlarmış keşfi. Meselenin bu yönünü tabii ki bilmiyordum.
12 Şubat 1986 günü şöyle bir şey oldu:
        Öğlen paydosunda Gündemir'in odasında piyano çalışıyordum. Kapı açıldı, gözlüklü, güler
yüzlü genç bir adam girdi' içeri. İngilizce konuşuyordu. Söylediklerinden bir şey anlamadığımı
görünce elini göğsüne vurup "David Levine" dedi. Ben de aynı şeyi yapıp "Fazıl" dedim. Adam
beni piyanodan kaldırdı, kendisi oturup çalmaya başladı. Birkaç dakika sonra, çaldığı yapıtın kime
ait olduğunu sordu: "Mozart, Beethoven, Brahms?" "Hayır" dedim. Biraz daha çaldı aynı parçayı,
gene sordu. Yapıtı tanımıyordum, ama Alban Berg'in olabilirdi. "Berg" dedim. "Yes" diyerek kalktı
tabureden, aynı parçayı çalmamı istedi. Yapabildiğim kadar çalmaya çalıştım. Omuzlarımdan
bastırarak "devam et, devam et" diyordu. Kendimi koyuverip üç beş dakika daha uydurdum. "Okey"
dedi. Gözlüklerinin arkasındaki gözleri cin gibi parlıyordu. Ellerime baktı, sonra bir daha "okey"
deyip omzumu okşadı, çekti gitti.
      Bu garip olayı hiç önemsememiştim. Babama anlatmayı bile unuttum. On beş gün sonra,
Almanya'dan David Levine imzalı bir mektup geldi. Fazıl Say'ın Düsseldorf’ta Schumann
Akademisi'nde hocası olmaktan sevinç duyacağını ve Goethe Enstitüsü'nün DAAD bursu vermesine
yardımcı olacağını yazıyordu....
                                                                               Uçak Notları'ndan.
12


       Fazıl SAY
       Ankara, 14 Ocak 1970
       Babası Ahmet Say, müzik eleştirmeni ve yayıncısıdır. Annesi Gürgün Soyeller, bir
eczacıdır. Piyanoya dört yaşında Mithat Fenmen ile başlamış, Ankara Devlet Konservatuarı’nda
Kamuran Gündemir ve İlhan Baran'ın öğrencileri olmuştur. 1987'de konservatuarı bitirmiş ve
Alman devlet bursunu kazanmıştır. 1987-92 arasında Düsseldorf Schumann Devlet Müzik Yüksek
Okulu'nda David Levine ile çalışarak Konser Piyanistliği Diploması almıştır.
         Fazıl Say 1992-95 arasında Berlin Müzik Akademisi'ne öğretim görevlisi olmuştur. 1995'ten
bu yana konser piyanisti olarak ünlü orkestra ve şeflerle, dünyanın önemli sanat merkezlerinde,
konser ve resitaller vermektedir. Besteci ve piyanistliğinin yanında, konserlerde yapıtlarının
solistliğini de kendisi üstlenmektedir. Shlomo Mintz, Yuri Bashmet, Maxim Vengerov, Lawrence
Foster, Leon Fleisher, Kurt Masur gibi solist ve şeflerle çalmaktadır.
       Sanatçı, 1991 Avrupa Topluluğu Piyano Yarışması'nda Nasreddin Hoca Dansları'yla özel
ödül; 1994 Genç Konser Sanatçıları Avrupa Yarışması'nda birincilik ve 1995 Genç Konser
Sanatçıları dünya birinciliğini kazanmıştır.
       Fazıl Say, besteciliğe yedi yaşında piyano parçaları yazarak başlamıştır. Berlin'in 750.
kuruluş yıldönümü için 1987'de bestelediği Siyah İlahiler, aynı yıl bu kentte seslendirilmiştir. Berlin
Senfoni Orkestrasının siparişi üzerine Keman-Piyano ve Orkestra için Konçerto'su 1991'de
çalınmıştır. Yurt dışında seslendirilen yapıtları arasında şunlar yer almaktadır: Yansıtmalar (1991,
Berlin Senfoni Orkestrası); Debussy Prelüdlerin Uyarlaması (1991, Düsseldorf Oda Orkestrası),
İpek Yolu (1996 Boston Metamorphosen, 1996 Venezuela, 1997 Mermoz-İngiliz Oda Senfonisi
(1996 Boston).
        Fazıl Say, bestelerinde ritim öğesinin melodiyi aşan bir etken olduğunu; Türk müziğindeki
usulleri araştırıp çağdaş müziğin vurgusal özelliği ile birleştirdiğini belirtir. Örneğin Bektaşi
usulünü presto (hızlı) bir tempodan yola çıkıp çağdaş anlayışla, hatta cazın özgür armoni kavramı
ile bağdaştırmıştır. Ayrıca piyanonun çalgı olarak tüm olanaklarını kullanan, tuşlar kadar iç
mekanizmasından da yararlanan, çalgının yeni renklerini arayan yapıtlar bestelemektedir.

       BAŞLICA YAPITLARI / THE PRINCIPAL WORKS

       Orkestra/Orchestra
       Beş Debussy Prelüdü / Five Debussy Preludes, 1990
       Liszt Sonat / Liszt Sonata, 1992
       Solo Çalgı ve Orkestra / Concerto
       Yansıtmalar / Reflections (piyano, keman ve orkestra / piano, violin and
orchestra), 1990
       Op.3 Senfoni Konçertant / Concertante Symphonia (piyano ve büyük orkestra -
       piano and large orchestra), 1993-94
       Op.4 İpek Yolu / Silk Road (piyano ve oda orkestrası / piano and chamber
       orchestra), 1994
       Op.5/b İki Romantik Balad / Tvo romantic Ballades (piyano ve yaylı çalgılar /
       piano and strings), 1996
       Op.5/c Gitar ve Oda Orkestrası için Konçerto / Concerto for Guitar and
       Chamber Orchestra, 1996
       Oda Orkestrası / Chamber Orchestra
       Op.6 Oda Senfonisi / Chamber Symphony (yaylı çalgılar /strings), 1996
       Oda Müziği / Chamber Music
       Prelüdler / Preludes (flüt ve piyano / flüte and piano), 1985 Siyah İlahiler /
       Black Hymns
13

(keman ve piyano / violin and piano), 1987
Ballade'(viyolonsel ve piyano / violoncello and piano),
1990 Üç Masal / Three Legends, 1991 Op.7 Sonat / Sonata (keman ve piyano /
violin and piano), 1997
Şan ve Piyano / Voice and Piano
Op.5/a 24 Şarkı / 24 Lieds, 1994
Piyano / Piano
Piyano Parçaları / Pieces for Piano, 1977-83 Sonat / Sonata, 1984 Phrigian, 1984
Prelüdler / Preludes, 1985 Süit / Şuite, 1986
Kutsal Ses / Mystical Voice, 1987 İpek Yolu I / Silk Road I, 1989 Paganini
Çeşitlemeleri I / Paganini Variations I, 1990 Yansıtmalar / Reflections (iki
piyano / two pianos), 1990
Op.1 Dört Nasreddin Hoca Dansı / Four Dances of Nasreddin Hoca, 1990
Eski Bir Anadolu Güncesi / An Old Anatolian Diary,
1991 Op.2 Fantezi Parçaları / Fantasy Fieces, 1993 Op.5/d Alla Turca Caz
Fantezisi / Alla Turca Jazz
Fantasy, 1993
Op.5/e Paganini Çeşitlemeleri / Paganini Variations (modern caz üslubunda / in
the style of modern jazz), 1995
Op.8 Mozart'ın KV467 Piyano Konçertosu için Kadanz / Cadance for Mozart's
KV467 Piano Concerto, 1997
Op.9 İki Serbest Çalışma: Yeni Bir Gülnihal ve Kara Toprak / Two Free Pieces,
1997
14


                                       UH AH DEV ADAM
                                                                                     Doğan AKÇA
      Atena bestelemiş, hepimizin özellikle basketbol turnuvasında heyecanla söylediği şarkı
olmuştu "Uh Ah Dev Adam".
       Bizim dey adamlarımızın tam sayısını bilmiyorum. İsterseniz bildiklerimi sayayım. Opera
ve Balemizin başarıdan başarıya koşturan değerli müdürü Erdoğan Sanal,
       Nevit Kodallı hocamızın desteğiyle Polifonik Korolar Derneği'ni ülke çapında tanıtan ve altı
tane başarılı koro oluşturan Selma Yağcı,
       İçel Sanat Kulübü'nün beş yıl başkanlığını yapan, bu süre içinde sayısız sanatsal etkinliği
yöneten Fazıl Tütüner,
       Her sanatsal etkinliğe destek veren, yıllardır Kültür Merkezi Derneği'nin bütün sorunlarını
çözen değerli işadamı Hanri Atat,
       Kültür Merkezi Derneği'nin bütün sanatsal etkinliklerini büyük bir özveriyle omuzlayan
Tülay Özçürümez, Mürsel Esirgemez ve Lale Dağlı,
       İçel Sanat Kulübü'nün kurucu başkanı ve birçok sanatsal projenin mimarı Semihi Vural,
       İçel Sanat Kulübü'nü son iki yıldır yöneten değerli işadamı Teoman Sungur,
       Birçok başarılı konserin organizatörü Flarmoni Derneği'nin Başkanı Tülay Bardakçıoğlu,
        Mersin Üniversitesi'nin her etkinliğine büyük katkı sağlayan, benim her derde deva dediğim
değerli dost Prof. Dr. Selim Aksöyek,
      Mersin'de ilk sanatsal etkinlikleri başlatan Mersin Liselileri Derneği'nin değerli başkanı
Meriç Alkan,
       Büyükşehir Belediyesi'nin her sanatsal etkinliğinde öne çıkan temsilcisi Süleyman Cengiz,
       Akdeniz Belediyesi'nden Özay Öztürk,
       Yenişehir Belediyesi'nin sanatsal etkinlik üretmek için çırpınan yöneticisi Nuran Kurtuluş,
       Festival Komitesi'nin değerli genel sekreteri Özcan Güven,
       Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kadri Şaman ve arkadaşları,
      Kim bilir daha kimler vardır, bunlar benim hatırladığım isimler, yani bizim Dev
Adamlarımız.
       Çünkü onlar yıllardır hayalini kurduğumuz bir şeyin Mersin 1. Uluslararası Müzik
Festivali'nin mimarları.
       Arkalarına Kültür Bakanlığımızın, Mersin Valiliği'nin, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası'nın,
Mersin Deniz Ticaret Odası'nın ve Çimsa, Opet, Şişecam, Otel Gondol, Atako gibi birçok büyük
firmanın desteğini alabilen akıllı insanlar.
        Peki bu insanlar durup dururken sanki bir sihirli değnek değmiş gibi coşup hadi bir müzik
festivali yapalım diyerek mi bu işe başladılar. Tabii ki hayır. Zaten yukarıda isimlerini sayarken bu
güne kadar sanat ve kültür adına yaptıklarından kısaca söz etmemin nedeni de bu. Hiçbir şey alt
yapısı oluşmadan doğmuyor. Mersin Liselileri Derneği'nin sevgili Gazanfer’imizin yönetiminde
başlattığı Mersin Günleri, İçel Sanat Kulübü'nün kuruluşu ve başlattığı sanat ve kültür çalışmaları,
Opera ve Bale'nin ve Üniversite'nin gelişi, Güzel Sanatlar Lisesi ve Fakültesi'nin, Devlet
Konservatuarı’nın kurulması, Nevit Kodallı'nın Mersin'e taşınması, Onun desteğiyle Polifonik
Korolar Derneği'nin doğması, Kültür Merkezi Derneği'nin, Flarmoni Derneği'nin büyük çabaları,
güzel bir konser piyanosunun alınması, uluslararası üne sahip değerli sanatçıların Mersin'de konser
vermelerinin sağlanması, derneklerin ve özel kuruluşların açtığı sanat galerileri, ünlü Türk
15

sanatçılarının Mersin'de konuk edilmesi ve eserlerinin sergilenmesi, İçel Sanat Kulübü'nün bütün
güçlüklere rağmen yılmadan ve aralık vermeden tam 11 yıldır yayınladığı dergi, Polifonik Koro ve
Altamira Sanat Galerisi'nin yayınları, şairlerimizin aldığı ödüller ve kitaplarının ulusal yayın
kuruluşlarınca basılması, daha bunlar gibi binlerce özverili, salt bu şehir için, başka hiçbir karşılık
beklemeden harcanan çaba. İşte yaklaşık 15 yıldır adım adım Mersin 1. Uluslararası Müzik
Festivali'ne giden yol.
       Artık yol açıldı. Her yıl daha da güçlenerek büyüyecek Mersin Uluslararası Müzik Festivali
bu güzel şehri bütün dünyaya tanıtacak ve çağdaş bir dünya şehri doğacak.
       Bu gelinen noktada benimde küçücük bir katkım olduğunu hissetmenin coşkusuyla Mersin
Devlet Opera ve Balemizin 10. yılını kutluyor. Bu güzel yılın açılışını değerli Hocamız Nevit
Kodallı'nın Hürrem Sultan Balesi'yle yaptıkları için teşekkür ediyorum.
16


                                             "Sponsor"luk
                                                                                          Ferit EDGÜ
       Son yıllarda Avrupa ve Amerika'da açılan önemli sergilerin kataloglarına baktığımızda, her
serginin bir yada birkaç kuruluşun desteğiyle gerçekleştiğini görüyoruz.
      Sponsorship yada Fransızcasızla, mecenat yada patronage, Türkçe’siyle destekleme yada
koruyuculuk olmadan bu sergileri görmemiz hemen hemen olanaksız.
       İşte bu sergilerden gelişigüzel seçtiğim birkaç örnek:
       *       İslâm Sanatı/Cenevre 1985/Uluslararası (Kuveyt, Suudi Arabistan, Fransa, İsviçre,
               ABD) 27 özel ve tüzel kişinin desteğiyle,
       *       Kanuni Sultan Süleyman Dönemi/Washington 1987/Philip Morris desteğiyle,
       *       On yedinci Yüzyıldan Günümüze Manzara Resimleri/İstanbul 1988/Osmanlı
               Bankası desteğiyle,
       *       Van Gogh/Amsterdam 1990/KLM Hava Yollan ve diğer üç destekçi tüzel kişi,
       *       Seurat Sergisi/Paris 1991/IBM ve Aerospatiale desteğiyle,
       *       Osmanlılarda Ölçü ve Tartılar/İstanbul 1991/Osmanlı Bankası desteğiyle.
       Görüldüğü gibi derneklerin, vakıfların yanı sıra, ulusal ve uluslararası ticari kuruluşlar,
sağladıkları kârların bir bölümünü kültür ve sanat alanına aktarmaktalar.
        Söz konusu ticari kuruluşların statülerinde (hiç değilse tümünde) kuşkusuz sanat ve kültür
koruyuculuğu ile ilgili özel bir madde yok. Ama onlar, kuruluş statüleri ile yetinmeyip, toplum
içinde bir statüye sahip olmak için bu türlü desteklemelere girişiyorlar. Bunu yaparken de, kimi
zaman, pazarlama stratejileri doğrultusunda bir seçme yapıyorlar. Örneğin Philip Morris'in
Amerika'daki Kanuni Sergisi'ni desteklemesi, Türkiye'de yatırım görüşmelerinin yapıldığı döneme
rastlıyor. Ama, o eski öküz altında buzağı arama dönemini unutmak, ve her sponsorluğun altında
böylesi çıkar ilişkileri aramak sevdasına son vermek gerek. Yukarıdaki örnekler de bunun belgesi:
Koç holding aynı Kanuni Sergisi için Süleymanname'nin yayımını sağlıyor. IBM ve Aerospatiale,
Paris'teki Seurat Sergisi'nin giderlerini üstleniyor. Türkiye'de gerçekleştirilmiş ilk ve en büyük İznik
Çinileri Sergisi'nin giderlerini ve olağanüstü güzellikteki katalogunu Türk Ekonomi Bankası
karşılıyor. Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ndeki On yedinci Yüzyıldan Günümüze Manzara
Resimleri Sergisi'yle, geçen yıl gerçekleştirilen Osmanlılarda Ölçü ve Tartılar Sergisi Osmanlı
Bankası sayesinde gerçekleştiriliyor. Garanti Bankası her beş-altı yıldır yaşayan bir Türk
ressamının sergisinin ve kitabının giderlerini üstleniyor. Bu alandaki öncü kuruluş, hiç kuşkusuz
Yapı ve Kredi Bankası'dır. Bu banka daha kuruluşundan itibaren, kurucusu Kâzım Taşkent'in
kişiliğinden kaynaklanan uzak görüşlülükle çok önemli bir Türk sanatı koleksiyonu ve kitaplık
oluşturmuştur. Aynı banka, bugün çok yönlü bir kültür ve sanat etkinliğinin sürdürücüsü
durumunda.
       Denebilir ki sponsorluk kavramı Türkiye'ye, birçok şey gibi, çok geç girmiş, ama gene
birçok şey gibi, çok hızlı bir gelişme göstermiştir. Bugün İstanbul Festivali diye uluslararası
düzeyde bir sanat olayı varsa, bunu bu gelişmeye borçluyuz. (1992 İstanbul Festivali'ne
devletimizin katkısı 1 milyar, yerel yönetimin ücretsiz salon tahsisi, özel kuruluşların katkısı ise 5
milyar 978 milyon TL’sidir.)
       Ne var ki, hükümetlerin, ne dün, ne bugün, tutarlı bir kültür politikaları olmadığı gibi, özel
kuruluşların da bu alanda belirli bir politikaları yoktur. (Yapı Kredi'yi bu değerlendirmenin dışında
tutuyorum.) Bunlar, daha çok, kendilerine sunulan projeleri, özellikle de bu projelerin bütçelerini
inceleyip karar vermektedirler. Bunu da doğal karşılamak gerekir. Zira, bu kuruluşların, belli bir
sanat ve kültür politikaları olmadığı gibi, kendi içlerinde, bir sanat ve kültür birimleri yoktur.
Dolayısıyla, projeleri kendileri üretmemekte, üretilen projeler arasında bir seçme yaparak destek
17

olmaktadırlar. Bu tür kuruluşların "asli" görevi sanat ve kültür olmadığı göz önünde tutulduğunda,
bunu da doğal karşılamak gerektir. Gene de bir politika yokluğundan söz ediyorsam, bunun tek
nedeni, sürekli ve tutarlı bir programları olmadığı içindir.
        Sanat ve kültür alanındaki desteği, kuşkusuz yalnızca sergilerle sınırlamamak gerektir. Özel
bir kuruluşun sanatçılara, sürekli sergi alanları (galeriler) sunması, sanatçılara burslar vermesi, hatta
yaşayan sanatçıların yapıtlarından oluşan koleksiyonlar oluşturması, özel müzeler açması da
sponsorluk kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi, Avrupa'nın çeşitli, ülkelerinde ve
özellikle ABD'de bu tür etkinliklere, devlet de vergi indirimi uygulayarak destek olmaktadır.
        Türkiye'de henüz böyle bir destek söz konusu olmadığı gibi, ilk sırada yer alması gereken
devlet, en kötü sponsor görünümünü sergilemektedir. Cumhuriyet tarihimizin uluslararası çaptaki
tek sergisi 1983'de gerçekleştirilen Anadolu Medeniyetleri Sergisi'dir. O günden bugüne, devletin
Kültür Bakanlığı'nın, yurtiçinde, yurtdışında birçok serginin oluşumuna katkıda bulunması,
müzelerimizdeki eserleri ödünç vermekten öte bir işlev yüklenmemiştir. Özellikle çağdaş Türk
sanatının ve sanatçılarının desteklenmesi, bir çağdaş Türk sanatı müzesinin kurulması yolunda
hiçbir adım atmamıştır. Son on yılda Ankara ve İstanbul'daki Resim ve Heykel Müzelerine
kazandırılan eserlerin sayısı, en sıradan bir koleksiyoncununkinin çok altındadır.
        Kültür Bakanlığı son yıllarda sponsorluk görevini tiyatro ve sinema alanlarıyla sınırlamış
gibidir. Oysa bugün Türkiye'nin kültür alanında kanayan yarası, yayıncılıktır.
       Yayıncılıkta da sponsorluk olur mu? diye sorulabilir.
       Sponsorluğun çok geniş bir alanı vardır. Sergilerden sempozyumlara; kitaplardan süreli
yayınlara; müzecilikten spora; bilimsel araştırmalardan kişisel yaratıcılığa uzanan her alan
sponsor'larını beklemektedir.
       Yayıncılık da.
       Geçmişin ve günümüzün bilinen yada az bilinen edebiyatçılarının önemli yapıtları Fransa'da
UNESCO'nun desteğiyle çevirtilip yayımlanmaktadır. (Yaşar Kemal'in Fransızca’da yayımlanan ilk
romanı İnce Memed, UNESCO'nun desteğiyle yayımlanmıştı.) Gene aynı ülkede, az okuyucusu
olan yerli ve yabancı yapıtlar CNRS (Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi)'nin desteğiyle yayımlan-
maktadır. Bunlara süreli yayınlar da dahildir. Son yıllarda birbiri ardı sıra yayımlanan çevirileriyle
dikkatleri üzerinde toplayan Portekizli şair Fernando Pesseo'nun tüm yapıtlarının çevirisi
Lizbon'daki Gülbenkyan Vakfı sayesinde Fransız okuruna ulaşmıştır.
        Bugün, hemen hemen hiçbir az okunan, ama önemli bir roman, bir şiir kitabı yada görkemli
bir sanat kitabı, Batı ülkelerinde, ardında bir destekçi olmadan gün ışığına kavuşamamaktadır.
Gerçek sponsorluk kurumu, sanatı, mümkün olan geniş halk kitlelerine en yoğun ve en ucuz
biçimde ulaştırmak demektir. Yada, geniş halk kitlelerinin ilgisini çekmeyen, ama sanat değeri olan
yapıtların sergilenmesine, kitaplaşmasına olanak sağlamak demektir. Ama sponsor kuruluşlar,
bununla da yetinmeyip ülkelerinde, devletin dolduramadığı boşlukları kendi olanaklarıyla
doldurarak müzeler, özel koleksiyonlar gerçekleştirdiklerini görüyoruz. Bunu da, yalnız sanat
tutkusuyla değil, kuruluşların "imajı" olarak yapmaktalar. Türkiye'de bugün bu aşamada. Önemli
olan, kuruluşların "imajı" ile Türk sanatının (dünü ve bugünüyle) çakışmasında.
                                                                              (İstanbul Dergisi. Sayı:3)
18


       NEVİT KODALLI
       Mersin, 12 Ocak 1924
       Ziraat Bankası memurlarından Rıfat Beyin oğlu olan Nevit Kodallı, beş kardeşin en küçüğü
olarak dünyaya gelmiştir. Kardeşlerin her biri müziğe ilgi duymuş, birer amatör müzisyen olarak
yetişmiştir. Nevit Kodallı ilk müzik derslerini ağabeyinden almış, Mersin'de ortaokulu bitirdikten
sonra 1939 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na girmiştir. Burada Necil Kâzım Akses ile
kompozisyon, Ferhunde Erkin ile piyano, Ernest Praetorius ve Hasan Ferid Alnar ile orkestra şefliği
çalışmıştır. 1947'de konservatuvaın ileri devre Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Bölümü'nden
mezun olarak, aynı yıl Milli Eğitim Bakanlığı sınavını kazanıp Paris'e gitmiştir.
       Nevit Kodallı, Ecole Normale de Musique'deki öğrenciliği sırasında Arthur Honegger ile
kompozisyon, Jean Fournet ile orkestra şefliği çalışmış, özel olarak da Nadia Boulanger'nin ve
Charles Koechlin'in öğrencisi olmuştur. 1953 yılı sonunda Fransa'daki eğitimini tamamlayarak
yurda dönmüş ve Ankara Devlet Konservatuarı öğretim kadrosuna girmiştir. Bu kurumda 1995'e
kadar kontrpuan, füg, çalgı bilgisi, biçim bilgisi ve kompozisyon öğretmenlikleri yapmıştır.
       1954-55 yıllarında Ankara Radyosu'nda tonmeister olmuştur. 1955'te Ankara Devlet Opera
ve Balesi'ne geçen besteci, burada orkestra şefliği ve genel müzik direktörlüğü görevlerinde
bulunmuş, aynı zamanda genel müdür yardımcılığı da yapmıştır. Halen Çukurova Üniversitesi
Devlet Konservatuarı’nda profesördür.
       Kodallı'nın kimi yapıtlarının ilk seslendirişi ünlü sanatçılar tarafından yapılmıştır. Örneğin:
Orkestra Süiti ilk kez Karel Ancerl yönetiminde, Prag Radyosunda; Birinci Yaylı Çalgılar Dörtlüsü
ilk kez Tibor Varga Dörtlüsü tarafından Darmstadt'da; Sinfonietta'sı ilk kez Herman Scherchen
yönetiminde yine Darmstadt'da seslendirilmiştir.
      Nevit Kodallı'nın ödüllerini şöyle özetleyebiliriz: 1983'te Fransa Kültür Bakanlığı'nın Sanat
ve Edebiyat "Şövalyelik" nişanı; 1981'de "Devlet Sanatçısı"; 1994 Anadolu Üniversitesi ve
Cumhuriyet Üniversitesi Onursal Doktora unvanı; 1997 Sevda Cenap And Vakfı Onur Ödülü Altın
Madalyası.
        Bestecinin, çalışmaları üç biçem içinde gruplandırılabilir. İlk biçem öğrencilik yıllarının
ürünü olup, Türk folklorunun özelliğini yansıtan, halk ezgilerinin ritmik özelliğinden kaynaklanan
yapıtlardır (Atatürk Oratoryosu, Birinci Dördül, Piyano Sonatı gibi). İkinci biçeme giren yapıtları,
yine halk türkülerinin renklerini taşıyan, ancak çoksesli olarak doğan ve halkı çoksesliliğe
alıştırmayı amaçlayan yapıtlardır (Telli Turna, Güzelleme ve Ebru gibi). Üçüncü tür çalışmaları ise
bunları özümleyip, bestecinin kendine özgü anlatım dilini ortaya koyan yapıtlardır (Birinci Süit,
İkinci Dördül ve operaları gibi).
       Kodallı'nın çalışmaları, modal yapıdadır ve her dönemin getirdiği teknik yeniliklerden
yararlanmaya çalışmıştır. Aynı zamanda edebiyat ve resim gibi diğer sanat dallarının da etkisinde
kalan Kodallı, opera, oratoryo ve bale müziklerinin yanı sıra iki yüz elliye yakın tiyatro müziği
bestelemiştir.
       Nevit Kodallı'nın yapıtlarının yayın hakkı kendisine aittir.
       BAŞLICA YAPITLARI
       Opera
       Van Gogh, 1954-55 Gılgameş, 1962-64
       Bale
       Antigone, 1958 Hürlem Sultan, 1976
       Şan ve Orkestra
       Benzetmeler (Şan ve piyanodan uygulama), 1949
19

Atatürk Oratoryosu (Cahit Kulübi'nin şiiri) 1950-52
Cumhuriyet Kantatı (Ceyhun Atuf Kansu'nun şiiri) 1973
Orkestra
Passacaglia ve Füg (Yaylı Çalgılar) 1945
Süit, 1946
Senfoni in Do, 1947-48
Singnietta (Yaylı Çalgılar), 1949
Telli Turna (Küçük orkestra süiti) 1967
Güzelleme (Küçük orkestra süiti) 1969
Solo Çalgı ve Orkestra
Ebru (Piyano) 1971
Oda Müziği
Yaylı Çalgılar Kuvarteti No.1 1947
Sextet (Yaylı Çalgılar) 1949
Yaylı Çalgılar Kuvarteti No. 2 1967
Ebru (Piyano ve Yaylı Çalgılar) 1971
Şan ve Piyano
Poemler, 1946
Benzetmeler, 1946
Liedler, 1954
Garip Şarkılar Albümü, 1958
Solo Çalgı
Piyano Parçaları, 1945
Ostinato (Çocuklar için) 1946
Piyano Sonatı, 1950 Pişano Parçaları,
1950 Keman İçin Poema, 1954
Koro
Beş Halk Türküsü, 1962
Songs (Eşliksiz) 1962
Ses ve Işık Gösterisi Müziği
Atatürk'e Saygı, 1973
Sultanahmet Camii, 1973
Birçok marş, çocuk şarkısı ve 250'ye yakın sahne müziği.
20


                                        Orkestra Yönetmek
                                                                                     Alain PARİS
                                                                         Çev: Yüksel KOPTAGEL
        Orkestra şefi olmak çoğu müzisyenlerin gönlünde yatan bir aslandır. Eline değneği almak
için gerekli öğrenimi görmemiş olsalar bile şeflik sanki sanatta ulaşılması gerek amaçtır. Çekiciliğin
nedeni, işin parlak gösterişi ve görünüşte kolayca yapılıveren bir uğraşı olmasındadır. Ancak gerçek
böyle değildir, her sazı öğrenmede olduğu gibi disiplinli bir öğrenim gerektirir. Orkestra şefinin
çalacağı saz Orkestradır. Bu topluluğu oluşturan sanatçıların yapabileceklerinin en iyisini birlikte
yaptırmayı sağlarken yapıt üzerinde kendi anlayışımda yansıtır. Demek ki profesyonel bir şef, bu
müzisyenlere yön verirken bu sazların nasıl çalındığını bilmek zorundadır. Bir şef ne isteyeceğini,
nasıl elde edebileceğini ve bunu nasıl isteyeceğini bilmelidir. Bu bilgiden yoksunsa orkestradan
bunları isteyemez ve orkestrayı yönetemez, orkestra şefi yönetir günümüzde çok sık karşılaşılan bir
olaydır. Şef her durum karşısında kendine hakim bulunmalıdır; orkestra sanatçılarıyla ilişki kurmuş
olmalıdır. Bu ise, birçok şey gibi öğrenilemez, doğuştan olan bir yetenektir. Bu yetenekler şefin
temel yetenekleridir, orkestrayla beraber olup çalışma olanaklarıyla edineceği deneyleri ise
vazgeçilmez bir öğesidir.
       18. yüzyılda başkemancılar bir yandan solo-keman partisini çalarken bir yandan da orkestra
yönetirdi. Orkestrada sanatçı sayısı gitgide çoğalınca saz çalma görevini yapma sorumluluğu
olmayan bir orkestra yöneticisi gerekti. Tarihte ilk bagetli orkestra şefi Spohr görünürse de,
Mannheim orkestrası baş kemancısı Johann Christian Cannabich (1731-98) ilk orkestra şefi
olmuştur; modern orkestranın temelini atmış, yaylıların sayısını çoğaltmış, değişik partileri birlikte
çalmasını dengelemek için çalışmalar yapmış, arşeleri işaretlemiştir.
        19. yüzyılda artık bir şefin varlığı ve otoritesi zorunludur: Fransa'da Berlioz, Almanya'da
Mendelssohn ve Schumann bu gerçek görevi tanımlar. Bir Orkestrayı yönetmek artık uzmanlık
gerektiren gerçek bir sanattır. Wagner ve Hansvon Bülow orkestra çalıştırmasını düzenler;
nüanslara ve tempolara uyarken aynı zamanda notaların da eksiksiz çalınmasına özen gösterirler,
Societe des Cocerts du Conservatoire'in kurucusu François Habaneck'in gevşek tutumunun tersine,
bunlar yazılı olan tüm seslerin duyulmasını sağlar. Böylece artık prova sırasında bir orkestra şefinin
çalışmasının en önemli yönü ortaya çıkmış olur. Provalarda asal çalıştırma eğilimine paralel olarak
orkestra şeflerinin tekniği gittikçe daha çok önem kazanır.
         20. yüzyıl müzikte iki önemli olayla başladı; (Pelleas et Melisande)-1902 ve (Sacre du
Printemps)-1913. Yüzyılın ilk yansında büyük orkestra şeflerinin tümü romantik müzik
gereksinmelerine göre bir öğrenim görüyordu. Konservatuarlarda orkestra şefliği sınıfı yoktu.
Şefliğe hevesliler önce bir saz öğreniyor, zamanda sağlam bir teori öğrenimini tamamlıyordu. Sonra
bir orkestraya girip çalışıyor, şayet piyanist ise bir operada korepetitör oluyordu. Orkestra
yönetmeye yetecek asgari bilgileri edinecek kadar bir gözlemcilik döneminden sonra, şansı yaver
giderse şefin bir yardımcıya ihtiyacı olur, bu fırsatla değneği eline alabilir ve onu gerçek
sorumluluklara götürecek merdivenleri tırmanmaya başlardı. Bu kariyer formülü özellikle lirik
tiyatroları pek bol olan Almanya'da ve orta Avrupa ülkelerinde geçerdi. Fransa'da ise şefler
çoğunlukla orkestraların ön sıralarında oturan müzikçilerden çıkardı. Böylece Lamoureux ve
Colonne Orkestralarında Taffanel ve Gaubert gibi flütçüler şef oldu. Senfonik çalışmalara
alışkındılar, Habaneck'in açtığı yoldan senfonik müzikte seslendirmelerin titizlikle hazırlanmasını
sürdürdüler. Ancak onların ardından "gelen şeflere bazı sınırlamalar gelmekte gecikmedi, parasal
kısıntı nedeniyle prova sayısı azaltıldı. Modern müzik programlarda daha az yer aldı: Orkestralar
belli bir repertuar içinde dönüp durmaya mecbur oldu, şef de bu koşullar altında icrayı sağlamakla
kaldı...
        Bugün Fransa'da orkestra şefliği bu sisteme adapte olmuştur. Birer baget-virtüosü olan
şeflerin çoğu birkaç saatlik provayla program çıkarıverir. Orkestra elemanlarının becerisine
güvenip, kısa ve kesin yoldan doğruca temele giderler. Çalışmalarında derine inecek zamanları
yoktur. Bir Nikisch, bir Furtwängler'in büyük kişilikleriyle Berlin ve Leipzig Orkestralarında
21

bıraktıkları izleri bırakamazlar. Orkestrayı enine boyuna çalıştırma kavramını Fransa ancak savaş
yıllarında Societe des Concerts'in başına geçen Charles Münch'le tanıdı.
         Almanya'da ise şeflerin eğitiminde temel tiyatro, opera, sahnedir. Senfonik çalışma alanı
dardır, sonradan gelir: Belirli bir karmaşıklığın egemen olduğu Alman orkestralarında Nikisch,
Mahler, Hans Richter, Weingartner, Furtwängler ve Bruno Walter'in ortaya çıkmasıyla gerçek bir
orkestra çalışması yerleşir. Bu büyük şefler yönettikleri orkestraların başında uzun süre kalırlar.
Kendi imajlarını bu orkestralara nakşeder ve bu orkestralara özgül bir sitil verirler. Her orkestranın
belirli bir niteliği ve kişiliği olur.
       Anglosakson ülkelerde ve özellikle ABD'de senfonik müzik yine devamlı bir orkestra şefi
kavramına dayanır. Filadelfiya orkestrası bunun en iyi örneğidir. 60 yılda iki şef tanımıştır; Leopold
Stokowski ve bu orkestraya 40 yıl egemen olan Eugene Ormandy, Chicago, Cleveland, Boston
orkestraları veya NBC'de Reiner, Szell, Koussevitzky ve Toscanini ile buna benzer dönemler yaşar.
Bugün bile bu ilke yürürlüktedir.
       İtalya'da opera sanatı önemli bir yer tutar, şefler çalışmalarını bu alanda yoğunlaştırırlar.
Zaten lirik yapıtlar sahnelenirken ön planda yer alan öğelerden biri sınıflardan başka genç şeflere
diğer ekolleri tanıma olanağı sağlayan çok sayıda enternasyonal stajlar belirdi.
       Orkestra şefliği bir uzmanlık olarak ortaya çıkınca, orkestra yönetme tekniği saptandı. Bir
piyanistin gamları, kemancının tekniği gibi şeflerin de teknik yetkinliği arandı, ona göre
değerlendirildi.
       Fransa'da prova sayısı azlığından ötürü oynadığı rol, itiraf edilmeyen bu nitelik, dünyaya
öylesine kanıtlanmıştır ki, radyoda, plaklarda bile vurgulanır. Hele mikrofon karşısında
bağışlanmaz. Radyonun bir görevi de konserlerde az çalınan müziği, özellikle çağdaş repertuar
dışında, yeni yapıt seslendirilirken gerekli beceriyi ister.
        Artık bağımsız bir uğraşı durumuna gelen şeflikte yeni yetişen gençler gelişmiş bilgilerle
ortaya çıktılar. Ancak deney eksikliğinden orkestrayla ilişki kurmaları zor oldu. İlk yıllarda genç
şefler orkestraya öğrettiklerinden çok kendileri orkestradan öğrenir.
        Günümüzde genç şeflerin çoğu ünlü bir ustanın yanında işe başlar. Ustası ona ilk provaları
yaptırır: Bu deneyler çok faydalıdır. İleride iletişim yöntemleri değişik estetikteki orkestralarda
çalınma olanakları sağlar, yabancı ülkelerde orkestralarla çalışır, büyük ustalar yanında staj yapar,
kurslara katılır, değişik ekolleri tanır kolayca adapte olur...
                                                                                   Orkestra 153. sayı
22

                          POLİFONİK KOROLAR VE MÜZİK FESTİVALİ
                                                                                Semihi VURAL
       Japonya'nın dünyaya endüstriyel ürünler satmaya başlaması 1960'lı yıllara denk düşer. İlk
SONY profesyonel müzik kayıt cihazı İstanbul Radyosu'na alındığında "baba" AMPEX ile nasıl
rakip olabileceğine şaşırıp kalmıştım. Yıllar sonra bunun gizinin Japonya'da kurulan yüzlerce klasik
müzik topluluğunda saklı olduğunu öğrendiğimde bir kez daha şaşırdım. Japonya'da 1800'ün
üzerinde klasik müzik topluluğunun olduğunu da belirtelim.
       Hele bu gelişmeyi örnek alan Kore'nin; dünyaya endüstriyel mal satma operasyonunun
temelinde klasik müzik düzeyinin yükseltilmesi gereğini anlamasıyla; yoğun bir çabaya girmesi
daha da şaşırtıcıydı. Hele hele Klasik müzik gruplarının çoğalmasıyla gelişmenin eşanlamlı
olduğuna insanına inandıran Kore'nin, 500 klasik müzik orkestrası kurmak için uğraşıp, 400.
Orkestra konser vermeye başladığında eşzamanlı olarak HUNDAI otomobillerinin de dünya
pazarlarında görücüye çıkması inanılır gibi değildir.
       Türkiye'de 30'un biraz üstünde ve devlet eliyle kurulmuş klasik müzik topluluklarının
Özverili çalışmaları var. Şimdi yeni filizlenen Oda orkestralarımız, Güzel Sanatlar Liseleri ve
Konservatuarlarımızın Müzik Grupları, klasını yükseltmek için eleman, enstrüman ve doküman
peşinde koşan yöneticileri ile Askeriye ve Belediye bandolarımız, gönüllü insanlarımızla hiç yoktan
oluşturulan Polifonik Korolar gibi sivil toplum kuruluşlarımız bizlere gurur veriyor. Bizler de
Kentimizin Sanatsal gelişmesine tanık oluyoruz.
       Türkiye'nin 4. Devlet Opera ve Balesi Mersin'de çok sesli müziği geniş halk kitlelerine
duyurmak üzere çalışmalara başlamasından birkaç yıl önce İçel Sanat Kulübü kurulmuştu. Birkaç
resim sergisinin açılması yanında, bugün İ. Talay Salonu olarak bilinen PTT tesislerinde birkaç
klasik müzik konserinin yapılması Selma Yağcı'nın kişisel çabaları ile mümkün olmuştu. İçel Sanat
Kulübü Fazıl Tütüner'in başkanlığı döneminde müzik konusunda yaptığı çalışmalarla öne çıkmış,
hele 1992 mayısında gerçekleştirilen Kanlıdivane antik kentindeki şan konseri bir ilk olmuştu.
       O günden bu yana geçen 10 yıl içinde çeşitli etkinlikler, kurulup çalışmaya başlayan müzik
dernekleri, derneklerin Mersin'e sağladığı performans bu düzeyi yakalayan kentimizde Uluslararası
olabilecek bir Müzik Festivali yapma sinerjisini yarattı. 11 Şubat 1989 yılında PTT Salonu'ndaki
Suna Kan keman resitali, 30 Mayıs 1992 Kanlıdivane Şan Konseri ile başlayan Mersin'in Klasik
müzik serüveni Devlet Opera ve Balesinin kurulması ile giderek güçlenip 10 yılda çok şeyi
değiştirdi... Elbette Nevit Kodallı hocamızın manevi desteği, Murat Kodallı'nın piyano resitali, Soda
Sanayi yemekhanesindeki üflemeli çalgılar dinletisi, Yaylı çalgılar konserleri klasik müzik dinleme
arzumuzu diri tuttu.
      İşte böyle; Tüm Mersin, kurumları, dernekleri ve gönüllü insanlarıyla Mersin I. Uluslararası
Müzik Festivali böyle yaratıldı.
      Yeni gelen haberlerle şimdiden 2003 yılının heyecanını yaşamaya başladık...
23


            CUMHURBAŞKANLIĞI SENFONİ ORKESTRASI




       Dünyanın en eski senfonik topluluklarından biri olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni'nin kökleri,
Sultan II. Mahmut'un 1826'da kurduğu Muzıka-i Humayun'a uzanır. Kuruluş tarihi açısından CSO,
1833'te kurulan Viyana Filarmoni ve 1842'de kurulan New York Filarmoni gibi köklü bir
kurumdur. Muzıka-i, Hümayun döneminde 2. Meşrutiyet'e değin orkestra üyelerinin tümü Türk
olmasına karşın, şefler yabancıydı. Topluluğun ilk Türk şefi, 1917'ye kadar bu görevi yapmış olan
Saffet Bey'dir. Onu izleyen Osman Zeki Üngör'den sonra, 1934'te kısa bir süre Adnan Saygun şeflik
yapmış, 1935'te ünlü Alman şef ve müzikolog Dr. Ernst Praetorius getirilmiştir. 1946'da
Praetorius'un ölümü üzerine, günümüze uzanan süreçte CSO'nun şefliğini sırasıyla şu müzikçiler
yapmışlardır: Hasan Ferit Alnar (1946-52), Robert Lawrence (1957), Hikmet şimşek (şef yardımcısı
olarak 1959-86), Bruno Bogo (1960-62), Otto Matzerath (1963), Prof. Gotthold Ephraim Lessing
(1963-71), Jean Perisson (1971-75), Tadeusz Strugala (1977-1982), Gürer Aykal (1975'te şef
yardımcısı, 1988'de şef.) Prof. Lessing, CSO'nun sürekli şefliğini yaptığı sekiz yıl boyunca,
orkestramızın repertuarını geliştirmiş, özellikle Türk bestecilerin yapıtlarının seslendirilmesine
öncülük etmiştir. Lessing yönetimindeki CSO, 1966 ve 1971'de yurt dışı turneler gerçekleştirerek
Romanya, Macaristan, Avusturya, Almanya, İsviçre ve Yugoslavya'da konserler vermiştir.
Orkestramızın daha sonraki yurtdışı turneleri şöyledir: 1974'te Fransa ve Almanya (şef Jean
Perisson), 1975'te Baltık ülkeleri ve SSCB Jean Perisson-Hikmet şimşek), 1982'de Almanya ve
İsviçre (Hikmet Şimşek-Gürer Aykal), 1984'te İspanya (Hikmet Şimşek, Gürer Aykal), 1985'te
Polonya (Gürer Aykal), 1986'da SSCB(Gürer Aykal), 1987'de İtalya (Rengim Gökmen), 1989'da
KKTC (Gürer Aykal), 1990'da Çekoslovakya (G.Aykal-R.Gökmen), 1991'de Almanya (Gürer
Aykal, 1992'de Almanya (Gürer Aykal), 199'te Güney Kore (Tadeusz Strugala-Yoshinao Osowa),
1994'te. Japonya (Gürer Aykal-Y.Osawa), 1997'de ABD (Gürer Aykal, CSO'nun "Devlet Sanatçısı"
unvanıyla onurlandırılmış olan solistleri şu değerli sanatçılarımızdan oluşmaktadır: Ayla Erduran,
24

Suna Kan, İsmail Aşan, Tunç Ünver, Çağıl Yücelen (keman); İdil Biret, Verda Erman, Gülsin
Onay, Ayşegül Sarıca (piyano).
        Orkestramız, kendi içinden çok sayıda oda müziği topluluğu çıkarmıştır. Bu toplulukların
başında, Ankara Oda Orkestrası gelir. Solistlerin katkısıyla gerek CSO'nun ve gerek bu oda
orkestrasının plağa alınmış yapımları şöyle sayılabilir: L. van Beethoven, solist: Ayşegül Sarıca;
şef: Gürer Aykal, Piyano Konçertosu No. 3 ve 4, UP 84005. Erkin Senfoni No.1 ve Çaykovski
Senfoni No. 2; şef: Gürer Aykal, UP 94012. J.S. Bach, solistler: Suna Kan, Cihat Aşkın, Çetin
Yalçın; Ankara Oda Orkestrası; şef: Gürer Aykal; Keman Konçertosu No. 1-2; Re minör Konçerto;
Keman ve Obua için konçerto, UP 94004. Mozart, Konçertolar No.3,4,5; solist: Suna Kan; şef;
Gürer Aykal, Ankara Oda Orkestrası, UP 94002. Mozart, Senfoni Konçertant, KV 364; keman,
viyola ve orkestra için; solistler: Suna Kan ve Ruşen Güneş; şef: Gürer Aykal; UP 94003. Mozart,
Keman Konçertosu KV 207, Keman Konçertosu KV 211, Mi majör Adagio KV 261; Ronda KV
269; solist: Suna Kan; şef: Gürer Aykal. Sonatlar, keman ve piyano için; solistler: Ayla Erduran ve
Ayşegül Sarıca; C. Franck la majör sonat; Debussy, sol majör sonat No.3; Grieg, op. 45 No.3 sonat,
UP 94011.
        CSO, uluslararası düzeyiyle günümüze değin çok sayıda yabancı ünlü şef ve solisti konuk
etmiştir.
        Ankara'ya gelen yıldız solistlerden bazıları şunlardır: Wilhelm Kempff (1943), Ludwig
Hoelscher (1959), Valeri Klimov (1963), Paul Tortelier (1964), Leonid Kogan (1965), Samson
François (1965), Daniel Safran (1965), Ian Voic (1965), Cladio Arrau (1967), Paul Badura-Scoda
(1968). Christian Ferras (1967), Edith Peineman (1968), Geza Anda (1969), Ruggiero Ricci (1969),
Vladimir Orlof (1969), Igor Osyştrak (1969), Andre Navarra (1969), Uta Ughi (1971), Jean Pierre
Rampal (1972), Ricardo Odnoposof (1972), Pierre Sancan (1972), Ernst Kovacic (1972), Pierre.
        Fournier (1965 + 1970+1977 + 1983), Robert Cohen (1974), Wolfgang Marschner (1975),
Vaclav Hudecek (1974+76+84), Peter Katin (1976), Konstantin Kulka (1984+92), Oleg Kağan
(1990), Viktor Pikayzen (1990+94), Joshua Epstein (1992).
        CSO'yu yöneten ünlü şefler arasında şu adlar bulunmaktadır:
        Hermann Scherchen (1947), A.Camozzo (1953), Nadia Boulanger (1958), Arthur Fiedler
(1964), George Hurst (1968), Niyazi Takizade (1972), Cansug Kahidze (1973), Aaron Copland
(1973), Anatole Fiktoulari (1977), Gilbert Varga (1991), Konstantin Krimetz (1992+96+97+98).
        Kendi adıyla anılan CSO konser salonunun bir özelliği, Avrupa'nın en büyük üç orgundan
birine sahip bulunmasıdır. 1926 yılında İzmir'de on bin İngiliz altınına alınan bu dev çalgının beş
bin borusu vardır. Çalgıya daha sonra sahip olan ve uzun zaman Türkiye'de yaşamış bulunan İngiliz
Edmond Giraud'un vasiyeti üzerine org, Cumhurbaşkanlığı Senfoni'ye bağışlanmıştır.
        Kaynak: Ahmet SAY. (Türkiye’nin Müzik Atlası 1998).
25


                                        RENGİM GÖKMEN
                                       (Doğ. 1955)
     Müzikçi bir aileden gelen Gökmen, ilk müzik derslerini annesinden almıştır. 1965'te Ankara
Devlet Konservatuvarı piyano bölümüne giren ve Ferhunde Erkin ile Nimet Karatekin'in
öğrencisi olan sanatçı, daha sonra kompozisyon bölümüne geçerek ilhan Baran ve Adnan
Saygun'la çalışmış, 1975'te bu kurumu bitirdikten sonra devlet bursuyla İtalya'ya orkestra şefliği
öğrenimine gönderilmiştir. 1977'de Santa Cecilia Konservatuvarı'nı, 1978'de Chigiana Akademisi
şeflik bölümünü bitiren sanatçı, 1979'da Santa Cecilia Müzik Akademisinin olgunlaşma
devresinden Franco Ferrara'nın öğrencisi olarak birincilikle mezuniyet diplomasını almış,
1980'de San Remo'da yapılan uluslararası Gino Marinuzzi şeflik yarışmasını kazanarak yurda dönmüştür.
Genç bir orkestra şefi olarak Türkiye'de yönettiği ilk konser olan Beethoven 9. senfoni ile dikkatleri çeken Gökmen,
1982'de Madrit'te Mahler'in 1. Senfoni'sini yöneterek basan kazanmış, daha sonra Avrupa'nın birçok kentinde konserler
vermiştir.
     1984'te Ankara Devlet Operası genel müzik direktörlüğüne atanan sanatçımız, 1987'de Cumhurbaşkanlığı
Senfoni'nin yurtdışı turnesinde görev almıştır. Kariyerindeki yükseliş dolayısıyla 1989'da İtalyan hükümetinin
"Cavalleria" nişanı ile onurlandırılan Gökmen, konser programlarında Türk bestecilerin yapıtlarına da yer vermektedir.
Bu kapsamda, Türkiye'yi yurt dışında tanıtma çalışmaları nedeniyle Türk Tanıtma Vakfı tarafından ödüllendirilmiş,
1992'de ise Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'ne atanmıştır. Genel Müdür olarak Ankara'da 1995'e kadar görev
yapan sanatçı, şeflik kariyerinde yoğunlaşmak amacıyla İzmir Devlet Senfoni Orkestrası'na geçmiştir.

       Diskografi: Midas'ın Kulakları; Ferit Tüzün'ün satirik operası; Metin Güngör Dilmen, Ankara Devlet Opera ve
Balesi Orkestrası, Korosu ve solocuları; şef: Rengim Gökmen; ADOB yapımı, 1995. Music of Turkish Composers,
Erdener, Kodallı, Erkin; Düsseldorf Kammerensemble, şef: Rengim Gökmen; solist: Taşkın Oray (obua); Mobile
Tontechnik yapımı, 1993. Türk-Alman Dostluk Konseri; Erdener, Beethoven, Başeğmezler, Schubert; Düsseldorf
Senfoni Orkestrası üyeleri; şef: Rengim Gökmen, Deutsche Welle, 1997

                                              CİHAT AŞKIN
                                                  (Doğ. 1968)
          Genç kuşak kemancılarımız arasında en yetenekli solistlerimizden biri olan Aşkın, keman öğrenimine İTÜ
Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda Ayhan Turan'ın özel eğitim yöntemiyle başlamış, konservatuarı 1989'da
bitirmiştir. İlk resitalini 16 yaşında veren sanatçı, 1985'te İstanbul Senfoni ve İzmir Senfoni orkestraları eşliğinde
konçertolar seslendirmiş, 1987'de İngiltere'de Menuhin Keman Yanşması'nda "En iyi Bartok Yorumu" ödülünü almış,
1989'da İstanbul Müzik Festivali'ne katılmıştır.
                                 Öğrenimini İngiltere'de Kraliyet Müzik Okulu'nda Rodney Friend ile sürdüren
                        Aşkın'ın İlk iki yılda kazandığı ödüller şöyle sıralanabilir: Percy Coates Ödülü, Leonard Hirsch
                        Ödülü, isolde Menges Ödülü, Kathleen Long Oda Müziği Ödülü, William John Pullen Ödülü.
                        Kemancımız ayrıca Cari Flesh Yanşması'nda "üstün yetenek" ödülü almıştır. Kraliyet Müzik
                        Okulu'ndan diploma alan sanatçımız, müzik masteri ve doktorasını Londra'da Yfrah Neaman'ın
                        danışmanlığında 1992'de tamamlamıştır.
                                Yurtdışında başarılı konserler veren. Cihat Aşkın'ın Almanya, Avusturya, İngiltere,
                        İspanya ve Bulgaristan'da gerçekleştirdiği etkinlikler övgüyle karşılanmıştır. İTÜ Türk Müziği
                        Konservatuarı’nda öğretim üyesidir.
                                Diskografi: Mozart Keman Konçertosu, şef Hikmet Şimşek yönetimindeki Macar
Virtüözleri, Hungaraton. Bach, iki keman için konçerto, solistler: Suna Kan, C. Aşkın, UPR. Octacourd, keman ve
viyolonsel parçaları; C. Aşkın, Tania Lisbao, Meridien. Minyatürler, keman ve piyano yapıtları; C. Aşkın, Mehru
Ensari, Kalan Müzik.
         Kaynak: Ahmet SAY. (Türkiyenin Müzik Atlas
26


                                    Çağdaş Müziği Dinlemek
                                                                              Önder KÜTAHYALI
        Günümüzün bestecisi, büyük bir yalnızlık içindedir. Yapıtları çok az çalınır. Daha da
kötüsü, çağdaş müzik yaratıcısının yanlış anlaşılması, yapıtının yorumlanışı sırasında büyük
yanılgılara düşülmesi ve söz konusu yapıtın bir kez dinlendikten sonra unutulmasıdır.
        Konuya değinmemin nedeni, Sayın İlhan Usmanbaş'ın Mayıs 1985'te Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca düzenlenen "Çok Sesli Müzik Sempozyumu"na, sunduğu, "Türkiye'de ve Dünyada
Bestecinin Sorunları" başlıklı bildirişidir. Değerli bestecimiz, çağdaş müzik yaratıcısının
yalnızlığını iyice vurgulayabilmek için, Schäffer, Babbitt, Hinegger ve Hindemith gibi
meslektaşlarının düşünsel yapıtlarından ilginç alıntılar vermekte, günümüz insanının, kendi çağında
ortaya konulan müziğe karşı takındığı umursamaz tavrı, günışığına çıkarmaktadır. Anılan
yaratıcıların ortak düşüncesine göre, bir çağdaş besteci, insanlığın güncel sorunlarını, beklentilerini
ve Dünyamızın ortak kaygılarını yansıtabilmek amacı ile müzik sanatına kazandırmak zorunda
olduğu yenilikleri, tıpkı bir matematik yada fizik bilgini gibi, sadece kendi görüşlerini paylaşan
küçük bir azınlığa kabul ettirebilmektedir. Bu durumda her çağdaş besteci, yapıtının yanlış
değerlendirilerek yorumlanması yerine, geleceğin aydınlık günlerini beklemeyi yeğlemektedir.
        Çağdaş müzik yaratıcısını kuşatan olumsuz ortamı derinliğine sezebilmek için; besteci
olmak gerekir, ama söz konusu olgu; müziksever yönünden ele alındığında, dünyada ve bizde
sürdürülen müzik yaşantısının önemli bir eksikliği, açıkça ortaya çıkmış olur. Şöyle ki, dinleti ve
radyo izlencelerini, plâk-kaset satışlarını ve müzik eğitim kurumlarının ders programlarını
incelediğimiz zaman, günümüz müzikçileri ile müzikseverlerinin bu sanatta çoğu kez eskiyi
yaşadığını görürüz.
        Toplumların, kendi çağlarında yaratılan müziği yadırgaması, sadece yaşadığımız döneme
özgü bir olgu değildir. Bilindiği gibi; Bach'ın müziğindeki derinlik, onun yaşadığı çağda bir türlü
anlaşılamamıştır. Fransızlar, Mozart'ı sevememiştir. Daha da ilginç olanı, İngiliz besteci Anthony
Hopkins'in kanısına göre, Viyana'lılar, Beethoven'in Beşinci Senfoni'sinin ilk seslendirildiği
dinletide, bu güçlü yapıtın tek notasını bile anlayamamıştır.
        Adlarına değinilen bestecilerin, günümüzde yanlış değerlendirilmesi diye bir şey, (en
azından yüzeysel olarak) söz konusu değildir. Hem onlar, hem de geçmişin birçok müzik adamı,
yanlış yorumlanıyor bile olsalar, yaşadığımız dönemin müzikseverlerinden büyük bir saygı
görmektedir; ama böyle bir ilgi, çağımızın dinleyicisini, çoğu zaman geçmişte yaşayan bir kitle
durumuna getirmiştir.
        Oysa ki, güzel sanatların her şeyden, önce kendi çağına ışık tuttuğu, onun sorunlarını, kaygı
ya da mutluluklarını yansıttığı sık sık öne sürülür ve bu doğrudur. Her dönemin başarılı yaratıcısı,
kendi insanına seslenebilmeyi amaçlamıştır. Bizim çağımız ise, çelişkilerle doludur. Bir yanda;
Fonograftan bilgisayara değin, insan yaşamını daha rahat ve daha mutlu kılmak için; ortaya konan
binlerce buluş vardır; öbür yanda, bunların iyi özümsenmesini yada yanlış değerlendirilmesinin, yol
açtığı ölümcül tehlikeler, Dünyamızı sarmıştır. Çevre kirlenmesi kitlesel açlık, Trafik sorunu,
Kanserin yaygınlaşması, çekirdeksel silahlar ve bunlarla yapılacak savaşların getireceği yıkım, söz
konusu tehlikelerin başında gelmektedir. Toplumlar, çağdaş sanatları bir bütün olarak ele alıp;
onların inandırıcı gücünden son noktasına değin yararlanmadıkça; bu gibi tehlikeleri saf dışı
bırakmanın, çağımıza gerçek görünümünü kazandırabil-menin olanağı yoktur:
        Konuyu bir, kez daha müziğe; getirirsek, çağımız bestecisinin bireylerin gerçeği
özümsemelerine yardımcı olma bakımından, geçmişteki meslektaşlarına kıyasla daha uygun, bir
konumda olduğu söylenebilir; çünkü, müzik dilinden Orkestlama'ya ve çalgı yapımına değin uzanan
geniş bir deneyim birikimi; onu bu çalışmalarında güçlü kılmaktadır. Böyle bir deneyim
zenginliğinden yararlanılarak ortaya konan ve çağımızı içtenlikle yansıtan başyapıtların sayısı da
son derece fazladır". Bunları kendi benliğinin bir parçası kılan kişilerin sayısı ise, yazık ki azdır.
Örneğin, ruhsal doyum amacı ile, demek ki canı istediği için, Alban Berg'in Wozzeck'ini yada
Bernd Alois Zimmermann'ın "Askerler"ini (die Soldaten) dinlemek isteyenlerin sayısı, aynı amaçla
Beethoven'in bir Konçertosuna istek duyanların sayısı ile kıyaslanamaz.
27

        Bu bir eksikliktir. Toplumların müzik yaşantısı ile, bu sanattaki son gelişmeler arasında
oluşan boşluğun doldurulabilmesi için, eğitimciler, dinleti düzenleyen kurumlar, yorumcular ve
besteciler, dinleyicinin çağdaş müziğe alışmasını sağlayacak önlemlere hız vermelidirler. Burada
karşılaşılacak engel, çağımızdaki müzik yeniliklerinin çok kısa aşamalarda, üstelik bazen aynı
zaman dilimi içinde gerçekleşmekte olmasıdır. Günümüzün insanı ise, yaşantısını dolduran binlerce
yeniliğe karşın, müzik alışkanlıklarından kopamamaktadır.
        Ayrıca çağdaş yapıtlardaki yorum güçlüğü, uzun süreli çalışmalara ve daha çok sayıda prova
yapılmasına gerekseme gösterdiği de ortadadır; ama çağımızın müziğini, yaşamın bir parçası olarak
bireye kazandırma çabalarının boşa gitmeyeceğini gösteren belirtiler, her şeye karşın vardır.
Dünyanın her köşesinde düzenlenen çağdaş müzik seminer ve şenlikleri ile, bu konuda yazılan
kitapların sayısı, oldukça kabarıktır. Çalma güçlüğü ise, önemini gederek yitirmektedir. Daha
somut, daha mutlu ve bizden bir örnek olarak da, 'Ankara Üflemeli Çalgılar Beşlisi'nin, 13. İstanbul
Festivali" çerçevesindeki dinletisinde sadece çağdaş bestecilerin yapıtlarını seslendirmesini
verebiliriz.
       Gözlemler daha da çoğaltılabilir; fakat bunların en değerlisi, kişinin müzik beğenisinde,
çağımıza yönelik olarak görülecek olumlu değişimdir. Geleneklerin ezici telkininden bir an önce
arman günümüz müzikseveri, Bartok'u, Stravinski'yi, Hindemith'i, Saygun'u, Schuffer'i, Babbitt'i ve
Usmanbaş'ı, çağımızın gerçeklerini yansıtan yaratıcılar olarak dinlemelidir. Biraz sabır göstererek,
böyle bir dinleme alışkanlığını kazanan müziksever, anılan bestecilerin müzik dilinde, çalgı
renklerinde ve yapıtların içeriğinde, kendi beklentilerinin umutlarının yada umutsuzluklarının
yankısını mutlaka bulacaktır.
        Sözün bu noktasında, zihinleri kurcalayabilecek bir soru üzerinde de kısaca durulması
yerinde olur. Dinleme alışkanlıkları değiştirilirken, geçmişin müziği bütünüyle bırakılacak mıdır?
(Sözgelimi, Bach ile Mozart gerçekten yasaklanacak mıdır?) Hiç kuşkusuz, hayır. Geçmiş,
çağımızdaki gelişmelerin kaynağıdır. Her sanat dalında, eski dönemlerin büyük ustaları olmasaydı,
günümüzün yaratıcıları da yetişemezdi. Ayrıca, müzik alanında, tarihteki büyüklerin bize armağan
ettiği bazı yapıtlar, sadece yazıldıkları dönemlere değil, bizim çağımıza da ışık tutabilmektedir.
Üstelik bunlardan bazıları, (Örneğin Beethoven'in son yaylı dördülleri) yalnızca geleceğe kalma
kaygısı ile yazılmış bile olabilir. Ne var ki, her bestecinin sağlığında başlatılmış olan eleme işlemi,
günümüzde, daha yoğun bir biçimde sürdürülmelidir. Kim ne derse desin, "Senfoni'nin babası" diye
ünlenen Hayd'ın 104 Senfonisine de, aynı babanın çocukları gözüyle bakılmaz. Verdi'nin ilk
operaları, bunca tanıtma çabalarına karşın, Rigoletto ya da la Traviata'nın içtenliğine ulaşamaz.
Günümüz insanının hızlı yaşantısını ve zamanı son derece tutumlu kullanma gereksemesini de göz
önüne alarak, eskiye ilişkin yargılarımızda, biraz daha yansız ve acımasız davranmak zorundayız.
        Yeniden çağdaş müziğe döndüğümüzde, müzik sanatını güncel bir uğraş olarak dinleyen
yada meslek olarak seçmiş olan kişilerin çağdaş müziği yaşantılarına, katabilmeleri için, müzik
yetkililerinden gelmesi gereken eğitsel yardım çağrısını bir kez daha vurgulamalıyız. Okullardaki
ders programlarından dinletilere değin, bütün müzik etkinlikleri bu bakış açısına göre yeniden
düzenlenmelidir ki, çağımızın insanı, yalnızca bilgi ve özdek (madde) yönünden değil, duygulan ve
sezgileri ile de çağımızın gerçeklerini içine sindirebilsin; hızla değişen dünyamızda, insan oğlunun
düşebileceği yanılgıları, belki bu yüzden, topluca uğrayabileceğimiz felaketleri önceden sezebilsin.
        Buraya değin öne sürdüğümüz görüşler, özellikle az gelişmiş ülkelerin kalkınması açısından
büyük önem taşımaktadır. Kalkınma, sadece çağdaş bilimin öğrenilmesi ve çağdaş yaşam
biçemlerinin güncel davranışlar olarak benimsenmesi ile gerçekleşemez. Bizim de içinde
bulunduğumuz az gelişmiş toplumlar, duygu, ve sezgileri ile de çağdaş olmak zorundadır. Kültürde
ve sanatta evrensel bir tutum izleyen toplumların, dünyaya açıldıkça özbenliklerinden bir şeyleri
yitireceği savı ise tümüyle sakattır. Müzik sanatı, işte böyle bir dengeli gelişmede basan
kazanılmasını sağlayan en etkili güçlerden biridir.
                                                                                        Orkestra, 148.
28


                                        Sanat ve Para...
                                                                                   Ahmet CEMAL
        "Maviyle sanat, karayla para demek istiyorum... Her rengin kendine göre bir güzelliği
vardır... Ama her yaşayanın iliklerine işleyen, ölüm karasına, yüz karasına, kasvet karasına bire bir
gelen renk mavidir. Karanlığı asıl yenen mavidir, güneş değil! Güneş çekilip gittikten sonra bile
mavi sabahlara kadar can çekişir karanlıkla. En güzel gecelerin bile rengi mavidir. Laf bütün bunlar,
bundan sonra söyleyeceklerim de laf; ama derdimi anlatamazsam bir mavi olsun kalsın aklınızda,
sanatın da kendisi mavi. -Şu son yıllarda kara maviyi, yani para sanatı bulandırıyor gibi geliyor
bana... İster eski gerçek olsun, ister yeni gerçek: Paranın sanatı yenmesinden daha acı bir şey
düşünemiyorum insanlık için. Birçok sanatçılar tanımadık mı hep? Pazarları, para kaygıları
olmadığı zaman, zamanlarını ve kendilerini aşıyor, pir aşkına geceyi gündüze çeviriyorlardı...
değişiver diler: Sanatı bakkallara inat seçmişken bir çeşit bakkal oluverdiler; içlerindeki maviyi
haraç mezat sattılar. Belki rahat ettiler; ama para para kurum kurum kuruttu hepsini. Bir adları
kaldı, sanatçı."
        Yukarıdaki satırları, Sabahattin Eyüboğlu'nun 1958'de yazdığı "Mavi ve Kara" başlıklı
denemesinden aldım. Elbet gönül -ve hiç kuşkum yok ki, Sabahattin Eyüboğlu da!-isterdi ki, bu
deneme ülkemizde güncelliğini çoktan yitirmiş, sanatın karşısında para kavramı da silinip gitmiş
olsun. Ama ne gezer! Şimdilerde Eyüboğlu’nun sözünü ettiği kara, sanki tüm mavilikleri yok etti;
sanat ve sanatçı kılıfında parayı seçmek, bir erdem(!) olup çıktı. Üstelik böyleleri, yani sanatçı
kılığına bürünüp parayı seçenler, bir de gencecik sanatçı adaylarının arasından çıkmıyor mu, ona
daha çok kahroluyorum. Sanatın eğitimini almış, yolunu seçmişken, seçtikleri yolda direnmek için
tüm güçlerine sahip bulundukları yaşlardayken, birkaç zorlu dönemeçle karşılaşır karşılaşmaz,
sözde sanatçı(!) kimliklerinden açıkça vazgeçmenin, yaptıklarının artık sanat adına olmadığını
söylemenin ahlakını bile sergilemeyi düşünmeksizin para peşine takılanlar için bakın aynı
denemesinde ne demiş Eyüboğlu: "Sanat hiçbir ortak kabul etmeyecek kadar kıskanç bir sevgilidir.
Küçük hesapların da en büyük düşmanıdır. Önce para kazanayım, sonra sanat yaparım diyen
sanatçıların nasıl kuruduğunu görmüşsünüzdür..."
        Bu yolu tutanların kendi öğrencilerim arasından da çıkması, bana her zaman acı veriyor. Bir
zamanlar sınıflarda yada evimde katıksız sanatın, gerçek sanatçının ve tiyatronun nasıl olması
gerektiğini tartıştığımız kimi gençlerin, üstelik bu konularda belki de herkesten daha idealist
söylemlerle mangalda kül bırakmamış olanların daha ilk geçim sıkıntılarıyla birlikte paranın yüzüne
gülmeleri, para adına kimi zaman üyesi oldukları tiyatro topluluklarını, oynamakta oldukları
oyunlardaki rollerini bile bırakıp kaçmaktan çekinmemeleri, ve bu ihanete rağmen kendilerini hâlâ
sanatçıların safında görmeleri, içimde çok acıtıcı bir aldatılmışlık duygusu yaratıyor. Tek avuntum
ise böylelerini bir anda hem eski öğrencilerimin hem de adam gibi adam saydıklarımın listesinden
hemen çıkarma konusunda kararlı davranabilmem.
       Bir kez daha kulak verelim Eyüboğlu'na: "Sanatçıyı paranın kulluğundan kurtarmak
hepimizin boynunun borcudur. Öyledir, ama biz onu kurtarmaya çalışırken, o bu kulluktan
hoşlanmaya başlarsa? O zaman ara da bul maviyi! Hiçbir şey vermez mi olur paranın kulu olmuş
sanatçı? Verir, kolayına kaçtığı için daha da bol verir; ama ne? Kirli bir mavi, olmasa da olur bir
mavi."
      Bir panelde Şahika Tekand'dan duyduğum şu sözler, belleğimden hiç silinmedi: "Ben
kendime tiyatro sanatçısı diyorsam eğer, az yada çok, ekmeğimi yalnızca tiyatrodan yerim!"
        Sanatçı dediğin, işte budur! Çünkü onlar, yine Eyüboğlu’nun deyişiyle, tüm güçlüklere inat
sanatı paranın, maviyi karanın üstüne çıkarırlar. Geriye kalanlar ise yalnızca manatçıdır!
29


                                     Genç Müzikçilere Öğütler
                                                                               Robert SCHUMANN
                                                                               Çev: Turgut GÜRAN
     - Önemli olan, kulağın gelişmesidir. Küçük yaşta gamları ve sesleri öğrenmelisin.
Kampananın, pencere camının, guguk kuşunun seslerini bulabilmelisin.
       - Parmakları güçlendirmek için sürekli olarak gam ve çeşitli egzersizler yapmalısın. Ancak
çoğu kişi, teknik çalışmalarla bir yere varılabileceğine inanır. Bu, yüksek sesle ve süratli olarak
alfabeyi söylemekle okur yazar olunamayacağına inanmak kadar yanlıştır.
      - "Sağır klavye" denen çalgılar bulunmuştur. Bir süre bu çalgıları deneyebilirsin. Şunu
unutma ki bir sağır dilsizden konuşmayı öğrenmek olanaksızdır.
       - Doğru ritimle çalışmaya bak. Kimi virtüözlerin çalışları, sarhoşların yürüyüşüne benzer.
Onları örnek alma.
         - Armoninin temel kuralları zamanında öğrenmeye çaba göster.
       - Teori, sürekli bas, füg gibi sözcüklerden sakın korkma. Onlara yakınlık göstereceğin
oranda onlar da sana yakınlık göstereceklerdir.
         - Hiçbir zaman yalancıktan çalma! Canla çal hiçbir zaman bir parçayı yarıda bırakma.
         - Fazla yavaş çalmak kadar fazla çabuk çalmak da yanlıştır.
         - Kolay parçaları iyi ve güzel çalmaya çalış. Bu, güç bir parçayı kötü çalmaktan iyidir.
         - Çalgın her zaman iyi akort edilmiş olmalı.
       - Müzik parçalarını salt parmaklarınla öğrenme, onları sessizce; mırıldanarak söyle; öğren.
Bir yapıtın salt melodisini değil, armonisini de belleğinde tutmalısın.
       - Sesin yetersiz de olsa, çalgının yardımı olmaksızın, bir yapıtı okuyabilmelisin. Böylece
kulağını güçlendireceksin. Sesin güçlü ve güzelse, zaman yitirmeden onu geliştir. İyi bir ses,
doğanın en büyük armağanıdır.
         - Kâğıtta yazılı bir müziği hemen anlayabilecek duruma gelmelisin.
         - Çalarken, seni kimin dinlediğini düşünme! müziği bilen birinin dinlediğini düşün.
         - İlk olarak çalacağın bir kompozisyonu; önce okumalısın.
       - Günlük müzik çalışmalarından yorgun düştüğün an, çalışmana ara ver, kendini zorlama.
Keyifle yapılmayan bir çalışmadan hiçbir sonuç alınamaz.
       - Modaya uygun parçaları çalmaktan kaçınmalısın. Zamanın değeri büyüktür. Var olan
güzel şeyleri öğrenebilmek için binlerce insan yaşamına gerek vardır.
        - Küçük çocuklara iştah açıcı şeyler ve tatlılar vermekle onları sıhhatli yapamazsın. Vücut
için gerekli olan besin gibi, dimağ için gerekli olan besin de sade ve sağlam olmalı. Büyük
besteciler buna büyük önem vermişlerdir. Onların önerilerine kulak ver.
       - Zamanla teknik ve "passages"lar değişir. Bunlar, virtüozitenin amaç değil, araç olduğu
sürece geçerlidir.
         - Kötü yapıtların yayılmasına yardımcı olma. Tüm gücünle bu yapıtların engellenmesini
sağla.
         - Kötü yapıtları çalmaktan ve de mecbur olmadıkça dinlemekten kaçın.
      - Virtüozite gösterilerine önem verme. Amacın, güzel yapıtları, bestecilerin görüşlerine
uygun olarak yorumlamak olmalıdır.
         - Önemli bestecilerin yapıtlarında değişiklik yapma. Ne eksik çalmalısın ne de fazla.
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7
Mersin Polifonik Dergi - 7

More Related Content

What's hot

Festivaldeyiz Dergisi 1. Sayı
Festivaldeyiz Dergisi 1. SayıFestivaldeyiz Dergisi 1. Sayı
Festivaldeyiz Dergisi 1. SayıDarqest
 
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı ProgramıCaddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı ProgramıKadıköy Belediyesi
 
Dinamikler 2017 - Chromas Tanıtım
Dinamikler 2017 - Chromas TanıtımDinamikler 2017 - Chromas Tanıtım
Dinamikler 2017 - Chromas Tanıtımdinamikler17
 
Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6CMSMERSIN
 
Halis Kurtça Kültür Merkezi Şubat Ayı Programı
Halis Kurtça Kültür Merkezi Şubat Ayı Programı Halis Kurtça Kültür Merkezi Şubat Ayı Programı
Halis Kurtça Kültür Merkezi Şubat Ayı Programı Kadıköy Belediyesi
 
Kozyatağı Kültür Merkezi Kasım Ayı Programı
Kozyatağı Kültür Merkezi Kasım Ayı ProgramıKozyatağı Kültür Merkezi Kasım Ayı Programı
Kozyatağı Kültür Merkezi Kasım Ayı ProgramıKadıköy Belediyesi
 
27 mart dünya tiyatro günü etkinlikler 2014
27 mart dünya tiyatro günü etkinlikler 201427 mart dünya tiyatro günü etkinlikler 2014
27 mart dünya tiyatro günü etkinlikler 2014Kadıköy Belediyesi
 
Barış Manço Kültür Merkezi Nisan 2013
Barış Manço Kültür Merkezi Nisan 2013Barış Manço Kültür Merkezi Nisan 2013
Barış Manço Kültür Merkezi Nisan 2013Kadıköy Belediyesi
 
Barış Manço Kültür Merkezi Kasım Ayı Etkinlikleri
Barış Manço Kültür Merkezi Kasım Ayı EtkinlikleriBarış Manço Kültür Merkezi Kasım Ayı Etkinlikleri
Barış Manço Kültür Merkezi Kasım Ayı EtkinlikleriKadıköy Belediyesi
 

What's hot (16)

Festivaldeyiz Dergisi 1. Sayı
Festivaldeyiz Dergisi 1. SayıFestivaldeyiz Dergisi 1. Sayı
Festivaldeyiz Dergisi 1. Sayı
 
KKM NİSAN AYI
KKM NİSAN AYIKKM NİSAN AYI
KKM NİSAN AYI
 
10
1010
10
 
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı ProgramıCaddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
Caddebostan Kültür Merkezi Ocak Ayı Programı
 
Paylasim 35 web
Paylasim 35 webPaylasim 35 web
Paylasim 35 web
 
Dinamikler 2017 - Chromas Tanıtım
Dinamikler 2017 - Chromas TanıtımDinamikler 2017 - Chromas Tanıtım
Dinamikler 2017 - Chromas Tanıtım
 
Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6
 
KKM Nisan 2015
KKM Nisan 2015KKM Nisan 2015
KKM Nisan 2015
 
Halis Kurtça Kültür Merkezi Şubat Ayı Programı
Halis Kurtça Kültür Merkezi Şubat Ayı Programı Halis Kurtça Kültür Merkezi Şubat Ayı Programı
Halis Kurtça Kültür Merkezi Şubat Ayı Programı
 
Kkm kasım.jpg
Kkm kasım.jpgKkm kasım.jpg
Kkm kasım.jpg
 
2012 kkm kasim
2012 kkm kasim2012 kkm kasim
2012 kkm kasim
 
Kozyatağı Kültür Merkezi Kasım Ayı Programı
Kozyatağı Kültür Merkezi Kasım Ayı ProgramıKozyatağı Kültür Merkezi Kasım Ayı Programı
Kozyatağı Kültür Merkezi Kasım Ayı Programı
 
27 mart dünya tiyatro günü etkinlikler 2014
27 mart dünya tiyatro günü etkinlikler 201427 mart dünya tiyatro günü etkinlikler 2014
27 mart dünya tiyatro günü etkinlikler 2014
 
Barış Manço Kültür Merkezi Nisan 2013
Barış Manço Kültür Merkezi Nisan 2013Barış Manço Kültür Merkezi Nisan 2013
Barış Manço Kültür Merkezi Nisan 2013
 
şeydanur somuncu
şeydanur somuncuşeydanur somuncu
şeydanur somuncu
 
Barış Manço Kültür Merkezi Kasım Ayı Etkinlikleri
Barış Manço Kültür Merkezi Kasım Ayı EtkinlikleriBarış Manço Kültür Merkezi Kasım Ayı Etkinlikleri
Barış Manço Kültür Merkezi Kasım Ayı Etkinlikleri
 

Viewers also liked

Isitma bolum-3
Isitma bolum-3Isitma bolum-3
Isitma bolum-3CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-4
Havalandirma tesisat-bolum-4Havalandirma tesisat-bolum-4
Havalandirma tesisat-bolum-4CMSMERSIN
 
Binalar icin dogalgaz_teknik_esaslari
Binalar icin dogalgaz_teknik_esaslariBinalar icin dogalgaz_teknik_esaslari
Binalar icin dogalgaz_teknik_esaslariCMSMERSIN
 
Mekanik tesisat-bolum-13
Mekanik tesisat-bolum-13Mekanik tesisat-bolum-13
Mekanik tesisat-bolum-13CMSMERSIN
 
Mekanik tesisat-bolum-6
Mekanik tesisat-bolum-6Mekanik tesisat-bolum-6
Mekanik tesisat-bolum-6CMSMERSIN
 
12 Siginak Yonetmeligi
12 Siginak Yonetmeligi12 Siginak Yonetmeligi
12 Siginak YonetmeligiCMSMERSIN
 
Isitma bolum-2
Isitma bolum-2Isitma bolum-2
Isitma bolum-2CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-8
Havalandirma tesisat-bolum-8Havalandirma tesisat-bolum-8
Havalandirma tesisat-bolum-8CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-7
Havalandirma tesisat-bolum-7Havalandirma tesisat-bolum-7
Havalandirma tesisat-bolum-7CMSMERSIN
 
Isitma bolum-9
Isitma bolum-9Isitma bolum-9
Isitma bolum-9CMSMERSIN
 
Mekanik tesisat-bolum-8
Mekanik tesisat-bolum-8Mekanik tesisat-bolum-8
Mekanik tesisat-bolum-8CMSMERSIN
 
Mekanik tesisat-bolum-16
Mekanik tesisat-bolum-16Mekanik tesisat-bolum-16
Mekanik tesisat-bolum-16CMSMERSIN
 
Mekanik tesisat-bolum-14
Mekanik tesisat-bolum-14Mekanik tesisat-bolum-14
Mekanik tesisat-bolum-14CMSMERSIN
 
Isitma bolum-6
Isitma bolum-6Isitma bolum-6
Isitma bolum-6CMSMERSIN
 
Futsal oyun kuralları_2008_2009
Futsal oyun kuralları_2008_2009Futsal oyun kuralları_2008_2009
Futsal oyun kuralları_2008_2009CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-1
Havalandirma tesisat-bolum-1Havalandirma tesisat-bolum-1
Havalandirma tesisat-bolum-1CMSMERSIN
 
3 Kat Mulkiyetine Gecis Genelgesi
3 Kat Mulkiyetine Gecis Genelgesi3 Kat Mulkiyetine Gecis Genelgesi
3 Kat Mulkiyetine Gecis GenelgesiCMSMERSIN
 

Viewers also liked (18)

Isitma bolum-3
Isitma bolum-3Isitma bolum-3
Isitma bolum-3
 
Havalandirma tesisat-bolum-4
Havalandirma tesisat-bolum-4Havalandirma tesisat-bolum-4
Havalandirma tesisat-bolum-4
 
Binalar icin dogalgaz_teknik_esaslari
Binalar icin dogalgaz_teknik_esaslariBinalar icin dogalgaz_teknik_esaslari
Binalar icin dogalgaz_teknik_esaslari
 
Mekanik tesisat-bolum-13
Mekanik tesisat-bolum-13Mekanik tesisat-bolum-13
Mekanik tesisat-bolum-13
 
Mekanik tesisat-bolum-6
Mekanik tesisat-bolum-6Mekanik tesisat-bolum-6
Mekanik tesisat-bolum-6
 
12 Siginak Yonetmeligi
12 Siginak Yonetmeligi12 Siginak Yonetmeligi
12 Siginak Yonetmeligi
 
Isitma bolum-2
Isitma bolum-2Isitma bolum-2
Isitma bolum-2
 
Havalandirma tesisat-bolum-8
Havalandirma tesisat-bolum-8Havalandirma tesisat-bolum-8
Havalandirma tesisat-bolum-8
 
Havalandirma tesisat-bolum-7
Havalandirma tesisat-bolum-7Havalandirma tesisat-bolum-7
Havalandirma tesisat-bolum-7
 
Isitma bolum-9
Isitma bolum-9Isitma bolum-9
Isitma bolum-9
 
Mekanik tesisat-bolum-8
Mekanik tesisat-bolum-8Mekanik tesisat-bolum-8
Mekanik tesisat-bolum-8
 
Mekanik tesisat-bolum-16
Mekanik tesisat-bolum-16Mekanik tesisat-bolum-16
Mekanik tesisat-bolum-16
 
0 Is Kanunu
0 Is Kanunu0 Is Kanunu
0 Is Kanunu
 
Mekanik tesisat-bolum-14
Mekanik tesisat-bolum-14Mekanik tesisat-bolum-14
Mekanik tesisat-bolum-14
 
Isitma bolum-6
Isitma bolum-6Isitma bolum-6
Isitma bolum-6
 
Futsal oyun kuralları_2008_2009
Futsal oyun kuralları_2008_2009Futsal oyun kuralları_2008_2009
Futsal oyun kuralları_2008_2009
 
Havalandirma tesisat-bolum-1
Havalandirma tesisat-bolum-1Havalandirma tesisat-bolum-1
Havalandirma tesisat-bolum-1
 
3 Kat Mulkiyetine Gecis Genelgesi
3 Kat Mulkiyetine Gecis Genelgesi3 Kat Mulkiyetine Gecis Genelgesi
3 Kat Mulkiyetine Gecis Genelgesi
 

Similar to Mersin Polifonik Dergi - 7

Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6CMSMERSIN
 
Mersin Polifonik Dergi - 9
Mersin Polifonik Dergi - 9Mersin Polifonik Dergi - 9
Mersin Polifonik Dergi - 9CMSMERSIN
 
Mersin Polifonik Dergi - 8
Mersin Polifonik Dergi - 8Mersin Polifonik Dergi - 8
Mersin Polifonik Dergi - 8CMSMERSIN
 
Mersin Polifonik Dergi - 5
Mersin Polifonik Dergi - 5Mersin Polifonik Dergi - 5
Mersin Polifonik Dergi - 5CMSMERSIN
 
Art Banquet NostosPassword
Art Banquet NostosPasswordArt Banquet NostosPassword
Art Banquet NostosPasswordtyrell01
 
müziksiz mekanlar.pptx
müziksiz mekanlar.pptxmüziksiz mekanlar.pptx
müziksiz mekanlar.pptxOnurcanCakir
 
A special album of davetname
A special album of davetnameA special album of davetname
A special album of davetnamebeyazarifakbas
 
10 gitar program_edit
10 gitar program_edit10 gitar program_edit
10 gitar program_editAnil Gelenler
 
Adim adim türkiye
Adim adim türkiyeAdim adim türkiye
Adim adim türkiyeguestbecea2
 
Uluslararası Turkuaz Sinema Günleri Kitapçığı
Uluslararası Turkuaz Sinema Günleri KitapçığıUluslararası Turkuaz Sinema Günleri Kitapçığı
Uluslararası Turkuaz Sinema Günleri Kitapçığıeskisehir2013
 

Similar to Mersin Polifonik Dergi - 7 (14)

Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6
 
Mersin Polifonik Dergi - 9
Mersin Polifonik Dergi - 9Mersin Polifonik Dergi - 9
Mersin Polifonik Dergi - 9
 
Mersin Polifonik Dergi - 8
Mersin Polifonik Dergi - 8Mersin Polifonik Dergi - 8
Mersin Polifonik Dergi - 8
 
Mersin Polifonik Dergi - 5
Mersin Polifonik Dergi - 5Mersin Polifonik Dergi - 5
Mersin Polifonik Dergi - 5
 
Mayis Haziran2015
Mayis Haziran2015Mayis Haziran2015
Mayis Haziran2015
 
Köklere Kültürel Yolculuk
Köklere Kültürel YolculukKöklere Kültürel Yolculuk
Köklere Kültürel Yolculuk
 
Art Banquet NostosPassword
Art Banquet NostosPasswordArt Banquet NostosPassword
Art Banquet NostosPassword
 
müziksiz mekanlar.pptx
müziksiz mekanlar.pptxmüziksiz mekanlar.pptx
müziksiz mekanlar.pptx
 
A special album of davetname
A special album of davetnameA special album of davetname
A special album of davetname
 
10 gitar program_edit
10 gitar program_edit10 gitar program_edit
10 gitar program_edit
 
Adim adim türkiye
Adim adim türkiyeAdim adim türkiye
Adim adim türkiye
 
musa eroğlu
musa eroğlumusa eroğlu
musa eroğlu
 
Uluslararası Turkuaz Sinema Günleri Kitapçığı
Uluslararası Turkuaz Sinema Günleri KitapçığıUluslararası Turkuaz Sinema Günleri Kitapçığı
Uluslararası Turkuaz Sinema Günleri Kitapçığı
 
Enderun Mektebi 17. Sayi
Enderun Mektebi 17. SayiEnderun Mektebi 17. Sayi
Enderun Mektebi 17. Sayi
 

More from CMSMERSIN

Gp enerji̇ şofben paket
Gp enerji̇ şofben paketGp enerji̇ şofben paket
Gp enerji̇ şofben paketCMSMERSIN
 
Gp enerji̇ soba paket
Gp enerji̇ soba  paketGp enerji̇ soba  paket
Gp enerji̇ soba paketCMSMERSIN
 
Gp enerji̇ montaj paket
Gp enerji̇ montaj paketGp enerji̇ montaj paket
Gp enerji̇ montaj paketCMSMERSIN
 
Gp enerji̇ full paket 2
Gp enerji̇ full paket 2Gp enerji̇ full paket 2
Gp enerji̇ full paket 2CMSMERSIN
 
Hgtey hali-saha-oyun-kurallar-280509
Hgtey hali-saha-oyun-kurallar-280509Hgtey hali-saha-oyun-kurallar-280509
Hgtey hali-saha-oyun-kurallar-280509CMSMERSIN
 
Futbol oyun-kurallari-2010
Futbol oyun-kurallari-2010Futbol oyun-kurallari-2010
Futbol oyun-kurallari-2010CMSMERSIN
 
13 15 yas_kurallari
13 15 yas_kurallari13 15 yas_kurallari
13 15 yas_kurallariCMSMERSIN
 
6 12 yas_kurallari
6 12 yas_kurallari6 12 yas_kurallari
6 12 yas_kurallariCMSMERSIN
 
Plaj futbolu-oyun-kurallari-son1
Plaj futbolu-oyun-kurallari-son1Plaj futbolu-oyun-kurallari-son1
Plaj futbolu-oyun-kurallari-son1CMSMERSIN
 
Visio aksagaz - yapilacaklar-gp-enerji
Visio aksagaz - yapilacaklar-gp-enerjiVisio aksagaz - yapilacaklar-gp-enerji
Visio aksagaz - yapilacaklar-gp-enerjiCMSMERSIN
 
Mersin dogalgaz marketi kampanyalar v4 montaj paketi
Mersin dogalgaz marketi kampanyalar v4 montaj paketiMersin dogalgaz marketi kampanyalar v4 montaj paketi
Mersin dogalgaz marketi kampanyalar v4 montaj paketiCMSMERSIN
 
Mekanik tesisat-bolum-1
Mekanik tesisat-bolum-1Mekanik tesisat-bolum-1
Mekanik tesisat-bolum-1CMSMERSIN
 
Mekanik tesisat-bolum-24
Mekanik tesisat-bolum-24Mekanik tesisat-bolum-24
Mekanik tesisat-bolum-24CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-17
Havalandirma tesisat-bolum-17Havalandirma tesisat-bolum-17
Havalandirma tesisat-bolum-17CMSMERSIN
 
Mekanik tesisat-bolum-17
Mekanik tesisat-bolum-17Mekanik tesisat-bolum-17
Mekanik tesisat-bolum-17CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-23
Havalandirma tesisat-bolum-23Havalandirma tesisat-bolum-23
Havalandirma tesisat-bolum-23CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-22
Havalandirma tesisat-bolum-22Havalandirma tesisat-bolum-22
Havalandirma tesisat-bolum-22CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-21
Havalandirma tesisat-bolum-21Havalandirma tesisat-bolum-21
Havalandirma tesisat-bolum-21CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-20
Havalandirma tesisat-bolum-20Havalandirma tesisat-bolum-20
Havalandirma tesisat-bolum-20CMSMERSIN
 
Havalandirma tesisat-bolum-19
Havalandirma tesisat-bolum-19Havalandirma tesisat-bolum-19
Havalandirma tesisat-bolum-19CMSMERSIN
 

More from CMSMERSIN (20)

Gp enerji̇ şofben paket
Gp enerji̇ şofben paketGp enerji̇ şofben paket
Gp enerji̇ şofben paket
 
Gp enerji̇ soba paket
Gp enerji̇ soba  paketGp enerji̇ soba  paket
Gp enerji̇ soba paket
 
Gp enerji̇ montaj paket
Gp enerji̇ montaj paketGp enerji̇ montaj paket
Gp enerji̇ montaj paket
 
Gp enerji̇ full paket 2
Gp enerji̇ full paket 2Gp enerji̇ full paket 2
Gp enerji̇ full paket 2
 
Hgtey hali-saha-oyun-kurallar-280509
Hgtey hali-saha-oyun-kurallar-280509Hgtey hali-saha-oyun-kurallar-280509
Hgtey hali-saha-oyun-kurallar-280509
 
Futbol oyun-kurallari-2010
Futbol oyun-kurallari-2010Futbol oyun-kurallari-2010
Futbol oyun-kurallari-2010
 
13 15 yas_kurallari
13 15 yas_kurallari13 15 yas_kurallari
13 15 yas_kurallari
 
6 12 yas_kurallari
6 12 yas_kurallari6 12 yas_kurallari
6 12 yas_kurallari
 
Plaj futbolu-oyun-kurallari-son1
Plaj futbolu-oyun-kurallari-son1Plaj futbolu-oyun-kurallari-son1
Plaj futbolu-oyun-kurallari-son1
 
Visio aksagaz - yapilacaklar-gp-enerji
Visio aksagaz - yapilacaklar-gp-enerjiVisio aksagaz - yapilacaklar-gp-enerji
Visio aksagaz - yapilacaklar-gp-enerji
 
Mersin dogalgaz marketi kampanyalar v4 montaj paketi
Mersin dogalgaz marketi kampanyalar v4 montaj paketiMersin dogalgaz marketi kampanyalar v4 montaj paketi
Mersin dogalgaz marketi kampanyalar v4 montaj paketi
 
Mekanik tesisat-bolum-1
Mekanik tesisat-bolum-1Mekanik tesisat-bolum-1
Mekanik tesisat-bolum-1
 
Mekanik tesisat-bolum-24
Mekanik tesisat-bolum-24Mekanik tesisat-bolum-24
Mekanik tesisat-bolum-24
 
Havalandirma tesisat-bolum-17
Havalandirma tesisat-bolum-17Havalandirma tesisat-bolum-17
Havalandirma tesisat-bolum-17
 
Mekanik tesisat-bolum-17
Mekanik tesisat-bolum-17Mekanik tesisat-bolum-17
Mekanik tesisat-bolum-17
 
Havalandirma tesisat-bolum-23
Havalandirma tesisat-bolum-23Havalandirma tesisat-bolum-23
Havalandirma tesisat-bolum-23
 
Havalandirma tesisat-bolum-22
Havalandirma tesisat-bolum-22Havalandirma tesisat-bolum-22
Havalandirma tesisat-bolum-22
 
Havalandirma tesisat-bolum-21
Havalandirma tesisat-bolum-21Havalandirma tesisat-bolum-21
Havalandirma tesisat-bolum-21
 
Havalandirma tesisat-bolum-20
Havalandirma tesisat-bolum-20Havalandirma tesisat-bolum-20
Havalandirma tesisat-bolum-20
 
Havalandirma tesisat-bolum-19
Havalandirma tesisat-bolum-19Havalandirma tesisat-bolum-19
Havalandirma tesisat-bolum-19
 

Mersin Polifonik Dergi - 7

  • 1. 1
  • 2. 2 İçindekiler: Kültür ve Sanat Kenti Mersin Mustafa ÖRÜNK 4 Nice Yıllara!... 5 Selma YAĞCI Bir Kentin Kültürel Açıdan Soluk Alması 6 Ahmet SAY Başı Dik Müziği Fırtınanın 7 Gökyüzü Fazıl SAY 8-11 Fazıl SAY 12-13 Uh Ah Dev Adam 14-15 Doğan AKÇA “Sponsor”luk Ferit EDGÜ 16-17 Nevit Kodallı 18-19 Orkestra Yönetmek Alain PARİS (Çev. Yüksel KOPTAGEL) 20-21 Polifonik Korolar ve Müzik Festivali Semihi VURAL 22 Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası 23-24 Rengin GÖKMEN-Cihat AŞKIN 25 Çağdaş Müziği Dinlemek Önder KÜTAHYALI 26-27 Sanat Ve Para Ahmet CEMAL 28 Genç Müzikçilere Öğütler Robert SCHUMANN (Çev. Turgut GÜRAN) 29-31 Mersin Müzik Festivali Suna TANALTAY 32 Bir Sevgi Bestesi Vahap KOKULU 33-35 Gülsin ÖNAY 36 Sessizlikten Çok Sesliliğe Ahmet YEŞİL 37-38 İlhan ERŞAHİN 39-43 Mersin'in Geleceğinde Müzik Var Fazıl TÜTÜNER 44 UNESCO Kültür Bakanları 3. Yuvarlak Masa Toplantısının "Müziğimizin Evrenselleşmesi" Üzerine Düşündürdükleri 45-47 Doç. Mustafa APAYDIN
  • 3. 3 ATATÜRK'ÜN KÜLTÜR P0LİTİKASI VE MÜZİK “Amacımız, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı, içeriği ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna getirmektir. Başarı için en gerçek kılavuz bilimdir, tekniktir. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alınmalı ve her yurttaşın kafasına sokulmalıdır. Dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanılmalı; fakat asıl temel, ulusun kendi içinden çıkarılmalıdır. Kültür etkinlikleri, yeni ve modern esaslara göre örgütlenip yürütülmelidir. Sanat, birey ve toplum olarak insanca yaşamanın vazgeçilmez öğeleridir. Türkiye Cumhuriyetinin temeli “kültür”dür. Kültür, oluştuğu, yapıldığı, geliştiği yerin özelliklerine bağlıdır. Bu yer, ulusun öz yapısıdır. Türk halkının gelişmesi demek, en başta kendi kültürünün gelişmesi demektir. Güzel sanatlarda başarı, bütün inkılapların başarılı olduğunun da kesin kanıtıdır. Sanatsız kalan bir ulusun hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Bir ulus sanata önem vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur. Bunun içindir ki Türk ulusunun sanata olan sevgisi sürekli olarak her türlü araç ve önlemlerle geliştirilmelidir. Sanatlar içinde en çabuk, en önde götürülmesi gereken müziktir. Çünkü, bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği, alabilmesi, kavrayabilmesidir.” M. K. Atatürk Türkiye'de çoksesli müzik, Atatürk'ün yukarıdaki görüş ve ilkeleri doğrultusunda, özgür düşünce temelindeki yaratıcılık ortamına ilerlemiştir. Buna "Türk Müzik İnkılabı" diyoruz...
  • 4. 4 Kültür ve Sanat Kenti Mersin Mustafa ÖRÜNK Editör Toplumsal ve kentsel değişimin çizgisine ayak uyduramamış, atalet içerisindeki idari yapı ve mevzuata rağmen, içten ve kendiliğinden gelişen ve gerçekleşen bir oluşumun içerisindeki Mersin, gün geçtikçe önemli bir dünya kenti olma yolunda büyük adımlar atıyor; Atılan bu adımlardan biri de Mersin 1. Uluslararası Müzik Festivali’dir. 1-13 Ekim 2002 tarihlerinde gerçekleşecek olan bu önemli Kültür Sanat hareketi bir ihtiyaçtan doğmuştur. Yıllardan beri Mersin'e bir kimlik kazandırma düşüncesi; özellikle Sivil Toplum Örgütleri'nin bu uğurda gösterdiği gayret ve çabalar meyvelerini vermeye başlamıştır. Ülkemizde, hemen her alanda varlığını hissettiren değişim ihtiyacı, bunu en belirgin olarak müzikte göstermektedir. Müzik toplumların kendini en iyi ifade ettiği alanların başında gelmektedir. Bir sanat olarak müziğin, kültürel ve estetik boyutunun yanında toplumsal boyutunun da olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde olduğu gibi müzik hem toplumu değiştirmede hem de, kendini değiştirip geliştirecek, karşılıklı etkileşimi harekete geçirmektedir. Sonuç olarak, yurdumuzun önemli kültürel zenginliklerini bağrında saklayan Mersin, 1. Uluslararası Müzik Festivali ile bu zenginlikleri, kültür sanatın hem ulusal hem de uluslararası dostlarıyla paylaşmanın onurunu yaşayacaktır. Bizlere bu onuru yaşatacak tüm sanatçılara ve T.C. Kültür Bakanlığı, İçel Valiliği, Mersin Büyükşehir Belediyesi, Mersin Üniversitesi, Yenişehir Belediyesi, Akdeniz Belediyesi, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası, Mersin Ticaret Borsası, Mersin Deniz Ticaret Odası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Mersin Devlet Opera ve Balesi, Bilkent Senfoni Orkestrası, Mersin Kültür Merkezi Derneği, Mersin Flarmoni Derneği, Mersin Polifonik Korolar Derneği, İçel Sanat Kulübü, Mersin Liseliler Derneği, ve Ana Sponsorlar: Çimsa, Opet, Şişecam, Otel Gondol, Koluman, İmsk, Atako, Güven Ofset, Oser Reklam, Erdemir, Arbel, Mesbaş'a gayret ve katkılarından dolayı teşekkürler ederiz. İyi ki varsınız. Dileğimiz, kurum ve bireylerin daha büyük duyarlılıklar göstererek, Mersin'in gerçek anlamda kültür ve sanat kenti olması yolunda önemli bir adım olan 10. 20. Müzik Festivallerini de görüp izleyebilmektir. Selam ve sevgi ile
  • 5. 5 NİCE YILLARA!... Selma YAĞCI Mersin Uluslararası Müzik Festivalinin 20. yılında Mersin'imizi hayal etmek istiyorum. Öyle geldi içimden. Biliyorsunuz, "İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar" derler. Bu da yaşamı uzatmanın bir yolu belki. O da ne?... Binaların boyu kısalmış. Sahil boyunca betondan bir sur gibi duran, arkalarında oturanlara bir nefeslik bile rüzgar bırakmayan yapılar yok artık. Yerlerini sahil yolunun dağ tarafındaki şipşirin evlere bırakmışlar. Caddeler pırıl pırıl tertemiz. Duyduğuma göre haftanın belli günlerinde mis kokulu, deterjanlı sularla yıkanıyorlarmış. İnsanımızın giyim kuşam derdi azalmış ve artık yüzleri gülüyor. Evlerde sular şakır şakır akıyor. Sağanak yağmurlarda bile elektrik kesilmiyor. Yeni doğan çocuklar yaşama eşit koşullarda başlıyor. Hepsinin sosyal güvencesi var. Eğitim ve öğretim de güzel haberle var. Çocuklarımız artık sadece okullarında eğitiliyorlar. Öyle özel kurs filan yok. Hem de aldıkları eğitim istedikleri üniversiteye girebilmeleri için yeterli oluyor... İnsanımızın çok daha üretken olmuş. Üstelik "Verimlilik" konusunda da çok duyarlı... Çocuğunu okula yollayan anne işinin başına koşuyor... Daha iyi yaşam koşulları için gün boyu çalışan aile bireyleri mutlu bir yorgunlukla dönüyorlar evlerine. Huzurlu ve kendini gerçekleştirmenin mutluluğunda.. Aylardan Eylül sonu. Ekim başı ve bir telaş, bir heyecan var yine güzelim şehrimizin güney rüzgarlarında... Mersin 20. Uluslararası Müzik Festivali için tüm kent halkı seferber... Dükkanlar satılacak güzel eşyalarla bezeniyor. Fuarlar için hediyelik eşyalar üretiliyor. Plaketler hazırlanıyor. Söyleşiler, paneller, kitap imzaları, resim sergileri ve sokak şenlikleri organize ediliyor. Bütün bunlar şehrimize gelecek sanatçılar, diğer konuklar ve kendi insanımız için. Kent halkı ise heyecanla konuklarını ağırlamaya hazırlanıyor. Yüreklerinde "Dünya Festivaller Listesine" girmiş olmanın sorumluluğu var. Bana gelince; bu sene de olağanüstü güzel bir festival olacağına eminim. Hangi etkinliklere katılsam acaba?.. Eskiden hiçbirini kaçırmak istemezdim. Artık yoruluyorum galiba.. O da ne yanımdan hızla geçen "Pozcu" minibüsünden yayılan müzik "Vivaldi Mevsimler" miydi?.. Yüreğimi sımsıcak
  • 6. 6 Bir Kentin Kültürel Açıdan Soluk Alması Ahmet Say Bu yıl birincisi gerçekleşen Mersin Müzik Festivali konusuna geçmeden, ülkemizin büyüklü küçüklü festivallerine değinmek istiyorum. Böylece Mersin Festivali'nin yeri daha belirginleşecektir düşüncesindeyim: Hangi çapta, hangi özellikte olursa olsun, her festival yenilikler sunar, dolayısıyla tazelik içerir. Eskiden birçok kasabamızda "şenlik" adı altında nice anlamlı yerel festival düzenlenirdi. Bu amatör festivallerin de yeni bir sözü, bir mesajı vardı. Kırşehir'e bağlı küçük bir Orta Anadolu İlçesi olan Kaman'ın "Ceviz beldesi" olduğunu, festivalin adından öğrenmiştim. Otuz yıl kadar önce, Yarımca'da edebiyat ağırlıklı bir "Kiraz Festivali" düzenlenirdi. Çok düzeyliydi bu festival. Ege bölgesinde, Turgutlu ve Dikili'de de yine edebiyat ağırlıklı, ama "yerel" sınırları aşan, "ulusal" özellikte festivaller yapılırdı. Günümüzde Muğla'nın Datça ilçesinde gerçekleştirilen "Can Şenliği", müzik etkinlikleriyle desteklenen gerçek bir "şiir festivali'dir. Can Şenliği, medyada gördüğü ilgiyle ulusal niteliğini kanıtlamış, şiir sanatında bu yıl uluslararası ilişkilere yönelmeye başlamıştır. Türkiye'de uluslararası müzik festivallerinin en görkemlisi, İstanbul Festivali'dir. 1973 yılın- dan beri başarıyla sürdürülen bu festivali, Ankara ve İzmir müzik festivalleri izler. Kültür Bakanlığı Opera ve Bale Genel Müdürlüğü tarafından Antalya'da düzenlenen "Aspendos Opera ve Bale Festivali", tam anlamıyla "Uluslararası" nitelik kazanmış değildir; ancak, yapıldığı ortam olan Aspendos antik amfiteatrı ile opera ve bale gibi gösterişli sahne prodüksiyonlarının birleşmesi nedeniyle bu festivalin etki gücü büyümüştür. Bursa'daki festivalimiz ise uluslararası halk dansları yarışmasını içerdiği için kapsamı bakımından "uluslararası" özelliktedir: Bu yarışma, UNESCO'ya bağlı "Uluslararası Halk Sanatları Organizasyonunun üyesidir. Sözü şuraya getirmek istiyorum: Bir festival, "yerel" yada "ulusal", hatta "uluslararası" özellikte bile olsa, öncelikle bir "kimlik" sergilemelidir. Düzenlenen etkinlikler bütününün bir rengi, mesajı olmalıdır. Dilerseniz, yukarıda verdiğim örneklere bu açıdan göz atalım: Kaman'daki yerel ve amatör festival, "ceviz"i öne çıkarmaktadır. Yarımca'daki "Kiraz Festivali" de edebiyat etkinlikleriyle tecimsel amacını süslemekteydi. Ege bölgesindeki festivaller, sanıyorum bu kentlerin turistik özelliklerine dikkat çekiyordu. İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa'daki uluslararası festivaller ise, söz konusu metropollerimizin "uluslararası" niteliğini kültürel yönden vurgulamak amacını taşır. Şimdi Mersin'e geçelim: Mersin, narenciye bahçeleriyle bezeli önemli bir liman kentimiz olarak bilinir. Oysa hızla göç alan kent nüfusunun geleneksel dokusu son yıllarda oldukça değişmiş gözükmektedir. Bu yöndeki sorunları bir yana bırakmak istiyorum; çünkü hangi kıtada ve ülkede olursa olsun, festivaller kent nüfusunun tamamına yönelik değildir ve kentin ekonomik sorunlarından uzaktır. Bir müzik eleştirmeni olarak ben Mersin'i "Devlet Opera ve Balesi" adlı başarılı birimi ve Üniversiteye bağlı Konservatuarıyla tanıyorum. Mersin Filarmoni Derneği'nin ve İçel Sanat Kulübü Derneği'nin yöneticileriyle de yıllar boyunca diyalogu sürdürdüm. Sevindirici olgulardan biri ise Mersin Polifonik Korolar Derneği'nin kuruluşuydu. Bütün bu köklü müzik birimleri birçok yönüyle bir kentin kültürel açıdan soluk alması için sağlam bir altyapı oluşturur. Altyapının olduğu yerde, bilinçli bir organizasyon kavrayışıyla başarılı bir festivalin gerçekleşmesi olanaklıdır. Ancak, bütün yükün müzik birimlerine ve ilgili sivil toplum kuruluşlarına yüklenmesi yanlış olur. Doğrusu istenirse, "bir kentin kültürel açıdan soluk alması"nda. asıl sorumlu belediyelerdir. Mersin'deki belediyelerin "kentleşme" olgusu bakımından kültür boyutuna değer vermesi sevindiricidir. Her uygar ortamda olduğu gibi, sanat tutkusu güç birliği oluşturacaktır. "İlk" olmanın getireceği eksik gedikler kimsenin şevkini kırmasın. Eksik gediği göze almadan hiçbir işe başlanamaz. Sanat tutkusu güç birliği oluşturur. Mersin, uluslararası bir festivale layıktır, onu başaracaktır.
  • 7. 7 Başı Dik Müziği Fırtınanın Odlar duyuyorum, senfoniler, operalar. Guillaume Tell'de halkın müziğini duyuyorum, ayağa kalkmış ve öfkeli. Meyerbeer'in Huguenot'larmı, Peygamber'ini yada Robert'ini. Gounod'nun Faust'unu yada Mozart'ın Don Giovanni'sini duyuyorum. Dans müzikleri geliyor kulağıma, tüm ulusların, Vals'in tadına doyum olmaz bir ölçüsü geçiyor sekerek, mutluluk sarıyor her yanımı, Gitarların tınlayan seslerine ve kastanyetlere eşlik eden bolero. Kutsal danslar görüyorum, eski ve yeni, sesini duyuyorum İbrani’lerinin, Haçlılar görüyorum, zillerin savaş sesine ayak uydurmuş, haçı kaldırmışlar yukarı, yürüyorlar. Dervişler duyuyorum, mırıl mırıl okuyorlar, keskin huu'larla bölüyorlar mırıltılarını, kıbleleri Mekke, dönüyor, dönüyorlar. Perslerin, Arapların kutsal rakslarını görüyorum, esriklik içinde hepsi. Bir de, dans ediyor Keres'in yurdu Eleusis'te günümüzün Yunanlıları, El çırpışlarını duyuyorum, öne eğiliyorlar, İşitiyorum, düzenli bir ölçüyle ayaklarını sürtüyorlar yere. Korybantların çılgın dansları gözlerimin önünde, yaralıyor dansçılar birbirlerini, Romalı gençleri görüyorum, çığırtmaların tiz seslerine ayak uydurmuşlar silahlarını havaya atıp atıp tutuyorlar, Dizüstü düşüyor, ayağa kalkıyorlar. Müezzinin sesini duyuyorum, ezan okuyor Müslümanların camisinde, İçerdekileri görüyorum, namaz kılanları, vaazsız, soruşuz, konuşmadan, Üstelik sakin mi sakin, olmadık biçimde dindar, parlayan başları dik, yüzlerinde vecit, Çok telli Mısır arpını duyuyorum, Nil kayıkçılarının kadim şarkılarını, Çin'in kutsal hükümdarlık övgülerini dinliyorum. (tahtaya vuran taş) kingin insanı saran sesi, Ya da Hindu flütlerine ve vinanın süslü tınlamalarına ayak uydurup danseden bayardereler takımı. Artık Asya, Afrika bırakıyor beni, Avrupa yakalıyor, üstelik sımsıkı, Koskoca orglar ve de kalabalık insan sesleri dolduruyor içimi, Luther'in güçlü şarkısı Eine feste Burg ist unser Gott, Rossini'nin Stabat Mater Dolorosa'sı, Ya da yüksek bir katedralin göz kamaştıran renkli pencereli loşluğu içinde İnsanın yüreğine dolan Agnus Dei ya da Gloria in Exelcis. Ey Besteciler! güçlü maestrolar! Ve siz tüm ülkelerin tatlı şarkıcıları, sopranolar, tenorlar, baslar! Çiçeği burnunda ezgi çığıran bir batı halk ozanı. Saygıyla sunuyor sizlere sevgilerini. WALT WHITMAN, Başı Dik Müziği Fırtınanın'dan…
  • 8. 8 Fazıl Say'ın Kaleminden Yaşamından Bir Kesit... GÖKYÜZÜ Fazıl SAY Kâmuran Gündemir, yaşamımın en önemli döneminde hocam olmuştur: On iki yaşımdan on yedi yaşıma kadar. Şöyle demeliyim: Onunla çalışmaya başladığımda bir çocuktum, Konservatuarı bitirdiğimde piyanisttim. Bu beş yıllık süreci, 1982'de uygulanmaya başlayan "özel statü" adlı hızlandırılmış yoğun eğitim programında tamamladım. Muhiddin Dürrüoğlu Demiriz ve Yeşim Alkaya da aynı programdan yararlandı. Ayrıca kompozisyon bölümünü de bitirdik. Kâmuran Hoca için ders vermek, öğrencisine kendisini adamaktı. Bizi adam etmeye ant içmiş gibiydi. Muhiddin ve benim için sabahın yedi buçuğunda okula gelirdi. Biz de o gelmeden önce, ellerimizi ısıtıp açmak için altı buçukta çalışma odasında olurduk. Bizim ev konservatuara uzaktı. Bu erken saatte otobüs olmadığı için, beşi çeyrek geçe evden çıkar, yürürdüm. Karanlık ve soğuk vız gelirdi. Piyanoya gittiğimi düşündükçe sevinirdim. Ben giderken ay peşimden yürürdü. Artık müzik çalışıyordum: Müzikal ifadeye, tuşe özelliklerine ödünsüz bağlılık… Beethoven'in son dönem sonatlarındaki pastoral renkleri araştırıyorduk. Psikolojik yönden olabildiğince derinlemesine inceliyorduk Beethoven'i. Seslerin felsefesi! Gündemir, olağanüstü bir özgüvenle açıklıyordu bunları. Düşüncelerini ellerim aracılığıyla seslerin içine sığdırmamı istiyordu. İnanılmaz bir yoğun çalışmaydı. Zor yapıtların üstesinden gelme dönemi başlamıştı. Beethoven'i kavramak için beynimin zonkladığını bilirim. Ama birkaç dakika sonra beynimde damarlar açılır, içine Beethoven sonatının koca bir bölümü akmaya başlardı. Hiçbir tuşa düşün- meden basmayı öğreniyordum artık. Beşevler'deki yeni konservatuar binasına taşınmıştık. Üç kış boyunca kalorifer çalışmadı bu yeni binada. Oda buz gibiydi, üst üste üç kazak giyerdik. Kâmuran hoca evden bir elektrikli soba getirmişti, ama bu sefer de sigorta atıyor, soba yanmıyordu. Sabah hava henüz ağarmamışken soğuk flüoresan ışığının daha da üşüttüğü bu odada, Bach'ın La minör Prelüd-Füg'ünü çalışıyorduk. "İnsan böyle bir eser yazıp ölmeli" diyordu hocam. Demek ki Prelüd-Füg, yaşamak kadar güzeldi. İçimizde ılık rüzgârlar esiyordu o zaman. Her notayı, ama her notayı, bir su damlası bellemiştik. Hayır, "Kristaller gibi" derdi o, "kristaller gibi dökülmeli!" Bazen de öfkelenir, makineli tüfek gibi konuşurken yirmi bir cümleyi bir cümlede söylerdi. Bütün bunları "müzik için" yaptığını hissederdik. Otuz saniyelik bir pasajla iki buçuk saat uğraşır, istediği gibi çaldığımızı görmeden dersi bitirmezdi. Muhiddin'le ben, aslında zor öğrencilerdik. Göz, kulak, bellek, matematik, armoni, sezgi ve biraz da eleştiri gibi yetilerimiz yüzünden, bizimle uğraşmak zordu. Bach ve Beethoven'in yapıtlarında bazı anlam sorunlarını çözmek için Kâmuran Hocamız seksen tane seçeneği sergiler, sonra en doğrusunu seçip öğretirdi. Ders bitince Muhiddin ve ben, başka bir seçenekte karar kılardık. Ertesi derste bunu uyguladığımız zaman Kâmuran Hoca meseleyi fark etmez, "Hah işte, söylediğime geldiniz, anlatana kadar canım çıkmıştı" derdi. Biz de öğlen paydosunda kantinde bir ayran kutusunu ikiye bölüp plastik bardakları tokuştururduk. Hocamın başka bir özelliği ise müzikle edebiyat, müzikle resim ve müzikle felsefe arasındaki bağlantıları bulup göstermesiydi. Bir gün Beethoven çalışırken yerinden fırladı, duvarda
  • 9. 9 asılı duran bir tablonun alt kısmını kollarıyla kapayıp akort bağlantılarını tanımlamak için peyzajdaki gökyüzünü gösterdi. "Bakın, işte burası gibi" diyordu. Dahasını söyleyeyim: Belki sekiz yıl sonra, 1990'lı yılların başında, Almanya'da göklere çıkarılan bir "Beethoven" kitabı yayımlanmıştı. Beethoven'in o dönemdeki ressamlardan nasıl etkilendiğini araştıran değerli bir kitap... Yazar, büyük sükse yaptı, ama doğrusu, kitapta yazılan çoğu gerçeği ben Kâmuran Hocamla yıllar önce Beethoven'in Op. 109 sonatını çalışırken öğrenmiştim. Hocamın müthiş bir "bağlantı kurma" kavrayışı vardı. Öyle herkesin bulamayacağı sanatsal özellikleri sezer ve ilişkilendirirdi. Konservatuarın can çekişmekte olan piyanosunda Opus 109 Sonat'taki bitki örtüsünün tonlarını, yada gökyüzünün renklerini nasıl seslendirmem gerektiğini, renkleri seslere nasıl dönüştüreceğimi sihirbaz gibi bulup çıkarırdı. Renk ve ses! Ses rengi! Kendimi bildiğimden beri hep bunun peşinde değil miydim? Pedal oyunlarıyla bin bir çeşit renk üretmeyi öğreniyordum. Pedal kullanımı, Kâmuran hocanın başlıca hünerlerinden biriydi. "Çeyrek pedal", "yarım pedal", "yandaş" (notanın hemen ardından), "andaş" (sesle birlikte) ve ötekiler... Pedal kullanma bilinci sayesinde yüzen sesleri dilediğimiz karaktere dönüştürebiliyorduk. Çağdaş müzik yapıtlarındaki anlatımların büyüteç altına alınıp çözümlenmesini de ondan öğrendim. Özellikle Türk bestecilerin... Bu yapıtlar, sanki yasak savmak için, üstünkörü seslendiriliyordu genelde. Muhiddin ve ben, Ulvi Cemal Erkin'den İlhan Usmanbaş'a uzanan bestecilerimizi çalışırken onlara Chopin ve Bach analizleri kadar önem verirdik. O yılların Türkiye'sini düşünüyorum. Kimin haberi vardı bunlardan? Kimin umurundaydı? Toplumun belki yüzde doksan dokuzunun klasik müzikle uzak yakın ilişkisi yokken değerini kim bilebilirdi bu çalışmaların? Ama biz "her şeye rağmen" var oluyorduk. Kâmuran Gündemir'in olağanüstü çabaları, öğrencilerine uluslararası kariyerde başarılar getirdi. On yedi yaşındayken Avrupa'ya gittiğimizde, kimsenin bize piyano çalmayı öğretecek hali yoktu. Piyano edebiyatının bütün yapıtlarını yorumlayacak düzeydeydik. Avrupa, belki değişik kültürleri tanımamız ve bazı ayrıntılar açısından yararlı olmuştur, ama müzikal kişiliğimiz, Gündemir'in derslerinde zaten doruğa ulaşmıştı. Bugün yurtdışında sıkça karşılaştığım bir soru var: "Türkiye'den nasıl oluyor da klasik müzikçi yetişiyor?". Benimle yapılan röportajlarda, Türkiye'deki müzik eğitimi konusu çoğunlukla yer almıştır. Bu soruyu biz kendimize sormuyoruz, onlar soruyorlar. Müziğe, Almanya'ya gittiğimde başlamış olmadığımı biliyorlar, benim ilk on yedi yılımı merak ediyorlar: "Türkiye'de orkestralar var mı, opera ve bale kuruluşları, besteciler, yorumcular, konservatuarlar, bir müzik ekolü var mı?". Anlatıyorum. Avrupa'da Türkiye'nin batı kültürüyle ilişkisi pek bilinmez. Sormakta haklıdırlar. Çünkü kendimizi bu alanda tanıtmış değiliz. Bizde sorun çok, malum. Ama bunlar bizim sorunlarımızdır, başkalarının değil. Yurt dışında eksiklerimizi değil, fazlalarımızı göstermek zorundayız. Her ülke öyle yapmıyor mu? İnanamıyorlar anlattıklarıma. Yalın ama çarpıcı, somut örnekler veriyorum: "İlk hocam Mithat Fenmen, Alfred Cortot'nun öğrencisiydi. Kâmuran Gündemir, Paris Konservatuarı’nda Lazare Lev'nin sınıfını bitirmişti. Kompozisyon Hocam İlhan Baran, Paris Konservatuarı’nda Henri Dutilleux'nun öğrencisiydi." Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı düşündüğümde, içinde yetiştiğim ortamın değerini şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Annem, babam, öğretmenlerim, konservatuar arkadaşlarım, yakın çevremiz, aydın dostlarımız... On iki yaşımda ilk kez bir walkman sahibi olduğumda, Beethoven'in 7. Senfonisini dinleyerek saatlerce yürürdüm sokaklarda. Parklarda gezinirken çalışmakta olduğum Brahms yapıtının renklerini kurardım kafamda.
  • 10. 10 On beş yaşına geldiğimde, tatil günlerinde sabahtan akşama kadar Alban Berg'in Wozzeck operasını dinlerdim. Bu atonal eseri neredeyse ezberlemiştim. Ankara'da Alman Kültür Merkezi'nin kütüphanesine üyeydim. Dört yıl boyunca her gün eve iki plak getirir, dinlerdim: Bütün Wagner operaları, Brahms'ın bütün oda müziği yapıtları, Beethoven sonatlarının çeşitli kayıtları, Walter Gieseking'in Mozart yorumları, Schönberg'ler... En sevdiklerimi kasete kaydederdim. Yüzlerce kasetim olmuştu. Değerli bir koleksiyondu bu. İşte "özel statü" programının asıl yararları! Haftada üç gün giderdim konservatuara. Dört gün ise dolu dolu benimdi. Babamın kitaplığından seçtiğim kitapları kaplayıp numaralandırarak olgun bir "dünya klasikleri" kitaplığı hazırlamıştım kendime: Antik Yunan'dan tiyatro yapıtları, Fransız, Alman, İngiliz, Rus klasikleri... Çocukluğumda "Şeker Portakalı''nı nasıl okuyup yuttuysam bu yıllarda da Felsefe Tarihi'ni yer gibi okuyordum. Ve çağdaş edebiyat! Günümüz Fransa'sının üst düzey bir aydın çevresi olan Sartre'cılarla kurduğum dostlukların temelinde, varoluşçuluğun başyapıtlarını daha o zamanlar okumuş olmam yatar. Kompozisyon Hocam Prof. İlhan Baran gibi rafine bir entelektüele dünyada çok az rastlanır. Konservatuara iki tam gün onun dersleri için giderdim. Muhiddin ve ben, Hocamla sabah dokuzda başlardık çalışmaya, bazen gecenin geç saatine kadar uzardı dersimiz. Mola vermezdik, ama değişik konulara eğilir, hep birlikte yemeğe çıkar, yemekte, parklarda, kütüphanelerde konuşup tartışarak dersi sürdürürdük. Videodan seyrettiğimiz operalar, gittiğimiz sinemalar, müzeler, dersin birer parçasıydı. "Analiz" derslerinde Bach'ın füglerinden Schumann'ın konçertolarına, Alban Berg'in operalarından Charles Ives'ın yapıtlarına kadar bütün yaratıları inceler, çözümlerdik. Müzikte el atmadığımız, araştırmadığımız konu yoktu. Dört yıl süren bu çalışma dizgesinin ana başlıkları şöyleydi: Müzik tarihi, form bilgisi, tonal armoni, orkestrasyon, füg, çağdaş teknikler, antik Yunan modları, enstrümantasyon, stil bilgisi, Türk makamları, usulleri ve onların çağdaş müzikte kullanım teknikleri, caz armonisi... Hocam İlhan Baran, çağdaş müziğe büyük önem veriyordu. "Eğer çağdaş kültürün nerelere uzandığını bilmez ve bu alandaki donanımlardan yoksun kalırsanız yurt dışına gittiğinizde sudan çıkmış balığa dönersiniz" diyordu. Bu cümle beni ürkütüyor, kafamda sudan çıkmış balıkların çırpınışını canlandırıyordum. Bulunan formül kestirmeydi: İlhan Baran, yeni müziğin önde gelen isimlerinden bestecimiz Ertuğrul Oğuz Fırat'tan özel ders almamı önerdi. Emekli bir yargıç olan, ressam, şair, yazar ve bestecimiz Fırat'ın evi, çağdaş müziğe ilgi duyan müzikçilerin ve aydınların toplandığı bir "akademi" gibiydi. Haftada iki kere bir araya geldiğimiz bu akademide, dünyanın en büyük plak koleksiyonlarından biri vardı. Özellikle 20. Yüzyıl yapıtlarının ağırlıkta olduğu bu koleksiyondan seçme plakları, Liszt'ten günümüze uzanan gelişim süreci içinde dinliyor, yapıtın özellikleri üzerine tartışıyorduk. Üç yıl sürdürdüğüm bu çalış- malarda yeni müzik tekniklerini gözden geçirirken yapıtları notasından izleyerek dinlerdim. Ülkeler ve ekoller açısından da değerlendiriyorduk. Bir süre sonra ben de uzmanlaştım bu alanda. Grafik notasyonun inceliklerini bile öğrenmiştim. Tanımadığım ekol ve ülke kalmamıştı. Polonya mı dediniz? Penderecki, Lutoslavski, Serocki, Şmanovski, Gorecki... Bu bestecilerden sadece birkaç yapıt da değil. Onların kaydı bulunan bütün eserlerini! Almanya mı dediniz? Henze, Stockhausen, Zimmermann, Hartmann... Ben Paris Konservatuarı’nda okusaydım, piyano ve kompozisyonda bu kadar özenle uygulanan, çok yönlü kuşatılmış bir profesyonel müzik öğreniminin donanımlarını kazanabilir miydim? Almanya'ya gittiğimde, Düsseldorf’taki ünlü Robert Schumann Müzik Akademisi'nde benim düzeyimde teorik bilgisi olan öğrenci yoktu. Hatta sonraları Berlin'de profesörlük için başvuran doçentlere armoni dersi verdim.
  • 11. 11 Ankara'da yetiştiğim ortam, aslında sınırlı bir çevreydi: Hocalarım, ailem, okulda benim gibi düşünen ve çalışan birkaç öğrenci, babamın birkaç aydın dostu, bir de "nene" diye seslendiğim, bağlandığım, evimizdeki her işi düzene sokan sevgili Elif Bacı! Yirmi yada otuz kişiden oluşan küçük bir "kulüp" gibiydik. Ama ben bunun farkında değildim. Bütün Ankara'yı, hatta Türkiye'yi böyle sanıyordum. Bu çevrenin dışında olan bazı kişiler, Ankara'daki konserlerimden sonra beni bir köşeye sıkıştırıp önemli bir sır veriyormuş gibi, "kaç, git, kurtul buradan" diyordu. Anlayamıyordum. Kimden kaçıp kurtulacaktım? Kâmuran Gündemir'in "tını felsefesinden mi? İlhan Baran"ın "Wozzeck analizlerinden mi? Ertuğrul Oğuz Fırat'ın "Penderecki değerlendirmeleri"nden mi? CSO konserlerinden, evdeki kitaplığımdan, kaset koleksiyonumdan mı? Doğrusu, yurt dışına gitmek istiyordum, ama kendimi tanıtmak için, sanatımı dinletmek, sanatımı kabul ettirmek için! Bu amaca ulaşmanın tek yolu olduğu söyleniyordu. Yurt dışı öğrenim için burs bulmak... Türk devleti, "sanat eğitimi" için burs vermiyordu. Peki nasıl olacaktı? İşin bu tarafını pek düşünmüyordum. Yumurta kapıya geldiği zaman bile kaygılanmadım. Konservatuarı bitirmeme birkaç ay kala, yaşamımı yeni bir yörüngeye oturtacak beklenmedik bir olayla karşılaştım. Ünlü Alman besteci Albert Reimann ve piyanist David Levine, yetenekli gençleri keşfetmek göreviyle Ankara'ya gelmişler. Güney Amerika'yı, Uzakdoğu ve bazı Ortadoğu ülkelerini tarayarak sürdürüyorlarmış keşfi. Meselenin bu yönünü tabii ki bilmiyordum. 12 Şubat 1986 günü şöyle bir şey oldu: Öğlen paydosunda Gündemir'in odasında piyano çalışıyordum. Kapı açıldı, gözlüklü, güler yüzlü genç bir adam girdi' içeri. İngilizce konuşuyordu. Söylediklerinden bir şey anlamadığımı görünce elini göğsüne vurup "David Levine" dedi. Ben de aynı şeyi yapıp "Fazıl" dedim. Adam beni piyanodan kaldırdı, kendisi oturup çalmaya başladı. Birkaç dakika sonra, çaldığı yapıtın kime ait olduğunu sordu: "Mozart, Beethoven, Brahms?" "Hayır" dedim. Biraz daha çaldı aynı parçayı, gene sordu. Yapıtı tanımıyordum, ama Alban Berg'in olabilirdi. "Berg" dedim. "Yes" diyerek kalktı tabureden, aynı parçayı çalmamı istedi. Yapabildiğim kadar çalmaya çalıştım. Omuzlarımdan bastırarak "devam et, devam et" diyordu. Kendimi koyuverip üç beş dakika daha uydurdum. "Okey" dedi. Gözlüklerinin arkasındaki gözleri cin gibi parlıyordu. Ellerime baktı, sonra bir daha "okey" deyip omzumu okşadı, çekti gitti. Bu garip olayı hiç önemsememiştim. Babama anlatmayı bile unuttum. On beş gün sonra, Almanya'dan David Levine imzalı bir mektup geldi. Fazıl Say'ın Düsseldorf’ta Schumann Akademisi'nde hocası olmaktan sevinç duyacağını ve Goethe Enstitüsü'nün DAAD bursu vermesine yardımcı olacağını yazıyordu.... Uçak Notları'ndan.
  • 12. 12 Fazıl SAY Ankara, 14 Ocak 1970 Babası Ahmet Say, müzik eleştirmeni ve yayıncısıdır. Annesi Gürgün Soyeller, bir eczacıdır. Piyanoya dört yaşında Mithat Fenmen ile başlamış, Ankara Devlet Konservatuarı’nda Kamuran Gündemir ve İlhan Baran'ın öğrencileri olmuştur. 1987'de konservatuarı bitirmiş ve Alman devlet bursunu kazanmıştır. 1987-92 arasında Düsseldorf Schumann Devlet Müzik Yüksek Okulu'nda David Levine ile çalışarak Konser Piyanistliği Diploması almıştır. Fazıl Say 1992-95 arasında Berlin Müzik Akademisi'ne öğretim görevlisi olmuştur. 1995'ten bu yana konser piyanisti olarak ünlü orkestra ve şeflerle, dünyanın önemli sanat merkezlerinde, konser ve resitaller vermektedir. Besteci ve piyanistliğinin yanında, konserlerde yapıtlarının solistliğini de kendisi üstlenmektedir. Shlomo Mintz, Yuri Bashmet, Maxim Vengerov, Lawrence Foster, Leon Fleisher, Kurt Masur gibi solist ve şeflerle çalmaktadır. Sanatçı, 1991 Avrupa Topluluğu Piyano Yarışması'nda Nasreddin Hoca Dansları'yla özel ödül; 1994 Genç Konser Sanatçıları Avrupa Yarışması'nda birincilik ve 1995 Genç Konser Sanatçıları dünya birinciliğini kazanmıştır. Fazıl Say, besteciliğe yedi yaşında piyano parçaları yazarak başlamıştır. Berlin'in 750. kuruluş yıldönümü için 1987'de bestelediği Siyah İlahiler, aynı yıl bu kentte seslendirilmiştir. Berlin Senfoni Orkestrasının siparişi üzerine Keman-Piyano ve Orkestra için Konçerto'su 1991'de çalınmıştır. Yurt dışında seslendirilen yapıtları arasında şunlar yer almaktadır: Yansıtmalar (1991, Berlin Senfoni Orkestrası); Debussy Prelüdlerin Uyarlaması (1991, Düsseldorf Oda Orkestrası), İpek Yolu (1996 Boston Metamorphosen, 1996 Venezuela, 1997 Mermoz-İngiliz Oda Senfonisi (1996 Boston). Fazıl Say, bestelerinde ritim öğesinin melodiyi aşan bir etken olduğunu; Türk müziğindeki usulleri araştırıp çağdaş müziğin vurgusal özelliği ile birleştirdiğini belirtir. Örneğin Bektaşi usulünü presto (hızlı) bir tempodan yola çıkıp çağdaş anlayışla, hatta cazın özgür armoni kavramı ile bağdaştırmıştır. Ayrıca piyanonun çalgı olarak tüm olanaklarını kullanan, tuşlar kadar iç mekanizmasından da yararlanan, çalgının yeni renklerini arayan yapıtlar bestelemektedir. BAŞLICA YAPITLARI / THE PRINCIPAL WORKS Orkestra/Orchestra Beş Debussy Prelüdü / Five Debussy Preludes, 1990 Liszt Sonat / Liszt Sonata, 1992 Solo Çalgı ve Orkestra / Concerto Yansıtmalar / Reflections (piyano, keman ve orkestra / piano, violin and orchestra), 1990 Op.3 Senfoni Konçertant / Concertante Symphonia (piyano ve büyük orkestra - piano and large orchestra), 1993-94 Op.4 İpek Yolu / Silk Road (piyano ve oda orkestrası / piano and chamber orchestra), 1994 Op.5/b İki Romantik Balad / Tvo romantic Ballades (piyano ve yaylı çalgılar / piano and strings), 1996 Op.5/c Gitar ve Oda Orkestrası için Konçerto / Concerto for Guitar and Chamber Orchestra, 1996 Oda Orkestrası / Chamber Orchestra Op.6 Oda Senfonisi / Chamber Symphony (yaylı çalgılar /strings), 1996 Oda Müziği / Chamber Music Prelüdler / Preludes (flüt ve piyano / flüte and piano), 1985 Siyah İlahiler / Black Hymns
  • 13. 13 (keman ve piyano / violin and piano), 1987 Ballade'(viyolonsel ve piyano / violoncello and piano), 1990 Üç Masal / Three Legends, 1991 Op.7 Sonat / Sonata (keman ve piyano / violin and piano), 1997 Şan ve Piyano / Voice and Piano Op.5/a 24 Şarkı / 24 Lieds, 1994 Piyano / Piano Piyano Parçaları / Pieces for Piano, 1977-83 Sonat / Sonata, 1984 Phrigian, 1984 Prelüdler / Preludes, 1985 Süit / Şuite, 1986 Kutsal Ses / Mystical Voice, 1987 İpek Yolu I / Silk Road I, 1989 Paganini Çeşitlemeleri I / Paganini Variations I, 1990 Yansıtmalar / Reflections (iki piyano / two pianos), 1990 Op.1 Dört Nasreddin Hoca Dansı / Four Dances of Nasreddin Hoca, 1990 Eski Bir Anadolu Güncesi / An Old Anatolian Diary, 1991 Op.2 Fantezi Parçaları / Fantasy Fieces, 1993 Op.5/d Alla Turca Caz Fantezisi / Alla Turca Jazz Fantasy, 1993 Op.5/e Paganini Çeşitlemeleri / Paganini Variations (modern caz üslubunda / in the style of modern jazz), 1995 Op.8 Mozart'ın KV467 Piyano Konçertosu için Kadanz / Cadance for Mozart's KV467 Piano Concerto, 1997 Op.9 İki Serbest Çalışma: Yeni Bir Gülnihal ve Kara Toprak / Two Free Pieces, 1997
  • 14. 14 UH AH DEV ADAM Doğan AKÇA Atena bestelemiş, hepimizin özellikle basketbol turnuvasında heyecanla söylediği şarkı olmuştu "Uh Ah Dev Adam". Bizim dey adamlarımızın tam sayısını bilmiyorum. İsterseniz bildiklerimi sayayım. Opera ve Balemizin başarıdan başarıya koşturan değerli müdürü Erdoğan Sanal, Nevit Kodallı hocamızın desteğiyle Polifonik Korolar Derneği'ni ülke çapında tanıtan ve altı tane başarılı koro oluşturan Selma Yağcı, İçel Sanat Kulübü'nün beş yıl başkanlığını yapan, bu süre içinde sayısız sanatsal etkinliği yöneten Fazıl Tütüner, Her sanatsal etkinliğe destek veren, yıllardır Kültür Merkezi Derneği'nin bütün sorunlarını çözen değerli işadamı Hanri Atat, Kültür Merkezi Derneği'nin bütün sanatsal etkinliklerini büyük bir özveriyle omuzlayan Tülay Özçürümez, Mürsel Esirgemez ve Lale Dağlı, İçel Sanat Kulübü'nün kurucu başkanı ve birçok sanatsal projenin mimarı Semihi Vural, İçel Sanat Kulübü'nü son iki yıldır yöneten değerli işadamı Teoman Sungur, Birçok başarılı konserin organizatörü Flarmoni Derneği'nin Başkanı Tülay Bardakçıoğlu, Mersin Üniversitesi'nin her etkinliğine büyük katkı sağlayan, benim her derde deva dediğim değerli dost Prof. Dr. Selim Aksöyek, Mersin'de ilk sanatsal etkinlikleri başlatan Mersin Liselileri Derneği'nin değerli başkanı Meriç Alkan, Büyükşehir Belediyesi'nin her sanatsal etkinliğinde öne çıkan temsilcisi Süleyman Cengiz, Akdeniz Belediyesi'nden Özay Öztürk, Yenişehir Belediyesi'nin sanatsal etkinlik üretmek için çırpınan yöneticisi Nuran Kurtuluş, Festival Komitesi'nin değerli genel sekreteri Özcan Güven, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kadri Şaman ve arkadaşları, Kim bilir daha kimler vardır, bunlar benim hatırladığım isimler, yani bizim Dev Adamlarımız. Çünkü onlar yıllardır hayalini kurduğumuz bir şeyin Mersin 1. Uluslararası Müzik Festivali'nin mimarları. Arkalarına Kültür Bakanlığımızın, Mersin Valiliği'nin, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası'nın, Mersin Deniz Ticaret Odası'nın ve Çimsa, Opet, Şişecam, Otel Gondol, Atako gibi birçok büyük firmanın desteğini alabilen akıllı insanlar. Peki bu insanlar durup dururken sanki bir sihirli değnek değmiş gibi coşup hadi bir müzik festivali yapalım diyerek mi bu işe başladılar. Tabii ki hayır. Zaten yukarıda isimlerini sayarken bu güne kadar sanat ve kültür adına yaptıklarından kısaca söz etmemin nedeni de bu. Hiçbir şey alt yapısı oluşmadan doğmuyor. Mersin Liselileri Derneği'nin sevgili Gazanfer’imizin yönetiminde başlattığı Mersin Günleri, İçel Sanat Kulübü'nün kuruluşu ve başlattığı sanat ve kültür çalışmaları, Opera ve Bale'nin ve Üniversite'nin gelişi, Güzel Sanatlar Lisesi ve Fakültesi'nin, Devlet Konservatuarı’nın kurulması, Nevit Kodallı'nın Mersin'e taşınması, Onun desteğiyle Polifonik Korolar Derneği'nin doğması, Kültür Merkezi Derneği'nin, Flarmoni Derneği'nin büyük çabaları, güzel bir konser piyanosunun alınması, uluslararası üne sahip değerli sanatçıların Mersin'de konser vermelerinin sağlanması, derneklerin ve özel kuruluşların açtığı sanat galerileri, ünlü Türk
  • 15. 15 sanatçılarının Mersin'de konuk edilmesi ve eserlerinin sergilenmesi, İçel Sanat Kulübü'nün bütün güçlüklere rağmen yılmadan ve aralık vermeden tam 11 yıldır yayınladığı dergi, Polifonik Koro ve Altamira Sanat Galerisi'nin yayınları, şairlerimizin aldığı ödüller ve kitaplarının ulusal yayın kuruluşlarınca basılması, daha bunlar gibi binlerce özverili, salt bu şehir için, başka hiçbir karşılık beklemeden harcanan çaba. İşte yaklaşık 15 yıldır adım adım Mersin 1. Uluslararası Müzik Festivali'ne giden yol. Artık yol açıldı. Her yıl daha da güçlenerek büyüyecek Mersin Uluslararası Müzik Festivali bu güzel şehri bütün dünyaya tanıtacak ve çağdaş bir dünya şehri doğacak. Bu gelinen noktada benimde küçücük bir katkım olduğunu hissetmenin coşkusuyla Mersin Devlet Opera ve Balemizin 10. yılını kutluyor. Bu güzel yılın açılışını değerli Hocamız Nevit Kodallı'nın Hürrem Sultan Balesi'yle yaptıkları için teşekkür ediyorum.
  • 16. 16 "Sponsor"luk Ferit EDGÜ Son yıllarda Avrupa ve Amerika'da açılan önemli sergilerin kataloglarına baktığımızda, her serginin bir yada birkaç kuruluşun desteğiyle gerçekleştiğini görüyoruz. Sponsorship yada Fransızcasızla, mecenat yada patronage, Türkçe’siyle destekleme yada koruyuculuk olmadan bu sergileri görmemiz hemen hemen olanaksız. İşte bu sergilerden gelişigüzel seçtiğim birkaç örnek: * İslâm Sanatı/Cenevre 1985/Uluslararası (Kuveyt, Suudi Arabistan, Fransa, İsviçre, ABD) 27 özel ve tüzel kişinin desteğiyle, * Kanuni Sultan Süleyman Dönemi/Washington 1987/Philip Morris desteğiyle, * On yedinci Yüzyıldan Günümüze Manzara Resimleri/İstanbul 1988/Osmanlı Bankası desteğiyle, * Van Gogh/Amsterdam 1990/KLM Hava Yollan ve diğer üç destekçi tüzel kişi, * Seurat Sergisi/Paris 1991/IBM ve Aerospatiale desteğiyle, * Osmanlılarda Ölçü ve Tartılar/İstanbul 1991/Osmanlı Bankası desteğiyle. Görüldüğü gibi derneklerin, vakıfların yanı sıra, ulusal ve uluslararası ticari kuruluşlar, sağladıkları kârların bir bölümünü kültür ve sanat alanına aktarmaktalar. Söz konusu ticari kuruluşların statülerinde (hiç değilse tümünde) kuşkusuz sanat ve kültür koruyuculuğu ile ilgili özel bir madde yok. Ama onlar, kuruluş statüleri ile yetinmeyip, toplum içinde bir statüye sahip olmak için bu türlü desteklemelere girişiyorlar. Bunu yaparken de, kimi zaman, pazarlama stratejileri doğrultusunda bir seçme yapıyorlar. Örneğin Philip Morris'in Amerika'daki Kanuni Sergisi'ni desteklemesi, Türkiye'de yatırım görüşmelerinin yapıldığı döneme rastlıyor. Ama, o eski öküz altında buzağı arama dönemini unutmak, ve her sponsorluğun altında böylesi çıkar ilişkileri aramak sevdasına son vermek gerek. Yukarıdaki örnekler de bunun belgesi: Koç holding aynı Kanuni Sergisi için Süleymanname'nin yayımını sağlıyor. IBM ve Aerospatiale, Paris'teki Seurat Sergisi'nin giderlerini üstleniyor. Türkiye'de gerçekleştirilmiş ilk ve en büyük İznik Çinileri Sergisi'nin giderlerini ve olağanüstü güzellikteki katalogunu Türk Ekonomi Bankası karşılıyor. Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ndeki On yedinci Yüzyıldan Günümüze Manzara Resimleri Sergisi'yle, geçen yıl gerçekleştirilen Osmanlılarda Ölçü ve Tartılar Sergisi Osmanlı Bankası sayesinde gerçekleştiriliyor. Garanti Bankası her beş-altı yıldır yaşayan bir Türk ressamının sergisinin ve kitabının giderlerini üstleniyor. Bu alandaki öncü kuruluş, hiç kuşkusuz Yapı ve Kredi Bankası'dır. Bu banka daha kuruluşundan itibaren, kurucusu Kâzım Taşkent'in kişiliğinden kaynaklanan uzak görüşlülükle çok önemli bir Türk sanatı koleksiyonu ve kitaplık oluşturmuştur. Aynı banka, bugün çok yönlü bir kültür ve sanat etkinliğinin sürdürücüsü durumunda. Denebilir ki sponsorluk kavramı Türkiye'ye, birçok şey gibi, çok geç girmiş, ama gene birçok şey gibi, çok hızlı bir gelişme göstermiştir. Bugün İstanbul Festivali diye uluslararası düzeyde bir sanat olayı varsa, bunu bu gelişmeye borçluyuz. (1992 İstanbul Festivali'ne devletimizin katkısı 1 milyar, yerel yönetimin ücretsiz salon tahsisi, özel kuruluşların katkısı ise 5 milyar 978 milyon TL’sidir.) Ne var ki, hükümetlerin, ne dün, ne bugün, tutarlı bir kültür politikaları olmadığı gibi, özel kuruluşların da bu alanda belirli bir politikaları yoktur. (Yapı Kredi'yi bu değerlendirmenin dışında tutuyorum.) Bunlar, daha çok, kendilerine sunulan projeleri, özellikle de bu projelerin bütçelerini inceleyip karar vermektedirler. Bunu da doğal karşılamak gerekir. Zira, bu kuruluşların, belli bir sanat ve kültür politikaları olmadığı gibi, kendi içlerinde, bir sanat ve kültür birimleri yoktur. Dolayısıyla, projeleri kendileri üretmemekte, üretilen projeler arasında bir seçme yaparak destek
  • 17. 17 olmaktadırlar. Bu tür kuruluşların "asli" görevi sanat ve kültür olmadığı göz önünde tutulduğunda, bunu da doğal karşılamak gerektir. Gene de bir politika yokluğundan söz ediyorsam, bunun tek nedeni, sürekli ve tutarlı bir programları olmadığı içindir. Sanat ve kültür alanındaki desteği, kuşkusuz yalnızca sergilerle sınırlamamak gerektir. Özel bir kuruluşun sanatçılara, sürekli sergi alanları (galeriler) sunması, sanatçılara burslar vermesi, hatta yaşayan sanatçıların yapıtlarından oluşan koleksiyonlar oluşturması, özel müzeler açması da sponsorluk kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi, Avrupa'nın çeşitli, ülkelerinde ve özellikle ABD'de bu tür etkinliklere, devlet de vergi indirimi uygulayarak destek olmaktadır. Türkiye'de henüz böyle bir destek söz konusu olmadığı gibi, ilk sırada yer alması gereken devlet, en kötü sponsor görünümünü sergilemektedir. Cumhuriyet tarihimizin uluslararası çaptaki tek sergisi 1983'de gerçekleştirilen Anadolu Medeniyetleri Sergisi'dir. O günden bugüne, devletin Kültür Bakanlığı'nın, yurtiçinde, yurtdışında birçok serginin oluşumuna katkıda bulunması, müzelerimizdeki eserleri ödünç vermekten öte bir işlev yüklenmemiştir. Özellikle çağdaş Türk sanatının ve sanatçılarının desteklenmesi, bir çağdaş Türk sanatı müzesinin kurulması yolunda hiçbir adım atmamıştır. Son on yılda Ankara ve İstanbul'daki Resim ve Heykel Müzelerine kazandırılan eserlerin sayısı, en sıradan bir koleksiyoncununkinin çok altındadır. Kültür Bakanlığı son yıllarda sponsorluk görevini tiyatro ve sinema alanlarıyla sınırlamış gibidir. Oysa bugün Türkiye'nin kültür alanında kanayan yarası, yayıncılıktır. Yayıncılıkta da sponsorluk olur mu? diye sorulabilir. Sponsorluğun çok geniş bir alanı vardır. Sergilerden sempozyumlara; kitaplardan süreli yayınlara; müzecilikten spora; bilimsel araştırmalardan kişisel yaratıcılığa uzanan her alan sponsor'larını beklemektedir. Yayıncılık da. Geçmişin ve günümüzün bilinen yada az bilinen edebiyatçılarının önemli yapıtları Fransa'da UNESCO'nun desteğiyle çevirtilip yayımlanmaktadır. (Yaşar Kemal'in Fransızca’da yayımlanan ilk romanı İnce Memed, UNESCO'nun desteğiyle yayımlanmıştı.) Gene aynı ülkede, az okuyucusu olan yerli ve yabancı yapıtlar CNRS (Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi)'nin desteğiyle yayımlan- maktadır. Bunlara süreli yayınlar da dahildir. Son yıllarda birbiri ardı sıra yayımlanan çevirileriyle dikkatleri üzerinde toplayan Portekizli şair Fernando Pesseo'nun tüm yapıtlarının çevirisi Lizbon'daki Gülbenkyan Vakfı sayesinde Fransız okuruna ulaşmıştır. Bugün, hemen hemen hiçbir az okunan, ama önemli bir roman, bir şiir kitabı yada görkemli bir sanat kitabı, Batı ülkelerinde, ardında bir destekçi olmadan gün ışığına kavuşamamaktadır. Gerçek sponsorluk kurumu, sanatı, mümkün olan geniş halk kitlelerine en yoğun ve en ucuz biçimde ulaştırmak demektir. Yada, geniş halk kitlelerinin ilgisini çekmeyen, ama sanat değeri olan yapıtların sergilenmesine, kitaplaşmasına olanak sağlamak demektir. Ama sponsor kuruluşlar, bununla da yetinmeyip ülkelerinde, devletin dolduramadığı boşlukları kendi olanaklarıyla doldurarak müzeler, özel koleksiyonlar gerçekleştirdiklerini görüyoruz. Bunu da, yalnız sanat tutkusuyla değil, kuruluşların "imajı" olarak yapmaktalar. Türkiye'de bugün bu aşamada. Önemli olan, kuruluşların "imajı" ile Türk sanatının (dünü ve bugünüyle) çakışmasında. (İstanbul Dergisi. Sayı:3)
  • 18. 18 NEVİT KODALLI Mersin, 12 Ocak 1924 Ziraat Bankası memurlarından Rıfat Beyin oğlu olan Nevit Kodallı, beş kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelmiştir. Kardeşlerin her biri müziğe ilgi duymuş, birer amatör müzisyen olarak yetişmiştir. Nevit Kodallı ilk müzik derslerini ağabeyinden almış, Mersin'de ortaokulu bitirdikten sonra 1939 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na girmiştir. Burada Necil Kâzım Akses ile kompozisyon, Ferhunde Erkin ile piyano, Ernest Praetorius ve Hasan Ferid Alnar ile orkestra şefliği çalışmıştır. 1947'de konservatuvaın ileri devre Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Bölümü'nden mezun olarak, aynı yıl Milli Eğitim Bakanlığı sınavını kazanıp Paris'e gitmiştir. Nevit Kodallı, Ecole Normale de Musique'deki öğrenciliği sırasında Arthur Honegger ile kompozisyon, Jean Fournet ile orkestra şefliği çalışmış, özel olarak da Nadia Boulanger'nin ve Charles Koechlin'in öğrencisi olmuştur. 1953 yılı sonunda Fransa'daki eğitimini tamamlayarak yurda dönmüş ve Ankara Devlet Konservatuarı öğretim kadrosuna girmiştir. Bu kurumda 1995'e kadar kontrpuan, füg, çalgı bilgisi, biçim bilgisi ve kompozisyon öğretmenlikleri yapmıştır. 1954-55 yıllarında Ankara Radyosu'nda tonmeister olmuştur. 1955'te Ankara Devlet Opera ve Balesi'ne geçen besteci, burada orkestra şefliği ve genel müzik direktörlüğü görevlerinde bulunmuş, aynı zamanda genel müdür yardımcılığı da yapmıştır. Halen Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda profesördür. Kodallı'nın kimi yapıtlarının ilk seslendirişi ünlü sanatçılar tarafından yapılmıştır. Örneğin: Orkestra Süiti ilk kez Karel Ancerl yönetiminde, Prag Radyosunda; Birinci Yaylı Çalgılar Dörtlüsü ilk kez Tibor Varga Dörtlüsü tarafından Darmstadt'da; Sinfonietta'sı ilk kez Herman Scherchen yönetiminde yine Darmstadt'da seslendirilmiştir. Nevit Kodallı'nın ödüllerini şöyle özetleyebiliriz: 1983'te Fransa Kültür Bakanlığı'nın Sanat ve Edebiyat "Şövalyelik" nişanı; 1981'de "Devlet Sanatçısı"; 1994 Anadolu Üniversitesi ve Cumhuriyet Üniversitesi Onursal Doktora unvanı; 1997 Sevda Cenap And Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası. Bestecinin, çalışmaları üç biçem içinde gruplandırılabilir. İlk biçem öğrencilik yıllarının ürünü olup, Türk folklorunun özelliğini yansıtan, halk ezgilerinin ritmik özelliğinden kaynaklanan yapıtlardır (Atatürk Oratoryosu, Birinci Dördül, Piyano Sonatı gibi). İkinci biçeme giren yapıtları, yine halk türkülerinin renklerini taşıyan, ancak çoksesli olarak doğan ve halkı çoksesliliğe alıştırmayı amaçlayan yapıtlardır (Telli Turna, Güzelleme ve Ebru gibi). Üçüncü tür çalışmaları ise bunları özümleyip, bestecinin kendine özgü anlatım dilini ortaya koyan yapıtlardır (Birinci Süit, İkinci Dördül ve operaları gibi). Kodallı'nın çalışmaları, modal yapıdadır ve her dönemin getirdiği teknik yeniliklerden yararlanmaya çalışmıştır. Aynı zamanda edebiyat ve resim gibi diğer sanat dallarının da etkisinde kalan Kodallı, opera, oratoryo ve bale müziklerinin yanı sıra iki yüz elliye yakın tiyatro müziği bestelemiştir. Nevit Kodallı'nın yapıtlarının yayın hakkı kendisine aittir. BAŞLICA YAPITLARI Opera Van Gogh, 1954-55 Gılgameş, 1962-64 Bale Antigone, 1958 Hürlem Sultan, 1976 Şan ve Orkestra Benzetmeler (Şan ve piyanodan uygulama), 1949
  • 19. 19 Atatürk Oratoryosu (Cahit Kulübi'nin şiiri) 1950-52 Cumhuriyet Kantatı (Ceyhun Atuf Kansu'nun şiiri) 1973 Orkestra Passacaglia ve Füg (Yaylı Çalgılar) 1945 Süit, 1946 Senfoni in Do, 1947-48 Singnietta (Yaylı Çalgılar), 1949 Telli Turna (Küçük orkestra süiti) 1967 Güzelleme (Küçük orkestra süiti) 1969 Solo Çalgı ve Orkestra Ebru (Piyano) 1971 Oda Müziği Yaylı Çalgılar Kuvarteti No.1 1947 Sextet (Yaylı Çalgılar) 1949 Yaylı Çalgılar Kuvarteti No. 2 1967 Ebru (Piyano ve Yaylı Çalgılar) 1971 Şan ve Piyano Poemler, 1946 Benzetmeler, 1946 Liedler, 1954 Garip Şarkılar Albümü, 1958 Solo Çalgı Piyano Parçaları, 1945 Ostinato (Çocuklar için) 1946 Piyano Sonatı, 1950 Pişano Parçaları, 1950 Keman İçin Poema, 1954 Koro Beş Halk Türküsü, 1962 Songs (Eşliksiz) 1962 Ses ve Işık Gösterisi Müziği Atatürk'e Saygı, 1973 Sultanahmet Camii, 1973 Birçok marş, çocuk şarkısı ve 250'ye yakın sahne müziği.
  • 20. 20 Orkestra Yönetmek Alain PARİS Çev: Yüksel KOPTAGEL Orkestra şefi olmak çoğu müzisyenlerin gönlünde yatan bir aslandır. Eline değneği almak için gerekli öğrenimi görmemiş olsalar bile şeflik sanki sanatta ulaşılması gerek amaçtır. Çekiciliğin nedeni, işin parlak gösterişi ve görünüşte kolayca yapılıveren bir uğraşı olmasındadır. Ancak gerçek böyle değildir, her sazı öğrenmede olduğu gibi disiplinli bir öğrenim gerektirir. Orkestra şefinin çalacağı saz Orkestradır. Bu topluluğu oluşturan sanatçıların yapabileceklerinin en iyisini birlikte yaptırmayı sağlarken yapıt üzerinde kendi anlayışımda yansıtır. Demek ki profesyonel bir şef, bu müzisyenlere yön verirken bu sazların nasıl çalındığını bilmek zorundadır. Bir şef ne isteyeceğini, nasıl elde edebileceğini ve bunu nasıl isteyeceğini bilmelidir. Bu bilgiden yoksunsa orkestradan bunları isteyemez ve orkestrayı yönetemez, orkestra şefi yönetir günümüzde çok sık karşılaşılan bir olaydır. Şef her durum karşısında kendine hakim bulunmalıdır; orkestra sanatçılarıyla ilişki kurmuş olmalıdır. Bu ise, birçok şey gibi öğrenilemez, doğuştan olan bir yetenektir. Bu yetenekler şefin temel yetenekleridir, orkestrayla beraber olup çalışma olanaklarıyla edineceği deneyleri ise vazgeçilmez bir öğesidir. 18. yüzyılda başkemancılar bir yandan solo-keman partisini çalarken bir yandan da orkestra yönetirdi. Orkestrada sanatçı sayısı gitgide çoğalınca saz çalma görevini yapma sorumluluğu olmayan bir orkestra yöneticisi gerekti. Tarihte ilk bagetli orkestra şefi Spohr görünürse de, Mannheim orkestrası baş kemancısı Johann Christian Cannabich (1731-98) ilk orkestra şefi olmuştur; modern orkestranın temelini atmış, yaylıların sayısını çoğaltmış, değişik partileri birlikte çalmasını dengelemek için çalışmalar yapmış, arşeleri işaretlemiştir. 19. yüzyılda artık bir şefin varlığı ve otoritesi zorunludur: Fransa'da Berlioz, Almanya'da Mendelssohn ve Schumann bu gerçek görevi tanımlar. Bir Orkestrayı yönetmek artık uzmanlık gerektiren gerçek bir sanattır. Wagner ve Hansvon Bülow orkestra çalıştırmasını düzenler; nüanslara ve tempolara uyarken aynı zamanda notaların da eksiksiz çalınmasına özen gösterirler, Societe des Cocerts du Conservatoire'in kurucusu François Habaneck'in gevşek tutumunun tersine, bunlar yazılı olan tüm seslerin duyulmasını sağlar. Böylece artık prova sırasında bir orkestra şefinin çalışmasının en önemli yönü ortaya çıkmış olur. Provalarda asal çalıştırma eğilimine paralel olarak orkestra şeflerinin tekniği gittikçe daha çok önem kazanır. 20. yüzyıl müzikte iki önemli olayla başladı; (Pelleas et Melisande)-1902 ve (Sacre du Printemps)-1913. Yüzyılın ilk yansında büyük orkestra şeflerinin tümü romantik müzik gereksinmelerine göre bir öğrenim görüyordu. Konservatuarlarda orkestra şefliği sınıfı yoktu. Şefliğe hevesliler önce bir saz öğreniyor, zamanda sağlam bir teori öğrenimini tamamlıyordu. Sonra bir orkestraya girip çalışıyor, şayet piyanist ise bir operada korepetitör oluyordu. Orkestra yönetmeye yetecek asgari bilgileri edinecek kadar bir gözlemcilik döneminden sonra, şansı yaver giderse şefin bir yardımcıya ihtiyacı olur, bu fırsatla değneği eline alabilir ve onu gerçek sorumluluklara götürecek merdivenleri tırmanmaya başlardı. Bu kariyer formülü özellikle lirik tiyatroları pek bol olan Almanya'da ve orta Avrupa ülkelerinde geçerdi. Fransa'da ise şefler çoğunlukla orkestraların ön sıralarında oturan müzikçilerden çıkardı. Böylece Lamoureux ve Colonne Orkestralarında Taffanel ve Gaubert gibi flütçüler şef oldu. Senfonik çalışmalara alışkındılar, Habaneck'in açtığı yoldan senfonik müzikte seslendirmelerin titizlikle hazırlanmasını sürdürdüler. Ancak onların ardından "gelen şeflere bazı sınırlamalar gelmekte gecikmedi, parasal kısıntı nedeniyle prova sayısı azaltıldı. Modern müzik programlarda daha az yer aldı: Orkestralar belli bir repertuar içinde dönüp durmaya mecbur oldu, şef de bu koşullar altında icrayı sağlamakla kaldı... Bugün Fransa'da orkestra şefliği bu sisteme adapte olmuştur. Birer baget-virtüosü olan şeflerin çoğu birkaç saatlik provayla program çıkarıverir. Orkestra elemanlarının becerisine güvenip, kısa ve kesin yoldan doğruca temele giderler. Çalışmalarında derine inecek zamanları yoktur. Bir Nikisch, bir Furtwängler'in büyük kişilikleriyle Berlin ve Leipzig Orkestralarında
  • 21. 21 bıraktıkları izleri bırakamazlar. Orkestrayı enine boyuna çalıştırma kavramını Fransa ancak savaş yıllarında Societe des Concerts'in başına geçen Charles Münch'le tanıdı. Almanya'da ise şeflerin eğitiminde temel tiyatro, opera, sahnedir. Senfonik çalışma alanı dardır, sonradan gelir: Belirli bir karmaşıklığın egemen olduğu Alman orkestralarında Nikisch, Mahler, Hans Richter, Weingartner, Furtwängler ve Bruno Walter'in ortaya çıkmasıyla gerçek bir orkestra çalışması yerleşir. Bu büyük şefler yönettikleri orkestraların başında uzun süre kalırlar. Kendi imajlarını bu orkestralara nakşeder ve bu orkestralara özgül bir sitil verirler. Her orkestranın belirli bir niteliği ve kişiliği olur. Anglosakson ülkelerde ve özellikle ABD'de senfonik müzik yine devamlı bir orkestra şefi kavramına dayanır. Filadelfiya orkestrası bunun en iyi örneğidir. 60 yılda iki şef tanımıştır; Leopold Stokowski ve bu orkestraya 40 yıl egemen olan Eugene Ormandy, Chicago, Cleveland, Boston orkestraları veya NBC'de Reiner, Szell, Koussevitzky ve Toscanini ile buna benzer dönemler yaşar. Bugün bile bu ilke yürürlüktedir. İtalya'da opera sanatı önemli bir yer tutar, şefler çalışmalarını bu alanda yoğunlaştırırlar. Zaten lirik yapıtlar sahnelenirken ön planda yer alan öğelerden biri sınıflardan başka genç şeflere diğer ekolleri tanıma olanağı sağlayan çok sayıda enternasyonal stajlar belirdi. Orkestra şefliği bir uzmanlık olarak ortaya çıkınca, orkestra yönetme tekniği saptandı. Bir piyanistin gamları, kemancının tekniği gibi şeflerin de teknik yetkinliği arandı, ona göre değerlendirildi. Fransa'da prova sayısı azlığından ötürü oynadığı rol, itiraf edilmeyen bu nitelik, dünyaya öylesine kanıtlanmıştır ki, radyoda, plaklarda bile vurgulanır. Hele mikrofon karşısında bağışlanmaz. Radyonun bir görevi de konserlerde az çalınan müziği, özellikle çağdaş repertuar dışında, yeni yapıt seslendirilirken gerekli beceriyi ister. Artık bağımsız bir uğraşı durumuna gelen şeflikte yeni yetişen gençler gelişmiş bilgilerle ortaya çıktılar. Ancak deney eksikliğinden orkestrayla ilişki kurmaları zor oldu. İlk yıllarda genç şefler orkestraya öğrettiklerinden çok kendileri orkestradan öğrenir. Günümüzde genç şeflerin çoğu ünlü bir ustanın yanında işe başlar. Ustası ona ilk provaları yaptırır: Bu deneyler çok faydalıdır. İleride iletişim yöntemleri değişik estetikteki orkestralarda çalınma olanakları sağlar, yabancı ülkelerde orkestralarla çalışır, büyük ustalar yanında staj yapar, kurslara katılır, değişik ekolleri tanır kolayca adapte olur... Orkestra 153. sayı
  • 22. 22 POLİFONİK KOROLAR VE MÜZİK FESTİVALİ Semihi VURAL Japonya'nın dünyaya endüstriyel ürünler satmaya başlaması 1960'lı yıllara denk düşer. İlk SONY profesyonel müzik kayıt cihazı İstanbul Radyosu'na alındığında "baba" AMPEX ile nasıl rakip olabileceğine şaşırıp kalmıştım. Yıllar sonra bunun gizinin Japonya'da kurulan yüzlerce klasik müzik topluluğunda saklı olduğunu öğrendiğimde bir kez daha şaşırdım. Japonya'da 1800'ün üzerinde klasik müzik topluluğunun olduğunu da belirtelim. Hele bu gelişmeyi örnek alan Kore'nin; dünyaya endüstriyel mal satma operasyonunun temelinde klasik müzik düzeyinin yükseltilmesi gereğini anlamasıyla; yoğun bir çabaya girmesi daha da şaşırtıcıydı. Hele hele Klasik müzik gruplarının çoğalmasıyla gelişmenin eşanlamlı olduğuna insanına inandıran Kore'nin, 500 klasik müzik orkestrası kurmak için uğraşıp, 400. Orkestra konser vermeye başladığında eşzamanlı olarak HUNDAI otomobillerinin de dünya pazarlarında görücüye çıkması inanılır gibi değildir. Türkiye'de 30'un biraz üstünde ve devlet eliyle kurulmuş klasik müzik topluluklarının Özverili çalışmaları var. Şimdi yeni filizlenen Oda orkestralarımız, Güzel Sanatlar Liseleri ve Konservatuarlarımızın Müzik Grupları, klasını yükseltmek için eleman, enstrüman ve doküman peşinde koşan yöneticileri ile Askeriye ve Belediye bandolarımız, gönüllü insanlarımızla hiç yoktan oluşturulan Polifonik Korolar gibi sivil toplum kuruluşlarımız bizlere gurur veriyor. Bizler de Kentimizin Sanatsal gelişmesine tanık oluyoruz. Türkiye'nin 4. Devlet Opera ve Balesi Mersin'de çok sesli müziği geniş halk kitlelerine duyurmak üzere çalışmalara başlamasından birkaç yıl önce İçel Sanat Kulübü kurulmuştu. Birkaç resim sergisinin açılması yanında, bugün İ. Talay Salonu olarak bilinen PTT tesislerinde birkaç klasik müzik konserinin yapılması Selma Yağcı'nın kişisel çabaları ile mümkün olmuştu. İçel Sanat Kulübü Fazıl Tütüner'in başkanlığı döneminde müzik konusunda yaptığı çalışmalarla öne çıkmış, hele 1992 mayısında gerçekleştirilen Kanlıdivane antik kentindeki şan konseri bir ilk olmuştu. O günden bu yana geçen 10 yıl içinde çeşitli etkinlikler, kurulup çalışmaya başlayan müzik dernekleri, derneklerin Mersin'e sağladığı performans bu düzeyi yakalayan kentimizde Uluslararası olabilecek bir Müzik Festivali yapma sinerjisini yarattı. 11 Şubat 1989 yılında PTT Salonu'ndaki Suna Kan keman resitali, 30 Mayıs 1992 Kanlıdivane Şan Konseri ile başlayan Mersin'in Klasik müzik serüveni Devlet Opera ve Balesinin kurulması ile giderek güçlenip 10 yılda çok şeyi değiştirdi... Elbette Nevit Kodallı hocamızın manevi desteği, Murat Kodallı'nın piyano resitali, Soda Sanayi yemekhanesindeki üflemeli çalgılar dinletisi, Yaylı çalgılar konserleri klasik müzik dinleme arzumuzu diri tuttu. İşte böyle; Tüm Mersin, kurumları, dernekleri ve gönüllü insanlarıyla Mersin I. Uluslararası Müzik Festivali böyle yaratıldı. Yeni gelen haberlerle şimdiden 2003 yılının heyecanını yaşamaya başladık...
  • 23. 23 CUMHURBAŞKANLIĞI SENFONİ ORKESTRASI Dünyanın en eski senfonik topluluklarından biri olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni'nin kökleri, Sultan II. Mahmut'un 1826'da kurduğu Muzıka-i Humayun'a uzanır. Kuruluş tarihi açısından CSO, 1833'te kurulan Viyana Filarmoni ve 1842'de kurulan New York Filarmoni gibi köklü bir kurumdur. Muzıka-i, Hümayun döneminde 2. Meşrutiyet'e değin orkestra üyelerinin tümü Türk olmasına karşın, şefler yabancıydı. Topluluğun ilk Türk şefi, 1917'ye kadar bu görevi yapmış olan Saffet Bey'dir. Onu izleyen Osman Zeki Üngör'den sonra, 1934'te kısa bir süre Adnan Saygun şeflik yapmış, 1935'te ünlü Alman şef ve müzikolog Dr. Ernst Praetorius getirilmiştir. 1946'da Praetorius'un ölümü üzerine, günümüze uzanan süreçte CSO'nun şefliğini sırasıyla şu müzikçiler yapmışlardır: Hasan Ferit Alnar (1946-52), Robert Lawrence (1957), Hikmet şimşek (şef yardımcısı olarak 1959-86), Bruno Bogo (1960-62), Otto Matzerath (1963), Prof. Gotthold Ephraim Lessing (1963-71), Jean Perisson (1971-75), Tadeusz Strugala (1977-1982), Gürer Aykal (1975'te şef yardımcısı, 1988'de şef.) Prof. Lessing, CSO'nun sürekli şefliğini yaptığı sekiz yıl boyunca, orkestramızın repertuarını geliştirmiş, özellikle Türk bestecilerin yapıtlarının seslendirilmesine öncülük etmiştir. Lessing yönetimindeki CSO, 1966 ve 1971'de yurt dışı turneler gerçekleştirerek Romanya, Macaristan, Avusturya, Almanya, İsviçre ve Yugoslavya'da konserler vermiştir. Orkestramızın daha sonraki yurtdışı turneleri şöyledir: 1974'te Fransa ve Almanya (şef Jean Perisson), 1975'te Baltık ülkeleri ve SSCB Jean Perisson-Hikmet şimşek), 1982'de Almanya ve İsviçre (Hikmet Şimşek-Gürer Aykal), 1984'te İspanya (Hikmet Şimşek, Gürer Aykal), 1985'te Polonya (Gürer Aykal), 1986'da SSCB(Gürer Aykal), 1987'de İtalya (Rengim Gökmen), 1989'da KKTC (Gürer Aykal), 1990'da Çekoslovakya (G.Aykal-R.Gökmen), 1991'de Almanya (Gürer Aykal, 1992'de Almanya (Gürer Aykal), 199'te Güney Kore (Tadeusz Strugala-Yoshinao Osowa), 1994'te. Japonya (Gürer Aykal-Y.Osawa), 1997'de ABD (Gürer Aykal, CSO'nun "Devlet Sanatçısı" unvanıyla onurlandırılmış olan solistleri şu değerli sanatçılarımızdan oluşmaktadır: Ayla Erduran,
  • 24. 24 Suna Kan, İsmail Aşan, Tunç Ünver, Çağıl Yücelen (keman); İdil Biret, Verda Erman, Gülsin Onay, Ayşegül Sarıca (piyano). Orkestramız, kendi içinden çok sayıda oda müziği topluluğu çıkarmıştır. Bu toplulukların başında, Ankara Oda Orkestrası gelir. Solistlerin katkısıyla gerek CSO'nun ve gerek bu oda orkestrasının plağa alınmış yapımları şöyle sayılabilir: L. van Beethoven, solist: Ayşegül Sarıca; şef: Gürer Aykal, Piyano Konçertosu No. 3 ve 4, UP 84005. Erkin Senfoni No.1 ve Çaykovski Senfoni No. 2; şef: Gürer Aykal, UP 94012. J.S. Bach, solistler: Suna Kan, Cihat Aşkın, Çetin Yalçın; Ankara Oda Orkestrası; şef: Gürer Aykal; Keman Konçertosu No. 1-2; Re minör Konçerto; Keman ve Obua için konçerto, UP 94004. Mozart, Konçertolar No.3,4,5; solist: Suna Kan; şef; Gürer Aykal, Ankara Oda Orkestrası, UP 94002. Mozart, Senfoni Konçertant, KV 364; keman, viyola ve orkestra için; solistler: Suna Kan ve Ruşen Güneş; şef: Gürer Aykal; UP 94003. Mozart, Keman Konçertosu KV 207, Keman Konçertosu KV 211, Mi majör Adagio KV 261; Ronda KV 269; solist: Suna Kan; şef: Gürer Aykal. Sonatlar, keman ve piyano için; solistler: Ayla Erduran ve Ayşegül Sarıca; C. Franck la majör sonat; Debussy, sol majör sonat No.3; Grieg, op. 45 No.3 sonat, UP 94011. CSO, uluslararası düzeyiyle günümüze değin çok sayıda yabancı ünlü şef ve solisti konuk etmiştir. Ankara'ya gelen yıldız solistlerden bazıları şunlardır: Wilhelm Kempff (1943), Ludwig Hoelscher (1959), Valeri Klimov (1963), Paul Tortelier (1964), Leonid Kogan (1965), Samson François (1965), Daniel Safran (1965), Ian Voic (1965), Cladio Arrau (1967), Paul Badura-Scoda (1968). Christian Ferras (1967), Edith Peineman (1968), Geza Anda (1969), Ruggiero Ricci (1969), Vladimir Orlof (1969), Igor Osyştrak (1969), Andre Navarra (1969), Uta Ughi (1971), Jean Pierre Rampal (1972), Ricardo Odnoposof (1972), Pierre Sancan (1972), Ernst Kovacic (1972), Pierre. Fournier (1965 + 1970+1977 + 1983), Robert Cohen (1974), Wolfgang Marschner (1975), Vaclav Hudecek (1974+76+84), Peter Katin (1976), Konstantin Kulka (1984+92), Oleg Kağan (1990), Viktor Pikayzen (1990+94), Joshua Epstein (1992). CSO'yu yöneten ünlü şefler arasında şu adlar bulunmaktadır: Hermann Scherchen (1947), A.Camozzo (1953), Nadia Boulanger (1958), Arthur Fiedler (1964), George Hurst (1968), Niyazi Takizade (1972), Cansug Kahidze (1973), Aaron Copland (1973), Anatole Fiktoulari (1977), Gilbert Varga (1991), Konstantin Krimetz (1992+96+97+98). Kendi adıyla anılan CSO konser salonunun bir özelliği, Avrupa'nın en büyük üç orgundan birine sahip bulunmasıdır. 1926 yılında İzmir'de on bin İngiliz altınına alınan bu dev çalgının beş bin borusu vardır. Çalgıya daha sonra sahip olan ve uzun zaman Türkiye'de yaşamış bulunan İngiliz Edmond Giraud'un vasiyeti üzerine org, Cumhurbaşkanlığı Senfoni'ye bağışlanmıştır. Kaynak: Ahmet SAY. (Türkiye’nin Müzik Atlası 1998).
  • 25. 25 RENGİM GÖKMEN (Doğ. 1955) Müzikçi bir aileden gelen Gökmen, ilk müzik derslerini annesinden almıştır. 1965'te Ankara Devlet Konservatuvarı piyano bölümüne giren ve Ferhunde Erkin ile Nimet Karatekin'in öğrencisi olan sanatçı, daha sonra kompozisyon bölümüne geçerek ilhan Baran ve Adnan Saygun'la çalışmış, 1975'te bu kurumu bitirdikten sonra devlet bursuyla İtalya'ya orkestra şefliği öğrenimine gönderilmiştir. 1977'de Santa Cecilia Konservatuvarı'nı, 1978'de Chigiana Akademisi şeflik bölümünü bitiren sanatçı, 1979'da Santa Cecilia Müzik Akademisinin olgunlaşma devresinden Franco Ferrara'nın öğrencisi olarak birincilikle mezuniyet diplomasını almış, 1980'de San Remo'da yapılan uluslararası Gino Marinuzzi şeflik yarışmasını kazanarak yurda dönmüştür. Genç bir orkestra şefi olarak Türkiye'de yönettiği ilk konser olan Beethoven 9. senfoni ile dikkatleri çeken Gökmen, 1982'de Madrit'te Mahler'in 1. Senfoni'sini yöneterek basan kazanmış, daha sonra Avrupa'nın birçok kentinde konserler vermiştir. 1984'te Ankara Devlet Operası genel müzik direktörlüğüne atanan sanatçımız, 1987'de Cumhurbaşkanlığı Senfoni'nin yurtdışı turnesinde görev almıştır. Kariyerindeki yükseliş dolayısıyla 1989'da İtalyan hükümetinin "Cavalleria" nişanı ile onurlandırılan Gökmen, konser programlarında Türk bestecilerin yapıtlarına da yer vermektedir. Bu kapsamda, Türkiye'yi yurt dışında tanıtma çalışmaları nedeniyle Türk Tanıtma Vakfı tarafından ödüllendirilmiş, 1992'de ise Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'ne atanmıştır. Genel Müdür olarak Ankara'da 1995'e kadar görev yapan sanatçı, şeflik kariyerinde yoğunlaşmak amacıyla İzmir Devlet Senfoni Orkestrası'na geçmiştir. Diskografi: Midas'ın Kulakları; Ferit Tüzün'ün satirik operası; Metin Güngör Dilmen, Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası, Korosu ve solocuları; şef: Rengim Gökmen; ADOB yapımı, 1995. Music of Turkish Composers, Erdener, Kodallı, Erkin; Düsseldorf Kammerensemble, şef: Rengim Gökmen; solist: Taşkın Oray (obua); Mobile Tontechnik yapımı, 1993. Türk-Alman Dostluk Konseri; Erdener, Beethoven, Başeğmezler, Schubert; Düsseldorf Senfoni Orkestrası üyeleri; şef: Rengim Gökmen, Deutsche Welle, 1997 CİHAT AŞKIN (Doğ. 1968) Genç kuşak kemancılarımız arasında en yetenekli solistlerimizden biri olan Aşkın, keman öğrenimine İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda Ayhan Turan'ın özel eğitim yöntemiyle başlamış, konservatuarı 1989'da bitirmiştir. İlk resitalini 16 yaşında veren sanatçı, 1985'te İstanbul Senfoni ve İzmir Senfoni orkestraları eşliğinde konçertolar seslendirmiş, 1987'de İngiltere'de Menuhin Keman Yanşması'nda "En iyi Bartok Yorumu" ödülünü almış, 1989'da İstanbul Müzik Festivali'ne katılmıştır. Öğrenimini İngiltere'de Kraliyet Müzik Okulu'nda Rodney Friend ile sürdüren Aşkın'ın İlk iki yılda kazandığı ödüller şöyle sıralanabilir: Percy Coates Ödülü, Leonard Hirsch Ödülü, isolde Menges Ödülü, Kathleen Long Oda Müziği Ödülü, William John Pullen Ödülü. Kemancımız ayrıca Cari Flesh Yanşması'nda "üstün yetenek" ödülü almıştır. Kraliyet Müzik Okulu'ndan diploma alan sanatçımız, müzik masteri ve doktorasını Londra'da Yfrah Neaman'ın danışmanlığında 1992'de tamamlamıştır. Yurtdışında başarılı konserler veren. Cihat Aşkın'ın Almanya, Avusturya, İngiltere, İspanya ve Bulgaristan'da gerçekleştirdiği etkinlikler övgüyle karşılanmıştır. İTÜ Türk Müziği Konservatuarı’nda öğretim üyesidir. Diskografi: Mozart Keman Konçertosu, şef Hikmet Şimşek yönetimindeki Macar Virtüözleri, Hungaraton. Bach, iki keman için konçerto, solistler: Suna Kan, C. Aşkın, UPR. Octacourd, keman ve viyolonsel parçaları; C. Aşkın, Tania Lisbao, Meridien. Minyatürler, keman ve piyano yapıtları; C. Aşkın, Mehru Ensari, Kalan Müzik. Kaynak: Ahmet SAY. (Türkiyenin Müzik Atlas
  • 26. 26 Çağdaş Müziği Dinlemek Önder KÜTAHYALI Günümüzün bestecisi, büyük bir yalnızlık içindedir. Yapıtları çok az çalınır. Daha da kötüsü, çağdaş müzik yaratıcısının yanlış anlaşılması, yapıtının yorumlanışı sırasında büyük yanılgılara düşülmesi ve söz konusu yapıtın bir kez dinlendikten sonra unutulmasıdır. Konuya değinmemin nedeni, Sayın İlhan Usmanbaş'ın Mayıs 1985'te Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca düzenlenen "Çok Sesli Müzik Sempozyumu"na, sunduğu, "Türkiye'de ve Dünyada Bestecinin Sorunları" başlıklı bildirişidir. Değerli bestecimiz, çağdaş müzik yaratıcısının yalnızlığını iyice vurgulayabilmek için, Schäffer, Babbitt, Hinegger ve Hindemith gibi meslektaşlarının düşünsel yapıtlarından ilginç alıntılar vermekte, günümüz insanının, kendi çağında ortaya konulan müziğe karşı takındığı umursamaz tavrı, günışığına çıkarmaktadır. Anılan yaratıcıların ortak düşüncesine göre, bir çağdaş besteci, insanlığın güncel sorunlarını, beklentilerini ve Dünyamızın ortak kaygılarını yansıtabilmek amacı ile müzik sanatına kazandırmak zorunda olduğu yenilikleri, tıpkı bir matematik yada fizik bilgini gibi, sadece kendi görüşlerini paylaşan küçük bir azınlığa kabul ettirebilmektedir. Bu durumda her çağdaş besteci, yapıtının yanlış değerlendirilerek yorumlanması yerine, geleceğin aydınlık günlerini beklemeyi yeğlemektedir. Çağdaş müzik yaratıcısını kuşatan olumsuz ortamı derinliğine sezebilmek için; besteci olmak gerekir, ama söz konusu olgu; müziksever yönünden ele alındığında, dünyada ve bizde sürdürülen müzik yaşantısının önemli bir eksikliği, açıkça ortaya çıkmış olur. Şöyle ki, dinleti ve radyo izlencelerini, plâk-kaset satışlarını ve müzik eğitim kurumlarının ders programlarını incelediğimiz zaman, günümüz müzikçileri ile müzikseverlerinin bu sanatta çoğu kez eskiyi yaşadığını görürüz. Toplumların, kendi çağlarında yaratılan müziği yadırgaması, sadece yaşadığımız döneme özgü bir olgu değildir. Bilindiği gibi; Bach'ın müziğindeki derinlik, onun yaşadığı çağda bir türlü anlaşılamamıştır. Fransızlar, Mozart'ı sevememiştir. Daha da ilginç olanı, İngiliz besteci Anthony Hopkins'in kanısına göre, Viyana'lılar, Beethoven'in Beşinci Senfoni'sinin ilk seslendirildiği dinletide, bu güçlü yapıtın tek notasını bile anlayamamıştır. Adlarına değinilen bestecilerin, günümüzde yanlış değerlendirilmesi diye bir şey, (en azından yüzeysel olarak) söz konusu değildir. Hem onlar, hem de geçmişin birçok müzik adamı, yanlış yorumlanıyor bile olsalar, yaşadığımız dönemin müzikseverlerinden büyük bir saygı görmektedir; ama böyle bir ilgi, çağımızın dinleyicisini, çoğu zaman geçmişte yaşayan bir kitle durumuna getirmiştir. Oysa ki, güzel sanatların her şeyden, önce kendi çağına ışık tuttuğu, onun sorunlarını, kaygı ya da mutluluklarını yansıttığı sık sık öne sürülür ve bu doğrudur. Her dönemin başarılı yaratıcısı, kendi insanına seslenebilmeyi amaçlamıştır. Bizim çağımız ise, çelişkilerle doludur. Bir yanda; Fonograftan bilgisayara değin, insan yaşamını daha rahat ve daha mutlu kılmak için; ortaya konan binlerce buluş vardır; öbür yanda, bunların iyi özümsenmesini yada yanlış değerlendirilmesinin, yol açtığı ölümcül tehlikeler, Dünyamızı sarmıştır. Çevre kirlenmesi kitlesel açlık, Trafik sorunu, Kanserin yaygınlaşması, çekirdeksel silahlar ve bunlarla yapılacak savaşların getireceği yıkım, söz konusu tehlikelerin başında gelmektedir. Toplumlar, çağdaş sanatları bir bütün olarak ele alıp; onların inandırıcı gücünden son noktasına değin yararlanmadıkça; bu gibi tehlikeleri saf dışı bırakmanın, çağımıza gerçek görünümünü kazandırabil-menin olanağı yoktur: Konuyu bir, kez daha müziğe; getirirsek, çağımız bestecisinin bireylerin gerçeği özümsemelerine yardımcı olma bakımından, geçmişteki meslektaşlarına kıyasla daha uygun, bir konumda olduğu söylenebilir; çünkü, müzik dilinden Orkestlama'ya ve çalgı yapımına değin uzanan geniş bir deneyim birikimi; onu bu çalışmalarında güçlü kılmaktadır. Böyle bir deneyim zenginliğinden yararlanılarak ortaya konan ve çağımızı içtenlikle yansıtan başyapıtların sayısı da son derece fazladır". Bunları kendi benliğinin bir parçası kılan kişilerin sayısı ise, yazık ki azdır. Örneğin, ruhsal doyum amacı ile, demek ki canı istediği için, Alban Berg'in Wozzeck'ini yada Bernd Alois Zimmermann'ın "Askerler"ini (die Soldaten) dinlemek isteyenlerin sayısı, aynı amaçla Beethoven'in bir Konçertosuna istek duyanların sayısı ile kıyaslanamaz.
  • 27. 27 Bu bir eksikliktir. Toplumların müzik yaşantısı ile, bu sanattaki son gelişmeler arasında oluşan boşluğun doldurulabilmesi için, eğitimciler, dinleti düzenleyen kurumlar, yorumcular ve besteciler, dinleyicinin çağdaş müziğe alışmasını sağlayacak önlemlere hız vermelidirler. Burada karşılaşılacak engel, çağımızdaki müzik yeniliklerinin çok kısa aşamalarda, üstelik bazen aynı zaman dilimi içinde gerçekleşmekte olmasıdır. Günümüzün insanı ise, yaşantısını dolduran binlerce yeniliğe karşın, müzik alışkanlıklarından kopamamaktadır. Ayrıca çağdaş yapıtlardaki yorum güçlüğü, uzun süreli çalışmalara ve daha çok sayıda prova yapılmasına gerekseme gösterdiği de ortadadır; ama çağımızın müziğini, yaşamın bir parçası olarak bireye kazandırma çabalarının boşa gitmeyeceğini gösteren belirtiler, her şeye karşın vardır. Dünyanın her köşesinde düzenlenen çağdaş müzik seminer ve şenlikleri ile, bu konuda yazılan kitapların sayısı, oldukça kabarıktır. Çalma güçlüğü ise, önemini gederek yitirmektedir. Daha somut, daha mutlu ve bizden bir örnek olarak da, 'Ankara Üflemeli Çalgılar Beşlisi'nin, 13. İstanbul Festivali" çerçevesindeki dinletisinde sadece çağdaş bestecilerin yapıtlarını seslendirmesini verebiliriz. Gözlemler daha da çoğaltılabilir; fakat bunların en değerlisi, kişinin müzik beğenisinde, çağımıza yönelik olarak görülecek olumlu değişimdir. Geleneklerin ezici telkininden bir an önce arman günümüz müzikseveri, Bartok'u, Stravinski'yi, Hindemith'i, Saygun'u, Schuffer'i, Babbitt'i ve Usmanbaş'ı, çağımızın gerçeklerini yansıtan yaratıcılar olarak dinlemelidir. Biraz sabır göstererek, böyle bir dinleme alışkanlığını kazanan müziksever, anılan bestecilerin müzik dilinde, çalgı renklerinde ve yapıtların içeriğinde, kendi beklentilerinin umutlarının yada umutsuzluklarının yankısını mutlaka bulacaktır. Sözün bu noktasında, zihinleri kurcalayabilecek bir soru üzerinde de kısaca durulması yerinde olur. Dinleme alışkanlıkları değiştirilirken, geçmişin müziği bütünüyle bırakılacak mıdır? (Sözgelimi, Bach ile Mozart gerçekten yasaklanacak mıdır?) Hiç kuşkusuz, hayır. Geçmiş, çağımızdaki gelişmelerin kaynağıdır. Her sanat dalında, eski dönemlerin büyük ustaları olmasaydı, günümüzün yaratıcıları da yetişemezdi. Ayrıca, müzik alanında, tarihteki büyüklerin bize armağan ettiği bazı yapıtlar, sadece yazıldıkları dönemlere değil, bizim çağımıza da ışık tutabilmektedir. Üstelik bunlardan bazıları, (Örneğin Beethoven'in son yaylı dördülleri) yalnızca geleceğe kalma kaygısı ile yazılmış bile olabilir. Ne var ki, her bestecinin sağlığında başlatılmış olan eleme işlemi, günümüzde, daha yoğun bir biçimde sürdürülmelidir. Kim ne derse desin, "Senfoni'nin babası" diye ünlenen Hayd'ın 104 Senfonisine de, aynı babanın çocukları gözüyle bakılmaz. Verdi'nin ilk operaları, bunca tanıtma çabalarına karşın, Rigoletto ya da la Traviata'nın içtenliğine ulaşamaz. Günümüz insanının hızlı yaşantısını ve zamanı son derece tutumlu kullanma gereksemesini de göz önüne alarak, eskiye ilişkin yargılarımızda, biraz daha yansız ve acımasız davranmak zorundayız. Yeniden çağdaş müziğe döndüğümüzde, müzik sanatını güncel bir uğraş olarak dinleyen yada meslek olarak seçmiş olan kişilerin çağdaş müziği yaşantılarına, katabilmeleri için, müzik yetkililerinden gelmesi gereken eğitsel yardım çağrısını bir kez daha vurgulamalıyız. Okullardaki ders programlarından dinletilere değin, bütün müzik etkinlikleri bu bakış açısına göre yeniden düzenlenmelidir ki, çağımızın insanı, yalnızca bilgi ve özdek (madde) yönünden değil, duygulan ve sezgileri ile de çağımızın gerçeklerini içine sindirebilsin; hızla değişen dünyamızda, insan oğlunun düşebileceği yanılgıları, belki bu yüzden, topluca uğrayabileceğimiz felaketleri önceden sezebilsin. Buraya değin öne sürdüğümüz görüşler, özellikle az gelişmiş ülkelerin kalkınması açısından büyük önem taşımaktadır. Kalkınma, sadece çağdaş bilimin öğrenilmesi ve çağdaş yaşam biçemlerinin güncel davranışlar olarak benimsenmesi ile gerçekleşemez. Bizim de içinde bulunduğumuz az gelişmiş toplumlar, duygu, ve sezgileri ile de çağdaş olmak zorundadır. Kültürde ve sanatta evrensel bir tutum izleyen toplumların, dünyaya açıldıkça özbenliklerinden bir şeyleri yitireceği savı ise tümüyle sakattır. Müzik sanatı, işte böyle bir dengeli gelişmede basan kazanılmasını sağlayan en etkili güçlerden biridir. Orkestra, 148.
  • 28. 28 Sanat ve Para... Ahmet CEMAL "Maviyle sanat, karayla para demek istiyorum... Her rengin kendine göre bir güzelliği vardır... Ama her yaşayanın iliklerine işleyen, ölüm karasına, yüz karasına, kasvet karasına bire bir gelen renk mavidir. Karanlığı asıl yenen mavidir, güneş değil! Güneş çekilip gittikten sonra bile mavi sabahlara kadar can çekişir karanlıkla. En güzel gecelerin bile rengi mavidir. Laf bütün bunlar, bundan sonra söyleyeceklerim de laf; ama derdimi anlatamazsam bir mavi olsun kalsın aklınızda, sanatın da kendisi mavi. -Şu son yıllarda kara maviyi, yani para sanatı bulandırıyor gibi geliyor bana... İster eski gerçek olsun, ister yeni gerçek: Paranın sanatı yenmesinden daha acı bir şey düşünemiyorum insanlık için. Birçok sanatçılar tanımadık mı hep? Pazarları, para kaygıları olmadığı zaman, zamanlarını ve kendilerini aşıyor, pir aşkına geceyi gündüze çeviriyorlardı... değişiver diler: Sanatı bakkallara inat seçmişken bir çeşit bakkal oluverdiler; içlerindeki maviyi haraç mezat sattılar. Belki rahat ettiler; ama para para kurum kurum kuruttu hepsini. Bir adları kaldı, sanatçı." Yukarıdaki satırları, Sabahattin Eyüboğlu'nun 1958'de yazdığı "Mavi ve Kara" başlıklı denemesinden aldım. Elbet gönül -ve hiç kuşkum yok ki, Sabahattin Eyüboğlu da!-isterdi ki, bu deneme ülkemizde güncelliğini çoktan yitirmiş, sanatın karşısında para kavramı da silinip gitmiş olsun. Ama ne gezer! Şimdilerde Eyüboğlu’nun sözünü ettiği kara, sanki tüm mavilikleri yok etti; sanat ve sanatçı kılıfında parayı seçmek, bir erdem(!) olup çıktı. Üstelik böyleleri, yani sanatçı kılığına bürünüp parayı seçenler, bir de gencecik sanatçı adaylarının arasından çıkmıyor mu, ona daha çok kahroluyorum. Sanatın eğitimini almış, yolunu seçmişken, seçtikleri yolda direnmek için tüm güçlerine sahip bulundukları yaşlardayken, birkaç zorlu dönemeçle karşılaşır karşılaşmaz, sözde sanatçı(!) kimliklerinden açıkça vazgeçmenin, yaptıklarının artık sanat adına olmadığını söylemenin ahlakını bile sergilemeyi düşünmeksizin para peşine takılanlar için bakın aynı denemesinde ne demiş Eyüboğlu: "Sanat hiçbir ortak kabul etmeyecek kadar kıskanç bir sevgilidir. Küçük hesapların da en büyük düşmanıdır. Önce para kazanayım, sonra sanat yaparım diyen sanatçıların nasıl kuruduğunu görmüşsünüzdür..." Bu yolu tutanların kendi öğrencilerim arasından da çıkması, bana her zaman acı veriyor. Bir zamanlar sınıflarda yada evimde katıksız sanatın, gerçek sanatçının ve tiyatronun nasıl olması gerektiğini tartıştığımız kimi gençlerin, üstelik bu konularda belki de herkesten daha idealist söylemlerle mangalda kül bırakmamış olanların daha ilk geçim sıkıntılarıyla birlikte paranın yüzüne gülmeleri, para adına kimi zaman üyesi oldukları tiyatro topluluklarını, oynamakta oldukları oyunlardaki rollerini bile bırakıp kaçmaktan çekinmemeleri, ve bu ihanete rağmen kendilerini hâlâ sanatçıların safında görmeleri, içimde çok acıtıcı bir aldatılmışlık duygusu yaratıyor. Tek avuntum ise böylelerini bir anda hem eski öğrencilerimin hem de adam gibi adam saydıklarımın listesinden hemen çıkarma konusunda kararlı davranabilmem. Bir kez daha kulak verelim Eyüboğlu'na: "Sanatçıyı paranın kulluğundan kurtarmak hepimizin boynunun borcudur. Öyledir, ama biz onu kurtarmaya çalışırken, o bu kulluktan hoşlanmaya başlarsa? O zaman ara da bul maviyi! Hiçbir şey vermez mi olur paranın kulu olmuş sanatçı? Verir, kolayına kaçtığı için daha da bol verir; ama ne? Kirli bir mavi, olmasa da olur bir mavi." Bir panelde Şahika Tekand'dan duyduğum şu sözler, belleğimden hiç silinmedi: "Ben kendime tiyatro sanatçısı diyorsam eğer, az yada çok, ekmeğimi yalnızca tiyatrodan yerim!" Sanatçı dediğin, işte budur! Çünkü onlar, yine Eyüboğlu’nun deyişiyle, tüm güçlüklere inat sanatı paranın, maviyi karanın üstüne çıkarırlar. Geriye kalanlar ise yalnızca manatçıdır!
  • 29. 29 Genç Müzikçilere Öğütler Robert SCHUMANN Çev: Turgut GÜRAN - Önemli olan, kulağın gelişmesidir. Küçük yaşta gamları ve sesleri öğrenmelisin. Kampananın, pencere camının, guguk kuşunun seslerini bulabilmelisin. - Parmakları güçlendirmek için sürekli olarak gam ve çeşitli egzersizler yapmalısın. Ancak çoğu kişi, teknik çalışmalarla bir yere varılabileceğine inanır. Bu, yüksek sesle ve süratli olarak alfabeyi söylemekle okur yazar olunamayacağına inanmak kadar yanlıştır. - "Sağır klavye" denen çalgılar bulunmuştur. Bir süre bu çalgıları deneyebilirsin. Şunu unutma ki bir sağır dilsizden konuşmayı öğrenmek olanaksızdır. - Doğru ritimle çalışmaya bak. Kimi virtüözlerin çalışları, sarhoşların yürüyüşüne benzer. Onları örnek alma. - Armoninin temel kuralları zamanında öğrenmeye çaba göster. - Teori, sürekli bas, füg gibi sözcüklerden sakın korkma. Onlara yakınlık göstereceğin oranda onlar da sana yakınlık göstereceklerdir. - Hiçbir zaman yalancıktan çalma! Canla çal hiçbir zaman bir parçayı yarıda bırakma. - Fazla yavaş çalmak kadar fazla çabuk çalmak da yanlıştır. - Kolay parçaları iyi ve güzel çalmaya çalış. Bu, güç bir parçayı kötü çalmaktan iyidir. - Çalgın her zaman iyi akort edilmiş olmalı. - Müzik parçalarını salt parmaklarınla öğrenme, onları sessizce; mırıldanarak söyle; öğren. Bir yapıtın salt melodisini değil, armonisini de belleğinde tutmalısın. - Sesin yetersiz de olsa, çalgının yardımı olmaksızın, bir yapıtı okuyabilmelisin. Böylece kulağını güçlendireceksin. Sesin güçlü ve güzelse, zaman yitirmeden onu geliştir. İyi bir ses, doğanın en büyük armağanıdır. - Kâğıtta yazılı bir müziği hemen anlayabilecek duruma gelmelisin. - Çalarken, seni kimin dinlediğini düşünme! müziği bilen birinin dinlediğini düşün. - İlk olarak çalacağın bir kompozisyonu; önce okumalısın. - Günlük müzik çalışmalarından yorgun düştüğün an, çalışmana ara ver, kendini zorlama. Keyifle yapılmayan bir çalışmadan hiçbir sonuç alınamaz. - Modaya uygun parçaları çalmaktan kaçınmalısın. Zamanın değeri büyüktür. Var olan güzel şeyleri öğrenebilmek için binlerce insan yaşamına gerek vardır. - Küçük çocuklara iştah açıcı şeyler ve tatlılar vermekle onları sıhhatli yapamazsın. Vücut için gerekli olan besin gibi, dimağ için gerekli olan besin de sade ve sağlam olmalı. Büyük besteciler buna büyük önem vermişlerdir. Onların önerilerine kulak ver. - Zamanla teknik ve "passages"lar değişir. Bunlar, virtüozitenin amaç değil, araç olduğu sürece geçerlidir. - Kötü yapıtların yayılmasına yardımcı olma. Tüm gücünle bu yapıtların engellenmesini sağla. - Kötü yapıtları çalmaktan ve de mecbur olmadıkça dinlemekten kaçın. - Virtüozite gösterilerine önem verme. Amacın, güzel yapıtları, bestecilerin görüşlerine uygun olarak yorumlamak olmalıdır. - Önemli bestecilerin yapıtlarında değişiklik yapma. Ne eksik çalmalısın ne de fazla.