Merhaba,
Kış aylarını geride bıraktığımız, baharı umutla karşıladığımız şu
günlerde yaşadığımız tüm olumsuz duyguları ve olayları geri bırakma
dileklerimizle siz okuyucularımızın tekrar karşısındayız. Tamamen
amatör duygularla hazırladığımız ama güçlü yazar kadromuzla günden
güne gelişen PSY-Q E-Dergi Umut temasıyla siz okuyucularımızın
karşısında.
Bu ayki sayımıza Sayın Hocamız Psikiyatri Uzmanı Prof.Dr. Mehmet
Sungur “Angelina Jolie Sendromu” yazısıyla katkı sundu. Psikiyatri
Uzmanı Doç.Dr.Cebrail Kısa aldatmayı irdeledi. TRT Kent
Radyo’dan Yetiş Fidan Mutlu umudu kendi şiirselliği ile anlattı. aşkı
kendi açılarından değerlendirdiler. Ferhan Bıçakçılar "Çift İlişkilerinde
Tükenmişlik Sendromu" , Ferhat Yılmaz "ikincil Travma" denemesini yazdı.
Dergimizde" PSY-Q Haber, Kültür Sanat Köşesi" ve "Bunları Biliyor
Muydunuz?" bölümleri yer almakta.
1. PSY-Q E-DERGİ
UMUT
Mart 2017 Sayı:3
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Tolga Nasuh ARAN
YAZARLAR
Prof. Dr. Mehmet Zihni SUNGUR
Doç. Dr. Cebrail KISA
Ferhan BIÇAKÇILAR
Ferhat YILMAZ
Güler ERGEN
Yetiş Fidan MUTLU
KÜLTÜR- SANAT
Sıla Salantur
SAYFA DÜZENİ
Pınar Özdemir
İlker Buruk
2. PSY-Q’ dan
Merhaba,
Kış aylarını geride bıraktığımız, baharı umutla karşıladığımız şu
günlerde yaşadığımız tüm olumsuz duyguları ve olayları geri bırakma
dileklerimizle siz okuyucularımızın tekrar karşısındayız. Tamamen
amatör duygularla hazırladığımız ama güçlü yazar kadromuzla günden
güne gelişen PSY-Q E-Dergi Umut temasıyla siz okuyucularımızın
karşısında.
Bu ayki sayımıza Sayın Hocam Psikiyatri Uzmanı Prof Dr Mehmet
Sungur “Angelina Jolie Sendromu” yazısıyla katkı sundu. Psikiyatri
Uzmanı Doç Dr Cebrail Kısa aldatmayı irdeledi. TRT Kent
Radyo’dan Yetiş Fidan Mutlu umudu kendi şiirselliği ile anlattı. aşkı
kendi açılarından değerlendirdiler. Ferhan Bıçakçılar Çift İlişkilerinde
Tükenmişlik Sendromunu, Ferhat Yılmaz ikincil travmayı yazdı.
Dergimizde PSY-Q Haber, Kültür Sanat Köşesi ve Bunları Biliyor
muydunuz? bölümleri yine var.
3. 16. IAMFC
Oxford Aile Danışma Enstitüsü
St. Hilda Yüksek Okulu, Oxford Üniversitesi
17-24 Temmuz 2017
Uluslararası Evlilik ve Aile Danışmanları Derneği (IAMFC) tarafından
organize edilen kültürel ve mesleki paylaşımı ve gelişimi amaçlayan
Enstitü Çalışması
Bilgi ve kayıt için: 0 532 541 96 66 (Tolga Nasuh Aran)
tolga.naran@gmail.com
4. BAŞYAZI
Duygusal Okuryazar Liderlik
Tolga Nasuh Aran
Birçok insan zaman zaman “Bana bir fırsat
verseler neler yapardım!”, “Doyun
aldığım şeylerin çoğu iş dışında”,
“Hayatımı sevmediğim mesleğimle boşa
geçirmişim” gibi sözleri aklından geçirir.
Bu sözler belki de meslek hayatımızda
artık klişeleşti. Birçoğumuz işimizde
yeterince kendimizi ifade edemediğimizi,
ya da işimizin beklentilerimizi
karşılamadığından yakınıp dururuz. İş
hayatında ise yeterli bir maaşım olsun,
maaşım zamanında ödensin, sigortam tam
yatsın, işle ilgili ihtiyaçlarım giderilsin,
ilerleme ve terfi şansım olsun, huzurlu bir
ortamda çalışayım şeklinde liste yapsak
uzayıp gider. Saydığımız bu koşulların
çoğu karşılandığı halde neden yaptığımız
işten zevk almaz ve onu bir zorunluluk
olarak görürüz?
Araştırmalar yapılan işten zevk almanın
kişilikle ilgili olduğunu ortaya koymuştur.
Kişiliklerine uygun iş çevrelerinde
çalışanların başarıya ulaştıklarını ve
yaptıkları işten keyif aldıklarını
bulgulamışlardır. Peki, kendi kişiliğimizi
nasıl keşfedebiliriz? Bunun için birtakım
sorulara cevap aramamız gerekiyor; ben
neler yapabilirim? (Yetenekleriniz), ben
neleri yapmaktan hoşlanıyorum? (İlgi
alanlarınız), ben ne istiyorum? (İş ve
yaşam değerleriniz), Karakterim nasıl?
(Kişilik özelliklerim), ben ne yapmak
istiyorum? (İlgi duyduğum meslekler), ben
nerede olmak istiyorum? (Çalışma
koşullarınız), kimlerle birlikte çalışmak
istiyorum? Bu sorulara verilen cevaplar altı
kategoride toplanmakta ve altı kişilik tipini
ortaya koymaktadır:
Realistik
Araştırmacı
Yaratıcı
Sosyal
Girişimci
Düzenli
Realist kişilik tipi, objelerin, araç ve
gereçlerin, makinelerin ve hayvanların
değişmesini gerektiren etkinliklerde
bulunmaktan hoşlanırlar. Teknik, atletik,
elektrik-elektronik, tarımsal becerilerle el
becerilerine sahiptirler. Çalışmaktan
hoşlandıkları alanlar açık alanlardır. Örnek
meslekler; teknisyenler, mühendisler,
çiftçiler…
Araştırmacı kişilik tipi, fiziksel, biyolojik
ve kültürel olay ve olguların incelenmesi,
gözlemlenmesi ve değişmesi üzerine
çalışmalar yürütürler. Araştırma yapmak,
bilgi toplamak, dikkatli analizler yapmak
onlar için keyif vericidir. Laboratuarlar
birincil çalışma alanlarıdır. Örnek
meslekler; bilim adamları, sosyologlar,
antropologlar…
Yaratıcı kişilik tiplerinin hayal güçleri
yüksektir. Fiziksel materyallerin yanı sıra
insanların ya da sözlerin değişmesi üzerine
çalışırlar. Çalışmalarını resim atölyeleri,
sahneler ve konser salonlarında yaparlar.
5. Örnek meslekler; yazar, şair, ressam,
heykeltıraş…
Sosyal kişilik tipi, insanların
bilgilendirilmesi, eğitilmesi, geliştirilmesi,
bakımları ve aydınlatılması gibi
etkinliklerde bulunurlar. İkna yeteneği
fazla yardımsever ve dost canlısıdırlar.
Daha çok okullarda, bakım yurtlarında ve
hastanelerde çalışırlar. Örnek meslekler;
psikolojik danışmanlık, öğretmenlik,
sosyal hizmetler…
Girişimci kişilik tipi organizasyonel
hedeflere ya da ekonomik kazanca ulaşmak
amacıyla diğer insanların
manipülasyonunu gerektiren etkinlikleri
yaparlar. Politik güç ve başarı, diğer
insanlara liderlik yapmak birincil istekleri
arasındadır. Örnek meslekler; avukatlar, iş
adamları, yöneticiler…
Düzenli kişilik tipi organize eme, kayıt
tutma gibi bilginin düzenli olarak elden
geçirilmesi gereken işlerde yer alırlar.
Rutin işleri sıkılmadan yaparlar. Bürolarda
çalışırlar. Kayıtlar, dosyalar, bilgisayar,
daktilo gibi araç gereçleri kullanırlar.
Örnek meslekler; maliye, sekreterlik,
muhasebe…
Peki, tek başına kendimizi tanımamız
başarılı bir kariyer için yeterli mi? Hayır.
Kendimizi tanımanın yanı sıra piyasa
sektör ve pozisyonları da tanımamız
gerekiyor:
Bunun için de nasıl bir ekonomik
sistemde iş arıyorum?
Ekonomik göstergeler ne durumda?
Dünyadaki ekonomik gidiş nereye?
İş dünyasındaki son gelişmeler
nelerdir?
Sektörlerin durumu nedir?
(özellikle hedeflediğiniz bir sektör
varsa)
Sektörün geleceği nedir?
İleride başka bir sektöre geçiş ne
kadar mümkündür?
Gelecekte hangi sektörler ön plana
çıkacaktır?
Bu pozisyonun geleceği nedir?
Bu pozisyona hangi kişiler alınır?
Bu pozisyonda hangi kişilerin
yükselme şansı daha fazladır?
Pozisyonun mali imkanları
nelerdir?
Kişilik tipinize uygun iş alanında çalışmak
işteki başarınızı, mesleki doyumunuzu ve
meslekteki kalıcılığınızı önemli oranda
arttırmaktadır. Son yıllarda ortaya atılan
duygusal zeka kuramı durumun hiç de
böyle olmadığını ortaya koymaktadır:
EQ+IQ= Bireysel Başarı
Duygusal zeka Goleman’a (2000) göre
kendimizin ve başkasının hislerini tanımak,
kendimizi motive etmek, içimizdeki ve
ilişkilerimizdeki duyguları iyi yönetme
becerisidir.
Sürekli gülümseyerek sempatik davranma,
iyi kalpli olmak, IQ’nun karşıtı, kendine
aşırı değer vermek, diğerlerini dinliyormuş
gibi görünürken hiç ciddiye almamak
duygusal zekâ değildir.
Duygusal zekâ için gereken yetkinlikler;
kendini tanıma (öz-bilinç), kendini
yönetmek, motivasyon, empati
(duygudaşlık, sosyal Beceriler (sosyal
yetkinlik) ve iletişim becerisidir.
Kendini tanımada; kişinin kendi
duygularını, ihtiyaçlarını, hedeflerini
tanıması, tercihlerini yapabilmesi ve sahip
olduğu şahsi gücünün ve kaynaklarının
farkında olması anlamına gelir. Güçlü
taraflarıyla belirginleşirler. Kendi zayıf
yanlarını bilir bunlarla gerektiğinde dalga
6. bile geçer. Kendi duyguları ve diğer
insanlar üzerindeki etkileri hakkında doğru
ve açık konuşur,
Kendini yönetmekte; kişinin sahip olduğu
duygu ve düşüncelerini kontrol ederek
yönlendirmesi olarak tanımlanabilir. Bu
beceri ile duygularımızın esiri olmaktan
kurtulup onları yönlendirebiliriz.
Motivasyonda; insanın kendini motive
edebilmesi, daima başarma isteğine ve
heyecanına sahip olması demektir.
Karşısına çıkan her zorluk karşısında
yılmadan devam edebilme gücünü
kendinde bulmasıdır. Bu tür insanlar
yaratıcı fırsatlar ararlar, öğrenmeyi severler
ve daha iyi yapmak için sonsuz enerjiye
sahiptirler. Başarı ile motive olan kişiler,
sürekli olarak performans çıtalarını
yükseltmekte ve yüksek skorlara
ulaşmaktan mutluluk duymaktadırlar.
Empatide; karşındakinin pabucunu
giyebilmektir. Karşındakinin duygularını,
ihtiyaçlarını, kaygılarını anlayabilmektir.
Sosyal yetkinlikte; insanların başkalarıyla
ilişki kurabilmesi ve bu ilişkilerin uzun
süre geçerliliğini koruyabilmesi
becerilerini kapsar. İnsanlar arası iyi
ilişkilerin yanı sıra bir takım oluşturabilme,
takım ruhunu sağlayabilme ve bu takımı
yönetme becerisini gösterme de bu
yetkinlik ile olur.
İletişim becerisinde; insanın kendisini açık
ve net olarak ifade edebilme becerisinin
yanı sıra, başkalarını dikkatli dinleme ve
ne söylediklerini tam ve doğru olarak
anlayabilmesidir.
DUYGUSAL ZEKİLERİN GENEL
ÖZELLİKLERİ
Kendi
beden
dilini
kontrol
edebilmek
,
başkalarını
n beden
diline
duyarlı
olmak
Hoşgörülü
olmak
Alçakgönül
lü olmak
Empati
göstermek
Yüksek
duygusal enerji
İyimserlik
Uzlaşmay
a dayalı
sinerjik
ilişki
kurmak
Çalışmaya
istekli olmak
Olumsuz
duygularla
başa çıkma
İnsanlarla
olumlu
ilişkiler
içinde
olmak
Değişime istek
duymak
Stresle başa
çıkma
Başkaların
ı hesaba
katmak
Kendini
yönlendirebilm
ek
Kararlılık
7. KAYITLARIMIZ
DEVAM EDİYOR
FERHAT YILMAZ
TOLGA NASUH
ARAN
EĞİTİMİ
ÇOCUK, ERGEN
YETİŞKİNLERLE
GÖRÜŞME TEKNİKLERİ
29-30 Nisan 2017
Yer: PSY-Q Eğitim
Danışmanlık
KAYIT VE BİLGİ İÇİN:
0545 350 38 35
E-mail:
psyqpsikoloji@gmail.com
8. PSY-Q HABER- DUYURU
ACA (Amerikan Psikolojik
Danışmanlık Derneği) 2017 5
Kongresi ABD’nin San Francisco
şehrinde 16-19 Mart 2017 tarihinde
gerçekleşecektir.
APA (Amerikan Psikiyatri Derneği)
2017 Kongresi San Diego şehrinde
20-24 Mayıs 2017 tarihinde
gerçekleşecektir.
2. Çocuk ve Erişkin Klinik Psikiyatri
Kongresi Çocuk ve Erişkin Klinik
Psikiyatri Derneğinin (ÇEKPD)
düzenlediği Çocuk ve Erişkin Klinik
Psikiyatri Kongresi’nin ikincisi bu yıl
20 – 22 Ekim 2017 tarihlerinde
Hilton Bosphorus, İstanbul’da
yapılacaktır.
47. Avrupa Davranış ve Kognitif
Terapileri Birliği Kongresi (EABCT)
13- 16 Eylül 2017 tarihleri arasında
Slovenya’nın Ljubljana şehrinde
gerçekleşecektir. Ayrıntılı bilgiyi
http://www.eabct2017.org/tr/ den
öğrenebilirsiniz.
Amerikan Psikologlar Derneği 2017
Kongresi Washington DC şehrinde
3- 6 Ağustos 2017 tarihinde
gerçekleşecektir.
9. Uluslararası Psikofarmakoloji
Kongresi Psikofarmakoloji Derneği
tarafından düzenlenen 9.
Uluslararası Psikofarmakoloji
Kongresi ve 5. Uluslararası Çocuk ve
Ergen Psikofarmakolojisi
Sempozyumu (9. UPK & 5. UÇEPS),
26-30 Nisan 2017 tarihleri arasında
Belek, Susesi Otel’ de
gerçekleştirilecektir.
53. Ulusal Psikiyatri Kongresi, 3-7
Ekim 2017 tarihleri arasında Bursa,
Merinos Atatürk Kongre ve Kültür
Merkezinde (Merinos AKKM)
gerçekleştirilecektir.
9. Angelina Jolie Sendromu
Prof Dr Mehmet Z. Sungur
Fotoğraflara bakılarak yapılan bir
araştırmadan böylesine bir genelleme
içeren sonuca ulaşmak metodolojik olarak
hatalı olur. Böyle bir sonuç çıkarabilmek
için önce bir grup bekar kadına
resimlerdeki belirli erkekler evli ya da
halen ilişkide olarak tanımlanıp çekicilik
yönünden secim yaptırıldıktan sonra ikinci
bir grup kadına ilk gruba evli olarak
tanıtılan erkeklerin bekar, buna karşılık
bekar olarak sunulan erkeklerin ise evli
olduğu söylenerek secim yapmalarını
istemek gerekir. Her iki koşulda da farklı
kadınlar evli olarak tanımlanan erkekleri
çekici olarak seçiyor ise belki o zaman evli
olmanın bekar olmaktan daha çekici
bulunduğunu söyleyebilmek biraz daha
mümkün olabilir.
Eğer evli erkeklerin her 2 grup kadın için
daha cazip bulunduğu bir gerçek olarak
ortaya çıkarsa o zaman bunu öncelikle
ekonomi ilkeleri açısından değerlendirmek
mantıklı olabilir. Baksa bir deyişle talep
artışının değeri arttırdığını söylemek her
zaman mümkündür. Ancak bu tek
açıklama olamaz.
Diğer yandan birçok kadının günümüzde
sıkça dile getirdiği gibi ‘özellikleri ve
beğenilebilir nitelikleri olan erkeklerin
hızlı bir şekilde tercih edildiği (kapıldığı)’
seklindeki görüşün ağırlık kazanarak
kadınların seçiminde bu niteliklerin
varlığına olan inanışların evli erkekleri
daha cazip bulmalarında bir etken
olabileceği düşünülebilir.
Rekabeti seven ve kendi değerini
beğenilebilirliklerinin miktarı ile ölçen bir
grup kadının kendi rekabet güçlerini test
etmek amacıyla evli erkeklere yönelmesi
de zaman zaman rastlanan bir durumdur.
Ancak bu kadınların böylesi bir rekabette
amaçlarına ulaşmaları bile yarışı
kazandıkları anlamına gelmez. Çünkü çoğu
kez evli erkeğin esinin böylesi bir
rekabetten haberi bile yoktur. Ayrıca bu
adil bir rekabet de değildir. Çünkü evli
erkekle birlikte olan bekar kadının birlikte
geçirilen sinirli zamanı istediği gibi
süsleyebilecek bir lüksü vardır. Onun
çocuklara bakmak, geniş aile sorunlarıyla
uğraşmak, yeni bir çamaşır makinesi almak
gibi sorunları olmaz çoğu kez. Ayrıca
kısıtlı zaman dilimlerinde yaşanan bu hoş
deneyimlerin uzun bir ilikside kalıcı
olacağını düşünmek yanıltıcı olabilir.
Son olarak bir kısım kadının evli erkekleri
seçmekteki bir başka motivasyonunun
sorumluluğu azaltarak ilişkide olmayı
tercih etmeleri ile ilgili olduğu da
söylenebilir. Başka bir deyişle birlikte
olmak ancak sahiplenilme ya da
sahiplenme gibi duygulardan olabildiğince
uzak kalma çabası önem kazanabilir. Buna
karşın evli bir erkekle olan birlikteliğin
daha az sorunlu ve daha az sorumlu
yaşanacağına dair beklenti gerçekçi
olmayabilir.
(Sabah gazetesinde 2013 yılında
yayınlanmıştır.)
11. ÇİFT VE EVLİLİK İLİŞKİLERİNDE TÜKENMİŞLİK
Ferhan Bıçakçılar
Hızlı ürün eskimesi, koştur koştur günler,
sürekli yetişmeye ya da yetiştirmeye
çalışmalar, sabahın karanlığında başlayan
hayatlar, bitmeyen taksitler, krediler ve
ödemeler günümüz insanının psikolojisini
gittikçe zorlamakta. Mutsuzluk, yorgunluk
ile tahammülsüzlükle başlayan ve hayal
kırıklığıyla devam eden bu durum ruh
sağlığıyla birlikte evlilikleri de bozmaktadır.
Tükenmişlik sendromu benzer belirtileri
olduğu için depresyonla hep
karıştırılmaktadır. Bu sendrom belli bir
spesifik sorunla ortaya çıkarken,
depresyon hayatın bütününe
yayılmaktadır.
Değişen tüketim kalıpları nedeniyle
evlilikler tükenmişlik sendromu tehdidiyle
daha fazla sorun yaşanır hale gelmektedir.
Çünkü eskiye göre daha hızlı yaşıyoruz,
daha hızlı tüketiyoruz ve daha fazla
harcıyoruz. Bu hız evlilikleri yıpratıyor. Bu
noktada tüketmeye başladığınızda
birbirimizi kırmaya, birbirimize soğuk
durmaya ve birbirimizle hiç ilişki
kurmamaya başlıyoruz.
Evlilik uzun soluklu bir ilişki olduğundan
ilişkinin çocuk, aile, arkadaşlar, hayattaki
zorlanmalar, ekonomik sıkıntılar gibi
faktörlerden etkilenmektedir. Sorunlar bir
bütün halinde yoğunlaşırken, bireyi
ümitsizlik duygusuna sürüklediği için bu
duruma tükenmişlik sendromu adı
verilmektedir. Evliliklerde dönem dönem
cinsel ve iletişimsel çukurlar, çökkünlükler
olabilmektedir. Bunların çoğu zamanın da
erken fark edilmez.
Evlilikteki tükenmişlik sendromuna karşı
çiftlerin birbirlerini yeniden hatırlaması ve
birbirlerine zaman ayırması
gerekmektedir. Çiftlere tükenmişlik
sendromuna karşı yeniden birbirlerini
hatırlamaları ve romantizmi canlı
tutabilmek için besleyici davranışlarda
bulunmaları gerekmektedir. Baş başa bir
yemeğe çıkmak, sinemaya, balık tutmaya
gitmek ya da en azından birlikte yürüyüş
yapmak dahi etkili olabilecektir. Eğer bir
tükenmişlik çukuruna düştüğünüzü
hissediyorsanız, birden ve hızlı iyileşme
beklememeli. Küçük adımlarla başlamalı
ve doğru hedeflere yol alınmalıdır. 'Eşimle
bir kere yemeğe çıktık, sorunu hallettik'
diye düşünmek yetmeyecektir.
Düşüncelerin doğru olması yetmez
davranışlarında bu doğrultuda yol alması
gereklidir. Hatta balkona birlikte dikilen bir
çiçek bile iyileştirici bir aktivite
olabilecektir.
12. Tükenmişlik sendromu devreye girmeye başladığında insan beyni mutsuzlaşmaya,
mutsuzluklar da umutsuzluklara ulaşmaya başlar. Bu durumda beyin mutsuzluğa karşı önlem
alır ve haz vericileri devreye sokar. Sosyal medyaya veya anneye düşkünlük, sadece
çocuklarla ilgilenmek ve kendini unutmak olarak ta görülebilmektedir. Günümüzde ise
tükenmişlik içinde olan bireyler en çok alışverişe yönelmektedir. Bazı küçük alışverişlere evet
ama iş sınırları çok aşıyor. Mutsuz oldukça alışveriş merkezlerinden çıkmayan çiftler
görüyoruz artık. Kendi ilişkilerinde bir keyif yaratamadıkları gibi sadece ellerini doldurdukları,
beraber aldıkları alışverişlerle kendilerini tükenmişlikten kurtarmak istiyorlar. Tükendikçe
alışveriş artıyor, sonuçta borçları da artmaya başlıyor, kredi kartları ödemez hale geliyor.
Derken yeni gerginlikler ve kısır döngüler.
Evliliklerde tükenmişlik önemli bir sorundur ama iyileştirilemeyecek bir durum değildir. Yeter
ki çiftler farkındalıklarını artsınlar, davranış ve ilişki şemalarını keşfetsinler. Sonrasında da
sevgiyi algılayış ve yaşayış biçimlerini, doğru teknikler ile geliştirsinler. Aile ve Çift
Danışmanlığı teknikleri ile de tükenmişlikten kurtulsunlar.
15. İlişki Atölyesi
ALDATMAYI ELE ALMAK
Doç. Dr. Cebrail Kısa
Giriş
İnsanoğlu yaradılıştan ya da evrimsel
gelişim sürecinden dolayı neşe ve heyecan
gibi olumlu duyguların yanı sıra korku,
öfke, üzüntü ve utanç gibi duygularla
hayata başlıyor. Olumsuz duyguların daha
yoğun ve ön planda olması hayatta
kalabilme becerisini tetikleme
gerçekliğinden geliyor. Olumsuz duygular
özellikle de korku ve üzüntü insan olarak
bizleri bir ötekine; bir öteki kişiye ya da bir
öteki nesneye ihtiyaç duyan bir canlı haline
getirmektedir. İnsan yalnız başına kendi
ayakları üzerinde duran ve yalnız yaşayan
bir canlı değildir.
Yakın ilişkiler kişilerin kendilerini ve
ötekileri yatıştırdığı güvenli limanlarıdır.
Aile, evlilik ve çift ilişkisi güvenli
limanlarımızın en iyi örnekleridir. Evlilik
ve çift ilişkisine olan ihtiyaç aslında bu
birincil olumsuz duyguların yatışma
ihtiyacından doğuyor. İnsan ancak bir
ötekiyle yatışıp hayata devam edebiliyor.
Hayatta var olabilmenin/kalabilmenin bir
yoludur yakın ilişkiler. Bir ötekiyle güvenli
bağlanmak, kabul görmek/onaylanmak ve
sevmek/sevilmek bu ilişkileri pekiştiren
temel duygusal bağlardır. İlişkilerdeki
sadakat ve güven bu duygusal bağlar
üzerinden sağlanır. İlişkide güvenli
duygusal bağların gelişmesi öfke, korku,
utanç ve üzüntü gibi olumsuz duygular
yerine neşe ve heyecan gibi olumlu
duyguların hakim olmasına yol açar.
İnsanlar evlendiklerinde ya da çift ilişkisi
içinde olduklarında genel toplumsal kabul
ve inanç, sesli olarak dile getirilmemiş
olsa da birbirlerine sadık kalacakları ve
ilişkilerinin hayat boyu süreceğidir.
Aslında bu nesiller arası aktarım ve erken
çocukluk dönemindeki yaşantılarla
yapılanan duygusal/bilişsel şemaların da
temel içeriğidir.
Günlük yaşam ve yakın ilişkilerle çalışma
deneyimlerinde ve bu konudaki bilimsel
literatür gözden geçirildiğinde yaşanılan
hayat gibi ilişkilerdeki çok boyutlu
duygusal bağında birçok faktörden
16. etkilendiği görülebilir. Yakın ilişkilerin
uzun sürmesi, ilişkide olan kişilerin ve de
zaman içinde yaşantıların değişmesi,
ilişkideki temel duygusal bağların
yıpranmasıyla birlikte ya da tamamen
heyecan arayışı sonucunda aldatma
(sadakatsizlik) ortaya çıkabilir. Evlilik ve
çift ilişkilerinde sadakatsizlik %25-40
oranında görülmektedir.
Aldatmak (sadakatsizlik) sistemik ve
duygusal bakış açısıyla
değerlendirildiğinde evlilik ve çift
ilişkisinde önemli bir kriz durumudur.
Sadakatsizliği bir ilişki krizi olarak ele
almak, çiftler arasında yaşanılan durumu
anlamak için önemlidir. Sadakatsizlik
birçok nedenden dolayı ortaya çıksa da
aslında evlilik ve çift ilişkisinin bir
çıktısıdır, sıklıkla da kötü giden bir
ilişkinin çıktısıdır. Sistemik bir
perspektiften bakıldığında sadakatsizliğin
gelişmesinde her iki partnerlerin de etkisi
olabildiği gibi aynı şekilde sonuç olarak da
iki partnerin olumsuz etkilenmesine neden
olur. Bu yaşantısal ve sistemik bakış açısı
sadakatsizliği ele alacak ruhsal sağlığı
uzmanı için ve sorunu yaşayan çiftler için
psikoterapötik süreci yapılandırmak
bakımından önemlidir.
Sadakatsizlik, sesli olarak dile getirilmemiş
olsa da çiftlerin birbirlerine sadık
kalacakları ve ilişkilerinin hayat boyu
süreceği ön kabulü nedeniyle çiftler
arasındaki ve yakın çevrelerindeki ilişki
dinamiklerini çok olumsuz etkiler.
Sadakatsizlik güvenli bağlanmak, kabul
görmek/onaylanmak ve sevmek/sevilmek
gibi ilişkileri pekiştiren temel duygusal
bağları yok etme tehdidi yarattığı için
ilişkideki partnerler, aileler, çocuklar ve
bazen de yakın çevrelerinde büyük çaplı
bir ilişki sorunu yaratmaktadır. Bundan
dolayı da partnerler çoğu kez bu krizi
kendi başına yönetmek de zorluk
yaşamaktadır. İlişkilerindeki bu krizi ele
almak ve kriz durumunu yatıştırıp ilişkileri
hakkından bir karar vermek için çiftin
özellikle de yakın ilişkiler ve aldatma
konusunda çalışan deneyimli ruh sağlığı
profesyonellerine başvurmaları gerekir. Bu
psikoterapötik yardım sonucunda
partnerler ilişkilerinde yaşadıklarında
kendi rollerini ve paylarını gördüklerinde
bu durumu yeniden çerçevelerler ve
ilişkilerini yeniden yapılandırabilirler.
Partnerler arasındaki duygusal bağın
niteliği ilişkinin devamı konusundaki
kararda çok önemlidir. Terapi sürecinin
sonunda partnerler ilişkilerini bitirmek ya
da yeniden yapılandırmak istiyorlarsa
barışmak ve ardından da affetmek
konularını çalışmadan bu süreçleri
aşmaları mümkün değildir. Barışmak ve
affetmek hem kişinin kendisini
yatıştırmasını hem de partnerini
yatıştırmasını sağlar ve ancak bu şekilde
ilişki konusunda sağlıklı bir karar
verilebilir.
18. İkincil Travma
Ferhat Yılmaz
Klinik olarak, travma en basit şekliyle, olumsuz
yaşam olaylarının kişiler üzerindeki olumsuz ve
uyum bozucu etkilerine bağlı olarak ortaya
çıkan çeşitli psikolojik ve fiziksel şikayetlerin
eşlik ettiği bir olgu olarak tanımlanabilir. Bu
gibi olumsuz yaşam olaylarının travmatik
etkileri genellikle, travmaya birinci dereceden
maruz kalanlar ve yakınlarında belirgin bir
şekilde gözlenmektedir. Ancak münferit de
olsa, bir şekilde medya aracılığıyla evimize
kadar giren bu gibi olayların olumsuz etkileri
yalnızca olayı yaşayan yakınları ile sınırlı
kalmamakta, aynı zamanda toplumun çeşitli
kesimlerinde de farklı derecelerde olumsuz
izler bırakmaktadır.
İkincil travma olarak adlandırabileceğimiz bu
durumun ise travmatik izlerini ortadan
kaldırmak çok daha zor olmaktadır. İkincil
travma, adından da anlaşılacağı gibi travmatik
olaya doğrudan maruz kalan değil, olaya şahit
olan ya da yazılı-görsel medya aracılığıyla olayı
izleyen kişilerin “travmatize” olması anlamına
gelmektedir.
İşleri gereği travma mağduru bireylerle sıkça
ilişki kuran çalışanların yaşayabileceği çeşitli
zorlukları açıklamak için tükenmişlik, ikincil
travmatik stres ve üstlenilmiş travma gibi
kavramlar öne sürülmüştür. Bunların üçü de
duygusal yükü ağır işlerde çalışmaya ve
mağdurlarla empatik ilişki kurmaya bağlı
olarak ortaya çıkmaları ve kişisel/mesleki
işlevleri zayıflatmaları bakımından benzerlik
göstermektedir. Daha önce de belirtildiği gibi,
söz konusu kavramlar arasındaki benzerliklere
rağmen, bunların önemli birtakım özellikler
bakımından farklılaştığı düşünülmektedir.
Konuyla ilgili araştırmalar gözden
geçirildiğinde, genç ve deneyimsiz çalışanların
travmanın dolaylı etkilerine karşı daha hassas
olduğu yönündeki görüşlerin ön plana çıktığı
görülmektedir. Ayrıca, bu çalışanların
mağdurlarla aralarına uygun sınırlar koymakta
zorlanabilecekleri ve mağdurlarla aşırı özdeşim
kurarak onların deneyimlerinden daha
olumsuz etkilenebilecekleri öne sürülmüştür
(Baird ve Jenkins, 2003; Neuman ve Gamble,
1995). Çalışanları travmatik olaylardan dolaylı
olarak etkilenme bakımından risk altına sokan
bir diğer özellik de pasif ve kaçınmacı başa
çıkma tarzlarının kullanımı olabilir. travma
mağdurlarıyla çalışan terapistlerin vaka
yüklerindeki artışın ikincil travmatik stres
belirtilerindeki yükselmeyle ilişkili olduğunu
19. ortaya koyan araştırmalar da vardır . Bober ve
Regehr (2006) Terapistlerin travma
mağdurlarıyla haftalık çalışma saatlerinin
ikincil travma düzeyleriyle ilişkili olduğunu ve
özellikle ikincil travmanın yeniden yaşama
belirtileri için bu ilişkinin daha güçlü olduğunu
belirlemiştir. Wagner, Heinrichs ve Ehlert
(1998) tarafından yapılan bir araştırmada da
itfaiyecilerin zorlayıcı görevlere gitme sayısının
ikincil travmatik stres düzeylerini anlamlı
olarak yordadığı saptanmıştır. Örneğin travma
mağdurlarına hizmet veren ruh sağlığı
uzmanlarıyla yürütülen birçok araştırmada
geçmiş travma öyküsünün ikincil travmatik
stres düzeyiyle ilişkili olmadığı ortaya
konmuştur. Travma mağdurlarına hizmet
veren çalışanların üstlenilmiş travma
yaşamalarında etkili olduğu öne sürülen bir
diğer risk etkeni de kişisel travma öyküsüdür.
Mağdurların travmatik yaşantılarını ayrıntılı
olarak dinleyerek onlarla empati kuran
çalışanların kendi travmatik anılarının
tetiklenmesi nedeniyle üstlenilmiş travma
yaşantılarının ortaya çıkabileceğinden söz
edilmektedir. Örneğin ruh sağlığı alanında
çalışan bireylerin kendi travmatik
deneyimlerinin üstlenilmiş travma düzeylerini
anlamlı olarak yordadığını ortaya koyan
araştırmalar söz konusudur (Trippany ve ark.,
2003; Way ve ark, 2007).
BBC Türkçe’nin aktardığı bir araştırma dehşet
verici görüntüleri izleyenlerin de travma
sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtileri
gösterebildiğini anlatıyor. Bu nedenle
polislerle birlikte gazeteciler de Amerikan
Psikologlar Birliği’nin tanı kitabında (DSM-5)
risk grupları arasında sayılmış. Özellikle savaş
muhabirlerinin depresyon ve TSSB riski sıradan
insanların kat be kat üstündedir.Başka bir
araştırma ise travmaya maruz kalan kişi başına
200 kişinin ikincil travmaya maruz kaldığıdır.
Buradan hareketle
Yardım Çalışanlarında Travmatik Stresin
Belirtileri
Travmatik olaya maruz kalma ve tehdit algısı.
Olay yeniden yaşama, kaçınma ve artmış
uyarılma.
İKİNCİL TRAVMAYI ÖNLEME VE BU
TRAVMADAN KORUNMA YOLLARI:
• Sosyal destek
• Mesleki süpervizyon,danışmanlık ve terapi
• Pratikte uygulanan prensiplerinin olması
• Kuramsal bilgi
• Pratik stratejilerdeki yeterlilik
• Tehlikenin ve yaratacağı etkilerin farkında
olmak
• Sosyal ilişkileri (arkadaş/aile) korumak,
geliştirmek
• Başka ilgi alanlarını yaratmak
• Kimlik ve hayata bakış açısı geliştirmek
• Kendi ihtiyaç, sınır, kaynak ve imkânlarını
tanımak, gözardı etmemek..
Travmasız bir gelecek dileğiyle…
20. İZMİR’DE EĞİTİM İÇİN
KAYITLARIMIZ
DEVAM EDİYOR
DOÇ. DR.
CEBRAİL
KISA
DUYGU ODAKLI
ÇİFT
TERAPİSİ
KAYIT VE BİLGİ İÇİN: 0545 350
38 35
E-mail:
psyqpsikoloji@gmail.com
Temel Teorik ve Temel Beceri Eğitimi
45 Saat
İleri Düzey Beceri Eğitimi
45 Saat
21. UMUT
Güler Ergen
Modern toplumun insan ve toplumu
sınırlandıran ve belirleyen özellikleri, kişi
ve toplumlarda farklı arayışların ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Akıldışı ya da
irrasyonel olarak kabul edilebilecek olan
farklı inanç ve pratikler bu arayışlara örnek
olarak verilebilmekte ve bu yönelim içinde
umut kavramının oldukça önemli bir yeri
bulunmaktadır. Böylesine büyük bir öneme
sahip olan umut olgusu, sosyal bilimlerde
yeni yeni ilgi görmeye başlamıştır.
Swedberg, gündelik hayat içinde yer alan
kavramın iki önemli bileşene sahip
olduğunu ifade etmektedir: beklenti ve
istek.
Benzer bir tanımlama Türk Dil Kurumu
Sözlüğü (2012)’nde de yer almaktadır:
“olması beklenilen veya olacağı düşünülen
şey, ümit”.
Beklenti kavramı içerik bakımında ele
alındığında olumlu ve olumsuz olasılıklara
eşit şans tanırken; umut kavramının
geleceğe yönelik pozitif yani istenilen
beklentileri kapsadığını söylemek
mümkündür.
Kant’ (1781)’ın, “tüm umutların mutluluğa
yönelmiş olduğunu” belirten umut ile ilgili
görüşleri (Swedberg, 2007) de bu ilişkiyi
doğrular niteliktedir.
Klasik sosyoloji geleneğinin önemli
isimlerinden biri olan Durkheim’e göre
umut; sosyal olarak üretilmekte ve bu
üretim nesiller boyunca devam
ettirilmektedir. Bu noktada, kültürel
unsurların etkisinin göz ardı edilmemesi
gerekmektedir.
Çağdaş sosyoloji kuramının
temsilcilerinden olan Bauman (2004) ise,
kültürel boyuta ve sosyal inşa sürecine
daha fazla ağırlık vererek umut etmek için
rasyonel bir gerekçeye her zaman ihtiyaç
duyulmayacağını belirtmektedir.
Diğer bir deyişle, rasyonel ya da akılcı bir
kanıtı olmasa bile umut etmenin
gerçekliğinin varlığını önemsemektedir.
Bu noktada bireysel düzeyde
anlamlandırmaların ve bu anlamlandırma
ve yorumlama sürecine kültürel faktörlerin
etkisini de unutmamak gerekmektedir.
Klasik sosyoloji geleneği tarafından
toplumsal ya da sosyal gerçeklik olarak
sadece yapısal unsurları ele alınması ve
kültürel faktörlerin analizlere dahil
edilmemesi, son yıllarda terk edilmeye
başlanmış ve kültür de sosyolojik
araştırmalarda dikkate alınan bir bileşen
haline gelmiştir. Böylesine bir değişimin
arkasında sosyal gerçekliğin çok boyutlu
bir niteliğe sahip olduğunun farkına
varılması ve bu karmaşık ilişkilerin tek bir
disiplin yerine çok sayıda disiplin ile
birlikte incelenmesi gerekliliğinin dile
getirilmesinin katkısı oldukça fazladır.
Umut ve bahar kavramları arasındaki
ilişkinin sosyolojik bir analizi de kültürel
yapının alt bileşenlerini, kişilerin anlam ve
yorum dünyalarının dikkate alınmasını
gerektirmektedir.
Bir mevsim olarak bahar, farklı toplum ve
kültürlerde önemsenmiş ve pozitif yönde
bir içerik ile tanımlanmaya çalışılmıştır.
Mevsimlerin dönüşümü ile insan yaşamı
arasında sıklıkla kurulan benzerlikler bu
anlamlandırmada etkili olmuştur. İlkbahar
mevsimi, farklı kültürlerde doğmak ya da
yeniden canlanmak olarak
değerlendirilmektedir (Aşkun, 1967).
22. Böylesine bir bakış açısı, ilkbahar
mevsiminin yeni umutların beslendiği bir
zaman dilimine dönüşmesinde etkili
olabilmektedir. Yaşanmış ya da yaşanma
olasılığı olan farklı sorunların ortadan
kalkması, kişisel anlamda deneyimlenen
yanlış tercihlerin son bulması bahsi geçen
umutların arasında yer alabilmektedir.
Hayata yeniden başlamak için bir şans
olarak ilkbahar mevsimi farklı toplumlarda
ve kültürlerde önemsenmektedir.
Baharın gelmesi ile birlikte farklı toplum
ve kültürlerde değişik etkinlikler
gerçekleştirilmeye başlanmaktadır. Bu
etkinliklerin tümü bahar bayramı olarak
kavramsallaştırılmaktadır. Kökenlerine
bakıldığında dinsel unsurların da bu
ritüellerde önemli bir konuma sahip olduğu
görülebilmektedir.
Psikolojik boyutunu bakacak olursak;
İnsanlar, eski zamanlardan bu yana çaresiz
ve güçsüz kaldıkları durumlarda
olağanüstü varlıklardan yardım
ummuşlardır. Modern Batı toplumunun
eleştirel yaklaştığı bu eğilim, son yıllarda,
risk toplumunun ortaya çıkışı ile birlikte
yeniden değer kazanmaya başlamıştır. Bu
noktada umut kavramının sosyal bilimlerde
giderek artan bir öneme sahip olmasının
rastlantısal olmadığını ileri sürmek
mümkündür.
Türkiye toplumu, her ne kadar Batı
toplumu kadar metafizik, din gibi akıl dışı
unsurları gündelik hayatın pratiklerinden
bütünü ile çıkarmış olmasa da, özellikle
kentsel alanlarda akılcılığın demir kafesini
(Weber,2006) sıklıkla tecrübe
edilmektedir. Bu noktada, son yıllarda,
kentsel alanlarda metafizik unsurlara doğru
bir eğilimden bahsedilebilir. Hıdrellez
etkinlikleri de böylesine bir eğilimin somut
örnekleri arasında yer alabilmektedir.
Farklı bir ifade ile ilkbahar mevsimine
yüklenen pozitif anlamların kendi koşulları
içinde farklı toplum ya da topluluklar için
son derece anlamlı bir konuma sahip
olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
Tocqueville (1998:236), kişilerin etrafında
olumlu yönde gerçekleşen olayların, bu
kişilerce iyi şeylerin olabileceği umudunu
uyandırdığını ifade etmektedir.
Tocqueville Etkisi olarak tanımlanan bu
durumu doğanın uyandığı, yaşamın
canlanmaya başladığı, soğuk ya da gri kış
günlerinden sonra gelen güneşli havalara
yani ilkbahara uyarlamak söz konusu
olabilmektedir. Bu tür çevresel ve iklimsel
faktörler, kişilerde güzel günlerin geleceği
beklenti ve umudunun oluşmasına neden
olabilmektedir.
Öte yandan kıtlığı hâlâ en çok çekilen
şeylerden biri “toplumsal umut”tur.
Kuşkusuz her insan, umut ve korkularıyla
vardır. Korkunun üstesinden gelen umudun
ürettiği yaşam coşkusudur. Bir toplumsal
sistemin gelişkinlik düzeyi, ürettiği toplam
yaşam coşkusuyla ölçülür. Bugün de dalga
dalga yükselen bir toplumsal umudun
Türkiye’nin kaderini belirleyecek bir
yaşam enerjisine dönüşmesini sağlayacak
olan, vatanseverlik temelinde birleşen
milletin gücünü çıplak gözle görülür hale
getiren örneklerin yaratılmasıdır.
23. La vita é bella : HAYAT GÜZELDİR
Sıla Salantur
PSY-Q e- dergi 3. Sayısında baharın
gelişini umutla karşılamaya çalışırken ben
de kültür sanat köşesini savaş filmlerini
andırmaksızın ağlamadan, kan görmeden
üstelik yer yer gülebileceğimiz bir savaş
filmi sunan Roberto Benigni’nin 1997
yapımı Hayat Güzeldir filmiyle siz
okurlarımızın karşısına geçmek istedik bu
ay.
II. Dünya Savaşı zamanında karısı ve oğlu
ile birlikte Yahudi kamplarına götürülen
Yahudi bir babanın ve peşinden giden
İtalyan bir annenin, Yahudi soykırımının
korkularla bezenmiş sınırlarda çocuğunu
korumak için yaptığı sayısız özveriyi
anlatıyor. Sisler içinde, “Bu basit bir
hikaye. Ama anlatması pek de kolay değil”
sesiyle başlayan film 1998 Cannes Film
Festivali'nde Büyük Ödül'ü, 1999'da 7
dalda Oscar'a aday olan film, en iyi
yabancı film, en iyi erkek oyuncu ve en iyi
müzik dallarında bu ödülü kazanmıştır.
1939 yılında karizmatik ve neşeli Guido
tamamen tesadüf sonucu karşılaştığı
Dora’ya aşık olan Guido, sevdiği kadının
peşini bırakmaz ve onun karşısına türlü
türlü sürprizlerle çıkmaya devam eder.
Zengin, aristokratik ve Yahudi olmayan bir
ailenin kızı olan Dora, küçük oyunlardan
mutluluk duymakta başlar. Bu peri
masalında, Guido ve karısının Joshua
adında bir oğulları olur, Joshua’nın doğum
gününde Guido, Eliseo ve Joshua diğer
Yahudilerle birlikte toplama kamplarına
gönderilir. Dora ailesinin peşinden trene
binerek farklı vagonlarda ailesiyle birlikte
kampa gider. Kampta başından beri oğlunu
Alman güçlerinin zalimliğinden korumak
isteyen Guido, her şeyin kendisinin
düzenlediği bir oyun olduğunu, eğer
oyunda başarılı olurlarsa gerçek bir tanka
sahip olacaklarını Joshua’ya anlatır.
Almanların kampı terk etmesiyle birlikte
Joshua, babasının oyunu sayesinde
saklandığı kutudan çıkarak hayatta kalmayı
başarır. Filmin sonunda özetlendiği gibi bu
film “Ailesi için çok fedakarlık yapan bir
babanın hikayesidir.”
Savaş sahnelerinin ustaca yerleştirildiği
filmi dikkatlice izlediğimiz zaman
duvarlardaki ilanlardan, kum torbalarından,
yollardan geçen askerlerden savaşın
yaklaşacağını hissederiz. Buradaki savaş
sahnelerinden kasıt kan, silah, öfke,
nefretten çok içine ince ince yerleştirilmiş
alt metinlerdir. Almanların Yahudi
kamplarındaki yaşlıları ve çocukları gaz
odalarında öldürmeleri, Guido’nun
kucağında Joshua ile birlikte sisler içinde
yürürken kaybolduğu anda cesetlerden
oluşan dağın karşına çıkması olarak verilir.
Bir sinemasever filmi “Ağlamak
istiyorsun; ağlamana izin vermeyen koca
bir mutluluk, gülümsemek istiyorsun;
gülmene izin vermeyen koca bir hüzün”
sözleriyle tanımlanmıştır.
24. Filmin arka planındaki o vahşeti böylesine kurgulayıp bizlere sanki hiçbir şey yaşanmıyormuş
hissini veren ve aslında her şeye rağmen “Hayat Güzeldir” diyebilen film aslında bize
karanlıkların arkasından bize el sallayan masumiyet timsali bir aydınlığı hatırlatıyor
unuttuğumuz insanlığımıza. Umut. Tüm mutsuzluklar birbirine karışıp bir sarmal olmuşken
düğümü çözmek için denenen ilk hamle umut. Yitirilen umutlar sonsuz bir boşluğa gömülen
hayallerdir. Son buluşudur belki hayatın. Çünkü hayat umutların üşümediği sokaklarda can
bulurlar.
-Birincilik ödülü!
-Bir tank
-Bu gerçek bir tank! Yepyeni!
-Bende zaten bir tane var.
-Biz kazandık anne! Biz kazandık! Biz birinci olduk! 1000 puanı kazandık ve eve tankla
döneceğiz!
25. Göğe Bakalım…
Yetiş Fidan Mutlu
“Bütün yıldızlar sönse ve her şey kararsa, insanın ruhunda tek bir yıldız parlamaya devam
eder” der Eflatun. “Bu umut yıldızıdır” diye tamamlar sözünü. Yüzlerce yıl ötesinden, toza
dumana karışmış tarihlerden seslenir. Umut senin yüreğindeki yıldızın, karanlıklara dayanma
gücün. Böyledir insanoğlu ne yaşarsa yaşasın hayatı devam ettikçe ufalan umutlarını her
doğan yeni günle toparlama gücünü bulur kendinde. Aslında çoğu zaman şaşar kendisine;
dün bir daha hiç gülmeyecekmiş gibi kararmışken hayatım, bugün nasıl gülebiliyorum diye ve
umuduna şaşar kalır. Her doğan yeni günle, mevsimle doğa kendini nasıl yenilerse, insanda
doğanın bir parçası olduğunu yeşerttiği umutlarla kanıtlar aslında. Doğanın içinden öyle
usulca fısıldanır ki etrafına bakmaya başladığı an soğuk günlerin ardından ağaçlarda açan
bahar dalları gibi umutlarda filizlenir. Çevresinde birlikte yaşadığı insanların yaşadıkları
deneyimleri de yitirilen umutlar için umut olur. Umuda yönelişler, yeniden yaşama ve
kendine verilen şanslardır aslında. Hayatın muazzam işleyişini kavrayış bir başka bakış açısı
isteyebilir. Çünkü insan umutsuzluğa düştüyse, yaşadığı deneyimin tuzağına da düşmüş
demektir. Her yerini sarıp sarmalayan olumsuz deneyimler kör etmeye başlamış, yarınları
göremez hale getirmiş demektir. Ben öyle anlarımda hala çevremde yaşanılanlardan bile bir
şey göremiyorsam ve yarınlara inanamıyorsam kafamı göğe kaldırıyorum. Kocaman semaya o
küçük aklımın almadığı sonsuzluğa sığınmayı seçiyorum. Göğe bakma durağım o müthiş
düzeni, işleyişi, dinginliği bir kez daha hatırlatıyor bana. Küçücük penceremden bakan
umutsuz yüreğimle gökyüzünden bakarım yaşadıklarıma, o hayranlık uyandıran sonsuzluk
alır götürür un ufak eder dertlerimi. Yaşam denen mucizeye umutlarla sarılırım yeniden
yeniden. Ve sönmüş sadığım yıldızım, ne kadar parlakmış aslında derim kendime.