SlideShare a Scribd company logo
1 of 31
Download to read offline
Deprem Bilincinde
  Neredeyiz ?
 Prof. Dr. Ali OSMAN ONCEL

   2012 – GÖNÜL DERGİSİ
Türkiye bir deprem ülkesi olduğu halde deprem şuuru
devlet düzeyinde, belediyelerde, firmalarda ve halkta
oluştu mu? Neticede bir inşaat prosedürü var, bu
prosedüre gerçekten riayet ediliyor mu? Depremle yaşama
şuurumuz oluştu mu sizce?
Tabi deprem meydana geldikten sonra depremle ilgili
yönetmeliklerde güncellemeye gidiliyor. Fakat bu
yönetmelikler ne kadar uygulanıyor, bu yönetmeliklere
uyan kişiler, binalar ya da müteahhitler adedi ülkemiz
sathında ne kadardır, bunun istatistiği yapılmıyor. Tabi
ki bir denetimsizlik olduğu ortaya çıktı. Acaba depremden
önce binaların denetimi tam yapılsaydı, güncellenen
deprem yönetmeliğine uygun yapılanlar ve bu
yönetmelikten önceki eski yönetmelik zamanında
yapılanlar kısmında bir kategori yapılma yoluna
gidilseydi, belki de eski yönetmeliğe göre yapılmış zayıf
yapılar ve yeni yönetmeliğe göre yapılmış güçlü yapılar
olarak bir tasnif yapılması durumu ortaya çıkacaktı. Tabi
ki bu durum ‘rant’ değerini de değiştirecekti. Böyle bir
denetimsizlik, bu işin yalnızca yasalarla oluşamayacağını
gösterdi. Topyekün bir şuurlanma ile doğru yönde
kanalize edilmesi gerekiyor. Çünkü son Van depreminde
yıkılan binaların özellikle son beş yılda yapılan binalar
olduğu da görüldü. Daha bir sene öncesinde yapı denetim
şirketinin oraya gittiği ve denetime başladığından
bahsedildi. Direk resmi bir bilgilendirme yok. Basından
duyduğumuz kadarıyla, eğer doğruysa ki bunların aksini
iddia edecek açıklama ben bugüne kadar duymadım,
sükut ikrardandır penceresinden doğrudur diye
bakıyorum. Çünkü doğru yapılırsa ve doğru bir zemine
yapılırsa binalar yıkılmaz ama yıkıldığına göre demek ki
bir kontrolsüzlük var. Japonya’da ya da Amerika’da
benzer büyüklükte bir deprem olduğunda az bir hasar
oluyor. Büyük bir hasar ortaya çıktığına göre demek ki
dünya standartlarında iş yapılmadığı ortaya çıkıyor. Bir
defa ülkemizde yapılanmayı dünya standartlarına
götürecek şekilde bir uygulama pratiğinin oluşmadığını
gösteriyor. Şuur oluşabilir ama önemli olan bu şuuru
uygulamaktır. Şuur fikri ve zihni planda kaldığı sürece
bize bir fayda getirmez, önemli olan bunun aksiyoner hâle
dönüşmesidir. Bu tür bir aksiyon hâli göremiyoruz,
fiiliyata geçen bir öneri göremiyoruz… Bunun en son
örneği yapı denetim firmalarının yalnızca bir sene önce
orada denetime başlamış olması olarak gösterilebilir.
Depremden hemen sonra açıklamalar yapılıyor: “Bütün
tedbirleri aldık, önlemleri aldık, bundan sonra böyle
olmayacak, bunlara müsaade etmeyeceğiz.” Aradan
zaman geçince bakıyoruz ki uygulamalar gereği gibi
olmuyor. Biz depremlerden gereken dersi almadık mı
acaba?
Dediğiniz çok doğru. Normalde bir binanın ömrü 30 sene
olarak düşünülür. Bir bina 30 seneden yaşlıysa bu riskli
yapı konumuna girer ve “depremde yıkılmaz” şeklinde bir
garanti belgesi verilmediği sürece bu tür binalara
girilmemesi gerekir, satın alınmaması gerekir,
müteahhitlerin para verilerek ödüllendirilmemesi gerekir.
Gerçekten şuuru ben bu şekilde anlıyorum. Çünkü ufacık
bir beyaz eşya alırken bile bunun garanti belgesi var mı
diyoruz, öyle değil mi? Şayet böyle bir garanti belgesi
olsaydı, hayatta kalanlar o yıkılan binaların dengi
binaları alacak imkana sahip olacaklardı. Fakat böyle bir
sağlamlık belgesi verilmediği için insanlar çok mağdur
durumda, devletimiz mağdur durumda. Çünkü bu
yıkımlar ülkemizin ekonomisinde büyük boşluklar
meydana getiriyor. Her deprem nereden bakılsa gayri safi
milli hasılanın %2 ile 8’i arasında bir ekonomik kayba
neden oluyor. Tabi ki ölen her bir insanımızın hayatlarını
zaten bir değerle ifade etmemiz mümkün değil. Özellikle
depremden sonra soğuktan ölen çocuklarımızın olduğunu
duyuyoruz ki bunlar daha da kötü. Depremin olduğu
yerdeki gerilme dengeleri bozuluyor. Bir de buradaki
dengeler bozulduğu için tehlike dengeleri değişiyor. Belli
yönlerde tehlikede azalma, belli yerlerde tehlikede artma
meydana geliyor. Bu bakımdan insanlarımızın tekrar eski
hayatına dönmesi kolay olmuyor. Çünkü bir yerin
depremden önceki eski gerilme düzeyine dönmesi için en
gerilmenin normalleşmesi için geçmesi gereken süre sekiz
sene. Bu bakımdan deprem çok ciddiye alınmalı.az sekiz
sene geçmesi gerekiyor; yani yerin içindeki

Yıkılan binaların zeminine tekrardan bina yapılması
uygun mu? Yoksa belli bir süre beklemek veya başka bir
yere mi yapmak gerekiyor?
O binalar gerçekten uygun standartta yapılsaydı
yıkılmazdı. Tabi yıkılıp uygun standartta yapılabilirse bir
tehlike olmaz. Ancak, bu bölgede dengeler değiştiği için
bu bölgede gerilme düzeni bozulmuştur. Civarda
bilemediğimiz kayıt dışı faylar olabilir. Dolayısıyla yeni
yapılan binalar da zayıf yapılırsa denetimsiz yapılırsa
bunlar da yıkılabilir. Çünkü burada denge bozulmuş,
gerilme düzeni değişmiştir. O bakımdan zeminin eski hâle
dönmesi sekiz sene alır. Bu arada bir deprem olursa
gerçekten standart altı yapılan bu binalarda tekrar büyük
hasar meydana gelebilir.
Van depremi olasılıklar arasında beklenen bir deprem
miydi?
Haritaya baktığınız zaman Van depremi Erçiş bölgesinde
meydana geldi. Özellikle 1647 yılında 9 şiddetinde, 1881
yılında da gene 9 şiddetinde iki tane deprem meydana
geldiği zaten biliniyordu. Fakat bu arada hiçbir deprem
rapor edilmemiş, meydana gelmemiş; burada rapor edilen
bir deprem fayı yok. Bu bakımdan eldeki bilgilere göre bu
bölgede bir deprem olması beklenilmiyordu. Tabi ki
buradaki diri fay bilgilerimiz çok sınırlı. Gerçekten bir
bina taraması gibi canlı fay taraması yapılmamış. Canlı
fay taraması yapılması için gerçekten faylardaki canlılığı
inceleyen bilim dalı sismolojinin kullanılması gerekiyor.
Sismoloji, jeofizik mühendisliği bölümü altında bir
anabilim dalıdır. Burası da sismoloji ana bilim dalının bir
parçası ve ben de burada öğretim üyesiyim. Böyle bir
sismolojik temelli fay taraması yapılmadığı için buradaki
fay yapısı gözden kaçırılmış. Fay yapısı gözden
kaçırılmasaydı buradaki bina denetimi daha dikkatli
yapılır ve belki buradaki risk daha büyük gözükürdü.
Çünkü buradaki risk oldukça küçük gösterilmiş. Mesela
bu risk haritasına baktığımız zaman aletsel dönemde belli
depremler meydana gelmiş. Mesela bir tanesi 1976’da 7,3
büyüklüğündeki deprem. Neredeyse şimdiki depremden
daha büyük. Yine 1945’te buna yakın büyüklükte bir
deprem var. Yani bu bölgede depremler meydana gelmiş ve
bu depremler sonunda özellikle 1976 yılında Van
merkezinde 9000 civarında bina hasar görmüş 3840 insan
ölmüş. Van bölgesi iki tane büyük deprem gördü. Vanlılar
zaten ‘deprem nedir’ biliyorlardı. Fakat depreme uygun
standartta yapılanmaya gidilmemiş. Gerçekten de burada
görülmeyen bir fayın harekete geçmesiyle tekrar buradaki
yapı stoku bu depremle birlikte büyük tahribata uğramış
oluyor. Burası depreme yabancı bir yer değil; hem tarihsel
hem de bu yüzyıla ait aletsel depremler var. Deprem
ciddiye alınmadığı için gerçekten tahribatı ciddi olmuştur,
diyebiliriz.
Türkiye’nin geneli de deprem bölgesi değil mi? Riskli fay
hatlarının geçtiği yerler var mı ve bu yerlerin nereleri
riskli sizin için?
Gerçekten deprem ve sismoloji grubu, üniversitenin bir
odasında bir bilim adamıyla sınırlı kalmasın diye,
vatandaşlarımız bilgilensin diye internette böyle bir grup
da açtım. Özellikle “Japonya’da deprem izleme
istasyonları nedir?” diye kısa bir yazı yazdım. Mesela
Japonya’da özellikle deprem istasyonu işleten istasyon
isimlerine baktığınız zaman Tokyo Üniversitesi, Kyushu
(kuyuşu) Üniversitesi, Hirosaki Üniversitesi gibi
üniversiteler var. Üniversiteler deprem üretebilecek
fayların araştırılması konusunda başı çekiyorlar, ama
ülkemizde böyle bir liste yapın desek kimse yapamıyor;
çünkü sadece bir kuruma deprem izleme görevi havale
edilmiş. Ülkemizde deprem üretecek fayların taranması,
canlılığının araştırılması görevi… Tekli yapıyla ancak bu
kadar yetersiz, dünya standardının altında bir çalışma
yapılabilir. Ülkemizin bir depremde yıkılmayacak duruma
gelmesi için önce canlı fay taramasını yapacak bir
istasyon sayısına ve standardına ulaşması gerekir. Mesela
Japonların yalnızca kuyu içine yerleştirdikleri deprem
istasyonu 800 tane; ülkemizdeki deprem istasyon sayısı
ise 150 ile ifade ediliyor. Yalnızca derin sismik takip
denen ve çok küçük depremleri belirleyip çok derindeki
fayların yerlerini belirlemek amaçlı işletilen bu
istasyonlardan ülkemizde hiçbir tane yok. Yalnızca derin
kuyu içine konulmuş ve 100 metre derinlik ve daha
altındaki yerlere indirilmiş çok hassas sismometrelerden
bahsediyorum. Bunlardan Japonya’da 800 tane,
ülkemizde ise bir tane bile yok.
Japonya’da deprem istasyon sayısı 10 bin gibi bir sayıyla
ifade ediliyor. Derinlere gittikçe yüzeydeki gürültüleri
filtre ediyorsunuz. Gürültü filtre edilince daha küçük
depremleri daha kısa zamanda kaydedip oradaki fay
belirlemesini       hızlandırıyorsunuz,         zamandan
kazanıyorsunuz. Yüzeyde aynı kalitede veri toplama
mümkün olmuyor. Yüzeyde istasyon yerleştirerek 20 yılda
topladığınız veriyi, derine sismometre yerleştirerek belki
de iki yılda topluyorsunuz. Sonuçta aynı yapıyı
buluyorsunuz ama arada bir zaman farkı var. Ülkemizin
ve insanların da kaybedecek zamanı yok. 20 yıl insan
hayatının kimine göre yarısı kimine göre çeyreği.
Bir bilim adamı: “Ben İstanbul’a geleyim, bana dört tane
kuyu açın, bir sistem kurayım ve depremi saatlerce
önceden tespit edeyim.” diyor. Bu açıklamayı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Bizim önce fay taramasını yapmamız lazım. Fayların
yerini belirlesek zaten o fayların durumuna, uzaklığına,
konumuna göre binalarımızın standartlarını ayarlarız.
Daha oraya gelmedik yani. Bir faya yakınlık çalışması
zaten depremden önce yapılır. Siz fayın yerini bilmeden
nasıl o fayın üreteceği depremi önceden belirleyebilirsiniz
ki? Bir defa faya yakın olmanız lazım. Fayın deprem
üretecek odakları vardır ki bunlara “asprite” deniliyor, bir
defa o odakları belirlemeniz lazım. Bir de üretemeyecek
kısımları var, bunlara “sünek” ve “krip” yapılar deniliyor.
Deprem üreten ve üretmeyen yapıları fay düzlemi
üzerinde küçük depremler kullanarak inceleyeceksiniz ki
büyük deprem üretecek yapı üzerinde yoğunlaşacaksınız.
Daha bir fay bilgisi olmadan böyle bir yoğunlaşma ve de
tasnif olayı yapılmadan “on beş dakika önceden bilirim”
sözleri çok aşırı bir iddiadır, propaganda ve reklam
amaçlıdır.
Peki, Türkiye’de şu anda teknik anlamda olmayan ve ilk
önce yapılması gereken nedir?
İlk önce canlı fay taraması yapılması lazım. Uyuyan fay,
hayalet fay gibi kavramların bir defa literatürümüzden
silinmesi lazım. Fay uyumaz; uyuyan insanlardır,
kurumlardır, üniversitelerdir. Japonya’da böyle bir
konsept yok. Hiç uyuyan fay olur mu, hayalet fay olur
mu? Yani bizler bilemediğimize hayalet demiş kalmışız.
Biz gerçekten yerin altını araştırmamışız. Faylar çok iyi
şeylerdir genelde. Madenler, doğal gazlar, petroller faylı
yapılardan çıkar. Aslında biz depremi araştıralım derken,
canlı fay taraması yapalım derken, gerçekten bize
potansiyel doğal zenginlik verecek alanları da araştırmış
oluyoruz.
Fayların olduğu yerden sıcak sular çıkar, Batı
Anadolu’daki jeotermal kaynaklar hep faylarda
bulunuyor. Fay bir zenginliktir, deprem üreten kırık bir
zenginlik. Allah kullarına: Bakın burada bir hazine var!
diyor. Bir de bu yönü var. Deprem hem felaket, hem de
bizim farkına varamadığımız o doğal kaynakların olduğu
yerleri gösteren bir pusula. Bu bakımdan bakarsanız bize
zenginlik kaynaklarını gösteren bir yapısı da var.
Ama böyle algılanmıyor. Ama böyle! Şimdi, petrol
aramalarında ne aranır? Fay aranır, önce fay bulunur.
Faya yakın yerde acaba gaz var mı, petrol var mı, su var
mı böyle aramalar yapılır.
Gerçekten çok ilginç bu söylediğiniz. Böyle bir çalışma
olsa Türkiye’nin ekonomisinde çok önemli değişiklikler
olur.
Aynen öyle… Maalesef en son canlı fay haritası 1992’de
yapılmış. O günden bugüne canlı fay haritasında bir
güncelleme meydana gelmiş değil. Bakınız deprem
meydana gelmeden önce Japonya’daki canlı faylardaki
güncellemeleri ben paylaşmıştım internetten, tabi bunlar
devamlı paylaştığım şeyler. Japonya’da 2002 senesinden
beri canlı faylar sürekli güncelleniyor ve bu güncelleme
internet üzerinden paylaşılıyor; fakat ülkemizde maalesef
bir paylaşma olayı bile yok çünkü güncelleme yok.
Depremden sonra slogan olarak söylenen “Tedbir
alınacak, bir sonraki depreme hazır olacağız.” gibi
söylemler insanları rahatlatmaya yönelik söylenmiş
sözlerden ibaret o zaman…
Tabi tabi aynen öyle. Bakın Japonya‘daki fayların
internet üzerinden özelliklerine bakabiliyorsunuz.
Fayların davranış biçimleri, deprem üretme olasılıkları,
fayların geometrisi, eğimi, genişliği, uzunluğu tek tek
hepsi verilmiş. Türkiye’de böyle ulaşabileceğimiz bir bilgi
yok, bilimsel amaçlı kullanacağınız bir şey de yok.
Genel manada yapıların denetlenmesinde sıkıntılar var
demiştiniz. Sizce yıkılmaların en büyük sebepleri neler?
Sadece standartlara uyulmaması mı, yoksa standartların
değişmesi de gerekiyor mu?
Standartların değişmesi gerekiyor. Allah rahmet etsin
Seyyid Ali Kaptan isimli bir hocamız bir konferans
vermişti. Özellikle İstanbul ve Türkiye’deki binaların
%90’ının çıkıntılı olduğundan bahsetmişti ve kendisinin
vermiş olduğu seminerde şu cümlesini not almıştım:
“Çıkıntılı yapılar bir depremde ölüm makinası gibi
davranırlar!” diyordu. Yani dünyada çıkıntılı bir yapı
sistemi yok. Hasarı, şiddeti ve tahribatı çıkıntı meydana
getiriyor. Bunu bir inşaat profesörü söylemişti ben de
paylaşmıştım. Tabi ki herkesin alanı ayrı, bu soru yapı
güvenliğiyle alakalı. Genelde bir sismolog olarak, deprem
üretecek faylar ve deprem olabilirlik zamanları hakkında
konuşuyoruz. Ben hocamızın bu sözünü bir atasözü gibi
arkasından söylüyorum. Gerçekten çıkıntılı yapıların
bazılarında bir buçuk, bazılarında iki metre çıkıntı var.
böyle yapılar bir depremde ölüm makinası gibi
davranıyorlar. Önce standartların değişmesi lazım…
Bu tür yapılar zaten dünyanın hiçbir yerinde yok. Arsa
altta 100 metre kare, yukarı doğru çıkınca 115 metre kare
oluyor, 120 metre kare oluyor. Böyle yukarı çıkarak saha
kapma uyanıklığı hiçbir yerde yok. Çünkü bir deprem
sonrasında çok kötü sonuçlar doğuruyor bu binalar. Bu
uygulama, binayı zayıflatan bir yapılaşmadır; ve dikkate
alınmadan yapılmış, mühendislik gerçeklerinden uzak bir
yapılaşmadır.
Üniversitelerin de bu konuda aktif hâle gelmesi lazım…
Gerçekten de üniversitelerimizin aktif hâle getirilmesi
lazım. Amerika’da deprem araştırma merkezi,
sismometreleri alıyor ve üniversitelere dağıtıyor.
Üniversitelerin bir defa “Elimizde deprem izleme cihazı
yok.” cümlesinden kurtarılması lazım. Amerika’da 1000
tane sismometre alınıyor, 1000 tane CPS alınıyor ve
üniversitelere dağıtılıyor. Bizim üniversitelerimizdeki
bilim insanlarının maalesef yeteri kadar çalışmaları yok.
Çalışanlar da desteklenmiyor.
 Malumunuz, deprem vergisi adında 1999 depreminden
beri bir bedel ödeniyor. Madem ki bir deprem kesintisi
var, üniversitelere bu konuda ciddi bir yatırım yapılması
gerekmez miydi?
Gerçekten de öyle… Hatta her apartman bir deprem
istasyonu olarak kullanılabilir. Amerika’da ‘deprem
yakalayıcıları’ diye bir gurup var, çok ucuz sismometreler
oluşturulmuş. Biz bu konuda çok geri kaldık.
Biliyorsunuz erkenden uyarılma diye bir kavram, en son
Japonya depreminden sonra ortaya çıktı. Erkenden
uyarılma mümkün; çünkü uyaran dalgalar var ve bir de
yıkan dalgalar var. Uyarıcı darbe tık yapıyor aşağıdan
yukarı geliyor; yıkıcı darbe yatay geliyor ve sallıyor.
 Ne kadar önceden tespit edilebiliyor?
Ne kadar uzaksanız mesafe de o kadar uzak oluyor.
Mesela uyaran dalgalar saniyede 6 km hızla geliyor,
yıkan darbeler ise saniyede 3 km hızla geliyor. Aradaki
hız farkı mesafe arttıkça süreyi de artırıyor. Mesela son
İzmit depreminde 45 saniye süren bir deprem meydana
gelmişti. Uyaran ve yıkan dalga arasındaki zaman farkı
20 saniye idi; bu bile az bir zaman değil.
Bu deprem cihazları bugün Amerika’da bedava
dağıtılıyor. Her vatandaş kendi civarındaki gömülü veya
hayalet fayların ortaya çıkması için deprem istasyonu gibi
çalışıyor. Sismometre cihazları lise hocalarına ödünç
veriliyor.
Bizim burada 500 tane öğrenci var, kaç tanesi
sismometreyi görüp mezun oluyor bilemiyorum.
Bugün biz depremleri, ana depremleri, bunların yerini
biliyoruz ama zamanını bilemiyoruz. Ama artçı depremler
dediğimiz depremlerin yerini ve büyüklüğünü tahmin
edebiliyoruz.
Bugün Amerika’da San Andreas fayında hava tahmin
raporu gibi artçı şokların günlük oluş raporu veriliyor.
Bugün için bu teknoloji var; ama bu teknolojiyi
kullanacak, bilgi üretecek alt yapı yok. Bu altyapının
bizde olmayışından dolayı kaybediyoruz.
Hocam çok teşekkürler, bizi bilgilendirdiniz.
Ben teşekkür ederim. İnşallah ülkemizde faylar hayalet
olarak kalmaz!


KAYNAK: GÖNÜL DERGİSİ
http://www.gonuldergisi.com/deprem-bilincinde-neredeyiz-prof-dr-ali-osman-oncel.html

More Related Content

More from Ali Osman Öncel

More from Ali Osman Öncel (20)

Gravimetri : Ders 14
Gravimetri : Ders 14Gravimetri : Ders 14
Gravimetri : Ders 14
 
Gravimetri : Ders 13
Gravimetri : Ders 13Gravimetri : Ders 13
Gravimetri : Ders 13
 
Gravimetri : Ders 12
Gravimetri : Ders 12Gravimetri : Ders 12
Gravimetri : Ders 12
 
Riskli Yapılar - Çevre ve Şehircilik
Riskli Yapılar - Çevre ve ŞehircilikRiskli Yapılar - Çevre ve Şehircilik
Riskli Yapılar - Çevre ve Şehircilik
 
Riskli Yapılar -Çevre ve Şehircilik
Riskli Yapılar -Çevre ve ŞehircilikRiskli Yapılar -Çevre ve Şehircilik
Riskli Yapılar -Çevre ve Şehircilik
 
Gravimetri : Ders 07
Gravimetri : Ders 07Gravimetri : Ders 07
Gravimetri : Ders 07
 
Gravimetri : Ders 06
Gravimetri : Ders 06Gravimetri : Ders 06
Gravimetri : Ders 06
 
Gravimetri: Ders 05
Gravimetri: Ders 05Gravimetri: Ders 05
Gravimetri: Ders 05
 
Gravimetri : Ders 04
Gravimetri : Ders 04Gravimetri : Ders 04
Gravimetri : Ders 04
 
Gravimetri : Ders 03
Gravimetri : Ders 03Gravimetri : Ders 03
Gravimetri : Ders 03
 
Gravimetri Ders 02
Gravimetri Ders 02Gravimetri Ders 02
Gravimetri Ders 02
 
Gravimetri Ders 01
Gravimetri Ders 01Gravimetri Ders 01
Gravimetri Ders 01
 
Kar Kar Geothermal Field Work
Kar Kar Geothermal Field WorkKar Kar Geothermal Field Work
Kar Kar Geothermal Field Work
 
Beppu geothermal field
Beppu geothermal fieldBeppu geothermal field
Beppu geothermal field
 
High Resolution Earth's Gravitational Field
High Resolution Earth's Gravitational FieldHigh Resolution Earth's Gravitational Field
High Resolution Earth's Gravitational Field
 
Gravity Predictions for Earthquakes
Gravity Predictions for EarthquakesGravity Predictions for Earthquakes
Gravity Predictions for Earthquakes
 
Nakamura Technique for Soil Characterization
Nakamura Technique for Soil CharacterizationNakamura Technique for Soil Characterization
Nakamura Technique for Soil Characterization
 
H/V User Guidelines
H/V User Guidelines H/V User Guidelines
H/V User Guidelines
 
Geopsy: Seismic Vibration Processing
Geopsy: Seismic Vibration ProcessingGeopsy: Seismic Vibration Processing
Geopsy: Seismic Vibration Processing
 
M6.0 2004 Parkfield Earthquake : Seismic Attenuation
M6.0 2004 Parkfield Earthquake : Seismic AttenuationM6.0 2004 Parkfield Earthquake : Seismic Attenuation
M6.0 2004 Parkfield Earthquake : Seismic Attenuation
 

Deprem Bilincinde Neredeyiz?

  • 1. Deprem Bilincinde Neredeyiz ? Prof. Dr. Ali OSMAN ONCEL 2012 – GÖNÜL DERGİSİ
  • 2. Türkiye bir deprem ülkesi olduğu halde deprem şuuru devlet düzeyinde, belediyelerde, firmalarda ve halkta oluştu mu? Neticede bir inşaat prosedürü var, bu prosedüre gerçekten riayet ediliyor mu? Depremle yaşama şuurumuz oluştu mu sizce? Tabi deprem meydana geldikten sonra depremle ilgili yönetmeliklerde güncellemeye gidiliyor. Fakat bu yönetmelikler ne kadar uygulanıyor, bu yönetmeliklere uyan kişiler, binalar ya da müteahhitler adedi ülkemiz sathında ne kadardır, bunun istatistiği yapılmıyor. Tabi ki bir denetimsizlik olduğu ortaya çıktı. Acaba depremden
  • 3. önce binaların denetimi tam yapılsaydı, güncellenen deprem yönetmeliğine uygun yapılanlar ve bu yönetmelikten önceki eski yönetmelik zamanında yapılanlar kısmında bir kategori yapılma yoluna gidilseydi, belki de eski yönetmeliğe göre yapılmış zayıf yapılar ve yeni yönetmeliğe göre yapılmış güçlü yapılar olarak bir tasnif yapılması durumu ortaya çıkacaktı. Tabi ki bu durum ‘rant’ değerini de değiştirecekti. Böyle bir denetimsizlik, bu işin yalnızca yasalarla oluşamayacağını gösterdi. Topyekün bir şuurlanma ile doğru yönde kanalize edilmesi gerekiyor. Çünkü son Van depreminde
  • 4. yıkılan binaların özellikle son beş yılda yapılan binalar olduğu da görüldü. Daha bir sene öncesinde yapı denetim şirketinin oraya gittiği ve denetime başladığından bahsedildi. Direk resmi bir bilgilendirme yok. Basından duyduğumuz kadarıyla, eğer doğruysa ki bunların aksini iddia edecek açıklama ben bugüne kadar duymadım, sükut ikrardandır penceresinden doğrudur diye bakıyorum. Çünkü doğru yapılırsa ve doğru bir zemine yapılırsa binalar yıkılmaz ama yıkıldığına göre demek ki bir kontrolsüzlük var. Japonya’da ya da Amerika’da benzer büyüklükte bir deprem olduğunda az bir hasar
  • 5. oluyor. Büyük bir hasar ortaya çıktığına göre demek ki dünya standartlarında iş yapılmadığı ortaya çıkıyor. Bir defa ülkemizde yapılanmayı dünya standartlarına götürecek şekilde bir uygulama pratiğinin oluşmadığını gösteriyor. Şuur oluşabilir ama önemli olan bu şuuru uygulamaktır. Şuur fikri ve zihni planda kaldığı sürece bize bir fayda getirmez, önemli olan bunun aksiyoner hâle dönüşmesidir. Bu tür bir aksiyon hâli göremiyoruz, fiiliyata geçen bir öneri göremiyoruz… Bunun en son örneği yapı denetim firmalarının yalnızca bir sene önce orada denetime başlamış olması olarak gösterilebilir.
  • 6. Depremden hemen sonra açıklamalar yapılıyor: “Bütün tedbirleri aldık, önlemleri aldık, bundan sonra böyle olmayacak, bunlara müsaade etmeyeceğiz.” Aradan zaman geçince bakıyoruz ki uygulamalar gereği gibi olmuyor. Biz depremlerden gereken dersi almadık mı acaba? Dediğiniz çok doğru. Normalde bir binanın ömrü 30 sene olarak düşünülür. Bir bina 30 seneden yaşlıysa bu riskli yapı konumuna girer ve “depremde yıkılmaz” şeklinde bir garanti belgesi verilmediği sürece bu tür binalara girilmemesi gerekir, satın alınmaması gerekir,
  • 7. müteahhitlerin para verilerek ödüllendirilmemesi gerekir. Gerçekten şuuru ben bu şekilde anlıyorum. Çünkü ufacık bir beyaz eşya alırken bile bunun garanti belgesi var mı diyoruz, öyle değil mi? Şayet böyle bir garanti belgesi olsaydı, hayatta kalanlar o yıkılan binaların dengi binaları alacak imkana sahip olacaklardı. Fakat böyle bir sağlamlık belgesi verilmediği için insanlar çok mağdur durumda, devletimiz mağdur durumda. Çünkü bu yıkımlar ülkemizin ekonomisinde büyük boşluklar meydana getiriyor. Her deprem nereden bakılsa gayri safi milli hasılanın %2 ile 8’i arasında bir ekonomik kayba
  • 8. neden oluyor. Tabi ki ölen her bir insanımızın hayatlarını zaten bir değerle ifade etmemiz mümkün değil. Özellikle depremden sonra soğuktan ölen çocuklarımızın olduğunu duyuyoruz ki bunlar daha da kötü. Depremin olduğu yerdeki gerilme dengeleri bozuluyor. Bir de buradaki dengeler bozulduğu için tehlike dengeleri değişiyor. Belli yönlerde tehlikede azalma, belli yerlerde tehlikede artma meydana geliyor. Bu bakımdan insanlarımızın tekrar eski hayatına dönmesi kolay olmuyor. Çünkü bir yerin depremden önceki eski gerilme düzeyine dönmesi için en gerilmenin normalleşmesi için geçmesi gereken süre sekiz
  • 9. sene. Bu bakımdan deprem çok ciddiye alınmalı.az sekiz sene geçmesi gerekiyor; yani yerin içindeki Yıkılan binaların zeminine tekrardan bina yapılması uygun mu? Yoksa belli bir süre beklemek veya başka bir yere mi yapmak gerekiyor? O binalar gerçekten uygun standartta yapılsaydı yıkılmazdı. Tabi yıkılıp uygun standartta yapılabilirse bir tehlike olmaz. Ancak, bu bölgede dengeler değiştiği için bu bölgede gerilme düzeni bozulmuştur. Civarda bilemediğimiz kayıt dışı faylar olabilir. Dolayısıyla yeni
  • 10. yapılan binalar da zayıf yapılırsa denetimsiz yapılırsa bunlar da yıkılabilir. Çünkü burada denge bozulmuş, gerilme düzeni değişmiştir. O bakımdan zeminin eski hâle dönmesi sekiz sene alır. Bu arada bir deprem olursa gerçekten standart altı yapılan bu binalarda tekrar büyük hasar meydana gelebilir. Van depremi olasılıklar arasında beklenen bir deprem miydi? Haritaya baktığınız zaman Van depremi Erçiş bölgesinde meydana geldi. Özellikle 1647 yılında 9 şiddetinde, 1881 yılında da gene 9 şiddetinde iki tane deprem meydana
  • 11. geldiği zaten biliniyordu. Fakat bu arada hiçbir deprem rapor edilmemiş, meydana gelmemiş; burada rapor edilen bir deprem fayı yok. Bu bakımdan eldeki bilgilere göre bu bölgede bir deprem olması beklenilmiyordu. Tabi ki buradaki diri fay bilgilerimiz çok sınırlı. Gerçekten bir bina taraması gibi canlı fay taraması yapılmamış. Canlı fay taraması yapılması için gerçekten faylardaki canlılığı inceleyen bilim dalı sismolojinin kullanılması gerekiyor. Sismoloji, jeofizik mühendisliği bölümü altında bir anabilim dalıdır. Burası da sismoloji ana bilim dalının bir parçası ve ben de burada öğretim üyesiyim. Böyle bir
  • 12. sismolojik temelli fay taraması yapılmadığı için buradaki fay yapısı gözden kaçırılmış. Fay yapısı gözden kaçırılmasaydı buradaki bina denetimi daha dikkatli yapılır ve belki buradaki risk daha büyük gözükürdü. Çünkü buradaki risk oldukça küçük gösterilmiş. Mesela bu risk haritasına baktığımız zaman aletsel dönemde belli depremler meydana gelmiş. Mesela bir tanesi 1976’da 7,3 büyüklüğündeki deprem. Neredeyse şimdiki depremden daha büyük. Yine 1945’te buna yakın büyüklükte bir deprem var. Yani bu bölgede depremler meydana gelmiş ve bu depremler sonunda özellikle 1976 yılında Van
  • 13. merkezinde 9000 civarında bina hasar görmüş 3840 insan ölmüş. Van bölgesi iki tane büyük deprem gördü. Vanlılar zaten ‘deprem nedir’ biliyorlardı. Fakat depreme uygun standartta yapılanmaya gidilmemiş. Gerçekten de burada görülmeyen bir fayın harekete geçmesiyle tekrar buradaki yapı stoku bu depremle birlikte büyük tahribata uğramış oluyor. Burası depreme yabancı bir yer değil; hem tarihsel hem de bu yüzyıla ait aletsel depremler var. Deprem ciddiye alınmadığı için gerçekten tahribatı ciddi olmuştur, diyebiliriz. Türkiye’nin geneli de deprem bölgesi değil mi? Riskli fay
  • 14. hatlarının geçtiği yerler var mı ve bu yerlerin nereleri riskli sizin için? Gerçekten deprem ve sismoloji grubu, üniversitenin bir odasında bir bilim adamıyla sınırlı kalmasın diye, vatandaşlarımız bilgilensin diye internette böyle bir grup da açtım. Özellikle “Japonya’da deprem izleme istasyonları nedir?” diye kısa bir yazı yazdım. Mesela Japonya’da özellikle deprem istasyonu işleten istasyon isimlerine baktığınız zaman Tokyo Üniversitesi, Kyushu (kuyuşu) Üniversitesi, Hirosaki Üniversitesi gibi üniversiteler var. Üniversiteler deprem üretebilecek
  • 15. fayların araştırılması konusunda başı çekiyorlar, ama ülkemizde böyle bir liste yapın desek kimse yapamıyor; çünkü sadece bir kuruma deprem izleme görevi havale edilmiş. Ülkemizde deprem üretecek fayların taranması, canlılığının araştırılması görevi… Tekli yapıyla ancak bu kadar yetersiz, dünya standardının altında bir çalışma yapılabilir. Ülkemizin bir depremde yıkılmayacak duruma gelmesi için önce canlı fay taramasını yapacak bir istasyon sayısına ve standardına ulaşması gerekir. Mesela Japonların yalnızca kuyu içine yerleştirdikleri deprem istasyonu 800 tane; ülkemizdeki deprem istasyon sayısı
  • 16. ise 150 ile ifade ediliyor. Yalnızca derin sismik takip denen ve çok küçük depremleri belirleyip çok derindeki fayların yerlerini belirlemek amaçlı işletilen bu istasyonlardan ülkemizde hiçbir tane yok. Yalnızca derin kuyu içine konulmuş ve 100 metre derinlik ve daha altındaki yerlere indirilmiş çok hassas sismometrelerden bahsediyorum. Bunlardan Japonya’da 800 tane, ülkemizde ise bir tane bile yok. Japonya’da deprem istasyon sayısı 10 bin gibi bir sayıyla ifade ediliyor. Derinlere gittikçe yüzeydeki gürültüleri filtre ediyorsunuz. Gürültü filtre edilince daha küçük
  • 17. depremleri daha kısa zamanda kaydedip oradaki fay belirlemesini hızlandırıyorsunuz, zamandan kazanıyorsunuz. Yüzeyde aynı kalitede veri toplama mümkün olmuyor. Yüzeyde istasyon yerleştirerek 20 yılda topladığınız veriyi, derine sismometre yerleştirerek belki de iki yılda topluyorsunuz. Sonuçta aynı yapıyı buluyorsunuz ama arada bir zaman farkı var. Ülkemizin ve insanların da kaybedecek zamanı yok. 20 yıl insan hayatının kimine göre yarısı kimine göre çeyreği. Bir bilim adamı: “Ben İstanbul’a geleyim, bana dört tane kuyu açın, bir sistem kurayım ve depremi saatlerce
  • 18. önceden tespit edeyim.” diyor. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizim önce fay taramasını yapmamız lazım. Fayların yerini belirlesek zaten o fayların durumuna, uzaklığına, konumuna göre binalarımızın standartlarını ayarlarız. Daha oraya gelmedik yani. Bir faya yakınlık çalışması zaten depremden önce yapılır. Siz fayın yerini bilmeden nasıl o fayın üreteceği depremi önceden belirleyebilirsiniz ki? Bir defa faya yakın olmanız lazım. Fayın deprem üretecek odakları vardır ki bunlara “asprite” deniliyor, bir defa o odakları belirlemeniz lazım. Bir de üretemeyecek
  • 19. kısımları var, bunlara “sünek” ve “krip” yapılar deniliyor. Deprem üreten ve üretmeyen yapıları fay düzlemi üzerinde küçük depremler kullanarak inceleyeceksiniz ki büyük deprem üretecek yapı üzerinde yoğunlaşacaksınız. Daha bir fay bilgisi olmadan böyle bir yoğunlaşma ve de tasnif olayı yapılmadan “on beş dakika önceden bilirim” sözleri çok aşırı bir iddiadır, propaganda ve reklam amaçlıdır. Peki, Türkiye’de şu anda teknik anlamda olmayan ve ilk önce yapılması gereken nedir? İlk önce canlı fay taraması yapılması lazım. Uyuyan fay,
  • 20. hayalet fay gibi kavramların bir defa literatürümüzden silinmesi lazım. Fay uyumaz; uyuyan insanlardır, kurumlardır, üniversitelerdir. Japonya’da böyle bir konsept yok. Hiç uyuyan fay olur mu, hayalet fay olur mu? Yani bizler bilemediğimize hayalet demiş kalmışız. Biz gerçekten yerin altını araştırmamışız. Faylar çok iyi şeylerdir genelde. Madenler, doğal gazlar, petroller faylı yapılardan çıkar. Aslında biz depremi araştıralım derken, canlı fay taraması yapalım derken, gerçekten bize potansiyel doğal zenginlik verecek alanları da araştırmış oluyoruz.
  • 21. Fayların olduğu yerden sıcak sular çıkar, Batı Anadolu’daki jeotermal kaynaklar hep faylarda bulunuyor. Fay bir zenginliktir, deprem üreten kırık bir zenginlik. Allah kullarına: Bakın burada bir hazine var! diyor. Bir de bu yönü var. Deprem hem felaket, hem de bizim farkına varamadığımız o doğal kaynakların olduğu yerleri gösteren bir pusula. Bu bakımdan bakarsanız bize zenginlik kaynaklarını gösteren bir yapısı da var. Ama böyle algılanmıyor. Ama böyle! Şimdi, petrol aramalarında ne aranır? Fay aranır, önce fay bulunur. Faya yakın yerde acaba gaz var mı, petrol var mı, su var
  • 22. mı böyle aramalar yapılır. Gerçekten çok ilginç bu söylediğiniz. Böyle bir çalışma olsa Türkiye’nin ekonomisinde çok önemli değişiklikler olur. Aynen öyle… Maalesef en son canlı fay haritası 1992’de yapılmış. O günden bugüne canlı fay haritasında bir güncelleme meydana gelmiş değil. Bakınız deprem meydana gelmeden önce Japonya’daki canlı faylardaki güncellemeleri ben paylaşmıştım internetten, tabi bunlar devamlı paylaştığım şeyler. Japonya’da 2002 senesinden beri canlı faylar sürekli güncelleniyor ve bu güncelleme
  • 23. internet üzerinden paylaşılıyor; fakat ülkemizde maalesef bir paylaşma olayı bile yok çünkü güncelleme yok. Depremden sonra slogan olarak söylenen “Tedbir alınacak, bir sonraki depreme hazır olacağız.” gibi söylemler insanları rahatlatmaya yönelik söylenmiş sözlerden ibaret o zaman… Tabi tabi aynen öyle. Bakın Japonya‘daki fayların internet üzerinden özelliklerine bakabiliyorsunuz. Fayların davranış biçimleri, deprem üretme olasılıkları, fayların geometrisi, eğimi, genişliği, uzunluğu tek tek hepsi verilmiş. Türkiye’de böyle ulaşabileceğimiz bir bilgi
  • 24. yok, bilimsel amaçlı kullanacağınız bir şey de yok. Genel manada yapıların denetlenmesinde sıkıntılar var demiştiniz. Sizce yıkılmaların en büyük sebepleri neler? Sadece standartlara uyulmaması mı, yoksa standartların değişmesi de gerekiyor mu? Standartların değişmesi gerekiyor. Allah rahmet etsin Seyyid Ali Kaptan isimli bir hocamız bir konferans vermişti. Özellikle İstanbul ve Türkiye’deki binaların %90’ının çıkıntılı olduğundan bahsetmişti ve kendisinin vermiş olduğu seminerde şu cümlesini not almıştım: “Çıkıntılı yapılar bir depremde ölüm makinası gibi
  • 25. davranırlar!” diyordu. Yani dünyada çıkıntılı bir yapı sistemi yok. Hasarı, şiddeti ve tahribatı çıkıntı meydana getiriyor. Bunu bir inşaat profesörü söylemişti ben de paylaşmıştım. Tabi ki herkesin alanı ayrı, bu soru yapı güvenliğiyle alakalı. Genelde bir sismolog olarak, deprem üretecek faylar ve deprem olabilirlik zamanları hakkında konuşuyoruz. Ben hocamızın bu sözünü bir atasözü gibi arkasından söylüyorum. Gerçekten çıkıntılı yapıların bazılarında bir buçuk, bazılarında iki metre çıkıntı var. böyle yapılar bir depremde ölüm makinası gibi davranıyorlar. Önce standartların değişmesi lazım…
  • 26. Bu tür yapılar zaten dünyanın hiçbir yerinde yok. Arsa altta 100 metre kare, yukarı doğru çıkınca 115 metre kare oluyor, 120 metre kare oluyor. Böyle yukarı çıkarak saha kapma uyanıklığı hiçbir yerde yok. Çünkü bir deprem sonrasında çok kötü sonuçlar doğuruyor bu binalar. Bu uygulama, binayı zayıflatan bir yapılaşmadır; ve dikkate alınmadan yapılmış, mühendislik gerçeklerinden uzak bir yapılaşmadır. Üniversitelerin de bu konuda aktif hâle gelmesi lazım… Gerçekten de üniversitelerimizin aktif hâle getirilmesi lazım. Amerika’da deprem araştırma merkezi,
  • 27. sismometreleri alıyor ve üniversitelere dağıtıyor. Üniversitelerin bir defa “Elimizde deprem izleme cihazı yok.” cümlesinden kurtarılması lazım. Amerika’da 1000 tane sismometre alınıyor, 1000 tane CPS alınıyor ve üniversitelere dağıtılıyor. Bizim üniversitelerimizdeki bilim insanlarının maalesef yeteri kadar çalışmaları yok. Çalışanlar da desteklenmiyor. Malumunuz, deprem vergisi adında 1999 depreminden beri bir bedel ödeniyor. Madem ki bir deprem kesintisi var, üniversitelere bu konuda ciddi bir yatırım yapılması gerekmez miydi?
  • 28. Gerçekten de öyle… Hatta her apartman bir deprem istasyonu olarak kullanılabilir. Amerika’da ‘deprem yakalayıcıları’ diye bir gurup var, çok ucuz sismometreler oluşturulmuş. Biz bu konuda çok geri kaldık. Biliyorsunuz erkenden uyarılma diye bir kavram, en son Japonya depreminden sonra ortaya çıktı. Erkenden uyarılma mümkün; çünkü uyaran dalgalar var ve bir de yıkan dalgalar var. Uyarıcı darbe tık yapıyor aşağıdan yukarı geliyor; yıkıcı darbe yatay geliyor ve sallıyor. Ne kadar önceden tespit edilebiliyor? Ne kadar uzaksanız mesafe de o kadar uzak oluyor.
  • 29. Mesela uyaran dalgalar saniyede 6 km hızla geliyor, yıkan darbeler ise saniyede 3 km hızla geliyor. Aradaki hız farkı mesafe arttıkça süreyi de artırıyor. Mesela son İzmit depreminde 45 saniye süren bir deprem meydana gelmişti. Uyaran ve yıkan dalga arasındaki zaman farkı 20 saniye idi; bu bile az bir zaman değil. Bu deprem cihazları bugün Amerika’da bedava dağıtılıyor. Her vatandaş kendi civarındaki gömülü veya hayalet fayların ortaya çıkması için deprem istasyonu gibi çalışıyor. Sismometre cihazları lise hocalarına ödünç veriliyor.
  • 30. Bizim burada 500 tane öğrenci var, kaç tanesi sismometreyi görüp mezun oluyor bilemiyorum. Bugün biz depremleri, ana depremleri, bunların yerini biliyoruz ama zamanını bilemiyoruz. Ama artçı depremler dediğimiz depremlerin yerini ve büyüklüğünü tahmin edebiliyoruz. Bugün Amerika’da San Andreas fayında hava tahmin raporu gibi artçı şokların günlük oluş raporu veriliyor. Bugün için bu teknoloji var; ama bu teknolojiyi kullanacak, bilgi üretecek alt yapı yok. Bu altyapının bizde olmayışından dolayı kaybediyoruz.
  • 31. Hocam çok teşekkürler, bizi bilgilendirdiniz. Ben teşekkür ederim. İnşallah ülkemizde faylar hayalet olarak kalmaz! KAYNAK: GÖNÜL DERGİSİ http://www.gonuldergisi.com/deprem-bilincinde-neredeyiz-prof-dr-ali-osman-oncel.html