2. Kitabın yazarı bir Amerikalı. Yaşadığı
ülkedeki durum üzerine yapmış
tespitlerini ama durum bizde de pek farklı
değil; ya da öyle olmaya doğru ilerliyoruz.
Hızla eve kapanan ve de teknoloji
bağımlısı haline gelen çocuklardaki doğa
yoksunluğunun giderilmesi gerektiğini şu
cümlelerle ifade etmiş yazar:
3. Bu yoksunluğu gidermeye, yani
çocuklarımızla doğa arasındaki
zedelenmiş bağı onarmaya ihtiyacımız
var; yalnızca estetik ya da vicdani
duygularımız nedeniyle değil, aynı
zamanda zihinsel, fiziksel ve manevi
sağlığımızda buna bağlı olduğu için.
4. İlk bakıldığında doğaya zarar veren
hareketlerin bile, doğayla ilişki
kurulmasını sağladığından, büyük resme
bakıldığında faydalı olduğundan
bahsediyor yazar. Örneğin balık avlamak,
ağaç evler gibi. İnsanın bir şekilde doğayla
bağını oluşturduklarından, onu
önemsemeyi beraberinde getirdiğini
söylüyor.
5. Yazar kitapta pek çok araştırmadan da
bahsetmiş. Bunlardan biri de Amerikan
Psikoloji Derneği’ne sunulan bir makale
için yapılan araştırma:
6. Pencerelerinden ağaçlar, çalılar ya da
geniş çimenlik alanlar gören çalışanların
diğerlerine göre önemli ölçüde daha az
hoşnutsuzluk ve daha fazla çalışma
isteğine sahip olduğunu buldular.
Stresin azaltılması konusunda yapılan
benzer çalışmalar gibi bu çalışma da,
doğanın daha iyi çalışabilmek ve daha
açık düşünebilmek gibi psikolojik
etkilerinden yararlanmak için el
değmemiş doğanın içinde yaşamak
gerekmediğini göstermiştir.
7. Kitapta ayrıca çete mensubu veya bağımlı
gençler üzerinde alternatif ceza yöntemi
olarak uygulanan doğada olma halinin de,
o gençler üzerindeki olumlu etkilerinden
bahsedilmiş.
9. ‘‘Doğanın anlamlı bir şekilde
yaşanabilmesi için zamana; serbest,
planlanmamış düş zamanına ihtiyaç
vardır.’’deniyor.
10. Çocukluğumun en güzel anılarının arka
bahçedeki ağaçların tepesinde olduğum
zamanlar olduğunu düşününce, hak
vermemek elde değil. Ancak günümüzde,
bizim zamanlarımızdaki gibi özgürce
çocukları sokağa bırakmak pek mümkün
olmuyor. Kitap bunu:
11. ‘‘Korku, anne babaların kendi
çocukluklarında yaşadıkları özgürlüğü
çocuklarına sağlamalarının önündeki en
güçlü engeldir.’’ diyerek ifade ediyor. Ama
bundan daha önemli sorunlar olduğundan
da bahsediyor:
12. Çocuk gelişimi söz konusu olduğunda,
evin çevresindeki erişilebilir alanın
daralması önemsiz bir sorun değildir.
Çocukların kapalı mekanlarda (ya da arka
koltukta) yaşamaları bazı tehlikelerden
korunmalarını sağlayabilir ama diğer
riskler artmıştır. Bunlar arasında fiziksel
ve psikolojik sağlık riskleri, çocukların
toplum kavramları ve algılarıyla ilgili
riskler, öz güvenleriyle ve gerçek
tehlikeyi (ve güzelliği) sezme yetileriyle
ilgili riskler vardır.
13. Çocukların toprağa bağlanmazlarsa, ne
onun faydalarından yararlanabileceği, ne
de ona karşı sorumluluk hissedeceğini
söyleyen yazar:
14. Tutku toprağın kendisinden çocukların
çamurlu elleriyle çıkar; çimen lekeli giysi
kollarından geçip yüreğe varır. Çevreciliği
ve çevreyi korumak istiyorsak, soyu
tehlike altında olan bir gösterge türü de
korumalıyız : DOĞADAKİ ÇOCUK.
15. Yazar, Amerika’da giderek rekabete
dayanan eğitim sistemleriyle, oyunun
gücüne inanan ve 7 yaşından önce okula
başlanmayan, buna rağmen matematik ve
fen alanlarında ilk sıralarda bulunan
Finlandiya sistemlerini karşılaştırmış.
“Öğrenimin temeli dışarıdan alınıp
önceden işlenmiş bilgilerde değil, çocuk
ile çevre arasındaki etkileşimdedir” diyen
bir Bakanlığı’nın olmadığına hayıflanmış.
16. Yazar eko-okullardan, bu sistemin öğrencilere
olduğu kadar öğretmenlere de iyi
geldiğinden, kampları canlandırmanın
gerekliliğinden, ayrıca doğada oynamanın suç
olmaktan çıkarılması için yapılan girişimlerin
öneminden bahsetmiş. Şöyle ki, çocuğunuz
başka bir çocuğu arazinizde oynamaya davet
etti. Misafir çocuk ağaçtan düştü. Gerekli
önlemleri almadığınızdan suçlusunuz ve
tazminata mahkum olabilirsiniz. Bu neyse ki
bizim ülkemiz için çok geçerli bir durum
değil Tabi ki bu durum arazi sahiplerini güç
durumda bıraktığından, çocukların oynama
alanları giderek daralmakta ve evlere
mahkum olmakta imişler.
17. Kitapta, tüm bunların yanında sayıları
giderek artan doğa bilimcileri ve
etikçilerin, şehrimizi bir “zoopolis” olarak
düşlemeye davet ettiğinden, gerek
mimari planlamalarla, gerek kamusal
eğitim yoluyla, doğal habitatlar
oluşturulabileceği hayalleri kurduğundan
bahsedilmiş. Sağlıklı bir şehir çevresi için
sadece mevcutları korumanın yeterli
olmadığı, doğal yaşam koridorlarının
oluşturulması gerektiği, böylece doğa
yoksunluğunun yerini doğa bolluğuna
bırakacağı üzerinde durulmuş.
18. Yazar tüm olumsuzlukların yanında iyi
örneklerden de bahsetmiş. Yeşil Şehircilik olarak
tanımlanan, Batı Avrupa’nın bazı bölgelerinde,
doğanın korunmasıyla giderek daha yaşanılır hale
gelen şehirlerin varlığından; çocukların
oynayabileceği, sakinlerin sosyalleşebileceği
doğal, yeşil, arabasız alanlardan; yağmur
sularının verimli kullanılmasını sağlayan
sistemlerden; “yeşil çatılar” olarak adlandırılan,
çeşitli bitkilerle kaplanan çatılar sayesinde
morötesi ışınlardan koruyan, havayı temizleyen,
yağış sonrası su kaçışını engelleyen, kuşlara ve
kelebeklere yardımcı olmanın yanında evleri
yazın serinletip kışın yalıtan sistemlerden
bahsedilmiş.
19. Çeşitli ülke ve şehirlerde bu konuda atılan
adımlar oldukça umut verici. Yeterince
istenirse doğaya dönüşün şehirde de
olabileceği fikri bile güzel.
Ve yazar ileriye dönük yaşamak istediği
şehri hayal etmiş. Her şey hayal etmekle
başlamıyor mu zaten…
20. Dinsel inanç ile doğayı korumak üzerine
kurulan oluşumlardan da bahseden yazar,
Çevre için Ulusal Din Ortaklığı kurucusu ve
yöneticisi olan Paul Gorman’ın, İncil’in de
doğanın dilini kullandığını söylediğini
ifade ediyor:
21. Tanrı benim çobanımdır, eksiğim olmaz.
Beni yemyeşil çayırlarda yatırır. Dingin
suların kıyısına götürür. Ruhumu tazeler.
Yazar kitabın sonunda, çocuklarıyla
birlikte doğada geçirdiği zamanların en
anlamlı anıları olduğunu söylemiş ve
eklemiş:
22. Yeryüzü ’ne olan sevgimizi çocuklarımıza
aktarmak ve öykülerimizi onlara
anlatmak için o kadar az zamanımız var
ki. Bunlar dünyanın bir bütün olduğu
anlardır. Doğada birlikte yaşadığımız
maceralar çocuklarımın anılarında hep
var olacak. Bunlar onların kaplumbağa
masalları olacak.
Kitabın arkasında da çocuklarla doğada
yapılabileceklere ilişkin bir arazi rehberi
verilmiş.
23. Bu kitabı okurken fark ettim ki ben hiç
doğada olmamışım. Evimizin arka
bahçesindeki birkaç ağacı doğa sanmışım.
Planlı bahçelere parklara götürmüşüm
oğlumu doğa diye. Yani daha ben
yoksunluğumu bile tam tanımlayamamışım.
Böyleyken nasıl anlatabilirim ki
oğluma doğada olmayı.
24. Daha yaşanılası şehirler hayal edebilirim
tabi artık bende. Ve bu hayallerimi
anlatabilirim oğluma. Şehirden kopmadan
da doğayla iç içe olunabileceğinin
öyküsünü söylerim ona. Kim bilir belki de
kitapta bahsedilen 4. kuşaktan olur
oğlum. Hayallerim hayali olur, çatısında
bahçesi olan, bisikletiyle doğaya
açılabileceği koridorları bulunan bir şehir
için emek harcar belki. Kim bilir…