Venedik Gizli Servisi Rönesanst’ta Bir İstihbarat Teşkilatı- İçindekiler.pdf
Sofyadan İstanbula Genç Cumhuriyete Yolculuk.pdf
1.
2. yarım okkası beş kuruş. Şumnu’nun bir köyünden geldiğini
anlatan bir satıcı artık mastikayla kafayı bulmuştu. Derdini
anlatıncaya kadar alıcılar dutlara ördek gibi saldırdı.
Bir Tablo
Yeni Cami önünde, mermerin üzerine bir evsiz barksız
çömelmiş ve uyuyakalmış.Başı,bacaklarının arasına düşmüş.
Başsız bir atlı,baldan da tatlı sabah uykusuna yenik düşmüş.
Karşımızda başka bir centilmen duruyor, yamalı giysiyle.
Kısa boylu,burnundan kıl aldırmıyor.Şal da bağlamış.Bir eli
cebinde. Sol ayağı hafif önde. Sigara tüttürüyor ve bekliyor.
Bir zamanların Hipodromu’ndan kalmış diyeceksin. Oyun
sahasının mermer basamaklarında uyumuş, burun ve kulak
kesmiş. İmparatora taş atmış. Deri çuvala tıkılmaktan son
anda yırtmış. Şimdi sırtına Anadolu salatalığıyla dolu bir
sepet yüklenmesini bekliyor.
SOFYA’DAN İSTANBUL’A
64
3. Balkapan Han’dan Ayasofya’ya Gizli Bir Tünel!
İstanbul’da elli yıldır tüccarlık yapan Koprivştitsalı30
Dra-
gomirov ile geçen yüzyılda Bulgarların ticaret odağı olan
Balkapan’a kadar gidiyoruz. Dragomirov, eski kelimelerle
karışık hoş ve tatlı bir Bulgarca konuşuyor.Büyük bir demir
kapıdan orta çağdan kalma taş bir yapıya girdik.Eski Bizans
manastırı. Geniş avluyu incir ağaçları ve salkımlar gölgeli-
yor. Avlunun kaldırımı Dobruca arabalarının tekerleklerini
ve Trakya atlarının nallarını hatırlıyor olmalı. İki hasarlı
taş basamaktan, sanki tünel diyeceksiniz, üst kata çıkılıyor.
Burada, Stamatov, Tıpçileştov, Doganov, Komandarev ai-
lelerinin dükkânları bulunuyormuş. Gizli ihtilal komitesi
tarafından İstanbul’u ateşe vermeye gönderildiğinde Vasil
30 Koprivştitsa (Avratalan) – Bulgaristan’da, Kocabalkan ve Karacadağ arasında
konumlu bir kasaba.
İSTANBUL 65
5. Levski31
burada kahve yudumlamış.Bir yeraltı tüneliyle han,
Ayasofya’ya çıkıyor. Kornişlerde koruklar ve incirler bitmiş.
En eski pencereler dar ve derin, paslı tel örgülerle.
Çorapçı Han’ın kubbeli odalarını da gördük.Bir zaman-
lar Macarovların32
dükkânı burada bulunuyordu. Pencerede
ışık huzmesi. Duvara, geçen yüzyılın ortalarından bir kasa
örülmüş. Avusturya parası, altın para, gümüş mecidiyeler,
rubiyeler ve beşliklerle doluymuş.Velyo Bivolarov’un ve Luka
Radomirov’un 1872 tarihli tüccar defterini karıştırıyorum.
İstanbullu Bulgar tüccarlar,milli uyanışın ve maddi kültürün
ön saftaki erleriydi.
Bayezid Cami; Güvercinlerin Camisi
Yukarı doğru Volkan’ın33
atölyeleri çınlıyor. Sokağın bi-
rinde uzayıp giden kararmış demirhane dizisi. Sudanlı zen-
ciler gibi simsiyah demircilerin melankolik türkülerine ağır
çekiç vuruşları eşlik ediyor. II. Bayezid’in yaptırdığı cami.
Güvercinlerin camisi; avludaki sıcak havayı serinletiyorlar
kanatlarıyla, yeşil dallar arasında uçarak. Bayezid, küçük bir
bahçede uyuyor. Öncülü Yıldırım Bayezid34
, Bulgaristan’ı
dize getirdi. Kosova Ovası’nda, Slavlara karşı tarihi savaşta
şöyle konuştu:“Ey,müminler,bizler kefereye karşı gidiyoruz.
Eğer Rabbimize sadık kalır ve O’nun elçisinin bize bıraktığı
nasihate uyarsak, kaderimizi elinde tutan Rab, kefereyi eli-
mize verecek. O yüzden, eğer aranızda namazını kılmayan,
31 Vasil Levski (1837-1873) – Bulgar ihtilalci.
32 Bulgar yazar, gazeteci ve diplomat Mihail Macarov’un babası İvan Macarov
kastediliyor.
33 Volkan – Eski Roma mitolojisinde demircilerin hamisi olan ateş tanrısı.
34 Yazar, üçüncü Osmanlı padişahı Sultan I. Murad’ı kast ediyor olmalı.
İSTANBUL 67
6. orucunu tutmayan,gelirinin kırkta birini yetimlere vermeyen,
el malına göz koyan, yüreğinde kötü düşünceler olan biri
varsa, saftan çıksın ve evine dönsün. Serbestçe gitsin, ben
kendisine dokunmayacağım.”
Bu sözler; orduyu son kerteye kadar coşturdu. Balkan
halklarının en seçkin evlatlarının ecel şerbetini içtiği savaş-
tan sonra, yarımadanın kaderi tamı tamına beş yüzyıl için
belirlenmiş oldu.
Çemberlitaş: İstanbul’un Kurucu Sütunu
Konstantin Forumu’na dikilen yüksek bir sütun. Şehrin
kurucusu sütunun üstüne Apollon’un Fidias’ın eseri olan
heykelini dikti.Kadîm tanrı alaşağı olunca,o ayrıcalıklı nok-
taya hayat gamından ve dünya derdinden uzak yaşayan kısa
akıllı ruhaniler yerleşti.Benzer sütunlar,imparatorların Eski
SOFYA’DAN İSTANBUL’A
68
7. Sarayı’nı Altın Kapı’yla bağlayan yol kenarında muhafız gibi
dikiliyorlardı.
Boyunduruğa koşulmuş iki öküzü yeden şu köylü emmi
de ne arıyor acep mermer taşları üzerinde? Boyunduruktaki
pulluğu sürükleyen iki sakin emekçi, nadasa bırakılmış yu-
muşak toprağa dalmaya alışık,beceriksizce mermere basıyor
ve bakınıyorlar.
Bizans’ın Üç Gücü
6. yüzyıl başlarında güçlü Bizans İmparatorluğu’nu iki
Trak yönetiyordu: Büyük Jüstinyen ve başkumandanı Belisa-
rius.Belisarius’un kâtipliğini yapan Prokopius35
bir tarihçi ve
şairdi; imparator hakkında şunu not ediyor:“Tavresium Köyü
yakınında, Bederyan Kalesi bulunuyor. Bu köyde, âlemin
imparatoru Jüstinyen doğdu.”
35 Prokopius (500-565) – Bizanslı tarihçi, antik çağın son büyük tarihçisi olarak
biliniyor.
İSTANBUL 69
8. Tavresium,bugün Köstendil’e bağlıTavaliçevo’nun adıydı.
Jüstinyen sıradan bir ırgatın oğluydu. Her üç erkek de –im-
parator, başkumandan ve tarihçi– ebediyen tarihe geçtiler.
Nesiller Jüstinyen’i dünyanın en güzel kilisesi olan Ayasofya’yı
yaptırdığı; Belisarius’u – Jüstinyen’in tacını korumak için
Hipodrom’da 40 bin kişiyi kılıçtan geçirdiği; Prokopius’u ise,
bunların yaptıklarını kâğıda döktüğü için unutmadı.George
Young,Jüstinyen’in bir Bulgar’ın oğlu olduğunu yazıyor.Tarih
bize Bulgarların Balkan Yarımadası’na Jüstinyen’den yüzyıl
sonra geldiğini yazıyor. Ancak Jüstinyen Trak’tı, daha sonra
Slavlarla ve Bulgarlarla beraber dayanıklı bir potada eriyen
Traklardan.Hiç kimse,6.yüzyılda topraklarımızdaki en ka-
labalık yerli unsur olan Trakların kökünün Slavlar tarafından
tamamen kazındığını kanıtlayamaz.
Ayasofya: Gökyüzünden Altın Zincirle Salınmış Gibi
Ayasofya için Prokopius şöyle yazıyor: “O göklere kadar
uzanıyor ve nasıl ki bir vapur dalgalar üstünde yükseliyorsa,
o da etraftaki yapıların üzerinde yükseliyor.İbadethane sanki
gökyüzünden altın zincirle salınmış gibi.”
İçeri adım atar atmaz ürperiyoruz. Bu mabedin azameti
sarsıcı bir intibaı yaratıyor.Hayatında unutulmaz anlar yaşa-
mak isteyen herkes Ayasofya’yı görmeli.İnsan elinden çıkan
bu dâhiyane eserin, 10 bin ustanın altı yılda inşa ettiği bu
mabedin eşi benzeri bulunmuyor.İnşaatı iki mimar,Trallesli
Antemius ve Miletoslu İsidoros yönetiyorlardı. Kubbe, gö-
rünmeyen sütunlar üstünde duruyor.(Trifon Kunev:“Bir an
önce çıkalım buradan, kubbe başımıza çökecekmiş gibime
geliyor!”) Günümüze ne efsaneler ulaşmış Ayasofya’yla il-
SOFYA’DAN İSTANBUL’A
70
9. gili! Charles Diehl,bir meleğin imparatora kilisenin planını
sunduğunu yazıyor: “Ameleler büyük kubbeye şekil verince,
Jüstinyen her gün iskeleye tırmanıyordu. Ancak biraz hu-
zursuzdu, çünkü malzemesi bitmişti. O zaman bir Tanrı
elçisi göründü ona ve: “En sadık insanlarını ver, kilisenin
tamamlanması için gereken altını getirsinler sana!” dedi.
İmparator, birkaç adamını gönderdi, yirmi civarında ka-
tırla.Tanrı elçisi önden yürüdü ve onları şehir surları dışında,
bilmedikleri bir yere götürdü.Orada akıllara durgunluk veren
bir saray gördüler. İçeri girdiklerinde, hepsi hayretten dilini
yuttu – sarayın parıldayan salonlarında çil çil altınlar parlı-
yordu.Melek bir kürekle katırların sepetlerini doldurdu.Bu
göksel altınla Jüstinyen,yere dayanmayan,ama görünmeyen
temeller üzerinde duran kubbeyi inşa ettirdi.”
İSTANBUL 71
10. 27 Aralık 537’de mabet törenle kutsandı. Jüstinyen, dört
atın çektiği tekerlekli arabayla geldi.Birinci kapıdan geçtikten
sonra loşlukta yakılmış kandilleriyle gümüş ikonostasyum
parlayınca,sütunları ve avizeleri görünce,başı döndü.Bizans
imparatoru çıldırmışçasına içeriye doğru yürüdü, kubbenin
altında durdu ve ellerini yukarı kaldırarak: “Şan olsun sana,
Tanrım,bu işe beni layık gördüğünden.Seni geçtim,Süley-
man!” diye haykırdı.
Bir köşe taşına,“Bu mabedi Tanrı için Jüstinyen yaptırdı”
yazısı kazıldı. Ancak açılış gününün sabahında Bizanslılar
dehşet içinde başka bir yazı okudular: “Bu mabet Tanrı için
dul Ephrasia tarafından yaptırıldı.”O an bulunan ve huzura
çıkarılan zavallı dula koca imparator kilisenin inşası için ne
gibi katkısı olduğunu sordu.
“Hiçbir şey – dedi ürkekçe kadıncağız.– Sadece yük çeken
hayvanlara su verdim.Her gün evimin yanından mabede taş
taşıyan arabalar geçiyordu. Ben de öküzlere bakraç dolusu
su çıkarıyordum.”
“Bırakın adı mabedi süslesin!” diye buyurdu Jüstinyen.
İmparator,bütün kilisenin duvarlarını saf altın levhalarla
kaplatmayı düşünüyordu,ancak bilici kadınlar imparatorluk
için açlık yılları geleceği ve o zaman halkın mabedin duvar-
larını soyacağı uyarısında bulundular. Yeni tanrısal yapının
duvarlarını süslemek için Jüstinyen Hellas’tan mermer is-
tedi. Delfi’nin ve Atina’nın antik mabetlerinden en güzel
mermerler gönderildi. Heliopolis’ten dört mor sütun geldi.
Aynı mermerden imparator mezarları yontuldu. Kadın bö-
lümünü çevreleyen küçük sütunlar, yeşil mermerden (koyu
yeşil kristallerle), jasper ve granitten. Bütün taban mermer
SOFYA’DAN İSTANBUL’A
72
11. kaplı. Duvarlar şeytan mermeriyle kaplı – boynuzlu başlar,
iblis tebessümü. Hıristiyanların gizli işareti –balık– siyah
mermere yontulmuş. Dokuz tunç kapıyla narteks kiliseyle
bağlanıyor.İmparator Kapısı diye geçen ve elektron alaşımın-
dan yapılan üçüncü kapının üstünde İsa’nın, tahta oturmuş
halde,etkileyici bir mozaik ikonası görünüyor;Tanrı oğlunun
yavuz bakışı dikkatten kaçmıyor. Ayaklarına Bulgarkıran
Vasilius çömelmiş. Kapılardaki bütün tunç haçların yatay
kısımları kazınmış.
Ayasofya’nın korunmasıyla görevli Ali Sami Boyar –aydın
bir Türk– Cumhuriyet yıllarında, ilk baştaki Hıristiyan ma-
bedin yüce sanatının öne çıkması uğruna, zaman içinde pa-
dişahların eklediği her dayanıksız şeyin kaldırıldığını anlattı.
Haçlılar, ikinci defa şehre 1204 yılında hâkim oluyorlar.
Latin askerler sırtlan gibi Ayasofya’ya dalıyorlar.Göz tanığı
olanlar bu talana ne diyor bir duyalım.Niketas Akominatos
[Honiates]:“Yağmacılar mozaik işi altarı parçaladı ve arala-
rında paylaştı.Oysa değerli metaller ateşle eritilip sınırsız bir
güzellikte birleştirilerek yapılmıştı; bu güzelliğe bütün halklar
hayran kalmıştı.Altarın basamakları saf altındandı.Haçlılar
bu sanat eserlerini baltalarla kestiler,mabede katırlar ve atlar
sokarak ganimeti yüklemeye başladılar.Hayvanlar zorla yü-
rüyor ve kayıyorlardı.Sahipleri onları bıçakla saplıyordu.Kar
beyaz mermer levhalar hayvan kanından allandı.Denizde bir
fırtına,kanlanan ay veya güneş tutulması gerekmiyor muydu
bu son felâketi haber verecek?”
Dandolo,Bizans tahtına Baudouin’i oturtuyor.16 Mayıs
1204’te Prens Baudouin, bizim de şu anda basmış olduğu-
muz kar beyaz levha üzerine diz çöküyor. Kırmızı ipek don,
mor çizmeler,arkadan ve önden altın düğmeli kıymetli giysi
İSTANBUL 73
12. giymişti, üzerinde de pallium, kartallar ve değerli taşlarla
işlenmiş pelerin vardı.
Bir Bizans papazı: “Venedik kraliçe falan değil. O bir
kurbağa, hatta deniz yılanı, sakinleri ise – korsan.”
29 Mayıs Gecesi Ayasofya’da
Son Hıristiyan Ayini Çınladı
Erişilmez günahkâr şehrin surları Mayıs 1453’te yeniden
sarsıldı.Şehri,son imparator Konstantin XIII savunuyordu.
29 Mayıs gecesi Ayasofya’da son Hıristiyan ayini çınladı.İm-
parator efkaristiya aldı,ecel de artık omzuna elini koymuştu.
İmparatorluğun önde gelenleri birbirine sarıldıktan sonra
gece yarısına doğru dağıldılar.Şehir surlarına ölmeye gittiler.
İmparator, “kükreyen aslan gibi, sağ elinde hançerle”, Aziz
Romanos Kapısı yanında delinen surda hayatını kaybetti.
Yeniçeriler kiliseye üzerinde kanla geldiler.
SOFYA’DAN İSTANBUL’A
74
13. Bir efsane: “O zaman altarda bir papaz ibadet ediyordu.
Müminlerin çığlık atması üzerine papaz yavaşça döndü ve
askeri görünce, ayine ara verdi. Altara girdi, tahttan kutsal
kâseyi aldı ve duvara doğru saptı. Yeniçeriler ona yetişince-
ye kadar taşlara gömüldü gitti. Gizli bir kapı olmasın diye
bakınan asker bir şey bulamadı. Papaz duvardan geçmişti.
Hıristiyanlar,bazen ıssız gecelerde kaybolan papazın sesinin
duyulduğunu anlatıyorlar.Yarıda bıraktığı ayini tamamlamak
üzere bir gün yine ortaya çıkacağına inanılıyor.Fatih II.Meh-
med Ayasofya’ya öğleden sonra teşrif etti. Narteksteki tunç
kapının önünde, bıçakla süsleri kazıyan bir yeniçeri gördü.
Padişah kılıcıyla bu barbara vurdu ve ağır adımlarla içeri
girdi. Altarın önüne dikilerek ağır ağır, “Allah yeryüzünün
ve gökyüzünün ışığıdır!”dedi ve yüzükoyun düştü.Aldığı bir
avuç tozu başına sürdü. Alnı yanıyordu.
Ahmediye’nin Işığı, Bin Bir Direk’in Karanlığı
Genç padişah Ahmed – “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi,
Osmanlı’nın hükümdarı,yukarıdaki ve aşağıdaki denizlerin
hâkimi,göklerin habibi”– Ayasofya’nın karşısına İstanbul’un
en büyük ve en aziz camisini yaptırıyor – Ahmediye.Şaşkınlık
içinde kaldığımız bu engin ibadethanede hayranlık duygusu
dolduruyor kalplerimizi.Huzur.Derin bir sükûnet.Işık.Dört
devasa sütun üzerinde daha da devasa bir kubbe. Duvarlar
mavi Anadolu minesiyle kaplı.Elim,bu görsel bayramı tasvir
etmekte kifayetsiz kalıyor – duvarlarda sürünen narin dallar,
renkler ve parıldayan meyveler.Bu gerçeküstü ortamda adeta
İSTANBUL 75
14. kendinden geçen İsveçli Gustaf Adolf36
,yanındakilere:“Beni
yalnız bırakın!” demiş. Ve dört saat kalmış.
Dışarıda güneş bulut arkasına saklanınca mavi duvarlar
Karadeniz suları gibi yeşile bürünüyor. Bir yazıt: “Peygam-
berin cemalini yansıtan ışık, bütün görünür âleme düşüyor.”
Büyük kutsal halı üzerinde bir görevli yürüyor çorapla,
ökçeleri çıkık.
Ahmediye’nin ilahi ışığından sonra bir yeraltı karanlığına
gömülüyoruz – Bin Bir Direk adını taşıyan devasa bir su sar-
nıcı.Jüstinyen,kuşatma altındaki şehir sakinlerine su tedarik
etmesi için kazdırmış sarnıcı. Sütunların sonu görünmüyor.
Sütunlar, üzerinde tarihin tekerlekli arabasının gıcırtıyla
tekerlendiği üst dünyayı dayaklıyor.
Tarih, bir anlığına duruyor, avuçla yeraltından su alıyor,
alnını ıslatıyor ve yine atları kırbaçlıyor. Görünmeyen bir
yerden akan suyun akan suyun şırıltısı ürpertici.
Kapalı Çarşı’nın Halıları
Kapalı Çarşı’da KafkasyaTürk’ü olan Musazâde Abdullah
Bursa’nın,Buhara’nın,Türkistan’ın ve Kafkasya’nın harika ha-
lılarını gösteriyor.Eşsiz el işçiliği ve sedef parıltısı.Doğunun
en güzel kadınları düşlerini bu halıların ipeğine dokumuş.
Halıda insan kalbinin görünmez kusursuzluğu somutlaşmış.
Fildişi oyması Acem minyatürleri gördük.Firdevsi’nin Şah-
name eserinin 16.yüzyıl kopyası,kusursuz çizimler.Turkuaz
36 Arkeolojiye ve eski eserlere özel ilgisi olan İsveç veliahdı Gustaf VI. Adolf
(1882-1973) 2-15 Ekim 1934 tarihleri arasında Türkiye Cumhuriyeti’ni ziyaret
ediyor; İstanbul’da ise 7-11 Ekim tarihlerinde kalıyor.
SOFYA’DAN İSTANBUL’A
76
15. renk tozdan elde edilmiş ve mineyle kaplanmış. İnce ve da-
yanıklı ipek kâğıda,fildişi külü ve altın karışımı mürekkeple
yazılmış Kur’an-ı Kerim.
Osmanlı Trajedisinin Son Perdesi
Abdülmecid’in yaptırdığı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
trajedisinin son perdesinin oynandığı Dolmabahçe Sarayı’nı
ziyaret ediyoruz.
(Sarayın, küçük taşlarla serpişmiş ve yüksek çamlarla ve
birbirine geçmiş incirlerle gölgeli bir bahçede beyazlaştığı
yerde, bir zamanlar bir körfez varmış. Bu körfeze Amiral
Baltaoğlu, Mehmed’in askeri filosunu getiriyor. Amiralin
yıldızı aslında burada sönüyor.Baltaoğlu’nu kovduktan sonra,
kadırgalarını Küçük Ihlamur Vadisi’nden Altın Boynuz’a ge-
çiriyor.Düşman kadırgalarını arkalarında gören,Venedikliler
şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemiyorlar.)
İSTANBUL 77
16. Cam merdivenden çıkarak kristalleri yavaşça çınlayan
muhteşem avizeler altından hazinelerle dolu büyük saray
salonlarını dolaşıyoruz.
Atatürk’ün çalışma odasını,üzerinde,ömrünün son gün-
lerinde karıştırdığı üç kitap ve bir dosya olan masasını,ayrıca
fil ayağından bir çöp kovası ve bilardo masası görüyoruz.
Boğaz’ın yeşil minesinin göründüğü teras. Ayvazovski’nin,
üzerinde geçen yüzyılın melankolisinin sarardığı tabloları,
eski bir kitabın sayfaları arasına konmuş kuru bir çiçek gibi.
31 Mayıs, Çarşamba
Boğazkesen: Nöbete Durmuş Devler Gibi
Serin ve bulutlu bir güne uyanıyoruz. Boğaz’ı küçük bir
vapurla geçerek Kavak’a kadar gidiyoruz.Ötede Karadeniz’in
karanlık suları dalgalanıyor. Güvertede İtalyan kızları cıvıl
cıvıl,kırlangıçlar gibi.Vapur,sakin koylarda kıvrılıyor,gölgeli
bahçeler, koyu yeşil servi koruları, köşkler, evleri kararmış
ağaçtan Anadolu köyleri, dalyanlar. Nöbete durmuş devler
gibi, Mehmed’in Rumeli Hisarı’nın yavuz kuleleri yükseli-
yor. Karşıda, Anadolu yakasında, Fatih’in dedesi Bayezid’in
yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın harabeleri görünüyor. 21 ya-
şındaydı Mehmed, Edirne’de padişah sarığını giydiğinde.
Tarihe yıldırım hızıyla daldı genç padişah, İvan Şişman’ın37
kız kardeşi Mara’nın38
oğlu Ahmed’i boğdurttu, birkaç ay
zarfında bu yavuz kaleyi yaptırdı. Buradan dökme demir
toplar yabancı kadırgalara taş gülleler fırlatıyordu, sonra da
37 İvan Şişman – İkinci Bulgar Devleti’nin son çarı; 1371-1395 arası çarlık yapıyor.
38 Mara – Çar İvan-Aleksandır’ın Yahudi asıllı eşi Sara’dan kızı; Prenses Mara’yı
I. Murad Hüdavendigar eş olarak alıyor.
SOFYA’DAN İSTANBUL’A
78
17. güçlü şehir surunda gedik açtı. Rumeli Hisarı’nı yapmaya
başladığında paşalar kolları sıvayarak dülgerlerle beraber
taş taşıyorlar.
Pierre Loti
İstanbul’da külrengi cami kubbeleri, üstüne un serpilen
mantara benziyor. Minareler bulutları ok gibi deliyor.
Muşamba kaplı bir merdivenden, geçen yüzyılın sonun-
dan mütevazı bir İstanbul evine doğru tırmanıyoruz; bu ev,
“Türklerin ak günde de kara günde de asil dostu”olan Pierre
Loti’nin hatırasını yaşatıyor. “Azade” eserinin yazarı demir
bir kapıdan giriyordu evine. Burada, yarım yüzyıl boyunca
Avrupa’nın romantik ruhunu heyecanlandıran sayfaları ka-
leme aldı.
İSTANBUL 79