SlideShare a Scribd company logo
1 of 86
Download to read offline
GEORGE THOMSON – Marx’tan Mao Zedung’a
Devrimci Diyalektik Üzerine
http://genclikcephesi.blogspot.com
tarafından taranmıştır.
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR 9
ÖNSÖZ 11
Birinci Bölüm: Proletarya Diktatörlüğü 13
1. İşçi Sınıfı İktidarı 13
2. Sınıf Mücadelesinin Sürdürülmesi 18
3. İdeolojik Mücadele 20
4. "Sol" ve Sağ Oportünizm 23
İkinci Bölüm: Burjuva Devriminden Proletarya Devrimine 28
1. Modern Toplumda Sınıflar Arasındaki İlişkiler 28
2. Rusya Devrimi 31
3. Çin Devrimi 37
Üçüncü Bölüm: Proletarya ve Köylülük 41
1. Proletaryanın Önder Rolü 41
2. tşçi-Köylü İttifakı 43
"3. Köylülüğün Farklılaşması 46
4. Lümpen Proletarya 50
5. Batı Proletaryası 51
Dördüncü Bölüm: Ulusal Sorun 55
1. Modern Toplumda Ulus 55
2. Ulusların Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı
59
3. Ulusal Kurtuluş Savaşları 60
4. Ulusal Özerklik mi. Bölgesel Özerklik mi? 63
5. Ulusal Kültür ve Uluslararası Kültür 67
Beşinci Bölüm: Tek Ülkede Sosyalizm 70
1. Marx'in Sürekli Devrim Teorisi 70
2. Ekim Devrimi'nin Zaferi 74
3. Eşit Olmayan Gelişme 77
4. Doğu'da Devrim 79
Altıncı Bölüm: Parti 83
1. Paris Komünü'ndcn Çıkarılan Dersler83
2. Yeni Tür Bir Parti 85
3. Öncü Parti 87
4. Demokratik Merkeziyetçilik 89
5. Kitlelerden Kitlelere
93
Yedinci Bölüm: ilk Sosyalist Devlet 99
1. Proletarya Devrimi 99
2. Sosyalizmin İnşası 102
3. "Sol" ve Sağ Sapmalar 104
4. Yeni Burjuvazi 110
5. Kültür Devriminin Gerekliliği
115
6. Sosyalist Toplumda Sınıf Mücadelesi118
7. Yeni Revizyonizm 124
Sekizinci Bölüm: Proleter Kültür Devrimi 129
1. Ulusal Kurtuluş 129
2. Çelişmelerin Ele Alınması 132
3. Kapitalist Yol 136
4. Kitlelerin Yönetime Katılması
141
5. Devrim ve Üretim 144
6. Komünist Emek 147
KAYNAKÇA 153
Douglas Garman'ın anısına
(1903-1966)
KISALTMALAR
Bu eser, temelde, alıntılar üzerine kurulu olduğundan, kaynakların
belirtilmesi elbette çok önemli. Ama George Thomson'un kaynakları
doğal olarak proletaryanın beş büyük öğretmeninin temel eser ve
yazılarının ingilizce çevirilerine dayanıyor. Bunların tümü henüz di-
limize çevrilmediğinden ve çevrilmiş olanların bir bölümünün
Jngilizceleri de bazı farklılıklar gösterdiğinden, biz çevirimizde
Thomson'un İngilizce kaynaklarını temel aldık. Dolayısıyla,
Thomson'un yaptığı kısaltmaları da İngilizce olarak bıraktık. Yalnız,
parantez içinde Türkçelerini verdik. Tek tek eserlerin ve yazıların
adları kitabın sonunda ayrıntılı bir biçimde sunulmuştur.
HE More on the historical experience of proletarian dictatorship
(Bir Kere Daha Proletarya Diktatörlüğünün Tarihi
Tecrübesi Üzerine).
LCW Lenin, Collected Works (Lenin, Toplu Eserler).
ME Marx and Engels, Selected Works (Marx ve Engcls, Seçme
Eserler).
MEG Marx and Engels, The German İdeology (Marx ve Engcls,
Alman İdeolojisi).
MEP Engels, The Peasant war in Germany (Engels, Almanya'da
Köylü Savaşı).
MER Marx and Engels, On religion (Marx ve Engels, Din
Üzerine).
MFE Mao Tsetung, Four essays on philosopy (Mao Zcdung,
Felsefe Üzerine Dört Yazı).
MQ Çhıotations from Chairman Mao Tsetung (Başkan Mao Ze-
dung'dan Seçme Sözler).
MSW Selected Works of Mao Tsetung (Mao Zedung, Seçme
Eserler).
9
PR Mao Tsetung and Others Quoted in Peking Review (Mao
Zedung'un Peking Revievv'dcn aktarılan yazıları).
SCW Stalin, Works (Stalin, Eserler).
SL Stalin, Leninism (Stalin, Leninizm).
SMT The Moscovv Trial and two speeches by Stalin (Moskova
Duruşması ve Stalin'in iki Konuşması).
SP Stalin, Economic problems of socialism (Stalin, Sosyalizmin
İktisadi Sorunları).
ÖNSÖZ
Bu eser, 1917 Rusya Devrimi ve 1949 Çin Devrimi üzerine Mark-
sist bir incelemedir. İnceleme, dünya sosyalist devriminin birbiri ardı
sıra gelen iki aşaması olarak bu iki devrimin birliğini ve sürekliliğini
ortaya koyacak bir biçimde düzenlenmiştir. Rusya Devrimi ile Çin
Dcvrimi'nin dayandıkları ortak teorik temel, Marksist klasiklerden,
özellikle de Lenin'in ve Mao Zedung'un yazılarından yapılan kapsamlı
alıntılarla gözler önüne serilmiştir. Bu alıntılar, okurun, bu iki
devrimi, önderlerinin düşüncelerinden izleyebilmesini mümkün
kılmakla ve aynı zamanda diyalektik ve tarihi materyalizmin temel il-
kelerine girebilmesini sağlamaktadır. Çünkü bu teori, ancak bağrından
doğup büyüdüğü ve en eksiksiz ve en duru anlatımını bulduğu dev-
rimci mücadelelerin ışığında kavranabilir.
Bu kitap, Marksist eğitimini kendisine borçlu olduğum Douglas
Garman'ın anısına adanmıştır. Britanya Komünist Partisi'nin ülke
çapında eğitim örgütleyicisi olan Douglas Garman, ülkenin dört bir
bucağından gelen sanayi işçilerinin öğrenim gördükleri bir Parti okul-
ları ağı yaratmıştır. Bu okullarda hem Douglas Garman kendisi, hem
de onun eşsiz denetimli tartışma yoluyla öğretim yöntemiyle
yetiştirdiği başkaları ders vermiştir. Douglas Garman, bu çalışmasını,
1950 yılında Parti yönetimiyle anlaşmazlığa düşerek bırakmıştır. Bu
anlaşmazlığın nedeni, Garman'ın daha başından karşı çıktığı İngiliz
Sosyalizmi Yolu biçimindeki revizyonist çizgidir. Gerçi Douglas Gar-
man bu revizyonist çizgiye karşı verdiği mücadelede yenik düştü; ama
onun Parti okullarında yetişen birçoğumuz, onun devrimci diyalektik
üzerine derslerini hiçbir zaman unutmadık ve bu da, bugün devrimci
yolun hangisi olduğunu kavramamızı sağladı.
Birmingham, 1971
George Thomson
II
BİRİNCİ BÖLÜM
PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ
tgçi sınıfının devrimde atacağı ilk adım, proletaryayı egemen
sınıf durumuna yükseltmek, demokrasi savasını kazanmaktır.
Komünist Partisi Manifestosu
1. İşçi Sınıfı İktidarı
Lenin şöyle diyordu:
"Yalnızca sınıf mücadelesini kabul edenler, henüz Marksist
değildirler... Ancak sınıf mücadelesini kabul etmeyi proletarya dik-
tatörlüğünü kabul etmeye vardıran bir kimse Marksisttir. Marksist
ile sıradan küçük (aynı zamanda büyük) burjuva arasındaki en derin
ayrımı oluşturan şey budur. Marksizmin gerçekten kavranıp kav-
ranmadığı, kabul edilip edilmediği bu denektaşında sınanmalıdır."
(LCW.25.411.)
Görüldüğü gibi, Lenin, bir Marksisti tanımlarken bile proletarya dik-
tatörlüğü kavramını kullanmaktadır. Lenin'in bu tanımını kabul edi-
yorsak, günümüzde Marksizmin birbirine ters düşen yorumlan arasında
bir ayrım yapabilmek için, biz de proletarya diktatörlüğü kavramını bir
denektaşı olarak almalıyız.
Sınıflı toplum sömürü üzerine kuruludur. Sömürenler egemen sınıfı,
sömürülenler de ezilen sınıf ya da sınıfları meydana getirirler. Egemen
sınıf, baskı ve egemenliğini devlet aracılığıyla zor kullanarak uygular.
Bir sınıfın başka bir sınıfı zorla baskı altına almak için kullandığı
araçtır devlet. Devletin başlıca araçlarıysa, ordu ve polistir:
13
"Devletin ayırt edici özelliği, iktidarı kendi elinde tutan ayrı bir
sınıfın varlığıdır." (LCW, 1. 419.)
"Marx'a göre devlet, bir sınıf egemenliği aracıdır, bir sınıfın
başka bir sınıfı ezmek için kullandığı bir araçtır; sınıflar
arasındaki çatışmayı hafifleterek, bu ezme işini yasallaştıran ve
hızlandıran 'düzen'in yaratılmasıdır." (LCW, 25. 387.)
"Sürekli ordu ve polis, devletin başlıca araçlarıdır." (LCW, 25,
389.)
İşte bu yüzden, her sınıflı toplum biçimi (köleci, feodal, kapitalist),
egemen sınıfın bir diktatörlüğüdür. Devletin biçimi değişebilir.
Sözgelimi, kapitalist, yani burjuva toplumda devlet az çok demokratik
olabilir; genel oy hakkına dayalı parlamento seçimlerine izin verebilir.
Ama gene de bir diktatörlüktür, "parlamenter biçimlerle maskelenmiş
bir burjuva diktatörlüğüdür." (LCW, 30. 100.)
"Proletaryanın eğitilmesi ve mücadeleye hazırlanması açısından
paha biçilmez bir değer taşıyan burjuva demokrasisi her zaman
sığ, ikiyüzlü, yüzeysel ve sahtedir; her zaman zenginler için de-
mokrasi, yoksullar için aldatmaca olarak kalır." (LCW, 28. 108.)
Bu nedenle Lenin, işçileri bir yandan burjuva demokratik hak-
lardan "en tutarlı ve en kararlı devrimci demokrasi ruhuyla" (LCW,
21. 409) sonuna kadar yararlanmaya çağırırken, öte yandan da onları
uyarmış ve iktidarı parlamenter yoldan ele geçirebileceklerini san-
manın bir hayal olduğunu söylemiştir. Kaldı ki, Lenin ile o zamanın
revizyonistleri arasındaki temci sorun da buydu:
"Bern Enternasyonali'nin en tehlikeli yanı, proletarya dik-
tatörlüğünü lafta kabul etmesidir... 'Çoğunluğun iradesi', 'genel oy
hakkı', burjuva parlamentoculuğu, burjuva devlet aygıtının te-
peden tırnağa yıkılması, parçalanması, paramparça edilmesi ge-
rektiği düşüncesinin reddi gibi şeyleri örtbas edebilmek için, pro-
letarya diktatörlüğünün lafta kabul edilmesine çalışılıyor
(Kautski'nin yaptığı tamamen budur). En çok korkulması gereken
de, reformculuğun bu yeni-kıvırtmaları, bu yeni sığınaklarıdır.
"Nüfusun çoğunluğunu proleterler ve yarıproleterler meydana ge-
tirmeseydi, proletarya diktatörlüğü olanaksız olurdu. Kautski ve
şürekâsı, proletarya diktatörlüğünün 'geçerli' kabul edilebilmesi
için 'çoğunluğun oyu'nun gerekli olduğunu ileri sürerek, bu
gerçeği çarpıtmaya çalışıyorlar. Gülünç ukalalar! Burjuva par-
lamcnloculuğunun sınırlan, kurumları ve alışkanlıkları
çerçevesinde oy kullanmanın, burjuva devlet aygıtının, yani bur-
juva demokrasisinden proleter demokrasisine geçebilmek için te-
peden tırnağa kırılması ve parçalanması gereken burjuva devlet
aygıtının bir parçası olduğunu anlayamıyorlar." (LCW, 29. 510.)
Lenin'in bu sözlerinden de görülüyor ki, burjuva haklarının ko-
runmasına hizmet eden devlet aygıtını, bu haklan ortadan kaldırmak
amacıyla kullanma doğrultusundaki bütün çabalar boşa çıkmaya
mahkûmdur.
ı
"Toprak mülklerinin tazminat ödenmeksizin kaldırılması, tahıl
tekelinin kaldırılması vb. reformları bu devlet aygıtı aracılığıyla
gerçekleştirmeye kalkışmak, en büyük aldatmacadır, insanın
kendi kendini ve halkı kandırmasından başka bir şey değildir.
Bu aygıt... 'kutsal özel mülkiyet' haklarını kaldırmak şöyle
dursun, bu hakları doğru dürüst kısıtlayacak ya da
sınırlandıracak reformları bile asla gerçekleştiremez, işte bu
yüzdendir ki, 'sosyalistlerin de yer aldığı bütün 'koalisyon'
hükümetlerinde, bu sosyalistler, aralarında son derece dürüst
kişiler bulunsa bile, gerçekte her zaman ya gereksiz birer süs
olup çıkarlar ya da burjuva hükümetinin birer paravanası, halkın
hükümete karşı duyduğu öfkeyi kendi üstlerine çeken birer
paratoner, hükümetinin halkı aldatmak için kullandığı birer araç
haline gelirler. Bugüne kadar hep böyle olmuştur; eski burjuva,
bürokratik devlet aygıtı olduğu gibi kaldığı sürece de böyle
olacaktır." (LCW, 25. 369.)
Demek ki, burjuva devleti ancak zor yoluyla yıkılabilir. Burjuva
diktatörlüğünün yerini proletarya diktatörlüğünün alması gerekir:
14 15
"Ancak, tek bir sınıfın diktatörlüğünün, yalnızca genel olarak
bütün sınıflı toplumlar için değil, yalnızca burjuvaziyi alaşağı
etmiş olan proletarya için değil, aynı zamanda kapitalizmi
'sınıfsız toplum'dan, komünizmden ayıran bütün bir tarihi dönem
için de gerekli olduğunu kavrayan kimseler Marx'ın devlet te-
orisinin özünü kavramış sayılabilir. Burjuva devletleri biçim
bakımından çok çeşitlidir, ama öz bakımından hepsi birdir:
Biçimleri ne olursa olsun bütün bu devletler, son çözümlemede,
kaçınılmaz olarak burjuva diktatörlüğüdür. Kapitalizmden
komünizme geçiş hiç kuşkusuz ortaya çok sayıda ve çeşitli siyasi
biçimler çıkaracaktır, ama öz, ister istemez aynı olacaktır:
Proletaryanın diktatörlüğü." (LCW, 25. 413.)
Bu diktatörlüğün Rusya'da ortaya çıkan biçiminde, yoksul
köylülüğün desteklediği proletarya, iktidarı feodal toprak sahiplerinin,
büyük burjuvazi ya da kapitalist sınıfın elinden aldı. (LCW, 29. 119.)
Böylelikle, iktidarı ele geçiren proletarya, burjuva demokrasisine
son verir ve onun yerine proleter demokrasisini geçirir:
"Proletarya iktidarı ele geçirir, egemen sınıf durumuna gelir, bur-
juva parlamentoculuğunu ve,burjuva demokrasisini yerle bir eder,
burjuvaziyi ezer, bütün öteki sınıfların kapitalizme geri dönüş yo-
lundaki bütün çabalarını bastırır, emekçi halka gerçek özgürlüğü
ve demokrasiyi sağlar (bu ancak üretim araçlarının özel mülkiyeti
kaldırıldığı zaman mümkündür) ve emekçi halka burjuvazinin elin-
den alınmış olan her şeyin yalnızca kullanma hakkını tanımakla
kalmaz, aynı zamanda emekçi halkın onları gerçekten kul-
lanmasını sağlar." (LCW, 29. 511.)
Başka bir deyişle, proletarya diktatörlüğü, halk için demokrasi,
kapitalistler üzerinde diktatörlük demektir:
"Bolşevizm, 'proletarya diktatörlüğü' düşüncesini dünyanın dört
bir bucağına yaydı, bu iki sözcüğü Latinceden önce Rusçaya, sonra
da bütün dünya dillerine çevirdi ve Sovyet hükümeti örneğiyle şunu
kanıtladı: Geri bir ülkede bile, işçiler ve yoksul köylüler asgari bir
tecrübeye, eğitime ve örgütlenme alışkanlıklarına sahip olmalarına
karşın, çok büyük güçlükler altında ve (bütün dünya burjuvazisi
tarafından desteklenen) sömürücülere karşı mücadele içinde
bütün bir yıl boyunca emekçi halkın iktidarını koruyabilmişler,
daha önceki demokrasilerle karşılaştırılamayacak kadar yüksek
ve geniş bir demokrasi yaratabilmişler ve sosyalizmin gerçekte
kurulması için on milyonlarca işçi ve köylünün katıldığı yaratıcı
çalışmayı başlatabilmişlerdir."(LCW, 28. 293.)
"Proletarya diktatörlüğü, ilk kez, parababaları için değil de, yok-
sullar için, halk için olan demokrasiyi görülmemiş bir biçimde
genişletirken, aynı anda zalimlerin, sömürücülerin, kapitalistlerin
özgürlüğüne bir dizi kısıtlama koyar. İnsanlığı ücretli kölelikten
kurtarabilmek için zalimleri, sömürücüleri, kapitalistleri,
bastırmamız gerekir; bunların direnişi zor yoluyla ezilmelidir."
(LCW,25.461.)
Komünist Parlisi'nin ve Mao Zedung'un önderliğindeki Çin işçi ve
köylüleri 1949 yılında iktidarı silah zoruyla ele geçirdiler ve pro-
letarya diktatörlüğünün Çin'in özel koşullarına uygun düşen bir
biçimini, demokratik halk diktatörlüğünü kurdular. Demokratik halk
diktatörlüğü, bazı bakımlardan Sovyet biçiminden farklıdır. Bu sorunu
İkinci Bülüm'de ele alacağız. Ama demokratik halk diktatörlüğü ile
Sovyet biçimi arasında öz bakımından en küçük bir ayrım yoktur:
"Kimler halktır? Bugünkü aşamada Çin'de işçi sınıfı, köylülük,
şehir küçük burjuvazisi ve ulusal burjuvazi halktır. Bu sınıflar, işçi
sınıfının ve Komünist Partisi'nin önderliğinde kendi devletlerini kur-
mak ve kendi hükümetlerini seçmek üzere birleşirler; em-
peryalizmin uşakları (toprak ağası sınıfı, bürokrat-burjuvazi ve bu
sınıfların temsilcileri olan Gııomindang gericileri ve onların suç or-
takları) üzerinde kendi diktatörlüklerini kurarlar, onları bastırırlar;
ancak aklı başında hareket etmelerine izin verir, sözle yada fiilen is-
yankâr bir biçimde davranmalarına asla izin vermezler. Bunlar is-
yankâr bir biçimde konuşur ya da davranırlarsa, hemen engellenir ve
cezalandırılırlar. Söz, toplanma, dernek kurma vb. özgürlüklerine
sahip olan halk sallan arasında demokrasi uygulanır. Gericilerin oy
kullanma hakkı yoktur; bu hak yalnızca halkındır. Bu ikisinin, yani
halk için demokrasi ile gericiler üzerinde diktatörlüğün bileşimi, de-
mokratik halk diktatörlüğüdür." (MSW, 4.417.)
16 17
2. Sınıf Mücadelesinin Sürdürülmesi
Sınıf mücadelesi, burjuvazinin alaşağı edilmesinden sonra da sürer.
Sliuf mücadelesi burjuvazinin devrilmesinden sonra daha oldukça uzun
bir zaman, hatta birçok bakımdan daha da şiddetlenerek sürer:
"Sınıfların ortadan kaldırılması uzun, zorlu ve inatçı bir sınıf
mücadelesini gerektirir. Kapitalist yönetimin yıkılmasından, bur-
juva devletinin yok edilmesinden ve proletarya diktatörlüğünün
kurulmasından sonra sınıf mücadelesi (eski sosyalizmin ve eski
sosyal demokrasinin temsilcilerinin hayal ettikleri gibi) sona
ermez, yalnızca biçim değiştirir ve birçok bakımdan daha da
şiddetli bir niteliğe bürünür." (LCW, 29. 389.)
Bu dönem boyunca burjuvazinin süreduran direnişini bastırmak,
kapitalist üretimin yerine sosyalist üretimi geçirerek ekonomik temeli
kökünden değiştirmek ve devrimi ideoloji alanında sürdürmek için
proletarya diktatörlüğü korunmak zorundadır:
"Ülkemizdeki burjuvazi yenilgiye uğratıldı, ama henüz kökü
kazınmadı, yok edilmedi, hatta kesin olarak alt edilmedi bile. İşle
bu yüzden, burjuvaziye karşı yeni ve daha yüksek bir mücadele
biçimiyle yüz yüzeyiz: Kapitalistlerin daha da mülksüzleşlirilmesi
gibi çok basil bir görevden, burjuvazinin var olamayacağı ya da
yeni bir burjuvazinin ortaya çıkamayacağı koşulların yaratılması
gibi çok daha karmaşık ve çetin bir göreve geçiş." (LCW, 27. 244.)
"Bu diktatörlük, Sömürücülerin, kapitalistlerin, toprak sa-
hiplerinin ve onların uşaklarının direnişini ezmek üzere son de-
rece amansız, çabuk ve kararlı bir biçimde zor kullanılmasını
gerektirir. Bunu kavramayan bir kimse devrimci değildir ve pro-
letaryanın yöneticisi ya da danışmanı görevinden alınmalıdır.
"Ama proletarya diktatörlüğünün özü yalnızca zordan meydana
gelmez, hatta esas olarak bile zordan meydana gelmez. Pro-
letarya diktatörlüğünün başlıca özelliği, emekçi halkın ileri
müfrezesi, öncüsü ve biricik önderi olan proletaryanın
örgütlenmesi ve disiplinidir. Proletaryanın hedefi, sosyalizmi
inşa etmek, toplumun sınıflara bölünmüşlüğüne son vermek,
toplumun bütün üyelerini çalışan insanlar haline getirmek ve
insanın insan tarafından her türlü sömürüsünün temelini ortadan
kaldırmaktır. Ne var ki, bu hedefe bir çırpıda ulaşılamaz. Ka-
pitalizmden sosyalizme oldukça uzun bir geçiş dönemi ge-
reklidir. Çünkü üretimin yeniden örgütlenmesi çetin bir iştir;
hayatın bütün alanlarında köklü değişiklikler yapmak zaman
ister; ve işleri küçük burjuva ya da burjuva tarzda yürütme
alışkanlığının dev gücü, ancak uzun ve zorlu bir mücadeleyle alt
edilebilir. İşte Marx'ın, bütün bir proletarya diktatörlüğü
döneminden söz ederken, kapitalizmden sosyalizme geçiş
dönemi demesinin nedeni budur." (LCW, 29. 388.)
"Sömürücüler, toprak sahipleri ve kapitalistler sınıfı proletarya
diktatörlüğünde henüz ortadan kalkmış değildir. Kaldı ki, bir anda
ortadan kalkması da olanaksızdır. Sömürücüler ezilmiş, ama yok
edilmemiştir. Hâlâ kendilerinin de bir kolu oldukları uluslararası
sermaye biçiminde uluslararası bir temele sahiptirler. Hâlâ bazı
üretim araçlarını kısmen ellerinde tutmaktadırlar. Hâlâ paraları ve
geniş toplumsal bağları vardır, Sırf yenilgiye uğramış oldukları
için direnme güçleri yüz. kat, bin kat artmıştır. Devleti, orduyu ve
ekonomiyi yönetme 'sanatı' onlara bir üstünlük, hem de çok büyük
bir üstünlük sağlar; öyle ki, bu bakımdan önemleri, nüfustaki oran-
larıyla kıyaslanamayacak kadar büyüktür." (LCW, 30. 115.)
Daha sonraları Lenin'in bu görüşü Mao Zedung tarafından da
doğrulanmıştır:
"Bugünkü büyük proleter kültür devrimi, proletarya dik-
tatörlüğünün sağlamlaştırılması, kapitalizme geri dönüşün
önlenmesi ve sosyalizmin inşası bakımından kesinlikle gerekli
ve lam zamanındadır." (PR, 69-18. 15.)
18 19
3. İdeolojik Mücadele
Proletarya devriminden gerek önce, gerekse sonra proletarya, bur-
juva ideolojisine, özellikle de küçük burjuva ideolojisine karşı sürekli
bir mücadele yürütmek zorundadır. Burjuva düşüncelerinin
rormiillendirilmesi, özellikle devrimci dönemlerde esas olarak ideolojik
mücadelede önemli bir rol oynayan burjuva aydınlarının işidir. Böyle
zamanlarda, sözgelimi Marx gibi bazı burjuva aydınları "kendilerini, ta-
rihi hareketi teorik bakımdan bir bütün olarak kavrama düzeyine
yükselterek, proletaryanın salına geçerler." (ME, 1. 43.)
Küçük burjuva ideolojisinin belli başlı özellikleri, küçük mülk sahibi
olarak küçük burjuvanın toplum içindeki durumundan kaynaklanır.
Sözgelimi, küçük burjuvanın burjuva toplumunda kazanılmış bir hakkı
vardır; ama öte yandan da, büyük mülk sahipleri tarafından sömürüldüğü
için her zaman yıkıma uğrama ve proletaryanın yanına itilme tehlikesi
altındadır. Mücadele eden iki ana sınıf arasında değişken bir yerde bu-
lunduğundan, yalpalama eğilimi gösterir:
"Her kapitalist toplumda belirleyici güçlerin yalnızca proletarya
ile burjuvaziden oluştuğu, buna karşılık bu iki sınıfın arasında
bir yerde bulunan ve küçük burjuvazi denilen ekonomik
sınıflamaya giren bütün toplumsal öğelerin kaçınılmaz olarak bu
iki belirleyici güç arasında yalpaladıkları, her Marksistin uzun
zamandır bildiği bir gerçektir." (LCW, 28. 186.)
"Küçük burjuvazi, burjuva diktatörlüğü (Kerenski, Kornilov, Sa-
vinkov) ile proletarya diktatörlüğü arasında kaçınılmaz olarak ve
ister istemez yalpaladı. Çünkü, ekonomik durumunun temel
özelliklerinden dolayı küçük burjuvazi bağımsız olarak hiçbir şey
yapamaz." (LCW, 28. 300.)
"Proletarya ile burjuvazi arasında bir o yana, bir bu yana yal-
palayan bir sınıf daha vardır. Bu, bütün devrimlerde her zaman
böyle olmuştur; proletarya ile burjuvazinin iki 8üşman kamp
oluşturduğu kapitalist toplumlarda, bu iki kamp arasımla ara ke-
simlerin bulunmaması olanaksızdır. Bu yalpalayan öğelerin
t
20
varlığı, tarihi olarak kaçınılmazdır ve ertesi gün kimin safında
savaşacaklarını bilmeyen bu öğeler ne yazık ki daha uzunca bir
süre var olacaklardır." (LCW, 28. 471)
Proletarya, küçük burjuvaziyi kazanmak için verdiği mücadeleyi
aynı zamanda kendi içinde de yürütmek zorundadır. Çünkü tarihi ola-
rak proletaryanın kendisi de .şehir ve köy küçük burjuvazisinin
bağrından gelişmiştir; üstelik aynı kaynaktan gelenlerle proletaryanın
sayısı durmadan artmaktadır. Büyük burjuvaziye karşı verilen
mücadele, sermaye ile emek arasında açık bir çatışma biçimini alır;
ama küçük burjuva ideolojisine karşı yürütülen mücadele, genellikle
işçi sınıfı saflarında verilen bir mücadeledir:
"Dönem dönem taktiklerde değişiklik yapılmasının en önemli ne-
denlerinden biri, işçi hareketinin gelişmesidir. Eğer bu hareket
hayali bir düşüncenin ölçülüyle değerlendirilmez de, sıradan in-
sanların pratik hareketi olarak ele alınırsa, gittikçe daha çok
sayıda 'asker' kaydedilmesinin ve emekçi halkın yeni kesimlerinin
kazanılmasının beraberinde kaçınılmaz olarak teori ve takıik
alanında bocalamaları, eski hataların tekrarlanmasını, köhnemi;
görüşlere ve köhnemiş yöntemlere geçici bir geri dönüşü vb. ge-
tireceği açıkça görülebilir." (LCW, 16. 347.)
"Proletarya hareketi dünyanın hiçbir yerinde, Jüpiter'in başından
doğan Minerva gibi 'bir anda' saf bir biçimde ve hazır olarak
meydana gelmemiştir ve gelemezdi de. Proletaryanın sınıf
hareketinin inşa edilebilmesi ve güçlendirilebilmesi, bütün
küçük burjuva kalıntılarından, sınırlamalardan, sığlıktan ve
çarpılmalardan arındııılabilmesi, en ileri işçilerin, sınıf bilincine
erişmiş işçilerin uzun mücadeleleri ve zorlu çalışmalarıyla
mümkün olabilmiştir. İşçi sınıfı, yıkıma uğradıkça proletarya
saflarına, gittikçe daha çok sayıda üye sağlayan küçük
burjuvaziyle yan yana yaşar." (LCW, 20. 252.)
"Bütün dünyada, her kapitalist toplumda, proletarya, küçük bur-
juvaziye kaçınılmaz olarak binlerce bağla bağlıdır ve her yerde
işçi partilerinin oluşum döneminde burjuvaziye az çok uzun
21
süreli ve sürekli bir ideolojik ve siyasi bağlılık görülmüştür. Bu,
bütün kapitalist ülkeler için geçerlidir; ancak, tarihi ve ekonomik
etkenlere bağlı olarak farklı ülkelerde farklı biçimlere bürünür."
(LCW, 20. 268.)
İşçi sınıfı harekeli içindeki bu mücadele, devrim için zorunlu bir
hazırlıktır. Çünkü bir devrim durumunda, önceden önemsiz gibi
görünen anlaşmazlıklar ansızın canalıcı bir nitelik kazanabilir:
"Küçük burjuva dünya görüşünün geniş işçi partileri saflarında
tekrar tekrar boy alması son derece doğaldır... Bugün yalnızca
ideoloji alanında sık sık karşılaştığımız şeyler, yani Marx'la ilgili
teorik değişiklikler üzerindeki tanışmalar, bugün pratikte işçi
hareketinin yalnızca yan sorunlarında ortaya çıkan şeyler, yani
revizyonistlerle olan taktik ayrılıklar ve bu temel üzerindeki
bölünmeler, bütün bunlar, proletarya devrimi bütün tartışmalı so-
runları şiddetlendirdiği zaman, bütün ayrılıkları kitlelerin du-
rumunun belirlenmesindeki acil önem taşıyan noktalarda
yoğunlaştırdığı zaman, savaşın ateşi içinde dostu düşmandan
ayırt etmeyi ve düşmana öldürücü darbeler indirmek üzere kötü
müttefiklerden arınmayı zorunlu kıldığı zaman, işçi sınıfı
tarafından şimdikiyle kıyaslanamayacak kadar büyük çapta
yaşanacaktır." (LCW, 15. 39.)
Devrimi izleyen bütün bir sosyalist inşa dönemi boyunca, küçük
burjuva ideolojisinin kaynağı olan küçük çapta üretim var olmaya
devam ettiği sürece, proletarya ideolojik mücadelesini sürdürmek zo-
rundadır:
"Ne yazık ki, küçük çapta üretim dünyada hâlâ yaygındır ve
sürekli olarak her gün, her saat, kendiliğinden, büyük ölçüde ka-
pitalizmi ve burjuvaziyi yaratmakladır. Bütün bu nedenler pro-
letarya diktatörlüğünü zorunlu kılmaktadır. .Sağlamlığı, disiplini
ve tek bir sarsılmaz iradeyi gerektiren uzun, inatçı ve amansız
bir ölüm kalım mücadelesi vermeden, burjuvaziye karşı zafer
kazanmak olanaksızdır." (LCW, 31. 24.)
"Sınıfların ortadan kaldırılması, yalnızca toprak sahiplerini ve ka-
pitalistleri def etmek demek değildir; bunu bir bakıma kolay bir
biçimde gerçekleştirdik. Sınıfların ortadan kaldırılması, aynı za-
manda küçük meta üreticilerinin ortadan kaldırılması anlamına
gelir; üstelik, küçük meta üreticilerinin ûc'i edilmesi ya da ezil-
mesi olanaksızdır; onlarla birlikle yasamasını öğrenmeliyiz.
Onlar ancak uzun süreli, yavaş ve temkinli bir örgütsel
çalışmayla değiştirilebilir ve yeniden eğitilebilirler ve bu mutlaka
yapılmalıdır. Onlar, proletaryayı dört bir yandan bir küçük bur-
juva hava küresiyle kuşatırlar. Bu hava küresi, proletaryanın içine
nüfuz eder ve onu yozlaştırır; proletarya arasında sürekli olarak
küçük burjuva kaypaklığına, dayanıklığına, maceracılığına ve bir
coşkunluğa, bir karamsarlığa kapılma gibi karşıt tutumlara yol
açar... Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve ge-
leneklerine karşı -kanlı ve kansız zor yoluyla ve barışçı yoldan,
askeri ve iktisadi, eğitim alanında ve yönetim alanında- tutarlı
mücadele demektir." (LCW, 31.44.)
4. "Sol" ve Sağ Oportünizm
İşçi sınıfı harekeli içindeki başlıca küçük burjuva akımlar, ortaya
çıkış sırasıyla anarşizm, sendikalizm, reformculuk ve revizyonizmdir.
Anarşizm Rusya'da doğdu. Anarşizmin önderlerinden Bakimin,
Manc'in Birinci Entcrnasyonal'deki hasımlarından biriydi. Marx'a göre,
sınıf egemenliğinin aracı olan devlet, toplumda sınıflar var olduğu
sürece kaçınılmaz olarak varlığını sürdürecektir; proletaryanın görevi,
devleti ortadan kaldırmak değil, burjuva devletinin yerine proletarya
devletini geçirmektir. Sınıfların bütün bütüne ortadan kalkacağı koşullar
ancak böyle yaratılabilir. Bakıınin'e göre ise, devletin ortadan
kaldırılması, işçiler tarafından gerçekleştirilmesi gereken dolaysız
görevdir; üstelik, işçiler bu görevi bir işçi partisi kurarak, siyasi
mücadele yoluyla değil, dolaysız eylemle gerçekleştirmelidir.
Anarşistler, devletin ancak ilerki bir tarih aşamasında ortadan
kaldırılabileceğini ve bu aşamaya da ancak proletarya diktatörlüğü
aracılığıyla ulaşılabileceğini kavrayamamışlardır:
22 23
11313818
"Anarşizm, tersyüz edilmiş burjuva bireyciliğidir. Tüm anarşist
dünya görüşünün temeli olarak bireycilik... Toplumun
gelişmesini -büyük çapta üretimin rolünü-, kapitalizmin sos-
yalizme gelişmesini kavrayamamak, anarşizm, umutsuzluğun bir
ürünüdür. Proleterin ruh hali değil, tedirgin aydının ya da gezginci
serserinin ruh halidir." (LCW, 5. 327.)
Sendikalizm, anarşizme sıkı sıkıya bağlıdır. Sendikalist de pro-
letarya diktatörlüğünü yadsır. İşçilerin sendikalar aracılığıyla bir genel
greve gidebileceğini, üretimin denetimini ele geçirebileceğini ve
böylece kapitalizmi yıkabileceğini ileri sürer.
Reformculuk ise ingiltere'de dünyaya gelmiştir. Fabian'lar, işçi
Partisi için teorik bir temel sağlayan aydınlardan ve' işçi sınıfı
önderlerinden oluşan bir gruptu. Bunların "derece derece değişmenin
kaçınılmazlığı" yolundaki düşünceleri, reformculuğun özünü meydana
getirir. Bu düşünceye göre, kapitalizm, hiçbir niteliksel değişiklik
olmaksızın, yani devrim olmaksızın, bir dizi tedrici değişiklikle
sosyalizme dönüştürülebilir.
Reformculuk İngiltere'den Avrupa kıtasına, özellikle de Almanya'ya
sıçradı ve orada revizyonizm biçimine büründü. Rcvizyonizmin
yaratıcısı, bir zamanlar Marksist olan Bernstein'di. Bernstcin,
düşüncelerinin birçoğunu Fabian'lardan almıştı (LCW, 37. 281). Re-
vizyonizmin reformculuktan ayrıldığı tek nokta, revizyonist
düşüncelerin, Marksizmde yapılan birtakım düzeltmeler olarak su-
nulmasıdır. Marksizm Almanya'da işçiler arasında alabildiğine derin
kökler salmıştı. Bütünüyle yadsınması olanaksızdı; işte bu yüzden,
devrimci özünden koparılarak yeniden yorumlandı:
"Bernsteinciler Marksizmi dolaysız devrimci özünden kopuk
olarak kabul etmişlerdir ve böyle kabul öderler. Parlamenter
mücadeleyi, özellikle belirli bir tarihi dönem için elverişli si-
lahlardan biri olarak değil, 'zor'u, 'ele geçirme'yi, 'diktatörlüğü'
gereksiz kılan temel ve neredeyse biricik mücadele biçimi olarak
görürler." (LCW, 10.249.)
"Ama Marksizm kendisine düşman olan az çok bütünlük sahibi
bütün öğretileri def ettikten sonra, bu öğretilerde dile getirilen
24
eğilimler kendilerine başka yollar aramaya başladılar. Mücadelenin
biçimleri ve nedenleri değişti, ama mücadele sürdü. Ve Marksizmin
doğuşunun ikinci yarım yüzyılı -doksanlarda- Marksizmin kendi
içinde Marksizme düşman bir akımın mücadelesiyle başladı. Bir
zamanlar koyu bir Marksist olan Bernstein, en büyük şamatayla öne
çıkarak bu akıma kendi adını verdi ve böylece Marx'ta yapılan
düzeltmeleri en anlamlı bir biçimde dile getiren deyim, Marx'ın re-
vizyonu, revizyonizm ortaya çıktı." (LCW, 15.32.)
'"Hareket her şeydir, nihai hedef ise hiçbir şey.' Bernstein'in bu
şiarı, revizyonizmin özünü birçok uzun incelemeden daha iyi dile
getirmektedir. Tutumunu durumdan duruma belirlemek, kendini
günün olaylarına ve küçük siyasetin ani yön değiştirmelerine uy-
durmak, proletaryanın ana çıkarlarını, tüm kapitalist sistemin ve
tüm kapital ist evrimin temel özelliklerini unutmak ve proletaryanın
ana çıkarlarını o anın gerçek 'ya da varsayılan yararları uğruna
feda etmek: İşte revizyonizmin siyaseti budur." (LCW, 15. 37.)
Rusya Sosyal-Demokrat tşçi Partisi 1903 yılında yeniden ku-
rulduğunda, bağrında daha başından beri var olan iki karşıt akımı
taşıyordu: Bolşevikler tarafından temsil edilen devrimci akım ve
Menşevikler tarafından temsil edilen oportünist akım:
"1905-1907 arasındaki çalkantılı yıllarda Menşevizm, burjuva
liberalleri tarafından desteklenen ve işçi sınıfı hareketi içerisine
libcral-burjuva eğilimler getiren oportünist bir akımdı.
Menşevizmin özü, işçi sınıfı mücadelesinin liberalizme uyacak
biçimde düzenlenmesinde yatmaktaydı.
"Buna karşılık Bolşevizm, liberallerin yalpalamasına ve iha-
netine karşın, Sosyal-Demokrat işçilerin önüne, demokratik
köylülüğü devrimci mücadele için seferber etme görevini koy-
maktaydı." (LCW, 21. 332.)
Lenin burada "oportünizm"den söz ederken, reformculuk ya da re-
vizyonizmi, Menşeviklerin burjuvazinin "kuyruğuna takılma"
eğilimini söylemek istemektedir. Aynı dönemde Bolşevikler, Lenin'in
"devrimci maceracılık" (LCW, 6. 186) ya da "küçük burjuva dev-
I
25
rimciliği" (LCW, 31, 32, 33. 21) olarak nitelendirdiği "maceracı" ya
da "anarşisi" eğilimlerle de savaşmak zorunda kalmışlardı. Bu iki
karşıt eğilim, yani oportünizm ile anarşizm gerçekte bir paranın iki
yüzü gibi birbirlerini tamamlarlar:
"Anarşistler parlamentodaki Sosyal-Demokral üyelere sövüp
sayıyor ve onlarla birlikle herhangi bir iş yapmayı reddediyorlar;
bir proletarya partisini, bir proleter siyasetini ve parlamentodaki
proleter üyeleri geliştirmek için herhangi bir şey yapmayı
reddediyorlar. Pratikte ise, anarşistlerin lal' ebelikleri, onları
oportünizmin en ülâ suç ortakları, oportünizmin öbür yüzü
haline getiriyor." (LCW, 15. 391.)
"Anarşizm, çoğu zaman işçi sınıfı hareketinin oportünist
günahlarının bir çeşit cezası olmuştur. Bu iki garip yaratık bir-
birini tamamlamıştır." (LCW, 31. 32.>
Onun içindir ki, anarşizm ile reformculuğun (ya da oportünizmin)
işçi sınıfı hareketi içinde iki küçük burjuva eğilimi olduklarını
söyleyebiliriz. Gerçi bu iki akım birbirine karşıdır, ama Marksizme
karşı olmakla birleşirler. Mao Zedung bu iki akımın temeldeki birliğini
dile getirebilmek için, her ikisini de kapsayan "oportünizm" terimini
kullanmakta ve onları "sol" oportünizm (anarşizm ve sendikalizm) ve
sağ oportünizm (reformculuk ve revizyonizm) diye ayırmaktadır:
"Tarih, bize, doğru siyasi ve askeri çizgilerin kendiliğinden ve dur-
duk yerde değil, ancak mücadele içinde ortaya çıkıp geliştiğini
gösteriyor. Bu çizgiler hem 'sol' oportünizmle, hem de sağ
oportünizmle mücadele etmelidir. Devrimi ve devrim savaşını
kayba uğratan bu zararlı eğilimlerle mücadele etmeden ve onların
üstesinden gelmeden, bu savaşta doğru bir çizgi oluşturmak ve
zafer kazanmak mümkün olamaz." (MSW, 1.194.)
Parti içindeki oportünist eğilimler kendilerini genellikle iki
biçimde ortaya koyarlar: Düşmanı'gerçekte olduğundan daha güçlü
görmekten kaynaklanan korkaklık ya da "kuyrukçuluk" ve düşmanı
gerçekte olduğundan güçsüz görmekten doğan acelecilik ya da "ma-
ceracılık". Sağ oportünist, geride , kalma eğilimindedir; "sol"
oportünist ise fırlama eğilimi gösterir:
"Düşünce çoğu zaman gerçekliğin gerisinde kalır, bunun nedeni
insan bilgisinin birçok toplumsal koşulla sınırlı olmasıdır. Biz,
devrimci saflarda, düşünceleri değişen nesnel koşullara ayak uy-
duramayan ve tarihi olarak sağ oportünizm biçiminde kendini
gösteren iflah olmazlara karşıyız. Bu kimseler, nesnel sürecin
karşıtların mücadelesi tarafından ilerletilmiş olduğunu, kendi bil-
gilerinin ise eski aşamada takılıp kaldığını göremezler. Bütün
iflah olmazların düşüncesindeki belirleyici özellik budur...
"Biz, 'sol' lafazanlığa karşıyız. 'Solcular'ın düşüncesi, nesnel
sürecin gelişmesindeki belirli bir aşamayı atlar; bazıları kendi
kafalarındaki hayalleri gerçek sanırlar, bazıları da ancak ge-
lecekte gerçekleştirilebilecek olan bir tasarımı bugün
gerçekleştirmeye çalışırlar. Kendilerini halkın çoğunluğunun
bugünkü pratiğinden ve günün gerçeklerinden koparır, ey-
lemlerinde maceracı davranırlar." (MSVV, 1. 306.)
Sözün kısası, sosyalizme giden tek bir yol vardır; bu da, proletarya
diktatörlüğüne varan ve proletarya diktatörlüğünden geçen yoldur. Buna
bir seçenek olarak getirilen sağ ya da "sol" oportünist yol ise gerçekte ka-
pitalist yoldan, yani burjuva diktatörlüğünden başka bir şey değildir:
"Sosyalistlerin kavrayamadıkları; onların teorik sorunlardaki dar
görüşlülüklerini ve siyasi bakımdan proletaryaya ihanetlerini
oluşturan temel nokta şudur: Kapitalist toplumda, bu toplumun
bağrında var olan sınıf mücadelesi ne zaman ciddi bir biçimde
şiddetlense, burjuva diktatörlüğü ya da proletarya diktatörlüğünden
başka bir seçenek olamaz. Bir üçüncü yola ilişkin hayaller, gerici,
küçük burjuva sızlanmalarıdır. Bu, bütün ileri ülkelerdeki burjuva
demokrasisinin ve işçi sınıfı hareketinin bir yüzyılı aşkın
gelişmesi ve özellikle de son beş yılın deneyiylc kanıtlanmıştır.
Bu, aynı zamanda, meta ekonomisinin hüküm sürdüğü her yerde,
ancak kapitalizmin kendi büyümesinin geliştirdiği, çoğalttığı,
sımsıkı birleştirdiği ve güçlendirdiği sınıf tarafından, yani pro-
letarya tarafından değiştirilebilecek olan burjuva diktatörlüğünün
ekonomik bakımdan kaçınılmazlığını açıklayan bütün bir eko-
nomi politik bilimi, Marksizmin bütün bir içeriği tarafından da
kanıtlanmıştır." (LCW, 28. 463.)
26
27
İKİNCİ BÖLÜM
BURJUVA DEVRİMİNDEN PROLETARYA
DEVRİMİNE
Modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin üretimde bu-
lunduğu ve ürünleri bölüştürdüğü temelin kendisini ayak-
larının altından çeker. İşte bu yüzden burjuvazi en başta
kendi mezar kazıcılarını üretir. Burjuvazinin yıkılışı ve pro-
letaıyanm zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır.
Komünist Partisi Manifestosu
1. Modern Toplumda Sınıflar Arasındaki İlişkiler
I9l7'de gerçekleşen Rusya Devrimi ile 1949'da meydana gelen Çin
Devrimi, kökleri kapitalist toplumun başlangıcında yatan tek bir tarihi
süreç içinde birbirini izleyen iki olaydır. Bu iki devrim arasındaki
ilişkiyi kavrayabilmek için, onları, sürecin bütünüyle olan ilişkileri
içinde ele almamız gerekir.
Çelişme Üzerine adlı incelemesinde Mao Zedung şöyle yazıyor:
"Bir şeyin gelişme sürecindeki temel çelişme ve bu temel çelişme
tarafından belirlenen sürecin özü, o süreç tamamlanıncaya kadar
aynı kalır. Ama uzun bir süreçte, koşullar genellikle her aşamada
değişir. Çünkü bir şeyin gelişme sürecindeki temel- çelişme ve
sürecin özü değişmemekle birlikte, temel çelişme uzun süreç bo-
yunca bir aşamaya geçtikçe durmadan şiddetlenir. Ayrıca, temel
çelişme tarafından belirlenen ya da etkilenen çeşitli büyük ve
28
küçük çelişmelerden bazısı şiddetlenir, bazısı geçici olarak ya da
kısmen çözülür ya da hafifler ve bazı yeni çelişmeler doğar;
dolayısıyla, süreç aşamalarla belirlenir. Bir şeyin gelişme
sürecindeki aşamalar göz önüne alınmazsa, o şeyin çelişmeleri
doğru olarak ele alınamaz." (MSW, 1. 325.)
"İnsanlık tarihinde, sınıflar arasındaki antagonizma, karşıtların
mücadelesinin özel bir yansıması olarak ortaya çıkar. Sömürücü
sınıf ile sömürülen sınıf arasındaki çelişmeyi düşünün. Bu
çelişmeli sınıflar, ister köleci, ister feodal, ister kapitalist toplum
olsun, aynı toplumun içinde uzun bir zaman bir arada yaşarlar. Bu
iki sınıf arasındaki çelişme ancak belirli bir aşamaya ulaştığı
zaman açık bir antagonizma biçimini alır ve devrime varır."
(MSW, 1.343.)
Kapitalist toplum meta üretiminin gelişmesine dayanır. İşgücünün
kendisinin de bir meta haline geldiği aşamayı oluşturur. Sürecin özü
budur. Bu sürecin evrimi, onun bağrında taşıdığı temel çelişmenin, yani
üretiminin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel niteliği arasındaki
çelişmenin gelişmesi tarafından belirlenir. Bu çelişme de kendisini pro-
letarya ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinde gösterir.
Feodal toplum basil bir tarım ekonomisi temelinde gelişir. Feodal
beylerin elinde bulunan en iyi topraklar köylüler ya da seriler tarafından
beyler için işlenir. Köylüler ya da serfler kendi araçlarına sahiptirler,
ama ürettiklerinin bir bölümünü beylerine teslim etmekle yükümlüdürler.
Bu iki sınıf arasındaki antagonizma, feodal toplumun başçelişmesini
oluşturur. Meta üretiminin gelişmesi sonucunda, feodal toplumun
bağrında iki yeni sınıf doğar: Ticaret ve manifaktürle uğraşan burjuvazi
ya da kapitalistler ve çoğunlukla yoksullaşmış köylülükten gelen ve
ücret karşılığında kapitalistlere sattıkları işgüçlerindcn başka bir şeyi
olmayan proleterler. Böylece burjuvazi kendisini, hem meta üretimini
köstekleyen feodal beylerin, hem de emeğini sömürdüğü proletaryanın
karşısında bulur. Feodallerle ilintili olarak devrimci, proletaryayla ilintili
olarak karşıdevrimci olan bu ikili nitelik, burjuvazinin doğasında var
olan bir şeydir. Feodal toplumun son aşamasında, burjuvazi,
köylülüğün ve proletaryanın başına geçer, onların desteğiyle feodal
beyleri devirir ve egemen sınıf haline gelir. Bu, burjuva devrimidir.
29
Kapitalist toplumda meta üretimi bütün feodal ayakbağlarından kur-
tulur. Feodal beyler burjuvaziyle kaynaşır; buna karşılık, köylülükle,
köy burjuvazisi (çiftçiler) ve köy proletaryası (tarım emekçileri)
biçiminde bir farklılaşma meydana gelir. Artık başçclişme, burjuvazi
ile proletarya arasındaki büyümekle olan antagonizmadır.
Kapitalist toplum iki ana aşamadan geçerek gelişir; bunlardan biri
sanayi kapitalizmi, öteki de tekelci kapitalizm ya da emperyalizmdir. Her
iki aşamada da meta üretiminin gittikçe daha fazla geliştiği ve burjuvazi
ile proletarya arasındaki antagonizmanın şiddetlendiği görülür. Serbest
rekabete ve sömürgeci yayılmaya dayanan bilinci aşamada, büyük bur-
juvazi ile küçük burjuvazi arasında, şehir burjuvazisi ile köy burjuvazisi
arasında ve kapitalizm ile sömürge halkları arasında yeni çelişmeler
doğar. Bu koşullar, serbest rekabetin tekelciliğe dönüşmesiyle, sermaye
ihracıyla, sömürgelerin ucuz emek ve hammadde kaynağı olarak
sömürülmesiyle belirlenen ikinci aşamaya vardırır. Bu aşamayı be-
lirleyen şey, belli başlı bütün çelişmelerin, yani proletarya ile burjuvazi
arasındaki, emperyalizm ile sömürge halkları arasındaki ve rakip em-
peryalist devletlerin kendi aralarındaki çelişmelerin şiddetlennıesidir.
Bu çelişmeler emperyalist savaşlara yol açarlar; ta ki, birbiri ardı sıra
bütün ülkelerde proletarya, köylü yığınlarının da desteğiyle iktidarı ele
geçirinceye ve egemen sınıf oluncaya kadar. Bu, proletarya devrimidir.
Modern Avrupa'daki başlıca burjuva devrimleri, İngiliz Devrimi
(1649), Fransız Devrimi (1789), Alman Devrimi (1848) ve Rus Devrimi
(1905, 1917) olarak sıralanabilir. 1649'da ve 1789'da burjuvazi, iktidarı
feodallerin elinden almakla birlikle, sonunda onlarla uzlaştı. 1848'de ve
1905'te ise iktidarı ele geçirmemesine karşın, birtakım ödünler elde etti.
1917 Şubat'inda ise iktidarı ele geçirdi, ama dokuz ay sonra proletarya
tarafından devrildi.
Burjuvazinin bu devrimleri gerçekleştirirken duraksamalar
göstermesi, onun iki yönlü bir nitelik taşımasındandır. Bu devrimleri
bir bir inceleyecek olursak, her birinin bir öncekine oranla daha derin
çelişmeler taşıdığını ve giderek devrimin niteliğinde bir dönüşümün
meydana geldiğini görürüz. 1649 Devrimi'nde proletarya çok küçük
bir rol oynamıştı. 1789 Devrimi'nde proletarya'etkindi, gel gelelim
hâlâ küçük burjuvaziye bağımlıydı. 1848 Devrimi'nde ise proletarya
öylesine etkindi ki, burjuvazi korkuya kapılarak feodallere teslim oldu
ve devrimi yarıda bıraktı. 1905te de aynı şey oklu, ancak bu kez pro-
letarya o kadar güçlüydü ki, burjuva devrimini proletarya devrimine
vardırarak onu tamamlamasını bildi.
1905 Devıimi'nin başlangıcında, burjuva devrimine katılma
düşüncesini hor güren küçük burjuva sosyalistleriyle tartışan Lenin
şunları yazıyordu:
"Bir proleter için, bir burjuva toplumunda siyasi özgürlük ve de-
mokratik bir cumhuriyet uğrunda mücadele, burjuva düzenini
yıkacak olan toplumsal devrim uğrundaki mücadelenin zorunlu
aşamalarından yalnızca biridir. Özünde farklı olan aşamalar
arasında kesin bir ayının yapmak ve bu aşamaların ortaya
Çıktıkları koşulları ciddi bir biçimde incelemek, hiçbir zaman
nihai hedefi süresiz olarak ertelemek ya da ilerlemeyi önceden
yavaşlatmak anlamına gelmez. Tam tersine, ilerlemeyi
hızlandırmak ve nihai hedefe elden geldiğince çabuk ve güvenli
ulaşmak için, modern toplumdaki sınıflanıl ilişkisini kavramak
zorunludur." (LCW, 8, 24.)
2. Rusya Devrimi
19. yüzyıl sonlarında Batı Avrupa'daki burjuva devrimleri büyük
ölçüde tamamlanmıştı; feodalizme son verilmişti; kapitalizm em-
peryalizm aşamasına girmekteydi. Ne var ki, Rusya hâlâ yarıfeodal bir
ülkeydi.
Rusya'da sanayi kapitalizminin, 1861'deki Köylü Reformu'yla
başladığı söylenebilir. Köylü Reformu, yeni manifaktür burjuvazisinin, fe-
odal toprak sahiplerinin düzeni olan çarlık istibdadından kopardığı bir
ödündü. Bu reform sonucunda, serflik kaldırıldı, ama toprak sahipleri fe-
odal ayrıcalıklarının birçoğunu korudular ve bu ayrıcalıklar aracılığıyla
köylülük üzerindeki sömürülerini ağırlaştııdılar (LCW, 17. 121). Küçük
topraklara ve ilkel araçlara dayanan tarım, geri ve verimsiz kaldı. Kıtlık
kol geziyordu. Yıkıma uğrayan birçok köylü, demiryollarında çalışmak ya
da şehirlerdeki yeni fabrikalara ucuz işgücü sağlamak üzere köylerini terk
ettiler (LCW, 2.99-100). Medeni ve siyasi haklar yoktu (LCW, 17.121).
30 31
Köylü Reformu'nu, sanayinin son derece hızlı geliştiği bir dönem
izledi:
"1861'den sonra Rusya'da kapitalizm öylesine hızlı gelişti ki, Av-
rupa'nın eski ülkelerinden bazılarında yüzyıllar süren bir
dönüşümü birkaç on yılda gerçekleştirdi." (LCW, 17. 122.)
Bunun sonucunda, köylülük "hem kapitalizm, hem de sayısız
ortaçağ kalıntısı tarafından" ezilirken (LCW, 18. 143), burjuvazi de bir
yandan kapitalizmin gelişmesini lıfılâ köstekleyen baskıcı ve yoz bir
istibdatla, öte yandan da 1789 ve 1848 devrimlerinden ve 1871 Paris
Komünü'nden çıkarılan dersleri de kapsayan bir Marksist teori
bilgisiyle silahlanmış güçlü bir sanayi proletaryasıyla karşı karşıya
kaldı (LCW, 19.539-540).
Bu çelişmeler 1905 devrimini doğurdu. Burjuvazi o sırada pro-
letaryanın ve köylülüğün başına geçebilseydi, Çar'ı alaşağı edecek kadar
güçlü olabilir ve burjuva-demokratik bir cumhuriyet kurabilirdi. Ama
böyle bir şey yapmaktan kaçındı, çünkü proletaryadan korkuyordu:
"Bizde proletarya ile burjuvazi arasındaki antagonizma, 1789,
1848 ya da 1871'dckinden çok daha derindir. İşte bu yüzden bur-
juvazi, proletarya devriminden daha fazla korkacak ve kendisini
gericiliğin kollarına daha kolay alacaktır." (LCW, 8. 258.)
"Demek ki burjuvazi, özgürlük daha yarım kazanılmışken, eski
yöneticilerle ve toprak ağalarıyla anlaşarak burjuva devrimini yarı
yolda sona erdirmeye çalışır. Bu çabanın temelinde, burjuvazinin
sınıf çıkarları vardır. Bu durum, 1848'deki Alman burjuva dev-
riminde öylesine belirgindi ki, Komünist Marx, proleter siyasetini,
'uzlaşan' (Marx'ın deyimi) liberal burjuvaziye yöneltmişti. Oysa
hem bizim Rus burjuvazisi daha korkaktır, hem de bizim pro-
letaryamız 1848'deki Alman proletaryasından çok daha fazla sınıf
bilincine sahip ve çok daha örgütlüdür. Bizim ülkemizde burjuva
demokratik devriminin tam zaferi, ancak 'uzlaşan' liberal bur-
juvaziye karşın mümkün olabilir, ancak tam özgürlük ve bütün
topraklar uğrundaki mücadelede bütün demokratik köylülük pro-
letaryayı izlerse mümkün olabilir." (LCW, 12. 335.)
Bu nedenle, burjuvazi devrimci hedeflerini terk ederek istibdatla
uzlaştı. Feodal ayrıcalık ile kapitalist girişim arasındaki çelişme
çözülmeden kaldı (LCW, 13. 442, 20. 375). Bu arada, Rusya sanayiini
yatırım yapmaya başlamış bulunan Batılı lekcici kapitalistler de Çar'ı
destekliyorlardı, çünkü onlar da proletaryadan korkuyorlardı:
"Dünya burjuvazisinin, açıkça İflas etmiş olan Çar'a milyarlarla
borç para vermesinin nedeni, yalnızca bütün tefeciler gibi büyük
kurlar elde etme fırsatı karşısında gözünün dönmüş olması değil,
aynı zamanda eski düzenin Rusya'daki devrime karşı zafer ka-
zanmasında kendisinin de çıkarı bulunduğunu fark elnıiş olmasıdır,
çünkü bu devrimin başında proletarya vardır." (LCW, 13.434.)
Iieıiin, 1905 deneyine bakarak, burjuva devriminin burjuvazi
önderliğinde olduğu sürece Rusya'da başarıya ulaşamayacağı so-
nucunu çıkardı:
/ "Bolşeviklere göre, proletarya, burjuva-demokratik devrimi ta-
mamlama ve ona önderlik etme görevini üstlenmiştir. Bu, ancak is-
tibdada ve hain liberal burjuvaziye karşı mücadelede, proletarya,
demokratik küçük burjuva kitlelerini ve özellikle de köylü kitlelerini
beraberinde sürükleyebilirse mümkün olabilir." (LCW, 12.490.)
"Bizim ülkemizde burjuva devriminin zaferinin, burjuvazinin zaferi
olması olanaksızdır. Bu, çelişmeli gibi görünmekle birlikte, bir
gerçektir. Köylülerin nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturması ve
yarıfeodal toprak sahipliği düzeninin korkunç baskısı altında bu-
lunması, daha şimdiden sosyalist bir partide örgütlenmiş bulunan
proletaryanın gücü ve sınıf bilinci; bütün bu koşullar bizim burjuva
devrimimize kendine özgü bir nitelik kazandırmaktadır. Bu özellik,
devrimin burjuva niteliğini ortadan kaldırmaz... Yalnızca bizim
burjuvazimizin karşıdevrimci bir nitelik laşıdığını ve böyle bir
devrimde zafere ulaşmak için proletaryanın ve köylülüğün bir dik-
tatörlüğünün zorunlu olduğunu gösterir." (LCW, 15.56.)
Lenin, bu çözümlemeye uygun olarak, iki aşamada
gerçekleştirilecek bir devrim anlayışı saptadı: Birincisi, proletaryanın
ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü; ikincisi, yoksul
32 33
köylülükçe desteklenen bir proletarya diktatörlüğü. Birinci aşamada, fe-
odal kalıntılar ortadan kaldırılarak burjuva-demokıalik devrim ta-
mamlanacak; ikinci aşamada ise, sosyalizm uğruna mücadele
başlayacaktı. İki aşamayı böyle ayırt eden proletarya, ilk aşamada bütün
köylülüğün desteğini kazanacak, ikinci aşamada da yoksul köylülüğün
desteğinin sürmesini güvence allına alacaktı. Ama Lenin, bu iki aşamayı
birbirinden ayırt etmenin gerekliliği üzerinde ısrarla durmakla birlikle,
aynı zamanda bu iki aşamanın somut mücadele içerisinde iç içe
geçebileceğini ve bu durumda proletaryanın birinci aşamada durmaksızın
ikinci aşamaya geçmeye hazır olması gerekliğini de gördü:
"Bu devrimin en belirleyici özelliği, toprak sorununun keskinliğidir.
Rıısya'daki toprak sorunu, çok daha keskindir. 1861'deki sözüm ona
Köylü Reformu o kadar tutarsız ve o kadar demokratik olmayan bir
biçimde yürütülmüştü ki, feodal toprak ağası egemenliğinin
başlıca temelleri olduğu gibi kalmıştı. Bu nedenle, toprak sorunu,
yani köylülerin toprak sahiplerine karşı toprak uğrunda verdikleri
mücadele, bugünkü devrimin denek taşlarından biri oldu...
"Güçlerin böyle mevzilenişi, kaçınılınız olarak, burjuvazinin dev-
rimde ne itici güç, ne de önder olamaması sonucunu doğurur.
Devrimi tamamlayabilecek, yani kesin zafere vardırabilecck olan,
yalnızca proleiaryadır. Ama bu zaferin gerçekleşmesi, pro-
letaryanın, köylülüğün geniş bir kesiminin kendi önderliğini iz-
lemesini sağlayabilmesine bağlıdır. Rusya'da şimdiki devrimin
zaferi, ancak proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokıaiik
diktatörlüğü biçiminde mümkün olabilir." (LCW, 12. 458.)
"Burjuva-demokralik devrimin sonuna kadar bütün köylülerle
birlikte; sosyalist devrime doğru köylülerin yoksul, proleter ve
yarıproleter kesimiyle birlikle! Bolşeviklerin siyaseti bu
olmuştur; biricik Marksist siyaset budur." (LCW, 28. 310.)
"Yeryüzündeki her şey gibi, proletaryanın ve köylülüğün devrimci-
demokratik diktatörlüğünün de bir geçmişi ve bir geleceği vardır.
Geçmişi islibdat, sertlik, monarşi ve ayrıcalıktır. Bu geçmişe
karşı yürütülen mücadelede... proletaryayla köylülüğün 'tek bir ira-
desi' mümkündür. Çünkü burada çıkarların bir birliği vardır.
"Geleceği ise özel mülkiyete karşı mücadele, ücretli emekçinin
işverene karşı mücadelesi, sosyalizm uğruna mücadeledir. Bu-
rada da irade birliği mümkündür. Burada, önümüzdeki yol, is-
tibdattan cumhuriyete giden yol değil, küçük burjuva de-
mokratik cumhuriyetinden sosyalizme giden yoldur.
"Hiç şüphe yok ki, somut tarihi koşullarda, geçmişin öğeleri ge-
leceğin öğeleriyle iç içe geçer; bu iki yol kesişir... Hepimiz bur-
juva devrimiyle sosyalist devrimi karşı karşıya koyarız; hepimiz
bu ikisinin kesinlikle ayırt edilmesinin mutlak gerekliliği üzerinde
diretiriz. Ama bu iki devrimin lek tek, belirli öğelerinin tarihin
akışı içerisinde iç içe geçtikleri yadsınabilir mi?" (LCW, 9. 84-85.)
"Gücümüzün yani sınıf bilincine erişmiş, örgütlü proletaryanın
gücünün ölçüsüne kesinlikle bağlı olarak, demokratik devrimden
hemen sosyalist devrime geçmeye koyulacağız. Biz kesintisiz dev-
rimden yanayız. Yarı yolda durmayacağız." (LCW, 9. 236-237.)
iki buçuk yıl süren emperyalist savaştan sonra, 1917 Şubat'ında,
Rusya'daki işçiler, köylüler ve askerler barış, toprak ve ekmek is-
leyerek ayaklandılar. Tecrit olan ve bütün saygınlığını yitiren çarlık is-
tibdadı ayrı bir barış antlaşması yapmak üzere Almanya'yla gizli
görüşmelere başlamıştı. Bunun üzerine, Rusya'yı savaşın içinde tut-
maya kararlı olan İngiltere ve Fransa'nın baskısıyla, burjuva önderler
çarı çekilmeye zorladılar ve bir demokratik cumhuriyet ilan ettiler. Ne
var ki, böyle davranmalarının nedeni güçlü olmaları değil, tam tersine
güçsüz olmalarıydı. Halkın isteklerini yerine getirmek gibi bir amaçlan
olmadığı anlaşıldı. Lenin, elde edilenlerin yitirilmemesi için hemen
devrimin ikinci aşamasına geçmek gerektiğini kavradı:
"Rusya'da bugünkü dununun belirleyici özelliği, ülkenin -prole-
taryanın sınıf bilincinin ve örgütlenmesinin yetersiz oluşu
yüzünden iktidarı burjuvazinin eline veren- birinci devrim
aşamasından, iktidarı proletaryanın ve köylülerin en yoksul ke-
siminin eline vermesi gereken ikinci devrimci aşamasına geçmekle
oluşudur." (LCW.24.22.)
34 35
"Ya ilerleııecek ya da gorileııccek. Bir devrimde hiç kimse olduğu
yerde kalamaz. İktidarın yoksul köylülerce desteklenen devrimci
proletaryaya geçmesi, insanoğlunun gördüğü en sağlam ve en az
acılı biçimlerde, barış uğruna bir devrimci mücadeleye geçiş
anlamına gelir..." (LCW, 25. 28.)
a
Lenin, bir yıl sonra, Ekim Devrimi'ni incelerken şunları
yazıyordu:
"Devrimin izlediği yol, bizim düşüncemizin doğru olduğunu
göstermiştir, önce, 'tüm' köylülerle birlikte monarşiye, toprak sa-
hiplerine ve ortaçağ kalıntılarına karşı (buraya kadar devrim bur-
juva nitelikte, burjuva-demokratik nitelikte kalır); sonra da, yoksul
köylüler, yarıprolelerler ve tüm sömürülenlerle birlikte, köy zen-
ginleri, kulaklar ve vurguncular da içinde olmak üzere kapitalizme
karşı; bu noktada devrim, sosyalist nitelikte bir devrim haline
gelir. Birincisiyle ikincisinin arasına yapay bir Çin Şeddi çekmeye
kalkışmak, bu ikisini proletaryanın hazıriıklığınm derecesi ve pro-
letaryanın yoksul köylülerle olan birliğinin derecesi dışında her-
hangi bir şeyle birbirinden ayırmaya çalışmak, Marksizmi ala-
bildiğine çarpıtmaktan, kabalaştırmaktan ve Marksizmin yerine
liberalizmi koymaktan başka bir şey değildir." (LCW, 28. 300.)
Lenin, devrimin dördüncü yıldönümünde yaptığı konuşmada
şöyle diyordu:
"Rusya'da devrimin dolaysız ve acil hedeii burjuva demokratik ni-
telikte bir hedefti; yani ortaçağ kalıntılarını ortadan kaldırmak ve
başlan aşağı süpürüp atmak, Rusya'yı bu barbarlıktan, bu ayıptan
kurtarmak, ülkemizdeki tüm kültür ve ilerlemenin karşısına dikilen
bu engeli kaldırmaktı. Bu temizliği 125 yıl önceki büyük Fransız
Devrimi'ndcn daha büyük bir kararlılıkla, çok büyük bir hızla, çok
dalıa büyük bir cesaretle, çok daha büyük bir başarıyla ve kitleler
üzerindeki etkisi bakımından çok daha geniş çapta ve derinliğine
gerçekleştirdiğimiz için haklı olarak gurur duyabiliriz... Burjuva-
demokratik devrimi şimdiye kadar kimsenin yapmadığı bir
biçimde tamamladık. Sosyalist devrime doğru bilinçli bir biçimde,
kararlılıkla ve sapmadan, onun burjuva demokratik devrimden Çin
Seddi'yle ayrılmadığını bilerek, nereye kadar ilerleyeceğimizi, bu
büyük ve şanlı görevin jıc kadarını gerçekleştireceğimizi ve za-
ferlerimizi ne ölçüde sa|lamlaştırabileceğimizi son çözümlemede
sadece ve sadece mücadelenin belirleyeceğini bilerek ilerliyoruz.
Bunu zaman gösterecek. Ama topumun sosyalist dönüşümü ko-
nusunda daha şimdiden çok büyük -bu mahvolmuş, tükenmiş,
geri ülke için çok büyük- işlerin yapılmış olduğunu bugünden
görebiliyoruz." (LCW, 33. 51.)
3. Çin Devrimi
Mao Zedung 1940'la şunları yazıyordu:
"Birinci emperyalist Dünya Savaşı ve zafere ulaşan ilk sosyalist
devrim, yani Ekim Devrimi, dünya tarihinin bütün bir akışını
değiştirdi ve yeni bir çağ açtı. Bu çağ, dünyanın kapitalist cep-
hesinin yeryüzünün bir bölümünde (dünyanın altıda birinde)
çöktüğü ve geri kalan yerlerde de çürüyüşünü bütünüyle gözler
önüne serdiği; geri kalan kapitalist bölümlerin sömürge ve
yarısömürgelcre her zamankinden fazla dayanmaksızın varlıklarını
sürdüremedikleri; sosyalist bir devletin kurulduğu ve bu devletin
bütün sömürge ve yarısömürgeler'deki kurtuluş hareketlerini etkin
bir biçimde desteklemeye hazır olduğunu ilan ettiği bir çağdır. Bu
çağda, bir sömürge ya da yarısömürgcde emperyalizme, yani ulus-
lararası burjuvazi ya da uluslararası kapitalizme yöneltilmiş bütün
devrimler artık burjuva-demokratik dünya devriminin eski
sınıflamasına değil, yeni sınıflamaya girmektedir. Bu devrimler
artık eski burjuva ya da kapitalist dünya devriminin bir parçası
değil, yeni dünya devriminin, proleter-sosyalisl dünya devriminin
bir parçasıdır." (MSW, 2. 343-344.)
Çin 20. yüzyıl başlarında yarıfeodal, yarısömürge bir ülkeydi.
Köylü yığınları feodal toprak ağaları ve bazı sömürgeci devletler
tarafından sömürülüyordu. Bu devletler limanları işgal etmiş, ban-
36 37
kakırın denetimini ele geçirmiş ve ülkeyi yağmalamak üzere bir ti-
caret ağı kurmuşlardı. Bunlar, büyük burjuvaziyi, yani komprador ya
da bürokrat-kapitalistleri oluşturan zengin tüccarlar, tefeciler ve ban-
kerler tarafından destekleniyordu. Bu iki sınıf, yani feodal toprak
ağaları ve komprador burjuvazi, Çin'deki emperyalist egemenliğin
toplumsal temelini meydana getiriyordu.
Bu iki sömürücü sınıf ile halk yığınları arasında orta ya da ulusal
burjuvazi vardı. Bunlar, yerli sanayii kurma çabaları feodalizm ve em-
peryalizm tarafından engellenen sanayi kapitalistleriydiler. Bu açıdan
halkın safında yer alma eğilimi gösteriyorlardı; ama aynı zamanda
kendileri de sömürücü oldukları ve proletaryadan korktukları için yal-
palama eğilimi de taşıyorlardı.
Tutarlı anlifeodal, antiemperyalist sınıflar yalnızca köylülük ve
proletaryaydı. Köylülüğün büyük çoğunluğu yoksul köylülerden, yani
köy proleterleri ve yarıproleterlcrdcn oluşuyordu. Gerçi sanayi pro-
letaryası sayıca azdı, ama Birinci Dünya Savaşı'ndan, özellikle de
Ekim Devrimi'nden sonra gücü ve etkisi hızla arttı:
"Modern sanayi proletaryasının sayısı iki milyon kadardır. Modern
sanayi proletaryası sayıca fazla değildir, çünkü Çin, iktisadi
bakımdan geri bir ülkedir. Bu iki milyon sanayi işçisi esas olarak
beş sanayi kolunda -demiryolları, madencilik, deniz ulaştırması,
dokuma ve gemi yapımı- çalışmakta ve büyük bir bölümü de ya-
bancı kapitalistlerin sahip olduğu işletmelerde köleleştirilmektedir.
Sayıca çok fazla olmamakla birlikle, sanayi proletaryası Çin'in yeni
üretim güçlerini temsil etmektedir, modern Çin'deki en ilerici sınıftır
ve devrimci harekette önder güç haline gelmiştir." (MSVV, I. 18.)
Demek ki, devrimci hareketin ana gövdesini köylülük, önder
gücünü ise proletarya meydana getirmekleydi:
"Yoksul ve orta köylüler kurtuluşlarına ancak proletarya
önderliğinde kavuşabilirler; proletarya ise devrimi ancak yoksul ve
orta köylülerle sağlam bir ittifak kurarak zafere ulaştırabilir."
(MSVV, 2. 324.)
1911-1927 döneminde feodalizme ve emperyalizme karşı birçok
devrimci ayaklanmaya girişildi, ama bunların hiçbiri başarılı olamadı:
38
"Kesin bir biçimde söyleyecek olursak, Çin'in emperyalizme ve
feodalizme karşı burjuva-demokratik devrimi Dr. Sun Yat-sen
tarafından başlatılmıştır ve 50 yıldan fazla bir zamandır
sürmektedir... Dr. Sun Yat-sen'in başlattığı devrim başarıya
ulaşmamış mıydı? İmparatoru def etmemiş miydi? Ama bir an-
lamda da başarısızdı, çünkü imparatoru def etmekle birlikte,
Çin'i emperyalist ve feodal baskıdan kurtarmamış ve bu yüzden
de antiemperyalist, anlifeodal devrimci görev tamamlanmadan
kalmıştı." (MSVV, 2. 243.)
"Kuangtung'da başlamış olan burjuva-demokratik devrim henüz
yarı yoldayken, komprador ve toprak ağası sınıflar önderliği gasp et-
tiler ve onu hemen karşıdevrim yoluna saptırdılar." (MSW, 1.63.)
Bütün bu başarısızlıklar, burjuva-demokratik devrimin hedeflerine
bujuvazinin önderliğinde ulaşılamayacağını kanıtladı:
"Çin devriminin niteliği nedir? Bugün ne tür bir devrim
yapıyoruz? Bugün burjuva-demokratik bir devrim yapıyoruz ve
yaptığımız her şey bu devrimin alanı içindedir. Şimdilik genel
olarak burjuva özel mülkiyet sistemini yıkmamalıyız; bizim
yıkmak istediğimiz, emperyalizm ve feodalizmdir. Burjuva-
demokratik devrim derken, işte bunu söylemek istiyoruz. Ne var
ki, bu devrimin gerçekleştirilmesi daha şimdiden burjuvazinin
gücünü aşmış bulunmaktadır ve proletaryanın ve geniş halk
yığınlarının çabalarına dayanmak zorundadır." (MSVV, 2. 242.)
Böylelikle Mao Zedung, burjuva-demokratik devrimin, ulusal bur-
juvazi de içinde olmak üzere emperyalizme ve feodalizme karşı olan
bütün öteki sınıfların desteğiyle proletarya tarafından gerçekleştirilmesi
gerektiğini ortaya koydu. Bu, Mao Zedung'un eski tipte burjuva-
demokratik devlimden ayni etmek amacıyla "yeni-demokratik" diye ad-
landırdığı yeni tipte bir burjuva-demokratik devrimdi. I939'da şunları
yazıyordu Mao Zedung:
"Bugünkü aşamada Çin devrimi gerçeklen hangi niteliktedir? Bir
burjuva.-demokıatik devrim midir, yoksa bir proleter-sosyalist dev-
rim mi? Hiç şüphe yok ki, ikincisi değil, birincisidir... Ne var ki,
39
bugünkü Çin'de burjuva-demokralik devrim artık köhnemiş olan
eski genel tipte bir devrim değildir, yeni özel tipte bir devrimdir.
Biz buna yeni-demokratik devrim diyoruz; bu tip devrim Çin'de
olduğu kadar bütün öleki sömürge ve yarısömürge ülkelerde de
gelişmektedir. Yeni demokratik devrim, dünya proleter-sosyalist
devriminin bir parçasıdır, çünkü emperyalizme, yani uluslararası
kapitalizme kararlılıkla karşı çıkmaktadır... Yeni-demokratik dev-
rim, proletarya önderliğindeki geniş halk yığınlarının an-
tiemperyalist, antifeoda'l devrimidir. Çin toplumu ancak böyle bir
devrimden geçerek sosyalizme ilerleyebilir. Başka bir yol yoktur."
(MSW, 2. 326-327.)
İşte Çin'de 1949 yılında kurulan ve bur juva-dcmokralik devrimin ta-
mamlanmasını ve proleter-sosyalist devrimin başlangıcını belirleyen de-
mokratik halk diktatörlüğünün gelişimi böyle oldu. Çin'deki demokratik
halk diktatörlüğü. Ekim Devrimi'ylc açılan yeni çağda bir yarısömürge
ülkenin koşullarına uygun düşen yeni biçimde bir proletarya dik-
tatörlüğüdür. İşçi-köylü ittifakına dayanması, başka bir deyişle, pro-
letarya ile köylülüğün proletarya önderliğindeki ittifakına dayanması
bakımından Sovyet biçimine de benzemekledir; ama ittifakın temelinin
daha geniş olması bakımından, yani ittifakın tüm köylülüğü ve ulusal
burjuvaziyi de içermesi bakımından Sovyet biçiminden ayrılmaktadır.
Çin'de proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme öyle ele alındı ki, ulu-
sal burjuvazi 1949'daki yeni-demokratik devrimde proletaryanın
önderliğini kabul etti. Bunun gerçekleşebilmesiııin nedeni, proletaryaya,
Mao Zedung'un Çin'deki somut koşullara uyguladığı Lcnin'in kesintisiz
devrim teorisinin yol göstermesiydi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
PROLETARYA VE KÖYLÜLÜK
Bugüne kadar tarihteki bütün hareketler, ya azınlık ha-
reketleri olmuşlardır ya da azınlıkların yararına hareketler.
Proletarya hareketi ise ezici çoğunluğun bilinçli, bağımsız
hareketidir. Bugünkü toplumumuzun en aşağı tabakası olan
proletarya, üzerindeki-bütün öteki toplum tabakalarını ha-
vaya savurmadan silkinip ayağa kalkamaz.
Komünist Partisi Manifestosu
1. Proletaryanın Önder Rolü
Modem toplumda gerçekten devrimci olan tok bir sınıf vardır:
"Komünist Manifestomdan başlayarak bütün modern sosyalizm,
kapitalist toplumda gerçekten devrimci biricik sınıfın proletarya
olduğu şeklindeki su götürmez gerçeğe dayanır. Öteki sınıflar
ancak bazı bakımlardan ve belirli koşullarda devrimci olabilirler
ve olurlar da." (LCW, 6. 197.)
Proletaryanın bu duruma nasıl eriştiğini kavramak önemlidir.
Daha önce de gördüğümüz gibi, proletarya ile burjuvazi arasındaki
karşıtlık, kapitalist toplumdaki temel çelişmenin, yani üretimin top-
lumsal niteliği ile mülkiyelin özel niteliği arasındaki çelişmenin bir
yansımasıdır. Kapitalizm geliştikçe, küçük çapta üretim yerini büyük
çapta üretime bırakır, böylece üretim ile mülkiyet arasındaki çelişme
şiddetlenir ve en sonunda yıkılıp giden özel mülkiyet sisteminin ye-
rini kamu mülkiyeti sistemi, yani sosyalizm alır.
40
41
Kapitalist üretimin birimi, çok sayıda işçiyi bir araya, getiren fab-
rikadır. Bu işçiler, yaşayabilmek için kapitalistlere sattıkları
işgüçlerinden başka hiçbir şeye sahip değildirler. Bütün emekçiler
arasında en yoğun bir biçimde sömürülen onlardır; ama bir arada
çalıştıkları için, kendilerini savunmak üzere örgütlenebilecek bir du-
rumdadırlar. Ortak düşmana karşı birleşik bir tutum takınırlar, sınıf bi-
lincine erişirler, sendikalar kurarlar, bağımsız bir işçi sınıfı partisi
yaratırlar ve mücadelelerinin bir ürünü olan Marksist teoriyle silahlanırlar:
"İşçilerin içinde yaşadıkları koşullar, onları mücadele edebilecek
duruma getirir ve mücadele etmeye zorlar. Sermaye, işçileri
geniş kitleler halinde büyük şehirlerde toplar, birleştirir ve
onlara birlikte hareket etmeyi öğretir. İşçiler her adım başında
ana düşmanlarıyla, yani kapitalist sınıfla karşı karşıya gelirler.
İşçi bu düşmana karşı savaş içerisinde sosyalist olur, bütün
toplumun tepeden tırnağa yeniden kurulmasının, bütün yoksulluk
ve zulmün baştan aşağı yok edilmesinin zorunluluğunu kavrar."
(LCW, 16. 301.)
"Pratiğinin ilk döneminde, makinelerin parçalanması ve ken-.
diliğinden mücadele döneminde proletaryanın kapitalist topluma
ilişkin bilgisi henüz algısal bilgi aşamasmdaydı; proletarya, ka-
pitalizmin olgularının yalnızca bazı yönlerini ve dış ilişkilerini bi-
liyordu. O dönemde proletarya hâlâ 'kendi içinde sınıf idi. Ama
pratiğin ikinci dönemine, bilinçli ve örgütlü iktisadi ve siyasi
mücadeleler dönemine ulaştığında, proletarya, kapitalist toplumun
özünü, toplumdaki sınıflar arasındaki sömürü ilişkilerini ve kendi
tarihi görevini kavradı; bütün bunları kendi pratiğiyle ve Marx ve
Engels'in proletaryayı eğitmek amacıyla, Marksist teoriyi yaratmak
için bilimsel bir biçimde bütün yönleriyle özetledikleri uzun süreli
mücadele tecrübesiyle kavradı. İşte ö zaman proletarya 'kendisi
için sınır durumuna geldi." (MSW, 1. 301.)
Dolayısıyla proletaryanın, önder rolünü, kapitalist toplumdaki
başçelişmenin esas yönü ile kendisini bilinçli bir biçimde
özdeşleştirmekle edindiğini söyleyebiliriz. Proletarya, insanlığın uzun
süreli çıkarlarını temsil eder. Burjuvazi nasıl kapitalist üretim güçlerinin
gelişmesini köstekleyen feodal düzeni yıklıysa, proletarya da top-
lumun sınıflara bölünmesine ve insanın insan tarafından
sömürülmesine son verecek gelişmeyi ilerletebilmek için üretim
güçlerini özgür kılmak amacıyla kapitalist düzeni yıkar.
2. İşçi-Köyiü İttifakı
Proletaryanın tersine, köylülük küçük çapta üretimle ve özel
mülkiyetle bağıntılıdır:
"İşçinin hiçbir üretim aracı yoktur; işçi kendisini, ellerini,
işgücünü satar. Köylünün ise üretim araçları -aletleri, hay-
vanları, kendi toprağı ya da kiraladığı bir toprak- vardır; köylü
kendi ekip biçtiği ürünleri satan bir küçük mülk sahibi, bir
küçük girişimci, bir küçük burjuvadır." (LCW, 18. 37.)
"Köylüler, küçük mülk sahibi bir sınıftır. Özgürlük ve sosyalizm
mücadelesi açısından bu sınıfın durumu işçilerin durumundan
çok daha elverişsizdir. Köylüler, büyük işletmelerdeki çalışma
tarafından bir araya getirilmiş değildirler; tam tersine, kendi
küçük, bireysel çiftliklerinde dağınıktırlar, işçilerin tersine, ka-
pitalistin kişiliğinde açık, belirgin, tek bir düşman görmezler
karşılarında. Köylüler kendileri de belli ölçüde efendi ve mülk si-
hibidirler." (LCW, 11.394.)
Ama gene de, kapitalizmin eşit olmayan gelişmesinden doğan be-
lirli koşullarda, proletarya köylü kitlelerini kendi safına kazanabilir.
Rusya'da kapitalizm Batı Avrupa'dan daha geç gelişti. Hem bu
yüzden, hem de kısmen Batı sermayesince desteklendiği için, Batı Av-
rupa kapitalizminden daha hızlı bir gelişme gösterdi. Bunun sonucunda,
daha feodal toplumun başçelişmesi olan köylüler ile feodaller
arasındaki karşıtlık çözülmeden, kapitalist toplumun başçelişmesi olan
proletarya ile burjuvazi arasındaki karşıtlık devrim aşamasına girdi. Bu
iki çelişme iç içe geçti1
. Bu koşullarda, büyük burjuvazi ile feodallerin it-
tifakıyla karşı karşıya kalan proletarya, köylülükle antifeodal bir ittifak
kurarak halk yığınlarını kendi çevresinde topladı. İşçilerle köylüler
arasındaki bu ittifak, devrim harekelinin temelini oluşturdu:
42 43
"Proletarya tek başına galebe çalacak kadar güçlü değildir. Şehir
yoksullarının bağımsız çıkarları yoktur; proletarya ve köylülükle
kıyaslandığında şehir yoksulları bağımsız bir güç değildirler,
Köylük bölgelerdeki nüfusun, mücadeleye önderlik etmek
bakımından değil -böyle bir şey söz konusu değildir- zaferi güvence
altına almak bakımından belirleyici bir rolü vardır." (LCW, 11.343.)
"Demokratik devrimi ancak proletarya tamamlayabilir; ama bunu
gerçekleştirebilmesi için, modern toplumdaki gerçekten devrimci
biricik sınıf olan proletaryanın, köylü kitlelerine önderlik etmesi ve
onların büyük toprak sahipliğine ve feodal devlete karşı verdikleri
mücadeleye siyasi bilinç kazandırması gerekir." (LCW, 12. 139,)
Çin'de kapitalizm Rusya'dakinden de geç gelişti; Çin'de ka-
pitalizm, emperyalist baskının etkisi altındaki feodal toplumun iç
çelişmelerinden doğdu:
"Tüccarların, toprak ağalarının ve bürokratların bir kesimi nasıl
Çin burjuvazisinin habercisi idiyse, köylülerin ve zanaat işçilerinin
bir kesimi de Çin proletaryasının habercisiydi. Farklı toplumsal
sınıflar olarak Çin burjuvazisi ve proletaryası yeni doğmuşlardır ve
daha önce Çin tarihinde hiçbir zaman var olmamışlardır. Bunlar,
feodal toplumun dölyatağında doğarak yeni toplumsal sınıflar ha-
line gelmişlerdir. Bunlar, Çin'in eski (feodal) toplumundan
dünyaya gelen ikiz kardeşlerdir; birbirlerine hem bağlı, hem de
karşıttırlar. Ne var ki, Çin proletaryası, yalnızca Çin ulusal bur-
juvazisiyle birlikte değil, aynı zamanda doğrudan doğruya Çin'deki
emperyalistler tarafından yürütülen işletmelerle birlikte doğup
gelişmiştir. İşte bu yüzden, Çin proletaryasının çok büyük bir ke-
simi, Çin burjuvazisinden daha yaşlı ve daha tecrübelidir;
dolayısıyla da, daha büyük ve daha geniş temeli olan bir toplumsal
güçtür." (MSW, 2. 310.)
Bu koşullarda, komprador burjuvazi, toprak ağaları ve em-
peryalistlerin ittifakıyla karşı karşıya kalan proletarya, köylülükle an-
tifeodal, antiemperyalist bir ittifak kurdu ve böylece ulusal burjuvazi
de içinde olmak üzere halk yığınlarını kendi safında topladı:
"Çin proletaryası, en yüksek siyasi bilince ve örgütlenme
anlayışına sahip sınıf olmasına karşın, zafere yalnızca kendi
gücüyle erişemeyeceğini kavramalıdır. Zafere ulaşabilmek için,
değişen koşullara göre, devrimde yer alabilecek bütün sınıf ve ta-
bakalarla birleşmeli ve devrimci bir birleşik cephe örgütlemclidir.
Çin toplumundaki bütün sınıflar içinde, köylülük işçi sınıfının
sağlam bir müttefikidir; şehir küçük burjuvazisi güvenilir bir
müttefiktir; ulusal burjuvazi ise belli dönemlerde ve belli ölçüde bir
müttefiktir. Bu, Çin'in modern devrim tarihinin ortaya koyduğu
temel yasalardan biridir." (MSW, 2. 325.)
Çin'de köylülüğün kendi siyasi partisinin olmaması, proletaryanın
köylülük üzerindeki etkisini artırdı:
Çin'de yalnızca köylüleri temsil eden bir siyasi parti bulunmadığı
ve ulusal burjuvazinin siyasi partileri de kapsamlı bir toprak prog-
ramına sahip olmadıkları için, kapsamlı bir toprak programı hazırlayıp
uygulayan, köylülerin çıkarları uğrunda canla başla savaşan ve
böylece köylülerin ezici çoğunluğunu büyük bir müttefik olarak
kazanan Çin Komünist Partisi, köylülerin ve bütün öteki devrimci
demokratların önderi olmuştur. (MSV 3. 298.)
Böylelikle, Rusya'da olduğu gibi Çin'de de işçi-köylü ittifakı dev-
rim hareketinin temelini oluşturdu:
"Tecrübemizi özetleyecek ve tek bir noktada toplayacak olursak,
sonuç şudur: İşçi sınıfı önderliğinde (Komünist Partisi aracılığla) ve
işçilerle köylülerin ittifakına dayalı demokratik halk diktatörlüğü."
(MSW,4.422.)
Her iki ülkede de proletarya, önderlik ettiği hareket içerisinde
azınlıktaydı; ama Lenin'in de belirttiği gibi, proletaryanın gücünü
sayısıyla ölçmemek gerekir:
"Herhangi bir kapitalist ülkede proletaryanın gücü, toplam nüfus
içinde temsil ettiği orandan çok daha fazladır. Çünkü proletarya,
kapitalizmin tüm iktisadi sisteminin sinir merkezini elinde tutar
44 45
ve aynı zamanda kapitalizm koşullarında emekçi halkın
çoğunluğunun gerçek çıkarlarını iktisadi ve siyasi bakımdan dile
getirir." (LCW, 30. 274.)
Üslelik gerek Rusya'da, gerek Çin'de, sayıca az olmasına karşın,
proletarya, reformculuğun etkisinden oklukça uzak kalmıştı. Lenin,
Rus işçileriyle ilgili olarak şunları söylüyordu:
"Rusya'da aydınlar, küçük burjuvazi vb. arasında oportünizmin ve
reformculuğun her rengini görüyoruz. Ama bu, işçilerin siyasi
bakımdan elkin kesimlerinin ancak önemsiz bir azınlığını et-
kilemiştir. Ülkemizde fabrika işçilerinin ve memurların ayrıcalıklı
tabakası çok sınırlıdır. Legalitc tapınmacalığı burada
başgösteremez." (LCW, 21.319.)
Mao Zedung da Çin işçileri için aynı şeyi söylemektedir:
"Avrupa'dakinin tersine, sömürge ve yarısömürge Çin'de re-
formculuğun iktisadi temeli bulunmadığından, birkaç grev kırıcı
dışında bütün prolelarya son derece devrimcidir." (MSW, 2. 324.)
Demek ki, proletaryanın rolündeki belirleyici etken, onun sayısal
gücü değil, siyasi gücüdür.
3. Köylülüğün Farklılaşması
1861 Köylü Reformu'ndan önce, Rusya'nın köylük bölgelerindeki
üretim ilişkilerinde feodalizm hüküm sürmekteydi. Üretim birimi, ik-
tisadi bakımdan kendi kendine yelerli köy ya da köyler topluluğuydu.
Köylülerin ürettikleri, ya kendileri ya da bağlı bulundukları toprak sa-
hipleri tarafından tüketilirdi. Eğer bir ürün fazlası olursa, o yörenin
pazarında elden çıkarılırdı. Kötü mahsuller ve borçlanmalar so-
nucunda köylülerin çoğu yoksul düşmüştü.
' 1861'den sonra, mela üretiminin hızla gelişmesiyle birlikte, bu
ilişkiler büyük ölçüde kapitalist ilişkilere dönüştü. Ama aynı zamanda
büyük toprak sahipleri feodal ayrıcalıklarının birçoğunu korudular ve
böylece kapitalizmin daha da gelişmesine köstek oldular. Yüzyılımızın
başlarında köylük bölgelerindeki nüfusun yüzde 15 kadarını zengin
köylüler, yani ücretli işçi çalıştıran kapitalist çiftçiler; yüzde 65 kadarını
yoksul köylüler, yani işgüçlerini satarak geçinen az topraklı ya da top-
raksız köy proleterleri ya da yarıproletcrleri; geri kalanını da orta
köylüler, yani durmadan proleterleşmeye itilen küçük toprak sahipleri
oluşturmaktaydı (LCW, 6. 389,28. 56).
Feodal ilişkilerin bütünüyle ortadan kaldırılmasında köylülüğün
bütün kesimlerinin ortak çıkarı vardı. Ama köylülük ile feodal toprak sa-
hipleri arasındaki bu çelişmenin yanı sıra, köylülüğün kendi içinde git-
tikçe derinleşen bir uçurum söz konusuydu. Özellikle 1905 yılından
sonra köylülük, köy burjuvazisi (kulaklar) ve köy proletaryası diye ikiye
bölündü (LCW, 15. 42). Buna uygun olarak Sosyal-Demokratlar, yani
proletarya partisi, burjuva-demokratik devrimi desteklemeleri için bülün
köylülüğü seferber etme ve aynı zamanda yoksul ve orta köylüleri, uzun
süreli çıkarlarının, sosyalizm uğruna mücadele içinde güçlerini sanayi
proletaryasıyla birleştirmede yattığına inandırma görevini üstlendi:
"Sosyal-Demokratlar, köylü harekelinin, kendilerine ikili bir
görev yüklediğini tekrar tekrar belirtmişlerdir. Hiç kuşTcusuz,
devrimci-demokratik bir hareket olduğuna göre, bu hareketi des-
teklemeli ve ilerletmeliyiz. Aynı zamanda, kendi proleter sınıf
bakış açımızı hiç şaşmadan korumalıyız; köy proletaryasını,
şehir proletaryası gibi ve onunla birlikte bağımsız bir sınıf par-
tisinde örgütlcmeliyiz; köy proletaryasına, kendi çıkarlarının bur-
juva köylülüğün çıkarlarına karşıt olduğunu açıklamalıyız; köy
proletaryasını sosyalist devrim uğrunda savaşmaya çağırmalı ve
ona, zulüm ve yoksulluktan kurtulmanın köylülüğün çeşitli ke-
simlerini küçük burjuva yapmakla değil, ancak tüm burjuva
düzeninin yerine sosyalisl düzeni geçirmekle mümkün olduğunu
göstermeliyiz." (LCW, 8. 321.)
"Bilim ve teknolojideki her ilerleme, kapitalist toplumdaki küçük
çapta üretimin temellerini ister istemez ve acımasızca sarsar: Çoğu
zaman karmaşık ve çapraşık olan bu süreci bütün bilimleriyle
araştırmak ve küçük üreticiye kapitalizm koşullarında yerini ko-
rumasının mümkün olmadığını, köylü üretiminin kapitalizm
46 47
koşullarındaki umutsuzluğunu ve köylünün, proletaryanın tu-
lumunu benimsemesi gerektiğini göstermek, sosyalist ekonomi
politiğin görevidir." (LCW, 15. 35.)
"Proleter, küçük köylüye şöyle der: Sen yarıproletersin, onun için
işçilerin önderliğini izle; tek kurtuluş yolun budur. Burjuva, küçük
köylüye şöyle der: Sen bir küçük mülk sahibisin, 'emekçi bir
çif'tçi'sin. Emek ekonomisi kapitalizm koşullarında da 'büyür'. Sen,
proletaryanın yanında değil, mülk sahiplerinin yanında olmalısın.
"Küçük mülk sahibi iki ruhludur: Biri proleter ruh, öteki de
'mülk sahibi' ruhu." (LCW, 20. 216.)
Yeniden Çin'e baktığımızda, orada bireysel üretimin Rusya'ya oranla
çok daha uzun bir süredir yerleşmiş olmasına karşın, üretim ilişkilerinin
ta 1949 yılına kadar büyük ölçüde feodal nitelikle kaldığını görüyoruz:
"Köylü kitleleri arasında, binlerce yıldır her aile ya da hanenin bir
üretim birimi oluşturduğu bireysel ekonomi sistemi va-
rolagclmiştir. Bu dağınık, bireysel üretim tarzı, feodal yönetimin
iktisadi temelidir ve köylüleri sürekli bir yoksulluk içinde tut-
maktadır." (MSW, 3. 156.)
Çin köylülüğü 1939 yılında şöyle değerlendirilmekleydi:
"Köylülük, Çin'in toplam nüfusunun aşağı yukarı yüzde 80'ini
oluşturmaktadır ve bugün Çin'in ulusal ekonomisinin ana güeüdür.
"Köylülük içerisinde keskin bir kutuplaşma süreci meydana gel-
mekledir.
"Birincisi, zengin köylüler. Zengin köylüler, köy nüfusunun
aşağı yukarı yüzde 5'ini (ya da toprak ağalarıyla birlikte yüzde
10'unu) oluşlurmakta ve köy burjuvazisini meydana ge-
tirmekledir. Çin'deki zengin köylülerin çoğu yarıfeodal bir ni-
telik taşımakladırlar; çünkü lopraklarının bir bölümünü kiraya
vermekte, tefecilik yapmakla ve tarım emekçilerini amansızca
sömürmektedirler. Ama genellikle kendileri de çalıştıkları için,
köylülüğün bir parçasıdır. Zengin köylü üretim tarzı, belirli bir
dönem için yararlı kalacaktır. Genel olarak bakıldığında, zengin
köylüler, köylü kitlelerinin antienıperyalist mücadelesine bazı
yararlı katkılarda bulunabilirler ve toprak ağalarına karşı
yürütülen toprak devrimi mücadelesinde tarafsız kalabilirler...
"İkincisi, orta köylüler. Orta köylüler, Çin'in köylük bölgelerdeki
nüfusunun yüzde 20 kadarını oluşturmaktadır. Bunlar iktisadi
bakımdan kendi kendilerine yeterlidirler... ve genellikle başkalarını
sömürmemekle, lam tersine emperyalizm* toprak ağası sınıfı ve bur-
juvazi tarafından sömürülmektedirler. Hiçbir siyasi hakları yoktur...
Orta köylüler yalnızca antiemperyalisl devrime katılmakla kal-
mayabilir, aynı zamanda sosyalizmi de benimseyebilirler..
Dolayısıyla, tüm Orta köylülük, proletaryanın güvenilir bir müttefiki
olabilir ve devrimin önemli bir itici gücüdür...
"Üçüncüsü, yoksul köylüler. Çin'deki yoksul köylüler, tarım
emekçileriyle birlikte, köy nüfusunun aşağı yukarı yüzde 7()'ini
meydana getirmektedir. Yoksul köylüler, topraksız ya da az topraklı
geniş köylü kitleleridir; köylük bölgelerin yarıprolcterlcridirlcr; Çin
devriminin en büyük itici gücüdürler; proletaryanın doğal ve en
güvenilir müttefiki ve Çin'in devrimci güçlerinin ana kitlesidirlcr."
(MSW, 2.323.)
Çin köylülüğüne ilişkin bu değerlendirmeyi Lenin'in Rus
köylülüğüyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmeyle karşılaştırdığımızda
Çin'deki işçi-köylü ittifakının daha geniş bir temele dayandığını ve bu
faklıhğın da yeni bir çelişmeden, yani Çin halkı ile emperyalizm
arasındaki çelişmeden doğduğunu görüyoruz. Çin proletaryası, em-
peryalizme karşı mücadelenin başına geçerek, sınıf güçleri dengesinde
bir değişiklik yaratmayı ve böylelikle köylük bölgelerdeki başdüşmanı,
yani feodal toprak ağalarını tecrit etmeyi başardı. Çin proletaryası bunu
başarabildi, çünkü kendisine Komünist Partisi aracılığıyla yol gösteren
teori, Mao Zedung tarafından Çin'e uygulanan Lenin'in işçi-köylü ittifakı
leorisiydi.
48 49
4. Ltımpcn Proletarya
Görüldüğü gibi, işçi-köylü ittifakı esas olarak sanayi işçileri ile
yoksul köylülerin bir ittifakı, yani şehir ve köy proletaryası ve
yarıproleterlerin bir ittifakıdır. Geriye lümpen proletarya kalıyor.
Bu kesim, üretimle düzenli bir biçimde uğraşmayan, örgütsüz ve
örgütlenme yeteneğinden büyük ölçüde yoksun unsurlardan, hiçbir sınıl"
içinde yer almayan, yozlaşmış unsurlardan oluşur. İşçi sınıfı ha-
rekelinin ilk günlerinde, proletaryanın henüz ayrı bir sınıf olarak kendi
bilincine varmak ve sendikaların yaralılması için gerekli olan dayanışma
ve disiplini geliştirmek üzere mücadele verdiği dönemde, lümpen pro-
letarya hareket için bir gizildeğer olmaktan çok, bir tehlikeydi:
"Eski toplunuın en alı tabakalarının içlerinden çıkarıp attıkları o
sessizce çürüyüp giden yığın, toplumun tortusunu oluşturan o
'tehlikeli sınıf, ara sıra bir proletarya devrimiyle hareketin içine
sürüklenebilir; ne var ki, lümpen proletaryanın yaşama koşulları
onu gerici entrikaların salın alınmış bir aleti haline gelmeye çok
daha yatkın kılmakladır." (MIH, I. 44.)
Rus işçiler 1918 yılında, savaşın yarattığı güç koşullar altında
üretimi yeniden örgütleme mücadelesi verirlerken, Lenin de aynı
uyarıda bulunuyordu:
"Savaş hiç kuşkusuz hem cephe gerisindeki, hem de cephedeki in-
sanları yozlaştırmaktadır; savaş gereçleriyle ilgili işlerde
çalışanlar çok yüksek ücretler almakta ve bu da, savaştan kaçmak
için gizlenenlere, bir şeyler 'kapıp' sura kadem basmaktan başka
bir şey düşünmeyen serseri ve yaııserseri unsurlara çekici gel-
mekledir. Ama bunlar, eski kapitalist düzenden geriye kalan en
kötü unsurlardır, lüm eski kötülüklerin taşıyıcılarıdır; bunları del'
edip almalı, fabrikalara en iyi proleter unsurları yerleştirmeli ve
onları geleceğin sosyalisl Rusya'sının çekirdekleri haline ge-
tirmeliyiz." (LCW, 26.468.)
Lenin'in bu sözleriyle Mao Zedung'un şu değerlendirmesi
karşılaşlırılabilir:
"Bütün bunların dışında, toprağını yitiren köylülerden ve iş bu-
lamayan zanaatkarlardan meydana gelen oldukça geniş bir lüm-
pen proletarya vardır. Bunlar son derece güvensiz bir hayat
sürdürmektedirler... Çin'in en güç sorunlarından biri de, bu in-
sanların nasıl ele alınacağı sorunudur. Yiğit birer savaşçı olan,
ama yıkıcı eğilimler taşıyan bu insanlar, doğru yönlendirilirlerse
devrimci bir güç haline gelebilirler." (MSW, I. 19.)
"Çin'in sömürge ve yarısömürge durumu, köylerde ve şehirlerde
büyük bir işsiz kitlesi yaratmıştır. Geçimlerini meşru yollardan
sağlama olanaklarından yoksun kılınan bu insanlardan pek çoğu
meşru olmayan yollara başvurmak zorunda kalmışlar ve böylece
birer .soyguncu, gangster, dilenci, fahişe ve boşinanç sömürücüsü
olup çıkmışlardır. Bu, tutarsız bir toplum tabakasıdır; bazıları ge-
rici güçler tarafından satın alınmaya yatkın olmakla birlikte,
bazıları da devrime katılabilir. Yapıcı niteliklerden yoksun olan
bu insanlar, yapıcılıktan çok, yıkıcılığa yatkındırlar; devrime
katıldıktan sonra, devrimci sallarda başıboş asilerin ve aııanşist
ideolojinin kaynaklarından biri haline gelirler. Dolayısıyla,
onların nasıl yeniden kalıba dökülmeleri gerektiğini bilmeli ve
yıkıcılıklarına karşı tetikle olmalıyız." (MSW, 2. 325.)'
İlkinden daha olumlu olan bu değerlendirme, dünya devriminin iler-
lemesini yansıtmaktadır. Emperyalist sömürü yoğunlaştıkça, sürekli
işsizlerin sayısı artmaktadır; ama öle yandan da devrimci mücadele
geliştikçe, uluslararası proletaryanın emperyalizm tarafından toplum
dışına itilmiş tüm insanlar üzerindeki elkisi de yaygınlaşmaktadır.
5. Batı Proletaryası
Proletaryanın büyümesi kapitalizmin gelişmesi tarafından be-
lirlendiğine ve kapitalizm de en çok Balı'nın ileri ülkelerinde gelişmiş
olduğuna göre, bu ülkelerde şimdiye kadar niçin hiçbir proletarya
devriminin gerçekleşmediği sorulabilir? İlk başlarda Marx ve Engels
ilk proletarya devriminin Almanya'da meydana geleceğini
50 51
umuyorlardı, ama bu umutları gerçekleşmedi. Fransız işçileri 1871
yılında Paris'te iktidarı ele geçirmeyi başardılar, ama elde tutamadılar.
Ekim Devrimi meydana geldiği sıralarda Rusya, Avrupa'nın en geri
ülkesiydi. İkinci Dünya Savaşı'nın biliminde çeşitli Orta Avrupa
ülkelerinde devrim oldu, ama Batı'da olmadı. 1949 yılında Çin, 1917
Rusya'sından daha geri bir ülkeydi.
Bu sorunun aynı zamanda tersinden sorulması gerekir: Rusya ve
Çin devrimleri niçin o kadar erken gerçekleşti? Bu sorunun karşılığı,
daha önce de gördüğümüz gibi, kapitalizmin eşit olmayan gelişmesinde
yatmaktadır. Batı burjuvazisinin emperyalizm aşamasına geçtiği bir
dönemde, Rusya ve Çin'deki burjuvazi hâlâ feodalizmin zincirlerini sil-
kip atmaya çabalıyordu. Burjuvazi, Rusya'da Balı sermayesine bağımlı
olduğundan (LCW, 20. 399), Çin'de ise emperyalist baskı yüzünden
daha da güçsüz düşmüştü. Buna karşılık proletarya, Rusya'da Batfdan
edindiği devrimci tecrübelerle, Çin'de ise Ekim Devrimi örneği ve Sov-
yetler Birliği'nin desteğiyle güçlenmişti. Bu dış etkenlerin bir araya
gelmesi sonucunda, iç çelişmeler şiddetlendi ve böylece sınıf güçleri
dengesi proletarya yararına değişti.
Kapitalist gelişimin çok önce başladığı Batı'da feodalizm hemen
hemen bütünüyle yok edilmiş ve burjuvazi daha ilk başlardan Amerika ve
Asya'yı yağmalayarak zenginleşmişti. Böylece burjuvazi ülke içindeki
durumunu güçlendirmişti. Sömürge ülkelerin sömürülmesinden elde edi-
len dev kârları ceplerine indiren burjuvalar, sanayi işçilerine önemli
ödünler vermişler ve işçi önderlerinden birçoğunu satın almışlardı.
Bunun sonucunda, emperyalizmin anavatanı olan ülkelerin proletaryasını
sömürge ülkelerin işçilerinden ve köylülerinden ayıran uçurumun yanı
sıra, emperyalizmin anavatanı olan ülkelerin proletaryası da bölünmüş ve
burjuva ideolojisiylc büyük ölçüde zehirlenmişti. Emperyalizmin bu
ülkelerdeki etkisi, iç çelişmelerin hafiflemesi ve böylece sınıf güçleri den-
gesinin burjuvazi yararına değişmesi sonucunu doğurmuştu.
Birçok yazısında açıkça görüldüğü gibi Lenin de bu kanıdadır:
"Toplumsal devrimi ancak tüm toplumu besleyen proleter sınıf
gerçekleştirebilir. Ne var ki, sömürge siyaseti sonucunda, Av-
rupa proletaryası kısmen, tüm toplumun kendi emeğiyle değil de,
sömürge ülkelerdeki köleleştirilmiş yerli halkın emeğiyle
52
beslendiği bir durumda bulunmaktadır... Bu durum bazı
ülkelerde proletaryanın sömürgeci şovenizmle zehirlenmesinin
maddi ve iktisadi temelini oluşturmaktadır." (LCW, 13. 77.)
"Ulusal sorun açısından, ezen ve ezilen ulusların işçilerinin
gerçek durumu aynı mıdır? Hayır, aynı değildir.
" 1) iktisadi bakımdan, aradaki fark, ezen ulusların işçi sınıfının bazı
kesimlerinin, bu ulusların burjuvazisinin ezilen ulusların işçilerini
fazladan sömürerek elde ettiği aşırı kârlardan kırıntılar almalarıdır.
Ayrıca, iktisadi istatistikler, burada işçilerin ezilen uluslardakine
oranla daha büyük bir yüzdesinin 'ustabaşıları' haline geldiğini, işçi
aristokrasisine yükseldiğini göstermektedir. Bu bir gerçektir. Ezen
ulusların işçileri, ezilen ulusların işçilerini (ve halk yığınlarını)
yağmalamada kendi burjuvazileriyle bir ölçüde ortaktırlar.
"2) Siyasi bakımdan, aradaki fark, ezilen ulusların işçileriyle
kıyaslandığında, ezen ulusların işçilerinin siyasi hayatın birçok
alanımla ayrıcalıklı bir durumda bulunmalarıdır.
"3) İdeolojik ya da manevi bakımdan, atadaki fark, ezen ulusların
işçilerinin, gerek okulda, gerekse hayatta, ezilen ulusların
işçilerinden nefret etmeyi ve onları aşağılamayı öğrenmeleridir."
(İ.CW, 23. 55.)
"Sömürgeleri ve kendilerinden zayıf ülkeleri soyarak asalak bir
biçimde palazlanan bir avuç en zengin emperyalist ülkenin önemini
programımızda daha da güçlü bir biçimde vurgulamak ve daha
canlı bir biçimde dile getirmek belki de daha doğru olurdu. Bu, em-
peryalizmin çok önemli bir özelliğidir. Bu özellik, emperyalizmin
talanına uğrayan ülkelerde ve emperyalist devler tarafından ezilme
ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan (Rusya gibi)
ülkelerde güçlü devrimci hareketlerin yükselmesini belli ölçüde ko-
laylaştırmakta, ama öte yandan da birçok sömürgeyi ve yabancı
ülkeyi emperyalist yöntemlerle yağmalayan ve böylece kendi
nüfusunun oldukça geniş bir kesimini de emperyalist yağmanın
bölüşülmesine ortak eden ülkelerde köklü devrimci hareketlerin
yükselmesini belli ölçüde engelleme eğilimi göstermektedir."
(LCW,26. 168.)
53
"Ne var ki, İngiliz sömüıgelerindcki milyonlarca insanın lam
anlamıyla köleleştirilıııesi sayesinde... İngiltere'de küçük burjuva
yaşama düzeyine sahip olan işçilerin ve büro işçilerinin yüzdesinin
son derece yüksek olduğu unutulmamalıdır." (LCW, 32.456.)
Dolayısıyla, emperyalist ülkelerde, en devrimci sınıl* olan pro-
letaryanın bile devrimci olmaktan tızaklaşabileceğini görüyoruz.
Bütün dünyada ezilen halkların ayağa kalktığı ve emperyalizmin
toplan çöküşe gittiği günümüzde, Batı'daki durum değişmeye
başlamakladır. Bu ülkelerdeki işçilerin nisbeten yüksek yaşama
düzeyi sömürge ülkelerin sömürülmesi temelinde elde edildiğine göre,
bu temelin çökmesi sonucunda işçiler reformcu hayalleri terk etmeye
zorlanacak ve böylece devrimci bilinçlerini yeniden kazanacaklardır.
Son olarak, bu ileri kapitalist ülkelerde sanayi işçilerinin öleki
ülkelere oranla toplam nüfusun daha yüksek bir yüzdesini
oluşturdukları belirtilebilir. Ama bir kere daha görülüyor ki, pro-
letaryanın gücü sayısıyla ölçülemez,
)
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ULUSAL SORUN
İnsanın insan tarafından sömürülmesi anadan kaldırıldığı
ölçüde, bir ulusun başka bir ulus tarafından sömürülmesi de
ortadan kaldırılmış olacaktır. Ulusun kendi içindeki sınıflar
arasındaki karşıtlık ortadan kalktığı ölçüde, bir ulusun
başka bir ulusa olan düşmanlığı da son bulacaktır.
Komünist Partisi Manifestosu
1. Modern Toplumda Ulus
Ulus, ilk kez, feodalizmden kapitalizme geçiş sırasında meta
üretiminin gelişmesiyle birlikte biçimlenmeye başlayan toplumsal bir
oluşumdur. Bıırjuva-dcmokraiik devrimin hedeflerinden biri de ulusal
bağımsızlıktır. Kapitalist toplumun evriminde, ulusal bağımsızlık
mücadelesi (başka bir deyişle, ulusal hareket) bağımlı bir halkın bur-
juvazisinin yabancı devletin egemenliğini yıkmak ve kendi devletini kur-
mak amacıyla halkın geri kalan bölümünü kendi çevresinde toplamasıyla
birlikle ortaya çıkar. Burada "halk" sözcüğü, aynı topraklar üzeri ıjde
yaşayan ve aynı dili konuşan insan topluluğu anlamında kullanılmaktadır.
Bu tür topluluklar hiç kuşkusuz en eski çağlardan beri var olagelmişlerdir,
ama ancak modern toplumda ulus niteliği kazanmışlardır.
Lenin, ulusal hareketlerin iktisadi temelini şöyle açıklıyordu:
"Meta üretiminin kesin zafere ulaşabilmesi için, burjuvazi
yurtiçi pazarı ele geçirmek zorundadır; halkın aynı dili
54 55
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine
 Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine

More Related Content

Similar to Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine

Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...PraksisDergi
 
Marksizm Nedir?
Marksizm Nedir?Marksizm Nedir?
Marksizm Nedir?SlaytSunum
 
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaSanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaMmm z
 
Latin Amerika’da Popülizmin Değişen Yüzleri: Maskeler, Makyajlar ve Süregelen...
Latin Amerika’da Popülizmin Değişen Yüzleri: Maskeler, Makyajlar ve Süregelen...Latin Amerika’da Popülizmin Değişen Yüzleri: Maskeler, Makyajlar ve Süregelen...
Latin Amerika’da Popülizmin Değişen Yüzleri: Maskeler, Makyajlar ve Süregelen...PraksisDergi
 
Eğt sen mrk eğitimi 2013
Eğt sen mrk eğitimi 2013Eğt sen mrk eğitimi 2013
Eğt sen mrk eğitimi 2013Mustafa Durmuş
 
ANTİ-DEVLETÇİLİK FELSEFESİ
ANTİ-DEVLETÇİLİK FELSEFESİANTİ-DEVLETÇİLİK FELSEFESİ
ANTİ-DEVLETÇİLİK FELSEFESİCOSKUN CAN AKTAN
 
Liberalizmin Ak Kitabi
Liberalizmin Ak KitabiLiberalizmin Ak Kitabi
Liberalizmin Ak KitabiŞükrü ATEŞ
 
Turkish Right of REVOLUTION & Political CORRUPTION
Turkish   Right of REVOLUTION & Political CORRUPTIONTurkish   Right of REVOLUTION & Political CORRUPTION
Turkish Right of REVOLUTION & Political CORRUPTIONVogelDenise
 
Üçüncü Dalga Deneyi 1967 Ron Jones
Üçüncü Dalga Deneyi 1967 Ron JonesÜçüncü Dalga Deneyi 1967 Ron Jones
Üçüncü Dalga Deneyi 1967 Ron Jonesİsmet Çavuşoğlu
 
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28Fdgalgjadg Fhaldfad
 
Demokrasiye çeyrek kala.pdf
Demokrasiye çeyrek kala.pdfDemokrasiye çeyrek kala.pdf
Demokrasiye çeyrek kala.pdfErdem4
 
Ezilenler ve Siyaset: Yeni Bir Tarihin Başlangıcında - Çiğdem Çidamlı
Ezilenler ve Siyaset: Yeni Bir Tarihin Başlangıcında - Çiğdem ÇidamlıEzilenler ve Siyaset: Yeni Bir Tarihin Başlangıcında - Çiğdem Çidamlı
Ezilenler ve Siyaset: Yeni Bir Tarihin Başlangıcında - Çiğdem ÇidamlıPraksisDergi
 
KURTULUŞ PARTİLİ KAMU EMEKÇİLERİ POGRAMI
KURTULUŞ PARTİLİ KAMU EMEKÇİLERİ POGRAMIKURTULUŞ PARTİLİ KAMU EMEKÇİLERİ POGRAMI
KURTULUŞ PARTİLİ KAMU EMEKÇİLERİ POGRAMIkpizmir
 
Praksis 14 - Bu Sayıda
Praksis 14 - Bu SayıdaPraksis 14 - Bu Sayıda
Praksis 14 - Bu SayıdaPraksisDergi
 
HKP Kamu Emekçileri Programı
HKP Kamu Emekçileri ProgramıHKP Kamu Emekçileri Programı
HKP Kamu Emekçileri Programıkpizmir
 
HKP Kamu Emekçileri Programı
HKP Kamu Emekçileri ProgramıHKP Kamu Emekçileri Programı
HKP Kamu Emekçileri Programıkpizmir
 
Cumhuriyetin Düşmanları
Cumhuriyetin DüşmanlarıCumhuriyetin Düşmanları
Cumhuriyetin Düşmanlarımillitrk
 

Similar to Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine (20)

Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
 
LİBERTERYEN FELSEFE
LİBERTERYEN FELSEFELİBERTERYEN FELSEFE
LİBERTERYEN FELSEFE
 
Marksizm Nedir?
Marksizm Nedir?Marksizm Nedir?
Marksizm Nedir?
 
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaSanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
 
Latin Amerika’da Popülizmin Değişen Yüzleri: Maskeler, Makyajlar ve Süregelen...
Latin Amerika’da Popülizmin Değişen Yüzleri: Maskeler, Makyajlar ve Süregelen...Latin Amerika’da Popülizmin Değişen Yüzleri: Maskeler, Makyajlar ve Süregelen...
Latin Amerika’da Popülizmin Değişen Yüzleri: Maskeler, Makyajlar ve Süregelen...
 
Eğt sen mrk eğitimi 2013
Eğt sen mrk eğitimi 2013Eğt sen mrk eğitimi 2013
Eğt sen mrk eğitimi 2013
 
ANTİ-DEVLETÇİLİK FELSEFESİ
ANTİ-DEVLETÇİLİK FELSEFESİANTİ-DEVLETÇİLİK FELSEFESİ
ANTİ-DEVLETÇİLİK FELSEFESİ
 
Liberalizmin Ak Kitabi
Liberalizmin Ak KitabiLiberalizmin Ak Kitabi
Liberalizmin Ak Kitabi
 
Turkish Right of REVOLUTION & Political CORRUPTION
Turkish   Right of REVOLUTION & Political CORRUPTIONTurkish   Right of REVOLUTION & Political CORRUPTION
Turkish Right of REVOLUTION & Political CORRUPTION
 
KS
KSKS
KS
 
Üçüncü Dalga Deneyi 1967 Ron Jones
Üçüncü Dalga Deneyi 1967 Ron JonesÜçüncü Dalga Deneyi 1967 Ron Jones
Üçüncü Dalga Deneyi 1967 Ron Jones
 
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
 
Demokrasiye çeyrek kala.pdf
Demokrasiye çeyrek kala.pdfDemokrasiye çeyrek kala.pdf
Demokrasiye çeyrek kala.pdf
 
SOC 399, 8. DERS
SOC 399, 8. DERSSOC 399, 8. DERS
SOC 399, 8. DERS
 
Ezilenler ve Siyaset: Yeni Bir Tarihin Başlangıcında - Çiğdem Çidamlı
Ezilenler ve Siyaset: Yeni Bir Tarihin Başlangıcında - Çiğdem ÇidamlıEzilenler ve Siyaset: Yeni Bir Tarihin Başlangıcında - Çiğdem Çidamlı
Ezilenler ve Siyaset: Yeni Bir Tarihin Başlangıcında - Çiğdem Çidamlı
 
KURTULUŞ PARTİLİ KAMU EMEKÇİLERİ POGRAMI
KURTULUŞ PARTİLİ KAMU EMEKÇİLERİ POGRAMIKURTULUŞ PARTİLİ KAMU EMEKÇİLERİ POGRAMI
KURTULUŞ PARTİLİ KAMU EMEKÇİLERİ POGRAMI
 
Praksis 14 - Bu Sayıda
Praksis 14 - Bu SayıdaPraksis 14 - Bu Sayıda
Praksis 14 - Bu Sayıda
 
HKP Kamu Emekçileri Programı
HKP Kamu Emekçileri ProgramıHKP Kamu Emekçileri Programı
HKP Kamu Emekçileri Programı
 
HKP Kamu Emekçileri Programı
HKP Kamu Emekçileri ProgramıHKP Kamu Emekçileri Programı
HKP Kamu Emekçileri Programı
 
Cumhuriyetin Düşmanları
Cumhuriyetin DüşmanlarıCumhuriyetin Düşmanları
Cumhuriyetin Düşmanları
 

More from kaosakatki

Aristoteles zaman kavrami
Aristoteles   zaman kavramiAristoteles   zaman kavrami
Aristoteles zaman kavramikaosakatki
 
Monte Kristo 1. Cilt
Monte Kristo 1. CiltMonte Kristo 1. Cilt
Monte Kristo 1. Ciltkaosakatki
 
Yüz Okuma Sanatı
Yüz Okuma SanatıYüz Okuma Sanatı
Yüz Okuma Sanatıkaosakatki
 
Yaşadığım Gibi
Yaşadığım GibiYaşadığım Gibi
Yaşadığım Gibikaosakatki
 
Bir Devletin Yeniden Doğuşu
Bir Devletin Yeniden DoğuşuBir Devletin Yeniden Doğuşu
Bir Devletin Yeniden Doğuşukaosakatki
 
İnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkıİnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkıkaosakatki
 
Yüzük Kardeşliği
Yüzük KardeşliğiYüzük Kardeşliği
Yüzük Kardeşliğikaosakatki
 
Bir Kaçırılma Öyküsü
Bir Kaçırılma ÖyküsüBir Kaçırılma Öyküsü
Bir Kaçırılma Öyküsükaosakatki
 
Sonsuzluğun Sonu
Sonsuzluğun SonuSonsuzluğun Sonu
Sonsuzluğun Sonukaosakatki
 
Bıçağın Ucu
Bıçağın UcuBıçağın Ucu
Bıçağın Ucukaosakatki
 
Ölümsüzlük İçin Düello
Ölümsüzlük İçin DüelloÖlümsüzlük İçin Düello
Ölümsüzlük İçin Düellokaosakatki
 
Felsefe Notlar
Felsefe NotlarFelsefe Notlar
Felsefe Notlarkaosakatki
 

More from kaosakatki (20)

Aristoteles zaman kavrami
Aristoteles   zaman kavramiAristoteles   zaman kavrami
Aristoteles zaman kavrami
 
Zaman Kavrami
Zaman KavramiZaman Kavrami
Zaman Kavrami
 
Tais
TaisTais
Tais
 
Monte Kristo 1. Cilt
Monte Kristo 1. CiltMonte Kristo 1. Cilt
Monte Kristo 1. Cilt
 
Siyah Lale
Siyah LaleSiyah Lale
Siyah Lale
 
Yüz Okuma Sanatı
Yüz Okuma SanatıYüz Okuma Sanatı
Yüz Okuma Sanatı
 
Kukla
KuklaKukla
Kukla
 
Kavim
KavimKavim
Kavim
 
Yaşadığım Gibi
Yaşadığım GibiYaşadığım Gibi
Yaşadığım Gibi
 
Empati
EmpatiEmpati
Empati
 
Bir Devletin Yeniden Doğuşu
Bir Devletin Yeniden DoğuşuBir Devletin Yeniden Doğuşu
Bir Devletin Yeniden Doğuşu
 
Kavim
KavimKavim
Kavim
 
İnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkıİnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkı
 
Yüzük Kardeşliği
Yüzük KardeşliğiYüzük Kardeşliği
Yüzük Kardeşliği
 
Bir Kaçırılma Öyküsü
Bir Kaçırılma ÖyküsüBir Kaçırılma Öyküsü
Bir Kaçırılma Öyküsü
 
Sonsuzluğun Sonu
Sonsuzluğun SonuSonsuzluğun Sonu
Sonsuzluğun Sonu
 
Bıçağın Ucu
Bıçağın UcuBıçağın Ucu
Bıçağın Ucu
 
İhanet
İhanetİhanet
İhanet
 
Ölümsüzlük İçin Düello
Ölümsüzlük İçin DüelloÖlümsüzlük İçin Düello
Ölümsüzlük İçin Düello
 
Felsefe Notlar
Felsefe NotlarFelsefe Notlar
Felsefe Notlar
 

Marx'tan Mao Zedung'a; Devrimci Diyalektik Üzerine

  • 1. GEORGE THOMSON – Marx’tan Mao Zedung’a Devrimci Diyalektik Üzerine http://genclikcephesi.blogspot.com tarafından taranmıştır.
  • 2. İÇİNDEKİLER KISALTMALAR 9 ÖNSÖZ 11 Birinci Bölüm: Proletarya Diktatörlüğü 13 1. İşçi Sınıfı İktidarı 13 2. Sınıf Mücadelesinin Sürdürülmesi 18 3. İdeolojik Mücadele 20 4. "Sol" ve Sağ Oportünizm 23 İkinci Bölüm: Burjuva Devriminden Proletarya Devrimine 28 1. Modern Toplumda Sınıflar Arasındaki İlişkiler 28 2. Rusya Devrimi 31 3. Çin Devrimi 37 Üçüncü Bölüm: Proletarya ve Köylülük 41 1. Proletaryanın Önder Rolü 41 2. tşçi-Köylü İttifakı 43 "3. Köylülüğün Farklılaşması 46 4. Lümpen Proletarya 50 5. Batı Proletaryası 51 Dördüncü Bölüm: Ulusal Sorun 55 1. Modern Toplumda Ulus 55 2. Ulusların Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı 59 3. Ulusal Kurtuluş Savaşları 60 4. Ulusal Özerklik mi. Bölgesel Özerklik mi? 63 5. Ulusal Kültür ve Uluslararası Kültür 67
  • 3. Beşinci Bölüm: Tek Ülkede Sosyalizm 70 1. Marx'in Sürekli Devrim Teorisi 70 2. Ekim Devrimi'nin Zaferi 74 3. Eşit Olmayan Gelişme 77 4. Doğu'da Devrim 79 Altıncı Bölüm: Parti 83 1. Paris Komünü'ndcn Çıkarılan Dersler83 2. Yeni Tür Bir Parti 85 3. Öncü Parti 87 4. Demokratik Merkeziyetçilik 89 5. Kitlelerden Kitlelere 93 Yedinci Bölüm: ilk Sosyalist Devlet 99 1. Proletarya Devrimi 99 2. Sosyalizmin İnşası 102 3. "Sol" ve Sağ Sapmalar 104 4. Yeni Burjuvazi 110 5. Kültür Devriminin Gerekliliği 115 6. Sosyalist Toplumda Sınıf Mücadelesi118 7. Yeni Revizyonizm 124 Sekizinci Bölüm: Proleter Kültür Devrimi 129 1. Ulusal Kurtuluş 129 2. Çelişmelerin Ele Alınması 132 3. Kapitalist Yol 136 4. Kitlelerin Yönetime Katılması 141 5. Devrim ve Üretim 144 6. Komünist Emek 147 KAYNAKÇA 153 Douglas Garman'ın anısına (1903-1966)
  • 4. KISALTMALAR Bu eser, temelde, alıntılar üzerine kurulu olduğundan, kaynakların belirtilmesi elbette çok önemli. Ama George Thomson'un kaynakları doğal olarak proletaryanın beş büyük öğretmeninin temel eser ve yazılarının ingilizce çevirilerine dayanıyor. Bunların tümü henüz di- limize çevrilmediğinden ve çevrilmiş olanların bir bölümünün Jngilizceleri de bazı farklılıklar gösterdiğinden, biz çevirimizde Thomson'un İngilizce kaynaklarını temel aldık. Dolayısıyla, Thomson'un yaptığı kısaltmaları da İngilizce olarak bıraktık. Yalnız, parantez içinde Türkçelerini verdik. Tek tek eserlerin ve yazıların adları kitabın sonunda ayrıntılı bir biçimde sunulmuştur. HE More on the historical experience of proletarian dictatorship (Bir Kere Daha Proletarya Diktatörlüğünün Tarihi Tecrübesi Üzerine). LCW Lenin, Collected Works (Lenin, Toplu Eserler). ME Marx and Engels, Selected Works (Marx ve Engcls, Seçme Eserler). MEG Marx and Engels, The German İdeology (Marx ve Engcls, Alman İdeolojisi). MEP Engels, The Peasant war in Germany (Engels, Almanya'da Köylü Savaşı). MER Marx and Engels, On religion (Marx ve Engels, Din Üzerine). MFE Mao Tsetung, Four essays on philosopy (Mao Zcdung, Felsefe Üzerine Dört Yazı). MQ Çhıotations from Chairman Mao Tsetung (Başkan Mao Ze- dung'dan Seçme Sözler). MSW Selected Works of Mao Tsetung (Mao Zedung, Seçme Eserler). 9
  • 5. PR Mao Tsetung and Others Quoted in Peking Review (Mao Zedung'un Peking Revievv'dcn aktarılan yazıları). SCW Stalin, Works (Stalin, Eserler). SL Stalin, Leninism (Stalin, Leninizm). SMT The Moscovv Trial and two speeches by Stalin (Moskova Duruşması ve Stalin'in iki Konuşması). SP Stalin, Economic problems of socialism (Stalin, Sosyalizmin İktisadi Sorunları). ÖNSÖZ Bu eser, 1917 Rusya Devrimi ve 1949 Çin Devrimi üzerine Mark- sist bir incelemedir. İnceleme, dünya sosyalist devriminin birbiri ardı sıra gelen iki aşaması olarak bu iki devrimin birliğini ve sürekliliğini ortaya koyacak bir biçimde düzenlenmiştir. Rusya Devrimi ile Çin Dcvrimi'nin dayandıkları ortak teorik temel, Marksist klasiklerden, özellikle de Lenin'in ve Mao Zedung'un yazılarından yapılan kapsamlı alıntılarla gözler önüne serilmiştir. Bu alıntılar, okurun, bu iki devrimi, önderlerinin düşüncelerinden izleyebilmesini mümkün kılmakla ve aynı zamanda diyalektik ve tarihi materyalizmin temel il- kelerine girebilmesini sağlamaktadır. Çünkü bu teori, ancak bağrından doğup büyüdüğü ve en eksiksiz ve en duru anlatımını bulduğu dev- rimci mücadelelerin ışığında kavranabilir. Bu kitap, Marksist eğitimini kendisine borçlu olduğum Douglas Garman'ın anısına adanmıştır. Britanya Komünist Partisi'nin ülke çapında eğitim örgütleyicisi olan Douglas Garman, ülkenin dört bir bucağından gelen sanayi işçilerinin öğrenim gördükleri bir Parti okul- ları ağı yaratmıştır. Bu okullarda hem Douglas Garman kendisi, hem de onun eşsiz denetimli tartışma yoluyla öğretim yöntemiyle yetiştirdiği başkaları ders vermiştir. Douglas Garman, bu çalışmasını, 1950 yılında Parti yönetimiyle anlaşmazlığa düşerek bırakmıştır. Bu anlaşmazlığın nedeni, Garman'ın daha başından karşı çıktığı İngiliz Sosyalizmi Yolu biçimindeki revizyonist çizgidir. Gerçi Douglas Gar- man bu revizyonist çizgiye karşı verdiği mücadelede yenik düştü; ama onun Parti okullarında yetişen birçoğumuz, onun devrimci diyalektik üzerine derslerini hiçbir zaman unutmadık ve bu da, bugün devrimci yolun hangisi olduğunu kavramamızı sağladı. Birmingham, 1971 George Thomson II
  • 6. BİRİNCİ BÖLÜM PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ tgçi sınıfının devrimde atacağı ilk adım, proletaryayı egemen sınıf durumuna yükseltmek, demokrasi savasını kazanmaktır. Komünist Partisi Manifestosu 1. İşçi Sınıfı İktidarı Lenin şöyle diyordu: "Yalnızca sınıf mücadelesini kabul edenler, henüz Marksist değildirler... Ancak sınıf mücadelesini kabul etmeyi proletarya dik- tatörlüğünü kabul etmeye vardıran bir kimse Marksisttir. Marksist ile sıradan küçük (aynı zamanda büyük) burjuva arasındaki en derin ayrımı oluşturan şey budur. Marksizmin gerçekten kavranıp kav- ranmadığı, kabul edilip edilmediği bu denektaşında sınanmalıdır." (LCW.25.411.) Görüldüğü gibi, Lenin, bir Marksisti tanımlarken bile proletarya dik- tatörlüğü kavramını kullanmaktadır. Lenin'in bu tanımını kabul edi- yorsak, günümüzde Marksizmin birbirine ters düşen yorumlan arasında bir ayrım yapabilmek için, biz de proletarya diktatörlüğü kavramını bir denektaşı olarak almalıyız. Sınıflı toplum sömürü üzerine kuruludur. Sömürenler egemen sınıfı, sömürülenler de ezilen sınıf ya da sınıfları meydana getirirler. Egemen sınıf, baskı ve egemenliğini devlet aracılığıyla zor kullanarak uygular. Bir sınıfın başka bir sınıfı zorla baskı altına almak için kullandığı araçtır devlet. Devletin başlıca araçlarıysa, ordu ve polistir: 13
  • 7. "Devletin ayırt edici özelliği, iktidarı kendi elinde tutan ayrı bir sınıfın varlığıdır." (LCW, 1. 419.) "Marx'a göre devlet, bir sınıf egemenliği aracıdır, bir sınıfın başka bir sınıfı ezmek için kullandığı bir araçtır; sınıflar arasındaki çatışmayı hafifleterek, bu ezme işini yasallaştıran ve hızlandıran 'düzen'in yaratılmasıdır." (LCW, 25. 387.) "Sürekli ordu ve polis, devletin başlıca araçlarıdır." (LCW, 25, 389.) İşte bu yüzden, her sınıflı toplum biçimi (köleci, feodal, kapitalist), egemen sınıfın bir diktatörlüğüdür. Devletin biçimi değişebilir. Sözgelimi, kapitalist, yani burjuva toplumda devlet az çok demokratik olabilir; genel oy hakkına dayalı parlamento seçimlerine izin verebilir. Ama gene de bir diktatörlüktür, "parlamenter biçimlerle maskelenmiş bir burjuva diktatörlüğüdür." (LCW, 30. 100.) "Proletaryanın eğitilmesi ve mücadeleye hazırlanması açısından paha biçilmez bir değer taşıyan burjuva demokrasisi her zaman sığ, ikiyüzlü, yüzeysel ve sahtedir; her zaman zenginler için de- mokrasi, yoksullar için aldatmaca olarak kalır." (LCW, 28. 108.) Bu nedenle Lenin, işçileri bir yandan burjuva demokratik hak- lardan "en tutarlı ve en kararlı devrimci demokrasi ruhuyla" (LCW, 21. 409) sonuna kadar yararlanmaya çağırırken, öte yandan da onları uyarmış ve iktidarı parlamenter yoldan ele geçirebileceklerini san- manın bir hayal olduğunu söylemiştir. Kaldı ki, Lenin ile o zamanın revizyonistleri arasındaki temci sorun da buydu: "Bern Enternasyonali'nin en tehlikeli yanı, proletarya dik- tatörlüğünü lafta kabul etmesidir... 'Çoğunluğun iradesi', 'genel oy hakkı', burjuva parlamentoculuğu, burjuva devlet aygıtının te- peden tırnağa yıkılması, parçalanması, paramparça edilmesi ge- rektiği düşüncesinin reddi gibi şeyleri örtbas edebilmek için, pro- letarya diktatörlüğünün lafta kabul edilmesine çalışılıyor (Kautski'nin yaptığı tamamen budur). En çok korkulması gereken de, reformculuğun bu yeni-kıvırtmaları, bu yeni sığınaklarıdır. "Nüfusun çoğunluğunu proleterler ve yarıproleterler meydana ge- tirmeseydi, proletarya diktatörlüğü olanaksız olurdu. Kautski ve şürekâsı, proletarya diktatörlüğünün 'geçerli' kabul edilebilmesi için 'çoğunluğun oyu'nun gerekli olduğunu ileri sürerek, bu gerçeği çarpıtmaya çalışıyorlar. Gülünç ukalalar! Burjuva par- lamcnloculuğunun sınırlan, kurumları ve alışkanlıkları çerçevesinde oy kullanmanın, burjuva devlet aygıtının, yani bur- juva demokrasisinden proleter demokrasisine geçebilmek için te- peden tırnağa kırılması ve parçalanması gereken burjuva devlet aygıtının bir parçası olduğunu anlayamıyorlar." (LCW, 29. 510.) Lenin'in bu sözlerinden de görülüyor ki, burjuva haklarının ko- runmasına hizmet eden devlet aygıtını, bu haklan ortadan kaldırmak amacıyla kullanma doğrultusundaki bütün çabalar boşa çıkmaya mahkûmdur. ı "Toprak mülklerinin tazminat ödenmeksizin kaldırılması, tahıl tekelinin kaldırılması vb. reformları bu devlet aygıtı aracılığıyla gerçekleştirmeye kalkışmak, en büyük aldatmacadır, insanın kendi kendini ve halkı kandırmasından başka bir şey değildir. Bu aygıt... 'kutsal özel mülkiyet' haklarını kaldırmak şöyle dursun, bu hakları doğru dürüst kısıtlayacak ya da sınırlandıracak reformları bile asla gerçekleştiremez, işte bu yüzdendir ki, 'sosyalistlerin de yer aldığı bütün 'koalisyon' hükümetlerinde, bu sosyalistler, aralarında son derece dürüst kişiler bulunsa bile, gerçekte her zaman ya gereksiz birer süs olup çıkarlar ya da burjuva hükümetinin birer paravanası, halkın hükümete karşı duyduğu öfkeyi kendi üstlerine çeken birer paratoner, hükümetinin halkı aldatmak için kullandığı birer araç haline gelirler. Bugüne kadar hep böyle olmuştur; eski burjuva, bürokratik devlet aygıtı olduğu gibi kaldığı sürece de böyle olacaktır." (LCW, 25. 369.) Demek ki, burjuva devleti ancak zor yoluyla yıkılabilir. Burjuva diktatörlüğünün yerini proletarya diktatörlüğünün alması gerekir: 14 15
  • 8. "Ancak, tek bir sınıfın diktatörlüğünün, yalnızca genel olarak bütün sınıflı toplumlar için değil, yalnızca burjuvaziyi alaşağı etmiş olan proletarya için değil, aynı zamanda kapitalizmi 'sınıfsız toplum'dan, komünizmden ayıran bütün bir tarihi dönem için de gerekli olduğunu kavrayan kimseler Marx'ın devlet te- orisinin özünü kavramış sayılabilir. Burjuva devletleri biçim bakımından çok çeşitlidir, ama öz bakımından hepsi birdir: Biçimleri ne olursa olsun bütün bu devletler, son çözümlemede, kaçınılmaz olarak burjuva diktatörlüğüdür. Kapitalizmden komünizme geçiş hiç kuşkusuz ortaya çok sayıda ve çeşitli siyasi biçimler çıkaracaktır, ama öz, ister istemez aynı olacaktır: Proletaryanın diktatörlüğü." (LCW, 25. 413.) Bu diktatörlüğün Rusya'da ortaya çıkan biçiminde, yoksul köylülüğün desteklediği proletarya, iktidarı feodal toprak sahiplerinin, büyük burjuvazi ya da kapitalist sınıfın elinden aldı. (LCW, 29. 119.) Böylelikle, iktidarı ele geçiren proletarya, burjuva demokrasisine son verir ve onun yerine proleter demokrasisini geçirir: "Proletarya iktidarı ele geçirir, egemen sınıf durumuna gelir, bur- juva parlamentoculuğunu ve,burjuva demokrasisini yerle bir eder, burjuvaziyi ezer, bütün öteki sınıfların kapitalizme geri dönüş yo- lundaki bütün çabalarını bastırır, emekçi halka gerçek özgürlüğü ve demokrasiyi sağlar (bu ancak üretim araçlarının özel mülkiyeti kaldırıldığı zaman mümkündür) ve emekçi halka burjuvazinin elin- den alınmış olan her şeyin yalnızca kullanma hakkını tanımakla kalmaz, aynı zamanda emekçi halkın onları gerçekten kul- lanmasını sağlar." (LCW, 29. 511.) Başka bir deyişle, proletarya diktatörlüğü, halk için demokrasi, kapitalistler üzerinde diktatörlük demektir: "Bolşevizm, 'proletarya diktatörlüğü' düşüncesini dünyanın dört bir bucağına yaydı, bu iki sözcüğü Latinceden önce Rusçaya, sonra da bütün dünya dillerine çevirdi ve Sovyet hükümeti örneğiyle şunu kanıtladı: Geri bir ülkede bile, işçiler ve yoksul köylüler asgari bir tecrübeye, eğitime ve örgütlenme alışkanlıklarına sahip olmalarına karşın, çok büyük güçlükler altında ve (bütün dünya burjuvazisi tarafından desteklenen) sömürücülere karşı mücadele içinde bütün bir yıl boyunca emekçi halkın iktidarını koruyabilmişler, daha önceki demokrasilerle karşılaştırılamayacak kadar yüksek ve geniş bir demokrasi yaratabilmişler ve sosyalizmin gerçekte kurulması için on milyonlarca işçi ve köylünün katıldığı yaratıcı çalışmayı başlatabilmişlerdir."(LCW, 28. 293.) "Proletarya diktatörlüğü, ilk kez, parababaları için değil de, yok- sullar için, halk için olan demokrasiyi görülmemiş bir biçimde genişletirken, aynı anda zalimlerin, sömürücülerin, kapitalistlerin özgürlüğüne bir dizi kısıtlama koyar. İnsanlığı ücretli kölelikten kurtarabilmek için zalimleri, sömürücüleri, kapitalistleri, bastırmamız gerekir; bunların direnişi zor yoluyla ezilmelidir." (LCW,25.461.) Komünist Parlisi'nin ve Mao Zedung'un önderliğindeki Çin işçi ve köylüleri 1949 yılında iktidarı silah zoruyla ele geçirdiler ve pro- letarya diktatörlüğünün Çin'in özel koşullarına uygun düşen bir biçimini, demokratik halk diktatörlüğünü kurdular. Demokratik halk diktatörlüğü, bazı bakımlardan Sovyet biçiminden farklıdır. Bu sorunu İkinci Bülüm'de ele alacağız. Ama demokratik halk diktatörlüğü ile Sovyet biçimi arasında öz bakımından en küçük bir ayrım yoktur: "Kimler halktır? Bugünkü aşamada Çin'de işçi sınıfı, köylülük, şehir küçük burjuvazisi ve ulusal burjuvazi halktır. Bu sınıflar, işçi sınıfının ve Komünist Partisi'nin önderliğinde kendi devletlerini kur- mak ve kendi hükümetlerini seçmek üzere birleşirler; em- peryalizmin uşakları (toprak ağası sınıfı, bürokrat-burjuvazi ve bu sınıfların temsilcileri olan Gııomindang gericileri ve onların suç or- takları) üzerinde kendi diktatörlüklerini kurarlar, onları bastırırlar; ancak aklı başında hareket etmelerine izin verir, sözle yada fiilen is- yankâr bir biçimde davranmalarına asla izin vermezler. Bunlar is- yankâr bir biçimde konuşur ya da davranırlarsa, hemen engellenir ve cezalandırılırlar. Söz, toplanma, dernek kurma vb. özgürlüklerine sahip olan halk sallan arasında demokrasi uygulanır. Gericilerin oy kullanma hakkı yoktur; bu hak yalnızca halkındır. Bu ikisinin, yani halk için demokrasi ile gericiler üzerinde diktatörlüğün bileşimi, de- mokratik halk diktatörlüğüdür." (MSW, 4.417.) 16 17
  • 9. 2. Sınıf Mücadelesinin Sürdürülmesi Sınıf mücadelesi, burjuvazinin alaşağı edilmesinden sonra da sürer. Sliuf mücadelesi burjuvazinin devrilmesinden sonra daha oldukça uzun bir zaman, hatta birçok bakımdan daha da şiddetlenerek sürer: "Sınıfların ortadan kaldırılması uzun, zorlu ve inatçı bir sınıf mücadelesini gerektirir. Kapitalist yönetimin yıkılmasından, bur- juva devletinin yok edilmesinden ve proletarya diktatörlüğünün kurulmasından sonra sınıf mücadelesi (eski sosyalizmin ve eski sosyal demokrasinin temsilcilerinin hayal ettikleri gibi) sona ermez, yalnızca biçim değiştirir ve birçok bakımdan daha da şiddetli bir niteliğe bürünür." (LCW, 29. 389.) Bu dönem boyunca burjuvazinin süreduran direnişini bastırmak, kapitalist üretimin yerine sosyalist üretimi geçirerek ekonomik temeli kökünden değiştirmek ve devrimi ideoloji alanında sürdürmek için proletarya diktatörlüğü korunmak zorundadır: "Ülkemizdeki burjuvazi yenilgiye uğratıldı, ama henüz kökü kazınmadı, yok edilmedi, hatta kesin olarak alt edilmedi bile. İşle bu yüzden, burjuvaziye karşı yeni ve daha yüksek bir mücadele biçimiyle yüz yüzeyiz: Kapitalistlerin daha da mülksüzleşlirilmesi gibi çok basil bir görevden, burjuvazinin var olamayacağı ya da yeni bir burjuvazinin ortaya çıkamayacağı koşulların yaratılması gibi çok daha karmaşık ve çetin bir göreve geçiş." (LCW, 27. 244.) "Bu diktatörlük, Sömürücülerin, kapitalistlerin, toprak sa- hiplerinin ve onların uşaklarının direnişini ezmek üzere son de- rece amansız, çabuk ve kararlı bir biçimde zor kullanılmasını gerektirir. Bunu kavramayan bir kimse devrimci değildir ve pro- letaryanın yöneticisi ya da danışmanı görevinden alınmalıdır. "Ama proletarya diktatörlüğünün özü yalnızca zordan meydana gelmez, hatta esas olarak bile zordan meydana gelmez. Pro- letarya diktatörlüğünün başlıca özelliği, emekçi halkın ileri müfrezesi, öncüsü ve biricik önderi olan proletaryanın örgütlenmesi ve disiplinidir. Proletaryanın hedefi, sosyalizmi inşa etmek, toplumun sınıflara bölünmüşlüğüne son vermek, toplumun bütün üyelerini çalışan insanlar haline getirmek ve insanın insan tarafından her türlü sömürüsünün temelini ortadan kaldırmaktır. Ne var ki, bu hedefe bir çırpıda ulaşılamaz. Ka- pitalizmden sosyalizme oldukça uzun bir geçiş dönemi ge- reklidir. Çünkü üretimin yeniden örgütlenmesi çetin bir iştir; hayatın bütün alanlarında köklü değişiklikler yapmak zaman ister; ve işleri küçük burjuva ya da burjuva tarzda yürütme alışkanlığının dev gücü, ancak uzun ve zorlu bir mücadeleyle alt edilebilir. İşte Marx'ın, bütün bir proletarya diktatörlüğü döneminden söz ederken, kapitalizmden sosyalizme geçiş dönemi demesinin nedeni budur." (LCW, 29. 388.) "Sömürücüler, toprak sahipleri ve kapitalistler sınıfı proletarya diktatörlüğünde henüz ortadan kalkmış değildir. Kaldı ki, bir anda ortadan kalkması da olanaksızdır. Sömürücüler ezilmiş, ama yok edilmemiştir. Hâlâ kendilerinin de bir kolu oldukları uluslararası sermaye biçiminde uluslararası bir temele sahiptirler. Hâlâ bazı üretim araçlarını kısmen ellerinde tutmaktadırlar. Hâlâ paraları ve geniş toplumsal bağları vardır, Sırf yenilgiye uğramış oldukları için direnme güçleri yüz. kat, bin kat artmıştır. Devleti, orduyu ve ekonomiyi yönetme 'sanatı' onlara bir üstünlük, hem de çok büyük bir üstünlük sağlar; öyle ki, bu bakımdan önemleri, nüfustaki oran- larıyla kıyaslanamayacak kadar büyüktür." (LCW, 30. 115.) Daha sonraları Lenin'in bu görüşü Mao Zedung tarafından da doğrulanmıştır: "Bugünkü büyük proleter kültür devrimi, proletarya dik- tatörlüğünün sağlamlaştırılması, kapitalizme geri dönüşün önlenmesi ve sosyalizmin inşası bakımından kesinlikle gerekli ve lam zamanındadır." (PR, 69-18. 15.) 18 19
  • 10. 3. İdeolojik Mücadele Proletarya devriminden gerek önce, gerekse sonra proletarya, bur- juva ideolojisine, özellikle de küçük burjuva ideolojisine karşı sürekli bir mücadele yürütmek zorundadır. Burjuva düşüncelerinin rormiillendirilmesi, özellikle devrimci dönemlerde esas olarak ideolojik mücadelede önemli bir rol oynayan burjuva aydınlarının işidir. Böyle zamanlarda, sözgelimi Marx gibi bazı burjuva aydınları "kendilerini, ta- rihi hareketi teorik bakımdan bir bütün olarak kavrama düzeyine yükselterek, proletaryanın salına geçerler." (ME, 1. 43.) Küçük burjuva ideolojisinin belli başlı özellikleri, küçük mülk sahibi olarak küçük burjuvanın toplum içindeki durumundan kaynaklanır. Sözgelimi, küçük burjuvanın burjuva toplumunda kazanılmış bir hakkı vardır; ama öte yandan da, büyük mülk sahipleri tarafından sömürüldüğü için her zaman yıkıma uğrama ve proletaryanın yanına itilme tehlikesi altındadır. Mücadele eden iki ana sınıf arasında değişken bir yerde bu- lunduğundan, yalpalama eğilimi gösterir: "Her kapitalist toplumda belirleyici güçlerin yalnızca proletarya ile burjuvaziden oluştuğu, buna karşılık bu iki sınıfın arasında bir yerde bulunan ve küçük burjuvazi denilen ekonomik sınıflamaya giren bütün toplumsal öğelerin kaçınılmaz olarak bu iki belirleyici güç arasında yalpaladıkları, her Marksistin uzun zamandır bildiği bir gerçektir." (LCW, 28. 186.) "Küçük burjuvazi, burjuva diktatörlüğü (Kerenski, Kornilov, Sa- vinkov) ile proletarya diktatörlüğü arasında kaçınılmaz olarak ve ister istemez yalpaladı. Çünkü, ekonomik durumunun temel özelliklerinden dolayı küçük burjuvazi bağımsız olarak hiçbir şey yapamaz." (LCW, 28. 300.) "Proletarya ile burjuvazi arasında bir o yana, bir bu yana yal- palayan bir sınıf daha vardır. Bu, bütün devrimlerde her zaman böyle olmuştur; proletarya ile burjuvazinin iki 8üşman kamp oluşturduğu kapitalist toplumlarda, bu iki kamp arasımla ara ke- simlerin bulunmaması olanaksızdır. Bu yalpalayan öğelerin t 20 varlığı, tarihi olarak kaçınılmazdır ve ertesi gün kimin safında savaşacaklarını bilmeyen bu öğeler ne yazık ki daha uzunca bir süre var olacaklardır." (LCW, 28. 471) Proletarya, küçük burjuvaziyi kazanmak için verdiği mücadeleyi aynı zamanda kendi içinde de yürütmek zorundadır. Çünkü tarihi ola- rak proletaryanın kendisi de .şehir ve köy küçük burjuvazisinin bağrından gelişmiştir; üstelik aynı kaynaktan gelenlerle proletaryanın sayısı durmadan artmaktadır. Büyük burjuvaziye karşı verilen mücadele, sermaye ile emek arasında açık bir çatışma biçimini alır; ama küçük burjuva ideolojisine karşı yürütülen mücadele, genellikle işçi sınıfı saflarında verilen bir mücadeledir: "Dönem dönem taktiklerde değişiklik yapılmasının en önemli ne- denlerinden biri, işçi hareketinin gelişmesidir. Eğer bu hareket hayali bir düşüncenin ölçülüyle değerlendirilmez de, sıradan in- sanların pratik hareketi olarak ele alınırsa, gittikçe daha çok sayıda 'asker' kaydedilmesinin ve emekçi halkın yeni kesimlerinin kazanılmasının beraberinde kaçınılmaz olarak teori ve takıik alanında bocalamaları, eski hataların tekrarlanmasını, köhnemi; görüşlere ve köhnemiş yöntemlere geçici bir geri dönüşü vb. ge- tireceği açıkça görülebilir." (LCW, 16. 347.) "Proletarya hareketi dünyanın hiçbir yerinde, Jüpiter'in başından doğan Minerva gibi 'bir anda' saf bir biçimde ve hazır olarak meydana gelmemiştir ve gelemezdi de. Proletaryanın sınıf hareketinin inşa edilebilmesi ve güçlendirilebilmesi, bütün küçük burjuva kalıntılarından, sınırlamalardan, sığlıktan ve çarpılmalardan arındııılabilmesi, en ileri işçilerin, sınıf bilincine erişmiş işçilerin uzun mücadeleleri ve zorlu çalışmalarıyla mümkün olabilmiştir. İşçi sınıfı, yıkıma uğradıkça proletarya saflarına, gittikçe daha çok sayıda üye sağlayan küçük burjuvaziyle yan yana yaşar." (LCW, 20. 252.) "Bütün dünyada, her kapitalist toplumda, proletarya, küçük bur- juvaziye kaçınılmaz olarak binlerce bağla bağlıdır ve her yerde işçi partilerinin oluşum döneminde burjuvaziye az çok uzun 21
  • 11. süreli ve sürekli bir ideolojik ve siyasi bağlılık görülmüştür. Bu, bütün kapitalist ülkeler için geçerlidir; ancak, tarihi ve ekonomik etkenlere bağlı olarak farklı ülkelerde farklı biçimlere bürünür." (LCW, 20. 268.) İşçi sınıfı harekeli içindeki bu mücadele, devrim için zorunlu bir hazırlıktır. Çünkü bir devrim durumunda, önceden önemsiz gibi görünen anlaşmazlıklar ansızın canalıcı bir nitelik kazanabilir: "Küçük burjuva dünya görüşünün geniş işçi partileri saflarında tekrar tekrar boy alması son derece doğaldır... Bugün yalnızca ideoloji alanında sık sık karşılaştığımız şeyler, yani Marx'la ilgili teorik değişiklikler üzerindeki tanışmalar, bugün pratikte işçi hareketinin yalnızca yan sorunlarında ortaya çıkan şeyler, yani revizyonistlerle olan taktik ayrılıklar ve bu temel üzerindeki bölünmeler, bütün bunlar, proletarya devrimi bütün tartışmalı so- runları şiddetlendirdiği zaman, bütün ayrılıkları kitlelerin du- rumunun belirlenmesindeki acil önem taşıyan noktalarda yoğunlaştırdığı zaman, savaşın ateşi içinde dostu düşmandan ayırt etmeyi ve düşmana öldürücü darbeler indirmek üzere kötü müttefiklerden arınmayı zorunlu kıldığı zaman, işçi sınıfı tarafından şimdikiyle kıyaslanamayacak kadar büyük çapta yaşanacaktır." (LCW, 15. 39.) Devrimi izleyen bütün bir sosyalist inşa dönemi boyunca, küçük burjuva ideolojisinin kaynağı olan küçük çapta üretim var olmaya devam ettiği sürece, proletarya ideolojik mücadelesini sürdürmek zo- rundadır: "Ne yazık ki, küçük çapta üretim dünyada hâlâ yaygındır ve sürekli olarak her gün, her saat, kendiliğinden, büyük ölçüde ka- pitalizmi ve burjuvaziyi yaratmakladır. Bütün bu nedenler pro- letarya diktatörlüğünü zorunlu kılmaktadır. .Sağlamlığı, disiplini ve tek bir sarsılmaz iradeyi gerektiren uzun, inatçı ve amansız bir ölüm kalım mücadelesi vermeden, burjuvaziye karşı zafer kazanmak olanaksızdır." (LCW, 31. 24.) "Sınıfların ortadan kaldırılması, yalnızca toprak sahiplerini ve ka- pitalistleri def etmek demek değildir; bunu bir bakıma kolay bir biçimde gerçekleştirdik. Sınıfların ortadan kaldırılması, aynı za- manda küçük meta üreticilerinin ortadan kaldırılması anlamına gelir; üstelik, küçük meta üreticilerinin ûc'i edilmesi ya da ezil- mesi olanaksızdır; onlarla birlikle yasamasını öğrenmeliyiz. Onlar ancak uzun süreli, yavaş ve temkinli bir örgütsel çalışmayla değiştirilebilir ve yeniden eğitilebilirler ve bu mutlaka yapılmalıdır. Onlar, proletaryayı dört bir yandan bir küçük bur- juva hava küresiyle kuşatırlar. Bu hava küresi, proletaryanın içine nüfuz eder ve onu yozlaştırır; proletarya arasında sürekli olarak küçük burjuva kaypaklığına, dayanıklığına, maceracılığına ve bir coşkunluğa, bir karamsarlığa kapılma gibi karşıt tutumlara yol açar... Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve ge- leneklerine karşı -kanlı ve kansız zor yoluyla ve barışçı yoldan, askeri ve iktisadi, eğitim alanında ve yönetim alanında- tutarlı mücadele demektir." (LCW, 31.44.) 4. "Sol" ve Sağ Oportünizm İşçi sınıfı harekeli içindeki başlıca küçük burjuva akımlar, ortaya çıkış sırasıyla anarşizm, sendikalizm, reformculuk ve revizyonizmdir. Anarşizm Rusya'da doğdu. Anarşizmin önderlerinden Bakimin, Manc'in Birinci Entcrnasyonal'deki hasımlarından biriydi. Marx'a göre, sınıf egemenliğinin aracı olan devlet, toplumda sınıflar var olduğu sürece kaçınılmaz olarak varlığını sürdürecektir; proletaryanın görevi, devleti ortadan kaldırmak değil, burjuva devletinin yerine proletarya devletini geçirmektir. Sınıfların bütün bütüne ortadan kalkacağı koşullar ancak böyle yaratılabilir. Bakıınin'e göre ise, devletin ortadan kaldırılması, işçiler tarafından gerçekleştirilmesi gereken dolaysız görevdir; üstelik, işçiler bu görevi bir işçi partisi kurarak, siyasi mücadele yoluyla değil, dolaysız eylemle gerçekleştirmelidir. Anarşistler, devletin ancak ilerki bir tarih aşamasında ortadan kaldırılabileceğini ve bu aşamaya da ancak proletarya diktatörlüğü aracılığıyla ulaşılabileceğini kavrayamamışlardır: 22 23 11313818
  • 12. "Anarşizm, tersyüz edilmiş burjuva bireyciliğidir. Tüm anarşist dünya görüşünün temeli olarak bireycilik... Toplumun gelişmesini -büyük çapta üretimin rolünü-, kapitalizmin sos- yalizme gelişmesini kavrayamamak, anarşizm, umutsuzluğun bir ürünüdür. Proleterin ruh hali değil, tedirgin aydının ya da gezginci serserinin ruh halidir." (LCW, 5. 327.) Sendikalizm, anarşizme sıkı sıkıya bağlıdır. Sendikalist de pro- letarya diktatörlüğünü yadsır. İşçilerin sendikalar aracılığıyla bir genel greve gidebileceğini, üretimin denetimini ele geçirebileceğini ve böylece kapitalizmi yıkabileceğini ileri sürer. Reformculuk ise ingiltere'de dünyaya gelmiştir. Fabian'lar, işçi Partisi için teorik bir temel sağlayan aydınlardan ve' işçi sınıfı önderlerinden oluşan bir gruptu. Bunların "derece derece değişmenin kaçınılmazlığı" yolundaki düşünceleri, reformculuğun özünü meydana getirir. Bu düşünceye göre, kapitalizm, hiçbir niteliksel değişiklik olmaksızın, yani devrim olmaksızın, bir dizi tedrici değişiklikle sosyalizme dönüştürülebilir. Reformculuk İngiltere'den Avrupa kıtasına, özellikle de Almanya'ya sıçradı ve orada revizyonizm biçimine büründü. Rcvizyonizmin yaratıcısı, bir zamanlar Marksist olan Bernstein'di. Bernstcin, düşüncelerinin birçoğunu Fabian'lardan almıştı (LCW, 37. 281). Re- vizyonizmin reformculuktan ayrıldığı tek nokta, revizyonist düşüncelerin, Marksizmde yapılan birtakım düzeltmeler olarak su- nulmasıdır. Marksizm Almanya'da işçiler arasında alabildiğine derin kökler salmıştı. Bütünüyle yadsınması olanaksızdı; işte bu yüzden, devrimci özünden koparılarak yeniden yorumlandı: "Bernsteinciler Marksizmi dolaysız devrimci özünden kopuk olarak kabul etmişlerdir ve böyle kabul öderler. Parlamenter mücadeleyi, özellikle belirli bir tarihi dönem için elverişli si- lahlardan biri olarak değil, 'zor'u, 'ele geçirme'yi, 'diktatörlüğü' gereksiz kılan temel ve neredeyse biricik mücadele biçimi olarak görürler." (LCW, 10.249.) "Ama Marksizm kendisine düşman olan az çok bütünlük sahibi bütün öğretileri def ettikten sonra, bu öğretilerde dile getirilen 24 eğilimler kendilerine başka yollar aramaya başladılar. Mücadelenin biçimleri ve nedenleri değişti, ama mücadele sürdü. Ve Marksizmin doğuşunun ikinci yarım yüzyılı -doksanlarda- Marksizmin kendi içinde Marksizme düşman bir akımın mücadelesiyle başladı. Bir zamanlar koyu bir Marksist olan Bernstein, en büyük şamatayla öne çıkarak bu akıma kendi adını verdi ve böylece Marx'ta yapılan düzeltmeleri en anlamlı bir biçimde dile getiren deyim, Marx'ın re- vizyonu, revizyonizm ortaya çıktı." (LCW, 15.32.) '"Hareket her şeydir, nihai hedef ise hiçbir şey.' Bernstein'in bu şiarı, revizyonizmin özünü birçok uzun incelemeden daha iyi dile getirmektedir. Tutumunu durumdan duruma belirlemek, kendini günün olaylarına ve küçük siyasetin ani yön değiştirmelerine uy- durmak, proletaryanın ana çıkarlarını, tüm kapitalist sistemin ve tüm kapital ist evrimin temel özelliklerini unutmak ve proletaryanın ana çıkarlarını o anın gerçek 'ya da varsayılan yararları uğruna feda etmek: İşte revizyonizmin siyaseti budur." (LCW, 15. 37.) Rusya Sosyal-Demokrat tşçi Partisi 1903 yılında yeniden ku- rulduğunda, bağrında daha başından beri var olan iki karşıt akımı taşıyordu: Bolşevikler tarafından temsil edilen devrimci akım ve Menşevikler tarafından temsil edilen oportünist akım: "1905-1907 arasındaki çalkantılı yıllarda Menşevizm, burjuva liberalleri tarafından desteklenen ve işçi sınıfı hareketi içerisine libcral-burjuva eğilimler getiren oportünist bir akımdı. Menşevizmin özü, işçi sınıfı mücadelesinin liberalizme uyacak biçimde düzenlenmesinde yatmaktaydı. "Buna karşılık Bolşevizm, liberallerin yalpalamasına ve iha- netine karşın, Sosyal-Demokrat işçilerin önüne, demokratik köylülüğü devrimci mücadele için seferber etme görevini koy- maktaydı." (LCW, 21. 332.) Lenin burada "oportünizm"den söz ederken, reformculuk ya da re- vizyonizmi, Menşeviklerin burjuvazinin "kuyruğuna takılma" eğilimini söylemek istemektedir. Aynı dönemde Bolşevikler, Lenin'in "devrimci maceracılık" (LCW, 6. 186) ya da "küçük burjuva dev- I 25
  • 13. rimciliği" (LCW, 31, 32, 33. 21) olarak nitelendirdiği "maceracı" ya da "anarşisi" eğilimlerle de savaşmak zorunda kalmışlardı. Bu iki karşıt eğilim, yani oportünizm ile anarşizm gerçekte bir paranın iki yüzü gibi birbirlerini tamamlarlar: "Anarşistler parlamentodaki Sosyal-Demokral üyelere sövüp sayıyor ve onlarla birlikle herhangi bir iş yapmayı reddediyorlar; bir proletarya partisini, bir proleter siyasetini ve parlamentodaki proleter üyeleri geliştirmek için herhangi bir şey yapmayı reddediyorlar. Pratikte ise, anarşistlerin lal' ebelikleri, onları oportünizmin en ülâ suç ortakları, oportünizmin öbür yüzü haline getiriyor." (LCW, 15. 391.) "Anarşizm, çoğu zaman işçi sınıfı hareketinin oportünist günahlarının bir çeşit cezası olmuştur. Bu iki garip yaratık bir- birini tamamlamıştır." (LCW, 31. 32.> Onun içindir ki, anarşizm ile reformculuğun (ya da oportünizmin) işçi sınıfı hareketi içinde iki küçük burjuva eğilimi olduklarını söyleyebiliriz. Gerçi bu iki akım birbirine karşıdır, ama Marksizme karşı olmakla birleşirler. Mao Zedung bu iki akımın temeldeki birliğini dile getirebilmek için, her ikisini de kapsayan "oportünizm" terimini kullanmakta ve onları "sol" oportünizm (anarşizm ve sendikalizm) ve sağ oportünizm (reformculuk ve revizyonizm) diye ayırmaktadır: "Tarih, bize, doğru siyasi ve askeri çizgilerin kendiliğinden ve dur- duk yerde değil, ancak mücadele içinde ortaya çıkıp geliştiğini gösteriyor. Bu çizgiler hem 'sol' oportünizmle, hem de sağ oportünizmle mücadele etmelidir. Devrimi ve devrim savaşını kayba uğratan bu zararlı eğilimlerle mücadele etmeden ve onların üstesinden gelmeden, bu savaşta doğru bir çizgi oluşturmak ve zafer kazanmak mümkün olamaz." (MSW, 1.194.) Parti içindeki oportünist eğilimler kendilerini genellikle iki biçimde ortaya koyarlar: Düşmanı'gerçekte olduğundan daha güçlü görmekten kaynaklanan korkaklık ya da "kuyrukçuluk" ve düşmanı gerçekte olduğundan güçsüz görmekten doğan acelecilik ya da "ma- ceracılık". Sağ oportünist, geride , kalma eğilimindedir; "sol" oportünist ise fırlama eğilimi gösterir: "Düşünce çoğu zaman gerçekliğin gerisinde kalır, bunun nedeni insan bilgisinin birçok toplumsal koşulla sınırlı olmasıdır. Biz, devrimci saflarda, düşünceleri değişen nesnel koşullara ayak uy- duramayan ve tarihi olarak sağ oportünizm biçiminde kendini gösteren iflah olmazlara karşıyız. Bu kimseler, nesnel sürecin karşıtların mücadelesi tarafından ilerletilmiş olduğunu, kendi bil- gilerinin ise eski aşamada takılıp kaldığını göremezler. Bütün iflah olmazların düşüncesindeki belirleyici özellik budur... "Biz, 'sol' lafazanlığa karşıyız. 'Solcular'ın düşüncesi, nesnel sürecin gelişmesindeki belirli bir aşamayı atlar; bazıları kendi kafalarındaki hayalleri gerçek sanırlar, bazıları da ancak ge- lecekte gerçekleştirilebilecek olan bir tasarımı bugün gerçekleştirmeye çalışırlar. Kendilerini halkın çoğunluğunun bugünkü pratiğinden ve günün gerçeklerinden koparır, ey- lemlerinde maceracı davranırlar." (MSVV, 1. 306.) Sözün kısası, sosyalizme giden tek bir yol vardır; bu da, proletarya diktatörlüğüne varan ve proletarya diktatörlüğünden geçen yoldur. Buna bir seçenek olarak getirilen sağ ya da "sol" oportünist yol ise gerçekte ka- pitalist yoldan, yani burjuva diktatörlüğünden başka bir şey değildir: "Sosyalistlerin kavrayamadıkları; onların teorik sorunlardaki dar görüşlülüklerini ve siyasi bakımdan proletaryaya ihanetlerini oluşturan temel nokta şudur: Kapitalist toplumda, bu toplumun bağrında var olan sınıf mücadelesi ne zaman ciddi bir biçimde şiddetlense, burjuva diktatörlüğü ya da proletarya diktatörlüğünden başka bir seçenek olamaz. Bir üçüncü yola ilişkin hayaller, gerici, küçük burjuva sızlanmalarıdır. Bu, bütün ileri ülkelerdeki burjuva demokrasisinin ve işçi sınıfı hareketinin bir yüzyılı aşkın gelişmesi ve özellikle de son beş yılın deneyiylc kanıtlanmıştır. Bu, aynı zamanda, meta ekonomisinin hüküm sürdüğü her yerde, ancak kapitalizmin kendi büyümesinin geliştirdiği, çoğalttığı, sımsıkı birleştirdiği ve güçlendirdiği sınıf tarafından, yani pro- letarya tarafından değiştirilebilecek olan burjuva diktatörlüğünün ekonomik bakımdan kaçınılmazlığını açıklayan bütün bir eko- nomi politik bilimi, Marksizmin bütün bir içeriği tarafından da kanıtlanmıştır." (LCW, 28. 463.) 26 27
  • 14. İKİNCİ BÖLÜM BURJUVA DEVRİMİNDEN PROLETARYA DEVRİMİNE Modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin üretimde bu- lunduğu ve ürünleri bölüştürdüğü temelin kendisini ayak- larının altından çeker. İşte bu yüzden burjuvazi en başta kendi mezar kazıcılarını üretir. Burjuvazinin yıkılışı ve pro- letaıyanm zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır. Komünist Partisi Manifestosu 1. Modern Toplumda Sınıflar Arasındaki İlişkiler I9l7'de gerçekleşen Rusya Devrimi ile 1949'da meydana gelen Çin Devrimi, kökleri kapitalist toplumun başlangıcında yatan tek bir tarihi süreç içinde birbirini izleyen iki olaydır. Bu iki devrim arasındaki ilişkiyi kavrayabilmek için, onları, sürecin bütünüyle olan ilişkileri içinde ele almamız gerekir. Çelişme Üzerine adlı incelemesinde Mao Zedung şöyle yazıyor: "Bir şeyin gelişme sürecindeki temel çelişme ve bu temel çelişme tarafından belirlenen sürecin özü, o süreç tamamlanıncaya kadar aynı kalır. Ama uzun bir süreçte, koşullar genellikle her aşamada değişir. Çünkü bir şeyin gelişme sürecindeki temel- çelişme ve sürecin özü değişmemekle birlikte, temel çelişme uzun süreç bo- yunca bir aşamaya geçtikçe durmadan şiddetlenir. Ayrıca, temel çelişme tarafından belirlenen ya da etkilenen çeşitli büyük ve 28 küçük çelişmelerden bazısı şiddetlenir, bazısı geçici olarak ya da kısmen çözülür ya da hafifler ve bazı yeni çelişmeler doğar; dolayısıyla, süreç aşamalarla belirlenir. Bir şeyin gelişme sürecindeki aşamalar göz önüne alınmazsa, o şeyin çelişmeleri doğru olarak ele alınamaz." (MSW, 1. 325.) "İnsanlık tarihinde, sınıflar arasındaki antagonizma, karşıtların mücadelesinin özel bir yansıması olarak ortaya çıkar. Sömürücü sınıf ile sömürülen sınıf arasındaki çelişmeyi düşünün. Bu çelişmeli sınıflar, ister köleci, ister feodal, ister kapitalist toplum olsun, aynı toplumun içinde uzun bir zaman bir arada yaşarlar. Bu iki sınıf arasındaki çelişme ancak belirli bir aşamaya ulaştığı zaman açık bir antagonizma biçimini alır ve devrime varır." (MSW, 1.343.) Kapitalist toplum meta üretiminin gelişmesine dayanır. İşgücünün kendisinin de bir meta haline geldiği aşamayı oluşturur. Sürecin özü budur. Bu sürecin evrimi, onun bağrında taşıdığı temel çelişmenin, yani üretiminin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel niteliği arasındaki çelişmenin gelişmesi tarafından belirlenir. Bu çelişme de kendisini pro- letarya ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinde gösterir. Feodal toplum basil bir tarım ekonomisi temelinde gelişir. Feodal beylerin elinde bulunan en iyi topraklar köylüler ya da seriler tarafından beyler için işlenir. Köylüler ya da serfler kendi araçlarına sahiptirler, ama ürettiklerinin bir bölümünü beylerine teslim etmekle yükümlüdürler. Bu iki sınıf arasındaki antagonizma, feodal toplumun başçelişmesini oluşturur. Meta üretiminin gelişmesi sonucunda, feodal toplumun bağrında iki yeni sınıf doğar: Ticaret ve manifaktürle uğraşan burjuvazi ya da kapitalistler ve çoğunlukla yoksullaşmış köylülükten gelen ve ücret karşılığında kapitalistlere sattıkları işgüçlerindcn başka bir şeyi olmayan proleterler. Böylece burjuvazi kendisini, hem meta üretimini köstekleyen feodal beylerin, hem de emeğini sömürdüğü proletaryanın karşısında bulur. Feodallerle ilintili olarak devrimci, proletaryayla ilintili olarak karşıdevrimci olan bu ikili nitelik, burjuvazinin doğasında var olan bir şeydir. Feodal toplumun son aşamasında, burjuvazi, köylülüğün ve proletaryanın başına geçer, onların desteğiyle feodal beyleri devirir ve egemen sınıf haline gelir. Bu, burjuva devrimidir. 29
  • 15. Kapitalist toplumda meta üretimi bütün feodal ayakbağlarından kur- tulur. Feodal beyler burjuvaziyle kaynaşır; buna karşılık, köylülükle, köy burjuvazisi (çiftçiler) ve köy proletaryası (tarım emekçileri) biçiminde bir farklılaşma meydana gelir. Artık başçclişme, burjuvazi ile proletarya arasındaki büyümekle olan antagonizmadır. Kapitalist toplum iki ana aşamadan geçerek gelişir; bunlardan biri sanayi kapitalizmi, öteki de tekelci kapitalizm ya da emperyalizmdir. Her iki aşamada da meta üretiminin gittikçe daha fazla geliştiği ve burjuvazi ile proletarya arasındaki antagonizmanın şiddetlendiği görülür. Serbest rekabete ve sömürgeci yayılmaya dayanan bilinci aşamada, büyük bur- juvazi ile küçük burjuvazi arasında, şehir burjuvazisi ile köy burjuvazisi arasında ve kapitalizm ile sömürge halkları arasında yeni çelişmeler doğar. Bu koşullar, serbest rekabetin tekelciliğe dönüşmesiyle, sermaye ihracıyla, sömürgelerin ucuz emek ve hammadde kaynağı olarak sömürülmesiyle belirlenen ikinci aşamaya vardırır. Bu aşamayı be- lirleyen şey, belli başlı bütün çelişmelerin, yani proletarya ile burjuvazi arasındaki, emperyalizm ile sömürge halkları arasındaki ve rakip em- peryalist devletlerin kendi aralarındaki çelişmelerin şiddetlennıesidir. Bu çelişmeler emperyalist savaşlara yol açarlar; ta ki, birbiri ardı sıra bütün ülkelerde proletarya, köylü yığınlarının da desteğiyle iktidarı ele geçirinceye ve egemen sınıf oluncaya kadar. Bu, proletarya devrimidir. Modern Avrupa'daki başlıca burjuva devrimleri, İngiliz Devrimi (1649), Fransız Devrimi (1789), Alman Devrimi (1848) ve Rus Devrimi (1905, 1917) olarak sıralanabilir. 1649'da ve 1789'da burjuvazi, iktidarı feodallerin elinden almakla birlikle, sonunda onlarla uzlaştı. 1848'de ve 1905'te ise iktidarı ele geçirmemesine karşın, birtakım ödünler elde etti. 1917 Şubat'inda ise iktidarı ele geçirdi, ama dokuz ay sonra proletarya tarafından devrildi. Burjuvazinin bu devrimleri gerçekleştirirken duraksamalar göstermesi, onun iki yönlü bir nitelik taşımasındandır. Bu devrimleri bir bir inceleyecek olursak, her birinin bir öncekine oranla daha derin çelişmeler taşıdığını ve giderek devrimin niteliğinde bir dönüşümün meydana geldiğini görürüz. 1649 Devrimi'nde proletarya çok küçük bir rol oynamıştı. 1789 Devrimi'nde proletarya'etkindi, gel gelelim hâlâ küçük burjuvaziye bağımlıydı. 1848 Devrimi'nde ise proletarya öylesine etkindi ki, burjuvazi korkuya kapılarak feodallere teslim oldu ve devrimi yarıda bıraktı. 1905te de aynı şey oklu, ancak bu kez pro- letarya o kadar güçlüydü ki, burjuva devrimini proletarya devrimine vardırarak onu tamamlamasını bildi. 1905 Devıimi'nin başlangıcında, burjuva devrimine katılma düşüncesini hor güren küçük burjuva sosyalistleriyle tartışan Lenin şunları yazıyordu: "Bir proleter için, bir burjuva toplumunda siyasi özgürlük ve de- mokratik bir cumhuriyet uğrunda mücadele, burjuva düzenini yıkacak olan toplumsal devrim uğrundaki mücadelenin zorunlu aşamalarından yalnızca biridir. Özünde farklı olan aşamalar arasında kesin bir ayının yapmak ve bu aşamaların ortaya Çıktıkları koşulları ciddi bir biçimde incelemek, hiçbir zaman nihai hedefi süresiz olarak ertelemek ya da ilerlemeyi önceden yavaşlatmak anlamına gelmez. Tam tersine, ilerlemeyi hızlandırmak ve nihai hedefe elden geldiğince çabuk ve güvenli ulaşmak için, modern toplumdaki sınıflanıl ilişkisini kavramak zorunludur." (LCW, 8, 24.) 2. Rusya Devrimi 19. yüzyıl sonlarında Batı Avrupa'daki burjuva devrimleri büyük ölçüde tamamlanmıştı; feodalizme son verilmişti; kapitalizm em- peryalizm aşamasına girmekteydi. Ne var ki, Rusya hâlâ yarıfeodal bir ülkeydi. Rusya'da sanayi kapitalizminin, 1861'deki Köylü Reformu'yla başladığı söylenebilir. Köylü Reformu, yeni manifaktür burjuvazisinin, fe- odal toprak sahiplerinin düzeni olan çarlık istibdadından kopardığı bir ödündü. Bu reform sonucunda, serflik kaldırıldı, ama toprak sahipleri fe- odal ayrıcalıklarının birçoğunu korudular ve bu ayrıcalıklar aracılığıyla köylülük üzerindeki sömürülerini ağırlaştııdılar (LCW, 17. 121). Küçük topraklara ve ilkel araçlara dayanan tarım, geri ve verimsiz kaldı. Kıtlık kol geziyordu. Yıkıma uğrayan birçok köylü, demiryollarında çalışmak ya da şehirlerdeki yeni fabrikalara ucuz işgücü sağlamak üzere köylerini terk ettiler (LCW, 2.99-100). Medeni ve siyasi haklar yoktu (LCW, 17.121). 30 31
  • 16. Köylü Reformu'nu, sanayinin son derece hızlı geliştiği bir dönem izledi: "1861'den sonra Rusya'da kapitalizm öylesine hızlı gelişti ki, Av- rupa'nın eski ülkelerinden bazılarında yüzyıllar süren bir dönüşümü birkaç on yılda gerçekleştirdi." (LCW, 17. 122.) Bunun sonucunda, köylülük "hem kapitalizm, hem de sayısız ortaçağ kalıntısı tarafından" ezilirken (LCW, 18. 143), burjuvazi de bir yandan kapitalizmin gelişmesini lıfılâ köstekleyen baskıcı ve yoz bir istibdatla, öte yandan da 1789 ve 1848 devrimlerinden ve 1871 Paris Komünü'nden çıkarılan dersleri de kapsayan bir Marksist teori bilgisiyle silahlanmış güçlü bir sanayi proletaryasıyla karşı karşıya kaldı (LCW, 19.539-540). Bu çelişmeler 1905 devrimini doğurdu. Burjuvazi o sırada pro- letaryanın ve köylülüğün başına geçebilseydi, Çar'ı alaşağı edecek kadar güçlü olabilir ve burjuva-demokratik bir cumhuriyet kurabilirdi. Ama böyle bir şey yapmaktan kaçındı, çünkü proletaryadan korkuyordu: "Bizde proletarya ile burjuvazi arasındaki antagonizma, 1789, 1848 ya da 1871'dckinden çok daha derindir. İşte bu yüzden bur- juvazi, proletarya devriminden daha fazla korkacak ve kendisini gericiliğin kollarına daha kolay alacaktır." (LCW, 8. 258.) "Demek ki burjuvazi, özgürlük daha yarım kazanılmışken, eski yöneticilerle ve toprak ağalarıyla anlaşarak burjuva devrimini yarı yolda sona erdirmeye çalışır. Bu çabanın temelinde, burjuvazinin sınıf çıkarları vardır. Bu durum, 1848'deki Alman burjuva dev- riminde öylesine belirgindi ki, Komünist Marx, proleter siyasetini, 'uzlaşan' (Marx'ın deyimi) liberal burjuvaziye yöneltmişti. Oysa hem bizim Rus burjuvazisi daha korkaktır, hem de bizim pro- letaryamız 1848'deki Alman proletaryasından çok daha fazla sınıf bilincine sahip ve çok daha örgütlüdür. Bizim ülkemizde burjuva demokratik devriminin tam zaferi, ancak 'uzlaşan' liberal bur- juvaziye karşın mümkün olabilir, ancak tam özgürlük ve bütün topraklar uğrundaki mücadelede bütün demokratik köylülük pro- letaryayı izlerse mümkün olabilir." (LCW, 12. 335.) Bu nedenle, burjuvazi devrimci hedeflerini terk ederek istibdatla uzlaştı. Feodal ayrıcalık ile kapitalist girişim arasındaki çelişme çözülmeden kaldı (LCW, 13. 442, 20. 375). Bu arada, Rusya sanayiini yatırım yapmaya başlamış bulunan Batılı lekcici kapitalistler de Çar'ı destekliyorlardı, çünkü onlar da proletaryadan korkuyorlardı: "Dünya burjuvazisinin, açıkça İflas etmiş olan Çar'a milyarlarla borç para vermesinin nedeni, yalnızca bütün tefeciler gibi büyük kurlar elde etme fırsatı karşısında gözünün dönmüş olması değil, aynı zamanda eski düzenin Rusya'daki devrime karşı zafer ka- zanmasında kendisinin de çıkarı bulunduğunu fark elnıiş olmasıdır, çünkü bu devrimin başında proletarya vardır." (LCW, 13.434.) Iieıiin, 1905 deneyine bakarak, burjuva devriminin burjuvazi önderliğinde olduğu sürece Rusya'da başarıya ulaşamayacağı so- nucunu çıkardı: / "Bolşeviklere göre, proletarya, burjuva-demokratik devrimi ta- mamlama ve ona önderlik etme görevini üstlenmiştir. Bu, ancak is- tibdada ve hain liberal burjuvaziye karşı mücadelede, proletarya, demokratik küçük burjuva kitlelerini ve özellikle de köylü kitlelerini beraberinde sürükleyebilirse mümkün olabilir." (LCW, 12.490.) "Bizim ülkemizde burjuva devriminin zaferinin, burjuvazinin zaferi olması olanaksızdır. Bu, çelişmeli gibi görünmekle birlikte, bir gerçektir. Köylülerin nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturması ve yarıfeodal toprak sahipliği düzeninin korkunç baskısı altında bu- lunması, daha şimdiden sosyalist bir partide örgütlenmiş bulunan proletaryanın gücü ve sınıf bilinci; bütün bu koşullar bizim burjuva devrimimize kendine özgü bir nitelik kazandırmaktadır. Bu özellik, devrimin burjuva niteliğini ortadan kaldırmaz... Yalnızca bizim burjuvazimizin karşıdevrimci bir nitelik laşıdığını ve böyle bir devrimde zafere ulaşmak için proletaryanın ve köylülüğün bir dik- tatörlüğünün zorunlu olduğunu gösterir." (LCW, 15.56.) Lenin, bu çözümlemeye uygun olarak, iki aşamada gerçekleştirilecek bir devrim anlayışı saptadı: Birincisi, proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü; ikincisi, yoksul 32 33
  • 17. köylülükçe desteklenen bir proletarya diktatörlüğü. Birinci aşamada, fe- odal kalıntılar ortadan kaldırılarak burjuva-demokıalik devrim ta- mamlanacak; ikinci aşamada ise, sosyalizm uğruna mücadele başlayacaktı. İki aşamayı böyle ayırt eden proletarya, ilk aşamada bütün köylülüğün desteğini kazanacak, ikinci aşamada da yoksul köylülüğün desteğinin sürmesini güvence allına alacaktı. Ama Lenin, bu iki aşamayı birbirinden ayırt etmenin gerekliliği üzerinde ısrarla durmakla birlikle, aynı zamanda bu iki aşamanın somut mücadele içerisinde iç içe geçebileceğini ve bu durumda proletaryanın birinci aşamada durmaksızın ikinci aşamaya geçmeye hazır olması gerekliğini de gördü: "Bu devrimin en belirleyici özelliği, toprak sorununun keskinliğidir. Rıısya'daki toprak sorunu, çok daha keskindir. 1861'deki sözüm ona Köylü Reformu o kadar tutarsız ve o kadar demokratik olmayan bir biçimde yürütülmüştü ki, feodal toprak ağası egemenliğinin başlıca temelleri olduğu gibi kalmıştı. Bu nedenle, toprak sorunu, yani köylülerin toprak sahiplerine karşı toprak uğrunda verdikleri mücadele, bugünkü devrimin denek taşlarından biri oldu... "Güçlerin böyle mevzilenişi, kaçınılınız olarak, burjuvazinin dev- rimde ne itici güç, ne de önder olamaması sonucunu doğurur. Devrimi tamamlayabilecek, yani kesin zafere vardırabilecck olan, yalnızca proleiaryadır. Ama bu zaferin gerçekleşmesi, pro- letaryanın, köylülüğün geniş bir kesiminin kendi önderliğini iz- lemesini sağlayabilmesine bağlıdır. Rusya'da şimdiki devrimin zaferi, ancak proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokıaiik diktatörlüğü biçiminde mümkün olabilir." (LCW, 12. 458.) "Burjuva-demokralik devrimin sonuna kadar bütün köylülerle birlikte; sosyalist devrime doğru köylülerin yoksul, proleter ve yarıproleter kesimiyle birlikle! Bolşeviklerin siyaseti bu olmuştur; biricik Marksist siyaset budur." (LCW, 28. 310.) "Yeryüzündeki her şey gibi, proletaryanın ve köylülüğün devrimci- demokratik diktatörlüğünün de bir geçmişi ve bir geleceği vardır. Geçmişi islibdat, sertlik, monarşi ve ayrıcalıktır. Bu geçmişe karşı yürütülen mücadelede... proletaryayla köylülüğün 'tek bir ira- desi' mümkündür. Çünkü burada çıkarların bir birliği vardır. "Geleceği ise özel mülkiyete karşı mücadele, ücretli emekçinin işverene karşı mücadelesi, sosyalizm uğruna mücadeledir. Bu- rada da irade birliği mümkündür. Burada, önümüzdeki yol, is- tibdattan cumhuriyete giden yol değil, küçük burjuva de- mokratik cumhuriyetinden sosyalizme giden yoldur. "Hiç şüphe yok ki, somut tarihi koşullarda, geçmişin öğeleri ge- leceğin öğeleriyle iç içe geçer; bu iki yol kesişir... Hepimiz bur- juva devrimiyle sosyalist devrimi karşı karşıya koyarız; hepimiz bu ikisinin kesinlikle ayırt edilmesinin mutlak gerekliliği üzerinde diretiriz. Ama bu iki devrimin lek tek, belirli öğelerinin tarihin akışı içerisinde iç içe geçtikleri yadsınabilir mi?" (LCW, 9. 84-85.) "Gücümüzün yani sınıf bilincine erişmiş, örgütlü proletaryanın gücünün ölçüsüne kesinlikle bağlı olarak, demokratik devrimden hemen sosyalist devrime geçmeye koyulacağız. Biz kesintisiz dev- rimden yanayız. Yarı yolda durmayacağız." (LCW, 9. 236-237.) iki buçuk yıl süren emperyalist savaştan sonra, 1917 Şubat'ında, Rusya'daki işçiler, köylüler ve askerler barış, toprak ve ekmek is- leyerek ayaklandılar. Tecrit olan ve bütün saygınlığını yitiren çarlık is- tibdadı ayrı bir barış antlaşması yapmak üzere Almanya'yla gizli görüşmelere başlamıştı. Bunun üzerine, Rusya'yı savaşın içinde tut- maya kararlı olan İngiltere ve Fransa'nın baskısıyla, burjuva önderler çarı çekilmeye zorladılar ve bir demokratik cumhuriyet ilan ettiler. Ne var ki, böyle davranmalarının nedeni güçlü olmaları değil, tam tersine güçsüz olmalarıydı. Halkın isteklerini yerine getirmek gibi bir amaçlan olmadığı anlaşıldı. Lenin, elde edilenlerin yitirilmemesi için hemen devrimin ikinci aşamasına geçmek gerektiğini kavradı: "Rusya'da bugünkü dununun belirleyici özelliği, ülkenin -prole- taryanın sınıf bilincinin ve örgütlenmesinin yetersiz oluşu yüzünden iktidarı burjuvazinin eline veren- birinci devrim aşamasından, iktidarı proletaryanın ve köylülerin en yoksul ke- siminin eline vermesi gereken ikinci devrimci aşamasına geçmekle oluşudur." (LCW.24.22.) 34 35
  • 18. "Ya ilerleııecek ya da gorileııccek. Bir devrimde hiç kimse olduğu yerde kalamaz. İktidarın yoksul köylülerce desteklenen devrimci proletaryaya geçmesi, insanoğlunun gördüğü en sağlam ve en az acılı biçimlerde, barış uğruna bir devrimci mücadeleye geçiş anlamına gelir..." (LCW, 25. 28.) a Lenin, bir yıl sonra, Ekim Devrimi'ni incelerken şunları yazıyordu: "Devrimin izlediği yol, bizim düşüncemizin doğru olduğunu göstermiştir, önce, 'tüm' köylülerle birlikte monarşiye, toprak sa- hiplerine ve ortaçağ kalıntılarına karşı (buraya kadar devrim bur- juva nitelikte, burjuva-demokratik nitelikte kalır); sonra da, yoksul köylüler, yarıprolelerler ve tüm sömürülenlerle birlikte, köy zen- ginleri, kulaklar ve vurguncular da içinde olmak üzere kapitalizme karşı; bu noktada devrim, sosyalist nitelikte bir devrim haline gelir. Birincisiyle ikincisinin arasına yapay bir Çin Şeddi çekmeye kalkışmak, bu ikisini proletaryanın hazıriıklığınm derecesi ve pro- letaryanın yoksul köylülerle olan birliğinin derecesi dışında her- hangi bir şeyle birbirinden ayırmaya çalışmak, Marksizmi ala- bildiğine çarpıtmaktan, kabalaştırmaktan ve Marksizmin yerine liberalizmi koymaktan başka bir şey değildir." (LCW, 28. 300.) Lenin, devrimin dördüncü yıldönümünde yaptığı konuşmada şöyle diyordu: "Rusya'da devrimin dolaysız ve acil hedeii burjuva demokratik ni- telikte bir hedefti; yani ortaçağ kalıntılarını ortadan kaldırmak ve başlan aşağı süpürüp atmak, Rusya'yı bu barbarlıktan, bu ayıptan kurtarmak, ülkemizdeki tüm kültür ve ilerlemenin karşısına dikilen bu engeli kaldırmaktı. Bu temizliği 125 yıl önceki büyük Fransız Devrimi'ndcn daha büyük bir kararlılıkla, çok büyük bir hızla, çok dalıa büyük bir cesaretle, çok daha büyük bir başarıyla ve kitleler üzerindeki etkisi bakımından çok daha geniş çapta ve derinliğine gerçekleştirdiğimiz için haklı olarak gurur duyabiliriz... Burjuva- demokratik devrimi şimdiye kadar kimsenin yapmadığı bir biçimde tamamladık. Sosyalist devrime doğru bilinçli bir biçimde, kararlılıkla ve sapmadan, onun burjuva demokratik devrimden Çin Seddi'yle ayrılmadığını bilerek, nereye kadar ilerleyeceğimizi, bu büyük ve şanlı görevin jıc kadarını gerçekleştireceğimizi ve za- ferlerimizi ne ölçüde sa|lamlaştırabileceğimizi son çözümlemede sadece ve sadece mücadelenin belirleyeceğini bilerek ilerliyoruz. Bunu zaman gösterecek. Ama topumun sosyalist dönüşümü ko- nusunda daha şimdiden çok büyük -bu mahvolmuş, tükenmiş, geri ülke için çok büyük- işlerin yapılmış olduğunu bugünden görebiliyoruz." (LCW, 33. 51.) 3. Çin Devrimi Mao Zedung 1940'la şunları yazıyordu: "Birinci emperyalist Dünya Savaşı ve zafere ulaşan ilk sosyalist devrim, yani Ekim Devrimi, dünya tarihinin bütün bir akışını değiştirdi ve yeni bir çağ açtı. Bu çağ, dünyanın kapitalist cep- hesinin yeryüzünün bir bölümünde (dünyanın altıda birinde) çöktüğü ve geri kalan yerlerde de çürüyüşünü bütünüyle gözler önüne serdiği; geri kalan kapitalist bölümlerin sömürge ve yarısömürgelcre her zamankinden fazla dayanmaksızın varlıklarını sürdüremedikleri; sosyalist bir devletin kurulduğu ve bu devletin bütün sömürge ve yarısömürgeler'deki kurtuluş hareketlerini etkin bir biçimde desteklemeye hazır olduğunu ilan ettiği bir çağdır. Bu çağda, bir sömürge ya da yarısömürgcde emperyalizme, yani ulus- lararası burjuvazi ya da uluslararası kapitalizme yöneltilmiş bütün devrimler artık burjuva-demokratik dünya devriminin eski sınıflamasına değil, yeni sınıflamaya girmektedir. Bu devrimler artık eski burjuva ya da kapitalist dünya devriminin bir parçası değil, yeni dünya devriminin, proleter-sosyalisl dünya devriminin bir parçasıdır." (MSW, 2. 343-344.) Çin 20. yüzyıl başlarında yarıfeodal, yarısömürge bir ülkeydi. Köylü yığınları feodal toprak ağaları ve bazı sömürgeci devletler tarafından sömürülüyordu. Bu devletler limanları işgal etmiş, ban- 36 37
  • 19. kakırın denetimini ele geçirmiş ve ülkeyi yağmalamak üzere bir ti- caret ağı kurmuşlardı. Bunlar, büyük burjuvaziyi, yani komprador ya da bürokrat-kapitalistleri oluşturan zengin tüccarlar, tefeciler ve ban- kerler tarafından destekleniyordu. Bu iki sınıf, yani feodal toprak ağaları ve komprador burjuvazi, Çin'deki emperyalist egemenliğin toplumsal temelini meydana getiriyordu. Bu iki sömürücü sınıf ile halk yığınları arasında orta ya da ulusal burjuvazi vardı. Bunlar, yerli sanayii kurma çabaları feodalizm ve em- peryalizm tarafından engellenen sanayi kapitalistleriydiler. Bu açıdan halkın safında yer alma eğilimi gösteriyorlardı; ama aynı zamanda kendileri de sömürücü oldukları ve proletaryadan korktukları için yal- palama eğilimi de taşıyorlardı. Tutarlı anlifeodal, antiemperyalist sınıflar yalnızca köylülük ve proletaryaydı. Köylülüğün büyük çoğunluğu yoksul köylülerden, yani köy proleterleri ve yarıproleterlcrdcn oluşuyordu. Gerçi sanayi pro- letaryası sayıca azdı, ama Birinci Dünya Savaşı'ndan, özellikle de Ekim Devrimi'nden sonra gücü ve etkisi hızla arttı: "Modern sanayi proletaryasının sayısı iki milyon kadardır. Modern sanayi proletaryası sayıca fazla değildir, çünkü Çin, iktisadi bakımdan geri bir ülkedir. Bu iki milyon sanayi işçisi esas olarak beş sanayi kolunda -demiryolları, madencilik, deniz ulaştırması, dokuma ve gemi yapımı- çalışmakta ve büyük bir bölümü de ya- bancı kapitalistlerin sahip olduğu işletmelerde köleleştirilmektedir. Sayıca çok fazla olmamakla birlikle, sanayi proletaryası Çin'in yeni üretim güçlerini temsil etmektedir, modern Çin'deki en ilerici sınıftır ve devrimci harekette önder güç haline gelmiştir." (MSVV, I. 18.) Demek ki, devrimci hareketin ana gövdesini köylülük, önder gücünü ise proletarya meydana getirmekleydi: "Yoksul ve orta köylüler kurtuluşlarına ancak proletarya önderliğinde kavuşabilirler; proletarya ise devrimi ancak yoksul ve orta köylülerle sağlam bir ittifak kurarak zafere ulaştırabilir." (MSVV, 2. 324.) 1911-1927 döneminde feodalizme ve emperyalizme karşı birçok devrimci ayaklanmaya girişildi, ama bunların hiçbiri başarılı olamadı: 38 "Kesin bir biçimde söyleyecek olursak, Çin'in emperyalizme ve feodalizme karşı burjuva-demokratik devrimi Dr. Sun Yat-sen tarafından başlatılmıştır ve 50 yıldan fazla bir zamandır sürmektedir... Dr. Sun Yat-sen'in başlattığı devrim başarıya ulaşmamış mıydı? İmparatoru def etmemiş miydi? Ama bir an- lamda da başarısızdı, çünkü imparatoru def etmekle birlikte, Çin'i emperyalist ve feodal baskıdan kurtarmamış ve bu yüzden de antiemperyalist, anlifeodal devrimci görev tamamlanmadan kalmıştı." (MSVV, 2. 243.) "Kuangtung'da başlamış olan burjuva-demokratik devrim henüz yarı yoldayken, komprador ve toprak ağası sınıflar önderliği gasp et- tiler ve onu hemen karşıdevrim yoluna saptırdılar." (MSW, 1.63.) Bütün bu başarısızlıklar, burjuva-demokratik devrimin hedeflerine bujuvazinin önderliğinde ulaşılamayacağını kanıtladı: "Çin devriminin niteliği nedir? Bugün ne tür bir devrim yapıyoruz? Bugün burjuva-demokratik bir devrim yapıyoruz ve yaptığımız her şey bu devrimin alanı içindedir. Şimdilik genel olarak burjuva özel mülkiyet sistemini yıkmamalıyız; bizim yıkmak istediğimiz, emperyalizm ve feodalizmdir. Burjuva- demokratik devrim derken, işte bunu söylemek istiyoruz. Ne var ki, bu devrimin gerçekleştirilmesi daha şimdiden burjuvazinin gücünü aşmış bulunmaktadır ve proletaryanın ve geniş halk yığınlarının çabalarına dayanmak zorundadır." (MSVV, 2. 242.) Böylelikle Mao Zedung, burjuva-demokratik devrimin, ulusal bur- juvazi de içinde olmak üzere emperyalizme ve feodalizme karşı olan bütün öteki sınıfların desteğiyle proletarya tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Bu, Mao Zedung'un eski tipte burjuva- demokratik devlimden ayni etmek amacıyla "yeni-demokratik" diye ad- landırdığı yeni tipte bir burjuva-demokratik devrimdi. I939'da şunları yazıyordu Mao Zedung: "Bugünkü aşamada Çin devrimi gerçeklen hangi niteliktedir? Bir burjuva.-demokıatik devrim midir, yoksa bir proleter-sosyalist dev- rim mi? Hiç şüphe yok ki, ikincisi değil, birincisidir... Ne var ki, 39
  • 20. bugünkü Çin'de burjuva-demokralik devrim artık köhnemiş olan eski genel tipte bir devrim değildir, yeni özel tipte bir devrimdir. Biz buna yeni-demokratik devrim diyoruz; bu tip devrim Çin'de olduğu kadar bütün öleki sömürge ve yarısömürge ülkelerde de gelişmektedir. Yeni demokratik devrim, dünya proleter-sosyalist devriminin bir parçasıdır, çünkü emperyalizme, yani uluslararası kapitalizme kararlılıkla karşı çıkmaktadır... Yeni-demokratik dev- rim, proletarya önderliğindeki geniş halk yığınlarının an- tiemperyalist, antifeoda'l devrimidir. Çin toplumu ancak böyle bir devrimden geçerek sosyalizme ilerleyebilir. Başka bir yol yoktur." (MSW, 2. 326-327.) İşte Çin'de 1949 yılında kurulan ve bur juva-dcmokralik devrimin ta- mamlanmasını ve proleter-sosyalist devrimin başlangıcını belirleyen de- mokratik halk diktatörlüğünün gelişimi böyle oldu. Çin'deki demokratik halk diktatörlüğü. Ekim Devrimi'ylc açılan yeni çağda bir yarısömürge ülkenin koşullarına uygun düşen yeni biçimde bir proletarya dik- tatörlüğüdür. İşçi-köylü ittifakına dayanması, başka bir deyişle, pro- letarya ile köylülüğün proletarya önderliğindeki ittifakına dayanması bakımından Sovyet biçimine de benzemekledir; ama ittifakın temelinin daha geniş olması bakımından, yani ittifakın tüm köylülüğü ve ulusal burjuvaziyi de içermesi bakımından Sovyet biçiminden ayrılmaktadır. Çin'de proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme öyle ele alındı ki, ulu- sal burjuvazi 1949'daki yeni-demokratik devrimde proletaryanın önderliğini kabul etti. Bunun gerçekleşebilmesiııin nedeni, proletaryaya, Mao Zedung'un Çin'deki somut koşullara uyguladığı Lcnin'in kesintisiz devrim teorisinin yol göstermesiydi. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM PROLETARYA VE KÖYLÜLÜK Bugüne kadar tarihteki bütün hareketler, ya azınlık ha- reketleri olmuşlardır ya da azınlıkların yararına hareketler. Proletarya hareketi ise ezici çoğunluğun bilinçli, bağımsız hareketidir. Bugünkü toplumumuzun en aşağı tabakası olan proletarya, üzerindeki-bütün öteki toplum tabakalarını ha- vaya savurmadan silkinip ayağa kalkamaz. Komünist Partisi Manifestosu 1. Proletaryanın Önder Rolü Modem toplumda gerçekten devrimci olan tok bir sınıf vardır: "Komünist Manifestomdan başlayarak bütün modern sosyalizm, kapitalist toplumda gerçekten devrimci biricik sınıfın proletarya olduğu şeklindeki su götürmez gerçeğe dayanır. Öteki sınıflar ancak bazı bakımlardan ve belirli koşullarda devrimci olabilirler ve olurlar da." (LCW, 6. 197.) Proletaryanın bu duruma nasıl eriştiğini kavramak önemlidir. Daha önce de gördüğümüz gibi, proletarya ile burjuvazi arasındaki karşıtlık, kapitalist toplumdaki temel çelişmenin, yani üretimin top- lumsal niteliği ile mülkiyelin özel niteliği arasındaki çelişmenin bir yansımasıdır. Kapitalizm geliştikçe, küçük çapta üretim yerini büyük çapta üretime bırakır, böylece üretim ile mülkiyet arasındaki çelişme şiddetlenir ve en sonunda yıkılıp giden özel mülkiyet sisteminin ye- rini kamu mülkiyeti sistemi, yani sosyalizm alır. 40 41
  • 21. Kapitalist üretimin birimi, çok sayıda işçiyi bir araya, getiren fab- rikadır. Bu işçiler, yaşayabilmek için kapitalistlere sattıkları işgüçlerinden başka hiçbir şeye sahip değildirler. Bütün emekçiler arasında en yoğun bir biçimde sömürülen onlardır; ama bir arada çalıştıkları için, kendilerini savunmak üzere örgütlenebilecek bir du- rumdadırlar. Ortak düşmana karşı birleşik bir tutum takınırlar, sınıf bi- lincine erişirler, sendikalar kurarlar, bağımsız bir işçi sınıfı partisi yaratırlar ve mücadelelerinin bir ürünü olan Marksist teoriyle silahlanırlar: "İşçilerin içinde yaşadıkları koşullar, onları mücadele edebilecek duruma getirir ve mücadele etmeye zorlar. Sermaye, işçileri geniş kitleler halinde büyük şehirlerde toplar, birleştirir ve onlara birlikte hareket etmeyi öğretir. İşçiler her adım başında ana düşmanlarıyla, yani kapitalist sınıfla karşı karşıya gelirler. İşçi bu düşmana karşı savaş içerisinde sosyalist olur, bütün toplumun tepeden tırnağa yeniden kurulmasının, bütün yoksulluk ve zulmün baştan aşağı yok edilmesinin zorunluluğunu kavrar." (LCW, 16. 301.) "Pratiğinin ilk döneminde, makinelerin parçalanması ve ken-. diliğinden mücadele döneminde proletaryanın kapitalist topluma ilişkin bilgisi henüz algısal bilgi aşamasmdaydı; proletarya, ka- pitalizmin olgularının yalnızca bazı yönlerini ve dış ilişkilerini bi- liyordu. O dönemde proletarya hâlâ 'kendi içinde sınıf idi. Ama pratiğin ikinci dönemine, bilinçli ve örgütlü iktisadi ve siyasi mücadeleler dönemine ulaştığında, proletarya, kapitalist toplumun özünü, toplumdaki sınıflar arasındaki sömürü ilişkilerini ve kendi tarihi görevini kavradı; bütün bunları kendi pratiğiyle ve Marx ve Engels'in proletaryayı eğitmek amacıyla, Marksist teoriyi yaratmak için bilimsel bir biçimde bütün yönleriyle özetledikleri uzun süreli mücadele tecrübesiyle kavradı. İşte ö zaman proletarya 'kendisi için sınır durumuna geldi." (MSW, 1. 301.) Dolayısıyla proletaryanın, önder rolünü, kapitalist toplumdaki başçelişmenin esas yönü ile kendisini bilinçli bir biçimde özdeşleştirmekle edindiğini söyleyebiliriz. Proletarya, insanlığın uzun süreli çıkarlarını temsil eder. Burjuvazi nasıl kapitalist üretim güçlerinin gelişmesini köstekleyen feodal düzeni yıklıysa, proletarya da top- lumun sınıflara bölünmesine ve insanın insan tarafından sömürülmesine son verecek gelişmeyi ilerletebilmek için üretim güçlerini özgür kılmak amacıyla kapitalist düzeni yıkar. 2. İşçi-Köyiü İttifakı Proletaryanın tersine, köylülük küçük çapta üretimle ve özel mülkiyetle bağıntılıdır: "İşçinin hiçbir üretim aracı yoktur; işçi kendisini, ellerini, işgücünü satar. Köylünün ise üretim araçları -aletleri, hay- vanları, kendi toprağı ya da kiraladığı bir toprak- vardır; köylü kendi ekip biçtiği ürünleri satan bir küçük mülk sahibi, bir küçük girişimci, bir küçük burjuvadır." (LCW, 18. 37.) "Köylüler, küçük mülk sahibi bir sınıftır. Özgürlük ve sosyalizm mücadelesi açısından bu sınıfın durumu işçilerin durumundan çok daha elverişsizdir. Köylüler, büyük işletmelerdeki çalışma tarafından bir araya getirilmiş değildirler; tam tersine, kendi küçük, bireysel çiftliklerinde dağınıktırlar, işçilerin tersine, ka- pitalistin kişiliğinde açık, belirgin, tek bir düşman görmezler karşılarında. Köylüler kendileri de belli ölçüde efendi ve mülk si- hibidirler." (LCW, 11.394.) Ama gene de, kapitalizmin eşit olmayan gelişmesinden doğan be- lirli koşullarda, proletarya köylü kitlelerini kendi safına kazanabilir. Rusya'da kapitalizm Batı Avrupa'dan daha geç gelişti. Hem bu yüzden, hem de kısmen Batı sermayesince desteklendiği için, Batı Av- rupa kapitalizminden daha hızlı bir gelişme gösterdi. Bunun sonucunda, daha feodal toplumun başçelişmesi olan köylüler ile feodaller arasındaki karşıtlık çözülmeden, kapitalist toplumun başçelişmesi olan proletarya ile burjuvazi arasındaki karşıtlık devrim aşamasına girdi. Bu iki çelişme iç içe geçti1 . Bu koşullarda, büyük burjuvazi ile feodallerin it- tifakıyla karşı karşıya kalan proletarya, köylülükle antifeodal bir ittifak kurarak halk yığınlarını kendi çevresinde topladı. İşçilerle köylüler arasındaki bu ittifak, devrim harekelinin temelini oluşturdu: 42 43
  • 22. "Proletarya tek başına galebe çalacak kadar güçlü değildir. Şehir yoksullarının bağımsız çıkarları yoktur; proletarya ve köylülükle kıyaslandığında şehir yoksulları bağımsız bir güç değildirler, Köylük bölgelerdeki nüfusun, mücadeleye önderlik etmek bakımından değil -böyle bir şey söz konusu değildir- zaferi güvence altına almak bakımından belirleyici bir rolü vardır." (LCW, 11.343.) "Demokratik devrimi ancak proletarya tamamlayabilir; ama bunu gerçekleştirebilmesi için, modern toplumdaki gerçekten devrimci biricik sınıf olan proletaryanın, köylü kitlelerine önderlik etmesi ve onların büyük toprak sahipliğine ve feodal devlete karşı verdikleri mücadeleye siyasi bilinç kazandırması gerekir." (LCW, 12. 139,) Çin'de kapitalizm Rusya'dakinden de geç gelişti; Çin'de ka- pitalizm, emperyalist baskının etkisi altındaki feodal toplumun iç çelişmelerinden doğdu: "Tüccarların, toprak ağalarının ve bürokratların bir kesimi nasıl Çin burjuvazisinin habercisi idiyse, köylülerin ve zanaat işçilerinin bir kesimi de Çin proletaryasının habercisiydi. Farklı toplumsal sınıflar olarak Çin burjuvazisi ve proletaryası yeni doğmuşlardır ve daha önce Çin tarihinde hiçbir zaman var olmamışlardır. Bunlar, feodal toplumun dölyatağında doğarak yeni toplumsal sınıflar ha- line gelmişlerdir. Bunlar, Çin'in eski (feodal) toplumundan dünyaya gelen ikiz kardeşlerdir; birbirlerine hem bağlı, hem de karşıttırlar. Ne var ki, Çin proletaryası, yalnızca Çin ulusal bur- juvazisiyle birlikte değil, aynı zamanda doğrudan doğruya Çin'deki emperyalistler tarafından yürütülen işletmelerle birlikte doğup gelişmiştir. İşte bu yüzden, Çin proletaryasının çok büyük bir ke- simi, Çin burjuvazisinden daha yaşlı ve daha tecrübelidir; dolayısıyla da, daha büyük ve daha geniş temeli olan bir toplumsal güçtür." (MSW, 2. 310.) Bu koşullarda, komprador burjuvazi, toprak ağaları ve em- peryalistlerin ittifakıyla karşı karşıya kalan proletarya, köylülükle an- tifeodal, antiemperyalist bir ittifak kurdu ve böylece ulusal burjuvazi de içinde olmak üzere halk yığınlarını kendi safında topladı: "Çin proletaryası, en yüksek siyasi bilince ve örgütlenme anlayışına sahip sınıf olmasına karşın, zafere yalnızca kendi gücüyle erişemeyeceğini kavramalıdır. Zafere ulaşabilmek için, değişen koşullara göre, devrimde yer alabilecek bütün sınıf ve ta- bakalarla birleşmeli ve devrimci bir birleşik cephe örgütlemclidir. Çin toplumundaki bütün sınıflar içinde, köylülük işçi sınıfının sağlam bir müttefikidir; şehir küçük burjuvazisi güvenilir bir müttefiktir; ulusal burjuvazi ise belli dönemlerde ve belli ölçüde bir müttefiktir. Bu, Çin'in modern devrim tarihinin ortaya koyduğu temel yasalardan biridir." (MSW, 2. 325.) Çin'de köylülüğün kendi siyasi partisinin olmaması, proletaryanın köylülük üzerindeki etkisini artırdı: Çin'de yalnızca köylüleri temsil eden bir siyasi parti bulunmadığı ve ulusal burjuvazinin siyasi partileri de kapsamlı bir toprak prog- ramına sahip olmadıkları için, kapsamlı bir toprak programı hazırlayıp uygulayan, köylülerin çıkarları uğrunda canla başla savaşan ve böylece köylülerin ezici çoğunluğunu büyük bir müttefik olarak kazanan Çin Komünist Partisi, köylülerin ve bütün öteki devrimci demokratların önderi olmuştur. (MSV 3. 298.) Böylelikle, Rusya'da olduğu gibi Çin'de de işçi-köylü ittifakı dev- rim hareketinin temelini oluşturdu: "Tecrübemizi özetleyecek ve tek bir noktada toplayacak olursak, sonuç şudur: İşçi sınıfı önderliğinde (Komünist Partisi aracılığla) ve işçilerle köylülerin ittifakına dayalı demokratik halk diktatörlüğü." (MSW,4.422.) Her iki ülkede de proletarya, önderlik ettiği hareket içerisinde azınlıktaydı; ama Lenin'in de belirttiği gibi, proletaryanın gücünü sayısıyla ölçmemek gerekir: "Herhangi bir kapitalist ülkede proletaryanın gücü, toplam nüfus içinde temsil ettiği orandan çok daha fazladır. Çünkü proletarya, kapitalizmin tüm iktisadi sisteminin sinir merkezini elinde tutar 44 45
  • 23. ve aynı zamanda kapitalizm koşullarında emekçi halkın çoğunluğunun gerçek çıkarlarını iktisadi ve siyasi bakımdan dile getirir." (LCW, 30. 274.) Üslelik gerek Rusya'da, gerek Çin'de, sayıca az olmasına karşın, proletarya, reformculuğun etkisinden oklukça uzak kalmıştı. Lenin, Rus işçileriyle ilgili olarak şunları söylüyordu: "Rusya'da aydınlar, küçük burjuvazi vb. arasında oportünizmin ve reformculuğun her rengini görüyoruz. Ama bu, işçilerin siyasi bakımdan elkin kesimlerinin ancak önemsiz bir azınlığını et- kilemiştir. Ülkemizde fabrika işçilerinin ve memurların ayrıcalıklı tabakası çok sınırlıdır. Legalitc tapınmacalığı burada başgösteremez." (LCW, 21.319.) Mao Zedung da Çin işçileri için aynı şeyi söylemektedir: "Avrupa'dakinin tersine, sömürge ve yarısömürge Çin'de re- formculuğun iktisadi temeli bulunmadığından, birkaç grev kırıcı dışında bütün prolelarya son derece devrimcidir." (MSW, 2. 324.) Demek ki, proletaryanın rolündeki belirleyici etken, onun sayısal gücü değil, siyasi gücüdür. 3. Köylülüğün Farklılaşması 1861 Köylü Reformu'ndan önce, Rusya'nın köylük bölgelerindeki üretim ilişkilerinde feodalizm hüküm sürmekteydi. Üretim birimi, ik- tisadi bakımdan kendi kendine yelerli köy ya da köyler topluluğuydu. Köylülerin ürettikleri, ya kendileri ya da bağlı bulundukları toprak sa- hipleri tarafından tüketilirdi. Eğer bir ürün fazlası olursa, o yörenin pazarında elden çıkarılırdı. Kötü mahsuller ve borçlanmalar so- nucunda köylülerin çoğu yoksul düşmüştü. ' 1861'den sonra, mela üretiminin hızla gelişmesiyle birlikte, bu ilişkiler büyük ölçüde kapitalist ilişkilere dönüştü. Ama aynı zamanda büyük toprak sahipleri feodal ayrıcalıklarının birçoğunu korudular ve böylece kapitalizmin daha da gelişmesine köstek oldular. Yüzyılımızın başlarında köylük bölgelerindeki nüfusun yüzde 15 kadarını zengin köylüler, yani ücretli işçi çalıştıran kapitalist çiftçiler; yüzde 65 kadarını yoksul köylüler, yani işgüçlerini satarak geçinen az topraklı ya da top- raksız köy proleterleri ya da yarıproletcrleri; geri kalanını da orta köylüler, yani durmadan proleterleşmeye itilen küçük toprak sahipleri oluşturmaktaydı (LCW, 6. 389,28. 56). Feodal ilişkilerin bütünüyle ortadan kaldırılmasında köylülüğün bütün kesimlerinin ortak çıkarı vardı. Ama köylülük ile feodal toprak sa- hipleri arasındaki bu çelişmenin yanı sıra, köylülüğün kendi içinde git- tikçe derinleşen bir uçurum söz konusuydu. Özellikle 1905 yılından sonra köylülük, köy burjuvazisi (kulaklar) ve köy proletaryası diye ikiye bölündü (LCW, 15. 42). Buna uygun olarak Sosyal-Demokratlar, yani proletarya partisi, burjuva-demokratik devrimi desteklemeleri için bülün köylülüğü seferber etme ve aynı zamanda yoksul ve orta köylüleri, uzun süreli çıkarlarının, sosyalizm uğruna mücadele içinde güçlerini sanayi proletaryasıyla birleştirmede yattığına inandırma görevini üstlendi: "Sosyal-Demokratlar, köylü harekelinin, kendilerine ikili bir görev yüklediğini tekrar tekrar belirtmişlerdir. Hiç kuşTcusuz, devrimci-demokratik bir hareket olduğuna göre, bu hareketi des- teklemeli ve ilerletmeliyiz. Aynı zamanda, kendi proleter sınıf bakış açımızı hiç şaşmadan korumalıyız; köy proletaryasını, şehir proletaryası gibi ve onunla birlikte bağımsız bir sınıf par- tisinde örgütlcmeliyiz; köy proletaryasına, kendi çıkarlarının bur- juva köylülüğün çıkarlarına karşıt olduğunu açıklamalıyız; köy proletaryasını sosyalist devrim uğrunda savaşmaya çağırmalı ve ona, zulüm ve yoksulluktan kurtulmanın köylülüğün çeşitli ke- simlerini küçük burjuva yapmakla değil, ancak tüm burjuva düzeninin yerine sosyalisl düzeni geçirmekle mümkün olduğunu göstermeliyiz." (LCW, 8. 321.) "Bilim ve teknolojideki her ilerleme, kapitalist toplumdaki küçük çapta üretimin temellerini ister istemez ve acımasızca sarsar: Çoğu zaman karmaşık ve çapraşık olan bu süreci bütün bilimleriyle araştırmak ve küçük üreticiye kapitalizm koşullarında yerini ko- rumasının mümkün olmadığını, köylü üretiminin kapitalizm 46 47
  • 24. koşullarındaki umutsuzluğunu ve köylünün, proletaryanın tu- lumunu benimsemesi gerektiğini göstermek, sosyalist ekonomi politiğin görevidir." (LCW, 15. 35.) "Proleter, küçük köylüye şöyle der: Sen yarıproletersin, onun için işçilerin önderliğini izle; tek kurtuluş yolun budur. Burjuva, küçük köylüye şöyle der: Sen bir küçük mülk sahibisin, 'emekçi bir çif'tçi'sin. Emek ekonomisi kapitalizm koşullarında da 'büyür'. Sen, proletaryanın yanında değil, mülk sahiplerinin yanında olmalısın. "Küçük mülk sahibi iki ruhludur: Biri proleter ruh, öteki de 'mülk sahibi' ruhu." (LCW, 20. 216.) Yeniden Çin'e baktığımızda, orada bireysel üretimin Rusya'ya oranla çok daha uzun bir süredir yerleşmiş olmasına karşın, üretim ilişkilerinin ta 1949 yılına kadar büyük ölçüde feodal nitelikle kaldığını görüyoruz: "Köylü kitleleri arasında, binlerce yıldır her aile ya da hanenin bir üretim birimi oluşturduğu bireysel ekonomi sistemi va- rolagclmiştir. Bu dağınık, bireysel üretim tarzı, feodal yönetimin iktisadi temelidir ve köylüleri sürekli bir yoksulluk içinde tut- maktadır." (MSW, 3. 156.) Çin köylülüğü 1939 yılında şöyle değerlendirilmekleydi: "Köylülük, Çin'in toplam nüfusunun aşağı yukarı yüzde 80'ini oluşturmaktadır ve bugün Çin'in ulusal ekonomisinin ana güeüdür. "Köylülük içerisinde keskin bir kutuplaşma süreci meydana gel- mekledir. "Birincisi, zengin köylüler. Zengin köylüler, köy nüfusunun aşağı yukarı yüzde 5'ini (ya da toprak ağalarıyla birlikte yüzde 10'unu) oluşlurmakta ve köy burjuvazisini meydana ge- tirmekledir. Çin'deki zengin köylülerin çoğu yarıfeodal bir ni- telik taşımakladırlar; çünkü lopraklarının bir bölümünü kiraya vermekte, tefecilik yapmakla ve tarım emekçilerini amansızca sömürmektedirler. Ama genellikle kendileri de çalıştıkları için, köylülüğün bir parçasıdır. Zengin köylü üretim tarzı, belirli bir dönem için yararlı kalacaktır. Genel olarak bakıldığında, zengin köylüler, köylü kitlelerinin antienıperyalist mücadelesine bazı yararlı katkılarda bulunabilirler ve toprak ağalarına karşı yürütülen toprak devrimi mücadelesinde tarafsız kalabilirler... "İkincisi, orta köylüler. Orta köylüler, Çin'in köylük bölgelerdeki nüfusunun yüzde 20 kadarını oluşturmaktadır. Bunlar iktisadi bakımdan kendi kendilerine yeterlidirler... ve genellikle başkalarını sömürmemekle, lam tersine emperyalizm* toprak ağası sınıfı ve bur- juvazi tarafından sömürülmektedirler. Hiçbir siyasi hakları yoktur... Orta köylüler yalnızca antiemperyalisl devrime katılmakla kal- mayabilir, aynı zamanda sosyalizmi de benimseyebilirler.. Dolayısıyla, tüm Orta köylülük, proletaryanın güvenilir bir müttefiki olabilir ve devrimin önemli bir itici gücüdür... "Üçüncüsü, yoksul köylüler. Çin'deki yoksul köylüler, tarım emekçileriyle birlikte, köy nüfusunun aşağı yukarı yüzde 7()'ini meydana getirmektedir. Yoksul köylüler, topraksız ya da az topraklı geniş köylü kitleleridir; köylük bölgelerin yarıprolcterlcridirlcr; Çin devriminin en büyük itici gücüdürler; proletaryanın doğal ve en güvenilir müttefiki ve Çin'in devrimci güçlerinin ana kitlesidirlcr." (MSW, 2.323.) Çin köylülüğüne ilişkin bu değerlendirmeyi Lenin'in Rus köylülüğüyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmeyle karşılaştırdığımızda Çin'deki işçi-köylü ittifakının daha geniş bir temele dayandığını ve bu faklıhğın da yeni bir çelişmeden, yani Çin halkı ile emperyalizm arasındaki çelişmeden doğduğunu görüyoruz. Çin proletaryası, em- peryalizme karşı mücadelenin başına geçerek, sınıf güçleri dengesinde bir değişiklik yaratmayı ve böylelikle köylük bölgelerdeki başdüşmanı, yani feodal toprak ağalarını tecrit etmeyi başardı. Çin proletaryası bunu başarabildi, çünkü kendisine Komünist Partisi aracılığıyla yol gösteren teori, Mao Zedung tarafından Çin'e uygulanan Lenin'in işçi-köylü ittifakı leorisiydi. 48 49
  • 25. 4. Ltımpcn Proletarya Görüldüğü gibi, işçi-köylü ittifakı esas olarak sanayi işçileri ile yoksul köylülerin bir ittifakı, yani şehir ve köy proletaryası ve yarıproleterlerin bir ittifakıdır. Geriye lümpen proletarya kalıyor. Bu kesim, üretimle düzenli bir biçimde uğraşmayan, örgütsüz ve örgütlenme yeteneğinden büyük ölçüde yoksun unsurlardan, hiçbir sınıl" içinde yer almayan, yozlaşmış unsurlardan oluşur. İşçi sınıfı ha- rekelinin ilk günlerinde, proletaryanın henüz ayrı bir sınıf olarak kendi bilincine varmak ve sendikaların yaralılması için gerekli olan dayanışma ve disiplini geliştirmek üzere mücadele verdiği dönemde, lümpen pro- letarya hareket için bir gizildeğer olmaktan çok, bir tehlikeydi: "Eski toplunuın en alı tabakalarının içlerinden çıkarıp attıkları o sessizce çürüyüp giden yığın, toplumun tortusunu oluşturan o 'tehlikeli sınıf, ara sıra bir proletarya devrimiyle hareketin içine sürüklenebilir; ne var ki, lümpen proletaryanın yaşama koşulları onu gerici entrikaların salın alınmış bir aleti haline gelmeye çok daha yatkın kılmakladır." (MIH, I. 44.) Rus işçiler 1918 yılında, savaşın yarattığı güç koşullar altında üretimi yeniden örgütleme mücadelesi verirlerken, Lenin de aynı uyarıda bulunuyordu: "Savaş hiç kuşkusuz hem cephe gerisindeki, hem de cephedeki in- sanları yozlaştırmaktadır; savaş gereçleriyle ilgili işlerde çalışanlar çok yüksek ücretler almakta ve bu da, savaştan kaçmak için gizlenenlere, bir şeyler 'kapıp' sura kadem basmaktan başka bir şey düşünmeyen serseri ve yaııserseri unsurlara çekici gel- mekledir. Ama bunlar, eski kapitalist düzenden geriye kalan en kötü unsurlardır, lüm eski kötülüklerin taşıyıcılarıdır; bunları del' edip almalı, fabrikalara en iyi proleter unsurları yerleştirmeli ve onları geleceğin sosyalisl Rusya'sının çekirdekleri haline ge- tirmeliyiz." (LCW, 26.468.) Lenin'in bu sözleriyle Mao Zedung'un şu değerlendirmesi karşılaşlırılabilir: "Bütün bunların dışında, toprağını yitiren köylülerden ve iş bu- lamayan zanaatkarlardan meydana gelen oldukça geniş bir lüm- pen proletarya vardır. Bunlar son derece güvensiz bir hayat sürdürmektedirler... Çin'in en güç sorunlarından biri de, bu in- sanların nasıl ele alınacağı sorunudur. Yiğit birer savaşçı olan, ama yıkıcı eğilimler taşıyan bu insanlar, doğru yönlendirilirlerse devrimci bir güç haline gelebilirler." (MSW, I. 19.) "Çin'in sömürge ve yarısömürge durumu, köylerde ve şehirlerde büyük bir işsiz kitlesi yaratmıştır. Geçimlerini meşru yollardan sağlama olanaklarından yoksun kılınan bu insanlardan pek çoğu meşru olmayan yollara başvurmak zorunda kalmışlar ve böylece birer .soyguncu, gangster, dilenci, fahişe ve boşinanç sömürücüsü olup çıkmışlardır. Bu, tutarsız bir toplum tabakasıdır; bazıları ge- rici güçler tarafından satın alınmaya yatkın olmakla birlikte, bazıları da devrime katılabilir. Yapıcı niteliklerden yoksun olan bu insanlar, yapıcılıktan çok, yıkıcılığa yatkındırlar; devrime katıldıktan sonra, devrimci sallarda başıboş asilerin ve aııanşist ideolojinin kaynaklarından biri haline gelirler. Dolayısıyla, onların nasıl yeniden kalıba dökülmeleri gerektiğini bilmeli ve yıkıcılıklarına karşı tetikle olmalıyız." (MSW, 2. 325.)' İlkinden daha olumlu olan bu değerlendirme, dünya devriminin iler- lemesini yansıtmaktadır. Emperyalist sömürü yoğunlaştıkça, sürekli işsizlerin sayısı artmaktadır; ama öle yandan da devrimci mücadele geliştikçe, uluslararası proletaryanın emperyalizm tarafından toplum dışına itilmiş tüm insanlar üzerindeki elkisi de yaygınlaşmaktadır. 5. Batı Proletaryası Proletaryanın büyümesi kapitalizmin gelişmesi tarafından be- lirlendiğine ve kapitalizm de en çok Balı'nın ileri ülkelerinde gelişmiş olduğuna göre, bu ülkelerde şimdiye kadar niçin hiçbir proletarya devriminin gerçekleşmediği sorulabilir? İlk başlarda Marx ve Engels ilk proletarya devriminin Almanya'da meydana geleceğini 50 51
  • 26. umuyorlardı, ama bu umutları gerçekleşmedi. Fransız işçileri 1871 yılında Paris'te iktidarı ele geçirmeyi başardılar, ama elde tutamadılar. Ekim Devrimi meydana geldiği sıralarda Rusya, Avrupa'nın en geri ülkesiydi. İkinci Dünya Savaşı'nın biliminde çeşitli Orta Avrupa ülkelerinde devrim oldu, ama Batı'da olmadı. 1949 yılında Çin, 1917 Rusya'sından daha geri bir ülkeydi. Bu sorunun aynı zamanda tersinden sorulması gerekir: Rusya ve Çin devrimleri niçin o kadar erken gerçekleşti? Bu sorunun karşılığı, daha önce de gördüğümüz gibi, kapitalizmin eşit olmayan gelişmesinde yatmaktadır. Batı burjuvazisinin emperyalizm aşamasına geçtiği bir dönemde, Rusya ve Çin'deki burjuvazi hâlâ feodalizmin zincirlerini sil- kip atmaya çabalıyordu. Burjuvazi, Rusya'da Balı sermayesine bağımlı olduğundan (LCW, 20. 399), Çin'de ise emperyalist baskı yüzünden daha da güçsüz düşmüştü. Buna karşılık proletarya, Rusya'da Batfdan edindiği devrimci tecrübelerle, Çin'de ise Ekim Devrimi örneği ve Sov- yetler Birliği'nin desteğiyle güçlenmişti. Bu dış etkenlerin bir araya gelmesi sonucunda, iç çelişmeler şiddetlendi ve böylece sınıf güçleri dengesi proletarya yararına değişti. Kapitalist gelişimin çok önce başladığı Batı'da feodalizm hemen hemen bütünüyle yok edilmiş ve burjuvazi daha ilk başlardan Amerika ve Asya'yı yağmalayarak zenginleşmişti. Böylece burjuvazi ülke içindeki durumunu güçlendirmişti. Sömürge ülkelerin sömürülmesinden elde edi- len dev kârları ceplerine indiren burjuvalar, sanayi işçilerine önemli ödünler vermişler ve işçi önderlerinden birçoğunu satın almışlardı. Bunun sonucunda, emperyalizmin anavatanı olan ülkelerin proletaryasını sömürge ülkelerin işçilerinden ve köylülerinden ayıran uçurumun yanı sıra, emperyalizmin anavatanı olan ülkelerin proletaryası da bölünmüş ve burjuva ideolojisiylc büyük ölçüde zehirlenmişti. Emperyalizmin bu ülkelerdeki etkisi, iç çelişmelerin hafiflemesi ve böylece sınıf güçleri den- gesinin burjuvazi yararına değişmesi sonucunu doğurmuştu. Birçok yazısında açıkça görüldüğü gibi Lenin de bu kanıdadır: "Toplumsal devrimi ancak tüm toplumu besleyen proleter sınıf gerçekleştirebilir. Ne var ki, sömürge siyaseti sonucunda, Av- rupa proletaryası kısmen, tüm toplumun kendi emeğiyle değil de, sömürge ülkelerdeki köleleştirilmiş yerli halkın emeğiyle 52 beslendiği bir durumda bulunmaktadır... Bu durum bazı ülkelerde proletaryanın sömürgeci şovenizmle zehirlenmesinin maddi ve iktisadi temelini oluşturmaktadır." (LCW, 13. 77.) "Ulusal sorun açısından, ezen ve ezilen ulusların işçilerinin gerçek durumu aynı mıdır? Hayır, aynı değildir. " 1) iktisadi bakımdan, aradaki fark, ezen ulusların işçi sınıfının bazı kesimlerinin, bu ulusların burjuvazisinin ezilen ulusların işçilerini fazladan sömürerek elde ettiği aşırı kârlardan kırıntılar almalarıdır. Ayrıca, iktisadi istatistikler, burada işçilerin ezilen uluslardakine oranla daha büyük bir yüzdesinin 'ustabaşıları' haline geldiğini, işçi aristokrasisine yükseldiğini göstermektedir. Bu bir gerçektir. Ezen ulusların işçileri, ezilen ulusların işçilerini (ve halk yığınlarını) yağmalamada kendi burjuvazileriyle bir ölçüde ortaktırlar. "2) Siyasi bakımdan, aradaki fark, ezilen ulusların işçileriyle kıyaslandığında, ezen ulusların işçilerinin siyasi hayatın birçok alanımla ayrıcalıklı bir durumda bulunmalarıdır. "3) İdeolojik ya da manevi bakımdan, atadaki fark, ezen ulusların işçilerinin, gerek okulda, gerekse hayatta, ezilen ulusların işçilerinden nefret etmeyi ve onları aşağılamayı öğrenmeleridir." (İ.CW, 23. 55.) "Sömürgeleri ve kendilerinden zayıf ülkeleri soyarak asalak bir biçimde palazlanan bir avuç en zengin emperyalist ülkenin önemini programımızda daha da güçlü bir biçimde vurgulamak ve daha canlı bir biçimde dile getirmek belki de daha doğru olurdu. Bu, em- peryalizmin çok önemli bir özelliğidir. Bu özellik, emperyalizmin talanına uğrayan ülkelerde ve emperyalist devler tarafından ezilme ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan (Rusya gibi) ülkelerde güçlü devrimci hareketlerin yükselmesini belli ölçüde ko- laylaştırmakta, ama öte yandan da birçok sömürgeyi ve yabancı ülkeyi emperyalist yöntemlerle yağmalayan ve böylece kendi nüfusunun oldukça geniş bir kesimini de emperyalist yağmanın bölüşülmesine ortak eden ülkelerde köklü devrimci hareketlerin yükselmesini belli ölçüde engelleme eğilimi göstermektedir." (LCW,26. 168.) 53
  • 27. "Ne var ki, İngiliz sömüıgelerindcki milyonlarca insanın lam anlamıyla köleleştirilıııesi sayesinde... İngiltere'de küçük burjuva yaşama düzeyine sahip olan işçilerin ve büro işçilerinin yüzdesinin son derece yüksek olduğu unutulmamalıdır." (LCW, 32.456.) Dolayısıyla, emperyalist ülkelerde, en devrimci sınıl* olan pro- letaryanın bile devrimci olmaktan tızaklaşabileceğini görüyoruz. Bütün dünyada ezilen halkların ayağa kalktığı ve emperyalizmin toplan çöküşe gittiği günümüzde, Batı'daki durum değişmeye başlamakladır. Bu ülkelerdeki işçilerin nisbeten yüksek yaşama düzeyi sömürge ülkelerin sömürülmesi temelinde elde edildiğine göre, bu temelin çökmesi sonucunda işçiler reformcu hayalleri terk etmeye zorlanacak ve böylece devrimci bilinçlerini yeniden kazanacaklardır. Son olarak, bu ileri kapitalist ülkelerde sanayi işçilerinin öleki ülkelere oranla toplam nüfusun daha yüksek bir yüzdesini oluşturdukları belirtilebilir. Ama bir kere daha görülüyor ki, pro- letaryanın gücü sayısıyla ölçülemez, ) DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ULUSAL SORUN İnsanın insan tarafından sömürülmesi anadan kaldırıldığı ölçüde, bir ulusun başka bir ulus tarafından sömürülmesi de ortadan kaldırılmış olacaktır. Ulusun kendi içindeki sınıflar arasındaki karşıtlık ortadan kalktığı ölçüde, bir ulusun başka bir ulusa olan düşmanlığı da son bulacaktır. Komünist Partisi Manifestosu 1. Modern Toplumda Ulus Ulus, ilk kez, feodalizmden kapitalizme geçiş sırasında meta üretiminin gelişmesiyle birlikte biçimlenmeye başlayan toplumsal bir oluşumdur. Bıırjuva-dcmokraiik devrimin hedeflerinden biri de ulusal bağımsızlıktır. Kapitalist toplumun evriminde, ulusal bağımsızlık mücadelesi (başka bir deyişle, ulusal hareket) bağımlı bir halkın bur- juvazisinin yabancı devletin egemenliğini yıkmak ve kendi devletini kur- mak amacıyla halkın geri kalan bölümünü kendi çevresinde toplamasıyla birlikle ortaya çıkar. Burada "halk" sözcüğü, aynı topraklar üzeri ıjde yaşayan ve aynı dili konuşan insan topluluğu anlamında kullanılmaktadır. Bu tür topluluklar hiç kuşkusuz en eski çağlardan beri var olagelmişlerdir, ama ancak modern toplumda ulus niteliği kazanmışlardır. Lenin, ulusal hareketlerin iktisadi temelini şöyle açıklıyordu: "Meta üretiminin kesin zafere ulaşabilmesi için, burjuvazi yurtiçi pazarı ele geçirmek zorundadır; halkın aynı dili 54 55