SlideShare a Scribd company logo
1 of 69
Download to read offline
Thais
Anatole France
(D. 16 Nisan 1844, Paris - Ö. 12 Ekim 1924, Saint-Cry-sur-Loire, Fransa)
Frans z yazar. Bir kitapç n o lu olan France, hayat n büyük bir bölümünü kitaplar aras nda geçirdi ve
kendini edebiyata adad . lk iirlerinde klasik gelene i temsil eden Parnassec n izleri görülür ve
toplumsal kurumlara kar alayc bir tav r sergiler. France' n üphecili i ilk öykülerinde de görülebilir:
Sylvestre Bonnard' n Cürmü; 1881 kitaplar na â k olan ve günlük ya am kar nda nl a dü en bir
filologu anlat r; La Reine Pèdauque Kebapç ; 1893 gizli güçlere olan inançlarla inceden inceye alay
eder. Jerôme Coignard' n Dü ünceleri; 1893 ise alayc , keskin zekâl bir ele tirmenin gözünden büyük
devlet kurumlar n incelenmesini ele al r. Çalkant özel ya am iki roman na esin kayna oldu: Eski
r'da geçen ve azizelik mertebesine yükselen kibar bir fahi eyi anlatan Thais 1890 ile o dönemin
Floransa's nda geçen K rm Zambak; 1894 adl a k öyküsü.
1897-1901 aras nda yay mlanan ve Ça da Tarih ba ta yan 4 ciltlik eseriyle, yazar n çizgisinde
önemli bir de im kendini hissettirir. lk üç cildi olu turan Gezinti Yolu; 1897, Saz Sepet; 1897 ve Ametist
Yüzük; 1899 bir ta ra kasabas ndaki entrikalar anlat r. Bay Bergeret Paris'te; 1901 ad ta yan son
ciltte ise kendini siyasal mücadelelerden hep uzak tutan roman kahraman n Dreyfus Olay 'na kat lmas
ele al r. Eser, bir salon dü ünürü ve hayattan kopuk bir gözlemci olmaktan vazgeçerek Dreyfus'u tam
anlam yla desteklemeye karar veren Anatole France' n kendi öyküsüdür. 1900'den sonra France,
toplumsal konulardaki görü lerini birçok eserinde ifade eder. lk k sa öykülerinden biri olan ve kendisinin
tiyatroya uyarlad Crainquebille (1903) adl üç perdelik komedide küçük bir esnaf n yapt haks zl klar
ele al r. Anatole France, hayat n son dönemlerinde sosyalizme yak nl k duymaya ba lad . Bununla
birlikte Tanr lar Susam lard ; 1912 ve Penguenler Adas ; 1908 adl eserlerinde insanlar n karde çe
ya ayaca bir toplumun gerçekle ece ine olan inanc n zay flad görülür. Özellikle I. Dünya Sava 'n n
ba lamas yla giderek karamsarla an yazar, çocukluk an lar nda avuntu aram r: Küçük Pierre; 1918,
Çiçeklenen Ya am; 1922. 1921'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan France 1924'te öldü. Anatole France' n
Türkçe'de yay mlanan öteki eserleri unlard r: Beyaz Ta Üzerinde (1936), Mavi Sakal n Yedi Kar ;
1938, Komik Hikâye (1939), Epikür'ün Bahçesi; 1947, Edebiyat Hayat . Seçmeler, 4 cilt; 1956), Dilsiz
Kad nla Evlenenin Güldürüsü; 1964 ve htilâlin Çocuklar 'd r (1975).
As l ad Jacques-Anatolia Thibault olan Anatole France 1844'te Paris'te do du. Babas kitapç yd .
Bu nedenle, kitaplar aras nda büyüdü, küçük ya ta onlar tan . Sosyal bilimlere dayal iyi bir ö renimden
sonra, senato kütüphanesinde memur oldu.
Sanat ya am na iirle ba layan ve Parnasse Okulu'nun* etkisinde dizeler yazan Anatole France daha
sonra ele tiriye yöneldi. Gerçek yolunu ise 1881'de yay mlad Le Crime de Sylvestre Bonnard roman yla
buldu.
Anatole France' n romanlar genellikle yergi, insan sevgisi ve ku kucu (sceptique) felsefe gibi üç ö enin
birle mesinden olu ur. Thais roman nda ise bu üç ö eye bir dördüncüsü, psikanaliz** eklenir. Roman
bask alt na al nm cinsel arzular n ve rüyan n incelemesini yapar ve yorumunu sunar. A. France, Thais'i
yay mlad nda, kendi otuz üç, Freud*** k rk be ya ndayd ve Avusturyal psikanalist Rüyalar n Yorumu
adl ünlü yap henüz sunmam . Freud ara rmalar bölüm bölüm yay ml yor ve France da bunlar
okuyor muydu?
* Parnasse Okulu: Leconte de Lisle'in önderli inde bir araya gelmi 19. yüzy l Frans z airler grubu.
Romantiklerin duygusal diline tepki olarak ölçülü ve nesnel bir anlat ma önem vermeleriyle tan rlar.
** Psikanaliz: Ruh çözümleme olarak da bilinen; zihinsel bozukluklar , bilinçd zihin süreçlerini inceleme
ve çözümleme yoluyla iyile tirmeyi amaçlayan tedavi yöntemi.
*** Sigmund Freud (1856-1939): Geli tirdi i kuramlar, tedavi yöntemleri ve insan ruhunun karanl kta
kalm yanlar anlamaya yönelik ara rmalar yla psikolojide yeni bir alan açm olan, psikanalizin
kurucusu Avusturyal nörolog.
Ya da romanc z, Freud'un da bir y l yan nda çal , isteriyi,* ipnotizmay ,** bellek kay plar inceleyen
Paris'teki ünlü ruhbilimci Jean Martin Charcout'un çal malar izliyor muydu? Yoksa Shakespeare ve
Dostoyevski gibi o da bilinçalt n baz gerçeklerini salt dehas yla m kavram ? Gerçek olan u ki Thais,
as l psikanaliz aç ndan ele al nmas gereken önemli bir yap tt r. Freud dü üncesine göre, cinsel arzular
bast p, bilinçalt na at labilir ama asla sürekli orada tutulamaz. Rüyalarla, gündüz görülen hayallerle
bilinçalt ndan bilinçüstüne ç karlar. Cinsel arzular n sürekli bask alt nda tutulmas , ruh hastas , nevrozlu
bir insan yarat r. Thais roman n kahraman , soylu bir aileden gelen Romal Paphnuce, ilk gençlik y llar
ruhsal karma alar içinde geçirir. Karanl k ve yaban l bir yarad vard r. Yirmi ya nda, felsefe ö renimini
yaparken evreni vah i bir at n gözüyle gördü ünü, arkada Nicias' n konu malar ndan ö reniriz. Ne
paraya ba r ne de mutlu bir ya ama. Bu ruhsal ortamda Rahip Macrin'i tan r, yüre indeki bo lu u
Tanr 'n n, tanr sal dü üncenin doldurabilece ini san r. Çileke bir ke olur, insanlardan, toplumdan kaç p
çölün ss zl na, yaln zl a s r. Freud, bir kez tad lan bir arzuyu terk etmekten daha zor hiçbir ey
yoktur der. Paphnuce de on y l çölde çile çekerken, ilk gençlik y llar nda tatt cinsel arzulardan ar nd
san r. Bast lm haz sonunda patlak verir. Çileke ke , on be ya nda iken yatmak istedi i, ancak çok
lgan oldu u, görülmekten korktu u, üstünde yeteri kadar para bulunmad için e inden geri
döndü ü, tiyatro oyuncusu, kibar fahi e Thais'i görür dü lerinde sürekli.
* steri: Sinir krizleri, ç rp nma nöbetleri, kas lmalar halinde kendini gösteren ve bilinçd tasar m ve
duygularla ilgili hiçbir nörolojik sistemle tirmeye el vermeyen nevrotik bir tür bozukluk.
** pnotizma: Hipnoz (telkinde yarat lan ve ba ka etkileri alg laman n azalmas yla belirginle en yapay
durum) hali yaratmaya yarayan tekniklerin tümü.
Bu dü ü, Thais'i hayâs z ya amdan kurtar p dine döndürmesi için Tanr 'n n esinledi ini san r. Çöller a p
skenderiye'ye gelir. Kad , erdemsiz ya amdan kopar p çilehaneye kapatmay ba ar r. Ama sonunda,
yapt i in Tanr buyru u de il eytan n buyru u sonucu (bilinçalt özlemlerin, bast lm cinsel arzular n
patlak vermesi sonucu) oldu unu anlar...
Ku kuculuk (sceptisisme) felsefesi, Anatole France' n di er romanlar nda oldu u gibi Thais'te de önemli
bir yer tutar. Ku kuculuk felsefesi öyle özetlenebilir: Nesnelerin salt gerçe ini, özünü bilemeyiz. Çünkü
onlar üstüne yarg lar z duyumlarla edindi imiz izlenimlere dayan r. Duyular z ise bizi yan lt r:
"Memphis piramitleri tanyeri a ard nda pembe kozalaklar gibi görünürler, oysa güne batt zaman,
tutu an gökyüzü üstünde kara üçgenlere benzerler."
Yazar, yap nda ku kuculuk felsefesini filozof Timodcles'in a ndan sergiler: "Nesnelere nicelik
kazand ran, yeme e tat veren tuz gibi, insanlar n kendi dü ünceleridir","Ayn nesnelerin ayr görünü leri
vard r", "Anlayaca n, ben de ku kuculardan m, dostum." Anatole France, ku kuculuk yoluyla okuru
gerçe i, salt gerçe i aramaya yöneltir.
France' n insanseverli i Epikür dü üncesinden kaynaklan r: Uzun olmamas ve erdemin s rlar
mamas ko uluyla, dünyada en de erli ey, k vanç ve zevktir. Dünyaya geldi imize göre ya amdan en
büyük tad almam z gerekir... Romanda bu dü üncelerini, yazar Nicias'a söyletir. Anatole France' n
insanseverli i, yap tlar nda ye yaz lar nda giderek daha derin boyutlar kazanacak ve daha sonra, bireyi en
mutlu (k lacak) toplumsal yönetimin sosyalizm oldu unu söyleyecektir. Tarihsel roman türü olarak bilinen
Thais'e sembolist* roman türünün bir utkusu gözüyle de bak labilir. iirde Parnasse ç Anatole
France' n, birçok Parnassec lar gibi sembolizme uzanmas na mamak gerekir. Zengin dü gücü,
sonunda onu dü ü de ara rmaya yöneltti.
Yazar n romanlar nda ve Thais'te üstü örtülü bir ac olay ile, yergi ile, ironi** ile kar la z. Ya ama ters
dü enleri amans zca yere vurur.
Özgürlü ün ve cumhuriyetin savunucusu Anatole France 1921'de kazand Nobel Edebiyat Ödülü ile
ününü daha bir sa lamla rd ve dünya edebiyat n ölümsüzleri aras na kat ld .
Erdo an Alkan
* Sembolist: Simgecilik (sembolizm) olarak da bilinen, öznelik, dü sellik gibi özellikleri olan, aç kl ktan
kaç p simgesel anlat m yolunu sezen, görünmez sonsuz gerçe in ancak simgelerle verilebilece ini öne
süren yaz n ve sanat ak yla ilgili olan görü .
** roni: Etkiyi art rmak için, bir eyin tersini söyleyerek alay etme.
ÖNSÖZ
Edebiyat tarihçilerine bak lacak olursa, Anatole France' n, e inden bo and ktan sonra birlikte oldu u
Madame Arman de Caillavet ile ili kisi, onun iki roman na esin kayna olmu tur. Bu romanlardan biri
Thais'tir (1890).
Yazarlar n ya am öyküleriyle öyküleri, romanlar ve kahramanlar aras nda do rudan ya da dolayl ba lar
kurman n, edebiyat ele tirmenlerinin ve tarihçilerin ne kadar i ine yarad tart r. Kimi durumlarda bu iki
düzlem aras ndaki ba , romanlar n, öykülerin ana fikrini, amac anlamam ve kavramam -
kolayla rmaktan da öteye- mümkün k lacak bir destek i levine bürünebilmektedir.
Ne var ki i , ya am öyküsünden esere giden bu yolun, öteki deyi le bir yandaki somut, tarihsel
karakterdeki deneyimlerin, ya ant lar n, öte yandaki sanat n soyut, zaman üstü yap sal organizasyonu ile
kurdu u ili kinin ne türden bir ili ki oldu u, hayat n izdü ümlerinin yaz lanlara nas l, ne yollardan
yans , bunlar orada yeniden bulup yorumlaman n, anlamland rman n yolunun, yönteminin ne oldu u
sorusuna cevap aramaya gelince, kendimizi sanat-estetik teorilerinin içinde bulabiliriz. Genç Werther'in
genç Goethe* oldu unu, Hüküm öyküsündeki ki inin bizzat Kafka** oldu unu söy lemek, anlamay ,
kavramay ne anlamda kolayla rmakta ya da tersine yoku a sürmektedir?
* Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832): Alman air, oyun yazar , romanc . Evrensel boyutlara
ula ünüyle dünya edebiyat n en büyük yazarlar ndan biridir.
** Franz Kafka (1883-1924): Çek as ll Avusturyal öykü ve roman yazar . Yap tlar nda ça z insan n
korkular , yaln zl , kendi kendine yabanc la mas ve çevresiyle ileti imsizli ini dile getirmi tir.
Kald ki, sanatsal ya da "estetik" düzlem, onu kullanan n kaç p s nd bir tür fildi i kuledir de. Ya da belki
cehennem... Ama gene de, bir s nma m nt kas olarak da anla lm r estetik ço u kez. Sanatç n,
yazar n hayat n gerçeklerinin bas nc ndan can ancak kurtar p üzerine ç kt bir ada... Bazen bu ada
iyice ss z olabilir; sadece yazar n adas r bu. Okur orada, kendi can kurtarmak için kendine ayr lm
bir yer bulmakta zorlanabilir.
Thais, yazar n hayat prati i içinde yer alm , belirleyici bir olaydan esinlenmi bile olsa, bizi bir kaç
esteti inin de ilse de, ayd nlanmac bilgi birikiminin engin sular na, hatta girdaplar na sürüklüyor.
Çocukken fahi eli e sürüklenmi dünyalar güzeli Thais ile gençli inde ili ki kurmu olan Paphnuce,
ke li e soyundu u dönemde bile genç kad n etkisinden kurtulamamakta, rüyalar n kap kad na
bir türlü kapayamamaktad r. Ke sonunda çareyi, Thais'i de dünyevi hayat n d na "ta makta"
bulacakt r.
Frans z ayd nlanmac lar Diderot'nun,* Voltaire'in** ö retici, ayd nlat gelene ini sürdürdü ü kabul edilen
Anatole France, okuru, insanl n kültür tarihi kadar eski bir felsefe tart mas n içine çekerken, bu
tart may döneminin psikanaliz birikimlerinin verileriyle destekleyerek ça da la yor: nsan mutlu olmak
için dünyevi hazlardan, tensel zevklerden vazgeçip cinsel iste inin, dürtülerinin sürükleyicili inden
kurtulmal , ar nm ruhunun pe inden gitmelidir, cümleleriyle program k saca tarif edebilece imiz bu
tart ma, antik ça dan ba layarak dü ünce tarihi boyunca, felsefenin "etik" m nt kas n ana sorunsal
olu turmu tur.
* Denis Diderot (1713-1784): Frans z edebiyatç ve filozof. Ayd nlanman n temel yap tlar ndan biri olan
Encyclopèdie'nin yay mc yapm r.
** Voltaire (1694-1778): Ayd nlanma ça n öncülerinden büyük Frans z yazar. Zorbal k ve yobazl kla
mücadele etmi tir.
Mutlulu un anahtar arayan bu soruya verilen cevaba göre, etik u-bu adlarla kutuplara ayr lm r.
Ancak Uzakdo u'nun felsefi dinlerinden, antik Yunan' n Platon* diyaloglar na ve tek Tanr dinlere geçen
ve insan n ikili varl olu turdu u dü ünülen bu beden ile ruh, bu dünya için ya ama ile öte dünya için
ya ama aras ndaki gerilim, ortaça manast rlar ndan ayd nlanma Avrupa's na kadar uzanmakla kalmam ,
psi ik-ruhsal âlemin yerine bilinçd /bilinçalt /bilinçötesini geçiren psikanalizle birlikte,"bilimsel" bir
incelemenin de oda na yerle mi tir: Psikanaliz, özellikle cinsel dürtünün (hazz n) öyle iradi bast rmalara,
ke çe seçimlere pek de itibar etmedi ini, daha do rusu boyun e medi ini ve e meyece ini, bu yöndeki
srar n travmalara, patolojik** olu umlara yol açaca srarla belirtmi tir.
Anatole France, psikanalizin bu uyar , bu dünyadan vazgeçme tercihinin ve bu zemindeki gerilimin
içine yollarken, bir bak ma bir tür geriye projeksiyon yap yor. Ke in rüyalar nda s k s k bir tehdit gibi
ortaya ç kan Thais'i, ke Paphnuce, istedi i kadar dönemin ve H ristiyan mitolojisinin s rlamalar ve
tlamalar içinde," eytan n" görünürle mesi olarak yorumlas n ve "bedenini bu görüntüye yenik
dü ürmeyece ine, a n ruhsal bir a k oldu una" ili kin kararl dile getirsin, ça da psikanalizin
verileriyle donanm bizler, rüyada, o bast lm ve bast lmas imkâns z olan n geri döndü ünü çok iyi
biliyoruz.
Bugünkü birikimle bakt zda, H ristiyanl n en ilksel durumundaki ke li in yan s ra bir Tanr ad na
de il de s rf ruhsal esenlik ad na ya anan ke li in de, ister istemez patojen,*** sa ks z bir varolu
haline i aret etmesi gerekti ini dü ünebiliyoruz
* Platon: Eflatun olarak da bilinir. ( Ö 428/427- Ö 348/347). Ö retmeni Sokrates ve ö rencisi Aristoteles ile
birlikte Bat felsefesinin kurucular ndan eski Yunan filozof.
** Patolojik: Hastal kla ilgili, marazi.
*** Patojen: Hastal k yapan, hastal a yol açan.
Anatole France, Platon'un ölen tart mas na yollama yapan bir ara bölümde, sorunu sofistlerin,*
Platoncular n kamplar na payla rarak felsefe düzlemine ta rken,'Bedensel hazlar m yoksa maddi
isteklerden ar nd lm bir ruh mu mutluluk getirir?' biçimindeki eskimeyen soruyu önümüze koyuyor.
Veysel Atayman Temmuz 2003, stanbul
* Sofist: Eski Yunan'da Ö 5. yüzy n ikinci yar ndan Ö 4. yüzy n ba lar na kadar para kar felsefe
reten gezgin felsefeciler. Sofist sözcü ü Yunanca sophos (bilge, zeki, becerikli) sözcü ünden
türetilmi tir. Bu terim Atinal devlet adam Solon'un yan s ra Pythagoras, Sokrates ve Platon için de
kullan lm r.
NC BÖLÜM
LOTÜS Ç ÇEKLER
Bir zamanlar çöl, çile çeken sofulara mesken olmu tu. Kendi elleriyle kuru dallardan yapt klar kulübeler,
bu yaln z çileke lerin, hem tek ba lar na ya amalar na hem de gerekti inde yard mla malar na elverecek
biçim ve uzakl kta, Nil Nehri'nin her iki k na serpilmi lerdi. Üstlerinde haç i aretleri bulunan kiliseler
uzaktan uza a bu kulübelerin ard nda yükseliyor ve bayram günlerinde ke ler, kutsal görevlerini yerine
getirmek, dinsel törenlere kat lmak için oraya gidiyorlard . Irma n hemen k nda her biri darac k bir
hücreye kapanan çileke lerin, yaln zl n daha bir tad na varmak için zaman zaman topland klar evler de
vard .
Ke ler ve çileke sofular oruç tutarak ya arlar, güne batt ktan sonra, yaln zca bir parça ekmek, tuz ve
çörtük otu yerlerdi. Baz lar tümden kumlara gömülüp, oyuk ya da mezar biçimindeki bar naklar nda ilkel
bir ya am sürdürürlerdi.
Hepsi cinsel arzulara kar direnir, at k ndan örme sert abalar giyer, uzun süren uykusuzluklardan sonra
plak topra n üstünde uyur, dua eder, ilahiler okur; k saca pi manl n doru unda ya arlard . nsanl n
ilk günah dü ünerek bedenlerim yaln zca zevklerden ve hazlardan de il, dünyevi ya am n en
kaç lmaz bak m ve tedavilerinden bile yoksun b rak yorlard . "Bedendeki hastal klar ruhumuzu ar yor,
insan, bütün yaralar teninde açan bir çiçek gibi kar lamay bilmeli," diyorlard . "Çöl çiçeklerle örtülecek,"
diyen peygamberlerin sözü, bu çileke sofularla gerçekle iyordu böylece.
Bu kutsal Teb kentinin konuklar ndan bir k sm çileler ve dalg nl klar içinde günlerini tüketip dururken, di er
bir k sm da, ya palmiye liflerinden ipler örerek ya da hasat zamanlar nda kom u çiftçilerin topraklar nda
rgatl k ederek hayatlar kazan yordu. Dinsizler, onlar n, kervanlar soyan göçebe Araplar n ve
haydutlar n suç ortaklar oldu undan bo una üpheleniyorlard . Oysa gerçekte bu ke ler, dünya
mallar hor görüyorlard ve erdemlerinin güzel kokusu gökyüzüne kadar yükseliyordu.
Bazen melekler, ellerinde de nekleriyle, yolculu a ç km delikanl lar görünümünde çileke lere konuk olur,
bazen de eytanlar ya bir Habe ya bir hayvan k na bürünüp, suç i letmek, kötü yola sürüklemek için
bu yaln z ba na ya ayan ke lerin çevresinde dolan r dururdu. Sabahleyin, ellerinde tespihleriyle
çe meye giden ke ler satirlerin,* santorlar n** kumdaki ayak izleriyle kar la rd . Gerek gerçek, gerek
ruhsal görünümüyle Teb kenti, günün hemen her saatinde, hele de geceleri, cennet ve cehennemin
sava bir sava alan yd .
* Satir: Mitolojide insan vücutlu, teke ayakl , küçük boynuzlu olarak gösterilen yar tanr . (Y. N.)
** Santör: Masallarda yar insan, yar at biçiminde anlat lan yarat k. (Y. N.)
blis sürülerinin amans zca tedirgin etti i çileke ler, kendilerini Tanr 'n n, meleklerin, tuttuklar oruçlar n,
pi manl k perhizlerinin ve çektikleri çilelerin yard yla koruyorlard . Bedensel arzular bazen onlar
öylesine h rç nca i neliyordu ki ac yla uluyorlar, y ld zlarla donanm gökyüzünün alt ndaki iniltileri aç
rtlanlar n h lt lar na kar yordu. te böyle anlar nda iblisler, çirkin olsalar bile, bazen as l yap lar
saklamak için çarp bir güzelli e bürünürlerdi. Hücrelerde, Teb çileke leri, arzunun, dünyevi ya am n haz
verici güzelliklerinin tatmad klar görüntülerinden korkuyla kurtarmaya çal rlard kendilerini. Ama sa'n n
kutsal eli üzerlerinde oldu u için içlerinden gelen bu arzulara yenilmezler, say z dü ünceler yeniden
gerçek niteliklerine bürünüp, tanyeri a ard zaman utanç ve öfkeyle dolu uzakla rlard . Güne in batt
saatlerde gözya lar içinde ç lg nca kaçan ve kendisine soruldu unda,"A yorum, inliyorum, çünkü burada
oturan H ristiyanlardan biri beni de nekle dövdü, a lay p kovalad ," diyen ke lerle kar la mak hiç de
ender rastlanan olaylardan de ildi.
Günahkârlar n, dinsizlerin hakk ndan çölün eskileri geliyordu. Bazen korkunç derecede oluyordu bu iyilik.
Tanr 'ya kar gelenleri, günah i leyenleri cezaland rmak onlar n elindeydi. Bir kez karar verildi mi, bu
günahkârlar art k hiçbir ey kurtaramazd . skenderiye'ye kadar bütün kentlerde çölün eskilerinin
de neklerle dövdü ü bu suçlular yutmak için topra n nas l yar ld deh etle anlat rd . Kötü hayat
sürdüren insanlardan, özellikle taklitçilerden, soytar lardan, evli rahiplerden ve kibar fahi elerden de çok
korkard bu çileke sofular. Bu yaln zlar n erdemi öyle bir erdemdi ki, vah i hayvanlar bile kendi
boyunduru u alt na al yordu. Bir çileke in ölüm saati çald zaman bir arslan geliyordu pençeleriyle çukur
kazmak için. Tanr 'n n kendini ça rd böylece anlayan kutsal adam, karde leriyle helalle ip öpü üyor
ve Tanr 'n n kuca nda sonsuz uykuya dalmak için usulca topra a uzan yordu.
Öyle ki, bir yüzy ldan çok ya ayan Antoine, sevgili müritleri Macaire ve Amathas ile Colzin tepesine
çekildi i andan beri, bütün Teb'de Antinoè rahibi Paphnuce kadar yaman bir ke e daha rastlanmam .
Do rusu, Ephrem ve Sèrapion'un buyru unda da çok say da ke vard , bunlar manast rlar n ruhsal ve
bedensel buyruklar yerine getiriyorlard . Ama Paphnuce, o; en korkunç oruçlara bile katlan yor, bazen
üç gün boyunca a na lokma koymadan ya ad oluyordu. K llar alabildi ine sert bir aba giyiniyor, aln
topra n üstünde saatlerce kalakal yordu.
Kulübelerini ke in kulübesine yak n kurmu olan yirmi dört müridi onun bu çetin ya ama biçimini örnek
al yorlard . Paphnuce bu müritlerini sa'n n kl yüzünü severcesine seviyor, onlar pi manl a ça ran
ütler veriyordu. Ruhsal o ullar aras nda, y llar y haydutluk yapt ktan sonra, kutsal papaz n ö ütleri
sonunda manast n kollar na at lan insanlar bile vard . Paphnuce sade ya am yla da örnek oluyordu.
Müritleri aras nda dikkati en çok bir Habe kraliçesinin eski a lar ndan olup sonradan din de tiren,
Paphnuce ile birlikte durmadan gözya lar döken Flavien çekiyordu. Okuma yazma biliyor, ustaca
konu uyordu. Ama Paul -safl yüzünden kendisine Saf ad tak lan bu genç köylü- daha bir ba kayd .
Çevresindekiler onun bu safl yla alay ediyordu, ama Tanr kat ndaki yeri büyüktü, gizli s rlar, ermi likler
gönderiyor, peygamber arma anlar verip gönlünü ho tutuyordu onun.
Paphnuce bütün zaman müritlerinin e itimiyle, onlara oruç deneyleri yapt rmakla geçiriyor, kutsal
kitaplarda kendi ya ant lar dile getiren örnekler bulmak için s k s k derin dü üncelere dal yordu. Bu
yüzdendir ki bu genç ya nda bile pek çok üstünlüklere sahipti. En dayan kl çileke sofular n bile ba na
bela kesilen iblisler ona yakla maya cesaret edemezlerdi. Geceleri ay nda, hücresinin önünde yedi
küçük çakal, kulaklar dikip sessiz soluksuz, k rdamaks n bekler dururdu. Bu çakallar, rahibin ermi lik
erdemiyle e inde tuttu u yedi iblisti sanki.
skenderiye'de do an Paphnuce soylu bir ailenin çocu uydu. Dinsel olmayan bilim dallar nda ö renim
görerek yeti mi ti. Ozanlar n yalanlar yla öylesine ayart lm , akl , dü ünceleri ilk gençlik y llar nda
öylesine yanl , öylesine bozuk fikirlerle dolmu tu ki, insan soyunun, kral Deucalion zaman ndaki büyük
tufanda bo ulmu oldu unu san yor, okul arkada lar yla, do a üstüne, Tanr 'n n nitelikleri, hatta varl
üstüne bile tart malar yap yordu. O zamanlar, dinsizler gibi sefahat içinde ya yordu. Utançla hat rlad
günlerdi bunlar. Karde lerine,"O günlerde kazan mda bo hazlar kaynat yordum," diyordu.
Bu sözlerle nar gibi k zart lm etler yedi ini, genel hamamlara s k s k gitti ini söylemek istiyordu.
sacas , yirmi ya na kadar, ad na ya amdan çok, ölüm denebilecek, dünyevi bir ya am sürdürmü tü.
Ama rahip Macrin'den ald derslerden sonra tamamen de mi , yepyeni bir insan olmu tu.
As l gerçek, kendi deyi iyle bir k ç gibi girmi ti yüre ine. Kutsal haç kucaklad ve sa'ya tapt .
Kutsanmas ndan sonra da al kanl k ba lar koparmaks n bir y l daha kald dinsizler aras nda. Ama bir
gün kiliseye girdi inde bir papaz çömezinin ncil'den okudu u u sözleri dinledi: "Üstün bir insan olmak
istiyorsan, git, neyin varsa sat, paras yoksullara da t." O günden sonra mal mülkünü sat p paras
yoksullara da tt ve manast n kollar na at ld .
nsanlardan uzakla p yaln zl na çekildi i on y ldan beri art k kazanlarda bedensel hazlar kaynatm yor,
pi manl n ma aralar nda çilesini dolduruyordu.
Bir gün, Tanr 'dan uzak ya ad günleri dü ünerek hatalar birer birer incelerken, eskiden skenderiye
tiyatrosunda gördü ü Thais ad ndaki güzel oyuncuyu hat rlad . Yaln zca oyun oynamak için sahneye ç kan
bu kad n, bedenini raks n ezgilerine korkusuz ve ustaca b rak yor, k vran lar yla en hayas z tutkular dile
getiriyor, bu utanç verici k vran lar yla, dinsizlerin masallarda anlatt Venüs'e, Leda'ya ya da
Pasiphae'ya benzemeye çal yordu. Böylece ate li bir hovarda gibi tüm seyircileri birden öpmü ,
kucaklam oluyordu; yak kl toy delikanl lar, zengin ya lar, yürekleri a kla, arzuyla dolu e ini
çiçeklerle donatmaya geldikleri zaman onlar kar yor, bedenini cömertçe onlar n kollar na b rak yordu.
Öyle ki, kendi ruhuyla birlikte ba ka ruhlar da yiyip tüketiyordu.
Az kals n bir gün Paphnuce'ü bile tenin günah na sürükleyecekti. Thais, onun damarlar ndaki arzu ate ini
de tutu turmu , bir defas nda evine kadar yakla . Ama gençli inin ilk y llar nda çok s lgan oldu u (o
zaman on be ya ndayd ), görülmekten korktu u, üstünde yeteri kadar para da bulunmad için bu kibar
fahi enin e inden geri dönmü tü. Zaten büyükleri de çok para harcamamas konusunda dikkatliydiler.
Tanr ac içindir ki, önüne bu engelleri ç kararak onu bu büyük suçu i lemekten al koymu tu. Ama
Paphnuce o zamanlar bu yard n Tanr 'dan geldi ini anlayacak durumda de ildi. Tanr hakk nda hiçbir
ey bilmedi i gibi ükran duygular ndan da yoksundu. Kendi ç karlar dü ünmekten ba ka bir ey
bilmiyor, bo dünya nimetlerinin ard ndan ko uyordu. Böylece Paphnuce, hücresinde, t pk bir terazideki
gibi dünyan n kurtulu unun as p kald bu kurtar tahta tasvirin önünde diz çöküp uzun uzun Thais'i
dü ünmeye ba lad , çünkü Thais onun günah yd ve çileke lik kurallar na göre, heyecan ve toyluk
günlerinde bu kad n kendisinde yaratt ehvet arzular n çirkinli i üstüne derin dü üncelere dalmas
gerekiyordu. Birkaç saatlik dü ünceden sonra Thais'in görüntüsü bütün ç plakl yla, bütün ayr nt lar yla
gözlerinin önüne geliverdi. T pk sap kl k y llar ndaki gibi etiyle buduyla görünüyordu. Önce Leda gibiydi
görüntü; sümbüllü bir yata a yumu ac k, usulca uzanm , ba yast n üstüne dü mü , gözleri bu ulu ve
ayd nl k, burun delikleri arzuyla titriyor, a yar aral k, gö sü çiçeklerle bezenmi , kollar rmaklar kadar
serin. Görüntüden ürken Paphnuce gö sünü yumruklarla dövüyor,"Tanr tan m olsun ki günahlar n
çirkinli inden ba ka bir ey dü ünmüyorum," diyordu.
Sonra görüntü yava ça biçim de tirip ba ka bir anlat ma bürünüyor, Thais'in dudaklar , a n her iki
kö esine do ru usul usul kapan p gizemli bir hüzün yuvas halini al yordu. Büyüyüp aç lan gözleri
gözya lar yla, ölgün klarla doluydu; hüzünle inip ç kan gö sünden, f rt nan n ilk esintilerine benzeyen bir
soluk yükseliyordu. Bu görüntüden sonra Paphnuce'ün ruhunun derinliklerine kadar bir s nt r indi.
Aln yere koyup dua etti: "Yüreklerimize, otlar n üstündeki çiy taneleri gibi ac may koyan ba lay Ulu
Tanr m. ükürler olsun sana. Kulunun yüre inden, dünya nimetlerinin kal nt ndan ba ka bir ey olmayan
bu bo efkati sil at. Senden ba ka hiçbir yarat sevmemi olan ben kuluna ac . Çünkü her ey gelip
geçicidir, tek kal olan sensin. E er bu kad nla ilgileniyorsam senin eserin oldu u içindir. Meleklerin bile
senin eserin önünde sayg yla e ilirler. O senin a n solu u de il mi Tanr m? Nice yerli ve yabanc yla
günah i lemesinin art k önüne geçmek gerekir. Gönlümde ona kar bir ac ma var. Suçlar o kadar çok, o
kadar i renç ki bunu dü ünmek bile beni titretiyor, tüylerim deh etten diken diken oluyor. De il mi ki suçlu,
ona ac mam gerekir. blislerin sonsuza kadar ona i kence edeceklerini dü ündükçe gözya lar
tutam yorum."
Böyle dü ünüp dururken ete ine oturmu bir çakal gördü. rd . Çünkü hücrenin kap sabahtan beri
kapal yd . Hayvan sanki papaz n dü üncelerini okur gibiydi ve kuyru unu köpek gibi oynat p duruyordu.
Paphnuce haç ç kard . Hayvan kayboldu. O zaman Paphnuce iblisin ilk kez odas na kadar sokulabildi ini
anlad , k sa bir dua okuduktan sonra yeniden Thais'i dü ünmeye ba lad .
"Tanr 'n n yard yla onu kurtaraca m!" dedi.
Sonra uyuyakald .
Ertesi sabah, dua ettikten sonra, biraz uzakta yine çileke bir ya ant sürdüren aziz Palèmon'un yan na
gitti. Palèmon, huzurlu gülümseyen bir yüzle, her zamanki gibi topra belliyordu. Ya bir adamd , küçük
bir bahçede tar mla u ra yordu. Vah i hayvanlar ellerini yalar, iblisler yan na yana amazd . Belin sap na
aban p,"Tanr 'ya ükürler olsun Paphnuce karde ," dedi.
"Tanr 'ya ükürler olsun, yüre imizden huzur eksilmesin karde im!"
"Huzur içinde kal Paphnuce karde ." Ke Palèmon kolunun yeniyle aln ndaki teri sildi.
"Bütün söylediklerimiz, yaln z ona kulluk edenlerin aras nda bulunan Ulu Tanr 'ya ükretmek amac ylad r.
Bunun için sana Tanr 'ya ükretmek amac yla tasarlad m bir eyden söz etmeye geldim," dedi
Paphnuce.
"Marullar kutsal k lan Tanr z tasar da kutsal k ls n Paphnuce! Sabahlar ba lar çiy taneleri gibi
bahçeme serpiyor, gücümü onun iyili inden al yorum. Bu h yarlara, kabaklara bakt kça O'nu yüceltme
arzum daha bir art yor, ükrediyorum. Bize huzur, bize sessizlik ba lamas için dua edelim. Çünkü,
yüre in huzurunu bozan a ve ta n hareketler kadar korkunç bir ey yoktur. Bu hareketler bizleri
rtt zaman sarho adamlara benzer, sa a sola yalpa vura vura durmadan bir mezar n k na do ru
rezilcesine yürürüz. Bu dengesiz gidi ler bizi bazen ölçüsüz bir zevk ve e lenceye sürükler ve bu k vanca
kendini kapt ranlar, kirli halleriyle, hayvanlar n kaba gülü lerini yans rlar. te bu yürekler ac k vanç,
günahkârlar a klar n her türlüsüne sürükler. Ruhun ve duygular n bu bozuklu u bizi, bazen de
vançtan bin kez u ursuz, lanetli bir hüznün kuca na atar. Ben yaln zca mutsuz bir günahkâr m
Paphnuce karde ; ama ya ad m uzun y llar boyunca anlad m ki bir ke in hüzünden daha çetin
dü man yoktur. Ruhu bir sis gibi ku atan, Tanr 'n n ndan onu yoksun k lan yap kan karamsarl kt r bu
çetin dü man. Hiçbir ey esenli e kar de ildir ve iblis, en büyük utkusunu dindar n yüre ine karamsarl
soktu u zaman kazan r. E er iblis bize yaln zca k vançl ç lg nl klar gönderseydi hiç de il yar yar ya
azal rd korkumuz. Ama neredee! Umutsuzluklar göndermeyi de biliyor. Babam z Antoine'a gözleri
ya artacak kadar güzel kara bir çocuk gönderen o de il mi? Tanr 'n n yard yla babam z Antoine iblisin
tuza na dü medi. Aram zda bulundu u zamanlardan bilirim Antoine' ; müritleriyle birlikte k vanç içinde
ya ard , asla karamsarl a kapt rmad kendini. Ama sen, kutsal karde im, bir tasar açmak için gelmemi
miydin bana? Tasar n Tanr 'ya ükran duygular artt racaksa, böyle kutsal bir görevde pay m olaca için
ne mutlu bana."
"Amac m yaln z ve yaln z Tanr 'ya ükretmek, O'na sayg göstermektir karde Palèmon. Ö ütlerinle güç
ver bana, yolumu t, çünkü öylesine kla dolusun ki sen, ruhunun asla karartmad günah."
"Ben senin sandallar n ba bile çözmeye lay k de ilim karde im Paphnuce, günahlar ma gelince,
çölün kumlar kadar say z. Ama ya m, edindi im deneylerden yoksun k lmak istemem seni."
skenderiye'de, Thais ad nda, günah içinde ya ayan ve halk içinde hâlâ rezalet kayna olan bir kibar
fahi e var ve ben onun yapt klar dü ündükçe büyük bir üzüntü duyuyorum."
"Gerçekten üzücü, i renç bir ey Paphnuce karde . Ama dinsizler aras nda onun gibi ya ayan nice kad n
var. Bu büyük yaray saracak bir ilaç dü ündün mü?"
skenderiye'ye gidip bu kad bulaca m ve Tanr 'n n yard yla onu kötü yoldan döndürece im Palèmon
karde . Tasar m bu. Sen ne diyorsun buna karde im?"
"Ben yaln zca mutsuz bir günahkâr m Paphnuce karde , ama babam z Antoine,'Nerede olursan ol
ar ya ç kmak için acele etme,' derdi."
"Tasar mda baz kötü eyler mi seziyorsun?"
"Karde imin kötü yola sürüklenece ini dü ünmekten Tanr beni korusun can Paphnuce! Ama babam z
Antoine,'Sudan ç kan bal klar ölür; t pk bal klar gibi, hücrelerinden ç kan, dünyevi bir ya am süren
insanlar aras na kat lan ke ler de huzurlar ndan olur,' derdi."
Bunlar söyledikten sonra ya Palèmon, aya belin üstüne bast p, bir elma fidan n çevresindeki
topra h zla bellemeye koyuldu. Bu s rada bir antilop çiti a p n, endi eli, dizleri titreyerek durdu,
sonra iki s çramayla ya Palèmon'a yakla p ba dostunun gö süne usulca b rak verdi.
"Çölde gazallar yaratan Tanr 'ya ükürler olsun!" dedi Palèmon.
Sonra kulübesine gidip ald bir parça kara ekme i avuçlar nda hayvana yedirdi. Paphnuce, gözlerini
ta lara dikip bir süre dalg n durdu. Sonra ya Palèmon'un söylediklerini dü üne dü üne hücresinin
yolunu tuttu. Zihni durmadan çal yordu.
Kendi kendine,"Bu yaln z ke in ö ütlerine diyecek yok; üpheyle kar yor her eyi. Tasar n
erdeminden ku kulu. Ama Thais'i daha uzun zaman iblislerin elinde nas l b rak m, korkunç bir ey olur
bu. Tanr do ru yolu göstersin!" diye dü ünüyordu.
Böyle dü üne dü üne giderken, bir avc n kumlar üstünde kurdu u tuza a dü mü di i bir ya mur ku u
gördü. Erke i, e inin kurtulabilece i bir delik açmak için ilmikleri birer birer gagas yla kopar yordu. Bu
görüntüyü seyreden dindar adam, kutsall n erdemiyle, olup bitenlere hemen gizemli, dinsel bir anlam
veriyordu, ona göre tutsak ku , i renç göllerin sular na gömülmü Thais'ten ba kas de ildi ve kenevirden
yap lm ipleri gagas yla koparan ya mur ku u gibi, güçlü, inand sözler söyleyerek Thais'i günahlara
ba layan görünmez ba koparmas gerekiyordu. Tanr 'ya ükretti, verdi i karar n do rulu una bir kez
daha inand . Ama ard ndan, kopard iplere ayaklar tak p çaresiz kalan kurtar ku u görünce yeniden
üpheye dü tü.
Bütün gece uyumad ve gün do madan önce yine Thais'in görüntüsüyle kar la . Yüzü ehvetten
kaynaklanan suçlulu unu yans tm yordu art k ve üstünde her zaman giydi i saydam giysiler yoktu. Ba tan
aya a bir kefene bürünmü tü ve bu kefen, yüzünün bir bölümünü de gizliyordu. Bu nedenle de ke
yaln zca beyaz ve a r gözya lar ak tan iki göz görebiliyordu.
Bu görüntü kar nda o da a lamaya koyuldu ve görüntünün Tanr 'dan geldi ini dü ünüp karars zl ktan
kurtuldu. Do ruldu, eline tozlu bir de nek ve kutsal haç ald , çölde ya ayan hayvanlar n ve gökyüzü
ku lar n ba ucundan eksik etmedi i kutsal yaz lar kirletmemeleri için hücresinin kap özenle
kapad ktan sonra ç kt . Flavien'i ça p yirmi üç müridinin yönetimini ona b rakt ; sonra uzun bir abaya
bürünüp yola koyuldu. Makedonyal lar n kurdu u kente, Libya k lar izleyerek yaya gitmek istiyordu.
Tan a ard ndan beri, yorgunlu a, açl a, susuzlu a ald rmaks n yürüyordu. Kan k rm sular , alt n
ve ate rengi kayalar aras nda kopup giden korkunç rma gördü ünde güne henüz ufkun alt ndayd .
Yaln z ke lerin kulübelerinden Tanr a na ekmek dilendi, kimi sövdü, kimi dövmeye kalkt . Böylece
yamaçlar boyunca yürüdü. Ne haydutlardan ne de y rt hayvanlardan korkuyordu, ama yol üstündeki
köylerden, kentlerden geçmemek için elinden geleni yap yordu. Evlerinin önünde ölü kemikleriyle a k
oynayan çocuklara, su kaynaklar n k na testilerini koyup gülümseyen mavi gömlekli kad nlara
rastlamaktan korkuyordu. Çileke sofular için her ey tehlikeliydi. Kutsal yaz larda anlat lan, Efendilerinin*
kent kent doland , havarileriyle oturup yemek yedi ini okumak bile. Çileke lerin, inanç kuma lar
üstüne oya gibi i ledikleri erdemler yüce olduklar kadar narindiler de; ça n bir solu u onlar üstüne
sevimsiz renklerin gölgelerini dü ürebilirdi.
* sa Peygamber.
Bu yüzden Paphnuce kentlere gitmekten sak yor, insanlar görünce yüre indeki dayanma gücünün
zay flayaca ndan korkuyordu.
Iss z yollardan gidiyordu hep. Ak am oldu u zaman rüzgârlar n ok ad lg n a açlar n u ultusuyla
ürperiyor, nesnelerin güzelliklerini görmemek için ba gözlerine kadar indiriyordu. Alt gün yürüdükten
sonra Silsile adl bir yere geldi. Burada rmak, iki granit da zincirinin aras na s dar bir ovan n
içinden ak yordu. M rl lar, iblislere tapt klar zamanlarda putlar burada yaparlarm . Paphnuce,
Sfenks'in* kayalar içine yerle tirilmi kocaman ba gördü. çine iblis girer de Sfenks yeniden canlan r
korkusuyla haç ç kard ve sa'n n ad m ldand . Birdenbire hayvan n kulaklar n birinden bir yarasa
havaland , Paphnuce, yüzy llardan beri yarasa biçiminde ya ayan kötü bir ruhu avlad sand . Daha bir
gayrete gelip yerden iri bir ta alarak Sfenks'in yüzüne f rlatt . Sfenks'in gizemli yüzünü o anda öyle bir
hüzün kaplad ki elinde olmadan heyecanland . Gerçekte bu ta yüzün üstüne kaz lm olan bu insanl k
üstü hüzün, en duygusuz insan bile duyguland rd . Sfenks'e seslendi: "Sen ey çölde babam z Antoine'a
görünen satirlere, santorlara benzeyen hayvan, sa'n n kutsall , ölümsüzlü ünü bil!
* Sfenks: Mitolojide aslan vücutlu, insan ba masal yarat . (Y. N.)
Ve seni ben, Tanr 'n n o lu, Tanr 'n n ruhu ad na kutsayaca m."
Bunlar söyledikten sonra Sfenks'in gözlerinden gül rengi solgun bir k süzüldü ve hayvan n a r göz
kapaklar aralanarak, granit dudaklar insan sesinin yank na benzer u ultularla hece hece sa'n n ad
seslendi. O zaman Paphnuce, Silsile Sfenksi'ni sa eliyle kutsad .
Sonra yola koyuldu, gittikçe geni leyen ovalar boyunca yürüdü, büyük bir kentin y nt lar yla kar la .
imdi sütunlar nda yüzleri görülen puta tapanlar n yapt tap naklar hâlâ dimdik duruyor, inek boyunlu
kad n ba lar , kan emercesine gözlerini Paphnuce'e dikiyordu. Yaban otlar geveleyerek, rüzgâr n
gürültüyle u uldad saray kal nt lar nda uyuyarak, yar bal k yar insan kad n bedenleriyle kar k yaban
kedileri ve firavun fareleri aras nda on yedi gün yürüdü. Kad n görüntülerinin cehennemden geldi ini
biliyor, haç ç kar p bu u ursuz görüntüleri kovuyordu.
On sekizinci günde, çölün ba na yar yar ya gömülmü derme çatma bir kulübeyle kar la ve belki
burada bir çileke oturuyordur, diye yakla . Kap yoktu kulübenin, içi görünüyordu. çerde bir testi, bir
so an demeti ve kuru yapraklardan yap lm bir yatak vard . Kendi kendine:
te bir çileke bar na . Bütün çileke ler gibi o da kulübenin çevresinde bir yerlerdedir. Çok geçmez
kar la z. Paul ile kar la nda onu üç kez kucaklayan çileke Antoine gibi ben de bu çileke sofuyu
bulup kucaklamak isterim. Ayn ölümsüz ülkülerin pe indeyiz. Efendimiz bir karga gagas nda bizlere belki
bir parça ekmek de gönderir, bölü ür, birlikte yeriz," dedi.
Böylece hem kendi kendine konu uyor, hem de çileke i bulmak için kulübenin yöresinde dolan p
duruyordu. Henüz yüz ad m atmam ki Nil Nehri'nin ete inde ba da kurup oturan bir adamla kar la .
plakt ; saçlar da sakal gibi ak, bedeni tu ladan daha k rm yd . üphesi kalmam . Bu adam da onun
gibi bir çileke ti. Ke lerin birbirleriyle kar la nda söyledi i gibi,"Gönlün huzur içinde olsun, in allah
bir gün cennetin tatl serinli ine kavu ursun," diye selamlad .
Adam cevap vermedi. Hiçbir ey duymam gibi k ldamadan duruyordu. Paphnuce mad , Tanr 'yla
ba ba a kalan çileke lerin âdetiydi bu. O da diz çöktü yan na, ellerini birle tirip gün bat ncaya kadar dua
etti. Bakt hâlâ k ldam yordu adam. Yine konu maya ba lad :
"Kutsal baba, Tanr 'yla birlikte oldu un co ku an bittiyse Efendimiz sa ad na kutsa beni."
Adam ba çevirmeksizin yan tlad :
"Ne demek istedi ini anlam yorum yabanc . Efendin sa'ya gelince, böyle birini tan yorum."
"Ne!" diye hayk rd Paphnuce. "Kaç kez onu müjdeledi peygamberler. Tanr kurbanlar hep onun ad yad
ettiler. Sezar bile önünde e ildi. Dahas da var, zaferini Silsile Sfenksi'ne bile onaylatt m. Onu tan maman
mümkün mü?"
"Dostum," diye yan tlad öteki,"mümkündür. Kesinlikle mümkündür, hatta e er hâlâ kesin olan birkaç ey
kald ysa dünyam zda."
Paphnuce, adam n bu inan lmaz derecedeki bilgisizli i kar nda p kald ve büyük bir üzüntüye
kap ld .
sa'y tan yorsan emeklerin bo a gidecek, ölümsüzlü ü yakalayamayacaks n," dedi.
Ya adam yan tlad : "Her ey bo ; ölümle, ya am aras nda hiçbir ay m yok bence."
"Demek ölümsüz ya am istemiyorsun? Ama söyle bana, çölde bir kulübede çileke ler gibi ya ayan sen
de il misin?"
"Görünü e bakarsan öyle."
"Bütün dünya nimetlerinden ar nmad n m ?"
"Öyle gibi."
"A aç kökleriyle beslenip, kad ndan uzak ya am yor musun?"
"Öyle gibi."
"Bütün insanlar n ard ndan ko tu u dünya mal na bo vermedin mi?"
"Gerçekte ben, insanlar n arzulad anlams z eylerden vazgeçtim."
"Bak böylece sen de benim gibi yoksul, kötülüklerden ar nm ve yaln z bir insans n. Ama ne var ki sen
bunlar benim gibi Tanr a na yapm yor, semavi mutluluk için çal yorsun. Ama anlayamad m bir ey
var. sa'ya inanm yorsan neden böyle erdemli ya yorsun? Ölümsüz nimetlerin ard nda de ilsen e er,
neden kendini dünya mal ndan yoksun ediyorsun?"
"Kendimi dünya mal ndan yoksun k ld m yok yabanc . Kendime uygun bir ya ant buldum, sürdürüp
gidiyorum, o kadar. Zaten iyi ya da kötü bir ya am n varl ndan söz edilemez. Ki inin öz benli inde hiçbir
ey ne utanç vericidir ne de ildir; ne adalet vard r ne adaletsizlik; ne ho a giden vard r ne can s nt ; ne
iyi vard r ne de kötü. Nesnelere nicelik veren de, yeme e tat veren tuz gibi, insanlar n kendi
dü ünceleridir."
"Demek sana göre salt gerçek yoktur. Puta tapanlar n bile ard nda ko tu u gerçe i inkâr ediyorsun.
nindeki yorgun bir köpek gibi bilgisizli in içinde uyuyakalm n."
"Köpeklerle filozoflara sövmek bo tur yabanc . Biz henüz köpe in ve insan n ne oldu unu bile bilmiyoruz.
Hiçbir ey bilmiyoruz."
"Ey garip ya ki i, yoksa sen de ad na üpheciler denen o saçma topluluktan m n? Eylemi de, huzuru
da yads yan o ç lg nlardan m n? Onlar güne in yla gecenin karanl birbirinden ay rt etmekten bile
yoksundurlar."
"Anlayaca n ben de üphecilerdenim dostum. Senin gülünç biçimde yarg lad n, benimse övgüye de er
sayd m o dü ünce kulundan m. Çünkü ayr nesnelerin ayn görünü leri vard r. Memphis piramitleri
tanyeri a ard nda pembe kozalaklar gibi görünürler. Oysa güne batt zaman, tutu an gökyüzü
üstünde kara üçgenlere benzerler. Ama onlar n gerçek varl klar n özünü kim kavrayabilir? Bana
görüntüleri yads söylüyorsun. Hay r, tam tersi, inand m tek gerçek yaln z görüntülerdir. Güne ,
ayd nl k görünüyor bana, ama özünü bilmiyorum. Ate in yand dokununca duyuyorum, ama nas l
yand da neden yand da bilmiyorum. Beni çok yanl anl yorsun dostum. Ama ne ç kar, öyle ya
da böyle anla lmak aras nda da bir ayr m yoktur bence."
"Bir sorum daha var: Peki o halde neden çölde yaln z hurma ve so an yiyerek ya yorsun? Bunca ac ya
neden katlan yorsun? Bak ben de senin gibi büyük s nt lara katlan yorum, oruç tutuyorum. Ama bir amaç
için. Amac m Tanr 'n n takdirini kazanmak, sonsuz mutlulu a ermektir. Bütün bu yapt klar n akla uygun
bir amac var. Ist rap ancak büyük bir nimete kavu mak için çekilir. Oysa bunun tersini yapmak, bile bile
yarars z yorgunluklara katlanmak, nedensiz yere st rap çekmek ak ls zl kt r. E er ben inanmasayd m, -
böyle konu tu um için Tanr m beni ba las n- peygamberlerin sesiyle, o lunu göndererek, havarileriyle,
din ulular yla, din kurbanlar n tan kl yla ö rettiklerine inanmasayd m, bedenin çekti i ac lar n ruhun
esenli i için gerekli oldu unu bilmeseydim, e er senin gibi gizemli s rlardan uzak, bilgisizlik içinde
ya asayd m, hemen dünyevi ya ama döner, bu dünyan n mutlular gibi rahat dö eklerde yatmak için
zenginlikler edinmeye çabalar ve bütün arzulara seslenip,'Gelin kad nlar m, gelin gözdelerim, halay klar m,
gelin ve bütün araplar kadehime bo alt n, bana sevda içkileri sunun, güzel kokular sürün,' derdim.
Ama sen, duygusuz ya , kendini tüm nimetlerden yoksun k yorsun; hiçbir ey kazanmad n halde
durumunla yetiniyorsun; umutsuz yere dönü yap yor ve çirkin bir maymunun, duvar çamura bularken
usta bir ressam n resmini kopya etti ini sanmas gibi, sen de, çileke lerimizin yapt güzelim i i gülünç bir
ekle sokup kendine benzetiyorsun. Ey insanlar n en , hangi akla hizmet ediyorsun?"
Paphnuce büyük bir öfkeyle konu uyor, ama ya adam t nm yordu.
Usulca cevap verdi: "Çirkefinde uyuyan bir köpe in, kötü bir maymunun dü üncelerinden sana ne
dostum."
Tanr 'n n yüceli ini ço altmaktan ba ka bir amac yoktu Paphnuce'ün. Öfkesi dindi ve büyük bir
alçakgönüllülükle özür diledi:
"Gerçe i tan tma çabas yüzünden haddimi a ysam ba la beni ey ya adam. Tanr tan md r ki bana
tiksinti veren senin ki ili in de il, tuttu un hatal yoldur. Seni karanl klar içinde görmek hüzün veriyor bana.
sa'da yans yan insanl seviyorum, çünkü beni ilgilendiren esenli e kavu mand r. Söyle, neden böyle
ya yorsun? Seni kand ran dü ünceleri çürütmek arzusuyla yan p tutu uyorum."
Gönül rahatl yla yan tlad ya adam: "Hem konu maya haz m, hem susmaya. Madem soruyorsun,
neden böyle ya ad söyleyece im sana. Ama ne ya ant n, ne sen, ne de dü üncelerin beni asla
ilgilendirmiyor. Ne mutlu oldu un için sevinir, ne de mutsuz oldu un için yerinirim. öyle ya da böyle
dü ünmü sün, benim için hepsi birdir. Ne severim seni ne de nefret ederim. Nefret de sevgi de bilgelikten
uzak kavramlar. Ama madem ki soruyorsun söyleyeyim: Ad m Timoclès, ticaretle u ra an, varl kl , zengin
bir ailenin çocu uyum, Cos'ta do dum. Babam gemi donat r. Zekâs skender'e benzedi inden ona
da Büyük ad takm lard . Buna ra men zekâs skender kadar büyük de ildi. K sacas zavall bir
adamd . ki karde im vard . Onlar da babam gibi gemi donat yla u ra rd . Bense bilgeli i seçtim. Bir
gün a abeyim, babam n bask yla Timaessa ad nda Karyal bir kad nla evlenmek zorunda kald , ama hiç
ho lanm yordu ondan. Kara bir karamsarl a dü meden ya ayam yordu yan nda. Öte yandan küçük
karde imiz bu kad na öyle bir a kla tutuldu ki çok geçmeden bu a k ç lg nl k derecesine vard . Ama
Karyal k z ikisinden de ayn derecede tiksiniyordu. Bir flüt çalg na tutkundu ve bu adam geceleri
yata na al yordu. ölenlerde aln na takt çemberi bir sabah odada unutmu adam. Bu çemberi bulan iki
karde im de çalg öldürmeye ant içtiler ve hemen ertesi gün adamca , yalvar p yakarmalar na,
gözya lar na bakmaks n k rbaçla döve döve öldürdüler. Yengem umutsuzlu a dü üp akl yitirdi ve bu
üç zavall , Cos k lar nda, dudaklar nda sebze parçalar , bak lar topra a dikili bir halde, üstlerine böcek
kabuklar atarak yuhalayan çocuklar aras nda kurtlar gibi uluyor, hayvanlar gibi ç lg ncas na inliyorlard .
sa bir süre sonra, Asya pazarlar ndaki bütün etleri, bütün yemi leri sat n alabilecek kadar varl kl olan
babam da hiçbir ey yiyemez duruma geldi ve son solu unu açl k içinde verdi. Bütün varl bana
rakmak zorunda kald için üzgün öldü. Bana gelince, babam n var yo unu yolculuklarla tükettim,
talya'ya, Yunanistan'a, Afrika'ya gittim, ama bir tek mutlu, bir tek bilge adama rastlamad m. Atina'da ve
skenderiye'de felsefe ö renimi yapt m, tart malar n gürültüsünden serseme döndüm, kafam kazan gibi
oldu.
"Hindistan'da dola rken Ganj Nehri'nin k nda otuz y ldan beri ba da kurup k rdamaks n oturan
plak bir adama rastlad m. Sarma klar kuru bedenini sarm , k rlang çlar saçlar na yuva yapm . Bütün
bunlara ra men ya yordu. Bu adam gördü ümde Timaessa'y , çalg , karde lerimi ve babam
dü ündüm ve anlad m" ki bu Hintli, bilge bir insand .' nsanlar bir varl k olduklar na inand klar nda bu
varl ktan yoksun kald klar için, bir varl a sahip olduklar nda bu varl yitirmekten korktuklar için, kötü
olduklar na inand klar nda kötüye katland klar için st rap çekiyorlar. Bu türden inançlar tümüyle söküp
at n, bütün kötülükler de yitip gider,' dedim kendi kendime. Bunun içindir ki hiçbir eyi de erli saymamay ,
dünya nimetlerinden uzakla may , yaln zl k içinde, o Hintli gibi k rdamaks n ya amay çözüm yolu
olarak buldum."
Paphnuce, ya adam n öyküsünü ilgiyle, dikkatle dinliyordu. öyle cevap verdi:
"Coslu Timoclès, do ruyu söylemek gerekirse söylediklerinin baz lar nda hakl yanlar var. Sonunda tüm
dünya nimetlerini bir yana atmak iyi bir ey. Ama bir yandan dünya nimetlerini iterken, öte yandan
Tanr 'n n gazab na u ramak sa duyudan uzak görünüyor. Bu bilgisizli ine ac yorum Timoclès. Sana salt
gerçe i ö retece im. Tanr 'n n üç hipostazla* var oldu unu bilmeli ve bir o ulun, babas n sözlerini
tutmas gibi ona itaat etmelisin..."
Timoclès sözünü kesti Paphnuce'ün: "Bana kendi ö retini kabul ettirmek için didinme yabanc . Duygular
payla aca san yorsan yan yorsun. Bütün tart malar bo . Kendime fikir olarak fikirsizli i seçtim. u
iyi, bu kötü demeksizin ya amak art yla tüm karma kl klara kar ba kl ya ad m. Var yoluna git ve
beni dald m bu mutlu duygusuzluktan çekip almak için bo una u ra ma. Ben ki bu duygusuzlu a zorlu
didinmelerden sonra k bir suya girer gibi dald m."
nançla ilgili hususlarda çok iyi e itilmi ti Paphnuce. Önsezisi Tanr 'n n lütfunun bu ya Timoclès'e nasip
olmad söylüyordu. rm ruhun kurtulu günü gelmemi ti
* H ristiyanl k inan na göre Tanr kavram nda üç hipostaz vard r: Baba, o ul ve kutsal ruh.
henüz. E itimin rezalete dönmesinden korkarak susmay uygun gördü. Bazen inançs zlarla tart rken
insan onlar ayd nlatamad gibi, günaha da girerdi. Bunun içindir ki gerçe i iyi tan yanlar onu yayarken
dikkati de elden b rakmamal yd lar.
"Elveda Timoclès," dedi ve derin derin içini çekerek gecenin karanl içinde kutsal yolculu una yeniden
koyuldu.
Gün maya ba lam . K da karaleylekler tek ayak üstünde durmu , pembe, solgun boyunlar suya
sokuyor, yamaçlar üstünde sö ütler, gri yapraklar yay yordu. Turna ku lar ayd nl k gökyüzünde,
üçgenler yaparak uçuyor ve kam lar aras nda, görünmeyen bal kç l ku lar n ba rt lar i itiliyordu.
Irmak, uzaktan uza a, ye il, yaygan sular döküyor, bu sular ku lar n kanatlar gibi süzülüyordu. Beyaz
bir ev yans yordu k da. Küme küme çiçekler, hurma ve yemi a açlar n üzerinde ördek, kaz ve telli
turna sürüleri gürültüyle uçarken, uzaklarda, sular n gül rengi bu ular dalgalan yordu. Solda, büyük bir
ova; rüzgârla titreyen tarlalar , meyve bahçelerini çöle kadar uzat yor, güne , ba aklar yald zl yordu.
Burcu burcu kokan tozlarda topra n imbat yeli yans yordu. Bunlar gören Paphnuce, dizlerinin üstüne
dü üp hayk rd :
"Yolculu umu bitirmeme yard mc olan Tanr ma binlerce ükür! Sen, çiy tanelerini Arsinoitide incirlerinin
üstüne döken Ulu Tanr m, k rlardaki çiçekler, bahçelerdeki a açlar kadar özenle yaratt Thais'in ruhuna
da sevgini çiy taneleri gibi serp, semavi saltanat nda o da gül a ac gibi ye ersin."
Her çiçek açm dalda, her ldayan ku ta Thais'i görüyor, Thais'i dü ünüyordu. Nehrin sol yan ndan
insanlar n yerle ti i verimli topraklardan geçe geçe, sonunda, Yunanl lar n 'yald zl ülke' ad takt klar
skenderiye'ye vard . Çat lar gül renkli sisler içinde l l yanan büyük kenti bir tepenin üstünden
gördü ünde, gün do mu , sabah olmu tu. Durdu, kollar gö sünde kavu turup hayk rd :
te günahlar içinde do du um yer, a ulu kokusunu soludu um parlak hava, su perilerinin ark lar yla toy
yüre imi büyüleyen deniz! te benim, bedene uygun de imim, dünyevi ya ama uygun yurdum! Bu mu
çiçekli be ik, dünyevi insanlar n ünlü bildi i yurt bu yurt mu? Ey skenderiye, çocuklar n seni sevmesi
analar sevmesi kadar do al. Ben de senin ba nda süslerle donanm olarak do dum. Ama çileye
gelince, o, do aya ald rmaz, gizeme, bo görüntülere saplanmaz, H ristiyan kendi yurduna bazen bir
sürgün gözüyle bakar, ke dünyadan kaçar. Art k sana â k de ilim skenderiye. Tiksiniyorum senden!
Senden; senin zenginliklerin yüzünden, senin güzelli in yüzünden tiksiniyorum. Can n cehenneme,
Tanr 'n n gazab üstüne ya n! Sen ey iblislerin yata , Aryanlar n* vebal teni, cehenneme kadar yolun
var!
* Aryanizm: 4. yüzy lda Arms adl bir papaz n kurdu u ve H ristiyan inan n tersine olarak sa'n n
tanr inkâr eden mezhep.
Ve sen, rahiplerin inanç gücünü daha bir sa lamla rmak, din kurbanlar n sabr daha bir ço altmak
için, çöllerin derinliklerinden gelip de bu puta tapanlar kentine karg gibi saplanan kutsal Antoine
babam n elinden tutan kanatl çocuk. Tanr 'n n ilk solu u, benim önümde de kanat vur, ça n karanl k
geceleri aras nda soluyaca m kirli havay temizle, kanat vuru lar nda güzel kokular saç!"
Sonra yeniden yola koyuldu. Güne Kap 'ndan girdi kente. Ta tan yap lm kap ; güvenle, kurumla
yükseliyordu, ama alt nda iki büklüm yoksullar ya yolculara limon, incir satarak ya da dilenerek güç bela
ya yorlard . Bir kö eye diz çökmü , y rt k giysili bir kad n, ke in eteklerini yakalay p öptü,"Tanr adam .
Tanr ad na kutsa beni. Bu dünyada çok st rap çektim, öbür dünyada güleyim. Sen Tanr kat ndan geldin,
ayaklar n tozu, alt ndan daha de erlidir," dedi.
Paphnuce,"Tanr 'm za ükürler olsun!" deyip ya kad n ba nda haç ç kard ve yürüdü.
Ama henüz yirmi ad m atmam ki bir alay çocuk, ke i yuhalamaya, ba ra ça ra ta lamaya ba lad :
"Hey, u mendebur dilenciye de bak n! Köpek ba maymundan da kara, sakal keçi sakal ndan da uzun.
Tembelin teki herif. Meyve bahçelerindeki ku lar ürkütmek için korkuluk bile olamaz. Çiçekli badem
açlar n üstüne dolu ya r bu adam. Mutsuzluk ta yor. Çarm ha gerilmeli bu ke ! Çarm ha
gerilmeli!" diye hayk yorlard .
Ve ta lar havada uçuyordu.
"Tanr m, bu zavall çocuklardan sevgini esirgeme," diye m ldan p dü üne dü üne yürüdü: "Ya kad n
gözünde kutluyum, bu çocuklarca da hor görülüyorum. Böylece ayn nesne, yarg lar ba bo ve karars z
insanlarca ayr biçimlerde de erleniyor. Timoclès'in dinsizler hakk ndaki dü ünceleri pek de yersiz de il.
Kör, kendini ktan yoksun biliyor. Yo un bir karanl k içinde olduklar halde, gözlerim görüyor diye
yaygara yapan bu puta tapanlardan ne kadar üstün oysa. Bu dünyada her ey, k rdayan bir kumsal gibi
aldat . Tanr 'n n d nda her ey de ken."
zl ad mlarla yürüyordu. On y ll k bir ayr ktan sonra, bast her ta , sanki eski günahlar hayk yordu.
Ve bu yüzden, önünde uzanan yolun dö eme ta lar na ç plak ayaklar k rmak istercesine vuruyor, y rt k
topuklar n kan izlerini ta larda gördükçe seviniyordu. Sèrapis Tap na 'n n kemerlerinin sa yan ndan,
gül kokulu, üzgün yüzlü, al ml evler boyunca uzanan bir yola girdi. Saçaklardan çamlar n, akçaa açlar n,
sak z a açlar n doruklar yükseliyordu. Yar aral k kap lardan, evlerin mermer giri leri, tunç an tlar,
yapraklar ve yapraklar aras ndan f ran f skiyeler görülüyordu. Bu güzel kö elerde sessizli i bozan tek
bir gürültü bile duyulmuyordu. Yaln z, uzaktan uza a, bir flütün hafif ezgileri geliyordu kula a. Ke , genç
zlar gibi narin dikili ta larla donanm , küçük ama sevimli bir evin önünde durdu. Ev, ünlü Yunan
filozoflar n an tlar yla bezenmi ti. Bir bak ta tan filozoflar ke : Platon, Sokrates, Aristoteles,
Epikuros, Zènon'un an tlar yd bunlar. Kap tokma vurdu, dü ünceli beklemeye ba lad :
"Bu uydurma bilgileri, bo una metallerle yüceltmeye çal yorlar. Söyledikleri ipe sapa gelmez eyler,
yalan, dolan; ruhlar cehennem alevleriyle yan yor imdi. Süslü sözlerinin kulaklar sa rla ran
gürültüsüyle topra dolduran ünlü Platon bile, bundan böyle ancak iblislerle tart abilir," diye
ldan yordu kendi kendine.
Kap açan köle, mozaik e ik üstünde ç plak ayakl bir adamla kar la nca ç :
"Ba ka kap ya hokkabaz ke , kafana sopay indirmeden çek git!"
Antinoè rahibi, köleye,"Karde im, senden bir ey istedi im yok, beni efendine götür yeter," dedi.
Büsbütün gazaba geldi köle: "Senin gibi köpekleri semtine u ratmaz efendim."
"Senden ne istiyorsam lütfen onu yap yavrum. Efendine kendisini görmek istedi imi söyle."
"Çek araban adi dilenci!" diye ba rd köle.
Ve elindeki de ne i, kar nda k rdamaks n, elleri gö sünde duran adama kald rd . Usulca tekrarlad
ke :
"Ne söyledimse onu yap, lütfen yavrum." Kap köle iliklerine kadar titreyip m ldanmaya ba lad :
"Dayaktan, ac dan korkmayan bu adam da neyin nesi?"
Efendisine ko tu.
Nicias hamamdan ç km . Güzel halay klar s rt kuruluyordu. Güleryüzlü, sevimli bir insand . Yüzünde
alayc bir anlat m vard . Ke i görür görmez kalkt ve kollar aç p ba rd :
"Sen ha Paphnuce, okul arkada m, dostum, karde im. Ah, ah! Do ruyu söylemek gerekirse, insandan
çok hayvana benzer bir k kla kar ma ç kmana ra men yine de seni tan m. Gel kucakla al m. Dilbilgisi,
söz sanat , felsefe ö renimi yapt z eski okul günlerini hat rlar m n? Senin daha o zamanlar bile,
karanl k ve yaban bir yarad n vard . çten oldu un için çok severdim seni. Evreni yaban bir at n gözüyle
gördü ünü söylerdik ve senin ku kuculu un zamanla ola an gelmeye ba lam bizlere. Öyle pek ah m
ah m de ildin, ama özgürlü ün s r tan yordu. Ne paraya ba yd n ne de mutlu bir ya ama. Ve
sende, beni alabildi ine ilgilendiren garip bir deha, garip bir zekâ vard . Ho geldin sevgili Paphnuce, on
ll k ayr ktan sonra ho geldin. Çölü b rakt n demek. H ristiyanl n bo inançlar ndan kurtuldun, yeniden
do uyorsun. Beyaz bir mücevher gibi de erli olan bugünü hiç unutmayaca m."
Kad nlara döndü: "Crobyle, Myrtale, sevgili konu umun ellerine, ayaklar na, sakal na güzel kokular sürün."
Kad nlar, gülümseyen bir yüzle ko up hemen, ibrikler, gülya eleri ve bir ayna getirdiler. Paphnuce,
sert bir hareketle onlar durdurdu ve yüzlerini görmemek için ba önüne e di; kad nlar ç plakt çünkü.
Nicias da bu s rada, Paphnuce'e kö e yast klar ve çe itli yiyecekler sunuyordu. onlar da itti Paphnuce ve:
"Nicias, senin bo inanç olarak adland rd n, oysa asl nda gerçeklerin en gerçe i olan H ristiyan
inanc mdan dönmedim. O, ba lang çta Tanr 'n n o luydu ve Tanr 'n n o lu Tanr 'yd . Her eyi o yaratt ,
onsuz hiçbir ey yarat lmad . Ya am onunla vard ve ya am insanlar n yd ," dedi.
Nicias' n yan ise,"Sen ey yeniden papaz cüppesine bürünen sevgili Paphnuce, sanattan yoksun, bo
kal plardan ba ka bir ey olmayan bu sözlerle beni rtmak m istiyorsun? Benim de biraz filozof
oldu umu unuttun galiba. Bütün yüceliklerine ra men Amelias, Porphyre ve Platon bile beni
doyuramazken, bilgisiz birkaç adam n Amèlius'un erguvan giysilerinden kopard k nt sözlerle beni
kand rabilece ini mi san yorsun? Bilgelerin koydu u bu ö retiler, insanlar n ölümsüz çocuklu unu
lendirmeye yarayan uydurma öykülerden ba ka bir ey de ildir. nsan bu ö retilerle, E ek, Le en ve
Efes Hatunu öyküleriyle di er bütün o eski masallar dinlerken e lenir gibi e lenmeli!" oldu.
Ve dostunu elinden tutup, sepetler içinde demet demet binlerce papirüs olan bir salona götürdü: " te
kitapl m dostum. Filozoflar n, evrenin kurulu u, yasalar için söyledi i, yazd ö retilerin küçük bir
bölümü var burada. Bütün zenginli ine ra men, bu kadar yap t Sèrapèum'da bile yok. Ama ne yaz k ki
dost, bütün bunlar deli say klamalar ndan öteye gitmeyen eyler."
Nicias, fildi i bir sandalyeye oturmas için zorlad konu unu, kendi de oturdu.
Paphnuce, ka lar çat p kitaplara bakt ktan sonra,"Hepsini yakmak," dedi.
Nicias,"Ey benim can Paphnuce'üm, yaz k olmaz m sonra? Deli say klamalar bazen e lendirir insan .
Bütün say klamalar , dü leri, insanlar n tüm ham hayallerini yok etmek gerekseydi, dünya biçimini ve
rengini yitirir, biz insanlar tats z bir nl k içinde kalakal rd k," diye yan tlad onu.
"Dinsizlerin tüm ö retileri yalan. Tek bir gerçek var. Tanr , mucizeleriyle varl gösterdi insanlara. Ete
kemi e büründü, aram zda göründü."
"Güzel söylüyorsun sevgili Paphnuce, Tanr etten, kemikten derken hakl n. Gök ye ili deniz üstündeki
Odysseus gibi do a içinde gezinen, dü ünen, yürüyen, konu an bir Tanr da insandan ba kas de ildir.
Perikles zaman ndaki Atinal o lanlar bile art k eskiye inanmazken, sen, bu yeni Jüpiter'e inanmak
gerekti ini nereden ç kar yorsun? Ama b rakal m imdi bunlar bir yana. Buraya, Tanr 'n n güçlü ki ili ini
tart maya gelmedin elbette. Sana ne gibi bir yard mda bulunabilirim sevgili arkada m?"
"Bana iyilik etmek istiyorsan üstündeki gibi kokulu bir giysi ver. Bir de yald zl ayakkab yla bir küçük e
gülya . Bin drahmi kadar da borç verirsen memnun olurum. te, Tanr a na, eski dostlu umuz a na
senden istedi im bu Nicias."
Nicias, Crobyle ve Myrtale'e, en güzel, en görkemli giysisini getirmelerini buyurdu; Asya biçimi çiçekler ve
hayvan görüntüleriyle dokunmu bir elbiseydi bu. Giysiyi, en göz al renklerini yans tacak ekilde ustaca
Paphnuce'e tutan kad nlar, ke in, ayaklar na kadar uzanan k l abas ç karmas bekliyorlard .
Ke ,"Sizin önünüzde soyunmak derimi yüzmek gibidir," deyince giysiyi aban n üstünden geçirdiler.
Kad nlar köle olduklar halde güzelliklerine güvenip kimseden korkmuyorlard . Ke i bu garip k kta
görünce gülmeye ba lad lar. Crobyle k ta k ta ayna tutuyor, Myrtale sakal çeki tiriyordu. Paphnuce
ise Tanr 'ya dualar edip bak lar yere indiriyordu. Yald zl sandallar giyip paray ku na
yerle tirdikten sonra, kendisine gülerek bakan Nicias'a: "Ey Nicias, bütün bunlar baya bir amaçla
yapt sanma. unu bil ki, bu giysi, bu para ve bu sandallarla dini bir görevi yerine getirece im," dedi.
"Çok güzel sevgili dost, hiçbir kötülük dü ündü üm yok. Zaten insanlar n iyilik ya da kötülük
yapabileceklerine inanm yorum. yilik de, kötülük de, yaln z dü üncede vard r. Bilge ki iye yön veren,
gelenekler ve al kanl klar r, skenderiye'de saltanat süren önyarg lara ald rd m yoktur benim. Bu
yüzden de namuslu bir insan olarak bilinirim. Git, bildi in gibi e len dostum!"
Paphnuce tasar açmak gerekti ini dü ündü: "Tiyatroda oynayan Thais'i tan yor musun?"
"Tan yorum. Güzel bir kad nd r, bir zamanlar sevgilimdi. Bir de irmen, iki tarla satt m onun u runa.
Cornèlius Gallus'un Lycoris için yazd o tatl ark lara benzer üç kitap dolusu övgüler yazd m ona. Yaz k!
Gallus alt n bir ça da, Ausonie perilerinin esiniyle yaz yordu. Oysa bu barbar ça da do an ben, dizelerimi
bir Nil kam yla çiziktirdim. Bu ça da ve bu yerlerde verilen yap tlar n kal olaca hiç sanmam.
üphesiz ki dünyada en güçlü olan ey güzelliktir ve bizler bu güzelli e her zaman sahip olsayd k, evren
yasalar , Tanr 'n n gücünü, ölümsüz ak ldan kayna alan dü ünceyi, filozoflar n sözlerini bu kadar dert
edinmezdik kendimize. Taa Teb çölünden kalk p, bana Thais'ten söz etmeye geldi in için sana hayran m
sevgili Paphnuce."
Nicias, bunlar söyledikten sonra usulca içini çekti. Bir insan n böyle i renç bir günahtan bu kadar
rahatl kla söz edebilmesine an Paphnuce, ona tiksintiyle bak yordu. Yerin yar p aç lmas , alevlerin
Nicias' yutmas bekledi. Ama yar lmad yer. skenderiye sessiz, ba avuçlar nda, Paphnuce'ün uçup
giden gençli inin izlenimlerine ac ac gülüyordu. Aya a kalkt ke : " unu iyi bil ey Nicias. Tanr 'n n
yard yla Thais'i yeryüzünün say z a klar ndan söküp alaca m ve onu kutsal sa'n n kollar na
verece im. Kutsal ruh e er benden yard esirgemezse Thais, bugün bu kenti terk edip, bir manast ra
kapanacak."
"Venüs'ün gazab ndan kork, güçlü bir tanr çad r o. En gözde kulunu al p götürürsen öcünü al r senden."
"Tanr beni bütün kötülüklerden korur, seni de ts n, içine dü tü ün uçurumdan çekip ç kars n ey Nicias!"
Ve ç kt . Nicias kap ya kadar yolcu etti eski dostunu, elini omzuna koyup ayn sözü bir kez daha kula na
ldad :
"Venüs'ün gazab ndan sak n, öcünü b rakmaz sende."
Bu tür hafif sözlerden i renen Paphnuce ba çevirmeden ç kt evden. Nicias' n sözleri tiksinti
uyand rmaktan ba ka etki yapmam . Hele de Thais'le sevi mesini hazmedemiyordu. Bu kad nla yat p
kalkmak, bir ba kas yla yat p kalkmaktan çok daha günahm gibi geliyordu ona. Art k bundan böyle
Nicias onun için ad lanetle an lacak bir kimseydi. Yüz karas eylerden her zaman tiksinmi ti, ama
uçar n bu derece i renciyle ilk kez kar la yordu; sa'n n öfkesini, meleklerin hüznünü bu derece
yürekten ilk kez bölü üyordu. Thais'i bir an önce bu dinsizler çevresinden koparmak için iddetli bir arzu
duyuyor, kad bir an önce bulmak için sab rs zlan yordu. Gel gör ki Thais'in yan na yakla mak kolay
de ildi. K zg n s ca n dinmesini beklemek gerekiyordu. Gün yar lanm . Paphnuce kalabal k
sokaklardan yürüyordu. sa'n n ününü yüceltmek, sevgisini daha bir kazanmak için o gün de aç durmaya
karar verdi. Ruhu hüzünle dolu, doland durdu, ne kadar dolansa da aya kiliselere varm yordu. Aryal lar,
Efendisinin evinin alt üstüne getirmi , kendi ç karlar na hizmet ediyorlard . S rtlar Do u mparatoru'na
dayayan bu dini bozuklar, patrik Athenase' da kapana k st rm lar, skenderiye H ristiyanlar durmadan
aldat yorlard . Paphnuce, gözleri bazen yerde, bazen co up gökyüzüne yükselmi , bunlar dü üne dü üne
yürüyordu. Bir süre amaçs zca doland ktan sonra, kendini kentin r ht mlar ndan birinde buldu. Liman,
ba nda karanl k tekneli gemileri bar nd yor, kalle deniz, gök mavisine, gümü p lt na alabildi ine
gülümsüyordu. Önünde, deniz k Nèrèide'in an ta yan küçük bir kad rga demir al yordu. Kürekler
ark larla dalgalar dövüyor, sular n, slak incilerle kapl beyaz deniz k yüzünün kaçak bir kesitini
sunuyordu ke e. Beyaz k z Eunostos demirleme yerindeki dar bir geçitten a p, ard nda çiçek çiçek
köpüren bir duman suyu b rakarak denize aç ld .
"Bir zamanlar ark lar söyleyerek ben de denizlere aç lmak isterdim, ama anlad m ç lg nl , deniz k
Nèrèide, saçlar tak p götüremedi beni," diye m ldand .
Böyle dü üne dü üne bir halat y n üzerine oturdu, uyuyakald . Bir dü gördü uykusunda. Kulaklar
sa rla ran bir boru sesi duyar gibiydi ve gökyüzü kan rengine boyanm , i te bekledi i an gelmi ti.
Büyük bir k vanç içinde Tanr 'ya dua ederken, aln nda kl bir çember ta yan garip bir hayvan n
kendisine do ru geldi ini gördü. Silsilè Sfenksi'ydi bu hayvan. Onu incitmeksizin di leri aras na al p,
yavrular götüren anaç bir kedi gibi ilden ile ta yordu. Da lar, denizler a p, ülke ülke dola rd
Paphnuce'ü. Sonunda ba tan ba a y k, sarp kayal klar ve k zg n küllerle kapl bir yere ula lar. Ba
yar lm topra n a ndan alevli bir soluk ç yordu. Hayvan, ke i usulca yere b rak p:
"Bak!" dedi.
Uçurumun k ndan e ilip bakan Paphnuce, kara kayalarla kapl dik yarlar n aras nda, topra n
ba ndan f ran alevden bir rmak gördü. blisler, kur uni mor bir k içinde ruhlara i kence ediyorlard .
Ruhlar, etiyle, kemi iyle, insan biçimindeydiler. Giysilerinden kopan parçalar kayalara tak kalm . Onca
kenceye katlanan ruhlar n durgun bir görünümleri vard . Elinde kral de ne i, aln nda bez bir erit, gözleri
bo lu a dikili, büyük, beyaz bir ruh ark lar söylüyordu; kanatlanan ezgiler rma n çorak k lar
dolduruyor, tanr lar n, yar tanr lar n övgülerini dile getiriyordu. Küçük, ye il iblisler, dudaklar , bo az
zg n demirlerle da yordu bu ruhun. Ama Homeros'un ruhu ark kesmiyordu. Az ötede, ba nda tek
tük saçlar a arm , kabak kafal , ya Anaxagore, elinde bir pergel, tozlar n üzerine ekiller çiziyordu. Bir
iblis, bilgenin dü ünmesine engel olmaks n, usulca kula na k zg n ya döküyordu. Daha sonra, ke in
gözlerine Akademi'deki ç nar a açlar n gölgesinde gördü ü ö retmen ve ö rencilere benzeyen ve imdi
zg n rma n karanl k k nda kimi okuyan, kimi sessiz dü ünen, kimi gezinerek tart an bir y n insan
tak ld . Bir kö ede oturan ya Timoclès, ba , hay r der gibi sall yordu. Bir uçurum mele i, gözlerinin
alt nda alevler gezdiriyor, ama Timoclès ne mele e, ne de alevlere ald rm yordu.
Gördükleri kar nda nl ktan dili tutulan Paphnuce, hayvana do ru döndü, ama hayvan ortal kta
yoktu. Sfenks'in yerinde, yüzü peçeli bir kad n duruyordu. Ve unlar söylüyordu ke e: "Bak da gör:
Tanr 'ya ba olmayanlar n sonu budur i te. imdi onlar, onlar yeryüzünde aldatan iblislerin
cehenneminde ya yorlar. çine dü tükleri bataktan ölüm bile kurtaramad onlar . Tanr 'ya kavu mak için
elbette ki ölmek yetmez. Gerçe i yeryüzünde ö renemeyenler ölünce hiç ö renemezler. Ruhlar n
çevresinde dolan p duran bu sald rgan iblisler ölümsüz adaleti yerine getiriyorlar. Ama ruhlar, ne
görebiliyor ne de duyabiliyorlar iblisleri. Bütün gerçeklere yabanc lar; i kence çektiklerini bile bilmiyorlar.
Tanr bile art k onlar st rap çekmeye zorlayamaz."
"Tanr her eyi yapabilir," dedi Antinoè rahibi.
"Tanr 'n n saçmal klarla al veri i yoktur," diye yan tlad peçeli kad n. "Onlar zaman nda ayd nlatmak
gerekirdi, ancak o zaman cezaya hak kazan rlar, gerçe i zaman nda bilebilirlerdi. Tanr 'n n seçkin
yarat klar ndan olurlard böylece." Paphnuce korka korka yeniden uçuruma e ildi. Bu kez, küllü mersin
açlar n alt nda aln çiçeklerle bezenmi Nicias' gördü. Hemen yan ba nda, yünlü atk na bürünmü
Miletli Aspasie vard , yüzündeki narin anlat ma bak rsa a ktan ve felsefeden söz ediyorlard . Üzerlerine
ya an ate ya muru, serin çiy taneleriydi sanki ve ayaklar alevli topra a, otlara basar gibi rahatça
bas yordu. Bunu gören Paphnuce ç lg nca bir öfkeye kap larak hayk rd :
"Vur, Tanr m vur! Nicias' n ta kendisi bu! A las n, inlesin! Ac dan di lerini g rdats n!... Thais ile günaha
girdi bu adam!"
"Sakin ol! Sakin ol dostum! Fok bal klar n ya çoban deniz tanr Protèe'nin a için sakin ol! Çok
rahats z uyuyordun. Tutmasayd m az kald Eunostos'a dü ecektin. Seni ölümden ben kurtard m. Bu,
anam n tuzlu bal k satt kadar gerçek."
"Tanr senden raz olsun," diye yan tlad Paphnuce.
Aya a kalkt , uykusunu bölen görüntüyü dü üne dü üne denizin kenar ndan dosdo ru yürüdü. Bir yandan
da kendi kendine söyleniyordu:
"Kötü bir dü tü bu, cehennemi gerçek biçiminden uzak tan p o yüce kurallara kar dü üyor. Bu dü bir
iblis i i, belli."
Böyle yorumluyordu dü ü, Tanr 'dan gelen dü lerle iblisten gelen dü leri birbirinden ay rmas bilirdi
çünkü. Durmadan çe itli dü ler görerek ya ayan çileke sofular, Tanr 'dan gelenle iblisten geleni ay rmak
zorundad rlar. Çünkü insanlardan kaçarken ruhlar n eline dü ebilirler. Çöllerde yaln z gezginler de il, kötü
ruhlar da oturur. Ziyaretçiler, kutsal çileke Antoine' n çile doldurmak için yaln zl a çekildi i y k atoya
yakla klar nda, bayram geceleri bentlerin yol kav aklar nda duyulan u ultulara benzer garip u ultular
itirlerdi. Kutsal adam ayartmak için iblisler yapard bu gürültüleri.
Paphnuce hemen bu olay hat rlad . Daha sonra, iblislerin büyülerle aldatmaya çal , altm ya ndaki
rl Jean' dü ündü. Ama Jean, cehennemden gelen bütün oyunlar , bütün düzenleri bozguna
ratmas iyi bilirdi. Yine de iblis bir gün, insan k na girip Jean' n ma aras na s zmay becermi ti.
Jean'a,"Orucunu yar n sabaha kadar uzatacaks n," demi ti. blisin sözünü tutan Jean, ertesi ak ama
kadar uzatm orucunu. Ma aras ndaki adam melek sanm çünkü. blisler ecesinin Jean'a kar
kazand tek utku buydu, e er zafer denebilirse. Ke lerin geçirdi i s navlar iyi bilen Paphnuce'ün,
uykusunda gördü ü dü ün yalanc bir dü oldu unu hemen anlamas na mamak gerekir.
Onu iblislerin eline b rakt diye Tanr 'na tatl tatl sitem etti i bir anda, kendisini, ayn yöne do ru ko up
duran bir insan selinin ortas nda buldu. Kentlerde yürüme al kanl yitirdi inden bu insan y içinde
p kalm , sa a sola yalpa vuruyordu. Al mam oldu u bu süslü giysi daha bir bunalt yordu onu.
Birkaç kez az daha dü ecekti. Adamlar n nereye gitti ini ö renmek için, önüne ç kan birine,"Bu aceleniz
ne?" diye sordu. Adam:
"Oyunlar n ba layaca ndan, sahneye Thais'in ç kaca ndan haberin yok mu yabanc ? Bu gördü ün
insanlar n hepsi de tiyatroya gidiyor, ben de öyle. Sen de gelmek ister miydin?" diye yan tlad onu.
Tasar gerçekle tirmek için i te arad olanak geçmi ti eline. Adam n pe ine tak ld .
Tiyatronun kemerleri maskelerle süslü, kal n ve yuvarlak duvarlar çok say da an tlarla kapl yd . Dar bir
koridora girdiler. Koridorun uç k sm nda l l bir anfiteatr uzan yordu. Sahneye do ru basamak
basamak inen s ralardan birine yerle tiler. Tiyatro henüz tam dolmam . Sahne perdesizdi. Eski
insanlar n, yi itlerini yad etmek için kurdu u an tlara benzeyen bir tümsek görünüyordu. Sava alan n
ortas nda yükseliyordu bu tümsek. Karg lar, çad rlar n önüne demet demet y lm , defne dallar ve
kestane a ac ndan yap lm çelenkler aras ndaki gemi direklerine alt n kalkanlar as lm . Her ey sessiz
ve uykudayd orada. Ama birden salonu, kovandaki ar lar n u ultusuna benzer bir u ultu doldurdu.
Erguvan giysilerinden vuran titrek klarla k zarm tüm yüzler, çad rlar n ve mezar n bulundu u bu büyük,
sessiz alana dönmü tü merakla. Kad nlar limon yiyip gülü üyor, seyirciler s radan s raya söz
yar yorlard .
Paphnuce, bu bo sözleri duyup günaha girmemek için durmadan içinden dua ediyordu, ama kom usu
susmak bilmiyor, zaman n tiyatrolar ndan yak p duruyordu:
"Bir zamanlar, yüzleri maskeli usta oyuncular Euripides'in, Mènadres'm dizelerini söylerlerdi. imdi art k o
eski dramlar arama. Yeniler kötü bir benzetmeden öteye gidemiyor. Atina'da Bacchus'ü onurland ran o
ölümsüz oyunlardan sonra, kala kala, bir barbar n, hatta bir skit'in bile anlayabilece i türden garip
oyunlara kald k. Oyuncular ellerini, kollar sallay p duruyorlar. Çalg lar n tatl ezgilerle e lik etti i maskeli
tragedyalar, oyuncular n boyunu, tanr lar boyuna kadar yükselten o yüksek tabanl ayakkab lar, ezgili
güzelim dizeler, hepsi hepsi kay plara kar . Paulus'ün Roscius'ün yerini halk güldürüleri, balerinler,
plak yüzlü oyuncular ald . Perikles Atinal lar bir kad n sahneye ç kt görseler acaba ne derlerdi?
Kad n sahnede görünmesi kadar baya bir ey olamaz. Bunun üzüntüsünü duymayacak kadar
soysuzla k."
"Ad n Dorion oldu u kadar gerçek ki, kad n, erke in amans z dü man , dünyan n yüz karas r."
"Çok do ru söylüyorsun, bizim en büyük dü man z kad nd r. Erkekte arzuyu uyand ran onlar de il mi?
Kad nlardan korkmak gerek."
"Tanr lar ad na yemin ederim ki yanl , kad nlar erke e arzu de il, karma a, hüzün ve kara kayg lar ta r.
En derin yaralar n alt nda bir a k yatar. Dinle yabanc : Gençli imde Angolide'e, Troizen'e gittim ve orada,
yapraklar say z deliklerle dolu kocaman bir mersin a ac gördüm. Bu a aç hakk nda bak Troizenliler ne
anlat yor: Hippolytos'a tutkun oldu u s ralarda kraliçe Phèdre bütün günlerini bu a ac n alt na uzan p
hüzünle geçirirmi . te bu s nt günlerinde, sar saçlar tutan alt n i neyi ç kar p tüm yapraklar deler,
göz göz oyuklarla doldururmu . Bütün yapraklar bu yüzden kalbur gibi delik de ik olmu . Phèdre,
biliyorsun, yasak bir a k yüzünden masumlu unu yitirip bir sefil gibi öldü. Dü ün odas na kapan p alt n
kemeriyle fildi i bir takoza ast kendini. O günden sonra tanr lar, bu a n an her zaman ya ats n diye,
böylesi korkunç bir y ma tan k olan mersin a ac n yapraklar hep göz göz delikli yarat rm . Bak p
bak p da kendimi a n ç lg nl klar ndan korumak, arzular kar nda tetikte durmak gerekti ini söyleyen
retmenim Epikuros'un bu güzel ö üdünü hiçbir zaman unutmamak için, bu yapraklardan birini kopar p
ba ucuma ast m. Ama aç k söylemek gerekirse, a k bir karaci er hastal na benzer, ki i bu hastal a bir
gün tutulup tutulmayaca bilemez."
"Dorion, sen nelerden ho lan rs n?" diye sordu Paphnuce.
Üzgün bir dille yan tlad Dorion:
"Hayatta tek bir arzum var, ama do ruyu söylemek gerekirse pek de ate li bir arzu de il bu: Meditasyon.
Kötü bir mideyle ba ka bir ey de aramaya gerek yok zaten."
Bu son sözlerden cesaretlenen Paphnuce, kendini Tanr 'ya veren ki inin duydu u ruhsal hazz ,
Epikuroscuya da tan tmaya, tatt rmaya çal : "Gerçe in sesini dinle Dorion, yönünü a dön," diye
ba lad . Ama tam bu s rada bütün ba lar ona döndü. Seyirciler ellerini kollar öfkeyle sallay p susmas
aret ediyorlard . Tiyatroyu derin bir sessizlik kaplam . Sonra hemen, bir yi itlik türküsünün ezgileri
duyuldu.
Oyun ba yordu. Askerler, çad rlar ndan ç p harekete haz rlan rken, tümse in üstünü büyük bir bulut
kaplad ve da lan bulutun içinden, üstünde alt n bir z rh, Akhilleus'un gölgesi ç kt . Kollar sava lara
uzat p,"Ne! Danaos'un çocuklar , mezar böyle kurbans z m b rak p gidiyorsunuz? Bundan böyle art k
hiç göremeyece im o yerlere, yurduma m dönüyorsunuz?" der gibiydi. Tümse in ete inde komutanlar
sab rs zlan yor, bir an önce yola ç kmak istiyorlard . Asa ve eritler ta yan Thèsèe'nin o lu Acanas, ya
Nestor ve Agamemnon kar lar ndaki ola anüstü varl hayranl kla seyrediyorlard . Akhillieus'un genç
lu Pyrrhus, babas n görüntüsü önünde yerlere kapanm , aln tozlu topra a dayam . Z rhl
ba ndan k rc k saçlar ta an Odysseus, Akhilleus'un yi it gölgesine onaylayan gözlerle bak yordu.
Agamemnon'la tart yordu. unlar söyler gibiydi thaka kral : "Hèllas için erefli bir ekilde can veren
Akhilleus, ününe yara r biçimde onurlanmal r. Priamos'un bakire k Polyxène'nin, mezar nda kurban
edilmesini istiyor. Danaoslular, yi it Akhilleus'un ruhunu ho nut edin ki, Peleus'un o lu, Hadès'te k vanç
içinde yatabilsin!" diyordu.
Ama öyle yan tl yordu krallar kral :
"Sunaklardan çekip ald z Troyal k zlar koruyal m. Priamos'un ünlü soyuna yeterince kötülük yapt k
zaten."
Polyxène'in k z karde inin koynuna girdi i için böyle konu uyordu. Bilge Odysseus, Cassandre' n yata
Akhilleus'un karg na ye tuttu unu krallar kral n yüzüne vurdu.
Tüm Yunanl lar, pusatlar birbirine çarpt lar Polyxène'in ölümü kararla ld ve Akhilleus'un ruhu huzura
erdi. Bazen k zg n, bazen yakaran ezgilerin e li inde oynan yordu oyun. Her eyi kutsal gerçek yönünden
de erlendiren Paphnuce m ldand :
"Ey, dinsizler üstüne yay lan k; ey, yo un karanl k! Demek ki tüm bu kurbanlar o en kutsal kurban ,
Tanr 'n n sevgili o lunu müjdeliyordu."
"Dinler cinayet kayna r," diye yan tlad Epikuroscu. "Ne mutlu ki, din u runa cinayetler i leyen bu
insanlar n üstünde bilge bir Yunanl geldi dünyaya."
Bu s rada, da k bembeyaz saçlar , paramparça giysileriyle Hekabe, tutsak oldu u çad rdan ç yordu.
Bu umutsuzluk kayna , bu y m kayna kad görenler derin derin içlerini çektiler. Semavi bir seziyle,
n ba na gelece i anlayan Hekabe, k n üzerine kapanm a yordu. Odysseus hemen
yan ndayd ve ondan k istiyordu. Ya ana, saç ba m yoluyor, yanaklar t rnaklar yla y rt yor ve
"Anlay ol Hekabe.
Bizim evlerimizde de, da çamlar alt nda ölümsüz uykuya yatm çocuklar için a layan, ya analar var,"
dercesine k k rdamadan bekleyen bu ha in adam n ellerini öpüp yalvar yordu.
Ve bir zamanlar görkemli Asya'n n kraliçesi olan, imdi tutsak Cassandre, bahts z ba toza topra a
buluyordu.
te, çad n perdesini kald p bakire Polyxène göründü. Bütün seyircileri bir ürpermedir kaplad . Thais'i
tan lard . Almaya geldi i kad imdi Paphnuce de görmü tü. Kollar bembeyazd . Ba n üstündeki
asker çad na tutunmu tu. Güzel bir an t gibi k rdanmadan duruyor, menek e rengi, yumu ak, ama
kibirli gözlerini çevresinde usulca gezdirerek seyircilerini güzelli inin üzgün hazz yla ürpertiyordu. Thais'i
öven m lt lar dolduruyordu s ralar ve Paphnuce, bu güzellik önünde galeyana gelen ruh, elini yüre ine
götürüp derin derin iç çekti:
"Herkesi yaratan sen, Tanr m yaratt klar ndan yaln zca birine böylesi bir gücü neden verirsin bilmem?"
Dorion, yumu ak bir sesle ekledi:
"Bu kad yapan atomlar ne kadar güzel bir araya gelmi ler. Do an n bir oyunundan ba ka bir ey de il
bu ve üphesiz bu atomlar birle ip ne yapt klar n ayr nda bile de iller. Nas l kay ts zca birle tilerse, bir
gün ayn kay ts zl kla birbirlerinden kopacaklar. Lais'i, Kleopatra'y yapan atomlar nerede imdi? in asl na
gelince; kad nlar bazen güzeldir, ama, k zg n mutsuzluklar n, i renç rahats zl klar n tutsa rlar. Bir
dü ünür, sorunu i te böyle ele almal r, oysa ayaktak hiç dikkat etmez buna. Ve kad nlar, onlar
sevmek pek akla uygun olmad halde, yine de a esinler."
Böylece filozof ve çileke sofu; bir yandan Thais'i izliyorlar, bir yandan da konu uyorlard . K na do ru
dönüp,"Odysseus'un ha in yüre ini yumu atmaya çal , gözya lar nla gençli ini, güzelli ini dile getir!"
diye hayk ran Hekabe'ye bakt klar bile yoktu.
Thais, ya da oyundaki ad yla Polyxène, çad n örtüsünü kald p bir ad m ileri att ve tüm yürekleri
kazan verdi bir anda. Soylu, zarif bir yürüyü le Odysseus'a do ru giderken, flüt ezgilerinin e lik etti i
hareketlerinde tüm mutlu nesnelerin ölümsüz düzeni yans yor, evrenin uyumu dile geliyordu. Bütün gözler
ondayd . Çevresinde ne varsa onun göz kama ran güzelli inin potas nda eriyip yok olmu tu. Ama oyun
yine de oynan yordu. Laertes'in o lu ba öte yana çevirmi , bu yalvaran güzelli in bak lar , öpücükleri
kar nda yenik dü memek için elini mantosunun alt nda gizliyordu. Polyxène art k korkmad gösteren
bir i aret yapt . Sakin bak lar yla,"Al nyaz m bu imi Odysseus, i te ard nday m, zaten ben de ölümü
istiyorum. Priamos'un k , Hektor'un k z karde i ben, bir zamanlar krallar n bile giremedi i yata ma
yabanc bir erke i sokmaktansa seve seve ölümün kollar na at m," diyordu.
Toz, toprak içinde, çaresiz Hekabe birdenbire do rulup umutsuzca k na yap . Polyxène, kararl ellerle
ve usulca annesinin ya kollar ndan kurtulmaya çal .
"Efendinin gazab na u rars n sonra. Bana s s ya sar lan ellerini çekmek için can yakmalar m
bekliyorsun. Can m annem, ben ölürken, bu ya elini uzat, çökük yanaklar dudaklar ma yakla r
yeter," diyordu.
Thais'in yüzündeki hüzün bile güzeldi. Hayat n insanüstü bir güçle el bebek, gül bebek bezedi i bu güzel
yarat a ükranla bak yordu halk. Ke e gelince, kad n gün gelip gökyüzünün kutsal kollar na
at laca dü ünerek, o anki görkemini de ho görebiliyordu.
Sonuna yakla yordu oyun. Hekabe öldü. Polyxène, Odysseus'un ard ndan seçkin sava larla çevrili
mezara do ru ilerledi. Yas ark lar n usul ezgileri e li inde, ba nda Akhilleus'un o lunun alt n bir tasla
arap içti i mezara t rmand . Görevlerinin gere i kurban tutmak istedi kâhinler. Kendisine dokundurmad
Polyxène. Kral k zlar na yara r bir biçimde, özgürce ölmek istiyordu. Giysilerini y rt p yüre inin üstünü
gösterdi. Pyrrhus ba öte yana çevirip k ustaca yüre ine saplad k n. Ve kanlar, ba bir yana
dü mü , gözleri ölümün deh eti içinde yüzen Polyxène'in o güzelim gö sünden dalga dalga f rd .
Sava lar kurban n üstünü örtüyorlar, zambaklarla, lalelerle donat yorlard onu. Deh et ç klar ve
çk klar gök kubbeyi kaplarken, Paphnuce yerinden do rulup ç lg n sesle hayk rmaya ba lad :
"Dinsizler, ey iblise tapanlar! Ve sizler puta tapanlardan daha da namussuz Aryal lar, kendinize gelin! Bu
gördükleriniz asl nda simgeden, suretten ba ka bir ey de ildir. Gizemli bir anlam var bu masal n.
Gördü ünüz o kad n art k Tanr 'ya adanacak, yeniden dirilen Tanr 'n n kutsal kurban olacak!"
Halk karanl k dalgalar gibi tiyatrodan ç kmaya ba lam . Antinoè rahibi, hayretler içinde kalan Dorion'dan
kurtularak dualar m ldana m ldana oradan ayr ld .
Bir saat sonra Thais'in kap n önündeydi. Kap çald .
Tiyatro oyuncusu Thais, skender'in mezar yak nlar nda, zenginlerin ya ad Racotis mahallesinde
oturuyordu. Bahçe içindeydi evi. Bahçede ustaca oyulmu yapma kayalar yükseliyor, k ndan sö üt
açlar yla bezenmi serin bir rmak ak yordu. Parmaklan yüzük dolu, kara, ya bir köle açt kap , ne
istedi ini sordu Paphnuce'e.
Bu, buyururcas na konu an zengin giysili adam içeri ald kad n.
"Thais'i Nymphes ma aras nda bulacaks z," dedi.
NC BÖLÜM
PAP RÜS
Thais, puta tapan, özgür, ama yoksul bir ailenin k yd . Babas , skenderiye'de, Ay Kap 'n n yak nda,
tayfalar n s k s k u rad küçük bir meyhane i letirdi. Çocuklu u bazen canl , bazen da k an larla
gelirdi gözlerinin önüne Thais'in: ri yar , sessiz ve heybetli babas , dört yol a zlar ndaki dilencilerin
yakar lar nda övdü ü ya firavunlar gibi, ba da kurup oca n ba na otururdu. Fosforlu gözlerindeki
kla doldurdu u evde, aç bir kedi gibi ac kl bir sesle ko turup duran anas c z ve zavall bir kad nd .
Mahallede, kad n büyücü oldu u, geceleri, â klar yla bulu mak için gece ku u k na girdi i söylenirdi.
Thais'e gelince, kap yar klar ndan gözetledi i anas n öyle büyücü müyücü olmad , bütün bir geceyi
günün be on kuru luk kazanc hesaplamakla geçirdi ini çok iyi bilirdi. Bu ölgün, tepkisiz baba ve bu
gözü doymaz ana, para bulmas için, çocu u kümes hayvanlar gibi soka a salm lard . Ve Thais, sarho
tayfalar ark larla, anlam kendisinin bile bilmedi i baya sözlerle e lendirerek, onlar n kemerlerindeki
paralar yürütmekte bir hayli ustala . Ek i içki ve reçineli tulum kokular n sindi i salonda kucaktan
kuca a dolan rd ; sonra, yanaklar biradan yap yap , sert sakallardan delinmi , küçük avucunda s ms
tuttu u paralarla, Ay Kap 'n n alt ndaki ya kad na ko up ball çörekler sat n al rd . Her günü, i te böyle,
Euros'un, su alt ndaki yosunlar kopard nda kar la klar tehlikeleri anlatan, zar ve kemik atan, tanr lara
sövüp say p Klikya biralar içen tayfalarla geçerdi.
Çocukca z her gece, sarho lar n sövgü dolu kavgalar yla uyan rd . Korkunç h lt lar duyar, masalar
üstünde uçan istiridye kabuklar n kesti i kanl al nlar, isli lamban n solgun nda parlayan b çaklar
görürdü.
Gençlik y llar nda, tatl Ahmès'ten ba ka kimseden iyilik görmemi ti. Evin kölesi Ahmès, tencerenin
dibinden daha kara bu Nübyal , gece uykusu kadar iyi ve tatl bir insand . Ahmès, ço u zaman Thais'i
kuca na oturtur; cimri krallar n yeralt ndaki hazinelerini, onlar yapan mimar ve ustalar n nas l sonradan
öldürüldü ünü, kral k zlar yla evlenen usta h rs zlar , piramitler diken kibar fahi eleri anlatan masallar
söylerdi ona. Ahmès, hem babas , hem anas , hem dad , hem de sevimli köpe iydi çocukca n.
Kölenin önlü üne yap r, kümese birlikte giderlerdi. Kara a n b ça önünde, kartal yavrusundan daha
çevik, seke seke uçu an, gagal , pençeli, tüylü kümes hayvanlar aras nda birlikte ko urlard . Ahmès,
çokluk geceleri uyumaz, vaktini samanlara oturup Thais'e su de irmenleri, el kadar küçük gemiler yaparak
geçirirdi. Bazen efendilerinin h na u rar, eli, yüzü kulaklar y rt r, derisi s yr klarla dolar, günü bitkin ve
yorgun bitirirdi. Buna ra men yüzünden s nt z, rahat bir anlat m hiç eksik olmazd . Ama kimse de ona,
ruhundaki bu avuntunun, yüre indeki bu rahatl n nereden geldi ini sormazd . Bir çocuk kadar da sade
ve saft Ahmès.
Bir yandan çal r, bir yandan ince bir sesle, küçük Thais'in yüre ine i leyen ilahiler okurdu. A r ve ne eli
bir sesle m ldan rd :
Söyle Meryem, orda, geldi in yerde kimi gördün?
Bir kefen ve çama rlar ve mezar n ba nda oturmu melekler gördüm.
Ve yeniden dirili in tutkusunu, ününü gördüm
zca z sorard :
"Baba neden sen hep mezarlara oturmu meleklerin ark söylüyorsun?"
öyle yan tlard Ahmès:
"Gözbebeklerimin minik , o meleklerin ark lar neden mi söylüyorum? Efendimiz sa gökyüzüne
kt da ondan."
ristiyand Ahmès. Kutsanm . H ristiyan toplant lar ndaki ad Thèodore'du. Ancak geceleri, uyku
saatlerinde gizlice gidebiliyordu bu toplant lara.
O zamanlar, gelmedik kalm yordu H ristiyanlar n ba na. mparatorun buyru uyla, kiliseler y yor, kutsal
kitaplar yak yor, kutsal taslar k yor, mumlar parçalan p at yordu. H ristiyanlar, var yo u ellerinden
al nm , her an ölümü bekliyorlard . skenderiye'deki H ristiyan toplulu u üstünde deh et saltanat
sürüyordu; din tutuklular kurban olarak bo azlan yor, Suriye'de, Arabistan'da, Mezopotamya'da,
Kapadokya'da, imparatorlu un tüm ülkelerinde k rbaçlan p dövülüyor, i kence sehpalar na yat yor,
demir t rm klarla delik de ik ediliyor, çarm ha geriliyor, y rt hayvanlara yem yap yordu. Rahiplerin,
bakire rahibelerin nas l parçaland anlatan öyküler dilden dile deh etle dolan rd . Ermi li i ve çileke
ya am yla ad o zamanlar yeni yeni duyulan M r H ristiyanlar n peygamberi ve önderi Antoine' n,
skenderiye'nin sarp kayalar üzerinde, kiliseden kiliseye uçarak müritlerinin inanç ate ini nas l
tutu turdu u H ristiyanlar aras nda anlat r dururdu. Z nd klar n gözüne görünmeden, her yerde,
ristiyanlar n içine girip, ruhlar na güç, sab r ve canl k üflüyordu. Zulüm, hele kölelere, tam bir kesinlikle
uygulan yordu. Bazen korkuya kap p da inançlar ndan dönenler bile oluyordu. Ço u da çöle kaç yor, kimi
sa'ya taparak, kimi haydutluk yaparak ya am sürdürmeye çal yordu.
Ahmès gizli gizli toplant lara kat yor, din tutuklular m ziyaret ediyor, kurbanlar kefenleyip gömüyor,
inançla ve k vançla sa'n n yolunu izliyordu. Onun bu çabas gören büyük Antoine bile, çöle dönmeden
önce bu kara köleyi kucaklam , ona huzur öpücükleri sunmu tu.
Thais yedi ya na girdi inde Ahmès, ona Tanr 'dan söz etmeye ba lad . Ulu Tanr , bir M r firavunu gibi,
gökyüzünde, hareminde, çad rlarda ve bahçelerindeki a açlar alt nda ya yordu. O eskilerin en eskisi,
dünyan n en ya yd . Bütün yüre iyle sevdi i, güzellikte melekleri, bakire k zlar gölgede b rakan bir tek
lu vard : Hz. sa. Ve ulu Tanr bir gün Hz. isa'ya:
'Saray , haremimi, hurma a açlar , çe melerimi terk et, insanlar n esenli i için yeryüzüne in. Orada
çocuk olacak, yoksullar aras nda yoksul ya ayacaks n. Hüzün günlük ekme in, a n olacak ve öyle
layacak, öyle gözya dökeceksin ki, döktü ün bu gözya lar nda yorgun köleler y kan p ar nacak. Haydi
yolun aç k olsun o lum!' dedi.
Babas n buyru u üstüne yeryüzüne inen Hazreti sa, Juda Bethlèem adl bir yere ayak bast . Ve mersin
dallar yla ye eren çay rlarda gezdi. Yol arkada lar na,'Ne mutlu açlara, çünkü onlar babam n sofras na
oturtaca m! Ne mutlu susam lara, ulu, nurlu çe melerden su içecekler! Ne mutlu a layanlara, çünkü
onlar n gözya lar Suriye prensinin örtülerinden daha ince tüllerle silece im,' diyordu.
Bunun içindir ki yoksullar onu seviyor, ona inan yorlard . Ama zenginler, yoksullar kendilerinden üstün
tuttu u için ho lanm yorlard ondan. O zamanlar yeryüzünde Kleopatra ve Sezar saltanat sürüyordu.
sa'dan tiksiniyorlard . Yarg çlar na ve din adamlar na sa'n n öldürülmesini buyurdular. M r kraliçesinin
buyru unu yerine getirmek için Suriye prensleri yüksek bir da n üstüne bir çarm h dikip sa'y öldürdüler.
Kad nlar bedenini y kay p, kefenleyip gömdüler ve sonra Hazreti sa, mezar n kapa kald p
gökyüzüne, babas Ulu Tanr 'n n kat na ç kt . Ve i te o günden beri onun için ölen herkes gökyüzüne
yükselir. Ulu Tanr kollar aç p,'O lumu sevip ard ndan geldiniz, ho geldiniz. Y kan n, ar n, sonra
soframa oturup kar nlar doyurun,' der.
sa için ölenler gökyüzünde tatl ezgilerle y kanacak, bütün yemek boyunca M r çengilerinin oyunlar
seyredecekler ve hiç bitmeyen öyküler dinleyecekler. Ulu Tanr , onlar gözlerinin ndan da ho tutacak,
çünkü onlar sa'n n konuklar r. Sonra da Tanr 'n n kervansaraylar ndan gelen hal lar ve bahçelerindeki
narlar bölü ecekler.
Ahmès'in s k s k söyledi i bu ve benzer sözler nedeniyle sonunda Thais de gerçe i tan . Kendinden
geçiyor,"Efendimizin bahçesindeki narlardan ben de yemek isterdim," diyordu.
öyle yan tl yordu Ahmès: "Gökyüzünün yemi lerini ancak sa ad na kutsananlar yiyebilir."
Bunun üzerine Thais de kutsanmak istemi ti.
Küçü ün sa'ya a gören köle, onu bu konuda daha iyi e itmeyi kararla rd . Ve çocu a kendi
ym gibi ba land .
Anas n babas n durmadan horlad k zca n, baba oca nda üstünde yatacak bir dö i bile yoktu.
Ah n bir kö esinde hayvanlar aras nda yat yordu. Ahmès her gece gizlice ah ra gelip Thais'i bulurdu.
Thais'in üstüne uzand has ra usulca yana r, topuklar n üstüne oturup kara bir an t gibi dimdik
dururdu. Kara teni alt ndaki bedeni, yüzü, yo un karanl klar içinde yitip gitmi gibiydi. Yaln zca, iri ak
gözleri ld yor ve gözlerinden, kap çatlaklar ndan s zan tanyeri gibi solgun bir k süzülüyordu.
Hafif, ahenkli ve ak amlar sokaklarda duyulan hüzünlü ezgiler gibi alçak bir sesle konu uyordu. Bazen bir
in solu u, bir öküzün sevimli bö ürtüsü, karanl k ruhlar korosundan ç kan sesler gibi, kölenin ncil'den
dizeler okuyan sesine e lik ederdi. Sözleri, çabayla, ükranla ve umutla kucakla an karanl n içinde bir
rmak gibi usul usul akard ve H ristiyanl n bu yeni konu u Thais, tekdüze ezgilerin be inde, karanl k
gecenin kutsal gizemlerinde, ah n kiri leri aral ndan göz k rpan bir y ld n bak lar alt nda sessiz ve
gülümseyen bir yüzle m l m l uyurdu.,
ristiyanlar n paskalya törenlerini k vançla kutlad ça lara kadar, dine alma i i bütün bir y l sürerdi. Bir
gün, görkemli bir gecede Thais, ah rdaki kö esinde m l m l uyurken, birden kendini kölenin kollar nda
buldu. Ahmès'in gözlerinde, o zamana kadar rastlamad bir k vard . Giyinmi ti, ama üstünde o y rt k
rt k hizmetçi giysileri de il, uzun, beyaz bir pelerin vard . Thais'i bu pelerinin alt na gizleyip alçak bir
sesle:
"Gel ruhum! Gel benim göz bebe im! Gel benim küçük yüre im! Gel de kutsaman n afak rengine bürün!"
dedi. Ve çocu u gö süne s ms bast p götürdü. Thais, ürkek, n, ba pelerinin aras ndan
karm , kollar , gecenin karanl nda ko an dostunun boynuna dolam . Karanl k ve dar sokaklardan
geçtiler; boydan boya Yahudi mahallesini a lar; tav anlar n u ursuz sesler ç kararak ba bir
mezarl a vard lar. Kollar kargalar n gagalad , çarm ha gerilmi cesetlerin alt ndan geçip bir kav a
geldiler. Thais korkudan ba pelerinin alt na gömmü , hiçbir eye bakmaya cesaret edemiyordu. Yerin
alt na do ru indiler. Gözlerini açt zaman kendini, ç ralarla ayd nlanm bir ma arada buldu. Duvarlarda,
ra dumanlar alt nda insana canlan yormu gibi gelen dik ve büyük resimler görülüyordu. Bu resimlerde,
kuzular, güvercinler ve asma dallar n ortas nda durmu , s rt nda uzun giysiler, ellerinde hurma dallar
ta yan insanlar vard . Thais bir bak ta, ayaklar nda hurma dallar ye eren Nas ral sa'y tan . Salonun
ortas nda, a na kadar su dolu ta bir teknenin yan nda, ba na bas k bir ba k, üstüne alt n i lemeli
erguvan bir tören gömle i giyinmi ya bir adam duruyordu. Adam n zay f ve kuru yüzünden uzun bir
sakal sark yordu. Süslü giysilerine ra men alçakgönüllü ve tatl bir hali vard . Piskopos Vivantius'tu bu
adam. Cyrène kilisesinin sürgün piskoposu, imdi dokumac kla geçiniyor, keçi k ndan kaba bezler
dokuyordu. Yan nda iki yoksul çocuk ayakta duruyordu. Hemen yak ndaki ya bir zenci kad n, küçük,
ak bir giysiyi açm , bekliyordu. Ahmès, çocu u yere b rak p piskoposun önünde diz çöktü ve: " te baba,
küçük ruh, ruhumun k , bu k z. Kutsaman için getirdim onu sana," dedi.
Piskopos kollar açt . Adam n ellerini görünce ürktü Thais. O y m günlerinde,"H ristiyan m," dedi i için
rnaklar sökülmü , parmaklar parçalanm . Thais korkuyla Ahmès'in kollar na at ld . Ama, papaz
ok ay sözlerle korkusunu da tt çocu un:
"Korkma küçük sevgili. Burada, bizim kendisine Thèodore dedi imiz Ahmès Baba'n n, sana kendi elleriyle
minik, beyaz bir giysi diken tatl bir anan n yan ndas n," dedi.
Sonra zenci kad gösterip ekledi: "Ad Nitida'd r onun, bu dünyada köle, ama öteki dünyada sa onu
gökyüzündeki kendi haremine alacak."
Çocu a sordu: "Tanr 'ya, güçlü babam za, bizim esenli imiz için ölen Tanr n tek o luna ve onun
havarilerinin söyledi i tüm sözlere inan yor musun Thais?"
"Evet," dediler, Thais, Ahmès ve zenci kad n bir a zdan.
Diz çökmü olan Nitida, piskoposun buyru u üzerine do rulup çocu u soydu. imdi ç lç plakt çocuk,
boynuna ast t ls kalm yaln zca. Üç kez sokup ç kard lar kutsama teknesine Thais'i. Vivantius
bedenini ya la ovdu, a na bir tuz tanesi koydu. Art k ölümsüz ya ant ya adanan bedenini kurulad lar,
Nitida, kendi elleriyle dokudu u beyaz gömle i çocu un s rt na geçirdi. Herkesle tek tek kucakla p
ruhlar na huzur sundu piskopos. Sonra üstündeki erguvan giysiyi ç kard , tören bitmi ti.
Yeralt ndan topluca ç kt lar. Ahmès: "Tanr 'ya yeni bir ruh daha sunduk, gecenin kalan bölümünü bu
mutlulu u birlikte bölü erek geçirelim rahip Vivantius," dedi.
"Çok do ru söylüyorsun Thèodore," diye yan tlad Vivantius.
Rahip, toplulu u hemen yak nda bulunan kendi evine götürdü. Tek odal bir yerde oturuyordu. ki dokuma
tezgâh , büyük bir masa ve y pranm eski bir hal vard içerde.
Nübyal girer girmez:
"Nitida, u tavay ve zeytinya getir de öyle güzel bir yemek yapal m," dedi.
Sonra pelerininin alt ndan küçük bal klar ç kar p büyükçe bir ate yakt ve bal klar k zartt . Piskopos,
Thais, iki erkek çocuk ve iki köle, hepsi birden hal n üstünde halka olup Efendilerine ükrederek
yemeklerini yediler. Vivantius din kurbanlar ndan söz etti, H ristiyanl n co ku gününün yakla
söyledi. Sert bir dille konu uyordu, ama söz oyunlar , benzetmeler yaparak anlat sadele tiriyor,
güzelle tiriyordu. Do ru yolu seçenlerin ya am erguvan bir kuma a benzetiyor, kutsaman n anlam
öyle aç kl yordu:
"H ristiyanlar suyla kutsan yorlar, çünkü kutsal ruh sular üstünde dalga dalga yans . Ama öte yandan,
iblisler de sularda, küçük rmaklarda oturur. Cinlerin bulundu u çe melerden sak nmak gerekir, insan
ruhuna ve bedenine baz hastal klar i te bu sulardan geçer."
Duygu ve dü üncelerini, bazen, bilmeceler katarak anlat yor, Thais, bilmeceleri dinlerken tatl tatil
piskoposun a na bak yordu. Yeme in sonunda Vivantius, biraz da arap sundu konuklar na. Üzümün
verdi i hafif sarho luktan dilleri aç ld , ilahiler okumaya ba lad lar. Ahmès ve Nitida do rulup, çocuklar n
da kolayca ö renebildikleri, üphesiz dünyan n ilk ça lar ndan beri ilkel boylarda süregelen bir oyunu
oynamaya ba lad lar. Bir a k oyunuydu bu; eller, kollar sallan yor, beden yava yava sal yordu.
Oyuncular birbirlerinden kaç yor, birbirlerini ar yorlard . Köleler, iri gözlerinin aklar sa a sola yuvarl yor,
gülümseyip parlak di lerini gösteriyorlard .
te böyle kutsand Thais.
lenceyi seviyordu, büyüdükçe yüre inde garip arzular filizlenmeye ba lad . Bütün gün, sokaklarda
ba bo , çocuklarla dans ediyor, ark lar söylüyordu. Eve geceleri hâlâ duda nda ark larla dönüyordu:
Çarp k Torti, neden her gün evdesin?
Yün e iriyorum, ip e iriyorum.
Çarp k Torti, o lun nas l öldü, söyle,
Ak atlar n üstünden denize dü üp öldü.
imdi can Ahmès'in dostlu undan çok, erkek ve k z arkada lar arar olmu tu. Dostunun art k yan na
eskisi kadar s k gelmedi inin fark nda bile de ildi.
Zulüm azalm , H ristiyanlar daha düzenli toplan r olmu lard . Nübyal toplant lara daha s k s k gidiyordu.
Daha da artm çabas . Bazen a ndan ta n sözler ç kt da oluyordu. Zenginlerin, bir gün
mallar ndan mülklerinden olaca söylüyordu. H ristiyanlar n bulu tuklar yerlere gidiyor, y k duvarlar n
gölgesine uzanm yoksullar toplay p kölelerin özgür olacaklar kurtulu gününün yakla ndan söz
ediyordu.
"Tanr 'n n krall nda, köleler ho araplar içecek, tatl yemi ler yiyecek, zenginlerse köpek gibi ayaklar n
dibinde k vr p masadan arta kalan k nt lar yalayacaklar," diyordu.
Böyle korkusuzca konu uyordu, ama yerin de kula vard , mahallede dilden dile dolan yordu bu sözler.
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais
Tais

More Related Content

Similar to Tais

Dadai̇zm
Dadai̇zmDadai̇zm
Dadai̇zmsmyye
 
Edebiyatta türler
Edebiyatta türlerEdebiyatta türler
Edebiyatta türlerslayturk
 
Milli edebiyat-donemi
Milli edebiyat-donemiMilli edebiyat-donemi
Milli edebiyat-donemiEmrah Doğan
 
10033336 turkedebiyat
10033336 turkedebiyat10033336 turkedebiyat
10033336 turkedebiyatEmrah Doğan
 
Saf şi̇i̇r anlayişi
Saf şi̇i̇r anlayişi Saf şi̇i̇r anlayişi
Saf şi̇i̇r anlayişi seymaserbetci
 
Roman POwerpoint sunusu
Roman POwerpoint sunusuRoman POwerpoint sunusu
Roman POwerpoint sunusuesmacnn
 
10033336 turkedebiyat
10033336 turkedebiyat10033336 turkedebiyat
10033336 turkedebiyatEmrah Doğan
 
Necip fazıl kısakürek
Necip fazıl kısakürekNecip fazıl kısakürek
Necip fazıl kısakürekgesfrfgrf54
 
Garip şiiri
Garip şiiriGarip şiiri
Garip şiirieda14
 
Yaşadığım Gibi
Yaşadığım GibiYaşadığım Gibi
Yaşadığım Gibikaosakatki
 
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134Fdgalgjadg Fhaldfad
 
Nazim şEkilleri Ve Bati Edb.
Nazim şEkilleri Ve Bati Edb.Nazim şEkilleri Ve Bati Edb.
Nazim şEkilleri Ve Bati Edb.derslopedi
 
Yazarlarimiz Ve Eserleri
Yazarlarimiz Ve EserleriYazarlarimiz Ve Eserleri
Yazarlarimiz Ve Eserlerisharekolik .
 
Tanzimat Edebiyati
Tanzimat EdebiyatiTanzimat Edebiyati
Tanzimat Edebiyatiderslopedi
 
AR STOPHANES N ESERLER NDE S YASAL RON VE BARI.pdf
AR STOPHANES  N ESERLER NDE S YASAL  RON  VE BARI.pdfAR STOPHANES  N ESERLER NDE S YASAL  RON  VE BARI.pdf
AR STOPHANES N ESERLER NDE S YASAL RON VE BARI.pdfSara Parker
 
Jean Paul Sartre kimdir?
Jean Paul Sartre kimdir?Jean Paul Sartre kimdir?
Jean Paul Sartre kimdir?Konu Anlatımı
 

Similar to Tais (20)

Akimlar
AkimlarAkimlar
Akimlar
 
Dadai̇zm
Dadai̇zmDadai̇zm
Dadai̇zm
 
Edebiyatta türler
Edebiyatta türlerEdebiyatta türler
Edebiyatta türler
 
Milli edebiyat-donemi
Milli edebiyat-donemiMilli edebiyat-donemi
Milli edebiyat-donemi
 
10033336 turkedebiyat
10033336 turkedebiyat10033336 turkedebiyat
10033336 turkedebiyat
 
Nazım+hik..
Nazım+hik..Nazım+hik..
Nazım+hik..
 
Saf şi̇i̇r anlayişi
Saf şi̇i̇r anlayişi Saf şi̇i̇r anlayişi
Saf şi̇i̇r anlayişi
 
Roman POwerpoint sunusu
Roman POwerpoint sunusuRoman POwerpoint sunusu
Roman POwerpoint sunusu
 
10033336 turkedebiyat
10033336 turkedebiyat10033336 turkedebiyat
10033336 turkedebiyat
 
Necip fazıl kısakürek
Necip fazıl kısakürekNecip fazıl kısakürek
Necip fazıl kısakürek
 
Garip şiiri
Garip şiiriGarip şiiri
Garip şiiri
 
Yaşadığım Gibi
Yaşadığım GibiYaşadığım Gibi
Yaşadığım Gibi
 
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
Türkçülüğe karşı haçlı seferleri 134
 
Nazim şEkilleri Ve Bati Edb.
Nazim şEkilleri Ve Bati Edb.Nazim şEkilleri Ve Bati Edb.
Nazim şEkilleri Ve Bati Edb.
 
Yazarlarimiz Ve Eserleri
Yazarlarimiz Ve EserleriYazarlarimiz Ve Eserleri
Yazarlarimiz Ve Eserleri
 
Tanzimat Edebiyati
Tanzimat EdebiyatiTanzimat Edebiyati
Tanzimat Edebiyati
 
AR STOPHANES N ESERLER NDE S YASAL RON VE BARI.pdf
AR STOPHANES  N ESERLER NDE S YASAL  RON  VE BARI.pdfAR STOPHANES  N ESERLER NDE S YASAL  RON  VE BARI.pdf
AR STOPHANES N ESERLER NDE S YASAL RON VE BARI.pdf
 
SANATSAL METİNLER
SANATSAL METİNLERSANATSAL METİNLER
SANATSAL METİNLER
 
Jean Paul Sartre kimdir?
Jean Paul Sartre kimdir?Jean Paul Sartre kimdir?
Jean Paul Sartre kimdir?
 
Tanzimat edebiyatı
Tanzimat edebiyatıTanzimat edebiyatı
Tanzimat edebiyatı
 

More from kaosakatki

Aristoteles zaman kavrami
Aristoteles   zaman kavramiAristoteles   zaman kavrami
Aristoteles zaman kavramikaosakatki
 
Monte Kristo 1. Cilt
Monte Kristo 1. CiltMonte Kristo 1. Cilt
Monte Kristo 1. Ciltkaosakatki
 
Yüz Okuma Sanatı
Yüz Okuma SanatıYüz Okuma Sanatı
Yüz Okuma Sanatıkaosakatki
 
Bir Devletin Yeniden Doğuşu
Bir Devletin Yeniden DoğuşuBir Devletin Yeniden Doğuşu
Bir Devletin Yeniden Doğuşukaosakatki
 
İnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkıİnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkıkaosakatki
 
Yüzük Kardeşliği
Yüzük KardeşliğiYüzük Kardeşliği
Yüzük Kardeşliğikaosakatki
 
Bir Kaçırılma Öyküsü
Bir Kaçırılma ÖyküsüBir Kaçırılma Öyküsü
Bir Kaçırılma Öyküsükaosakatki
 
Sonsuzluğun Sonu
Sonsuzluğun SonuSonsuzluğun Sonu
Sonsuzluğun Sonukaosakatki
 
Bıçağın Ucu
Bıçağın UcuBıçağın Ucu
Bıçağın Ucukaosakatki
 
Ölümsüzlük İçin Düello
Ölümsüzlük İçin DüelloÖlümsüzlük İçin Düello
Ölümsüzlük İçin Düellokaosakatki
 
Felsefe Notlar
Felsefe NotlarFelsefe Notlar
Felsefe Notlarkaosakatki
 
Kırık Hayatlar
Kırık HayatlarKırık Hayatlar
Kırık Hayatlarkaosakatki
 

More from kaosakatki (20)

Aristoteles zaman kavrami
Aristoteles   zaman kavramiAristoteles   zaman kavrami
Aristoteles zaman kavrami
 
Zaman Kavrami
Zaman KavramiZaman Kavrami
Zaman Kavrami
 
Anarşist
AnarşistAnarşist
Anarşist
 
Monte Kristo 1. Cilt
Monte Kristo 1. CiltMonte Kristo 1. Cilt
Monte Kristo 1. Cilt
 
Siyah Lale
Siyah LaleSiyah Lale
Siyah Lale
 
Yüz Okuma Sanatı
Yüz Okuma SanatıYüz Okuma Sanatı
Yüz Okuma Sanatı
 
Kukla
KuklaKukla
Kukla
 
Kavim
KavimKavim
Kavim
 
Empati
EmpatiEmpati
Empati
 
Bir Devletin Yeniden Doğuşu
Bir Devletin Yeniden DoğuşuBir Devletin Yeniden Doğuşu
Bir Devletin Yeniden Doğuşu
 
Kavim
KavimKavim
Kavim
 
İnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkıİnanna'nın Aşkı
İnanna'nın Aşkı
 
Yüzük Kardeşliği
Yüzük KardeşliğiYüzük Kardeşliği
Yüzük Kardeşliği
 
Bir Kaçırılma Öyküsü
Bir Kaçırılma ÖyküsüBir Kaçırılma Öyküsü
Bir Kaçırılma Öyküsü
 
Sonsuzluğun Sonu
Sonsuzluğun SonuSonsuzluğun Sonu
Sonsuzluğun Sonu
 
Bıçağın Ucu
Bıçağın UcuBıçağın Ucu
Bıçağın Ucu
 
İhanet
İhanetİhanet
İhanet
 
Ölümsüzlük İçin Düello
Ölümsüzlük İçin DüelloÖlümsüzlük İçin Düello
Ölümsüzlük İçin Düello
 
Felsefe Notlar
Felsefe NotlarFelsefe Notlar
Felsefe Notlar
 
Kırık Hayatlar
Kırık HayatlarKırık Hayatlar
Kırık Hayatlar
 

Tais

  • 1. Thais Anatole France (D. 16 Nisan 1844, Paris - Ö. 12 Ekim 1924, Saint-Cry-sur-Loire, Fransa) Frans z yazar. Bir kitapç n o lu olan France, hayat n büyük bir bölümünü kitaplar aras nda geçirdi ve kendini edebiyata adad . lk iirlerinde klasik gelene i temsil eden Parnassec n izleri görülür ve toplumsal kurumlara kar alayc bir tav r sergiler. France' n üphecili i ilk öykülerinde de görülebilir: Sylvestre Bonnard' n Cürmü; 1881 kitaplar na â k olan ve günlük ya am kar nda nl a dü en bir filologu anlat r; La Reine Pèdauque Kebapç ; 1893 gizli güçlere olan inançlarla inceden inceye alay eder. Jerôme Coignard' n Dü ünceleri; 1893 ise alayc , keskin zekâl bir ele tirmenin gözünden büyük devlet kurumlar n incelenmesini ele al r. Çalkant özel ya am iki roman na esin kayna oldu: Eski r'da geçen ve azizelik mertebesine yükselen kibar bir fahi eyi anlatan Thais 1890 ile o dönemin Floransa's nda geçen K rm Zambak; 1894 adl a k öyküsü. 1897-1901 aras nda yay mlanan ve Ça da Tarih ba ta yan 4 ciltlik eseriyle, yazar n çizgisinde önemli bir de im kendini hissettirir. lk üç cildi olu turan Gezinti Yolu; 1897, Saz Sepet; 1897 ve Ametist Yüzük; 1899 bir ta ra kasabas ndaki entrikalar anlat r. Bay Bergeret Paris'te; 1901 ad ta yan son ciltte ise kendini siyasal mücadelelerden hep uzak tutan roman kahraman n Dreyfus Olay 'na kat lmas ele al r. Eser, bir salon dü ünürü ve hayattan kopuk bir gözlemci olmaktan vazgeçerek Dreyfus'u tam anlam yla desteklemeye karar veren Anatole France' n kendi öyküsüdür. 1900'den sonra France, toplumsal konulardaki görü lerini birçok eserinde ifade eder. lk k sa öykülerinden biri olan ve kendisinin tiyatroya uyarlad Crainquebille (1903) adl üç perdelik komedide küçük bir esnaf n yapt haks zl klar ele al r. Anatole France, hayat n son dönemlerinde sosyalizme yak nl k duymaya ba lad . Bununla birlikte Tanr lar Susam lard ; 1912 ve Penguenler Adas ; 1908 adl eserlerinde insanlar n karde çe ya ayaca bir toplumun gerçekle ece ine olan inanc n zay flad görülür. Özellikle I. Dünya Sava 'n n ba lamas yla giderek karamsarla an yazar, çocukluk an lar nda avuntu aram r: Küçük Pierre; 1918, Çiçeklenen Ya am; 1922. 1921'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan France 1924'te öldü. Anatole France' n Türkçe'de yay mlanan öteki eserleri unlard r: Beyaz Ta Üzerinde (1936), Mavi Sakal n Yedi Kar ; 1938, Komik Hikâye (1939), Epikür'ün Bahçesi; 1947, Edebiyat Hayat . Seçmeler, 4 cilt; 1956), Dilsiz Kad nla Evlenenin Güldürüsü; 1964 ve htilâlin Çocuklar 'd r (1975). As l ad Jacques-Anatolia Thibault olan Anatole France 1844'te Paris'te do du. Babas kitapç yd . Bu nedenle, kitaplar aras nda büyüdü, küçük ya ta onlar tan . Sosyal bilimlere dayal iyi bir ö renimden sonra, senato kütüphanesinde memur oldu. Sanat ya am na iirle ba layan ve Parnasse Okulu'nun* etkisinde dizeler yazan Anatole France daha sonra ele tiriye yöneldi. Gerçek yolunu ise 1881'de yay mlad Le Crime de Sylvestre Bonnard roman yla buldu. Anatole France' n romanlar genellikle yergi, insan sevgisi ve ku kucu (sceptique) felsefe gibi üç ö enin birle mesinden olu ur. Thais roman nda ise bu üç ö eye bir dördüncüsü, psikanaliz** eklenir. Roman bask alt na al nm cinsel arzular n ve rüyan n incelemesini yapar ve yorumunu sunar. A. France, Thais'i yay mlad nda, kendi otuz üç, Freud*** k rk be ya ndayd ve Avusturyal psikanalist Rüyalar n Yorumu adl ünlü yap henüz sunmam . Freud ara rmalar bölüm bölüm yay ml yor ve France da bunlar okuyor muydu? * Parnasse Okulu: Leconte de Lisle'in önderli inde bir araya gelmi 19. yüzy l Frans z airler grubu. Romantiklerin duygusal diline tepki olarak ölçülü ve nesnel bir anlat ma önem vermeleriyle tan rlar. ** Psikanaliz: Ruh çözümleme olarak da bilinen; zihinsel bozukluklar , bilinçd zihin süreçlerini inceleme ve çözümleme yoluyla iyile tirmeyi amaçlayan tedavi yöntemi. *** Sigmund Freud (1856-1939): Geli tirdi i kuramlar, tedavi yöntemleri ve insan ruhunun karanl kta kalm yanlar anlamaya yönelik ara rmalar yla psikolojide yeni bir alan açm olan, psikanalizin kurucusu Avusturyal nörolog. Ya da romanc z, Freud'un da bir y l yan nda çal , isteriyi,* ipnotizmay ,** bellek kay plar inceleyen Paris'teki ünlü ruhbilimci Jean Martin Charcout'un çal malar izliyor muydu? Yoksa Shakespeare ve Dostoyevski gibi o da bilinçalt n baz gerçeklerini salt dehas yla m kavram ? Gerçek olan u ki Thais, as l psikanaliz aç ndan ele al nmas gereken önemli bir yap tt r. Freud dü üncesine göre, cinsel arzular bast p, bilinçalt na at labilir ama asla sürekli orada tutulamaz. Rüyalarla, gündüz görülen hayallerle bilinçalt ndan bilinçüstüne ç karlar. Cinsel arzular n sürekli bask alt nda tutulmas , ruh hastas , nevrozlu bir insan yarat r. Thais roman n kahraman , soylu bir aileden gelen Romal Paphnuce, ilk gençlik y llar
  • 2. ruhsal karma alar içinde geçirir. Karanl k ve yaban l bir yarad vard r. Yirmi ya nda, felsefe ö renimini yaparken evreni vah i bir at n gözüyle gördü ünü, arkada Nicias' n konu malar ndan ö reniriz. Ne paraya ba r ne de mutlu bir ya ama. Bu ruhsal ortamda Rahip Macrin'i tan r, yüre indeki bo lu u Tanr 'n n, tanr sal dü üncenin doldurabilece ini san r. Çileke bir ke olur, insanlardan, toplumdan kaç p çölün ss zl na, yaln zl a s r. Freud, bir kez tad lan bir arzuyu terk etmekten daha zor hiçbir ey yoktur der. Paphnuce de on y l çölde çile çekerken, ilk gençlik y llar nda tatt cinsel arzulardan ar nd san r. Bast lm haz sonunda patlak verir. Çileke ke , on be ya nda iken yatmak istedi i, ancak çok lgan oldu u, görülmekten korktu u, üstünde yeteri kadar para bulunmad için e inden geri döndü ü, tiyatro oyuncusu, kibar fahi e Thais'i görür dü lerinde sürekli. * steri: Sinir krizleri, ç rp nma nöbetleri, kas lmalar halinde kendini gösteren ve bilinçd tasar m ve duygularla ilgili hiçbir nörolojik sistemle tirmeye el vermeyen nevrotik bir tür bozukluk. ** pnotizma: Hipnoz (telkinde yarat lan ve ba ka etkileri alg laman n azalmas yla belirginle en yapay durum) hali yaratmaya yarayan tekniklerin tümü. Bu dü ü, Thais'i hayâs z ya amdan kurtar p dine döndürmesi için Tanr 'n n esinledi ini san r. Çöller a p skenderiye'ye gelir. Kad , erdemsiz ya amdan kopar p çilehaneye kapatmay ba ar r. Ama sonunda, yapt i in Tanr buyru u de il eytan n buyru u sonucu (bilinçalt özlemlerin, bast lm cinsel arzular n patlak vermesi sonucu) oldu unu anlar... Ku kuculuk (sceptisisme) felsefesi, Anatole France' n di er romanlar nda oldu u gibi Thais'te de önemli bir yer tutar. Ku kuculuk felsefesi öyle özetlenebilir: Nesnelerin salt gerçe ini, özünü bilemeyiz. Çünkü onlar üstüne yarg lar z duyumlarla edindi imiz izlenimlere dayan r. Duyular z ise bizi yan lt r: "Memphis piramitleri tanyeri a ard nda pembe kozalaklar gibi görünürler, oysa güne batt zaman, tutu an gökyüzü üstünde kara üçgenlere benzerler." Yazar, yap nda ku kuculuk felsefesini filozof Timodcles'in a ndan sergiler: "Nesnelere nicelik kazand ran, yeme e tat veren tuz gibi, insanlar n kendi dü ünceleridir","Ayn nesnelerin ayr görünü leri vard r", "Anlayaca n, ben de ku kuculardan m, dostum." Anatole France, ku kuculuk yoluyla okuru gerçe i, salt gerçe i aramaya yöneltir. France' n insanseverli i Epikür dü üncesinden kaynaklan r: Uzun olmamas ve erdemin s rlar mamas ko uluyla, dünyada en de erli ey, k vanç ve zevktir. Dünyaya geldi imize göre ya amdan en büyük tad almam z gerekir... Romanda bu dü üncelerini, yazar Nicias'a söyletir. Anatole France' n insanseverli i, yap tlar nda ye yaz lar nda giderek daha derin boyutlar kazanacak ve daha sonra, bireyi en mutlu (k lacak) toplumsal yönetimin sosyalizm oldu unu söyleyecektir. Tarihsel roman türü olarak bilinen Thais'e sembolist* roman türünün bir utkusu gözüyle de bak labilir. iirde Parnasse ç Anatole France' n, birçok Parnassec lar gibi sembolizme uzanmas na mamak gerekir. Zengin dü gücü, sonunda onu dü ü de ara rmaya yöneltti. Yazar n romanlar nda ve Thais'te üstü örtülü bir ac olay ile, yergi ile, ironi** ile kar la z. Ya ama ters dü enleri amans zca yere vurur. Özgürlü ün ve cumhuriyetin savunucusu Anatole France 1921'de kazand Nobel Edebiyat Ödülü ile ününü daha bir sa lamla rd ve dünya edebiyat n ölümsüzleri aras na kat ld . Erdo an Alkan * Sembolist: Simgecilik (sembolizm) olarak da bilinen, öznelik, dü sellik gibi özellikleri olan, aç kl ktan kaç p simgesel anlat m yolunu sezen, görünmez sonsuz gerçe in ancak simgelerle verilebilece ini öne süren yaz n ve sanat ak yla ilgili olan görü . ** roni: Etkiyi art rmak için, bir eyin tersini söyleyerek alay etme. ÖNSÖZ Edebiyat tarihçilerine bak lacak olursa, Anatole France' n, e inden bo and ktan sonra birlikte oldu u Madame Arman de Caillavet ile ili kisi, onun iki roman na esin kayna olmu tur. Bu romanlardan biri Thais'tir (1890). Yazarlar n ya am öyküleriyle öyküleri, romanlar ve kahramanlar aras nda do rudan ya da dolayl ba lar kurman n, edebiyat ele tirmenlerinin ve tarihçilerin ne kadar i ine yarad tart r. Kimi durumlarda bu iki düzlem aras ndaki ba , romanlar n, öykülerin ana fikrini, amac anlamam ve kavramam - kolayla rmaktan da öteye- mümkün k lacak bir destek i levine bürünebilmektedir. Ne var ki i , ya am öyküsünden esere giden bu yolun, öteki deyi le bir yandaki somut, tarihsel karakterdeki deneyimlerin, ya ant lar n, öte yandaki sanat n soyut, zaman üstü yap sal organizasyonu ile kurdu u ili kinin ne türden bir ili ki oldu u, hayat n izdü ümlerinin yaz lanlara nas l, ne yollardan yans , bunlar orada yeniden bulup yorumlaman n, anlamland rman n yolunun, yönteminin ne oldu u sorusuna cevap aramaya gelince, kendimizi sanat-estetik teorilerinin içinde bulabiliriz. Genç Werther'in
  • 3. genç Goethe* oldu unu, Hüküm öyküsündeki ki inin bizzat Kafka** oldu unu söy lemek, anlamay , kavramay ne anlamda kolayla rmakta ya da tersine yoku a sürmektedir? * Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832): Alman air, oyun yazar , romanc . Evrensel boyutlara ula ünüyle dünya edebiyat n en büyük yazarlar ndan biridir. ** Franz Kafka (1883-1924): Çek as ll Avusturyal öykü ve roman yazar . Yap tlar nda ça z insan n korkular , yaln zl , kendi kendine yabanc la mas ve çevresiyle ileti imsizli ini dile getirmi tir. Kald ki, sanatsal ya da "estetik" düzlem, onu kullanan n kaç p s nd bir tür fildi i kuledir de. Ya da belki cehennem... Ama gene de, bir s nma m nt kas olarak da anla lm r estetik ço u kez. Sanatç n, yazar n hayat n gerçeklerinin bas nc ndan can ancak kurtar p üzerine ç kt bir ada... Bazen bu ada iyice ss z olabilir; sadece yazar n adas r bu. Okur orada, kendi can kurtarmak için kendine ayr lm bir yer bulmakta zorlanabilir. Thais, yazar n hayat prati i içinde yer alm , belirleyici bir olaydan esinlenmi bile olsa, bizi bir kaç esteti inin de ilse de, ayd nlanmac bilgi birikiminin engin sular na, hatta girdaplar na sürüklüyor. Çocukken fahi eli e sürüklenmi dünyalar güzeli Thais ile gençli inde ili ki kurmu olan Paphnuce, ke li e soyundu u dönemde bile genç kad n etkisinden kurtulamamakta, rüyalar n kap kad na bir türlü kapayamamaktad r. Ke sonunda çareyi, Thais'i de dünyevi hayat n d na "ta makta" bulacakt r. Frans z ayd nlanmac lar Diderot'nun,* Voltaire'in** ö retici, ayd nlat gelene ini sürdürdü ü kabul edilen Anatole France, okuru, insanl n kültür tarihi kadar eski bir felsefe tart mas n içine çekerken, bu tart may döneminin psikanaliz birikimlerinin verileriyle destekleyerek ça da la yor: nsan mutlu olmak için dünyevi hazlardan, tensel zevklerden vazgeçip cinsel iste inin, dürtülerinin sürükleyicili inden kurtulmal , ar nm ruhunun pe inden gitmelidir, cümleleriyle program k saca tarif edebilece imiz bu tart ma, antik ça dan ba layarak dü ünce tarihi boyunca, felsefenin "etik" m nt kas n ana sorunsal olu turmu tur. * Denis Diderot (1713-1784): Frans z edebiyatç ve filozof. Ayd nlanman n temel yap tlar ndan biri olan Encyclopèdie'nin yay mc yapm r. ** Voltaire (1694-1778): Ayd nlanma ça n öncülerinden büyük Frans z yazar. Zorbal k ve yobazl kla mücadele etmi tir. Mutlulu un anahtar arayan bu soruya verilen cevaba göre, etik u-bu adlarla kutuplara ayr lm r. Ancak Uzakdo u'nun felsefi dinlerinden, antik Yunan' n Platon* diyaloglar na ve tek Tanr dinlere geçen ve insan n ikili varl olu turdu u dü ünülen bu beden ile ruh, bu dünya için ya ama ile öte dünya için ya ama aras ndaki gerilim, ortaça manast rlar ndan ayd nlanma Avrupa's na kadar uzanmakla kalmam , psi ik-ruhsal âlemin yerine bilinçd /bilinçalt /bilinçötesini geçiren psikanalizle birlikte,"bilimsel" bir incelemenin de oda na yerle mi tir: Psikanaliz, özellikle cinsel dürtünün (hazz n) öyle iradi bast rmalara, ke çe seçimlere pek de itibar etmedi ini, daha do rusu boyun e medi ini ve e meyece ini, bu yöndeki srar n travmalara, patolojik** olu umlara yol açaca srarla belirtmi tir. Anatole France, psikanalizin bu uyar , bu dünyadan vazgeçme tercihinin ve bu zemindeki gerilimin içine yollarken, bir bak ma bir tür geriye projeksiyon yap yor. Ke in rüyalar nda s k s k bir tehdit gibi ortaya ç kan Thais'i, ke Paphnuce, istedi i kadar dönemin ve H ristiyan mitolojisinin s rlamalar ve tlamalar içinde," eytan n" görünürle mesi olarak yorumlas n ve "bedenini bu görüntüye yenik dü ürmeyece ine, a n ruhsal bir a k oldu una" ili kin kararl dile getirsin, ça da psikanalizin verileriyle donanm bizler, rüyada, o bast lm ve bast lmas imkâns z olan n geri döndü ünü çok iyi biliyoruz. Bugünkü birikimle bakt zda, H ristiyanl n en ilksel durumundaki ke li in yan s ra bir Tanr ad na de il de s rf ruhsal esenlik ad na ya anan ke li in de, ister istemez patojen,*** sa ks z bir varolu haline i aret etmesi gerekti ini dü ünebiliyoruz * Platon: Eflatun olarak da bilinir. ( Ö 428/427- Ö 348/347). Ö retmeni Sokrates ve ö rencisi Aristoteles ile birlikte Bat felsefesinin kurucular ndan eski Yunan filozof. ** Patolojik: Hastal kla ilgili, marazi. *** Patojen: Hastal k yapan, hastal a yol açan. Anatole France, Platon'un ölen tart mas na yollama yapan bir ara bölümde, sorunu sofistlerin,* Platoncular n kamplar na payla rarak felsefe düzlemine ta rken,'Bedensel hazlar m yoksa maddi isteklerden ar nd lm bir ruh mu mutluluk getirir?' biçimindeki eskimeyen soruyu önümüze koyuyor. Veysel Atayman Temmuz 2003, stanbul * Sofist: Eski Yunan'da Ö 5. yüzy n ikinci yar ndan Ö 4. yüzy n ba lar na kadar para kar felsefe reten gezgin felsefeciler. Sofist sözcü ü Yunanca sophos (bilge, zeki, becerikli) sözcü ünden
  • 4. türetilmi tir. Bu terim Atinal devlet adam Solon'un yan s ra Pythagoras, Sokrates ve Platon için de kullan lm r. NC BÖLÜM LOTÜS Ç ÇEKLER Bir zamanlar çöl, çile çeken sofulara mesken olmu tu. Kendi elleriyle kuru dallardan yapt klar kulübeler, bu yaln z çileke lerin, hem tek ba lar na ya amalar na hem de gerekti inde yard mla malar na elverecek biçim ve uzakl kta, Nil Nehri'nin her iki k na serpilmi lerdi. Üstlerinde haç i aretleri bulunan kiliseler uzaktan uza a bu kulübelerin ard nda yükseliyor ve bayram günlerinde ke ler, kutsal görevlerini yerine getirmek, dinsel törenlere kat lmak için oraya gidiyorlard . Irma n hemen k nda her biri darac k bir hücreye kapanan çileke lerin, yaln zl n daha bir tad na varmak için zaman zaman topland klar evler de vard . Ke ler ve çileke sofular oruç tutarak ya arlar, güne batt ktan sonra, yaln zca bir parça ekmek, tuz ve çörtük otu yerlerdi. Baz lar tümden kumlara gömülüp, oyuk ya da mezar biçimindeki bar naklar nda ilkel bir ya am sürdürürlerdi. Hepsi cinsel arzulara kar direnir, at k ndan örme sert abalar giyer, uzun süren uykusuzluklardan sonra plak topra n üstünde uyur, dua eder, ilahiler okur; k saca pi manl n doru unda ya arlard . nsanl n ilk günah dü ünerek bedenlerim yaln zca zevklerden ve hazlardan de il, dünyevi ya am n en kaç lmaz bak m ve tedavilerinden bile yoksun b rak yorlard . "Bedendeki hastal klar ruhumuzu ar yor, insan, bütün yaralar teninde açan bir çiçek gibi kar lamay bilmeli," diyorlard . "Çöl çiçeklerle örtülecek," diyen peygamberlerin sözü, bu çileke sofularla gerçekle iyordu böylece. Bu kutsal Teb kentinin konuklar ndan bir k sm çileler ve dalg nl klar içinde günlerini tüketip dururken, di er bir k sm da, ya palmiye liflerinden ipler örerek ya da hasat zamanlar nda kom u çiftçilerin topraklar nda rgatl k ederek hayatlar kazan yordu. Dinsizler, onlar n, kervanlar soyan göçebe Araplar n ve haydutlar n suç ortaklar oldu undan bo una üpheleniyorlard . Oysa gerçekte bu ke ler, dünya mallar hor görüyorlard ve erdemlerinin güzel kokusu gökyüzüne kadar yükseliyordu. Bazen melekler, ellerinde de nekleriyle, yolculu a ç km delikanl lar görünümünde çileke lere konuk olur, bazen de eytanlar ya bir Habe ya bir hayvan k na bürünüp, suç i letmek, kötü yola sürüklemek için bu yaln z ba na ya ayan ke lerin çevresinde dolan r dururdu. Sabahleyin, ellerinde tespihleriyle çe meye giden ke ler satirlerin,* santorlar n** kumdaki ayak izleriyle kar la rd . Gerek gerçek, gerek ruhsal görünümüyle Teb kenti, günün hemen her saatinde, hele de geceleri, cennet ve cehennemin sava bir sava alan yd . * Satir: Mitolojide insan vücutlu, teke ayakl , küçük boynuzlu olarak gösterilen yar tanr . (Y. N.) ** Santör: Masallarda yar insan, yar at biçiminde anlat lan yarat k. (Y. N.) blis sürülerinin amans zca tedirgin etti i çileke ler, kendilerini Tanr 'n n, meleklerin, tuttuklar oruçlar n, pi manl k perhizlerinin ve çektikleri çilelerin yard yla koruyorlard . Bedensel arzular bazen onlar öylesine h rç nca i neliyordu ki ac yla uluyorlar, y ld zlarla donanm gökyüzünün alt ndaki iniltileri aç rtlanlar n h lt lar na kar yordu. te böyle anlar nda iblisler, çirkin olsalar bile, bazen as l yap lar saklamak için çarp bir güzelli e bürünürlerdi. Hücrelerde, Teb çileke leri, arzunun, dünyevi ya am n haz verici güzelliklerinin tatmad klar görüntülerinden korkuyla kurtarmaya çal rlard kendilerini. Ama sa'n n kutsal eli üzerlerinde oldu u için içlerinden gelen bu arzulara yenilmezler, say z dü ünceler yeniden gerçek niteliklerine bürünüp, tanyeri a ard zaman utanç ve öfkeyle dolu uzakla rlard . Güne in batt saatlerde gözya lar içinde ç lg nca kaçan ve kendisine soruldu unda,"A yorum, inliyorum, çünkü burada oturan H ristiyanlardan biri beni de nekle dövdü, a lay p kovalad ," diyen ke lerle kar la mak hiç de ender rastlanan olaylardan de ildi. Günahkârlar n, dinsizlerin hakk ndan çölün eskileri geliyordu. Bazen korkunç derecede oluyordu bu iyilik. Tanr 'ya kar gelenleri, günah i leyenleri cezaland rmak onlar n elindeydi. Bir kez karar verildi mi, bu
  • 5. günahkârlar art k hiçbir ey kurtaramazd . skenderiye'ye kadar bütün kentlerde çölün eskilerinin de neklerle dövdü ü bu suçlular yutmak için topra n nas l yar ld deh etle anlat rd . Kötü hayat sürdüren insanlardan, özellikle taklitçilerden, soytar lardan, evli rahiplerden ve kibar fahi elerden de çok korkard bu çileke sofular. Bu yaln zlar n erdemi öyle bir erdemdi ki, vah i hayvanlar bile kendi boyunduru u alt na al yordu. Bir çileke in ölüm saati çald zaman bir arslan geliyordu pençeleriyle çukur kazmak için. Tanr 'n n kendini ça rd böylece anlayan kutsal adam, karde leriyle helalle ip öpü üyor ve Tanr 'n n kuca nda sonsuz uykuya dalmak için usulca topra a uzan yordu. Öyle ki, bir yüzy ldan çok ya ayan Antoine, sevgili müritleri Macaire ve Amathas ile Colzin tepesine çekildi i andan beri, bütün Teb'de Antinoè rahibi Paphnuce kadar yaman bir ke e daha rastlanmam . Do rusu, Ephrem ve Sèrapion'un buyru unda da çok say da ke vard , bunlar manast rlar n ruhsal ve bedensel buyruklar yerine getiriyorlard . Ama Paphnuce, o; en korkunç oruçlara bile katlan yor, bazen üç gün boyunca a na lokma koymadan ya ad oluyordu. K llar alabildi ine sert bir aba giyiniyor, aln topra n üstünde saatlerce kalakal yordu. Kulübelerini ke in kulübesine yak n kurmu olan yirmi dört müridi onun bu çetin ya ama biçimini örnek al yorlard . Paphnuce bu müritlerini sa'n n kl yüzünü severcesine seviyor, onlar pi manl a ça ran ütler veriyordu. Ruhsal o ullar aras nda, y llar y haydutluk yapt ktan sonra, kutsal papaz n ö ütleri sonunda manast n kollar na at lan insanlar bile vard . Paphnuce sade ya am yla da örnek oluyordu. Müritleri aras nda dikkati en çok bir Habe kraliçesinin eski a lar ndan olup sonradan din de tiren, Paphnuce ile birlikte durmadan gözya lar döken Flavien çekiyordu. Okuma yazma biliyor, ustaca konu uyordu. Ama Paul -safl yüzünden kendisine Saf ad tak lan bu genç köylü- daha bir ba kayd . Çevresindekiler onun bu safl yla alay ediyordu, ama Tanr kat ndaki yeri büyüktü, gizli s rlar, ermi likler gönderiyor, peygamber arma anlar verip gönlünü ho tutuyordu onun. Paphnuce bütün zaman müritlerinin e itimiyle, onlara oruç deneyleri yapt rmakla geçiriyor, kutsal kitaplarda kendi ya ant lar dile getiren örnekler bulmak için s k s k derin dü üncelere dal yordu. Bu yüzdendir ki bu genç ya nda bile pek çok üstünlüklere sahipti. En dayan kl çileke sofular n bile ba na bela kesilen iblisler ona yakla maya cesaret edemezlerdi. Geceleri ay nda, hücresinin önünde yedi küçük çakal, kulaklar dikip sessiz soluksuz, k rdamaks n bekler dururdu. Bu çakallar, rahibin ermi lik erdemiyle e inde tuttu u yedi iblisti sanki. skenderiye'de do an Paphnuce soylu bir ailenin çocu uydu. Dinsel olmayan bilim dallar nda ö renim görerek yeti mi ti. Ozanlar n yalanlar yla öylesine ayart lm , akl , dü ünceleri ilk gençlik y llar nda öylesine yanl , öylesine bozuk fikirlerle dolmu tu ki, insan soyunun, kral Deucalion zaman ndaki büyük tufanda bo ulmu oldu unu san yor, okul arkada lar yla, do a üstüne, Tanr 'n n nitelikleri, hatta varl üstüne bile tart malar yap yordu. O zamanlar, dinsizler gibi sefahat içinde ya yordu. Utançla hat rlad günlerdi bunlar. Karde lerine,"O günlerde kazan mda bo hazlar kaynat yordum," diyordu. Bu sözlerle nar gibi k zart lm etler yedi ini, genel hamamlara s k s k gitti ini söylemek istiyordu. sacas , yirmi ya na kadar, ad na ya amdan çok, ölüm denebilecek, dünyevi bir ya am sürdürmü tü. Ama rahip Macrin'den ald derslerden sonra tamamen de mi , yepyeni bir insan olmu tu. As l gerçek, kendi deyi iyle bir k ç gibi girmi ti yüre ine. Kutsal haç kucaklad ve sa'ya tapt . Kutsanmas ndan sonra da al kanl k ba lar koparmaks n bir y l daha kald dinsizler aras nda. Ama bir gün kiliseye girdi inde bir papaz çömezinin ncil'den okudu u u sözleri dinledi: "Üstün bir insan olmak istiyorsan, git, neyin varsa sat, paras yoksullara da t." O günden sonra mal mülkünü sat p paras yoksullara da tt ve manast n kollar na at ld . nsanlardan uzakla p yaln zl na çekildi i on y ldan beri art k kazanlarda bedensel hazlar kaynatm yor, pi manl n ma aralar nda çilesini dolduruyordu. Bir gün, Tanr 'dan uzak ya ad günleri dü ünerek hatalar birer birer incelerken, eskiden skenderiye tiyatrosunda gördü ü Thais ad ndaki güzel oyuncuyu hat rlad . Yaln zca oyun oynamak için sahneye ç kan bu kad n, bedenini raks n ezgilerine korkusuz ve ustaca b rak yor, k vran lar yla en hayas z tutkular dile getiriyor, bu utanç verici k vran lar yla, dinsizlerin masallarda anlatt Venüs'e, Leda'ya ya da
  • 6. Pasiphae'ya benzemeye çal yordu. Böylece ate li bir hovarda gibi tüm seyircileri birden öpmü , kucaklam oluyordu; yak kl toy delikanl lar, zengin ya lar, yürekleri a kla, arzuyla dolu e ini çiçeklerle donatmaya geldikleri zaman onlar kar yor, bedenini cömertçe onlar n kollar na b rak yordu. Öyle ki, kendi ruhuyla birlikte ba ka ruhlar da yiyip tüketiyordu. Az kals n bir gün Paphnuce'ü bile tenin günah na sürükleyecekti. Thais, onun damarlar ndaki arzu ate ini de tutu turmu , bir defas nda evine kadar yakla . Ama gençli inin ilk y llar nda çok s lgan oldu u (o zaman on be ya ndayd ), görülmekten korktu u, üstünde yeteri kadar para da bulunmad için bu kibar fahi enin e inden geri dönmü tü. Zaten büyükleri de çok para harcamamas konusunda dikkatliydiler. Tanr ac içindir ki, önüne bu engelleri ç kararak onu bu büyük suçu i lemekten al koymu tu. Ama Paphnuce o zamanlar bu yard n Tanr 'dan geldi ini anlayacak durumda de ildi. Tanr hakk nda hiçbir ey bilmedi i gibi ükran duygular ndan da yoksundu. Kendi ç karlar dü ünmekten ba ka bir ey bilmiyor, bo dünya nimetlerinin ard ndan ko uyordu. Böylece Paphnuce, hücresinde, t pk bir terazideki gibi dünyan n kurtulu unun as p kald bu kurtar tahta tasvirin önünde diz çöküp uzun uzun Thais'i dü ünmeye ba lad , çünkü Thais onun günah yd ve çileke lik kurallar na göre, heyecan ve toyluk günlerinde bu kad n kendisinde yaratt ehvet arzular n çirkinli i üstüne derin dü üncelere dalmas gerekiyordu. Birkaç saatlik dü ünceden sonra Thais'in görüntüsü bütün ç plakl yla, bütün ayr nt lar yla gözlerinin önüne geliverdi. T pk sap kl k y llar ndaki gibi etiyle buduyla görünüyordu. Önce Leda gibiydi görüntü; sümbüllü bir yata a yumu ac k, usulca uzanm , ba yast n üstüne dü mü , gözleri bu ulu ve ayd nl k, burun delikleri arzuyla titriyor, a yar aral k, gö sü çiçeklerle bezenmi , kollar rmaklar kadar serin. Görüntüden ürken Paphnuce gö sünü yumruklarla dövüyor,"Tanr tan m olsun ki günahlar n çirkinli inden ba ka bir ey dü ünmüyorum," diyordu. Sonra görüntü yava ça biçim de tirip ba ka bir anlat ma bürünüyor, Thais'in dudaklar , a n her iki kö esine do ru usul usul kapan p gizemli bir hüzün yuvas halini al yordu. Büyüyüp aç lan gözleri gözya lar yla, ölgün klarla doluydu; hüzünle inip ç kan gö sünden, f rt nan n ilk esintilerine benzeyen bir soluk yükseliyordu. Bu görüntüden sonra Paphnuce'ün ruhunun derinliklerine kadar bir s nt r indi. Aln yere koyup dua etti: "Yüreklerimize, otlar n üstündeki çiy taneleri gibi ac may koyan ba lay Ulu Tanr m. ükürler olsun sana. Kulunun yüre inden, dünya nimetlerinin kal nt ndan ba ka bir ey olmayan bu bo efkati sil at. Senden ba ka hiçbir yarat sevmemi olan ben kuluna ac . Çünkü her ey gelip geçicidir, tek kal olan sensin. E er bu kad nla ilgileniyorsam senin eserin oldu u içindir. Meleklerin bile senin eserin önünde sayg yla e ilirler. O senin a n solu u de il mi Tanr m? Nice yerli ve yabanc yla günah i lemesinin art k önüne geçmek gerekir. Gönlümde ona kar bir ac ma var. Suçlar o kadar çok, o kadar i renç ki bunu dü ünmek bile beni titretiyor, tüylerim deh etten diken diken oluyor. De il mi ki suçlu, ona ac mam gerekir. blislerin sonsuza kadar ona i kence edeceklerini dü ündükçe gözya lar tutam yorum." Böyle dü ünüp dururken ete ine oturmu bir çakal gördü. rd . Çünkü hücrenin kap sabahtan beri kapal yd . Hayvan sanki papaz n dü üncelerini okur gibiydi ve kuyru unu köpek gibi oynat p duruyordu. Paphnuce haç ç kard . Hayvan kayboldu. O zaman Paphnuce iblisin ilk kez odas na kadar sokulabildi ini anlad , k sa bir dua okuduktan sonra yeniden Thais'i dü ünmeye ba lad . "Tanr 'n n yard yla onu kurtaraca m!" dedi. Sonra uyuyakald . Ertesi sabah, dua ettikten sonra, biraz uzakta yine çileke bir ya ant sürdüren aziz Palèmon'un yan na gitti. Palèmon, huzurlu gülümseyen bir yüzle, her zamanki gibi topra belliyordu. Ya bir adamd , küçük bir bahçede tar mla u ra yordu. Vah i hayvanlar ellerini yalar, iblisler yan na yana amazd . Belin sap na aban p,"Tanr 'ya ükürler olsun Paphnuce karde ," dedi. "Tanr 'ya ükürler olsun, yüre imizden huzur eksilmesin karde im!" "Huzur içinde kal Paphnuce karde ." Ke Palèmon kolunun yeniyle aln ndaki teri sildi. "Bütün söylediklerimiz, yaln z ona kulluk edenlerin aras nda bulunan Ulu Tanr 'ya ükretmek amac ylad r.
  • 7. Bunun için sana Tanr 'ya ükretmek amac yla tasarlad m bir eyden söz etmeye geldim," dedi Paphnuce. "Marullar kutsal k lan Tanr z tasar da kutsal k ls n Paphnuce! Sabahlar ba lar çiy taneleri gibi bahçeme serpiyor, gücümü onun iyili inden al yorum. Bu h yarlara, kabaklara bakt kça O'nu yüceltme arzum daha bir art yor, ükrediyorum. Bize huzur, bize sessizlik ba lamas için dua edelim. Çünkü, yüre in huzurunu bozan a ve ta n hareketler kadar korkunç bir ey yoktur. Bu hareketler bizleri rtt zaman sarho adamlara benzer, sa a sola yalpa vura vura durmadan bir mezar n k na do ru rezilcesine yürürüz. Bu dengesiz gidi ler bizi bazen ölçüsüz bir zevk ve e lenceye sürükler ve bu k vanca kendini kapt ranlar, kirli halleriyle, hayvanlar n kaba gülü lerini yans rlar. te bu yürekler ac k vanç, günahkârlar a klar n her türlüsüne sürükler. Ruhun ve duygular n bu bozuklu u bizi, bazen de vançtan bin kez u ursuz, lanetli bir hüznün kuca na atar. Ben yaln zca mutsuz bir günahkâr m Paphnuce karde ; ama ya ad m uzun y llar boyunca anlad m ki bir ke in hüzünden daha çetin dü man yoktur. Ruhu bir sis gibi ku atan, Tanr 'n n ndan onu yoksun k lan yap kan karamsarl kt r bu çetin dü man. Hiçbir ey esenli e kar de ildir ve iblis, en büyük utkusunu dindar n yüre ine karamsarl soktu u zaman kazan r. E er iblis bize yaln zca k vançl ç lg nl klar gönderseydi hiç de il yar yar ya azal rd korkumuz. Ama neredee! Umutsuzluklar göndermeyi de biliyor. Babam z Antoine'a gözleri ya artacak kadar güzel kara bir çocuk gönderen o de il mi? Tanr 'n n yard yla babam z Antoine iblisin tuza na dü medi. Aram zda bulundu u zamanlardan bilirim Antoine' ; müritleriyle birlikte k vanç içinde ya ard , asla karamsarl a kapt rmad kendini. Ama sen, kutsal karde im, bir tasar açmak için gelmemi miydin bana? Tasar n Tanr 'ya ükran duygular artt racaksa, böyle kutsal bir görevde pay m olaca için ne mutlu bana." "Amac m yaln z ve yaln z Tanr 'ya ükretmek, O'na sayg göstermektir karde Palèmon. Ö ütlerinle güç ver bana, yolumu t, çünkü öylesine kla dolusun ki sen, ruhunun asla karartmad günah." "Ben senin sandallar n ba bile çözmeye lay k de ilim karde im Paphnuce, günahlar ma gelince, çölün kumlar kadar say z. Ama ya m, edindi im deneylerden yoksun k lmak istemem seni." skenderiye'de, Thais ad nda, günah içinde ya ayan ve halk içinde hâlâ rezalet kayna olan bir kibar fahi e var ve ben onun yapt klar dü ündükçe büyük bir üzüntü duyuyorum." "Gerçekten üzücü, i renç bir ey Paphnuce karde . Ama dinsizler aras nda onun gibi ya ayan nice kad n var. Bu büyük yaray saracak bir ilaç dü ündün mü?" skenderiye'ye gidip bu kad bulaca m ve Tanr 'n n yard yla onu kötü yoldan döndürece im Palèmon karde . Tasar m bu. Sen ne diyorsun buna karde im?" "Ben yaln zca mutsuz bir günahkâr m Paphnuce karde , ama babam z Antoine,'Nerede olursan ol ar ya ç kmak için acele etme,' derdi." "Tasar mda baz kötü eyler mi seziyorsun?" "Karde imin kötü yola sürüklenece ini dü ünmekten Tanr beni korusun can Paphnuce! Ama babam z Antoine,'Sudan ç kan bal klar ölür; t pk bal klar gibi, hücrelerinden ç kan, dünyevi bir ya am süren insanlar aras na kat lan ke ler de huzurlar ndan olur,' derdi." Bunlar söyledikten sonra ya Palèmon, aya belin üstüne bast p, bir elma fidan n çevresindeki topra h zla bellemeye koyuldu. Bu s rada bir antilop çiti a p n, endi eli, dizleri titreyerek durdu, sonra iki s çramayla ya Palèmon'a yakla p ba dostunun gö süne usulca b rak verdi. "Çölde gazallar yaratan Tanr 'ya ükürler olsun!" dedi Palèmon. Sonra kulübesine gidip ald bir parça kara ekme i avuçlar nda hayvana yedirdi. Paphnuce, gözlerini ta lara dikip bir süre dalg n durdu. Sonra ya Palèmon'un söylediklerini dü üne dü üne hücresinin yolunu tuttu. Zihni durmadan çal yordu.
  • 8. Kendi kendine,"Bu yaln z ke in ö ütlerine diyecek yok; üpheyle kar yor her eyi. Tasar n erdeminden ku kulu. Ama Thais'i daha uzun zaman iblislerin elinde nas l b rak m, korkunç bir ey olur bu. Tanr do ru yolu göstersin!" diye dü ünüyordu. Böyle dü üne dü üne giderken, bir avc n kumlar üstünde kurdu u tuza a dü mü di i bir ya mur ku u gördü. Erke i, e inin kurtulabilece i bir delik açmak için ilmikleri birer birer gagas yla kopar yordu. Bu görüntüyü seyreden dindar adam, kutsall n erdemiyle, olup bitenlere hemen gizemli, dinsel bir anlam veriyordu, ona göre tutsak ku , i renç göllerin sular na gömülmü Thais'ten ba kas de ildi ve kenevirden yap lm ipleri gagas yla koparan ya mur ku u gibi, güçlü, inand sözler söyleyerek Thais'i günahlara ba layan görünmez ba koparmas gerekiyordu. Tanr 'ya ükretti, verdi i karar n do rulu una bir kez daha inand . Ama ard ndan, kopard iplere ayaklar tak p çaresiz kalan kurtar ku u görünce yeniden üpheye dü tü. Bütün gece uyumad ve gün do madan önce yine Thais'in görüntüsüyle kar la . Yüzü ehvetten kaynaklanan suçlulu unu yans tm yordu art k ve üstünde her zaman giydi i saydam giysiler yoktu. Ba tan aya a bir kefene bürünmü tü ve bu kefen, yüzünün bir bölümünü de gizliyordu. Bu nedenle de ke yaln zca beyaz ve a r gözya lar ak tan iki göz görebiliyordu. Bu görüntü kar nda o da a lamaya koyuldu ve görüntünün Tanr 'dan geldi ini dü ünüp karars zl ktan kurtuldu. Do ruldu, eline tozlu bir de nek ve kutsal haç ald , çölde ya ayan hayvanlar n ve gökyüzü ku lar n ba ucundan eksik etmedi i kutsal yaz lar kirletmemeleri için hücresinin kap özenle kapad ktan sonra ç kt . Flavien'i ça p yirmi üç müridinin yönetimini ona b rakt ; sonra uzun bir abaya bürünüp yola koyuldu. Makedonyal lar n kurdu u kente, Libya k lar izleyerek yaya gitmek istiyordu. Tan a ard ndan beri, yorgunlu a, açl a, susuzlu a ald rmaks n yürüyordu. Kan k rm sular , alt n ve ate rengi kayalar aras nda kopup giden korkunç rma gördü ünde güne henüz ufkun alt ndayd . Yaln z ke lerin kulübelerinden Tanr a na ekmek dilendi, kimi sövdü, kimi dövmeye kalkt . Böylece yamaçlar boyunca yürüdü. Ne haydutlardan ne de y rt hayvanlardan korkuyordu, ama yol üstündeki köylerden, kentlerden geçmemek için elinden geleni yap yordu. Evlerinin önünde ölü kemikleriyle a k oynayan çocuklara, su kaynaklar n k na testilerini koyup gülümseyen mavi gömlekli kad nlara rastlamaktan korkuyordu. Çileke sofular için her ey tehlikeliydi. Kutsal yaz larda anlat lan, Efendilerinin* kent kent doland , havarileriyle oturup yemek yedi ini okumak bile. Çileke lerin, inanç kuma lar üstüne oya gibi i ledikleri erdemler yüce olduklar kadar narindiler de; ça n bir solu u onlar üstüne sevimsiz renklerin gölgelerini dü ürebilirdi. * sa Peygamber. Bu yüzden Paphnuce kentlere gitmekten sak yor, insanlar görünce yüre indeki dayanma gücünün zay flayaca ndan korkuyordu. Iss z yollardan gidiyordu hep. Ak am oldu u zaman rüzgârlar n ok ad lg n a açlar n u ultusuyla ürperiyor, nesnelerin güzelliklerini görmemek için ba gözlerine kadar indiriyordu. Alt gün yürüdükten sonra Silsile adl bir yere geldi. Burada rmak, iki granit da zincirinin aras na s dar bir ovan n içinden ak yordu. M rl lar, iblislere tapt klar zamanlarda putlar burada yaparlarm . Paphnuce, Sfenks'in* kayalar içine yerle tirilmi kocaman ba gördü. çine iblis girer de Sfenks yeniden canlan r korkusuyla haç ç kard ve sa'n n ad m ldand . Birdenbire hayvan n kulaklar n birinden bir yarasa havaland , Paphnuce, yüzy llardan beri yarasa biçiminde ya ayan kötü bir ruhu avlad sand . Daha bir gayrete gelip yerden iri bir ta alarak Sfenks'in yüzüne f rlatt . Sfenks'in gizemli yüzünü o anda öyle bir hüzün kaplad ki elinde olmadan heyecanland . Gerçekte bu ta yüzün üstüne kaz lm olan bu insanl k üstü hüzün, en duygusuz insan bile duyguland rd . Sfenks'e seslendi: "Sen ey çölde babam z Antoine'a görünen satirlere, santorlara benzeyen hayvan, sa'n n kutsall , ölümsüzlü ünü bil! * Sfenks: Mitolojide aslan vücutlu, insan ba masal yarat . (Y. N.)
  • 9. Ve seni ben, Tanr 'n n o lu, Tanr 'n n ruhu ad na kutsayaca m." Bunlar söyledikten sonra Sfenks'in gözlerinden gül rengi solgun bir k süzüldü ve hayvan n a r göz kapaklar aralanarak, granit dudaklar insan sesinin yank na benzer u ultularla hece hece sa'n n ad seslendi. O zaman Paphnuce, Silsile Sfenksi'ni sa eliyle kutsad . Sonra yola koyuldu, gittikçe geni leyen ovalar boyunca yürüdü, büyük bir kentin y nt lar yla kar la . imdi sütunlar nda yüzleri görülen puta tapanlar n yapt tap naklar hâlâ dimdik duruyor, inek boyunlu kad n ba lar , kan emercesine gözlerini Paphnuce'e dikiyordu. Yaban otlar geveleyerek, rüzgâr n gürültüyle u uldad saray kal nt lar nda uyuyarak, yar bal k yar insan kad n bedenleriyle kar k yaban kedileri ve firavun fareleri aras nda on yedi gün yürüdü. Kad n görüntülerinin cehennemden geldi ini biliyor, haç ç kar p bu u ursuz görüntüleri kovuyordu. On sekizinci günde, çölün ba na yar yar ya gömülmü derme çatma bir kulübeyle kar la ve belki burada bir çileke oturuyordur, diye yakla . Kap yoktu kulübenin, içi görünüyordu. çerde bir testi, bir so an demeti ve kuru yapraklardan yap lm bir yatak vard . Kendi kendine: te bir çileke bar na . Bütün çileke ler gibi o da kulübenin çevresinde bir yerlerdedir. Çok geçmez kar la z. Paul ile kar la nda onu üç kez kucaklayan çileke Antoine gibi ben de bu çileke sofuyu bulup kucaklamak isterim. Ayn ölümsüz ülkülerin pe indeyiz. Efendimiz bir karga gagas nda bizlere belki bir parça ekmek de gönderir, bölü ür, birlikte yeriz," dedi. Böylece hem kendi kendine konu uyor, hem de çileke i bulmak için kulübenin yöresinde dolan p duruyordu. Henüz yüz ad m atmam ki Nil Nehri'nin ete inde ba da kurup oturan bir adamla kar la . plakt ; saçlar da sakal gibi ak, bedeni tu ladan daha k rm yd . üphesi kalmam . Bu adam da onun gibi bir çileke ti. Ke lerin birbirleriyle kar la nda söyledi i gibi,"Gönlün huzur içinde olsun, in allah bir gün cennetin tatl serinli ine kavu ursun," diye selamlad . Adam cevap vermedi. Hiçbir ey duymam gibi k ldamadan duruyordu. Paphnuce mad , Tanr 'yla ba ba a kalan çileke lerin âdetiydi bu. O da diz çöktü yan na, ellerini birle tirip gün bat ncaya kadar dua etti. Bakt hâlâ k ldam yordu adam. Yine konu maya ba lad : "Kutsal baba, Tanr 'yla birlikte oldu un co ku an bittiyse Efendimiz sa ad na kutsa beni." Adam ba çevirmeksizin yan tlad : "Ne demek istedi ini anlam yorum yabanc . Efendin sa'ya gelince, böyle birini tan yorum." "Ne!" diye hayk rd Paphnuce. "Kaç kez onu müjdeledi peygamberler. Tanr kurbanlar hep onun ad yad ettiler. Sezar bile önünde e ildi. Dahas da var, zaferini Silsile Sfenksi'ne bile onaylatt m. Onu tan maman mümkün mü?" "Dostum," diye yan tlad öteki,"mümkündür. Kesinlikle mümkündür, hatta e er hâlâ kesin olan birkaç ey kald ysa dünyam zda." Paphnuce, adam n bu inan lmaz derecedeki bilgisizli i kar nda p kald ve büyük bir üzüntüye kap ld . sa'y tan yorsan emeklerin bo a gidecek, ölümsüzlü ü yakalayamayacaks n," dedi. Ya adam yan tlad : "Her ey bo ; ölümle, ya am aras nda hiçbir ay m yok bence." "Demek ölümsüz ya am istemiyorsun? Ama söyle bana, çölde bir kulübede çileke ler gibi ya ayan sen de il misin?"
  • 10. "Görünü e bakarsan öyle." "Bütün dünya nimetlerinden ar nmad n m ?" "Öyle gibi." "A aç kökleriyle beslenip, kad ndan uzak ya am yor musun?" "Öyle gibi." "Bütün insanlar n ard ndan ko tu u dünya mal na bo vermedin mi?" "Gerçekte ben, insanlar n arzulad anlams z eylerden vazgeçtim." "Bak böylece sen de benim gibi yoksul, kötülüklerden ar nm ve yaln z bir insans n. Ama ne var ki sen bunlar benim gibi Tanr a na yapm yor, semavi mutluluk için çal yorsun. Ama anlayamad m bir ey var. sa'ya inanm yorsan neden böyle erdemli ya yorsun? Ölümsüz nimetlerin ard nda de ilsen e er, neden kendini dünya mal ndan yoksun ediyorsun?" "Kendimi dünya mal ndan yoksun k ld m yok yabanc . Kendime uygun bir ya ant buldum, sürdürüp gidiyorum, o kadar. Zaten iyi ya da kötü bir ya am n varl ndan söz edilemez. Ki inin öz benli inde hiçbir ey ne utanç vericidir ne de ildir; ne adalet vard r ne adaletsizlik; ne ho a giden vard r ne can s nt ; ne iyi vard r ne de kötü. Nesnelere nicelik veren de, yeme e tat veren tuz gibi, insanlar n kendi dü ünceleridir." "Demek sana göre salt gerçek yoktur. Puta tapanlar n bile ard nda ko tu u gerçe i inkâr ediyorsun. nindeki yorgun bir köpek gibi bilgisizli in içinde uyuyakalm n." "Köpeklerle filozoflara sövmek bo tur yabanc . Biz henüz köpe in ve insan n ne oldu unu bile bilmiyoruz. Hiçbir ey bilmiyoruz." "Ey garip ya ki i, yoksa sen de ad na üpheciler denen o saçma topluluktan m n? Eylemi de, huzuru da yads yan o ç lg nlardan m n? Onlar güne in yla gecenin karanl birbirinden ay rt etmekten bile yoksundurlar." "Anlayaca n ben de üphecilerdenim dostum. Senin gülünç biçimde yarg lad n, benimse övgüye de er sayd m o dü ünce kulundan m. Çünkü ayr nesnelerin ayn görünü leri vard r. Memphis piramitleri tanyeri a ard nda pembe kozalaklar gibi görünürler. Oysa güne batt zaman, tutu an gökyüzü üstünde kara üçgenlere benzerler. Ama onlar n gerçek varl klar n özünü kim kavrayabilir? Bana görüntüleri yads söylüyorsun. Hay r, tam tersi, inand m tek gerçek yaln z görüntülerdir. Güne , ayd nl k görünüyor bana, ama özünü bilmiyorum. Ate in yand dokununca duyuyorum, ama nas l yand da neden yand da bilmiyorum. Beni çok yanl anl yorsun dostum. Ama ne ç kar, öyle ya da böyle anla lmak aras nda da bir ayr m yoktur bence." "Bir sorum daha var: Peki o halde neden çölde yaln z hurma ve so an yiyerek ya yorsun? Bunca ac ya neden katlan yorsun? Bak ben de senin gibi büyük s nt lara katlan yorum, oruç tutuyorum. Ama bir amaç için. Amac m Tanr 'n n takdirini kazanmak, sonsuz mutlulu a ermektir. Bütün bu yapt klar n akla uygun bir amac var. Ist rap ancak büyük bir nimete kavu mak için çekilir. Oysa bunun tersini yapmak, bile bile yarars z yorgunluklara katlanmak, nedensiz yere st rap çekmek ak ls zl kt r. E er ben inanmasayd m, - böyle konu tu um için Tanr m beni ba las n- peygamberlerin sesiyle, o lunu göndererek, havarileriyle, din ulular yla, din kurbanlar n tan kl yla ö rettiklerine inanmasayd m, bedenin çekti i ac lar n ruhun esenli i için gerekli oldu unu bilmeseydim, e er senin gibi gizemli s rlardan uzak, bilgisizlik içinde ya asayd m, hemen dünyevi ya ama döner, bu dünyan n mutlular gibi rahat dö eklerde yatmak için zenginlikler edinmeye çabalar ve bütün arzulara seslenip,'Gelin kad nlar m, gelin gözdelerim, halay klar m, gelin ve bütün araplar kadehime bo alt n, bana sevda içkileri sunun, güzel kokular sürün,' derdim.
  • 11. Ama sen, duygusuz ya , kendini tüm nimetlerden yoksun k yorsun; hiçbir ey kazanmad n halde durumunla yetiniyorsun; umutsuz yere dönü yap yor ve çirkin bir maymunun, duvar çamura bularken usta bir ressam n resmini kopya etti ini sanmas gibi, sen de, çileke lerimizin yapt güzelim i i gülünç bir ekle sokup kendine benzetiyorsun. Ey insanlar n en , hangi akla hizmet ediyorsun?" Paphnuce büyük bir öfkeyle konu uyor, ama ya adam t nm yordu. Usulca cevap verdi: "Çirkefinde uyuyan bir köpe in, kötü bir maymunun dü üncelerinden sana ne dostum." Tanr 'n n yüceli ini ço altmaktan ba ka bir amac yoktu Paphnuce'ün. Öfkesi dindi ve büyük bir alçakgönüllülükle özür diledi: "Gerçe i tan tma çabas yüzünden haddimi a ysam ba la beni ey ya adam. Tanr tan md r ki bana tiksinti veren senin ki ili in de il, tuttu un hatal yoldur. Seni karanl klar içinde görmek hüzün veriyor bana. sa'da yans yan insanl seviyorum, çünkü beni ilgilendiren esenli e kavu mand r. Söyle, neden böyle ya yorsun? Seni kand ran dü ünceleri çürütmek arzusuyla yan p tutu uyorum." Gönül rahatl yla yan tlad ya adam: "Hem konu maya haz m, hem susmaya. Madem soruyorsun, neden böyle ya ad söyleyece im sana. Ama ne ya ant n, ne sen, ne de dü üncelerin beni asla ilgilendirmiyor. Ne mutlu oldu un için sevinir, ne de mutsuz oldu un için yerinirim. öyle ya da böyle dü ünmü sün, benim için hepsi birdir. Ne severim seni ne de nefret ederim. Nefret de sevgi de bilgelikten uzak kavramlar. Ama madem ki soruyorsun söyleyeyim: Ad m Timoclès, ticaretle u ra an, varl kl , zengin bir ailenin çocu uyum, Cos'ta do dum. Babam gemi donat r. Zekâs skender'e benzedi inden ona da Büyük ad takm lard . Buna ra men zekâs skender kadar büyük de ildi. K sacas zavall bir adamd . ki karde im vard . Onlar da babam gibi gemi donat yla u ra rd . Bense bilgeli i seçtim. Bir gün a abeyim, babam n bask yla Timaessa ad nda Karyal bir kad nla evlenmek zorunda kald , ama hiç ho lanm yordu ondan. Kara bir karamsarl a dü meden ya ayam yordu yan nda. Öte yandan küçük karde imiz bu kad na öyle bir a kla tutuldu ki çok geçmeden bu a k ç lg nl k derecesine vard . Ama Karyal k z ikisinden de ayn derecede tiksiniyordu. Bir flüt çalg na tutkundu ve bu adam geceleri yata na al yordu. ölenlerde aln na takt çemberi bir sabah odada unutmu adam. Bu çemberi bulan iki karde im de çalg öldürmeye ant içtiler ve hemen ertesi gün adamca , yalvar p yakarmalar na, gözya lar na bakmaks n k rbaçla döve döve öldürdüler. Yengem umutsuzlu a dü üp akl yitirdi ve bu üç zavall , Cos k lar nda, dudaklar nda sebze parçalar , bak lar topra a dikili bir halde, üstlerine böcek kabuklar atarak yuhalayan çocuklar aras nda kurtlar gibi uluyor, hayvanlar gibi ç lg ncas na inliyorlard . sa bir süre sonra, Asya pazarlar ndaki bütün etleri, bütün yemi leri sat n alabilecek kadar varl kl olan babam da hiçbir ey yiyemez duruma geldi ve son solu unu açl k içinde verdi. Bütün varl bana rakmak zorunda kald için üzgün öldü. Bana gelince, babam n var yo unu yolculuklarla tükettim, talya'ya, Yunanistan'a, Afrika'ya gittim, ama bir tek mutlu, bir tek bilge adama rastlamad m. Atina'da ve skenderiye'de felsefe ö renimi yapt m, tart malar n gürültüsünden serseme döndüm, kafam kazan gibi oldu. "Hindistan'da dola rken Ganj Nehri'nin k nda otuz y ldan beri ba da kurup k rdamaks n oturan plak bir adama rastlad m. Sarma klar kuru bedenini sarm , k rlang çlar saçlar na yuva yapm . Bütün bunlara ra men ya yordu. Bu adam gördü ümde Timaessa'y , çalg , karde lerimi ve babam dü ündüm ve anlad m" ki bu Hintli, bilge bir insand .' nsanlar bir varl k olduklar na inand klar nda bu varl ktan yoksun kald klar için, bir varl a sahip olduklar nda bu varl yitirmekten korktuklar için, kötü olduklar na inand klar nda kötüye katland klar için st rap çekiyorlar. Bu türden inançlar tümüyle söküp at n, bütün kötülükler de yitip gider,' dedim kendi kendime. Bunun içindir ki hiçbir eyi de erli saymamay , dünya nimetlerinden uzakla may , yaln zl k içinde, o Hintli gibi k rdamaks n ya amay çözüm yolu olarak buldum." Paphnuce, ya adam n öyküsünü ilgiyle, dikkatle dinliyordu. öyle cevap verdi: "Coslu Timoclès, do ruyu söylemek gerekirse söylediklerinin baz lar nda hakl yanlar var. Sonunda tüm dünya nimetlerini bir yana atmak iyi bir ey. Ama bir yandan dünya nimetlerini iterken, öte yandan
  • 12. Tanr 'n n gazab na u ramak sa duyudan uzak görünüyor. Bu bilgisizli ine ac yorum Timoclès. Sana salt gerçe i ö retece im. Tanr 'n n üç hipostazla* var oldu unu bilmeli ve bir o ulun, babas n sözlerini tutmas gibi ona itaat etmelisin..." Timoclès sözünü kesti Paphnuce'ün: "Bana kendi ö retini kabul ettirmek için didinme yabanc . Duygular payla aca san yorsan yan yorsun. Bütün tart malar bo . Kendime fikir olarak fikirsizli i seçtim. u iyi, bu kötü demeksizin ya amak art yla tüm karma kl klara kar ba kl ya ad m. Var yoluna git ve beni dald m bu mutlu duygusuzluktan çekip almak için bo una u ra ma. Ben ki bu duygusuzlu a zorlu didinmelerden sonra k bir suya girer gibi dald m." nançla ilgili hususlarda çok iyi e itilmi ti Paphnuce. Önsezisi Tanr 'n n lütfunun bu ya Timoclès'e nasip olmad söylüyordu. rm ruhun kurtulu günü gelmemi ti * H ristiyanl k inan na göre Tanr kavram nda üç hipostaz vard r: Baba, o ul ve kutsal ruh. henüz. E itimin rezalete dönmesinden korkarak susmay uygun gördü. Bazen inançs zlarla tart rken insan onlar ayd nlatamad gibi, günaha da girerdi. Bunun içindir ki gerçe i iyi tan yanlar onu yayarken dikkati de elden b rakmamal yd lar. "Elveda Timoclès," dedi ve derin derin içini çekerek gecenin karanl içinde kutsal yolculu una yeniden koyuldu. Gün maya ba lam . K da karaleylekler tek ayak üstünde durmu , pembe, solgun boyunlar suya sokuyor, yamaçlar üstünde sö ütler, gri yapraklar yay yordu. Turna ku lar ayd nl k gökyüzünde, üçgenler yaparak uçuyor ve kam lar aras nda, görünmeyen bal kç l ku lar n ba rt lar i itiliyordu. Irmak, uzaktan uza a, ye il, yaygan sular döküyor, bu sular ku lar n kanatlar gibi süzülüyordu. Beyaz bir ev yans yordu k da. Küme küme çiçekler, hurma ve yemi a açlar n üzerinde ördek, kaz ve telli turna sürüleri gürültüyle uçarken, uzaklarda, sular n gül rengi bu ular dalgalan yordu. Solda, büyük bir ova; rüzgârla titreyen tarlalar , meyve bahçelerini çöle kadar uzat yor, güne , ba aklar yald zl yordu. Burcu burcu kokan tozlarda topra n imbat yeli yans yordu. Bunlar gören Paphnuce, dizlerinin üstüne dü üp hayk rd : "Yolculu umu bitirmeme yard mc olan Tanr ma binlerce ükür! Sen, çiy tanelerini Arsinoitide incirlerinin üstüne döken Ulu Tanr m, k rlardaki çiçekler, bahçelerdeki a açlar kadar özenle yaratt Thais'in ruhuna da sevgini çiy taneleri gibi serp, semavi saltanat nda o da gül a ac gibi ye ersin." Her çiçek açm dalda, her ldayan ku ta Thais'i görüyor, Thais'i dü ünüyordu. Nehrin sol yan ndan insanlar n yerle ti i verimli topraklardan geçe geçe, sonunda, Yunanl lar n 'yald zl ülke' ad takt klar skenderiye'ye vard . Çat lar gül renkli sisler içinde l l yanan büyük kenti bir tepenin üstünden gördü ünde, gün do mu , sabah olmu tu. Durdu, kollar gö sünde kavu turup hayk rd : te günahlar içinde do du um yer, a ulu kokusunu soludu um parlak hava, su perilerinin ark lar yla toy yüre imi büyüleyen deniz! te benim, bedene uygun de imim, dünyevi ya ama uygun yurdum! Bu mu çiçekli be ik, dünyevi insanlar n ünlü bildi i yurt bu yurt mu? Ey skenderiye, çocuklar n seni sevmesi analar sevmesi kadar do al. Ben de senin ba nda süslerle donanm olarak do dum. Ama çileye gelince, o, do aya ald rmaz, gizeme, bo görüntülere saplanmaz, H ristiyan kendi yurduna bazen bir sürgün gözüyle bakar, ke dünyadan kaçar. Art k sana â k de ilim skenderiye. Tiksiniyorum senden! Senden; senin zenginliklerin yüzünden, senin güzelli in yüzünden tiksiniyorum. Can n cehenneme, Tanr 'n n gazab üstüne ya n! Sen ey iblislerin yata , Aryanlar n* vebal teni, cehenneme kadar yolun var! * Aryanizm: 4. yüzy lda Arms adl bir papaz n kurdu u ve H ristiyan inan n tersine olarak sa'n n tanr inkâr eden mezhep.
  • 13. Ve sen, rahiplerin inanç gücünü daha bir sa lamla rmak, din kurbanlar n sabr daha bir ço altmak için, çöllerin derinliklerinden gelip de bu puta tapanlar kentine karg gibi saplanan kutsal Antoine babam n elinden tutan kanatl çocuk. Tanr 'n n ilk solu u, benim önümde de kanat vur, ça n karanl k geceleri aras nda soluyaca m kirli havay temizle, kanat vuru lar nda güzel kokular saç!" Sonra yeniden yola koyuldu. Güne Kap 'ndan girdi kente. Ta tan yap lm kap ; güvenle, kurumla yükseliyordu, ama alt nda iki büklüm yoksullar ya yolculara limon, incir satarak ya da dilenerek güç bela ya yorlard . Bir kö eye diz çökmü , y rt k giysili bir kad n, ke in eteklerini yakalay p öptü,"Tanr adam . Tanr ad na kutsa beni. Bu dünyada çok st rap çektim, öbür dünyada güleyim. Sen Tanr kat ndan geldin, ayaklar n tozu, alt ndan daha de erlidir," dedi. Paphnuce,"Tanr 'm za ükürler olsun!" deyip ya kad n ba nda haç ç kard ve yürüdü. Ama henüz yirmi ad m atmam ki bir alay çocuk, ke i yuhalamaya, ba ra ça ra ta lamaya ba lad : "Hey, u mendebur dilenciye de bak n! Köpek ba maymundan da kara, sakal keçi sakal ndan da uzun. Tembelin teki herif. Meyve bahçelerindeki ku lar ürkütmek için korkuluk bile olamaz. Çiçekli badem açlar n üstüne dolu ya r bu adam. Mutsuzluk ta yor. Çarm ha gerilmeli bu ke ! Çarm ha gerilmeli!" diye hayk yorlard . Ve ta lar havada uçuyordu. "Tanr m, bu zavall çocuklardan sevgini esirgeme," diye m ldan p dü üne dü üne yürüdü: "Ya kad n gözünde kutluyum, bu çocuklarca da hor görülüyorum. Böylece ayn nesne, yarg lar ba bo ve karars z insanlarca ayr biçimlerde de erleniyor. Timoclès'in dinsizler hakk ndaki dü ünceleri pek de yersiz de il. Kör, kendini ktan yoksun biliyor. Yo un bir karanl k içinde olduklar halde, gözlerim görüyor diye yaygara yapan bu puta tapanlardan ne kadar üstün oysa. Bu dünyada her ey, k rdayan bir kumsal gibi aldat . Tanr 'n n d nda her ey de ken." zl ad mlarla yürüyordu. On y ll k bir ayr ktan sonra, bast her ta , sanki eski günahlar hayk yordu. Ve bu yüzden, önünde uzanan yolun dö eme ta lar na ç plak ayaklar k rmak istercesine vuruyor, y rt k topuklar n kan izlerini ta larda gördükçe seviniyordu. Sèrapis Tap na 'n n kemerlerinin sa yan ndan, gül kokulu, üzgün yüzlü, al ml evler boyunca uzanan bir yola girdi. Saçaklardan çamlar n, akçaa açlar n, sak z a açlar n doruklar yükseliyordu. Yar aral k kap lardan, evlerin mermer giri leri, tunç an tlar, yapraklar ve yapraklar aras ndan f ran f skiyeler görülüyordu. Bu güzel kö elerde sessizli i bozan tek bir gürültü bile duyulmuyordu. Yaln z, uzaktan uza a, bir flütün hafif ezgileri geliyordu kula a. Ke , genç zlar gibi narin dikili ta larla donanm , küçük ama sevimli bir evin önünde durdu. Ev, ünlü Yunan filozoflar n an tlar yla bezenmi ti. Bir bak ta tan filozoflar ke : Platon, Sokrates, Aristoteles, Epikuros, Zènon'un an tlar yd bunlar. Kap tokma vurdu, dü ünceli beklemeye ba lad : "Bu uydurma bilgileri, bo una metallerle yüceltmeye çal yorlar. Söyledikleri ipe sapa gelmez eyler, yalan, dolan; ruhlar cehennem alevleriyle yan yor imdi. Süslü sözlerinin kulaklar sa rla ran gürültüsüyle topra dolduran ünlü Platon bile, bundan böyle ancak iblislerle tart abilir," diye ldan yordu kendi kendine. Kap açan köle, mozaik e ik üstünde ç plak ayakl bir adamla kar la nca ç : "Ba ka kap ya hokkabaz ke , kafana sopay indirmeden çek git!" Antinoè rahibi, köleye,"Karde im, senden bir ey istedi im yok, beni efendine götür yeter," dedi. Büsbütün gazaba geldi köle: "Senin gibi köpekleri semtine u ratmaz efendim." "Senden ne istiyorsam lütfen onu yap yavrum. Efendine kendisini görmek istedi imi söyle."
  • 14. "Çek araban adi dilenci!" diye ba rd köle. Ve elindeki de ne i, kar nda k rdamaks n, elleri gö sünde duran adama kald rd . Usulca tekrarlad ke : "Ne söyledimse onu yap, lütfen yavrum." Kap köle iliklerine kadar titreyip m ldanmaya ba lad : "Dayaktan, ac dan korkmayan bu adam da neyin nesi?" Efendisine ko tu. Nicias hamamdan ç km . Güzel halay klar s rt kuruluyordu. Güleryüzlü, sevimli bir insand . Yüzünde alayc bir anlat m vard . Ke i görür görmez kalkt ve kollar aç p ba rd : "Sen ha Paphnuce, okul arkada m, dostum, karde im. Ah, ah! Do ruyu söylemek gerekirse, insandan çok hayvana benzer bir k kla kar ma ç kmana ra men yine de seni tan m. Gel kucakla al m. Dilbilgisi, söz sanat , felsefe ö renimi yapt z eski okul günlerini hat rlar m n? Senin daha o zamanlar bile, karanl k ve yaban bir yarad n vard . çten oldu un için çok severdim seni. Evreni yaban bir at n gözüyle gördü ünü söylerdik ve senin ku kuculu un zamanla ola an gelmeye ba lam bizlere. Öyle pek ah m ah m de ildin, ama özgürlü ün s r tan yordu. Ne paraya ba yd n ne de mutlu bir ya ama. Ve sende, beni alabildi ine ilgilendiren garip bir deha, garip bir zekâ vard . Ho geldin sevgili Paphnuce, on ll k ayr ktan sonra ho geldin. Çölü b rakt n demek. H ristiyanl n bo inançlar ndan kurtuldun, yeniden do uyorsun. Beyaz bir mücevher gibi de erli olan bugünü hiç unutmayaca m." Kad nlara döndü: "Crobyle, Myrtale, sevgili konu umun ellerine, ayaklar na, sakal na güzel kokular sürün." Kad nlar, gülümseyen bir yüzle ko up hemen, ibrikler, gülya eleri ve bir ayna getirdiler. Paphnuce, sert bir hareketle onlar durdurdu ve yüzlerini görmemek için ba önüne e di; kad nlar ç plakt çünkü. Nicias da bu s rada, Paphnuce'e kö e yast klar ve çe itli yiyecekler sunuyordu. onlar da itti Paphnuce ve: "Nicias, senin bo inanç olarak adland rd n, oysa asl nda gerçeklerin en gerçe i olan H ristiyan inanc mdan dönmedim. O, ba lang çta Tanr 'n n o luydu ve Tanr 'n n o lu Tanr 'yd . Her eyi o yaratt , onsuz hiçbir ey yarat lmad . Ya am onunla vard ve ya am insanlar n yd ," dedi. Nicias' n yan ise,"Sen ey yeniden papaz cüppesine bürünen sevgili Paphnuce, sanattan yoksun, bo kal plardan ba ka bir ey olmayan bu sözlerle beni rtmak m istiyorsun? Benim de biraz filozof oldu umu unuttun galiba. Bütün yüceliklerine ra men Amelias, Porphyre ve Platon bile beni doyuramazken, bilgisiz birkaç adam n Amèlius'un erguvan giysilerinden kopard k nt sözlerle beni kand rabilece ini mi san yorsun? Bilgelerin koydu u bu ö retiler, insanlar n ölümsüz çocuklu unu lendirmeye yarayan uydurma öykülerden ba ka bir ey de ildir. nsan bu ö retilerle, E ek, Le en ve Efes Hatunu öyküleriyle di er bütün o eski masallar dinlerken e lenir gibi e lenmeli!" oldu. Ve dostunu elinden tutup, sepetler içinde demet demet binlerce papirüs olan bir salona götürdü: " te kitapl m dostum. Filozoflar n, evrenin kurulu u, yasalar için söyledi i, yazd ö retilerin küçük bir bölümü var burada. Bütün zenginli ine ra men, bu kadar yap t Sèrapèum'da bile yok. Ama ne yaz k ki dost, bütün bunlar deli say klamalar ndan öteye gitmeyen eyler." Nicias, fildi i bir sandalyeye oturmas için zorlad konu unu, kendi de oturdu. Paphnuce, ka lar çat p kitaplara bakt ktan sonra,"Hepsini yakmak," dedi. Nicias,"Ey benim can Paphnuce'üm, yaz k olmaz m sonra? Deli say klamalar bazen e lendirir insan . Bütün say klamalar , dü leri, insanlar n tüm ham hayallerini yok etmek gerekseydi, dünya biçimini ve rengini yitirir, biz insanlar tats z bir nl k içinde kalakal rd k," diye yan tlad onu. "Dinsizlerin tüm ö retileri yalan. Tek bir gerçek var. Tanr , mucizeleriyle varl gösterdi insanlara. Ete
  • 15. kemi e büründü, aram zda göründü." "Güzel söylüyorsun sevgili Paphnuce, Tanr etten, kemikten derken hakl n. Gök ye ili deniz üstündeki Odysseus gibi do a içinde gezinen, dü ünen, yürüyen, konu an bir Tanr da insandan ba kas de ildir. Perikles zaman ndaki Atinal o lanlar bile art k eskiye inanmazken, sen, bu yeni Jüpiter'e inanmak gerekti ini nereden ç kar yorsun? Ama b rakal m imdi bunlar bir yana. Buraya, Tanr 'n n güçlü ki ili ini tart maya gelmedin elbette. Sana ne gibi bir yard mda bulunabilirim sevgili arkada m?" "Bana iyilik etmek istiyorsan üstündeki gibi kokulu bir giysi ver. Bir de yald zl ayakkab yla bir küçük e gülya . Bin drahmi kadar da borç verirsen memnun olurum. te, Tanr a na, eski dostlu umuz a na senden istedi im bu Nicias." Nicias, Crobyle ve Myrtale'e, en güzel, en görkemli giysisini getirmelerini buyurdu; Asya biçimi çiçekler ve hayvan görüntüleriyle dokunmu bir elbiseydi bu. Giysiyi, en göz al renklerini yans tacak ekilde ustaca Paphnuce'e tutan kad nlar, ke in, ayaklar na kadar uzanan k l abas ç karmas bekliyorlard . Ke ,"Sizin önünüzde soyunmak derimi yüzmek gibidir," deyince giysiyi aban n üstünden geçirdiler. Kad nlar köle olduklar halde güzelliklerine güvenip kimseden korkmuyorlard . Ke i bu garip k kta görünce gülmeye ba lad lar. Crobyle k ta k ta ayna tutuyor, Myrtale sakal çeki tiriyordu. Paphnuce ise Tanr 'ya dualar edip bak lar yere indiriyordu. Yald zl sandallar giyip paray ku na yerle tirdikten sonra, kendisine gülerek bakan Nicias'a: "Ey Nicias, bütün bunlar baya bir amaçla yapt sanma. unu bil ki, bu giysi, bu para ve bu sandallarla dini bir görevi yerine getirece im," dedi. "Çok güzel sevgili dost, hiçbir kötülük dü ündü üm yok. Zaten insanlar n iyilik ya da kötülük yapabileceklerine inanm yorum. yilik de, kötülük de, yaln z dü üncede vard r. Bilge ki iye yön veren, gelenekler ve al kanl klar r, skenderiye'de saltanat süren önyarg lara ald rd m yoktur benim. Bu yüzden de namuslu bir insan olarak bilinirim. Git, bildi in gibi e len dostum!" Paphnuce tasar açmak gerekti ini dü ündü: "Tiyatroda oynayan Thais'i tan yor musun?" "Tan yorum. Güzel bir kad nd r, bir zamanlar sevgilimdi. Bir de irmen, iki tarla satt m onun u runa. Cornèlius Gallus'un Lycoris için yazd o tatl ark lara benzer üç kitap dolusu övgüler yazd m ona. Yaz k! Gallus alt n bir ça da, Ausonie perilerinin esiniyle yaz yordu. Oysa bu barbar ça da do an ben, dizelerimi bir Nil kam yla çiziktirdim. Bu ça da ve bu yerlerde verilen yap tlar n kal olaca hiç sanmam. üphesiz ki dünyada en güçlü olan ey güzelliktir ve bizler bu güzelli e her zaman sahip olsayd k, evren yasalar , Tanr 'n n gücünü, ölümsüz ak ldan kayna alan dü ünceyi, filozoflar n sözlerini bu kadar dert edinmezdik kendimize. Taa Teb çölünden kalk p, bana Thais'ten söz etmeye geldi in için sana hayran m sevgili Paphnuce." Nicias, bunlar söyledikten sonra usulca içini çekti. Bir insan n böyle i renç bir günahtan bu kadar rahatl kla söz edebilmesine an Paphnuce, ona tiksintiyle bak yordu. Yerin yar p aç lmas , alevlerin Nicias' yutmas bekledi. Ama yar lmad yer. skenderiye sessiz, ba avuçlar nda, Paphnuce'ün uçup giden gençli inin izlenimlerine ac ac gülüyordu. Aya a kalkt ke : " unu iyi bil ey Nicias. Tanr 'n n yard yla Thais'i yeryüzünün say z a klar ndan söküp alaca m ve onu kutsal sa'n n kollar na verece im. Kutsal ruh e er benden yard esirgemezse Thais, bugün bu kenti terk edip, bir manast ra kapanacak." "Venüs'ün gazab ndan kork, güçlü bir tanr çad r o. En gözde kulunu al p götürürsen öcünü al r senden." "Tanr beni bütün kötülüklerden korur, seni de ts n, içine dü tü ün uçurumdan çekip ç kars n ey Nicias!" Ve ç kt . Nicias kap ya kadar yolcu etti eski dostunu, elini omzuna koyup ayn sözü bir kez daha kula na ldad : "Venüs'ün gazab ndan sak n, öcünü b rakmaz sende."
  • 16. Bu tür hafif sözlerden i renen Paphnuce ba çevirmeden ç kt evden. Nicias' n sözleri tiksinti uyand rmaktan ba ka etki yapmam . Hele de Thais'le sevi mesini hazmedemiyordu. Bu kad nla yat p kalkmak, bir ba kas yla yat p kalkmaktan çok daha günahm gibi geliyordu ona. Art k bundan böyle Nicias onun için ad lanetle an lacak bir kimseydi. Yüz karas eylerden her zaman tiksinmi ti, ama uçar n bu derece i renciyle ilk kez kar la yordu; sa'n n öfkesini, meleklerin hüznünü bu derece yürekten ilk kez bölü üyordu. Thais'i bir an önce bu dinsizler çevresinden koparmak için iddetli bir arzu duyuyor, kad bir an önce bulmak için sab rs zlan yordu. Gel gör ki Thais'in yan na yakla mak kolay de ildi. K zg n s ca n dinmesini beklemek gerekiyordu. Gün yar lanm . Paphnuce kalabal k sokaklardan yürüyordu. sa'n n ününü yüceltmek, sevgisini daha bir kazanmak için o gün de aç durmaya karar verdi. Ruhu hüzünle dolu, doland durdu, ne kadar dolansa da aya kiliselere varm yordu. Aryal lar, Efendisinin evinin alt üstüne getirmi , kendi ç karlar na hizmet ediyorlard . S rtlar Do u mparatoru'na dayayan bu dini bozuklar, patrik Athenase' da kapana k st rm lar, skenderiye H ristiyanlar durmadan aldat yorlard . Paphnuce, gözleri bazen yerde, bazen co up gökyüzüne yükselmi , bunlar dü üne dü üne yürüyordu. Bir süre amaçs zca doland ktan sonra, kendini kentin r ht mlar ndan birinde buldu. Liman, ba nda karanl k tekneli gemileri bar nd yor, kalle deniz, gök mavisine, gümü p lt na alabildi ine gülümsüyordu. Önünde, deniz k Nèrèide'in an ta yan küçük bir kad rga demir al yordu. Kürekler ark larla dalgalar dövüyor, sular n, slak incilerle kapl beyaz deniz k yüzünün kaçak bir kesitini sunuyordu ke e. Beyaz k z Eunostos demirleme yerindeki dar bir geçitten a p, ard nda çiçek çiçek köpüren bir duman suyu b rakarak denize aç ld . "Bir zamanlar ark lar söyleyerek ben de denizlere aç lmak isterdim, ama anlad m ç lg nl , deniz k Nèrèide, saçlar tak p götüremedi beni," diye m ldand . Böyle dü üne dü üne bir halat y n üzerine oturdu, uyuyakald . Bir dü gördü uykusunda. Kulaklar sa rla ran bir boru sesi duyar gibiydi ve gökyüzü kan rengine boyanm , i te bekledi i an gelmi ti. Büyük bir k vanç içinde Tanr 'ya dua ederken, aln nda kl bir çember ta yan garip bir hayvan n kendisine do ru geldi ini gördü. Silsilè Sfenksi'ydi bu hayvan. Onu incitmeksizin di leri aras na al p, yavrular götüren anaç bir kedi gibi ilden ile ta yordu. Da lar, denizler a p, ülke ülke dola rd Paphnuce'ü. Sonunda ba tan ba a y k, sarp kayal klar ve k zg n küllerle kapl bir yere ula lar. Ba yar lm topra n a ndan alevli bir soluk ç yordu. Hayvan, ke i usulca yere b rak p: "Bak!" dedi. Uçurumun k ndan e ilip bakan Paphnuce, kara kayalarla kapl dik yarlar n aras nda, topra n ba ndan f ran alevden bir rmak gördü. blisler, kur uni mor bir k içinde ruhlara i kence ediyorlard . Ruhlar, etiyle, kemi iyle, insan biçimindeydiler. Giysilerinden kopan parçalar kayalara tak kalm . Onca kenceye katlanan ruhlar n durgun bir görünümleri vard . Elinde kral de ne i, aln nda bez bir erit, gözleri bo lu a dikili, büyük, beyaz bir ruh ark lar söylüyordu; kanatlanan ezgiler rma n çorak k lar dolduruyor, tanr lar n, yar tanr lar n övgülerini dile getiriyordu. Küçük, ye il iblisler, dudaklar , bo az zg n demirlerle da yordu bu ruhun. Ama Homeros'un ruhu ark kesmiyordu. Az ötede, ba nda tek tük saçlar a arm , kabak kafal , ya Anaxagore, elinde bir pergel, tozlar n üzerine ekiller çiziyordu. Bir iblis, bilgenin dü ünmesine engel olmaks n, usulca kula na k zg n ya döküyordu. Daha sonra, ke in gözlerine Akademi'deki ç nar a açlar n gölgesinde gördü ü ö retmen ve ö rencilere benzeyen ve imdi zg n rma n karanl k k nda kimi okuyan, kimi sessiz dü ünen, kimi gezinerek tart an bir y n insan tak ld . Bir kö ede oturan ya Timoclès, ba , hay r der gibi sall yordu. Bir uçurum mele i, gözlerinin alt nda alevler gezdiriyor, ama Timoclès ne mele e, ne de alevlere ald rm yordu. Gördükleri kar nda nl ktan dili tutulan Paphnuce, hayvana do ru döndü, ama hayvan ortal kta yoktu. Sfenks'in yerinde, yüzü peçeli bir kad n duruyordu. Ve unlar söylüyordu ke e: "Bak da gör: Tanr 'ya ba olmayanlar n sonu budur i te. imdi onlar, onlar yeryüzünde aldatan iblislerin cehenneminde ya yorlar. çine dü tükleri bataktan ölüm bile kurtaramad onlar . Tanr 'ya kavu mak için elbette ki ölmek yetmez. Gerçe i yeryüzünde ö renemeyenler ölünce hiç ö renemezler. Ruhlar n çevresinde dolan p duran bu sald rgan iblisler ölümsüz adaleti yerine getiriyorlar. Ama ruhlar, ne görebiliyor ne de duyabiliyorlar iblisleri. Bütün gerçeklere yabanc lar; i kence çektiklerini bile bilmiyorlar. Tanr bile art k onlar st rap çekmeye zorlayamaz."
  • 17. "Tanr her eyi yapabilir," dedi Antinoè rahibi. "Tanr 'n n saçmal klarla al veri i yoktur," diye yan tlad peçeli kad n. "Onlar zaman nda ayd nlatmak gerekirdi, ancak o zaman cezaya hak kazan rlar, gerçe i zaman nda bilebilirlerdi. Tanr 'n n seçkin yarat klar ndan olurlard böylece." Paphnuce korka korka yeniden uçuruma e ildi. Bu kez, küllü mersin açlar n alt nda aln çiçeklerle bezenmi Nicias' gördü. Hemen yan ba nda, yünlü atk na bürünmü Miletli Aspasie vard , yüzündeki narin anlat ma bak rsa a ktan ve felsefeden söz ediyorlard . Üzerlerine ya an ate ya muru, serin çiy taneleriydi sanki ve ayaklar alevli topra a, otlara basar gibi rahatça bas yordu. Bunu gören Paphnuce ç lg nca bir öfkeye kap larak hayk rd : "Vur, Tanr m vur! Nicias' n ta kendisi bu! A las n, inlesin! Ac dan di lerini g rdats n!... Thais ile günaha girdi bu adam!" "Sakin ol! Sakin ol dostum! Fok bal klar n ya çoban deniz tanr Protèe'nin a için sakin ol! Çok rahats z uyuyordun. Tutmasayd m az kald Eunostos'a dü ecektin. Seni ölümden ben kurtard m. Bu, anam n tuzlu bal k satt kadar gerçek." "Tanr senden raz olsun," diye yan tlad Paphnuce. Aya a kalkt , uykusunu bölen görüntüyü dü üne dü üne denizin kenar ndan dosdo ru yürüdü. Bir yandan da kendi kendine söyleniyordu: "Kötü bir dü tü bu, cehennemi gerçek biçiminden uzak tan p o yüce kurallara kar dü üyor. Bu dü bir iblis i i, belli." Böyle yorumluyordu dü ü, Tanr 'dan gelen dü lerle iblisten gelen dü leri birbirinden ay rmas bilirdi çünkü. Durmadan çe itli dü ler görerek ya ayan çileke sofular, Tanr 'dan gelenle iblisten geleni ay rmak zorundad rlar. Çünkü insanlardan kaçarken ruhlar n eline dü ebilirler. Çöllerde yaln z gezginler de il, kötü ruhlar da oturur. Ziyaretçiler, kutsal çileke Antoine' n çile doldurmak için yaln zl a çekildi i y k atoya yakla klar nda, bayram geceleri bentlerin yol kav aklar nda duyulan u ultulara benzer garip u ultular itirlerdi. Kutsal adam ayartmak için iblisler yapard bu gürültüleri. Paphnuce hemen bu olay hat rlad . Daha sonra, iblislerin büyülerle aldatmaya çal , altm ya ndaki rl Jean' dü ündü. Ama Jean, cehennemden gelen bütün oyunlar , bütün düzenleri bozguna ratmas iyi bilirdi. Yine de iblis bir gün, insan k na girip Jean' n ma aras na s zmay becermi ti. Jean'a,"Orucunu yar n sabaha kadar uzatacaks n," demi ti. blisin sözünü tutan Jean, ertesi ak ama kadar uzatm orucunu. Ma aras ndaki adam melek sanm çünkü. blisler ecesinin Jean'a kar kazand tek utku buydu, e er zafer denebilirse. Ke lerin geçirdi i s navlar iyi bilen Paphnuce'ün, uykusunda gördü ü dü ün yalanc bir dü oldu unu hemen anlamas na mamak gerekir. Onu iblislerin eline b rakt diye Tanr 'na tatl tatl sitem etti i bir anda, kendisini, ayn yöne do ru ko up duran bir insan selinin ortas nda buldu. Kentlerde yürüme al kanl yitirdi inden bu insan y içinde p kalm , sa a sola yalpa vuruyordu. Al mam oldu u bu süslü giysi daha bir bunalt yordu onu. Birkaç kez az daha dü ecekti. Adamlar n nereye gitti ini ö renmek için, önüne ç kan birine,"Bu aceleniz ne?" diye sordu. Adam: "Oyunlar n ba layaca ndan, sahneye Thais'in ç kaca ndan haberin yok mu yabanc ? Bu gördü ün insanlar n hepsi de tiyatroya gidiyor, ben de öyle. Sen de gelmek ister miydin?" diye yan tlad onu. Tasar gerçekle tirmek için i te arad olanak geçmi ti eline. Adam n pe ine tak ld . Tiyatronun kemerleri maskelerle süslü, kal n ve yuvarlak duvarlar çok say da an tlarla kapl yd . Dar bir koridora girdiler. Koridorun uç k sm nda l l bir anfiteatr uzan yordu. Sahneye do ru basamak basamak inen s ralardan birine yerle tiler. Tiyatro henüz tam dolmam . Sahne perdesizdi. Eski insanlar n, yi itlerini yad etmek için kurdu u an tlara benzeyen bir tümsek görünüyordu. Sava alan n
  • 18. ortas nda yükseliyordu bu tümsek. Karg lar, çad rlar n önüne demet demet y lm , defne dallar ve kestane a ac ndan yap lm çelenkler aras ndaki gemi direklerine alt n kalkanlar as lm . Her ey sessiz ve uykudayd orada. Ama birden salonu, kovandaki ar lar n u ultusuna benzer bir u ultu doldurdu. Erguvan giysilerinden vuran titrek klarla k zarm tüm yüzler, çad rlar n ve mezar n bulundu u bu büyük, sessiz alana dönmü tü merakla. Kad nlar limon yiyip gülü üyor, seyirciler s radan s raya söz yar yorlard . Paphnuce, bu bo sözleri duyup günaha girmemek için durmadan içinden dua ediyordu, ama kom usu susmak bilmiyor, zaman n tiyatrolar ndan yak p duruyordu: "Bir zamanlar, yüzleri maskeli usta oyuncular Euripides'in, Mènadres'm dizelerini söylerlerdi. imdi art k o eski dramlar arama. Yeniler kötü bir benzetmeden öteye gidemiyor. Atina'da Bacchus'ü onurland ran o ölümsüz oyunlardan sonra, kala kala, bir barbar n, hatta bir skit'in bile anlayabilece i türden garip oyunlara kald k. Oyuncular ellerini, kollar sallay p duruyorlar. Çalg lar n tatl ezgilerle e lik etti i maskeli tragedyalar, oyuncular n boyunu, tanr lar boyuna kadar yükselten o yüksek tabanl ayakkab lar, ezgili güzelim dizeler, hepsi hepsi kay plara kar . Paulus'ün Roscius'ün yerini halk güldürüleri, balerinler, plak yüzlü oyuncular ald . Perikles Atinal lar bir kad n sahneye ç kt görseler acaba ne derlerdi? Kad n sahnede görünmesi kadar baya bir ey olamaz. Bunun üzüntüsünü duymayacak kadar soysuzla k." "Ad n Dorion oldu u kadar gerçek ki, kad n, erke in amans z dü man , dünyan n yüz karas r." "Çok do ru söylüyorsun, bizim en büyük dü man z kad nd r. Erkekte arzuyu uyand ran onlar de il mi? Kad nlardan korkmak gerek." "Tanr lar ad na yemin ederim ki yanl , kad nlar erke e arzu de il, karma a, hüzün ve kara kayg lar ta r. En derin yaralar n alt nda bir a k yatar. Dinle yabanc : Gençli imde Angolide'e, Troizen'e gittim ve orada, yapraklar say z deliklerle dolu kocaman bir mersin a ac gördüm. Bu a aç hakk nda bak Troizenliler ne anlat yor: Hippolytos'a tutkun oldu u s ralarda kraliçe Phèdre bütün günlerini bu a ac n alt na uzan p hüzünle geçirirmi . te bu s nt günlerinde, sar saçlar tutan alt n i neyi ç kar p tüm yapraklar deler, göz göz oyuklarla doldururmu . Bütün yapraklar bu yüzden kalbur gibi delik de ik olmu . Phèdre, biliyorsun, yasak bir a k yüzünden masumlu unu yitirip bir sefil gibi öldü. Dü ün odas na kapan p alt n kemeriyle fildi i bir takoza ast kendini. O günden sonra tanr lar, bu a n an her zaman ya ats n diye, böylesi korkunç bir y ma tan k olan mersin a ac n yapraklar hep göz göz delikli yarat rm . Bak p bak p da kendimi a n ç lg nl klar ndan korumak, arzular kar nda tetikte durmak gerekti ini söyleyen retmenim Epikuros'un bu güzel ö üdünü hiçbir zaman unutmamak için, bu yapraklardan birini kopar p ba ucuma ast m. Ama aç k söylemek gerekirse, a k bir karaci er hastal na benzer, ki i bu hastal a bir gün tutulup tutulmayaca bilemez." "Dorion, sen nelerden ho lan rs n?" diye sordu Paphnuce. Üzgün bir dille yan tlad Dorion: "Hayatta tek bir arzum var, ama do ruyu söylemek gerekirse pek de ate li bir arzu de il bu: Meditasyon. Kötü bir mideyle ba ka bir ey de aramaya gerek yok zaten." Bu son sözlerden cesaretlenen Paphnuce, kendini Tanr 'ya veren ki inin duydu u ruhsal hazz , Epikuroscuya da tan tmaya, tatt rmaya çal : "Gerçe in sesini dinle Dorion, yönünü a dön," diye ba lad . Ama tam bu s rada bütün ba lar ona döndü. Seyirciler ellerini kollar öfkeyle sallay p susmas aret ediyorlard . Tiyatroyu derin bir sessizlik kaplam . Sonra hemen, bir yi itlik türküsünün ezgileri duyuldu. Oyun ba yordu. Askerler, çad rlar ndan ç p harekete haz rlan rken, tümse in üstünü büyük bir bulut kaplad ve da lan bulutun içinden, üstünde alt n bir z rh, Akhilleus'un gölgesi ç kt . Kollar sava lara uzat p,"Ne! Danaos'un çocuklar , mezar böyle kurbans z m b rak p gidiyorsunuz? Bundan böyle art k
  • 19. hiç göremeyece im o yerlere, yurduma m dönüyorsunuz?" der gibiydi. Tümse in ete inde komutanlar sab rs zlan yor, bir an önce yola ç kmak istiyorlard . Asa ve eritler ta yan Thèsèe'nin o lu Acanas, ya Nestor ve Agamemnon kar lar ndaki ola anüstü varl hayranl kla seyrediyorlard . Akhillieus'un genç lu Pyrrhus, babas n görüntüsü önünde yerlere kapanm , aln tozlu topra a dayam . Z rhl ba ndan k rc k saçlar ta an Odysseus, Akhilleus'un yi it gölgesine onaylayan gözlerle bak yordu. Agamemnon'la tart yordu. unlar söyler gibiydi thaka kral : "Hèllas için erefli bir ekilde can veren Akhilleus, ününe yara r biçimde onurlanmal r. Priamos'un bakire k Polyxène'nin, mezar nda kurban edilmesini istiyor. Danaoslular, yi it Akhilleus'un ruhunu ho nut edin ki, Peleus'un o lu, Hadès'te k vanç içinde yatabilsin!" diyordu. Ama öyle yan tl yordu krallar kral : "Sunaklardan çekip ald z Troyal k zlar koruyal m. Priamos'un ünlü soyuna yeterince kötülük yapt k zaten." Polyxène'in k z karde inin koynuna girdi i için böyle konu uyordu. Bilge Odysseus, Cassandre' n yata Akhilleus'un karg na ye tuttu unu krallar kral n yüzüne vurdu. Tüm Yunanl lar, pusatlar birbirine çarpt lar Polyxène'in ölümü kararla ld ve Akhilleus'un ruhu huzura erdi. Bazen k zg n, bazen yakaran ezgilerin e li inde oynan yordu oyun. Her eyi kutsal gerçek yönünden de erlendiren Paphnuce m ldand : "Ey, dinsizler üstüne yay lan k; ey, yo un karanl k! Demek ki tüm bu kurbanlar o en kutsal kurban , Tanr 'n n sevgili o lunu müjdeliyordu." "Dinler cinayet kayna r," diye yan tlad Epikuroscu. "Ne mutlu ki, din u runa cinayetler i leyen bu insanlar n üstünde bilge bir Yunanl geldi dünyaya." Bu s rada, da k bembeyaz saçlar , paramparça giysileriyle Hekabe, tutsak oldu u çad rdan ç yordu. Bu umutsuzluk kayna , bu y m kayna kad görenler derin derin içlerini çektiler. Semavi bir seziyle, n ba na gelece i anlayan Hekabe, k n üzerine kapanm a yordu. Odysseus hemen yan ndayd ve ondan k istiyordu. Ya ana, saç ba m yoluyor, yanaklar t rnaklar yla y rt yor ve "Anlay ol Hekabe. Bizim evlerimizde de, da çamlar alt nda ölümsüz uykuya yatm çocuklar için a layan, ya analar var," dercesine k k rdamadan bekleyen bu ha in adam n ellerini öpüp yalvar yordu. Ve bir zamanlar görkemli Asya'n n kraliçesi olan, imdi tutsak Cassandre, bahts z ba toza topra a buluyordu. te, çad n perdesini kald p bakire Polyxène göründü. Bütün seyircileri bir ürpermedir kaplad . Thais'i tan lard . Almaya geldi i kad imdi Paphnuce de görmü tü. Kollar bembeyazd . Ba n üstündeki asker çad na tutunmu tu. Güzel bir an t gibi k rdanmadan duruyor, menek e rengi, yumu ak, ama kibirli gözlerini çevresinde usulca gezdirerek seyircilerini güzelli inin üzgün hazz yla ürpertiyordu. Thais'i öven m lt lar dolduruyordu s ralar ve Paphnuce, bu güzellik önünde galeyana gelen ruh, elini yüre ine götürüp derin derin iç çekti: "Herkesi yaratan sen, Tanr m yaratt klar ndan yaln zca birine böylesi bir gücü neden verirsin bilmem?" Dorion, yumu ak bir sesle ekledi: "Bu kad yapan atomlar ne kadar güzel bir araya gelmi ler. Do an n bir oyunundan ba ka bir ey de il bu ve üphesiz bu atomlar birle ip ne yapt klar n ayr nda bile de iller. Nas l kay ts zca birle tilerse, bir gün ayn kay ts zl kla birbirlerinden kopacaklar. Lais'i, Kleopatra'y yapan atomlar nerede imdi? in asl na gelince; kad nlar bazen güzeldir, ama, k zg n mutsuzluklar n, i renç rahats zl klar n tutsa rlar. Bir dü ünür, sorunu i te böyle ele almal r, oysa ayaktak hiç dikkat etmez buna. Ve kad nlar, onlar
  • 20. sevmek pek akla uygun olmad halde, yine de a esinler." Böylece filozof ve çileke sofu; bir yandan Thais'i izliyorlar, bir yandan da konu uyorlard . K na do ru dönüp,"Odysseus'un ha in yüre ini yumu atmaya çal , gözya lar nla gençli ini, güzelli ini dile getir!" diye hayk ran Hekabe'ye bakt klar bile yoktu. Thais, ya da oyundaki ad yla Polyxène, çad n örtüsünü kald p bir ad m ileri att ve tüm yürekleri kazan verdi bir anda. Soylu, zarif bir yürüyü le Odysseus'a do ru giderken, flüt ezgilerinin e lik etti i hareketlerinde tüm mutlu nesnelerin ölümsüz düzeni yans yor, evrenin uyumu dile geliyordu. Bütün gözler ondayd . Çevresinde ne varsa onun göz kama ran güzelli inin potas nda eriyip yok olmu tu. Ama oyun yine de oynan yordu. Laertes'in o lu ba öte yana çevirmi , bu yalvaran güzelli in bak lar , öpücükleri kar nda yenik dü memek için elini mantosunun alt nda gizliyordu. Polyxène art k korkmad gösteren bir i aret yapt . Sakin bak lar yla,"Al nyaz m bu imi Odysseus, i te ard nday m, zaten ben de ölümü istiyorum. Priamos'un k , Hektor'un k z karde i ben, bir zamanlar krallar n bile giremedi i yata ma yabanc bir erke i sokmaktansa seve seve ölümün kollar na at m," diyordu. Toz, toprak içinde, çaresiz Hekabe birdenbire do rulup umutsuzca k na yap . Polyxène, kararl ellerle ve usulca annesinin ya kollar ndan kurtulmaya çal . "Efendinin gazab na u rars n sonra. Bana s s ya sar lan ellerini çekmek için can yakmalar m bekliyorsun. Can m annem, ben ölürken, bu ya elini uzat, çökük yanaklar dudaklar ma yakla r yeter," diyordu. Thais'in yüzündeki hüzün bile güzeldi. Hayat n insanüstü bir güçle el bebek, gül bebek bezedi i bu güzel yarat a ükranla bak yordu halk. Ke e gelince, kad n gün gelip gökyüzünün kutsal kollar na at laca dü ünerek, o anki görkemini de ho görebiliyordu. Sonuna yakla yordu oyun. Hekabe öldü. Polyxène, Odysseus'un ard ndan seçkin sava larla çevrili mezara do ru ilerledi. Yas ark lar n usul ezgileri e li inde, ba nda Akhilleus'un o lunun alt n bir tasla arap içti i mezara t rmand . Görevlerinin gere i kurban tutmak istedi kâhinler. Kendisine dokundurmad Polyxène. Kral k zlar na yara r bir biçimde, özgürce ölmek istiyordu. Giysilerini y rt p yüre inin üstünü gösterdi. Pyrrhus ba öte yana çevirip k ustaca yüre ine saplad k n. Ve kanlar, ba bir yana dü mü , gözleri ölümün deh eti içinde yüzen Polyxène'in o güzelim gö sünden dalga dalga f rd . Sava lar kurban n üstünü örtüyorlar, zambaklarla, lalelerle donat yorlard onu. Deh et ç klar ve çk klar gök kubbeyi kaplarken, Paphnuce yerinden do rulup ç lg n sesle hayk rmaya ba lad : "Dinsizler, ey iblise tapanlar! Ve sizler puta tapanlardan daha da namussuz Aryal lar, kendinize gelin! Bu gördükleriniz asl nda simgeden, suretten ba ka bir ey de ildir. Gizemli bir anlam var bu masal n. Gördü ünüz o kad n art k Tanr 'ya adanacak, yeniden dirilen Tanr 'n n kutsal kurban olacak!" Halk karanl k dalgalar gibi tiyatrodan ç kmaya ba lam . Antinoè rahibi, hayretler içinde kalan Dorion'dan kurtularak dualar m ldana m ldana oradan ayr ld . Bir saat sonra Thais'in kap n önündeydi. Kap çald . Tiyatro oyuncusu Thais, skender'in mezar yak nlar nda, zenginlerin ya ad Racotis mahallesinde oturuyordu. Bahçe içindeydi evi. Bahçede ustaca oyulmu yapma kayalar yükseliyor, k ndan sö üt açlar yla bezenmi serin bir rmak ak yordu. Parmaklan yüzük dolu, kara, ya bir köle açt kap , ne istedi ini sordu Paphnuce'e. Bu, buyururcas na konu an zengin giysili adam içeri ald kad n. "Thais'i Nymphes ma aras nda bulacaks z," dedi.
  • 21. NC BÖLÜM PAP RÜS Thais, puta tapan, özgür, ama yoksul bir ailenin k yd . Babas , skenderiye'de, Ay Kap 'n n yak nda, tayfalar n s k s k u rad küçük bir meyhane i letirdi. Çocuklu u bazen canl , bazen da k an larla gelirdi gözlerinin önüne Thais'in: ri yar , sessiz ve heybetli babas , dört yol a zlar ndaki dilencilerin yakar lar nda övdü ü ya firavunlar gibi, ba da kurup oca n ba na otururdu. Fosforlu gözlerindeki kla doldurdu u evde, aç bir kedi gibi ac kl bir sesle ko turup duran anas c z ve zavall bir kad nd . Mahallede, kad n büyücü oldu u, geceleri, â klar yla bulu mak için gece ku u k na girdi i söylenirdi. Thais'e gelince, kap yar klar ndan gözetledi i anas n öyle büyücü müyücü olmad , bütün bir geceyi günün be on kuru luk kazanc hesaplamakla geçirdi ini çok iyi bilirdi. Bu ölgün, tepkisiz baba ve bu gözü doymaz ana, para bulmas için, çocu u kümes hayvanlar gibi soka a salm lard . Ve Thais, sarho tayfalar ark larla, anlam kendisinin bile bilmedi i baya sözlerle e lendirerek, onlar n kemerlerindeki paralar yürütmekte bir hayli ustala . Ek i içki ve reçineli tulum kokular n sindi i salonda kucaktan kuca a dolan rd ; sonra, yanaklar biradan yap yap , sert sakallardan delinmi , küçük avucunda s ms tuttu u paralarla, Ay Kap 'n n alt ndaki ya kad na ko up ball çörekler sat n al rd . Her günü, i te böyle, Euros'un, su alt ndaki yosunlar kopard nda kar la klar tehlikeleri anlatan, zar ve kemik atan, tanr lara sövüp say p Klikya biralar içen tayfalarla geçerdi. Çocukca z her gece, sarho lar n sövgü dolu kavgalar yla uyan rd . Korkunç h lt lar duyar, masalar üstünde uçan istiridye kabuklar n kesti i kanl al nlar, isli lamban n solgun nda parlayan b çaklar görürdü. Gençlik y llar nda, tatl Ahmès'ten ba ka kimseden iyilik görmemi ti. Evin kölesi Ahmès, tencerenin dibinden daha kara bu Nübyal , gece uykusu kadar iyi ve tatl bir insand . Ahmès, ço u zaman Thais'i kuca na oturtur; cimri krallar n yeralt ndaki hazinelerini, onlar yapan mimar ve ustalar n nas l sonradan öldürüldü ünü, kral k zlar yla evlenen usta h rs zlar , piramitler diken kibar fahi eleri anlatan masallar söylerdi ona. Ahmès, hem babas , hem anas , hem dad , hem de sevimli köpe iydi çocukca n. Kölenin önlü üne yap r, kümese birlikte giderlerdi. Kara a n b ça önünde, kartal yavrusundan daha çevik, seke seke uçu an, gagal , pençeli, tüylü kümes hayvanlar aras nda birlikte ko urlard . Ahmès, çokluk geceleri uyumaz, vaktini samanlara oturup Thais'e su de irmenleri, el kadar küçük gemiler yaparak geçirirdi. Bazen efendilerinin h na u rar, eli, yüzü kulaklar y rt r, derisi s yr klarla dolar, günü bitkin ve yorgun bitirirdi. Buna ra men yüzünden s nt z, rahat bir anlat m hiç eksik olmazd . Ama kimse de ona, ruhundaki bu avuntunun, yüre indeki bu rahatl n nereden geldi ini sormazd . Bir çocuk kadar da sade ve saft Ahmès. Bir yandan çal r, bir yandan ince bir sesle, küçük Thais'in yüre ine i leyen ilahiler okurdu. A r ve ne eli bir sesle m ldan rd : Söyle Meryem, orda, geldi in yerde kimi gördün? Bir kefen ve çama rlar ve mezar n ba nda oturmu melekler gördüm. Ve yeniden dirili in tutkusunu, ününü gördüm zca z sorard : "Baba neden sen hep mezarlara oturmu meleklerin ark söylüyorsun?" öyle yan tlard Ahmès: "Gözbebeklerimin minik , o meleklerin ark lar neden mi söylüyorum? Efendimiz sa gökyüzüne kt da ondan." ristiyand Ahmès. Kutsanm . H ristiyan toplant lar ndaki ad Thèodore'du. Ancak geceleri, uyku saatlerinde gizlice gidebiliyordu bu toplant lara.
  • 22. O zamanlar, gelmedik kalm yordu H ristiyanlar n ba na. mparatorun buyru uyla, kiliseler y yor, kutsal kitaplar yak yor, kutsal taslar k yor, mumlar parçalan p at yordu. H ristiyanlar, var yo u ellerinden al nm , her an ölümü bekliyorlard . skenderiye'deki H ristiyan toplulu u üstünde deh et saltanat sürüyordu; din tutuklular kurban olarak bo azlan yor, Suriye'de, Arabistan'da, Mezopotamya'da, Kapadokya'da, imparatorlu un tüm ülkelerinde k rbaçlan p dövülüyor, i kence sehpalar na yat yor, demir t rm klarla delik de ik ediliyor, çarm ha geriliyor, y rt hayvanlara yem yap yordu. Rahiplerin, bakire rahibelerin nas l parçaland anlatan öyküler dilden dile deh etle dolan rd . Ermi li i ve çileke ya am yla ad o zamanlar yeni yeni duyulan M r H ristiyanlar n peygamberi ve önderi Antoine' n, skenderiye'nin sarp kayalar üzerinde, kiliseden kiliseye uçarak müritlerinin inanç ate ini nas l tutu turdu u H ristiyanlar aras nda anlat r dururdu. Z nd klar n gözüne görünmeden, her yerde, ristiyanlar n içine girip, ruhlar na güç, sab r ve canl k üflüyordu. Zulüm, hele kölelere, tam bir kesinlikle uygulan yordu. Bazen korkuya kap p da inançlar ndan dönenler bile oluyordu. Ço u da çöle kaç yor, kimi sa'ya taparak, kimi haydutluk yaparak ya am sürdürmeye çal yordu. Ahmès gizli gizli toplant lara kat yor, din tutuklular m ziyaret ediyor, kurbanlar kefenleyip gömüyor, inançla ve k vançla sa'n n yolunu izliyordu. Onun bu çabas gören büyük Antoine bile, çöle dönmeden önce bu kara köleyi kucaklam , ona huzur öpücükleri sunmu tu. Thais yedi ya na girdi inde Ahmès, ona Tanr 'dan söz etmeye ba lad . Ulu Tanr , bir M r firavunu gibi, gökyüzünde, hareminde, çad rlarda ve bahçelerindeki a açlar alt nda ya yordu. O eskilerin en eskisi, dünyan n en ya yd . Bütün yüre iyle sevdi i, güzellikte melekleri, bakire k zlar gölgede b rakan bir tek lu vard : Hz. sa. Ve ulu Tanr bir gün Hz. isa'ya: 'Saray , haremimi, hurma a açlar , çe melerimi terk et, insanlar n esenli i için yeryüzüne in. Orada çocuk olacak, yoksullar aras nda yoksul ya ayacaks n. Hüzün günlük ekme in, a n olacak ve öyle layacak, öyle gözya dökeceksin ki, döktü ün bu gözya lar nda yorgun köleler y kan p ar nacak. Haydi yolun aç k olsun o lum!' dedi. Babas n buyru u üstüne yeryüzüne inen Hazreti sa, Juda Bethlèem adl bir yere ayak bast . Ve mersin dallar yla ye eren çay rlarda gezdi. Yol arkada lar na,'Ne mutlu açlara, çünkü onlar babam n sofras na oturtaca m! Ne mutlu susam lara, ulu, nurlu çe melerden su içecekler! Ne mutlu a layanlara, çünkü onlar n gözya lar Suriye prensinin örtülerinden daha ince tüllerle silece im,' diyordu. Bunun içindir ki yoksullar onu seviyor, ona inan yorlard . Ama zenginler, yoksullar kendilerinden üstün tuttu u için ho lanm yorlard ondan. O zamanlar yeryüzünde Kleopatra ve Sezar saltanat sürüyordu. sa'dan tiksiniyorlard . Yarg çlar na ve din adamlar na sa'n n öldürülmesini buyurdular. M r kraliçesinin buyru unu yerine getirmek için Suriye prensleri yüksek bir da n üstüne bir çarm h dikip sa'y öldürdüler. Kad nlar bedenini y kay p, kefenleyip gömdüler ve sonra Hazreti sa, mezar n kapa kald p gökyüzüne, babas Ulu Tanr 'n n kat na ç kt . Ve i te o günden beri onun için ölen herkes gökyüzüne yükselir. Ulu Tanr kollar aç p,'O lumu sevip ard ndan geldiniz, ho geldiniz. Y kan n, ar n, sonra soframa oturup kar nlar doyurun,' der. sa için ölenler gökyüzünde tatl ezgilerle y kanacak, bütün yemek boyunca M r çengilerinin oyunlar seyredecekler ve hiç bitmeyen öyküler dinleyecekler. Ulu Tanr , onlar gözlerinin ndan da ho tutacak, çünkü onlar sa'n n konuklar r. Sonra da Tanr 'n n kervansaraylar ndan gelen hal lar ve bahçelerindeki narlar bölü ecekler. Ahmès'in s k s k söyledi i bu ve benzer sözler nedeniyle sonunda Thais de gerçe i tan . Kendinden geçiyor,"Efendimizin bahçesindeki narlardan ben de yemek isterdim," diyordu. öyle yan tl yordu Ahmès: "Gökyüzünün yemi lerini ancak sa ad na kutsananlar yiyebilir." Bunun üzerine Thais de kutsanmak istemi ti. Küçü ün sa'ya a gören köle, onu bu konuda daha iyi e itmeyi kararla rd . Ve çocu a kendi ym gibi ba land .
  • 23. Anas n babas n durmadan horlad k zca n, baba oca nda üstünde yatacak bir dö i bile yoktu. Ah n bir kö esinde hayvanlar aras nda yat yordu. Ahmès her gece gizlice ah ra gelip Thais'i bulurdu. Thais'in üstüne uzand has ra usulca yana r, topuklar n üstüne oturup kara bir an t gibi dimdik dururdu. Kara teni alt ndaki bedeni, yüzü, yo un karanl klar içinde yitip gitmi gibiydi. Yaln zca, iri ak gözleri ld yor ve gözlerinden, kap çatlaklar ndan s zan tanyeri gibi solgun bir k süzülüyordu. Hafif, ahenkli ve ak amlar sokaklarda duyulan hüzünlü ezgiler gibi alçak bir sesle konu uyordu. Bazen bir in solu u, bir öküzün sevimli bö ürtüsü, karanl k ruhlar korosundan ç kan sesler gibi, kölenin ncil'den dizeler okuyan sesine e lik ederdi. Sözleri, çabayla, ükranla ve umutla kucakla an karanl n içinde bir rmak gibi usul usul akard ve H ristiyanl n bu yeni konu u Thais, tekdüze ezgilerin be inde, karanl k gecenin kutsal gizemlerinde, ah n kiri leri aral ndan göz k rpan bir y ld n bak lar alt nda sessiz ve gülümseyen bir yüzle m l m l uyurdu., ristiyanlar n paskalya törenlerini k vançla kutlad ça lara kadar, dine alma i i bütün bir y l sürerdi. Bir gün, görkemli bir gecede Thais, ah rdaki kö esinde m l m l uyurken, birden kendini kölenin kollar nda buldu. Ahmès'in gözlerinde, o zamana kadar rastlamad bir k vard . Giyinmi ti, ama üstünde o y rt k rt k hizmetçi giysileri de il, uzun, beyaz bir pelerin vard . Thais'i bu pelerinin alt na gizleyip alçak bir sesle: "Gel ruhum! Gel benim göz bebe im! Gel benim küçük yüre im! Gel de kutsaman n afak rengine bürün!" dedi. Ve çocu u gö süne s ms bast p götürdü. Thais, ürkek, n, ba pelerinin aras ndan karm , kollar , gecenin karanl nda ko an dostunun boynuna dolam . Karanl k ve dar sokaklardan geçtiler; boydan boya Yahudi mahallesini a lar; tav anlar n u ursuz sesler ç kararak ba bir mezarl a vard lar. Kollar kargalar n gagalad , çarm ha gerilmi cesetlerin alt ndan geçip bir kav a geldiler. Thais korkudan ba pelerinin alt na gömmü , hiçbir eye bakmaya cesaret edemiyordu. Yerin alt na do ru indiler. Gözlerini açt zaman kendini, ç ralarla ayd nlanm bir ma arada buldu. Duvarlarda, ra dumanlar alt nda insana canlan yormu gibi gelen dik ve büyük resimler görülüyordu. Bu resimlerde, kuzular, güvercinler ve asma dallar n ortas nda durmu , s rt nda uzun giysiler, ellerinde hurma dallar ta yan insanlar vard . Thais bir bak ta, ayaklar nda hurma dallar ye eren Nas ral sa'y tan . Salonun ortas nda, a na kadar su dolu ta bir teknenin yan nda, ba na bas k bir ba k, üstüne alt n i lemeli erguvan bir tören gömle i giyinmi ya bir adam duruyordu. Adam n zay f ve kuru yüzünden uzun bir sakal sark yordu. Süslü giysilerine ra men alçakgönüllü ve tatl bir hali vard . Piskopos Vivantius'tu bu adam. Cyrène kilisesinin sürgün piskoposu, imdi dokumac kla geçiniyor, keçi k ndan kaba bezler dokuyordu. Yan nda iki yoksul çocuk ayakta duruyordu. Hemen yak ndaki ya bir zenci kad n, küçük, ak bir giysiyi açm , bekliyordu. Ahmès, çocu u yere b rak p piskoposun önünde diz çöktü ve: " te baba, küçük ruh, ruhumun k , bu k z. Kutsaman için getirdim onu sana," dedi. Piskopos kollar açt . Adam n ellerini görünce ürktü Thais. O y m günlerinde,"H ristiyan m," dedi i için rnaklar sökülmü , parmaklar parçalanm . Thais korkuyla Ahmès'in kollar na at ld . Ama, papaz ok ay sözlerle korkusunu da tt çocu un: "Korkma küçük sevgili. Burada, bizim kendisine Thèodore dedi imiz Ahmès Baba'n n, sana kendi elleriyle minik, beyaz bir giysi diken tatl bir anan n yan ndas n," dedi. Sonra zenci kad gösterip ekledi: "Ad Nitida'd r onun, bu dünyada köle, ama öteki dünyada sa onu gökyüzündeki kendi haremine alacak." Çocu a sordu: "Tanr 'ya, güçlü babam za, bizim esenli imiz için ölen Tanr n tek o luna ve onun havarilerinin söyledi i tüm sözlere inan yor musun Thais?" "Evet," dediler, Thais, Ahmès ve zenci kad n bir a zdan. Diz çökmü olan Nitida, piskoposun buyru u üzerine do rulup çocu u soydu. imdi ç lç plakt çocuk, boynuna ast t ls kalm yaln zca. Üç kez sokup ç kard lar kutsama teknesine Thais'i. Vivantius bedenini ya la ovdu, a na bir tuz tanesi koydu. Art k ölümsüz ya ant ya adanan bedenini kurulad lar, Nitida, kendi elleriyle dokudu u beyaz gömle i çocu un s rt na geçirdi. Herkesle tek tek kucakla p
  • 24. ruhlar na huzur sundu piskopos. Sonra üstündeki erguvan giysiyi ç kard , tören bitmi ti. Yeralt ndan topluca ç kt lar. Ahmès: "Tanr 'ya yeni bir ruh daha sunduk, gecenin kalan bölümünü bu mutlulu u birlikte bölü erek geçirelim rahip Vivantius," dedi. "Çok do ru söylüyorsun Thèodore," diye yan tlad Vivantius. Rahip, toplulu u hemen yak nda bulunan kendi evine götürdü. Tek odal bir yerde oturuyordu. ki dokuma tezgâh , büyük bir masa ve y pranm eski bir hal vard içerde. Nübyal girer girmez: "Nitida, u tavay ve zeytinya getir de öyle güzel bir yemek yapal m," dedi. Sonra pelerininin alt ndan küçük bal klar ç kar p büyükçe bir ate yakt ve bal klar k zartt . Piskopos, Thais, iki erkek çocuk ve iki köle, hepsi birden hal n üstünde halka olup Efendilerine ükrederek yemeklerini yediler. Vivantius din kurbanlar ndan söz etti, H ristiyanl n co ku gününün yakla söyledi. Sert bir dille konu uyordu, ama söz oyunlar , benzetmeler yaparak anlat sadele tiriyor, güzelle tiriyordu. Do ru yolu seçenlerin ya am erguvan bir kuma a benzetiyor, kutsaman n anlam öyle aç kl yordu: "H ristiyanlar suyla kutsan yorlar, çünkü kutsal ruh sular üstünde dalga dalga yans . Ama öte yandan, iblisler de sularda, küçük rmaklarda oturur. Cinlerin bulundu u çe melerden sak nmak gerekir, insan ruhuna ve bedenine baz hastal klar i te bu sulardan geçer." Duygu ve dü üncelerini, bazen, bilmeceler katarak anlat yor, Thais, bilmeceleri dinlerken tatl tatil piskoposun a na bak yordu. Yeme in sonunda Vivantius, biraz da arap sundu konuklar na. Üzümün verdi i hafif sarho luktan dilleri aç ld , ilahiler okumaya ba lad lar. Ahmès ve Nitida do rulup, çocuklar n da kolayca ö renebildikleri, üphesiz dünyan n ilk ça lar ndan beri ilkel boylarda süregelen bir oyunu oynamaya ba lad lar. Bir a k oyunuydu bu; eller, kollar sallan yor, beden yava yava sal yordu. Oyuncular birbirlerinden kaç yor, birbirlerini ar yorlard . Köleler, iri gözlerinin aklar sa a sola yuvarl yor, gülümseyip parlak di lerini gösteriyorlard . te böyle kutsand Thais. lenceyi seviyordu, büyüdükçe yüre inde garip arzular filizlenmeye ba lad . Bütün gün, sokaklarda ba bo , çocuklarla dans ediyor, ark lar söylüyordu. Eve geceleri hâlâ duda nda ark larla dönüyordu: Çarp k Torti, neden her gün evdesin? Yün e iriyorum, ip e iriyorum. Çarp k Torti, o lun nas l öldü, söyle, Ak atlar n üstünden denize dü üp öldü. imdi can Ahmès'in dostlu undan çok, erkek ve k z arkada lar arar olmu tu. Dostunun art k yan na eskisi kadar s k gelmedi inin fark nda bile de ildi. Zulüm azalm , H ristiyanlar daha düzenli toplan r olmu lard . Nübyal toplant lara daha s k s k gidiyordu. Daha da artm çabas . Bazen a ndan ta n sözler ç kt da oluyordu. Zenginlerin, bir gün mallar ndan mülklerinden olaca söylüyordu. H ristiyanlar n bulu tuklar yerlere gidiyor, y k duvarlar n gölgesine uzanm yoksullar toplay p kölelerin özgür olacaklar kurtulu gününün yakla ndan söz ediyordu. "Tanr 'n n krall nda, köleler ho araplar içecek, tatl yemi ler yiyecek, zenginlerse köpek gibi ayaklar n dibinde k vr p masadan arta kalan k nt lar yalayacaklar," diyordu. Böyle korkusuzca konu uyordu, ama yerin de kula vard , mahallede dilden dile dolan yordu bu sözler.