1. 276
MESLEĞİMİZİN BİR MEDAR-I ŞEVKİ VE ZEVKİ OLAN
TEVAFUK LETÂİFİNDEN ÜÇ-DÖRT NÜMUNE:
Birincisi: İktisad Risalesi, birbirinden habersiz altı müstensihin yazdıkları altı
nüshada, eliflerin elli üç adedinde tevafukları, te'lif ve istinsah tarihi olan elli üçe
muvafık gelmesidir. Sonra baktım ki asıl müsvedde-i ûlâda çok çıkıntı ve tashihler ile
beraber elli üç aded sırrını muhafaza ettiğini hayret ile gördük.
İkincisi: Risalelerin Fihristesi tamam yazıldıktan sonra, birinci
(Sh: B-365)
müsevvid, ihtiyarsız quot;Bu güzel fihriste tamam olduquot; deyip yazmış. O müsevvid hesab-ı
ebcedi hiç bilmediği gibi, hiç bir şey de düşünmemiş. quot;Bu güzel fihriste tamam olduquot;,
aynen bin üç yüz elli iki tarihini gösterip fihristenin tarih-i te'lif ve istinsahını
göstermiştir.
Üçüncüsü: Yirmi Üçüncü Lem'a'nın, müsveddeden tebyiz edilirken, hiç eliflerin
adedini hâtıra getirmeden, yazıldıktan sonra yüz yirmi sekizinci risale olduğuna
işareten yüz yirmi sekiz elif olmasıdır.
Dördüncüsü: Dünkü gün Mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) tashih edilirken küçük,
lâtif iki tevafukun on dakika fasıla ile vücuda gelmesidir. Şöyle ki:
İkişer arkadaş Mu'cizat-ı Ahmediye ve Mi'râc'ı ayrı ayrı tashih ediyorlardı.
Mi'rac'ın altı yüz satırı içinde bir tek satır, kuru direğin ağlamasından bahsediyor.
Mu'cizat-ı Ahmediye yüz elli sahife içinde bir sahife o bahse dairdir. Birden o iki
kısım musahhihler aynı kelimeyi söylüyorlarken, içlerinden bir efendi intikal etti, iki
kısım aynı kelimeyi söylüyoruz dedi. Baktık, fevkalâde bir surette iki tashih aynı
kelime üzerindedir.
On dakika sonra, yedi mu'cizeye mazhar yedi çocuğun bahsi tashih edilirken,
umulmadığı bir zamanda, hâzır zâtların nazarında mübarek Meliha isminde beş yaşında
bir çocuk geldi oturdu. Çocukların bahsini zevk ile dinlemeye başladı. Çay verdik,
çocuk bahsi bitinceye kadar içmedi. Hâzır olan biz dört kişi şübhemiz kalmadı ki, sırr-ı
tevafukun birinci menba'ı olan Mu'cizat-ı Ahmediye'nin te'lifçe ve istinsahça ve
kırâatça ve hârika tevafukça kerâmetini gösterdiği gibi, bu iki küçük tevafukla, yine o
kerâmetin şuâ'ından iki lâtifeyi gösterdi.
Hem bir sene evvel bir seyre giderken, arkamdan bir kız çocuğuyla bir kadın
geliyorlardı. Ben yoldan çıktım, yolu onlara bıraktım. Baktım beni geçmiyorlar,
sıkıldım. Acele geçtim bir bahçeye girdim, baktım onlar da bahçeye girdiler. Hem
hiddet hem
(Sh: B-366)
hayret ettim. Mu'cizât-ı Ahmediye elimde idi. Tefe'ül gibi açtım. En evvel gözüme
ilişen ve yalnız risalede bir tek def'a zikredilen bir isim ki, aynı o kadının ismini o
sahife içinde gördüm. Baktım, o kadını tanıdım. Fesübhânallah dedim. Bunlar kim
olduklarını anlamak için,daha evvel o kitaba baksa idim, bu hayretten kurtulacaktım.
Bu hâdiseye hem ben, hem hâzır olan Şamlı Hafız ve hâdiseyi anlayan o kadın ve
başkaları hayret ettik.
2. Said Nursî
277
Kalben rahatsızlığım dolayısiyle, Kurban Bayramına kadar Süleyman Efendi,
Şamlı Hâfız Tevfik, Abdullah Çavuş ve Mustafa Çavuş'tan başka kimseyi kabul
etmiyorum. Affedersiniz gücenmeyiniz.
Said Nursî
278
ISPARTA CUMHURİYET MÜDDE-İ UMUMخLİĞİNE
Dokuz senedir, beni bu memlekette sebebsiz olarak ikamete me'mur ettiler.
Hâriçle ihtilâttan men'olduğum için çalışamadım, perişan bu gurbette kimsesiz kaldım.
On üç seneden beri, beni bu vilâyette tanıyanların tasdikleri tahtında, siyasetle hiçbir
cihetle alâkam kalmadığına delilim şudur ki: On üç seneden beri, bir gazeteyi
okumadığımı ve dinlemediğimi sekiz sene oturduğum Barla halkı ile işhâd ediyorum.
On üç sene, bu zamanda siyasetin lisanı olan gazeteyi dinlemeyen, işitmeyen,
istemeyen bir adamın siyasetle alâkası olmadığı ve sekiz aydan beri merkez-i vilâyette
bütün buradaki benimle temas edenlerin şehâdetleriyle, siyasete taallûk eden hiçbir
mes'eleye temas etmediğimi gösterebilirim.
Bu hâlimle beraber, bu senenin Kurban Bayramında fıtraten sohbetten
hoşlanmadığım için, hiç kimseyi kabul etmediğimi gösterir bir-iki satırlık yazı ile
kapımda yazdığım ve hiç bir kimse de gelmediği halde, bu mübarek bayramın dört
gününde bir polis bulundurulmak suretiyle benim gibi garib, ihtiyar, hastalıklı bir
adama şüphe isnad
(Sh: B-367)
ederek tarassud ettirmek ve hareket-i şahsiyemi bilâsebeb taht-ı nezârette
bulundurmakla verilen tazyik ve sıkıntı kâfi gelmiyormuş gibi, bu senenin Nisanının
dördüncü günü, kış münasebetiyle ve mütemâdiyen harekâtımın tâkib ve tarassud
edilmesinden dolayı hârice çıkmadığımdan sıkılmıştım.
İşte o günü, altı aylık ızdırabımı tahfif etmek ve biraz teneffüs ve rahatsızlığımı
izale etmek için, havanın güzelliğinden istifade ederek gezmeye gitmiştim. Avdetimde
bir komiser ile iki polis ikamet ettiğim evimin kapısında ve bir komiserle iki polis de
bahçenin dışarısında bulunuyorlardı. İçeriye girdim, komiser ve iki polis beni tâkib
ettiler. Odama çıktım, onlar da arkamda idiler. Benimle beraber girdiler, taharriye
başladılar.
Dokuz seneden beri ihtilâttan bilâsebeb men'edildiğimden, mesleğim itibariyle
Kur'ân ve îman ile hasr-ı iştigal etmiştim. Ve onun neticesi olarak yazdırdığım
eserlerden;
Birisi, Kur'ân-ı Hakîm'deki iki bin sekiz yüz küsur lâfza-i celâlin bir sırr-ı
kerametini ve bir nakş-ı i'câzını gösterecek, en müstesna bir hat ile yazılmış gayetle
kıymettâr yirmiden fazla Kur'ân-ı Kerîm cüzlerini,
3. 2- Bekay-ı ruh ve melâike ve haşrin hakkaniyetine dair Yirmi Dokuzuncu Söz
nâmı altındaki risalenin içinde tezahür eden, kendimce en ekall bin liraya değer bir sırr-
ı azîmi gösteren risaleyi,
3- Hazret-i Peygamberin risaletini güneş gibi isbat eden ve hârika bir surette on
iki saatte te'lif edilen yüz elli sahifelik On Dokuzuncu Mektub nâmı altında Mu'cizat-ı
Ahmediye risalesini, ki o mu'cizâtın kerâmeti olarak, o risalede tevafuk nâmıyla öyle
bir sırr-ı azîm tezahür etmiş ki, o risale tek başıyla maddeten bin lira kadar kendimizce
kıymettardır.
4- Vahdâniyet-i İlâhiyeyi güneş gibi isbat eden ve Kur'ân'ın otuz üç âyet-i
azîmesini tefsir eden Otuz Üç Pencere nâmındaki Otuz Üçüncü Mektub ki, sırr-ı
tevafukla beraber kıymet-i ilmiyesi ve edebiyesi itibariyle ehl-i tevhidce yalnız
maddeten bin lira kadar ehemmiyetli olan risaleyi,
(Sh: B-368)
5- Şirkin esasını ref' edip, vahdâniyeti nihayetsiz derecede kuvvetle isbat eden
Otuz İkinci Söz nâmı altındaki eseri ki, o eser bir âlim tarafından zâyi edilse, onu elde
etmek için bin lira tereddütsüz vereceğini zannettiğim misilsiz risalemden mevcud her
iki tanesini,
6- İsraftan kurtarmak ve bu fakir milleti iktisada alıştırmak için yazdığım, küçük
fakat müstesna bir ehemmiyette olan İktisad Risalesi ismindeki risalemin mevcud olan
her üç nüshasını,
7- Kendi ihtiyarlığımdan dolayı, îman noktasında Kur'ân'dan bulduğum rica ve
teselli nurlarından kaleme aldığım ve mevcudu tam üç nüsha ve iki nüsha da noksan
olarak umum beş parçasını ki, bence bu risale benim gibi kabre yakınlaşmış bir ihtiyar
adama kıymet takdir edilmeyecek derecede yüksek bir hakikat ile yazılmıştır.
8- On beş sene evvel Arapça olarak tab' edilen, Harb-i Umumîde ateş içinde
yazıldığı için, o zamandaki Başkumandanın bu yâdigâr-ı harbin hayrına iştirâk etmek
niyetiyle kâğıdını kendisi verdiği İşârâtü'l-İ'câz tefsirini;
Hem üç yüz otuz beş senesinde İstanbul'da tab' edilen Katre, Şemme, Habbe,
Habbenin Zeyli ve Ankara'da Yeni Gün Matbaasında Zeylinin Zeyli ve Ankara
Matbaasında tab' edilen Hubab ve İstanbul'da tab' edilen Zühre ve Şûle gibi risaleleri
hâvi Arapça matbu bir mecmuamı ve İstanbul'da on beş sene evvel tab' edilen Sünuhat
ismindeki kıymettar iki matbu risalemi ve hem biraderzâdem Abdurrahman tarafından,
on beş sene evvel İstanbul'da tab' ettirilen Tarihçe-i Hayatımın bir kısmına ait matbu
risalemden üç nüshası tamam ve beş altı nüshası noksan kitaplarımı ve hem de
İstanbul'da yeni huruf çıkmadan evvel tab'ettirdiğim Onuncu Söz nâmında gayet
kıymettar haşri ve kıyameti gündüz gibi isbat eden risalemi ve daha bilmediğim hususuî
ve şahsî ve îmanî evraklarımı ve risalelerimi tekrar iade etmek üzere, o taharri
neticesinde alıp götürdüler.
Bu taharriyatta o kadar ileri gidildi ki, altı ay evvel oturduğum
(Sh: B-369)
köşkten şimdiki oturduğum köşke nakledilince, sandalye, şişe, demir ve sâir eşyaya aid
listeye varıncaya kadar aldılar ve el'ân da iade edilmedi.
4. Dokuz seneden beri bu memlekette ve bu kadar dostlarımla temas ettiğim halde,
şimdiye kadar hiç bir cürüm bana isnad edilmedi ve hiç bir vukuatım da olmadı ve
hayatımda dâî-i şübhe hiç bir emâre vücud bulmadı ve menfîliğim de, sebebsiz ve
ancak ihtiyat ve tevehhüm yüzünden olmakla inziva ettiğim bir mağaradan çıkartılarak
menfîlerle birlikte nefyedildim. Bu müddet zarfında siyasetle ve dünya ile alâkam
olmadığına, bu memleketteki dokuz senelik tarz-ı Hayatımın şehâdetiyle beraber,
risalelerimde gerek emniyet dairesi ve gerekse hükûmet dairesi dâî-i şübhe bir şey
bulmadıklarıdır (Hâşiye). Eğer bir cürmüm varsa, dokuz seneden beri mütemâdiyen
dikkat ettikleri halde, cürmümü görmeyen veya gösteremeyenler, şimdi göstermeye
mecburdurlar.
Şu kitab zayiatımdan lâakal şahsî iki bin lira zararım var. Çünki, bunların hiç
birisinin başka bir nüshasını bende bırakmadılar. Vaktiyle tab' etmek için, yalnız
İşârâtü'l-İ'câz tefsirine iki yüz elli lira verdim. Arabî mecmuası üç yüz lira. Ve yirmi
Dokuzuncu Söz ve On Dokuzuncu Söz'lerde o sırr-ı azîme hiç bir âlim ve hiç bir edib
yoktur ki, quot;Bin lira kıymetindedirquot; demesin.
Ve bir de, on üç sene evvel hükûmet Darü'l-Hikmet'te yüz lira maaş alacak
kadar iş görebilecek bir adam nazarıyla bana bakmış, ayda yüz lira maaş vermiş. Bu
sekiz senede beni, yarım saat bir köy olan İlâma'ya iki def'adan fazla gitmeye müsaade
edilmeyecek
(Hâşiye): Cây-i dikkattir ki, sekiz-dokuz seneden beri zulüm ve tazyikat altında
gizlemeye mecbur olduğum en eski ve en mahrem evrakları âni olarak taharri edip hiç
bir şey bırakmıyarak alındığı halde, mûcub-i telâş ve dâi-i endişe ve medar-ı hicab ve
hacâlet bir şey bulunmaması, garazkâr su'-i zanlı ehl-i dünyanın ona karşı ettikleri
haksız tazyikat ve tarassut ne kadar çirkin ve hatâ olduğunu gösteriyor.
Acaba onu ittiham eden ve kendini vatana ve millete sâdık tevehhüm eden ehl-i
dünyanın en büyük me'murundan en küçüğüne kadar, değil sekiz-dokuz sene, belki
sekiz-dokuz ay zarfında en mahrem ve en gizli evrakı meydana atılıp tedkik edilse, ona
telâş verecek ve utandıracak sekiz-dokuz madde çıkmaz mı?
(Sh: B-370)
derecede ihtilât ve gezmekten men'edildiğim gibi, bir vâridâtım, bir malım olmamakla
beraber, o köyde benim gibi bir adam çalışacak iş bulamadığımdan ve kimsenin bir
şey'ini de kabul etmemek, bir meslek-i hayatım olduğundan, çektiğim perişaniyet ve
zarar ve ziyanın takdirini müdde-i umumîliğe havale ederek, ya kitaplarımın hepsinin
iadesini, veyahut bu husustaki zarar ve ziyanımın müsebbiblerinden tazminini dâva
ediyorum.
Tetimme: Hükûmetin kanunu, tarikat dersi vermeğe ve nusha yazmağa ve nüfuz
temin etmeğe müsaade etmediği ve ben de bunlarla alâkadar olmadğım ve hükûmet de
yanıma gelen ziyaretçileri hoş görmediği için; bazı adam müteaddid def'a tarikat ve
nusha niyetiyle yanıma gelmek istedi. Ben de hükûmetin kanununa riayet etmek ve
hükûmet memurlarını sebebsiz kuşkulandırmamak için kabul etmeyip reddettim.
Mesmûatıma göre, bu halden muğber olanlar yalan ve asılsız bir surette
isnâdatta bulunmuş. Böyle hükûmetin kanununa riayeten reddettiğim kimseler
5. yüzünden beni böyle sıkıştırmaktan, hilâf-ı kanun hareket etmediğim için, böyle azab
vermek, kanunu dinlememeye mecburiyet vaziyetini veriyorlar mânâsı çıkıyor.
Dokuz senedir dünyevî hayatıma gelen her türlü işkencelere tahammül edip
sabrettim. Sükût ettim. Fakat dünyalarına karışmadığım halde, böyle hayat-ı
uhreviyeme sû'-i kasd suretindeki taarruz karşısında sabrım tükendi. Hakkımı aramak
için ikame-i dâvaya mecbur oldum.
Said Nursî
(Sh: B-371)
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Barlada iken, Hulusi ağabeyimize
gönderdiği bazı mektublar, son zamanlarda eski evlerinin duvarında, teneke kutular
içinde bulunmuş, (vefatımdan sonra Sadakatlı Vârisim) hitabına mazhar, muhterem
Hulûsî ağabeyimizin arzu ve emirleri üzerine Lâhika'ya bu mektublar da ilave
edilmiştir.
Nâşir
279
ب مه س ح نه وا م ش ء ال يسبح بح ده
ِ ِ ِْاسْ ِ ِ ُبْ َا َ ُ َِنْ ِنْ َيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِ َم
َل ّ َ ُ ََيْ ُمْ َ رحْ َ ُ ا ّ وَ َ َ َا ُ ُ َ َ ًا َا ِ ًا
ا سلم عل ك و َ مة ل برك ته ابد د ئم
Aziz âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur'ân'da gayretli arkadaşım ve ders-i esrar-ı
îmanîde zekavetli ve ferasetli talebem.
VE VEFATIMDAN SONRA SADAKATLİ VARİSİM, BİRADERZADEM...
Şimdilik şu çam ağacı üstünde seni hazır ediyorum. Seninle konuşuyorum.
Evvela: Sana geçen mektubta yazdığım şu fıkrayı quot;Der tarîki acz-i mendi lâzım
âmed çâr-ı çiz: Acz-i Mutlak, Fakr-ı Mutlak, Şükr-ü Mutlak, Şevk-i Mutlak ey Azizquot;
Elbette fehmini merak etmişsiniz. İşte Acz ve Fakr sırları, çok Sözlerde bahusus
Yedinci Sözde anlarsınız. quot;Şükr-ü Mutlar sırrı ise, Yirmi Dördüncü Sözün Beşinci
Dalının İkinci Meyvesi güzelce gösterdiği gibi, sâir Sözler dahi, o esas üzerine
gidiyorlar.quot; quot;Şevk-i Mutlakquot; ise Otuzikinci Sözün, İkinci Mevkıfının, Üçüncü
Maksadının rumuzları ve Üçüncü Mevkıfının çok yerlerinde o sır izhar edilmiştir.
Saniyen: Sen ve Hakkı Efendi, beni çok memnun ve mesrur ettiniz ki: Gayet
güzel Otuz İkinci Sözü sen ve Yirmi Dokuzuncu Sözü Hakkı efendi yazdınız. Cenâb-ı
Hak sizlere yazdığınız o risalelerin hurufatı adedince, size Rahmetiyle hasenat yazsın.
(Sh: B-372)
Kardeşlerim, çok güzel yazmışsınız. Yanlışları azdır, fakat Yirmi Dokuzuncu
Sözde hem evvel, sen bana yazdığın ve bu defa da Hakkı efendinin yazdığında, bazı
aynı yerde noksan var, demek nüshanız yanlıştır.
6. Ezcümle İkinci Esasın Onuncu Medarında و ا رب م بظل م ل عب د
ِ َمَ َ ّك َ َ َ ّم ٍ ِلْ َ ِي
bahsinde quot;zâlim, fâcir, gaddar insanlar gayet refah, rahatla ömür geçiriyorlar.quot; Orada şu
fıkra noksandır. quot;Mazlum, müteddeyyin, hüsn-ü hulk sahibi bazı insanlar gayet zahmet
ve zilletle ömrünü geçiriyorlar.
Hem Otuz İkinci Sözün âhirindeki Münacatda وا خ ئ ف ا ت لم ن
ُ ََنَا ال َا ِ ُ َنْ َ ا َ ِي
fıkrasından sonra انمت الج ّاد وانما المسمكينfıkraları noksandır. Hem o Sözün
و
birinci Mevkifının âhirindeki Arabî şiirin َ َ ْ ِ ُ للفاطمر المدائح المبهره او
وتنشد
فتحت بكثرة عيونها المبصر هden sonra şu fıkra geliyor. لتنظر للصانع
... العجائب المنشره او زينب لعيدها اعضائها المخضره الخ
Hem o Sözün İkinci Mevkıfının İkinci Maksadının Hâtimesindeki Haşir
bahsinin âhirinde şöyle yazılmış. quot;Hikmet-i Rabbaniye iktiza etmiş ise, onları yahut
bazılarını dahi yapar.quot; doğrusu şudur ki: quot;Hikmet-i Rabbaniye iktiza etmiş ise, haşir ve
neşr'i insanî ile beraber umum onları dahi yapacak veyahut mühim bazılarını yapar.quot;
Daha bunlar gibi manaya zarar verecek yanlışlar var. Fakat azdır.
Salisen: (İkinci mektup).. O mezkur ve malum talebesinin hediyesine karşı
cevaptan bir parçadırquot; da var.
Beşincisi: ...... (Bana nahoş geliyor) cümlesinden sonra
İşte bu gibi esaslar için insanlardan istiğna ve tevekküle itimad edip ve kanaat
ve iktisad ile amel ediyorum. İşte kardaşım, senin maddi hediyene mukabil, bu sırrımın
keşfi sana manevi bir hediye olsun.
Hem demişsin ki, senin şalvarınla mübadele ediyorum. Benim namıma kime
isterseniz veriniz.
Ey Kardaşım, kabul ettim, elli yamalı bendeki senin şalvarını yine kendime
verdim. Çünkü: Elli yamalı şalvarı beğenecek kendimden başka bulamadım.
(Sh: B-373)
Bu günlerde yanıma Ali Efendi ve Hamza'zâde Muhammed Efendi geldiler.
Dediler Kaidenizi kırmalı quot;Sıddıkınız Hulusi beyin hatırını kırmamalıquot; bende kaidemi
kırdım, senin hatırını kırmadım.
Sair ihvanlara hususan Müftü Efendi ve Şeyh Mustafa ve Semerci Hüseyin ve
Mevlevi Hüseyin ve Maşacı Hacı Hafız ve Müderris Mustafa ve Mülazım Edhem ve
Doktor ve Bekir Sıdkı gibi dostlara selamımı tebliğ et.
Ekseri sana ettiğim hitapta, Hakkı Efendi beraberdir. Ve öyle niyyet ediyorum.
Çünkü: İttifakınız ittihad derecesinde olduğundan, ikiniz bence birsiniz. Onun için, ayrı
birşey yazamadığımdan gücenmesin. Şimdilik Allah'a ısmarladık. Allah'a emanet
olunuz. 22 - Temmuz - 1930
Altıncısı: ....... Eserdekinin aynısıdır.
7. َلْ َا ِى ُ َاْل َا ِى
ا ب ق هو ب ق
Kardaşınız Said Nursî
280
BEŞİNCİ MEKTUB'un (Tamamı)
Sâdık, Hâlis ve Gayyur ve Kahraman Kardeşim Hulûsi Bey;
ِِاسْ ِ ِ َِنْ ِنْ َيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِحمْ ِه
ب مه وا م ش ء ال يسبح ب َ د
ا سلم عل ك ر مة ل و برك ته
ُ ُ َل ّ َ ُ ََيْ ُمْ وَ َحْ َ ُ ا ّ َ َ َ َا
Âhiret Kardeşim: Mi'rac Sözünü güzel bir surette çabuk yazıp bana
gönderdiğinizden, beni o kadar memnun ettin. Eğer bilsen çok memnun olacaksın.
Yalnız derim, Rahmânürrahîmin rahmetinden niyaz ve dua ederim ki, Cenâb-ı Hak
yazdığın o Mi'rac Sözündeki bütün hurufatın adedince ve her bir harfin hesab-ı ebced
ile, bâliğ oldukları adet miktarınca, Mi'rac meyvelerinden ve Şecere-i Tûba
yemişlerinden sana yedirsin.
(Sh: B-374)
Aziz Kardeşim! beni keyiflendirdiniz. Öyle ise, evvelki mektubunda tarikata
dair istediğin bahis hususunda, seninle bir parça konuşacağım, bir parça sohbet
edeceğiz. Belki gayretinizi ziyade edip, benim gibi tenbel bazılarının füturunu izale
edecek.
Evet, Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbani (R.A.)
Mektûbâtında demiş ki: quot;Hakaik-ı îmâniyeden bir mes'elenin inkişâfını, binler ezvak ve
mevâcid ve kerâmâta tercih ederim.quot;
Hem demiş ki: quot;Bütün tarîklerin nokta-i müntehası, hakaik-ı îmâniyenin vuzuh
ve inkişafıdır.quot;
Hem demiş ki: quot;Velâyet üç kısımdır: Biri velâyet-i suğra ki, meşhur velâyettir,
biri velâyet-i vusta, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise; verâset-i nübüvvet
yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır.quot;
Hem demiş ki: quot;Tarîk-ı Nakşîde iki kanad ile sülûk edilir. Yâni: quot;Hakaîk-ı
îmaniyeye sağlam bir sûrette itikad etmek ve feraiz-i dîniyeyi imtisal etmekle olur. Bu
iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez.quot; Öyle ise tarîk-ı Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-ı îmaniyeye
hizmettir ki, İmam-ı Rabbânî de (R.A.) âhir zamanında sülûk etmiştir.
İkincisi: Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyeye tarîkat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb
ayağiyle sülûk etmektir. Birincisi Farz, ikincisi Vâcib, bu üçüncüsü ise, Sünnet
hükmündedir.
8. Madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i
Geylânî (R.A.) ve Şâh-ı Nakşîbend (R.A.) ve İmam-ı Rabbânî (R.A.) gibi zatlar bu
zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini hakaik-ı îmaniyenin ve akâid-i İslâmiyenin
takviyesine sarfedeceklerdi. Çünki: Saadet-i ebediyyenin medârı onlardır. Onlarda
kusur edilse şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir.
(Sh: B-375)
İmansız Cennete gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur.
Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ı
İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile, bâzı
hakaik-ı îmaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk
dakikada o hakaıka çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak elbette kâr-ı
akıl değil...
İşte, Otuzüç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar
hükmediyorlar. Madem hakikat budur; esrâr-ı Kur'âniyeye ait yazılan Sözler, şu
zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümâtın tehâcümâtına mâruz
hey'et-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğrul
bir rehber olduğu îtikadındayım.
quot;Mal Benim değil, ben bir dellalım. Kur'ânı Hâkimin Kudsî mağazasından
aldığım elmasları, evvela nefsime sonra müşterilere gösteriyorum. Benim bahşişim de,
müşteriden bir duadır. Benim perişan vaziyetime bakıp, elimdeki elmasa ehemmiyet
vermemek haksızlıktır. Çünkü elmas benimdir, satıyorum dememişim. Benim gibi
müflis bir adam, büyük elmaslara elbette mâlik değildir. Müşir makamının evamirini
perişan bir nefer, ferik gibi büyüklere tebliğ etse, neferin küçüklüğüne, perişaniyetine
bakıp, elindeki evamire karşı lakayd kalmak, ehemmiyet vermemek elbette yanlıştır.
Fakat benim sû-i hâlim ve yanlış tabiratlarım ve bozuk niyyetlerim ve nefsimin
riyâkârâne desiseleri ile, o elmas misâli hakaiklara kusur gelmiş, noksan olmuş ve
onlara perde olmuş ki, onlara lâyık ehemmiyet vermemeye sebeptir.
Fakat sizler gibi niyeti hâlis kardeşlerimin, ihlas ve duasıyla, inşaallah Cenâb-ı
Hak benim o kusurlarımı afveder. O nurların intişarına sed olmaz.
Bilirsiniz ki: Eğer dalâlet cehaletten gelse izalesi kolaydır. Fakat dalâlet, fenden
ve ilimden gelse izalesi müşkildir. Eski zamanda
(Sh: B-376)
ikinci kısım, binde bir bulunuyorda. Bulunanlardan ancak binden biri irşad ile yola
gelebilirdi. Çünki: Öyleler kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini
bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i'câz-ı Kur'ânın mânevî lemeâtından olan
mâlûm Sözler'i, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.
Fakat maatteessüf benim müşevveş tâbiratım ve sû-i niyâtım bir derece sed
çekiyor. İnşaallah kardeşlerimin duasıyla o mâni zâil olur, o tiryaklar tesirini güzel
gösterirler. Şimdi bir parça başka şeylere dair görüşeceğim.
İstanbul'da mübarek bir dostumdan bir kaç tane, birer nüsha Arabi risalelerim
geldi. İki üç taneyi size gönderdim. Hoşunuza gidersi öbürlerini de sonra gönderirim.
9. Hem benim kardeşim ve burada en evvel talebem Şeyh Mustafa'ya de ki: Senin
kardeşin Said diyor ki: (Biz hem senin duana, hem kalemine muhtaç idik, mâdem
kalem ile hizmet etmiyorsun, ona bedel pek fazla dua etmelisin, çünkü senin duana çok
muhtaçtır.)
Hem de ki: Said diyor; (O hem şeyhdir, hem hâfızdır. Şeyh olduğu için, Mi'rac
Sözü ona lâzım, Hâfız olduğu için, i'câz sözü ona elzem olduğundan, ben demiştim ki:
(Onları kendine yazsın. Tenbellik etti yazmadı. Zararı yok, ona yazılabilir.)
Eğer dese ki: Onlardan daha âla bir şey ile meşgul olmak istiyorum. Deki: (Bir
saat tefekkür çok ibadete mukabildir.) Olan Hadîs-i Şerifi hatırına getir. Şu Sözler
tefekkür, hem en âli tefekkür kısmındandır. Demek en âli bir ibadet hükmündedir.
Bâhusus bir kalem, onları yazsa, her kim ondan istifade etse, kalem sahibinin ondan
hissesi çıkar.
Eğer dese, ben muhtaç değilim, kalbimde aklımda yaralar yoktur. Sen ona deki:
Sen muhtaç olmazsan, sana muhtaç olanlar, muhtaçtırlar. Sana bakan ve seninle
bağlanan avâm-ı müslimîn
(Sh: B-377)
cinnî ve insî şeytanların oklarına hedeftirler. O Sözleri onlara sur yapmazsan, o
hakikatları onların ruhlarına siper ve zırh yapmazsan, onların muhafazası, terbiyesi
mesuliyeti altında kalırsın.
الداعممى والمسممتدعى أخوكممم
الخروى
Eddâi ve'l-müstedî
Ahûkum-ul Uhrevî
Said Nursî
281
DOKUZUNCU MEKTUBUN BAŞ KISMI
ِاسْم ِ ِ َنْم ُسَمّ َ َهُم السّم َ َاتِ السّمبْ ُ َاْ َرْضُم َ َنْم ِي ِنّ َِنْم ِنْم
وم ف ه وا م عول مو ب مه م ت بح ل
َِيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِحمْ ِه
ش ء ال يسبح ب َ د
َِ ََيْ ُ ُ ا ل ّ َ ُ َ ََى َالِ َيْكَ وَ َحْ َ ُ ا ّ َ َ َ َا ُ ُ َى ال ّنْ َا َاْ َ ِ َة
ر مة ل و برك ته ف د ي و لخر و عل كم سلم وعل و د
Gayretli kardeş, hamiyetli arkadaş, kahraman asker, çalışkan talebe, âlicenap
müslüman, hakikatlı mü'min vasfına lâyık biraderzadem.
Senin mektubun beni çok mesrur etti, Senin mübarek iki rü'yan manidardırlar.
Tabirleri içinde görünüyor. Az dikkatle anlaşılır. Belki rüyadan ziyade gördüğün vâkıa,
bir hakikatın temsilidir, tâ'biri pek zâhir olduğu için, tafsil etmiyeceğim. Yalnız bir iki
noktayı ihtar ediyorum.
10. Birisi: İkimize bir beşarettir ki, hizmetimiz makbul oluyor. Livâ-ül Hamd-ül
Muhammedî altında asker kabul edilmişiz. Bize bir bayrak verilmiş. Hizbullahda dahil
olmuşuz ََ َ ِ ّ ِذْبَ ا ِ ُ ُ الْ ُفِْ ُون
ّ ه م م لح ل ال ان ح sırrına mazhar olmuşuz, demektir.
İkinci Nokta: quot;Günde iki defa beni göreceksinquot; şuna işarettir ki: quot;Günde iki defa
seni yanımda hayalen ihzar ediyorum. Sen dahi Yirmi dört saatte iki defa, Sözler
vasıtasıyla Üstadınızla sohbet
(Sh: B-378)
ediniz.quot; demektir. Veyahut, sabahdaki duada, ben seni yanıma, akşamdaki dersde, sen
beni yanına, ihzar ederiz. Günde iki defa görüşürüz.
İkinci rüyan ise: Sana ve müslümanlara büyük bir beşarettir. Ve sarıklılara
ehemmiyetli bir itabdır. Onuncu safta iken, imametin çok manidardır. İnşaallah Cenab-ı
Hak seni, âlî bir mertebe olan İmamlık Mertebesine mazhar eder. Sizi yanımda hazır
edip, sizinle şimdilik bir kaç kelime konuşacağım.
Evvela: Harekatınıza dair bazı şeyleri yazmak va'ad etmiştim. Vakti daha
gelmediğinden şimdilik senin müstakim aklını ve selim kalbini tevkil ediyorum.
Saniyen: Bundan sonraki kısım, Mektubat kitabının Dokuzuncu Mektubunda
aynen vardır.
282
ب مه س ح نه وا م ش ء ال يسبح بح ده
ِ ِ ِْاسْ ِ ِ ُبْ َا َ ُ َِنْ ِنْ َيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِ َم
َل ّ َ ُ ََيْ ُمْ وَ َحْ َ ُ ا ّ َ َ َ َا ُ ُ َ َ ًا َا ِ ًا
ا سلم عل ك ر مة ل و برك ته ابد د ئم
Aziz, Sıddık, Muhlis (Hâşiye) kardeşim ve hizmet-i îmaniyede metin,
hakikatdar arkadaşım!
Evvelâ; sizi nurların neşrinde ve vâizlerin diliyle ders vermenizde ve benim
bedelime, benim borcum olan o memleketimde, nurlarla o hemşerilerime yardım ve
imdat etmekde, rûh-u cânımla tebrik edip, bin bârekallah derim.
Sâniyen: Hadsiz hamd ve şükür ederiz ki, pek az sıkıntı ve zahmetlerle Nurların
pek çok fütuhatı geniş dairelerde tezahür etti ve ediyor. Hususan mekteplerde...
Salisen: orada Nurlarla alakadar yeni arkadaşlarımıza çok selam ve
muvaffakiyetlerine dua ederiz. Ve hususan Hoca Kâsıma selamımla dersiniz:
Risaletünnur medrese mahsulü olmasından
Hâşiye: Gavsın (K.S) Hulusiye, Muhlis nâmını vermesi tam yerindedir.
(Sh: B-379)
herkesten evvel hocalar ona koşmak ve sahip çıkmak lazım iken, geri kalıyorlar ve
mektep muallimleri felsefeye Nurun tokatları için, tenkid etmek değil, belki kemâl-i
takdir ve tasdikle nurlara sarılmaları ve sahip çıkmaları ehemmiyetli bir hadisedir.
İnşaallah Hocalar dahi, yakında kendi mallarına koşacaklar.
َلْ َا ِى ُ َ الْ َا ِى
ا ب ق هو ب ق
11. Kardaşınız Said Nursî
283
ِْاسْ ِ ِ َنْ ُ َ ّ َ َ ُ ال ّ َ َا ُ ال ّبْ ُ َاْلرْ ُ َ َنْ ِي ِ ّ َِنْ ِن
ب مه م تسبح له سمو ت س ع و َ ض وم ف هن وا م
َِيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِحمْ ِه
ش ء ال يسبح ب َ د
ل بعة و
َ ِ َ َ َْل ّ َ ُ ََيْ ُ َا َ ََيْ ُمْ َ ََى ِخْ َا ِ ُمْ ل ِ ّ َا الحسينين ا َر
ا سلم عل كم وعل ك وعل ا و نك سيم
َ مة ل و برك ته
ُ ُ رحْ َ ُ ا ّ َ َ َ َا
Aziz Kardeşim:
Senin mektubun çok hoşuma gitti. Daha bir müddet yakınımda kaldığın için,
Allah'a şükür ediyorum. Bence şu dâr-ı dünyada en kıymettar şey, Sıddık bir dosttur.
Cenâb-ı Hakk'a yüzbin şükür ediyorum ki; sizler tarik-ı Hakda Sıddıkların çoğalmasına
sebebiyet verdiniz.
Madde l: İstanbul'dan eski Said'in tedkikat-ı ilmiye neticesinde, Ulemaca pek
makbul olup, yaldızla tab edilmiş quot;Noktaquot; risalesini bana göndermişler.
Bu def'a dikkatle mütâla ettim. Cenâb-ı Hakk'a şükür ettim ki: Eski Said'in fikr-i
aklıyla ve îman nazarıyla bulduğu hakaiki, Yeni Said keşf-i kalbiyle, zevk ve
vicdanıyla, Kur'ân'dan ahz ettiği Yirmidokuzuncu Söze mutâbık, onu tağyir ve tebdile
lüzum bırakmamış.
Yalnız, Eski Said'in kuvvet-i ilim ve nazar-ı aklıyla göremediği ince noktalar
varki: Yirmidokuzuncu Sözde vardır. Bilhassa haşrin
(Sh: B-380)
âhirinde, remizli kısımda, dünyayı ahirete tebdildeki, makâsıd-ı İlahiyeyi,
Ondokuzuncu Söz göstermiştir. Hem Beka-i Ruh ve Melaike mebhaslarında mühim
yeni noktalar keşfedilmiştir. Nokta risalesinde yoktur. İşte arzunuz varsa, o Noktayı
yadigâr için, size göndereceğim.
Madde 2: Otuz İkinci Sözün, İkinci Mevkıfında, Üçüncü Maksadı sekiz, on
def'a okudum. Okudukça benim fazlaca hoşuma gidiyor. Anlaşılıyor ki: Ondaki
hakikatlara ruhlar çok muhtaçtır. Fıtraten benim ruhuma çok yakın ve münasib olan
ruhunuz dahi, belki ondan hoşlanır, haber veriyorum.
Hem de senin ile Hakkı Efendi ve bütün Sözleri tamamen dinliyenlerden sual
ediyorum ki: Sözlerde ibare kusurları müstesna olmakla beraber, içindeki hakikatlar
cerh edilebilir mi? Veyahut lüzumsuz şeyler, içinde var mı? Veyahut bazılarının izharı
umuma zarar verir mi? Hem onları dinliyenler îmanını tamamen kurtarabilir mi? Hem o
hakaikle, Avrupa ehl-i dalaletine meydan okunabilir mi? Bunları soruyorum. Çünki siz,
o hakikatları bilerek iki def'a mütalaa ettiniz. O nurlu kalbinizin şehadeti bence cerh
edilmez.
12. Madde 3: Madem lâyık insanlara Onuncu Sözleri veriyorsunuz. Kendime
mahsus cildlettiğim bazı nüshalar kalmış, on tanesini sana gönderiyorum. Lâyık
gördüğün zevata veribilirsin.
Madde 4: Otuz İkinci Sözün üç mevkıfını, çok güzel yazmışsınız, Merhum
Abdurrahman'ı bana unutturdunuz.
ج َاكَم ا ُّ َي ًا ك ِي ًا
َ ز ل خ ْ ر َث ر Kitabın cildini güzelce yapan Ahmet Kâzım'ı,
Cenâb-ı Hak dareynde mes'ud etsin.
Madde 5: Şeyh Mustafa'yı bu defa iyi gördüm. İnşallah sadakatda devam eder.
Doktora selam ederim. Yeni dostunuz olan Mülazım Niyazi'ye tarafımdan selam
söyleyiniz. Senin beğendiğini ben de beğeniyorum. Mustantık İsmail Hakkı Efendilere
selam et. Pederine benim tarafımdan selamımı yazsın ve keyfini sual etsin. Başkatip
Bekir Sıdkı ve Müdde-i Umumi Şükrü Efendi'ye selam ediyorum.
(Sh: B-381)
Bir vâsıta ile Kaymakama selamımı tebliğ edip, diyesiniz ki: İstirahat-ı
Ruhiyeye pek çok muhtaç olduğum, bu üç senede Cenâb-ı Hak şu Kaymakamı zâhirî
bir vasıta yaptığı için, Cenâb-ı Hakk'a şükür ederim. Ve Kaymakama da dua ediyorum.
Cenâb-ı Hak onu muvaffak etsin, istikamet ihsan etsin. O çok defa hatırıma gelecek.
Ben gitmedim, benim yerime dostum bizim tarafa tahvil etmiş gidiyor. Allah hayırlı
selamet versin.
Madde 6: Kardeşimiz Abdulmecid, aldığı Sözlerden pek çok memnun olmuştur.
Yeniden bir kısmını daha sizlere göndereceğim. Gayet emniyetli bir surette, ona
gönderiniz. Ona gönderilen Sözler, binler adamlara gönderilmiş gibidir. Çünkü: O da
ikinci bir Hulûsidir. Hem de gayet yüksek bir âlimdir. O havaliye neşreder.
َلْ َا ِى ُ َ الْ َا ِى
ا ب ق هو ب ق
Kardeşiniz
Said Nursî
284
HAKKI EFENDİ VE HULUSİ BEY'E
ِِاسْ ِ ِ َِنْ ِنْ َيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِحمْ ِه
ب مه وا م ش ء ال يسبح ب َ د
َل ّ َ ُ ََيْ ُمْ وَ َحْ َ ُ ا ّ َ َ َ َا ُ ُ ِى ال ّنْ َا َا َ ِ َ ِ َا ِ ًا َ َ ًا
ا سلم عل ك ر مة ل و برك ته ف د ي و لخرة د ئم ابد
Âhiret Kardeşlerim, ve Hizmet-i Kur'ân'da arkadaşlarım ve Beyan-ı Envâr-ı
Kur'âniyede vârislerim, ve Rahmet-i İlahîyenin bana verdiği kıymetdar medar-ı
tesellilerim ve Esrar-ı Kur'ân'ın beyanında muhataplarım Hakkı Efendi ve Hulusi Bey.
Cenâb-ı Hak size ve bize, tarik-ı Hakda istikamet ve ihlas ihsan etsin.
Kardeşlerim, size Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfını gönderdim. İkinci
Mevkıfın, Üçüncü Maksadının, İkinci Noktası fazla inbisat ettiği için, Üçüncü Mevkıf
13. ismini aldı. Üç nokta daha yazılmadan kaldı, fakat ben çok yoruldum, onun için bir kaç
ay sonra, tevfık refik olsa belki yazılacaktır.
(Sh: B-382)
Siz de çok yoruldunuz. Çünkü, ikiniz ikiyüz talebeye mukabil olarak bana ihsan
edilmişsiniz. Öyle ise, ikiyüz talebe vazifesi görüyoruz deyip iftihar ediniz ve
şükrediniz.
Yorgunluk vesair rahatsızlıklar, yazdığım şeylerde kusur ve müşevveşiyete
sebebiyet veriyor. Sizlerin nazarlarınızı mihenk kabul ediyorum. Tashih ve tadilde
mezunsunuz. Size lâtife olarak bir şey hikaye edeceğim. Tâ siz o hikayeyi başka
taraftan işittiğinizde, ciddi telakki edip, müteessir olmayasınız.
O hikaye de şudur: Benim hiç ender hiç olan şahsım ve pek çok ayıplı ve
kusurlu olan nefsim hakkında, biri çıkmış köylerde, Isparta'da hatta yedi, sekiz gün
Nis'te oturup propaganda yapmıştır. Ben bundan memnunum, çünkü ayıplarımı
söyleyen, bana iyilik eder, beni ucup ve riyadan kurtarır.
Fakat o Senirkentli Rahmi efendi denilen adam, saf bir adamdır. Ben ona ettiği
gıybetleri helal ediyorum. Siz de şâhid olunuz. Mâdem o kendi hesabına yapmıyor, ya
ehl-i tarıkatın rekabetine alet olmuş, güz mevsiminde Seydişehirli bir dervişle beraber,
Isparta'ya Eğridir'e geldikten sonra, bu tarzda harekete başlamış. Yoksa evvelce çok
dost idi.
Halbuki Ehl-i tarikatın rekabeti, benim gibi kendini hiç ender hiç bilen ve iddia-
i kemalden şiddetle teberri eden ve medihten nefret edip kaçan ve ehl-i tarikatın
duasına kendisini muhtaç bilen, bîçare şahsıma karşı rekabet etmek pek manasızdır.
Veyahut ihtiyacım olmadığı için, insanlardan istiğna ettiğimden, ehl-i cerre sed
çekiyor, telakki edildi, propaganda ediliyor. Bu da haksız ve manasızdır. Çünkü,
çendan ben kabul etmiyorum. Fakat ehl-i dinin muhtaçlarına sadaka ve zekat
verilmesini tavsiye ediyorum. فا تول فق ح بى ل ل ال ال ه عل ه
ِ َِْ نْ َ َّوْ َ ُلْ َ سْ ِ َ ا ُّ َ َِ هَ ِ ّ ُوَ ََي
توك ت
ُ َْ َ ّل
عظ م
ِ َ ُوَ ر ّ الْ َرْشِ الْ َ ِي
وه َب ع
ل
ّ ا ب ق ا مح ب ف
ِ َلْ َا ِى َلْ ُ ِ ّ ِى ا
Kardeşiniz
Said
(Sh: B-383)
285
ÂHİRET KARDEŞİM HULUSİ BEYE:
ِِاسْ ِ ِ َِنْ ِنْ َيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِحمْ ِه
ب مه وا م ش ء ال يسبح ب َ د
ا سلم عل ك و ر مة ل َرك ته
ُ ُ َل ّ َ ُ ََيْ ُمْ َ َحْ َ ُ ا ّ وَ ب َ َا
14. Sizin gibi, hakiki kardeşlerimle uzaklığın alameti olan mükâtebe âdetim değil,
çünki manen beraberiz. Merak ettiğin mes'elelerin cevabı da, sizin yanınızdaki
Sözler'de vardır. Cenâb-ı Hakk'a Hamd ve Şükür ediyorum ki, sizler gibi Sâdık bazı
kardeş, talebeleri bana vermiştir. Onlara nâfi olacak hakikatları, elbette sualinden evvel
yetiştirmek vazifemdir.
Beyan ettiğiniz bazı meselelerin bir kısmı, uzun bir bahis ister. Vakit de müsait
değil. Yalnız şu kadar size derim ki: Vazifem kendi ihtiyarımla değildir. Ben insanları
unutup, nefsime müteveccih olmak için, bir haletdeyken ihtiyarım olmadan, bildiğiniz
gibi istihdam olunuyorum. İnşaallah o hizmet nâfi olur. Şu zamanda îmanı kurtarmak
ve kemal-ı imanı kazanmak ve Sünnet-i Seniyeye ittiba zamanıdır.
Tarikatların esası olan azîmet ve takva şu kesretli bid'atlar içinde yapmak pek
müşkildir. Hem tarikatda; şu zamanda en eslemi Yirmi Altıncı Sözün âhirlerinde bir
nebze yazılmıştır. Zannımca İmam-ı Rabbani gibi zatlar, şimde bulunsaydı, bütün
kuvvetleriyle Erkan-ı İmanın ve Esasat-ı İslamiyenin takviyesine çalışacaklardı.
İnşaallah başka vakit, daha tafsilatı işiteceksin. Vakit müsaade etmiyor. Şimdi
size Mirac'a dair bir Söz yazıldı, arzu ettiğiniz için. Yoksa ben hasta idim, halim müsait
değildi. Güzel, dikkatle okuyunuz, sonra nasıl bulduğunuzu bana yazınız. Çünkü pek
süratle müsvedde haletinde yazılmış, size gönderilmiştir.
Hem Hakkı efendiye, Şeyh Mustafa Efendi, Hüseyin Efendiye selam ve dua
ederim. Dualarını da isterim. Hakkı efendiye de söyleyiniz ki: Yangın hadisesine merak
etmesin çünkü: Onun
(Sh: B-384)
gibilerin harik ile zâyi olan malı, sadaka hükmündedir. Bâki Hüdaya, emanet olunuz.
Eddai
Âhiret Kardeşiniz
Said Nursî
286
ِِاسْ ِ ِ َِنْ ِنْ َيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِحمْ ِه
ب مه وا م ش ء ال يسبح ب َ د
َِل ّ َ ُ ََيْ ُمْ َ َحْ َ ُ ا ّ وَ ب َ َا ُ ُ ِى ال ّنْ َا َا َ ِ َة
ا سلم عل ك و ر مة ل َرك ته ف د ي و لخر
Aziz, Sıddık, Ciddi, Hakikatlı Kardeşim:
Size Yirmi Sekizinci Mektubun İkinci, Üçüncü Meselesini de gönderdim.
Rü'yanın tâbiri Birinci Mes'eledir. O üç mes'eleyi nasıl telakki edeceğinizi, merak
ediyorum.
Hem Sabri'nin bana yazdığı hususi bir mektubunu size gönderiyorum.
Maksadım da, o zâtın samimi tevazzuunu ve sana karşı hâlis uhuvvetini göstermek
içindir.
15. Şu İkinci, Üçüncü Mes'eleyi de o kendi hattıyla size yazdı. Hatta Yirmi Altıncı
Mektubu, kendi nüshasını size göndermek istiyordu, ben bırakmadım. O seni kendi
nefsine tercih ediyor.
Elhamdulillah bu havalide çok Sabriler zuhura başladılar, fakat yaz mevsimi
dünya çırşısıdır, gaflet meydanıdır. Atalet, fütur veriyor. Şuhûr-u Selase takarrub
ettikçe, âhiret çarşısı faaliyete başlar. Onun için oradaki fütur, sana yeis ve futur
vermesin.
Başta vâlideyniniz ve Fethi Bey olarak, Sözlerle alakadar umum dostlara selam
ve dua ediyoruz. Başta Sabri, bütün kardeşleriniz de, selam ederler.
(HULUSİ BEY'E GİDECEK)
َلْ َا َى ُ َ الْ َا ِى
ا ب ق هو ب ق
Kardeşiniz
Said Nursî
(Sh: B-385)
287
ِِاسْ ِ ِ َِنْ ِنْ َيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِحمْ ِه
ب مه وا م ش ء ال يسبح ب َ د
ا سلم عل ك ر مة ل و برك ته
ُ ُ َل ّ َ ُ ََيْ ُمْ وَ َحْ َ ُ ا ّ َ َ َ َا
Aziz, Sıddık, Muhlis Kardeşim.
Sana Yirmi Altıncı Mektubun dört mebhasını birden gönderdim. Kendi
nüshamdır. Sen benden ziyade layıksın. Seninki kayboldu, benimki onun yerine geçsin.
Fakat müsvedde halindedir, kusura bakma.
Kardeşim, bâzı dakika olur ki: Az amel çok sayılır, bir neferin müdhiş bir
zamanda bir saat nöbeti, bir sene hükmünde olduğu gibi, inşaallah Hulusinin de nurlara
nöbetdarlık saatleri o nevidendir.
Mâşâallah, Hakkı Efendinin yerinde orada bir Fethi Beyi buldun. İş kemmiyetde
değil keyfiyete bakılır. Bazan bir yüze mukabildir.
Hem kardeşim, Kurban Bayramından tâ Şuhur-u Selaseye kadar, dünya o zaman
atalette gafletiyle, derd-i maişet belasıyla insanları sersem ediyor. O müddet zarfında
fütur ve lakaydlık her halde olacak. Az bir hizmet de yazda çoktur.
Hem bilirsin ki, insanın terakkiyatı şeytanlarla mücahededen ileri gelir.
Mücahede olmazsa terakkiyat olmaz. Sana hücum edenler ne kadar çoğalsa, sana o
kadar kârdır. Zâten biz neticeyle mükellef değiliz, hizmetle mükellefiz. Netice ve
muvaffakiyet ise, Cenâb-ı Hakk'ın işidir. Onun işine karışmamalıyız.
Başta Fethi Bey, Sözlerle alakadar olanlara selam ve dua ederiz. Başda Sabri,
bütün kardeşler size selam ve dua ederler. Peder ve validelerinize selam ve dua ederim
ve dualarını isterim.
َلْ َا َى ُ َ الْ َا ِى
ا ب ق هو ب ق
Kardeşiniz
16. Said Nursî
Kardaşım, orada bir vakit dehşetli ameliyat icra edildiğinden, oradaki insanlarda
bir korkaklık vermiş, onların füturundan mey'us olma. (Size müjde) bir ay evvel bir
şehirde, birden on bir yerde, kemal-i iştiyakla Sözleri yazmaya başladılar. Gittikçe
Sözlerin Nâşirleri çoğalıyor. (Bu kısım Üstad hazretlerinin kendi el yazılarıyladır.
(Nâşir)
(Sh: B-386)
288
Ehli Hak, yalnız hak için bahse girişmeli. Hak için bahse girişen izhar-ı fazl
etmez. Yalnız Hakkı arar. Hak hangi tarafta olursa olsun, kemal-ı şevk ile alır. Hatta
hak, hasım tarafında olsa, hâlis bir hakperest daha ziyade sever. Çünki, istifade eder.
Eğer hak onun sözünde olsa, bir istifadesi olmaz. Gurura girmek de ihtimali var. Fakat
hasmın elinden çıksa, hem istifade eder. Hem teslimiyyetle hakka inkiyadını gösterir.
Bir fazilet dahi kazanır.
Hakikat böyle iken, maatteessüf ehl-i hakda ve ulemada hakperestlik nâmı
altında, nefis perestlik işe çok karışıyor.
En mühim ve kudsî bir mes'eleyi, satranç oyunu gibi izhar-ı fazl yolunda ve
müzakere-i ilmiyeyi, münakaşa derecesine çıkarılıp, onunla oynuyorlar. Her iki taraf
kendini haklı zanneder. Her iki taraf, madem münakaşa suretini alıyor, haksızdırlar.
Zaten kemmiyeten az olan ehl-i dalalet, kesretli olan ehl-i hakkın şu hâlinden
istifade ederek, mağlup edip, perişan ediyorlar.
Hem münakaşacı iki kısım, o mes'elede hakkı göremezler. Çünkü: Nazar-ı insaf
ile bakılmadığı için, tenkid nazarı hasmının yalnız çürük taraflarını ve taraftarlık
cihetiyle kendi nefsinin yalnız iyilik tarafını görür, iyiliklerini onun çürükleriyle
müvazene eder. Elbette bu nazar hakkı göremez, görsede tanımaz.
Said Nursî
289
(Acele yazıldı kusurumu affediniz. Efendim.)
Pek Muhterem Üstadım Efendim Hazretleri
Yirmi Yedinci Mektubu bilistinsah Huzur-u Ekremiye takdim ediyorum. Fakat
takdir ve hitabe-i fâzılânelerine lâyık olmayan bu abd-i pür kusur ve âciz hakkında, şu
mektubatın mukaddemesinde kemal-i hararetle ve pek müşfikane mütaleat ve ulvi
beyanat serdiyle, müşfik
(Sh: B-387)
bir vâlideden daha eşfak bir Üstad-ı bînazîr ve mesîl bulunduğunuz, her zamanki
ma'ruzatımı isbata bâriz bir delildir.
İkinci Üstadım olan Muhterem Hulûsi Bey Efendinin, her sözleri nurlu ve
hakikatlı ve vûzuhlu ve hakîmâne kaleme alması, hakiki üstada has bir talebe
bulunduklarını, her türlüsüyle isbat etmektedir.
17. Ezcümle: Felaketzede bir dostuna yazdıkları ve mektubatın nihayet kısmına
dercedilen mânevî teselliyet ve tarziyenamede ne büyük hakikatları feth ediyorlar ve ne
bitmez, tükenmez vesayây-ı hakîmâneyi izhar ediyorlar. Ve ne tam manasıyla nur
fabrikasının metalarını değeriyle alıp, hakkıyle ve lâyıkıyle satıyorlar. Çok istifade
ettim. Allah birinci ve ikinci üstadlarımdan çok râzı olsun.
El hâsıl quot;Bârika-i hakikat, müsademe-i efkardan çıkarquot; mefhumunca hakkıyla,
tamamıyle, lâyıkıyle sena edemediğim Nur Risaleleri, bir çok ihvanı tahrik ve îkaz etti.
Onlar da quot;Hazâin-ül-Envarquot; dan alıp saçmakta oldukları parlak hakikatlar ve nûranî
mebhaslar ve çok ticaretli işler ve hoş manzaralı sahalar göstererek, terakkiyatı
maneviye ve tealiyat-ı uhreviye cihetinde, hatta mahkum-u mevt derecesinde
bulunanlara gıpta-bahş bir hayat verdiği meşhud olup, şu hal ise, binnetice gafletten
ayılarak, ebvab-ı irşadı çalmağa yegane vesile bulunduğu cihetle, Zât-ı fâzılânelerine ne
kadar arz-ı şükran ve minnettar edilse, gine hakkıyla vazifemizi ifa etmiş olamayız.
Geçen hafta Asaf Beyle görüştüm, çok selam ve hürmetlerini arz ederek,
ellerinizi öpüyorlar. Ruhen Hulûsi Beye yakın bir vaziyetde olduklarını hissediyorum.
Doktor keza el ve eteklerinizi öper, teveccühâtınızın bekasını istirham eder.
Şimdi Yirmi Dördüncü Sözü okuyor ve bana birden dokuza ve onbirden yirmiye kadar
olan sözleri getirmemi diliyor. Tedric, tedric hepsini veriyorum. Şimdi bizim Zekai'nin
mektubunu aldım, efendimize ait olanı takdim ediyorum. Ve müsaadenizle şu arzumu
da yazıyorum.
Bendeniz diyorum ki: Hulûsi Beye Halef olmaya lâyık Zekai'dir. Zihni açıktır,
zekidir, gençtir, her türlüsüyle has talebeliğe lâyıktır.
(Sh: B-388)
Şu dâvamı da hat ve hareketiyle mektubu isbata kâfidir. Bakayım Efendimiz ne
buyuracaksınız. Mahsus dest ve dâmen-i muallalarını öper ve teveccühât-ı
kerimanelerini dilerim. Sefer-ül hayr 1351 Pürkusur ve âciz, her an himmet ve duânıza
muhtaç talebeniz
(Hulusi Sâni) Sabri
Hulusi Beyden gelen ve mumaileyhe gönderilecek olan, iki kıta mektupları da henüz
aldım. Gelen çok hoş, giden daha hoş, ne kadar hoş desem, o kadar hoş.
Efendim, bu fabrikanın hizmetine, ameleliğine doyulur mu? Usanılır mı? Âh..
ne yapayım ki, elim kısa fazla ilerlemeye vüs'atim yok.
Yirmi Yedinci Mektuba derci emir buyurulan, Muhterem Hulûsi Bey Efendinin
elmas ayar sözlerini seve seve ve ruhumu şenlendire şenlendire geçirdim.
İkinci Üstadımı da ne kadar sena etsem hakdır ve layıkdır. Şimdi Eğirdir'e
gidiyorum. Emirlerinizi ifa edip, avdetimde müşahedâtımı yine arz ederim Efendim..
Bilhassa Hâk-ı pâyi fâzılânelerine yüzümü sürer, da'vât-ı hayriyelerini istirham
eylerim Efendim...
18. S.H. Sâni
290
ALVARLI MUHAMMED LUTF خEFENDİNİN MEKTUBUDUR
َِل ّ َ ُ ََيْ ُمْ وَ َحْ َ ُ ا ّ َا َ ِى ِى ا ِ َ َ ّكَ ا ُ ِى ال ّا َيْن
ّ ف در ا سلم عل ك ر مة ل ي أخ ف ّ اعز ل
ل
ل
ّ ّ م ت لب م
ِ َعْ َكَ ا ُ َا َطُْ ُ ِنَ ا
ا ط ل
Dest-gîr'in dâreynde, Hazreti Allah ola
Pîşrevin Nûr-i hüdâ, feyz-i Resûlullah ola.
Haza min fadl-ı Rabbi ( ) َ َا ِنْ َضْلِ ِ ّى
رب هذ م ف
Bediüzzaman nâmıyla teşehhür eden, zâtı âl-i kadrin, himmet-i merhametlerini
hakk-ı âcizânemde celb etmeniz, dünya ve mâfiha değer.
(Sh: B-389)
Yâdigâr-ı Fahr-i Âlemdir o zat, bu ümmete,
Nâil ettin dû dîdem sen bizi, bu himmete,
Kaddesallahu sirrehu ve ahsenehu birrehu
Bu meydân-ı hidayette nice bir şîr-i ner var
O zât-ı âli kadr-veş bize bugün siper var.
Cenâb-ı Zülkerem, O zât-ı Muhteremin ömr-i zî saadetlerini bu Ümmet-i
Muhammed'e sâyebân olması için, lütuf-u keremiyle uzun ömürle muammer buyursun
ve sizler gibi bir yâr-ı Sâdıkın sıdk-ı sadâkatini müzdâd ederek, o Zâtın feyzinden
istifade etmeye müyesser buyursun, âmin!
Yâr-ı vefâdarım, muhabbet-i iktisârım Hulusi Bey!
Baddesselam veddua:
Cümle ihvan-ı îmaniyle beraber cânâ seni dilşâd ede, Hazret-i hak nur-ı basar.
Bu tarafta olan ihvân-ı din, sizin selamınızı müteşekkirâne aldıkları gibi, o zât-ı
âli kadrin de göndermiş olduğu merhamet-i selamlarını can beraberi kabul etmişlerdir.
Muhammed Lütfî, (Rahmetullahi Aleyh)
291
ALVARLI MUHAMMED LUTF خEFENDİNİN MEKTUBUDUR
ا سلم عل ك و ر مة ل تع و برك ته
ُ ُ َل ّ َ ُ ََيْ ُمْ َ َحْ َ ُ ا ّ َ َالى َ َ َ َا
Hâlde hâldâşım, yolda yoldaşım, dinde kardaşım Muhammed Hulusi Efendi Kardaşım!
Hamden lillah, Nur-u tevhid, yâr-ı gârındır senin
Nur-u tevhid, nur-u didem, dilde yarındır senin.
Rahm-i Rahmân ez-ezel tâ be-ebed İhsân-ı Hak.
Mahza fadlından, Hüdaya bâki vârındır senin.
Bir Kerimdir, bir Rahimdir, Bir Hakîmdir Zülcelal,
19. Kerem-i fadl-ı ilâhî, yâr-ı ğârındır senin.
Nice hamd etmek gerektir, Lütfî'yâ bu nimete.
(Sh: B-390)
Ğübâr-ı kadem-i cânân müşkbârındır senin.
Biinayetillâhi teâla meyân-ı Ümmet-i Muhammed'de Şem'a-i hidayet nurunu
füruzân eden bir Zât-ı âli kadrın huzur-u saadetine nâmı kemteranemi tahrir ile,
tezekkürde bulunduğunuz ve bize hüsn-ü himmetlerini celb ve selamlarını tebliğiniz,
kıymet-i dünya ve mâfihâ olan eşyadan değerlidir. Ol zât-ı âli kadrin himmetlerini
istirhamda, bir bende-i âciz ve bir müznib-i kemterim. Ol babda himmetlerine havale.
Esselam ey şem'a-i nûr-u hidayet Esselam
Esselam ey matla-i mihr-i saadet Esselam.
Gülbin-i tevhidde gonca-i hemrâh,
Muhammed Hulûsi Efendi Kardaş,
Nur-u tevhid ise, dilde dilârâ,
Bir Hak nüma zâta olmuşsun yoldaş,
Tuttuğun dâmeni elden bırakma,
İlm-i Ledundan olmuşsun sırdaş,
Kerem-i Kerîme bu mazhariyet,
Bir kadr-i vâlâya olduğun haldaş,
Hamd eyle Mevlaya rû-ber-zemin ol,
Nâ ehle esrarı eyleme sen fâş,
Muhammed Lutfi (R.A.)
Envâr-ı dûdidem, birâder-i bergüzidem
Muhammed Hulusi Efendi kardaş!
Badesselam veddua e'azzeke-llâhu fiddareyn
Haste dilânın derdine derman eder Allah.
Allah diyenin affına ferman eder Allah.
Her kimki der-i dergâh-ı İlâhide sâil
Sıdk ile yapışanlara ihsan eder Allah.
Âşık ile ma'şûk bâzârı bizlere mektum,
İsmaili suretâ kurbân eder, Allah.
Hafîz ism-i şerifine olan mazhar efendinâ
Kerem-i Kerîmi gözle, açar hurşidveş (Haşiye l) mânâ
Bu kanun-u ezelîdir, belâ ehl-i velayete
Olup âşık-ı bela, âhir olur bir gonca-i rânâ
Hüda dostlarını dâim belaya müptela eyler.
Belanın âhiri baldır, Hayat-ı ebedî cânâ
Bela ile bulan buldu Velayı (Haşiye 2) her dü âlemde.
(Hâşiye l) Hurşid veş-güneş gibi
(Hâşiye 2) Vela'- Şer'an aşkdan ve dostluktan hâsıl olan karabet-i hükmiye
(Sh: B-391)
292
20. ِاسْ ِ ِ ُبْ َا َ ُ َل ّ َ ُ ََيْ ُمْ وَ َحْ َ ُ ا ّ َ َ َ َا ُ ُ َبْ ًا َا ِ ًا
ب مه س ح نه ا سلم عل ك ر مة ل و برك ته ا د د ئم
Aziz, Sıddık ve Faal Ağabeyimiz Hulûsi Bey
Mübarek mektubunuzu aldığımız aynı anda: Üstadımız hasta olduğu halde,
hilâf-ı adet olarak, odamıza gelip mektubunuzu okudu. Ruhu ferahladı ve dedi ki:
Hulûsi her sabah benim yanımdadır. Nasılki Emirdağı'nda yirmi sene sonra
görüştüğümüz vakit, yirmi gün evvel görüşmüş gibi, yakınlık hissetmiştim. Şimdi de,
on gün evvel görüşmüşüz gibi geldi.
Mâşâallah eski zamanda kahramanca hizmet yapan Hulûsi Bey, aynı hizmetine
devam ediyor. Onun bu seyahatını, ben yapmışım gibi kabul ediyorum. Ben Eskişehir'e
gelmek istiyordum. Hulûsi benim bedelime gitmiş.
Şimdi iki, üç mühim meselemiz var, eğer bu olmasaydı, ya Hulûsi'yi yanıma
çağıracaktım. Veya ben onun yanına Urfa, Diyarıbekir havalisine gidecektim. İnşaallah
bu ziyareti kaza edeceğiz, dedi.
Üstadımız hem size, hem oradaki kardeşlerimize çok selam ve dualar edip,
dualarınızı istiyor. Biz de çok selam ve hürmetler eder, dualarınızı bekleriz.
َلْ َا ِى ُ َ الْ َا ِى
ا ب ق هو ب ق
Kardeşleriniz
Ceylan-Bayram-Zübeyr
BUNDAN SONRAKİ KISIM HAZRET-İ ÜSTADIN KASTAMONU
VE EMİRDAĞ HAYATINDA İKEN YAZILAN VE EL YAZMA NÜSHALARDA
BİZZAT KENDİLERİ TARAFINDAN BARLA LAHİKASI'NIN SONUNA DERC
EDİLEN MEKTUBLARDIR.
293
(Risale-i Nur'un fa'al bir şâkirdi olan, Ahmet Nazif Çelebi'nin bir istihrâcıdır ve
bir fıkrasıdır.)
(Bunu, hem Birinci Şuâ'nın otuz ikinci âyeti olarak ve hem Yirmi Yedinci
Mektubun fıkralarında kaydetmek münâsib görüldü.)
O kendisi diyor: quot;Gelen âyetleri hâfızdan dinledim.quot;
(Sh: B-392)
ب ْ م ل ر من ر ح م
ِ ِس ِ ا ِّ ال ّحْ َ ِ ال ّ ِي
ً. َآَ ّ َا اّ ِينَ َ َ ُوا اذْ ُ ُوا ا َّ ِكْ ًا َ ِي ًا . َ َ ّ ُو ُ ُكْ َ ً ََ ِيل
ي ايه لذ امن كر ل ذ ر كث ر وسبح ه ب رة واص
ُِوَ اّ ِى ُصَمّى ََيْ ُمْم َ ََ ِ َ ُهُم ِ ُخْ ِ َ ُمْم ِنَم ال ُّ َاتِم َِى ال ّور
ال ن ه لذ ي ل عل ك وملئكت لي رجك م ظلم
َ َانَم بِا لْ ُؤْ ِ ِينَم َ ِيمًا . َ ِ ّ ُ ُمْم َوْمَم َلْ َوْ َهُم سَمل ٌ ََ َ ّ َ ُمْم َجْ ً ا
َم واعد له ا ر تحيته ي ي ق ن م من رح وك
َ ِيمًا . يَآ َ ّهَا ال ّ ِيّ ِ ّآم َرْسَلْ َا َ َا ِ ًا َ ُ َ ّ ًا َ َ ِي ًا . َ َا ِيًا
اي نب ان ا م ن ك ش هد ومبشر ونذ ر ود ع كر
21. ِّ َِى ا ِّ ِِذْ ِهمِ َسِ َا ًا ُ ِي ًا . َ َ ّ ِ الْ ُؤْ ِ ِينمَ بَنّ َ ُممْ ِنَ ا
ِا له م م ل ال ل با ن و مر ج من ر وبشر م من
َضْلً َ ِي ًا
كب ر ف
(Sûre-i Ahzâb, 422-423. sahifeler, âyet: 41-47)
Bu âyetlerde Risale-i Nur'a îma ve remz ve belki işâret var, diye hissettim.
Evet, mâdem bu âyet gibi vazife-i Risalet ve dâvete bakan âyetler, her asra
bakıyorlar ve her asırda efratları ve mâsadakları var..
Ve mâdem bu âyetlerde, Resûl-i Ekrem (A.S.M.)'e verilen sıfatlar ve ünvanlar
her zamanda cereyanı ve her bir asırda hükmetmek haysiyetiyle ve ünvanların altında,
mânâ-yı remziyle Risale-i Nur gibi, o vezifeyi yerine getiren eserler ve zâtlar; bu gibi
âyâtın dâire-i şümûllerine girmeleri, Kur'ândaki i'câz-ı mânevîsinin şe'nidir.. belki
muktezâsıdır ve lâzımıdır.
Mâdem Risale-i Nur, bu acîb asırda, müstesna bir sûrette ve âyetin işâret ettiği
vazifeyi yapıyor ve mânâsının dâire-i külliyesinde bir ferdidir. Elbette müteaddit
emâreler ve gizli karineler ile diyebiliriz ki, bu âyette dahi, Birinci Şuâ'nın sâir otuz bir
adet âyetleri gibi, Risale-i Nur'a mânâ-yı işâriyle bakar.
Şöyle ki:
ِ ُخْ ِ َ ُم مْ ِن مَ ال ُّ َات مِ َِى ال ّو ِ َ َان َ بِا لْ ُؤْ ِ ِين َ َ ِيمًا
ال ن ر وك م م من م رح لي رجك م ظلم
cümlesi, mânâ-yı işârîsiyle diyor: quot;Bin üçyüz yetmişe kadar tecâvüz eden en karanlık
bir zulüm, en karanlık bir zulmetten sizi, ey ehl-i îman vel-Kur'ân, Kur'ândan gelen
nurlara ve îmanın ışıklarına
(Sh: B-393)
çıkaran ve isminde Nur ve mânâsında rahîmiyet bulunan ve ism-i Nur ve ism-i
Rahîm'in mazharı olan, bir lem'a-i Kur'âniyeye ve bu asrımıza bakıp îmâ ediyor.
Mânâ mutabakatından başka, bir emâre ve karinesi, budur ki:
َِى ال ّورِ َ َانم بِا لْ ُؤْ ِ ِينم َ ِيمًا
ال ن وك َ م من َ رح fıkrasının (şedde ve tenvin sayılır)
makam-ı cifrîsi, dokuz yüz kırk yedi edip, Risaletü'n-Nur isminin makamı olan, dokuz
yüz kırk yedi adedine tam tamına tevafuk ediyor.
ِ ّآ َرْ َلْ َاكَ َا ِ ًا َ ُ َ ّ ًا
ان ا س ن ش هد ومبشر cümlesi, şeddeler sayılmaz ve âhirde tenvin
vakftır, (elif sayılır) makam-ı cifrîsi ki, bin üç yüz yirmi üç tarihini gösterir. O tarihte,
merkez-i hilâfette, dehşetli bir inkılâbın mebde'-i infilâki içinde, ye'se düşen ehl-i îmana
müjde verip, İslâmiyetin hakkaniyetine ve kuvvetine kuvvetli şehâdet eden ve verâset-i
Nübüvvet noktasında dâvette bulunan hakikî bir şâhide işâret eder. َ َ ِي ًا َ َا ِيًا
ونذ ر ود ع
ِّ َِى ا
ال ل cümlesi, (Hâşiye:l) (tenvinler) vakf olmadığından sayılırlar. Makam-ı cifrîsi,
bin ikiyüz elli altı tarihini göstermekle, bu asırda ve bu zamandaki İslâmiyetin
inhisafını, bir asır evvel ihzar eden mukaddematına bakarak ِّ َ َا ِيًا َِى ا
ود ع ال ل
kelimesi yüz doksan bir (191) ederek, Risale-i Nur'un bir hakikî ismi olan,
22. Bediüzzama'nın makam-ı cifrîsi bulunan, yüz doksan bir (191) adedine tam tamına
tevâfukla îma eder ki; Risale-i Nur dahi, o inhisaf içinde bir ل
ّ د عي ال
ِ َا ِ ًا َِى اdır.
ِِذْ ِ ِ َ ِ َا ًا ُ ِي ًاve yalnız (Hâşiye, 2) َ ِ َا ًا ُ ِي ًا
با نه وسر ج من ر وسر ج من ر
_________________________________________
(Hâşiye:1) َ َا ِيًما َِى ا ِّم
ود ع ال ل kelimesi, Risale-i Nur'un hakikî ismi olan
Bediüzzaman'ın makamına tam tamına tavâfuku ve mânen mutâbakatı olduğu gibi,
yalnız (dâiyen) kelimesi de, Risale-i Nurun tercümanı olan Said ismine, üç harf ile
ittihad ve üç farkla tevâfuk eder. Çünkü; tenvin, elif ve vav mecmuu elli yedi, (sin) den
üç fark var.
Risale-i Nur Talebelerinden
Küçük Abdurrahman Tahsin
(Hâşiye:2) (Tenvinler, elif sayılır) makamı (1330) edip, Risâle-i Nur'un fâtihası olan
İşârâtü'l-İ'caz tefsîrinin zuhur tarihine ve (Sirâcen münîra), eğer birinci tenvin sayılsa
(1380) ederek, yirmi bir sene sonra Risâle-i Nur Küre-i zemini ışıklandıracak, bir sirâc-
ı münevver olacağına remzeder inşâallah...
Risale-i Nur talebelerinden Tahsin
(Sh: B-394)
kelimesi ise, tam tamına Risale-i Nur'un bir ismi olan quot;Sirâcü'n-Nur'a lâfzan ve mânen
ve cifren tevâfukla bakar. ُ ِي ًا
من ر daki (mim), (ye), ُ َ ّو
ان ر deki şeddeli (nun)'a
mukabildir.
Evet, İmam-ı Ali (R.A.) kerâmet-i gaybiyesinde, Risale-i Nur'a quot;Sirâcün-nûrquot;
nâmını vermesi, bu âyetin bu fıkrasından mülhemdir denilebilir. Ve çekinmeyerek
deriz:
ِّ َ َ ّ ِ الْ ُؤْ ِ ِينَ بَ ّ َهمْ ِ َ اcümlesi, (şedde sayılmak) cihetiyle, makam-ı
وبشر م من ِان ل ُ من ل
cifriyesiyle bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihini göstermekle, bu asrımızın, tam
bulunduğumuz senesine bakarak ehl-i îmana bir büyük ihsânı var diye, mânâ-yı
remziyle haber veriyor.
Biz bakıyoruz, bu zamanda en büyük ihsan îmanı kurtarmaktır.. ve görüyoruz,
îmanı hârika bürhanlarla kurtaran -başta- Risale-i Nur'dur.
Demek bu zamana nisbeten bir َضْلً َ ِي ًاde odur. Bu işareti
كب ر ف
kuvvetlendiren şudur: َضْلً َ ِي ًاdaki ً َضْلkelimesi, dokuzyüz altmış (960)
كب ر فd ف
edip, Risaletü'n-Nur'un bu ismi, izâfeten tavsif tarzına geçmekle, Risaletü'n-Nuriye
olup, makamı olan dokuz yüz altmış iki (962) adedine mânidar iki farkla tevâfuku,
onun başına remzen ve îmâen parmak basmasıdır.
İlâhî yâ Rabb!.. Sen Risale-i Nur'u ve Risale-i Nur Müellifi Üstadımız Said
Nursî'yi ve Risale-i Nur talebe ve şâkirdlerini ve mensublarını, muhafaza-i hıfzında ve
23. kal'a-i İlâhiyen içinde muhafaza ve emîn eyle.. âmin.. ve hizmet-i Kur'ân ve îmanda
sâbit ve dâim eyle.. âmin; ve bu kudsî hizmetlerinde muvaffakıyetlerle yardım ve
muâvenetler ihsân eyle..âmin; ve Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân-ı Azîmüşşânın sırr-ı
âzamına, mârifetullah, muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah sırr-ı kudsîsine; ve
quot;Hasbünallâhü ve ni'mel vekîlquot; sırr-ı uzmâsına; ve Rızâullah ve rü'yet-i cemâlullah lûtf
ve ihsanına mazhar eyle, yâ Rabbel'-âlemin!
ب ته ا مع ن
َ َ ََى ا ُ ََى َ ّ ِ َا ُ َ ّ ٍ َ ََى َلهِ ََصْ َا ِهِ َاهْلِ َيْ ِ ِ َجْ َ ِي
وصل ّ عل سيدن محمد وعل ا وا ح ب و ل
(Sh: B-395)
ُال ّ ّ ِينَ ال ّا ِ ِينَ آ ِي َ آ ِينَ ِ ُرْ َ ِ َ ّ ِ الْ ُرْ َِينَ َالْ َمْد
ط هر م ن م بح مة سيد م سل و ح طيب
َِّ َ ّ الْ َاَ ِين
ل ر ب ع لم
Fakir, âciz, zaîf, günahkâr
talebe ve hizmetkârınız
İnebolulu
Ahmed Nazif Çelebi
294
(Ahmed Nazif Çelebi'nin bir fıkrasıdır.)
(.Bayram münasebetiyle kabul edilmiyen bir hediye için yazmıştır)
ِِاسْ ِ ِ ُبْ َا َ ُ َِنْ ِنْ َي ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِ َمْ ِه
ب مه س ح نه وا م ش ْء ال يسبح بح د
َل ّ َ ُ ََيْ ُمْ َ رحْ َ ُ ا ّ وَ َ َ َا ُ ُ َ َ ًا َا ِ ًا
ا سلم عل ك و َ مة ل برك ته ابد د ئم
Çok aziz ve çok kıymetli, müşfik ve fedâkâr Üstâd-ı Âzam efendim hazretleri...
Hazineler dolusu mücevherattan daha fazla, hattâ bu fâni dünya hayatının
ziynetleriyle ölçülemeyecek derecede kıymettar mektubunuzu, mübarek Ramazan-ı
Şerif'in yirmi üçüncü günü akşamı, iftardan on dakika evvel postadan aldım. Cenâb-ı
Allah kabul buyursun, iki iftarı bir yaptım.
َلْ َمْ ُ ِ ّ ه َا ِنْ َضْ ِ َ ّى
ا ح د ل ذ م ف ل رب
Evvelce yazdığım uzun satırların mâlâyâni ve boşluğundan, fazla meşgul
ettiğimden ve gerek bizim ve gerekse mübârek Zekeriya kardeşimizin kıymetsiz,
değersiz hediyelerini, me'zuniyetsiz kabul ederek, takdim etmek cesâretinde
bulunduğumdan mütevellit, aziz Üstâdımın adem-i kabul ve hoşnutsuzluğuyla
tekdîrâtına mâruz kalacağımdan korkarak intizarda iken, müvezzi' iki mektup verdi.
İftar vakti dar olduğundan, ayakta zarfı açtıktan sonra, kıymet takdir edemediğim çok
şirin ve câzib olan hatt-ı fâzılâneniz, sanki, quot;Korkmaquot; diye hitabediyormuş gibi,
tebessüm ederek gözüme ilişince, sürurumdan okuyamadım. Hemen hâneme koştum,
iftar ile beraber okumağa başladım.
(Sh: B-396)
Sevgili ve müşfik Üstâdım! Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin tebşiratı hâtırıma
geldi. Zât-ı fâzılânelerindeki gördüğüm şefkat-i pederânenin, o büyük zâtın haber
verdiği şefkat-i pederâneyi hâiz bulunduğunuza îman ettim. Kâdir-i Mutlak hazretleri
24. siz Üstâdımızdan kat-kat râzı olsun ve bizleri de, hizmetinizde ve hizmet-i Kur'ânda
dâim ve sâbit eylesin ve Üstâdımızın kıymetli ve kudsî işaretlerine ve kıymetli
duâlarına mazhar eylesin... âmin, bihürmeti Seyyidi'l-Mürselîn...
Şefkatli Üstâdım... Hizmet-i Kur'ânda ve Risale-i Nur'un neşriyatındaki zerre-i
vâhide kabilinden olan mesâînin, nezd-i âlî-i üstâdenelerinde hüsn-ü kabûle
mazhariyeti, zaif, âciz, fakir hizmetkârınız ve iktidarsız, idrâki nâkıs, ihâtası dar, şuuru
muhtel talebenizi ne derece sevinç ve sürura kalbettiğini târif edemem.
Böyle mânevî ve kudsî takdîrâta mazhar buyurulan ve bizim gibi günahkârlara,
otuz senelik iştiyakla, on senelik münâcât ve niyâz mukabilinde siz üstâdımızı ihsan
buyuran ve kullarının isyanlarına bakmıyarak her istediklerini bilen, işiten ve (beleğan
mâ belâğ) veren ve bütün mükevvenâtı yed-i Kudretinde tutan ve her şey'e sâhip ve
mâlik ve hâkim bulunan Cenâb-ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak hazretlerine ne suretle hamd
ve şükür edeceğimi bilemiyorum.
Kıymetli Üstâdım.. siz tavassut buyurunuz, değersiz hizmetimizle pek az ve kısa
olan şu dünya hayatı içinde, belki bir katre mesâbesindeki hamd ve şükrümüzü,
quot;Tekabbele'llahquot; sırrına mazhar buyursun. İnşâallah.
Mektubat Risalesinin İkinci Mektubunu dâima hatırlayarak, bu emirlerinize
riayet etmeğe çalıştığım halde, bir mücbir-i gaybî bendenizi tahrik ederek, İkinci
Mektub'a muhalefete sevkediyor.
Niyetim hâlis, sadâkat ve merbutiyetim ciddî ve çok sağlam. Her türlü riyâdan
âri ve hiç bir maddî menfaate mâtuf ve müstenid olmayan, Allah rızası yolunda Kur'ân
nâmına ve Risaleti'n-Nur'a hizmet gayesine mâtuf ve bilhassa bizim gibi âciz, âsi ve
günahkârların hidâyet ve irşâd ve îsâline ve ehl-i dalâleti ve ehl-i
(Sh: B-397)
bid'âyı tarîk-ı Hakka dâvet ve hakâik-ı îmaniyeye hâdim bir kudsî zât, bizlere ve
memleketimize quot;vedîatullahquot; olarak ihsan buyurulmuş. Kıymetli misafirimiz nasılki,
biz günahkârların mânevî yardımına koşuyor ve gece ve gündüz mağfiret-i İlâhiyyeye
ve irşâdımıza çalışıyorsa, bizler de bu aziz misafirimizin maddî yardımına, seve seve ve
iştiyakla ve ancak Allah için koşmak ve çalışmak vazifesiyle mükellef bulunduğumuzu
hissediyoruz.
Hem bizlere Kur'ân ve Hazret-i Peygamber (A.S.M.) emrediyor َ َا َ ُوا
تع ون
(gurebâya muâvenet)...
Af dilerim, kıymetli ve sevgili Üstâdım.. bilirim ki, hediyeleri kabul etmiyorsun.
Fakat, zekât ve sadaka gibi muâveneti, arkadaşlarımızın ısrarı üzerine yazmaya mecbur
oldum. Hem de maddî ihtiyaçlarınıza, ikâmetgâh kirası, odun ve kömür gibi mübrem
ihtiyaçlar için lâzım olduğunu düşünmüştüm.
Esâsen kâide-i üstâdâneleri bozulmamak için, arkadaşlarıma dâima tavsiye ve
telkinâtım, hiç bir maddî menfaat düşünülmemesidir. Çünki, din dünyaya âlet olmaz ve
din vâsıta-i cerr ve maddî menfaati kat'iyyen kabul edemez. Hattâ Risale-i Nur'un
neşriyatında, kimsenin minnetini almamak için, kıymetli Üstâdımı taklid ederim.
25. Kıymetli ve müşfik Üstâdım... Şu kadar var ki: Hizmetkârınız, üstâd nâmına
değil, kıymetli ve garip bir misafirimiz nâmına ve rızâen-lillâh maddî yardım etmek
istiyoruz. Hem mânevî zarar görmemeniz için, kuvvet ve kudret ve azamet sahibi
Cenâb-ı Allah'a niyaz ve tazarru' ederek, dergâh-ı İlâhiyesinde hüsn-ü kabûle mazhar
eylemesini duâ ediyoruz.
Kıymetli Üstâdım... Bayramda, ziyaret ve arz-ı tâzim makamına kâim olmak
üzere, bütün arkadaşlarımızla beraber hem Ramazan-ı Şerifi, hem Leyle-i Kadri, hem
mübarek خd-i Saîd-i Fıtrî, Risaletü'n-Nur'un umum talebe ve şâkirdleri ve Kur'ân'ın
kıymetli hizmetçileri makamında ve hükmünde kıymetli Üstâdımızı tebrik ederek,
Cenâb-ı Haktan daha çok kardeş ve arkadaşlarımız ile
(Sh: B-398)
birlikte ve siz Üstâdımız başımızda olarak, Ramazan-ı Şerif'in emsâl-i kesiresiyle
müşerref olmaklığımızı niyaz ve tazarru eyleriz. Ve mübarek iki ellerinizden öperek,
duâ-i hayriyenizi ve kudsî irşadlarınızı istirham eyleriz. Kıymetli Üstâdımız.
Dâimî kudsî dualarınıza muhtaç
günahkâr, hizmetkâr ve Talebeniz
Ahmed Nazif
295
(Abdurrahman Tahsin'in fıkrasıdır.)
Ey yüce Üstad!
Risale-i Nur dairesi içine kabul ve bu âb-ı kevser-i hayat ile menba'-ı feyz-i
îman, gayet değerli ve kıymetdâr bu ebedî ders ile, kendimi daima mes'ud ve bahtiyar
addediyorum. Yalnız sür'at-i kalemim olmadığından, yazıyı biraz te'hirinden
müteessirim. Sehil ve muvafakıyetime hayırlı dualarınızı rica eder, kemâl-i edeble
ellerinizi öperim, muhterem Üstâdım.
Rûz-u sâim, leyl-i Kâim,
Çü makam-ı âşıkan
Ley-i nısf-ı Regaib,
Târik-i dünya ve tâib.
Nâşir-i Risale-i Nur,
Bediüzzaman muhibb-i Bâz-ı Geylân.
Ey ferîd-i asrı'z-zamân
Sensin hakîm-i kulûbân.
Fakir Talebeniz
Abdurrahman Tahsin
296
(Ahmed Nazif'in bir parça mektubundandır...)
Maddî ve mânevî borcumuz olan hizmetleri îfâdan kendimizi çekmek, hissizlik
ve bîgânelik fıtratımızda ve yaradılışımızda yoktur ki kalalım. Mâdem Cenâb-ı Hâlik-ı
26. Rahîm bizleri insan yaratmıştır. İnsanlığın emrettiği vezâifin binde birini dahi îfâ
edemediğimiz halde, büsbütün nasıl bîgâne kalalım.
(Sh: B-399)
Bu hususta mâzur görmenizle beraber, azimkâr ve cefâkâr ve fedakâr ve hadsiz
mütehammil, garip ve kudsî ve aziz bir misafirimiz olan çok kıymetli Üstâdımızın, biz
âsi ve günahkârların kalblerini nurlarla doldurduğu halde, mukabil borcumuzu,
mâneviyata uzanamadığımızdan ancak değersiz ve kıymetsiz olan maddiyatla
ödeyebiliriz, zanniyle teselli bulmaktayız. Af buyurunuz Üstâdım.. dellâl-ı Kur'ân'ın
nidalarını işiten hangi müslüman vardır ki, kulaklarını tıkasın. Hâşâ.. sümme hâşâ..
Nurlarınızın şuâ'ı gözlerimizi kamaştırıyor. Kalblerimizi bütün sâfiyetiyle
Allah'a, Kur'ân'a ve Resûl-i Müctebâ'ya (A.S.M.) ve o iki cihan serverinin aziz
vârislerine bağlıyor ve bağlamıştır. Bu bağ öyle bir bağ ki; inâyet-i Hakla, hiç bir
maddiyunun ve hiç bir mülhid ve fırâk-ı dâllenin değil, dünya kâfirlerinin bütün
kuvvetleri bir araya gelse, bu kudsî râbıta-i kalbiye bağını koparamaz.
َلْ َمْ ُ ِ ّ ه َا ِنْ َضْلِ َ ّى
رب اح دل ذ م ف
Zât-ı fâzılânelerince lüzum görülüp, îcab etmeden, hiç bir zaman, mektup
yazmak zahmetlerini ihtiyar etmenize râzı olamam. Bu hususta gücenmek şöyle dursun,
kıymetli Üstâdımın kudsî vazifelerinin îfasına mâni teşkil eden işgali, en büyük hatâ ve
hürmetsizlik sayarım.
Ahmed Nazif Çelebi
297
ِِاسْ ِ ِ َِنْ ِنْ َيْ ٍ ِ ّ ُ َ ّ ُ ِحمْ ِه
ب مه وا م ش ء ال يسبح ب َ د
َْل ّ َ ُ ََيْ ُمْ وَ َحْ َ ُ ا ّ َ َ َ َا ُ ُ ِ َ َدِ ُ ُو َا ِ َ َا ِ ِ اّ ِى َ َبْتم
ُ ا سلم عل ك ر مة ل و برك ته بعد حر ف ت رس ئل لت كت
وت تب ن
َ َ َكْ ُ ُو
Aziz, Sıddık kardeşlerim!
Onuncu Şuâ nâmında yazdığınız Fihristenin ikinci kısmı, bana şöyle kuvvetli
bir ümid verdi ki: Risale-i Nur, benim gibi âciz ve ihtiyar ve zaif bir bîçâreye bedel,
genç, kuvvetli çok Said'leri içinizde bulmuş ve bulacak. Onun için, bundan sonra
Risale-i Nur'un tekmil ve îzâhı ve hâşiyelerle beyânı ve isbâtı size tevdi' edilmiş,
tahmin ediyorum. Bir emâresi de şudur ki: Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri,
kaydetmek için teşebbüs ettim ise de, çalıştırılamadım.
(Sh: B-400)
Evet, Risaleti'n-Nur, size mükemmel bir me'hâz olabilir. Ve ondan erkân-ı
îmaniyenin herbirisine, meselâ Kur'ân'ın Kelâmullah olduğuna ve i'câzî nüktelerine
dair, müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya Haşre dair ayrı ayrı bürhanlar
cem'edilse ve hâkezâ mükemmel bir îzâh ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir.
Zannederim ki, hakâik-ı âliye-i îmaniyeyi tamamıyle Risale-i Nur ihâta etmiş,
başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazen izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun
için vazifem bitmiş gibi, bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. (Ve, inşâallah
27. vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşr ve tâlim ile, belki Yirmi beşinci
ve Otuz ikinci mektupları te'lif ile Dokuzuncu Şuânın dokuz makamını tekmil ile ve
Risale-i Nur'u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashih ile devam edecek.)
Risale-i Nur'un samimî, hâlis şâkirdlerinin hey'et-i mecmuasının kuvvet-i
ihlâsından ve tesânüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı mânevî (bâki ve
muktedir bir kuvvet-i zahrdır), (bir rehberdir.) Buradan oraya gelen mektuplar
(Mübâreklerin hey'eti) bir Risale şeklinde toplanmasını ve Husrev de, cüz'î ve hususî
bazı cümlelerini ve lüzumsuz bazı fıkralarını tayyetmeyi Hâfız Ali ve Sabri'ye havâle
etmiş olduğunu yazıyorsunuz. O Risaletü'n-Nur hakkında, kerâmetli ve dikkatli ve
isabetli ve keskin Husrev'in nazarı doğrudur. Bâki bir eserde, muvakkat ve cüz'î ve
hususî kelimeler tayyedilse daha iyidir. Bu def'aki mektubunuzda kerametkârâne üç
nokta gördük.
Birincisi: Buranın bir Husrev'i olacak derecede ihlâs ve irtibat ve iktidarı
gösteren Küçük Husrev, Mehmed Feyzi isminde Risaletü'n-Nur'un çalışkan bir talebesi
askerden gelip, daha ikinci def'a görüşüldüğü vakit, mektubunuzda Feyzi ismini
gördük, dedik. Bu Risaletü'n-Nur'un şâkirdleri, birbirinden ne kadar uzak olsa da,
birbirine pek yakındır ki, böyle birden hissedip yazdılar.
İkincisi: Bu küçük Husrev Feyzi, bu âhirlerde İstanbul'da iken, Risale-i Nur
hesabına zihnime dokundu. Müteessir oluyordum. quot;Acaba rahatsızlığı var mı?quot; Birden
zihnim yüzünü ondan çevirdi: Hâfız Ali ile şiddetli meşgul oldum. Anladım ki teessür
verecek var. Fakat Risaleti'n-Nur'un fa'al merkezi olan Hâfız Ali cihetinde olacak.
Hâfız Ali'ye şifa duâsına başladım devam ettim. Ve mektup gelmeden evvel Feyzi'den
sordum: quot;Sen bir hastalık çektin mi?quot; O dedi: quot;Yokquot;, dedim: quot;Öyle ise, Isparta'da
Risale-i Nur'un ehemmiyetli ve
(Sh: B-401)
kuvvetli bir rüknünün bir rahatsızlığı var.quot; Fakat, hayâlim hakikatın suretini şaşırmış.quot;
Sonra mektubunuz geldi, hakikat anlaşıldı...
Üçüncü: Bundan yirmi gün evvel, eyyâm-ı mübârekeden sonra, hâtırıma geldi
ki: Vazifedârâne kalemi her gün istimâl etmeyenler, Risale-i Nur talebeleri ünvan-ı
icmâlîsinde, her yirmi dört saatte yüz def'a hissedar olmak yeter diye, hususî isimlerle
has şâkirdler dairesi içinde bir kısmın isimleri muvakkaten tayyedildi. Kardeşimiz
Hakkı Efendi de onların içinde idi. Bir kaç gün öyle devam etti. Sonra birden hiç sebep
hissetmeden, yine Hakkı, Hulûsi'ye arkadaş oldu. İsmi ile, resmi ile has dâiresine girdi.
Hakkı'nın beni duâdan unutmasın diye, mektubunuzdaki fıkranın yazıldığı aynı
zamanda, hususî duâyı kazanmış hesabıyla tahmin ettik.
Hattâ, bu günlerde bunun gibi inâyetin çok lem'aları var. Emin bunları, havadis-
i yevmiye diye, bir fıkra yazacak. Belki size de gönderecek. (Risaleti'n-Nur'un küçük
talebeleri ve istikbalde çalışkan, kıymettâr şâkirdleri olanlar, şimdi de talebeler
dâiresinde olarak hissedardırlar).
İstanbul'da Mehmed Feyzi, Eski Said'in risalelerini ararken, aynı günde
Kahraman Rüşdü, bir dükkânda mevcudunu toplamış almış idi. Küçük Husrev
müteessir olarak, başka yerde aramış, İşârâtü'l-İ'câz'ı bulmuş, tahminen demiş ki, bana
sebkat eden, herhalde benden ilerideki Ispartalı kardeşlerimdir.
28. Her neyse, bu İşârâtü'l-İ'caz nüshasını Hâfız Ali ve Sabri'deki nüshalarda
bulunan kerâmet-i tevafukiyeyi yazdırmak istiyor. En kolay bir çâresi, küçük bir
defterde, her sahifesinde tefsirin bir sahifesine mukabil, hurûf-i hecânın (Elif ve tâ ve
sâire) kaydedersiniz. Kolayını bulmazsanız kalsın.
Umum kardeşlerime birer birer ve bilhassa risaleler ile çok meşgul olanlara
selâm ve duâlar ederim ve duâlarını beklerim.
NOT: Emin ve Küçük Husrev ve Hâfız Tevfik selâm ve arz-ı hürmet ederler.
Tahsin askere gitmiş.
Kardeşiniz
Said Nursî
(Sh: B-402)
298
(Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir şâkirdi olan Yusuf'un bir fıkrasıdır.)
ر م به ن َع ن
ُ ِس ِ ا ّ ال ّحْمنِ ال ّحي ِ وَ ِ ِ َسْت ِي
ب ْم ل ر
Rahîm ve Raûf ve Zü'l-Minen hazretlerinin inâyet ve lütuflarından olarak, tevbe
ve istiğfar gibi kullarına ihdâ eylediği, miftâh-ı kerem ve ihsana, çok günahkâr ve
terbiyesiz olan, ben sefil Yusuf Toprak, bütün fezâyıh ve i'tisaflarıma rağmen, tevessül
ettikçe bana fazlından verdiği mazhariyetin kıymetini takdîr etmek, ona şükür eylemek
şöyle dursun, bil'akis küfrân-ı ni'met, defâatle nakz-ı ahd, irtikâb-ı kizb ve hıyânet
eylediğim için, derin kasavete,kesif zulmete, müthiş dalâlete (hakkıyla) mâruz kalan
kalbimin, ruhumun aldığı müzmin ve münkis yarayı tedâvi çaresini taharri yolunda
aklımı, zevkimi kaybetmiş, âdeta çılgın bir hâle girmiştim.
Başvurduğum her tabib-i mânevîden aldığım ilâçlar, yaramı tedaviye, aklımı
iknâa, lehfemi iskata kâfi gelmedi. Bizzarure ُلْ يَا ِ َا ِ َ اّ ِي نَ َ سْ َ ُوا ََى
عب دى لذ ا رف عل ق
ْ َنْ ُس ِهمâyet-i
ِا ف م celîlesinin mefhumuna tevessülen, me'lûf olduğum denâetlerden
mütehassıl koyu lekeleri kal' ve tathîre ve tarîk-ı Hakda sebâta muîn olacak bir rehberi
ararken, ortada hiç bir sebeb-i zâhirî olmadığı halde, memleketimden Kastamonu'ya
nefyim şübhesiz, nefsime giran gelmiş ve hattâ ye's ve teessüfe kapılmıştım.
Bilmiyordum ki bu nefyim ile
وع م ا ت ره ش ْئ وه خ ر لك وع م ا ْ تحب ش ئ وه شر
ّ َ ََ َسَى َنْم َكْ َ ُوا َي ًا َ ُوَ َيْ ٌ َ ُمْم َ َسَى َنم ُ ِ ّوا َيْ ًا َ ُو
} َ َ ُ ْ َا ّ َ َْ ُ ََ ْ ُ ْ َ ت َْ ُو
لكم و ل يعلم وانتم ل َعلم ن
َ َ َى َنْ َكْ َ ُوا َي ًا َ َجْ َلَ ا ّ ِي ِ خيْ ًا َ ِي ًا
فعس ا ت ره ش ْئ وي ع ل ف ه َ ر كث ر
âyetlerinin sırrına mazhar edecek ve iltiyam-ı ümid imkânsız gördüğüm mânevî
yaralarımın tedâvisine muktedir doktorların ve yanlarındaki kuvvetli mualecenin
eserini, varlığını ve ism-i Hayy ve Hakîm'in cilvesini şefkaten göstermek suretiyle,
bana minnet üstünde minnet-i uhrevî yapmak içindir. Bu mülevves ahlâkımla ben
(Sh: B-403)
neciyim ki, bu ihsân-ı azîme nail olayım diye şaştım. Fakat lehülhamd vel minnet
29. َن مْ ََ َنِمى َ َ َنِمى * َ َان َ ِاْل ُؤْ ِ ِين مَ َ ِيمًما* َ ِدِ ا ّ مغ ُو ًا
يج ل َ ف ر وك م ب م من رح م طلب وجد
ر ِي ًا
َح م
gibi işârât-ı celîle hâtırıma gelmekle, bir derece müteselli oldum. Ey yaramın doktoru!
Ve ey dalâlet uçurumunda yuvarlanan ruhumun halâskârı! Ve ey İlâhî ve kudsî yolların
rehberi.
Evvelden hiç muarefemiz yokken, seni kal'a üstünde ilk ve tesadüfen
gördüğümde (dalâletten halâsın, Allah'ın rahmetine vüsûlün en kısa yolu var mı?) diye
sordum. (Çok kısa bir çâre-i Kur'âniye vardır.) diye buyurdunuz. Fakat dalâletim,
gafletim, enâniyetim itibariyle bu kısa ve merdane cevabdaki hikmet-i azîme, nebeân-ı
rahmete dikkat etmedim. Ruhuma ihanet ederek aldırmadım. Ve felâket-i mâneviyede
bir müddet daha kalmış oldum.
Vaktâ ki, Risale-i Nur hattâ, enhâr-ı Nur demesine şâyeste olan mektublardan,
yine tesadüfen elime geçen bir nüshayı görünce ve münderecatındaki hakâika dalınca,
inâyet-i Rabbânî, mu'cizat-ı Kur'ânî, himemat-ı Sübhânî, kerâmât-ı ruhânî eseri
olmalıdır ki, kasî kalbime, âsî ruhuma, gafil aklıma, mağrur vicdanıma, sakîm
düşünceme (tâk) diye bir tokmak vuruldu. Bir intibah halkası takıldı. Hemen
düşündüm. Ulemanın midâd-ı aklâmı, şühedânın kanından mübecceldir ve ا علم ء
ُ َلْ َُ َا
ََ َ َ ُ اْ َنْ ِ َا ِ * عَ َا ُ ُ ّتِى ََن ِ َا ِ َنِى ِسْ َا ِيل
ُلم ء ام كا ْبي ء ب ا ر ئ ورثة ل بي ء gibi hadîsler ile Hazret-
i İsa'nın (A.S.) Havâriyyûna, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) Ensara tekliflerini ve
onların icabetini hatırladım.
Âdeta, fetret devri denmeğe sezâ olan bu zamanda, irsiyet-i Nübüvvet makamında, îlâ-
yı kelimetullah uğrunda maddeten uğraşan seyl-i dalâletle kapanmış olan râh-ı Hakka çığır
açan, bir recül-ü fedâkâra iltihak ve muavenet etmek ve bu vesile ile fırsatı ganimet bilerek,
zulümattan nur'a mazhar olmak lüzumunu his ve intikal ettim. Pek âdî bir mahlûk olduğum ve
kalbime müstevli, ağır dalâlet darbesi, kalın perdesi altında hasta bulunduğum için,fazileti
(Sh: B-404)
mâneviyatı anlamam. Zira, fazileti takdir edebilmek, fazileti bilmekle mümkündür. Yalnız
bunca mesavi ve mütereddid hareketlerimle huzur-u sâmilerine lütfen kabulümde, yüksek
ruhunuzdan yağan samimî şefkat, hakikî re'fet, halîmâne iltifat, kerîmâne hüsn-ü kabulünüz
beni birtakım ümidlere, ihtiyarsız muhabbetlere sevk ve büyük sürurlara gark etti. Ancak
Allah'ın en âciz, en aşağı, en günahkâr, en zâlim bir mahlûkunu arkadaşlığına kabul ve
tahammül eden, bir şahsiyet-i alelâde olamayıp, kuvvetli, püştibane fütur götürmez bir
(mesnede) mâlik olmak lâzım geldiğini teyakkun edebildim. ََابْ َ ُوا َِيْهمِ الْ َس ِيَة
و مل و تغ ال
َ َا ِ ُوا ِى َ ِيِ ِ } َ َ ُ َ ُول ِكَ ر ِي ًا
وج هد ف سب له و حسن ا ئ َف ق
Riyakârlık olmasın, selim fikrinizden, ciddî tavrınızdan, Kur'ân'a ittiba ve
temessük yolundaki doğru irşadınızdan, hakikî sözlerinizden, samimî telkininizden,
umumî hayırhah hissiyatınızdan kalbime, mecruh ruhuma uzanan tîğ-i şifa, neşter-i
ümidin te'siriyle dilşâd ve mutmain oldum. Türlü türlü evhamın açtıkları menfezlerden,
rahnedar kalan ruhuma tamam ve muvafık buldum. Zira
103 ) َاعْ َ ِ ُوا ِ َبْ ِ ا ّ َ ِي ًا )َل عمران
و تصم بح ل ل جم ع ا
30. * ِ َا ّ َ ُوا ال ّورَ اّذى ُنْ ِ َ َ َ ُ * َاّذينَ ي َ ّك ُنَ ِالْ ِ َا
و تبع ن ل ا زل معه و ل ُمس و ب كت ب
َِ َنْ يعْ َ ِمْ ِا ّ ف َدْ ُ ِ َ ِل َ ِ َاطٍ ُسْت ِي ٍ } ف َدِ اسْ َمْ َ َ ِالْ ُرْ َة
وم َ تص ب ل َق هدى ا ى صر م َق م َق ت سك ب ع و
{ الْ ُثْ َى
وق
ََ ُ َ ّ ُ ِ َ الْ ُرْآ ِ َا ُوَ ش َا ٌ َ َحْ َ ٌ ِلْ ُؤْ ِ ِي َ } ه َا ب َا ٌ ِل ّاس و
وننزل من ق ن م ه ِف ء ور مة ل م من ن ذ َي ن ل ن
َ{ ُ ًى وَ َوْ ِ َ ٌ ِلْ ُ ّقين
م عظة ل مت هد
ِلْ َ ُ ُودُ ا ّ } َدْ َا َ ُمْ ِنَ ا ّ ُو ٌ َ ِ َا ٌ ُ ِي ٌ } ََ ّ ه َا ِ َا ِى
ت ك حد ل ق ج ءك م ل ن ر وكت ب مب ن وان ذ صر ط
{ ُسْ َ ِي ًا
م تق م
من تبع ر و نه سبل سلم
ِ َ ّ َ ِ ا ّ َ َ ِضْ َا َ ُ ُ ُ َ ال
vesaire gibi hakikatler dimağıma yerleşti.
Elbette bu keyfiyet bana hacc-ı ekber, râh-ı saâdet, ömr-ü ebed, tayr-ı devlet,
enfâl-i ganîmet sebebi olunca sürurumdan ne kadar kabarsam ve siz halâskâr ve hakîm-
i derdime, ne kadar teşekkür ve izhar-ı mahmidet eylesem hakkım olmaz mı?
İşte bu vesiledir ki, beni Kur'ân dellâlına, Risale-i Nur müellifinin şâkirdliğine
tahsis ve kabul ettirmek gibi, âzim lütuflarına mazhar kılan Rabb-ı Rahîmime karşı,
dünyada kaldığım ve imkân bulduğum
(Sh: B-405)
müddetçe kalemimi, hayatımı bu uğurda istimal etmeye söz ve karar verdirdi. Fazlaca
söz söylemeye salâhiyetim ve o mertebeye istihkakım olmadığından, şimdilik kısa
kesiyorum. Hizmetiniz umumî ve müessir, âmâliniz muvaffak, himmetiniz âli ve daim,
emeğiniz makbul, sa'yiniz meşkûr, hayatınız mes'ud, ömrünüz efzûn, sıhhatiniz mahfuz
olsun. Sonsuz minnettarlığımın kabulünü, mânevî himmet ve teveccühünüzün devamını
rica eder, nur ile meşgul, nurlu ellerinizi öperim, Efendimiz, Büyüğümüz. 15 Şubat
1359
Talebe Namzedi Sefil
Yusuf Toprak
299
(Risale-i Nur'un istikbalde ehemmiyetli bir talebesi olan İhsan Sırrı'nın bir
fıkrasıdır.)
ر م
ِ ِسْ ِ ا ّ ال ّحْمنِ ال ّحي
ب م ل ر
Vâkıf-ı esrâr-ı Sübhân, Ferîd-i Bediüzzaman, Esseyyid Saîdi'l-Kürdî Hazretleri!
Huzûr-u sâmîsine, Esselâmü aleyküm ey mürşîd-i kâmil!
Kemâl-i ta'zimle hâk-i pâyinize yüzlerimi sürmeme ve mübarek ellerinizi takbîl
etmeme müsaadenizi yalvarırım. Bendeniz, şu ilticanamemi zât-ı âlinize sunan Sarac
Ahmed fakîrinizin oğluyum. Üstad-ı kaderin, ezelde levh-i kazâya çizdiği yazılar
hükmüyle mahkûm olmuş, zavallı bir âvâreyim.
31. Makam-ı Yûsuf'da tâli'in cilvelerini takdîr-i İlâhîye tam bir inkıyâd ile
seyretmekte iken, babamdan aldığım bir şefkatnamede zât-ı Mürşidanenizin muhabbet-i
mânevîlerinin mübeşşiri olan selâmlarınızı tebliğiyle, viran gönlüm şâd ve bünyâd
edildi. Şu mazlum ânımı nurlandıran huzur-u mânevîniz müvacehesinde satırlarım gibi
kapkara yüzümü, seyyiat-ı mâzi ile a'mâl-i kabîhamın nişanelerini gizlemeğe muktedir
olamamakdan mütevellid hicabımı setre kudret-yâb olamadım.
(Sh: B-406)
Yolunu şaşırmış, Nur-u hakikatı görmekten mahrum, mâsiva-perestlere Risale-i
Nur ile dest-gîr ve şefi' olduğunuzu yıllardan beri bildiğim için, kapınıza boynumu
uzatarak, hidayet yolcularınız meyanında yer alabilmek, amel-i hâlisanesiyle halka-i
irşâdınıza bütün ruhumla şitâb ediyorum. İrşâdât-ı âliyenize muhtaç bulunduğumu
arzederken cür'etimin nazar-ı afvınıza mazhar buyurulmasına yalvarır, kemâl-i ta'zimle
mübarek ellerinizi takbil ve tevkîr ile kesb-i şeref ve cân eylerim, Büyük Mürşidim.
Efendim Hazretleri.
Bir gün zâlimlere dedirir Hazret-i Mevlâ,
Tallâhi (lekad âserekâllahü aleynâ)
Risale-i Nur şâkirdlerinden
İhsan Sırrı
300
İlâhî yâ Rabb!.. Sen Risale-i Nur'u ve Risale-i Nur Müellifi Üstadımız Said
Nursî'yi ve Risale-i Nur talebe ve şâkirdlerini ve mensublarını, muhafaza-i hıfzında ve
kal'a-i İlâhiyen içinde muhafaza ve emîn eyle.. âmin.. ve hizmet-i Kur'ân ve îmanda
sâbit ve daîm eyle.. âmin; ve bu kudsî hizmetlerinde, muvaffakıyetlerle yardım ve
muâvenetler ihsân eyle.. âmin; ve Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân-ı Azîmüşşânın sırr-ı
âzamına, mârifetullah, muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah sırr-ı kudsîsine; ve
quot;Hasbünallâhü ve ni'mel vekîlquot; sırr-ı uzmâsına; ve Rızâullah ve rü'yet-i cemâlullah lûtf
ve ihsanına mazhar eyle, yâ Rabbel'-âlemin!
****