SlideShare a Scribd company logo
1 of 18
1
ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA YALIN YAKLAŞIMLAR VE KÜLTÜRLER ARASI
KARŞILAŞTIRMALAR (*)
Barış KOÇ (**)
Özet
Çalışma hayatı ve endüstri ilişkileri kavramlarına tarihsel perspektif içinde genel bir bakış
açısı ile yaklaşılarak Sanayi Devrimi ve sonrasındaki süreçler ele alındığında Türkiye’nin bu
tablodaki yeri ve kültürel altyapısı ortadadır. Yalın uygulamalar ile alakalı olarak Dünyada
Yalın düşüncenin nasıl ortaya çıktığı tarihsel bağlamı ve kökleri, uygulama örnekleri, çalışma
hayatına ve endüstri ilişkilerine yansımalarının irdelenmesi farklı alanlarda fayda
sağlayacaktır. Dünya uygulamalarına bağlı ve kıyaslamalı olarak Türkiye’de Endüstri
İlişkilerinde yalın yaklaşımların etkisi irdelenirse Dünyadaki süreçten ve özellikle
Japonya’daki uygulamalardan ülkemize örnek teşkil edebilecek husular olduğu
görülmektedir.
Anahtar Kelimeler : Endüstri İlişkileri, Sanayi Devrimi, Sosyal Devlet, Yalın Üretim ve Yönetim,
Toyota.
LEAN APPROACHES IN THE CONTEXT OF INDUSTRIAL RELATIONS AND
INTERCULTURAL COMPARISONS
Abstract
A General approach to Work Life and Industrial Relations in the context of historical
background, Industrial Revolution and post period are in consideration. Turkey’s position and
cultural infrastructure are there. In relation with Lean applications as how Lean thinking
raised, historical connections and roots, Application examples and reflections to work life and
industrial relations are explored so in relation with World applications and in comparison with
different examples how lean approaches impacts on Turkey’s Industrial Relations. Also “Any
reflections from the examples in Japan to Turkey” subject can be observed.
Key Words : Industrial Relations, Industrial Revolution, Social State, Lean Production and
Management, Toyota.
(*) : Bu çalışma Namık Kemal Üniversitesi Sasyal Bilimler Enstitüsü Çalışma İktisadı A.B.D Tezsiz
Yüksek Lisans Projesi olarak hazırlanan çalışmanın makale olarak yayınlanmak üzere gözden
geçirilmiş halidir.
(**): NKÜ Sasyal Bilimler Enstitüsü Çalışma İktisadı A.B.D Tezsiz Yüksek Lisans öğrencisi. E.posta:
kocbaris@yahoo.com.
2
1. GİRİŞ
Günümüzün, ihtiyaçları sürekli
yenilenerek şekillenen çalışma hayatında
artık ülke ekonomileri ulusal ölçeklerin
ötesinde beynelmilel ihtiyaçlar ve global
etkiler üzerinden vücut bulmaktadır.
Küresel ekonomik sistemin içerisinde
endüstri ilişkileri de tüm çalışma
hayatında olduğu gibi yerel formları global
etkiler ile harmanlayarak kendi
sentezlerini yaratmaktadır. Bu aşamada
bir örneğe iyi veya kötü diyebilmemiz
ancak sonuç ve etkilerini analitik olarak
değerlendirmemiz, sürdürülebilirlik
vesaire endüstri ilişkileri ve çalışma hayatı
gibi tedricen de olsa beşeri bir takım
genellemeler üzerinden teorize edilen bir
alanda Yalın yaklaşımının etkileri tahmin
edilebilir düzeyden öte olabilir. Bu
yaklaşımların Türkiye’deki çalışma hayatı
üzerindeki etkilerini ve örgütlenme yapısı
işveren ve işçilerin tavırlarını, bununla
birlikte hükümetlerin, ilgili hukuki ve idari
üst yapıların sürecin içindeki rollerini
sadece sonuç verilerine dayalı bir iyi, kötü
veya üst, alt kıyaslaması yaparak değil
esasen dünya çapındaki Yalın
kültüründen ülke özelinde bir sentez
çıkartılıp çıkartılamayacağı irdelenerek
değerlendirilmelidir.
2. DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE
ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ TARİHİ
Dünya ölçeğinde çalışma
hayatının bugün anladığımız anlamda
endüstriyel pazarlar ve işgücü piyasası
olarak kabul görmeye başlaması esas
itibariyle Sanayi Devriminden itibaren
vuku bulmuştur. Sanayi Devrimi bilinen
anlamıyla klasik üretim metodlarının
terkine ve makinaların, kas gücünün ve
ustalığın dışında başka kaynakların da
kullanıma sunulmasına vesile olmuş ilk
olarak 1763 yılında İskoçya’da James
Watt tarafından geliştirilen buharlı
makinelerin ortaya çıkışıyla süreç
başlamış İplik Makinelerinden, Trenlere,
Maden Ocaklarından başka bir takım
endüstriyel tesislere buhar ve bu türev
yakıtlar, bu yakıtların ürettiği enerji ile
çalışan makinelerin kullanıma
sunulmuştur. Bu devrimin artçı etkileri
olarak toplumlar sınıfsal bazda ayrışmaya
başlamış, üretim ve tüketim hızlanmış,
şehirlere kırsaldan göc başlamış ve
modern toplumların temelleri atılmaya
başlamıştır. Tabi ki bu hızlı ilerlemenin
ardında Bilim ve Teknoloji alanıdaki
gelişmeler yatmakta bu konuda lider rol
Batı Avrupa Monarşi ve Cumhuriyetleriydi.
(http://my.beykoz.edu.tr/ serkang/files/2011/02
/sanayi_devrimi.pdf)(Erişim tarihi: 12.05.
2016)
Dogu felsefesi ve özelinde Uzak
Doğu felsefesinden nemalanan Yalın;
esas itibariyle karşitların çatışmasını değil
uyum içinde yaşamasını öngören bir
yapıdadır. Bir çok insanın günümüzde
vakıf olduğu “Ying ve Yang” kavramları
birbirinin zıttı görülen beyaz ve siyah,
aydınlık ve karanlık gibi karşıtlıkları bir
daireyi oluşturan sarmal kollar şeklinde
tamamlamaktadır oysa Dünya’nın farklı
bölgelerinde farklı parametreler etkisinde
kendi süreçleri şekillenmiştir. Eski kıta
3
olarak tanımlanan Avrupa’da dönüşümün
ilk ve en esaslı biçimde başladığını ifade
etmek yanlış olmaz.
Dünya’da çalışma hayatı ile
alakalı gelişmeler yaşanırken başlangıcı
itibariyle Sanayi Devrimi’nin dışında kalan
Osmanlı İmparatorluğu’nda en fazla
gelişmiş sanayi kolu, tüm Dünya’da
olduğu gibi dokumacılıktı. XIX. Yüzyıla
gelinceye kadar İmparatarluk her ne kadar
gerileme sürecine girmiş olsa dahi
özellikle bu alanda oldukça ileri bir
seviyede bulunuyor, iç tüketimde
imparatorluğun ihtiyacını karşılamaktan
öte, ihracat imkanı dahi sağlıyordu.
Anadolu’da pamuktan elde edilen iplik ve
buna bağlı dokuma sanayi XVII. yüzyıla
kadar gelişmiş ve bu yüzyıldan itibaren,
tekstil ürünleri ihraç edilerek imparatorluk
ekonomisine katkıda bulunmaya
başlamıştı. Bu dönemde İstanbul’da bir
dokuma (1719) ve bir çuha ipekli dokuma
fabrikası (1721) faaliyete geçirilmişti. O
dönemlerde İmparatorluğun önemli ihraç
limanlarından biri olan İzmir üzerinden
İtalya, Fransa, İspanya, Venedik ve
Ceneviz gibi ülke ve şehir devletlerine
ipekli, dokuma, yün ve tiftik mamulleri
ihracatı yapılmaktaydı.
XVIII. Yüzyılın sonlarına doğru
gelinirken Osmanlı İmparatorluğu dokuma
sanayisi yeterli bir düzeyde
bulunmamasına rağmen Avrupa’dan
yapılan kumaş ithalatı toplam tüketime
oranı yine de yüzde üçü geçmemekteydi.
Bu o zaman imparatorluğun yerli ihtiyacı
karşılama anlamında oldukça iyi durumda
olduğununun göstergesiydi. Orta
Anadolu’da yaygın olan Ankara ve
çevresine has saf yün ve keçi kılından
“tiftik” olarak adlandırılan yün kumaşlar
Avrupa’ya satılmakta olan tanınmış
Osmanlı ihraç mallarındandı. Aynı
yüzyılın sonlarına kadar da bu ihracat
canlı bir biçimde devam etmekteydi
(Giz,1969: 14-15).
XIX. yüzyıla girerken Avrupa’da
ortaya çıkmış olan Sanayi Devrimi’nin
Osmanlı’ya yansıyan olumsuz etkileri
artmış, kendisini teknolojik olarak
yenilemekte zorlanan Osmanlı sanayi
kollarının rekabet avantajlarını
kaybetmesine, gerileyip zamanla
çökmesine sebep olan bu etki önemli bir
rol oynamıştır. Osmanlı yönetici sınıfı bu
durum karşısında çeşitli önlemler alarak
bazı sanayileşme girişimlerine
yönelmişlerdir. Yapılan yeni girişimler,
eskiden varolan işletmeleri genişletmek ve
yeni işletmelerin yapılanması şeklinde
olmuştur. Bütün bu yeni işletmeler
piyasaya yönelik ve ticari amaçlardan çok
bir takım askeri ihtiyaçları karşılamak
amacıyla açılmıştı (Önsoy, 1980: 71-74).
Özet olarak belirtmek gerekirse
Cumhuriyet’in kuruluş aşamasına kadar
temel itibariyle bir tarım ve kısmen
bürokrasi toplumu olan Osmanlı
İmparatorluğu bünyesinde modern
anlamda bir endüstrileşme olgusu
mevcudiyet bulamamıştır. Sanayi
Devrimi’ne kadar Osmanlı toplumunda
Kömür ve Tersane işçileri, Silah Sanayisi,
Dokuma Sanayisi, Madenler gibi alanlarda
bir miktar varlık olmakla birlikte modern
anlamda bir endüstrileşmeden bahsetmek
doğru olmaz. 20. yüzyılın başlarına değin
ülkede Feshane, Hereke Dokuma
4
Fabrikaları, Tophane ve Tersane tesisleri
ve bir takım maden işletmelerinden başka
Cumhuriyet dönemine geçen tesis mevcut
değildi. Zaman içinde tüm Dünya’da
olduğu üzere ülkemizde de anayasal
kavramlar olmak üzere sosyal devlet vs.
ilkeler toplumsal mutabakatlar anlamında
hayatımıza girmiştir. 1936 yılında İş
Kanunu çıkmış olmasına rağmen
Sendikalar Kanunu’nun çıkması için 1947
tarihine kadar beklemek gerekmiştir.
1960’lardan itibaren planlı kalkınma
hamleleri ile bu ilkeler ve sosyal devlet
yaklaşımı daha net olarak kanunlara
girmiştir (Ekin, 1985 : 35).
1946’da sınıfsal cemiyetlerin
kurulmasını yasaklayan kanun
hükümlerinin kaldırılmasını müteakip
1947’de ihdas edilen Sendikalar Kanunu
tabii ki bu anlamda çok önemlidir. Bu
kanun sayesinde işçi örgütlenmeleri
serbest hale gelmiştir. Sendikalar
Kanunu’nun çıkmasına rağmen yasal bir
hak olarak grev hakkının kullanılması
ciddi tartışmalara yol açmış ve çok sefer
farklı düzenlemelere muhatap olmuştur.
1952 yılında Türkiye İşçi Sendikaları
Konfederasyonu yani Türk-İş kurulmuştur
(Koç, 1992: 27).
1960 yılındaki askeri müdehale
ve ardından yeniden hazırlanan anayasa
ile daha evvel yasak olan grev ve lokavt
hakları tanınmış daha modern bir anlayış
ile işçi ve işveren ilişkileri tanzim
edilmiştir. 1963 senesinde yenilenen toplu
sözleşme grev ve lokavt haklarını içeren
kanuni düzenleme ile anayasal güvence
altına alınan haklar tekrar tanzim
edilmiştir. Dünya’daki gelişmelere paralel
olarak işçi hareketlerinde yaşanan
canlanma ücret, hak pazarlıkları
anlamında yükselen trendlerin etkisi
altında ve tabi ülke içinde baş gösteren
çalkantıların etkisiyle beklentilerin
yükseldiği bir seyir izleyerek 1980’lere
kadar ulaşılmıştır. 1980 yılında
gerçekleşen askeri müdehale ve ardından
sendikalar, Toplu Sözleşmeler kanununda
yapılan değişiklikler vuku bulmuştur.
1990’lardan itibaren ise bu alanda
toplumsal uzlaşmalar gündeme gelmiştir.
Toplumsal uzlaşmaların uzantısı olan
Ekonomik Sosyal Konsey kurulmuştur
(Koç, 1999: 10).
Görüldüğü üzere Cumhuriyet
döneminden itibaren Türkiye’de Endüstri
İlişkileri kavramı inişli çıkışlı bir seyir ile
günümüze gelmiştir.
3. SOSYO-KÜLTÜREL YAPININ
ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİNE YANSIMASI
Kültürel faktörlerin ekonomi ve
onun gelişmesi üzerinde ciddi etkileri söz
konusudur dolayısıyla ekonomi ile bariz
bağı olan endüstri ilişkileri bağlamında da
etkileri kaçınılmazdır. Örneğin; “çalışma
ve başarı” (leistung-achieving)
motivasyonu böyle bir değer olarak alınıp
ekonomik gelişmeye olan etkileri
incelenebilir. Bunun için bir değer sistemi
olan çalışma ve başarı motivasyonu ve
buradan kaynaklanan norm ve
davranışların ekonomik sürece etkileri
incelenebilir. Meslek ve iş yaşamında
çalışma ve başarının yerine getirilmesi iki
farklı boyut içerir. Birincisi işlevsel boyut
olan “ bilgi “ dir. İşin yerine getirilmesi için
gerekli olan teknik yeteneği kapsar.
5
Örneğin; iyi bir teknik eleman olmak gibi.
İkinci boyut ise sosyal yönlenmeyi kapsar.
İyi bir endüstri işçisi olmak için iyi bir
teknik eleman olmak yeterli değildir. Bir
kimsenin aynı zamanda, disiplini,
güvenilirliği, çevreye uyumu gibi açılardan
sosyal yönelimleri endüstri işçiliğine
uygun olmalıdır. Bu konunun ne kadar
önemli olduğunu görmek için işçi
kesiminin endüstri devrimi dönemi disiplin
sorunlarına bakmak yeterlidir. “Çalışma
ve Başarı” kavramına değinildiği şekilde
yaklaşmak, kavramın sosyolojik yönünü
yani mesleki yönünü ortaya koyar oysa
kavramın yaşanmasına yönelik psikolojik
yönüde söz konusudur
“Çalışma ve başarı” ya yönelim
derecesinin endüstrileşmiş toplumlarda
endüstrileşme öncesi Avrupa’ya göre çok
üst seviyede olduğu görülür. Max Weber
‘in bu alandaki çalışmaları ünlüdür. Weber
‘e göre endüstrileşme ve Kapitalizm’in
ortaya çıkışı Protestan ahlakına yani kar
amacıyla çalışmaya bağlıdır. Daha sonra
yapılan araştırmalarda ortaya koyulduğu
üzere ( Mc Clelland, 1961) ekonomik
büyüme ve gelişme ile çalışma ve başarı
ilkesi arasında yakın bir ilişki vardır.
Genel anlamda çalışma ve
başarıya yönelme isteminin olması,
toplumun henüz başarı toplumu olduğunu
ortaya koymaz. Yukarıda anlatıldığı üzere
bir takım etmenlerin tarihsel bağlamında
hazırlayıcı rol üstlenmesi gerekir esas
itibariyle her sonuç ardında bir neden
barındırır. Endüstrileşmiş toplumlarda
görüldüğü üzere kararlarda ve personel
seçiminde herkesin başarı ve yeteneğin
göre değerlendirilmesi gerekir. Avrupa
kıtasına bağlı ve etkileşim içinde fakat
farklı motivasyonlarla şekillendiği için
ülkemiz Türkiye ‘de bu tür bir sistem genel
geçerliliğe bağlı bir kural olarak halen
yerleşmemiştir. Türkiye’de başarı yerine
“sosyal ilişki” ve “sosyal bağlılık” daha
önemli bir yer işgal etmektedir. Bu
nedenle Türkiye bir başarı toplumu
olmaktan çok bir”ilişki toplumudur”.
Ayrıca başka değer sistemleri üzerine
yapılan çalışmalarda değer sistemlerinin
ekonomik gelişmeyi etkilediği yönünde
önemli bulgulara ulaşılıyor. Böylece
ekonomik gelişmede kültür değerlerinin
önemli olduğu sonucu ortaya çıkıyor
(Erkan, 2004: 92).
Sanayileşme öncesinde
başlayan ve özellikle Avrupa kıtasında
görülen üretim miktarlarını artırmaya
dönük ilginin temel sebebi geniş insan
yığınlarına ucuz mal temininden ziyade
iktisadi olmayan bir takım görüşlerden
ilham alıyordu. Reformist kitapların daha
çok basılmasının istenmesi Lutheryen
akıma daha çok bağlılık sağlamak
amacıylaydı. Din o dönemde herkesi
ilgilendiren bir ortak etkileşim alanıydı ve
uhrevi yanı olsa da oldukça pratik ve
beşeri uygulam alanları da mevcuttu.
Zaman içerisinde sanat ve mimari alanda
dini motiflerden soyutlama yöntemiyle
kopuş ve daha püriten bir biçimde sanat
ve teknik gayeler hüküm sürmeye başladı.
Bu anlamıyla bakıldığında tarihsel
bağlamı içinde bir takım ilgisiz görünen
6
süreçler toplumsal yapıların ve ilişki
biçimlerinin o toplumlarda şekillenmesini
derinden etkileyen süreçler ortaya
çıkarmaktadır. Eğer bir sınıflandırma
ihtiyacında bulunursak ülkemiz güç aralığı
yüksek ve uzun vadeli risklerden kaçınan
aynı zamanda feminen yapı gösteren bir
toplumsal yapı içindedir yani heterodoks
ve aynı zamanda hetorojen bir içeriğe
sahiptir. Bu haliyle kuvvetli değerler
sistemiyle şekillenen homojen doğu
toplumlarıyla, yine farklı bir yönde fakat
kuvvetli ortodoks değerler sistemi içeren
diyalektik batı toplumları arasında gidip
gelen son derece heterojen bir yapı
içermektedir. Tek bir kalıba sığdırılması
oldukça zor olan bu yapının avantajlarının
yanı sıra dezavantajlar da vardır. Farklı
coğrafyalarda, iklim şartlarında yaşayan
ve yine farklı sosyal yapılara ve inanışlara
sahip toplumlarda bu yapıların yani tüm
etmenleri içerecek biçimde kültürel
kodlarını ele alırsak örneğin; Batı Avrupa
toplumları ile Ortadoğu toplumları ve Uzak
Doğu toplumları arasında hayatın her
safhasında görülebilecek farklılıklar
bulunmaktadır. Bu konu temel anlamıyla
sosyolojik bir çalışmanın başlığıdır.
Endüstrileşme modern anlamıyla ilk
olarak batılı toplumlarda ortaya çıkmış bir
süreçtir ve bu toplumlara ait sosyolojik
yapılar içinde harmanlanarak günümüze
gelmiştir. Zamanla bu yapısıyla Doğu
toplumlarını etkilemeye başlamış ve hatta
Uzak Doğu toplumlarında yaygınlaşmıştır
böylelikle bugün daha geç
endüstrileşmeye başlamalarına rağmen
bazı Uzak Doğu ülkeleri günümüzde batılı
gelişmiş toplumlarla endüstrileşme
anlamında yarışmakta hatta bunları geride
bırakmaktadırlar.
Daha evvel bahsi geçtiği üzere ülkemizin
toplumsal yapısında bir tür heterodoks ve
heterojen içerik söz konusudur bu
anlamıyla ülke içinde bölgeden bölgeye
farklı alt kültürlere göre dahi farklı
yansımalar söz konudur ancak burada
değinmeye çalışılan bu heterojenliğe
rağmen yakınlık gösteren ortak davranış
kalıplarıdır. Batılı toplumlarda
endüstrileşmeyle beraber bireyselleşme
öne çıkmış, çekirdek aile yapıları ile
yaşam döngüleri değişmiştir sanayi
devriminden bu yana geçen 200 seneden
fazla süre bu anlamda toplumsal
dönüşümlerin de yaşanmasına vesile
olmuştur. Uzak Doğu toplumları ise
modern endüstrileşme sürecine geç
katılmalarına rağmen sosyal yapılarındaki
bir takım mekanizmalar dolayısıyla bazı
ülkelerde hızlı bir mesafe katetmişlerdir.
Bu tip toplumlarda gördüğümüz genel
yapı kültürel üst yapının homojenliği,
kültürel olarak görev, sorumluluk, aidiyet
vs. kavramların o toplumda nasıl
algılandığı ile alakalı olmaktadır. Örnek
olarak Japonya, Güney Kore, Çin gibi
Uzak Doğu toplumları bu tip bir homojen
üst kültür yapısına sahiptirler.
Tanzimat’tan Meşrutiyet’e,
Birinci Cihan Harbi’nden, Cumhuriyet’e
Türk toplumunun günlük yaşamı tabi
olarak hızlı değişim ve dönüşümlere
uğramıştır. Toplumsal yaşamda
7
geleneksel yapı, yer yer çatlayıp kırılmış
ve yerleşmiş değerler değişmeye
başlamış, geçiş dönemlerine özgü
çelişkiler ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet’ten
sonra yurdumuz tarım, sanayi ve teknoloji
alanlarında büyük gelişmeler yaşamıştır.
1950’li yıllarda köylerden kentlere göçlerin
yoğunlaşması ile kültür çatışmaları
beraberinde gelmiştir dolayısıyla köy ve
şehir kültürü hızlı ve karşılıklı bir etkileşim
sürecini sürekli olarak tecrübe etmiştir.
Göçler nedeniyle çeşitli alt
kültürler büyük şehirlere taşınmıştır. Köy
kültür çevresiyle şehir kültür çevresi iç içe
bazen karışarak bazen de sınırları
birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış
biçimde yaşamaya başlamıştır. Farklı
geleneklerin bir arada yaşaması halk
kültürüne yeni bir boyut getirmiştir (Artun,
1996:11-25).
Göçle gelenler kentlileşme
sürecini yaşamaktadır. Doku kaynaşması
henüz sona ermemiştir. Toplumsal ve
kültürel değişiklikler halk kültürü
ürünlerinin değişip yeniden şekillenmesine
neden olurlar. Yukarıda bahsi geçen
olguları yorumlayıp sentezlemek gerekirse
coğrafyamızda uzun dönemde şekillenen
heterojen ve güç aralıkları fazla, yapısal
olarak feminen, uzun vadeli riskten
kaçınan, sürekli iç ve dış göçlerle ortak
çıkar ve sınıf gruplarının oluşmasının
gerçekleşemediği bir ara kültür formu
vücut bulmuş coğrafi konum itibariyle batı
ve doğu medeniyetleri arasında
oluşturduğu konumsal yapıya da bağlı
olarak bahsedilen bu kültür formu etkili
olmuştur. Burada özellikle vurgulanması
gereken ülkemizde ne batı toplumları tarzı
bireyselleşme ve endüstrileşmenin
getirdiği sınıfsal yapı hakim olmuş ne de
doğu toplumlarına has kültürel köklere sıkı
bağlılık ve homojen yapı tam olarak
husule gelmiştir. Bu ara kültürel yapı
sosyal hayatın bütünün de olduğu gibi
endüstri ilişkilerinde de etkin olarak
gözlemlenebilir.
1923 senesinde kurulan Türkiye
Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’
ndan miras olarakaldığı bağımsız sınıf
örgütlülüğü geleneği fazla değildir. Ayrıca
azgelişmiş ülkelerde sanayileşme göreceli
olarak daha yavaş tekamül eder ve bir çok
bakımdan yetersizdir. Bu tür ülkelerde işçi
sınıfı ve sendikalaşmanın ortaya çıkması
öncelikle madencilik, inşaat, ulaştırma,
büyük tarım işletmeleri ve diğer kamu
hizmet alanlarında olmaktadır. Ülkemizde
sendikal bağlamda endüstri ilişkilerinin
yaygınlaşması, sendikal hakların
kazanılması batı kapitalizminin süregelen
etkisiyle anayasa ve yasalaştırma
hareketleriye paralel ortaya çıkmıştır.
Osmanlı Devleti’nin en bunalımlı çöküş
dönemi aynı zamanda “Devletin Bekası”
adına bir çok reform hareketlerinin
gündeme geldiği ve uygulandığı
dönemdir. 1876 “Kanuni Esasi” den 1982
Anayasası’na kadar yapılan düzenlemeler
hiç bir zaman Batı ‘da olduğu üzere sınıf
çelişkisinin zorlaması üzerine olmamıştır.
Hak olarak tanımlanabilecek hemen
hemen tüm anayasal ve yasal
düzenlemeler aşağıdan gelen baskılar
sonucu değil devletin bazen jakoben
olarak nitelenebilecek tarzda yukarıdan
bahşettiği düzenlemelerdir.
Bir anlamda “örgütlenme hakkı”
ve STK’ ların varlığını coğrafi ve etkileşim
8
anlamında yakın olduğu modern Dünya
ülkelerinin etki ve baskısına borçludur.
(Özerkmen, 2003: 240)
Genel olarak bakıldığında toplumsal
uzlaşıda regulatif uygulamalar yanısıra
toplumda var olan uzlaşma kültürünün
etkili olması gerektiği ve ancak böylelikle
zımni olmasına rağmen kalıcı ve
sürdürülebilir uzlaşmaların ortaya çıkıp
korunabileceği gereçeği göz ardı
edilemez. Toplumsal geçmişleri ve sosyal
yapıları itibariyle bu karşıtlıkları bir takım
asgari ve azami müşterekler ile
mutabakata vardırmış ülkelerde iktisadi
kalkınmışlık düzeyleri ileri gitmektedir
4. YALIN ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ VE
UYGULAMALARI
Yalın felsefe “Lean Philosophy”
tanım itibarıyle Yalın Üretim, Yalın
Yönetim, Yalın Düşünce, Yalın Yaklaşım,
Yalın Dönüşüm, Yalın Felsefe,
kısaca “Yalın”, ürünler ve hizmetlerin
üretilirken, bu sürecin başlangıcından
(hammadde evresinden) sonuna (ürün/
hizmet teslimi) değin katma değer
kavramına yoğunlaşarak, israfın (boşa
harcanan kaynak, kayıp) ortadan
kaldırılması ve bu süreç süresince katma
değerin en az akamete uğrayacak
biçimde akıtılması ve en kısa yoldan nihai
kullanıcıya ulaştırılması hedefini güden
düşünce ve yönetim biçimi ile buna göre
uygulanan sistem ve tekniklerin toplamına
verilen addır. Tanım olarak bu şekilde
özetlense de bu düşünce sisteminin
temeli daha derin kültürel, inanç
sistemleri, sosyal süreçlerin
biçimlendirdiği bir takım köklere
dayanmaktadır.
Yalında tarif edilen israf, yani
boşuna sarfedilen kaynak, kayıp kavramı,
ürüne değer katmayan, ürünün şeklini
değiştirmeyen, ürün veya hizmetin
kullanıcısına yarar sağlamayan, kısaca
müşterinin bedel ödemek istemeyeceği
her şeyi ifade eden ve Yalının temelini
oluşturan kavramdır. Buna göre, Yalında
temel konu ürün tasarımından teslimatına
kadar her alanda kayıbın (beklemeler,
taşımalar, stoklar, gereksiz işlemler,
hatalar, fazla üretim vb.) ortadan
kaldırılarak tüm süreçlerde var olan
kaynakların değer yaratan süreçlere
yönlendirilmesidir. Bu yolla maliyetlerin
indirilmesi, teslim sürelerinin azaltılması,
kalitenin yükseltilmesi ve uzun vadede
esnekliğin ve rekabet gücünün artışı
vasıtasıyla şirket karlılığının yükseltilmesi
hedeflenir.
Japonya’da israf kavramı muda
(değer katmayan zaman), muri (aşırı yük),
mura (düzensizlik) şeklinde 3’e ayrılarak
ifade edilir. Yalın’ın temel prensipleri,
değer kavramına odaklanarak tüm
süreçlerde israfı azaltmak, değer yaratma
sürecinde kesintisiz ve sürekli akışı
sağlamak, çekme sistemi ile nihai
müşterinin istediği ürünleri üreterek fazla
stok oluşturmamak ve tüm bu faaliyetleri
yaparken sürekli iyileştirme felsefesi ile
mükemmelliği hedeflemektir. Küçük fakat
süreklilik arzeden iyileştirmelerle
mükemmellik amacıyla çalışmak
felsefesine bağlı olan sürekli iyileştirme
(Kaizen) Yalın’ın en temel yapı taşlarının
başında gelir. Bu prensiplerin yaşama
uygulanmasında 5S (İşyeri
9
Organizasyonu), SMED (Hızlı Tip
Değişimi), Poka Yoke (Hata Önleme),
TPM (Topyekün Verimli Bakım), Hat
Dengeleme, Kanban, Tek Parça Akışı gibi
Yalın araçlar (tools) kullanılır. Yalın
uygulamalarında en temel hususlardan
biri de insana saygıdır. Tüm faaliyetlerin
merkezinde çalışan ve insan yer alır ve
her kademedeki çalışanların
uygulamalara direkt olarak iştiraki esastır.
Yalın, sadece bir üretim tekniği veya
yöntemi olarak ifade edilemez. Hizmet
sektöründen ar-ge ve ürün geliştirmeye,
kamu hizmetlerinden ticari faaliyetlere ve
günlük yaşama kadar pek çok farklı
alanda tatbik edilebilecek bir nevi düşünce
ve iş yapış biçimidir.
Yalın yaklaşımların endüstriyel anlamda
kullanılmaya başlanmasının kökeni çok
eskiye gitmemekle beraber bu
uygulamalara esas teşkil eden felsefenin
temellerinin kökeni oldukça eskidir. Bu
anlamda bu uygulamanın ilk ortaya çıktığı
bütünleşik hareketin Uzak Doğu’da
Japonya, Kore vs. sırlamasıyla
ilerlemesinin buralardaki kültürel
altyapıyla alakası vardır. Bu felsefenin
endüstriyel anlamda formülize edildiği yer
olan Japonya tarihine bu manada
bakmakta fayda vardır. Japonya, Asya
kıtasında Pasifik Okyanusunda binlerce
adadan oluşan yaklaşık 380 bin kilometre
kare toprak parçasına sahip bir ülkedir.
Doğal kaynaklar anlamında zengin
değildir, nüfusu çok, dolayısıyla
kilometrekareye düşen insan sayısı
açısından oldukça yoğun bir yerdir. 2012
yılı verileriyle nüfusu yaklaşık 127
milyondur. Türkiyenin 780 bin kilometre
kare toprak alanı ve yaklaşık 80 milyon
olan nüfusu ile oranlanınca arada yaklaşık
3 kat bir nüfus yoğunluk farkı olduğu
ortaya çıkmaktadır. Ülke uzun bir dönem
feodal derebeylerinin boyunduruğu altında
yaşamıştır.
Bu ada ülkesinin tarihine
bakıldığında esas olarak diğer Dünya
ülkeleriyle kıyaslandığında fark
oluşturabilecek manada çarpıcı bir nokta
gözükmüyor ancak doğu din felsefelerinin,
Çin’in kültürel etkisi, dışarıya kapalı bir
feodal sistem içerisinde uzun süre kalmış
olması ve bir ada olması asabiyle
homojen bir sosyal, toplumsal yapı
oluşumunda bunlar etkin olmuştur
denilebilir. Meiji dönemiyle beraber
modern, batı medeniyetine açılmış ancak
geçmiş tecrübeler ışığında hep kendi
rezervlerini korumuş bir yapısı olduğu
gözükmektedir.
II. Dünya savaşından çıkmış ve
savaşta iyice hırpalanmış olan Japonya
Hiroshima ve Nagasaki’ye atılan 2 atom
bombasına rağmen 1950’lerde başlattığı
program ile bugünkü gelişmişlik seviyesini
yakalamıştır. Bundan evvel Japon malları
Dünyada ucuz ve kalitesiz olarak nam
salmıştı. Ancak bu daha evvel Japonların
kalite konusunu hiç dikkate almadıklarını
ifade etmez sadece bu konudaki
çabalarını uluslararası ticarette kaliteye
yönlendirmemişlerdi. Birden bire 1950’
lerden itibaren Japon ürünlerinin kalitesi
yükseldi ve bu yükselişin ardındaki
etmenler önemlidir. Yukarıdaki bahsin
açıklaması yönetici sınıfın ihracat
yapabilmek için kalitenin hayati öneme
haiz olduğunu anlayıp ikna olması ve
geçisi gerçekleştirebilmiş olmalarıydı.
10
II. Dünya Savaşı sonrası Japonya’da
“W.Edwards Deming” (*) ile başlayan bir
seri konferansta bu insanlar hedefe
ulaşılması için kendi sorumluluklarının
neler olduğunu ve hedefe ulaşmak için
liderlik yapmaları gerektiğini sistemli
biçimde öğrendiler. Yöneticiler ve diğer
çalışanlar kalite için kuvvetlerini
birleştirdiler. Burada Japon yönetici
sınıflarında yaygın olarak kabul gören Zen
felsefesi ve uygulamasından bahsetmek
gereklidir. Zen, kökeni 2500 yıl öncesine
dayanan Hindistan'daki Dhyana okuluna
kadar uzanan bir Mahāyāna Budist
okulunun Japonca’daki ismidir. İlk
aşamada Hindistan'dan Çin'e geçen okul,
burada Ch'an olarak ismini duyurmuştur.
Tang Hanedanlığı döneminde Çin'de
belli başlı Budist okullar arasına giren
Ch'an,Çin'den Kore, Vietnam ve
Japonya'ya yayılmıştır. 20. yüzyılda
Batı'da tanınmaya başlanan bu okul,
İngilizce ve diğer Batı dillerine Zen ya da
Zen Budizmi ismiyle girmiştir. Zen, diğer
Budist okulların arasından aydınlanma
amacıyla yapılan meditasyona verdiği
önemle ayırt edilir. Meditasyon anlamına
gelen Çince “zuochan” ve Japonca
“zazen” kelimeleri Japoncada “za”
oturmak” “zen” meditasyon anlamına
gelmektedir. Bu nedenle Batı'da yalnızca
bir meditasyon pratiğinden ibaret olarak
algılanan Zen, aslında Budizm'in bir
koludur. 20. yüzyılın ortalarından itibaren
Batı'da bir felsefe, bir yaşam tarzı, bir
sanat akımı v.s. olarak yaygınlaşmıştır.
Ancak bu batılı bakış açısı, Uzak
Doğu'daki Zen Budistlerin çoğunluğu
tarafından paylaşılmamaktadır
(http://www.zen-buddhism.net/) (Erişim
Tarihi: 11.04.2016)
________________________________
(*) : W.Edwards Deming (1900-1993)
ABD’li İstatistikçi akademisyen, kalite konulu
bir dizi konferans verdiği Japonya’da kalite
sisteminin nasıl organize edilmesi gerektiği
konusunda yaptığı çalışmalar ile kabul
görmüş adına kalite ödül yarışması
düzenlenen ve kendi adıyla kurulan bir
enstitüye isim babalığı
yapmıştır.(https://www.deming.org/theman
/overview) (Erişim tarihi:06.05.2016)
11
17.yy. başında, Elizabeth
döneminde ünlü edebiyatçı William
Shakespeare , Danimarka krallığındaki
Prens Hamlet’e yaşam ve ölüm üzerine
meditatif bir soru sordurmuştur ; “Olmak
ya da olmamak?” oysa Dünyanın öbür
ucunda Zen uygulayan ve dualizmi
reddeden insanlar “olmak ve olmamak”
gerektiği cevabını vermişlerdir (Toula-
Breysse; 2008: 9).
Endüstri ilişkileri bağlamında
bakıldığında, Yalın felsefenin etkileri işçi
ve işvereni ortaklaştıran bir takım felsefi
ve ahlaki değerlerde mutabakat olarak
ortaya çıkmaktadır. Örneğin Japonya’da
çalışma hayatına başlayan bir işçinin
işyerinden çok özel sebepler olmadıkça
ayrılması normal olarak kabul görülen bir
durum değildir. Batılı örneklerin kısa
süreler içinde çok sayıda iş ve iş yeri
değiştirmesi Japonya’da şaşkınlıkla
karşılanmaktadır. Bu işçi ve işveren
arasında adı konmamış bir sözleşme
gibidir. Bunun yanı sıra çalışanlar,
çalıştıkları kurumları evleri gibi
benimsemekte ve hatta bir çok işletmenin
saha ofislerine çalışanlar evlerine girer
gibi ayakkabılarını çıkartarak girmekte,
neredeyse geceyarılarına kadar kendi
istekleriyle kurum için çalışmaktadırlar.
Japonya’da diğer doğu toplumlarına
benzer şekilde güç aralığı fazla olan bir
toplumdur ancak diğerlerinden farklı
olarak bağlılık, onur, liyakat kavramları
yüksek öneme sahiptir. İşveren ve İşçinin
bu bağlamdaki davranışları ortak kültür
kodları içermektedir.
Toyota Otomotiv şirketinde
yaşanan gelişmeler anlatılan bahse örnek
teşlik etmesi açısından dikkate değerdir.
1987 -91 arasındaki “Balon Ekonomi”
döneminde otomotiv sektöründeki talep
artmış vaziyetteydi. Yüksek kalitede ve
miktarda araçlara olan teveccüh aynı
zamanda otomotiv üreticilerini kapasite
artırmaya yeni fabrikalar, üretim hatları
açmaya zorlamaktaydı. Bu dönemde
artan talep aynı oranda kalifiye işgücü ile
karşılanamayınca işçiler daha yüksek
maaşlarla işe başlama olanağına
sahiptiler ancak işgücü arzı yine de
istenilen seviyede değildi. Bu durum
sektörel verimlilik önünde önemli bir engel
oluşurmaya başlamıştı. Otomotiv
firmalarında “İnsan Dostu Montaj Hattı”
sloganı öne çıkmaktaydı bunun yanında “
Gümüş Hatlar” adı altında daha yaşlı
çalışanların istihdam edildiği hatlar ortaya
çıkmıştı. Bazı üreticiler yüksek otomasyon
seviyeli fabrikalar inşa etmeye başladılar.
(Nissan ‘ın Kyushu, Mazda’nın Hofu,
Tahara 4 Toyota fabrikaları bu dönemde
hazırlandı) Bu sırada Toyota Üretim
yönetiminde radikal bir takım değişikliklere
gitti. İş gücü arzındaki daralmayı üzün
süreli bir fenomen olarak gören Toyota
çalışma şartlarını değiştirmeye karar verdi
ve böylelikle lise mezunu veya daha yaşlı
çalışanlar içinde çalışma ortamını teşvik
edici hale getirmeye başladı.
İşgücü krizinin ortaya çıkmasıyla
beraber Toyota İşçi Sendikası bir komite
oluşturdu; Bu komitenin görevi
çalışanların üretim verimliliği, maaşlar,
çalışma şartları, yönetim modeli
hakkındaki görüşlerini almak ve formalize
etmekti. Bunun ardından şirket çalışma
ortamını iyileştirme yönünde ciddi
uygulamalar yapmaya başladı. Bu
12
değişimin tabiatında bulunan bizatihi TPS
(Toyota Production System) içindeki
karakteristik özelliklerdir. Verimliliği
artırmanın en temel yolu bir işin mümkün
olduğunca az işgücü ve tabi kaynakla
yapılmasıdır. İstikrarlı ekonomik dönemler
için geçerli olan bu yöntem ekonomide
talep balonlarının oluştuğu dönemlerde
geçerliliğini yitirmekteydi. Bu dönemde
Toyota’da çalışan yeni çalışanların %25
kadarı ilk yıllarında işi bırakma davranışı
gösterdi. Bu sebeple geçici çalışan
teminine gidildi, bu noktada geçici
çalışanların sayısı toplam çalışanların
arasında %10’una ulaşmıştı. Bazı çalışma
gruplarında bu oran %75’lere kadar
ulaşmaktaydı, bu o zamana kadar
Toyota’da görülmemiş bir gelişmeydi. Bu
gelişmeler ışığında geçici çalışanların
tecrübe ve yetenek seviyelerinin bir takım
işleri yapma konusunda yetersiz olduğu
görüldü. Yıllık çalışma saatleri uzadı
(1990 yılında ortalama 2315 saat) ve
üretkenlik oranlarında farkedilir düşüşler
meydana geldi ve “Taichi Ohno”(*)
tarafından uygulamaya geçirilen stoksuz
çalışma “tam zamanında” üretim
kavramları sorgulanmaya başladı.
(http://www.toyota-global.com/company
/vision_philosophy /toyota_production_system
/origin_of_the_toyota_production_system.
html) (Erişim tarihi: 11.06.2016)
_________________________________
(*) : Taichi Ohno (1912-1990) TMC’de
1943’ten itibaren çalışmış Eiji Toyoda’nın
desteği ile Toyota Üretim sisteminin kurucusu
olmuş ünlü yöneticilerinden, Endüstri
Mühendisidir.
Sendika insiyatifi ile kurulan
komite de şirket yönetimi sendikaya
verimlilik dolayısıyla üretim artışı
noktasında veya işçi sayısının azaltılması
konusunda baskı yapmayacağını taahut
etti. Şirket yönetimi üretim verimliliği
kavramını yeniden ele alması gerektiğini
gördü. Bu süreç yaşandıktan itibaren artık
her dönem üst yönetim tarafından
fabrikalara verilen verimililk artış hedefleri
yerini departmanların verdiği parçalı
hedefleri konsolide eden bir yapıya
dönüştürüldü, burada yukarıdan aşağıya
bir planlama ve güç devri verilmiş oldu.
Yeni kurulan “Üretim Konseyi” sahadan
gelen geri beslemelerle hedeflerini
oluşturmaya başladı. Üretim verimliliği
kaizenleri otonomlaşmaya başladı. Üretim
verimliliğinin hesaplanmasında genç
kadın çalışanlar ve yaşlı çalışanlarıda
dikkate alan bir deneme takımı ve geçmiş
üretim rakamlarını baz alan daha insancıl
bir yaklaşım uygulanmaya başlandı.
Yönetim ve sendika uzlaşarak uzun olan
yıllık çalışma saatlerinin yıllık bazda 300
saat düşürülmesine karar verdi. 1991 ve
93 seneleri arasında kademeli olarak bu
çalışma saatleri kısaltıldı. 3 vardiya yerine
gece vardiyası olarak olarak tanımlanan
vardiya kaldırılarak (6:30-15:15) ve
(16:15-01:00) şeklinde 2 varidiya
düzenine dönüldü. Yönetim çalışanların
ödenmiş izin haklarını kaybetmemeleri
için bunların ertelenmesini veya
kullanılmamasını teşvik etmedi aksine
kullanılmaları yönünde teşvikler başlattı.
1950’lerden 1990’lara kadar üretim
verimliliği konusuna sendika tarafından
dokunulmamışken bu faaliyetlerle beraber
ciddi verimlilik artışları sağlanmış sendika
13
ve yönetimin birlikte katılım sağlamaları
sonuç olarak karşılıklı fayda ve anlayışın
ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
Fabrikaların kendi üretim verimlilik
yönetimlerini kurgulamasına yardımcı
olmak fiyat etkinliği konusunda avantaj
sağlamıştır. Hatların ergonomileri
konusunda iyileştirmeler yapılmış daha
yaşlı ve kadın çalışanların çalışma
koşullarına uyumu sağlanmıştır (Shimuzu,
Koichi. “Transforming Kaizen at Toyota”
Working Paper, Okayama University,
Japan (http://www.e.okayama–u.ac.jp/~
kshimuzu /downloads/iir.pdf) (Erişim Tarihi:
01.03.2016).
Japon işçi sendikaları
Dünyadaki diğer sendikalara bakıldığında
iki ayırdedici özellik göstermektedir;
 Sendikalar iş kolu veya işçi bazlı
değil tekil firma bazlı bir örgütlenme
modeli göstermektedir.
 Dünya’nın diğer bölgelerine
nazaran grev vs. nedenlerle yaşanan iş
kayıpları çok azdır. Japon firmalarında
sendikal örgütlenmeyi farklı kılan özellikler
genellikle firmalarda çalışanların ömür
boyu iş garantisine sahip olmalarıdır ki
Japonya’da friksiyonel işşizlik rakamı ve
genel işsizlik rakamları çok düşüktür.
Japonya’da Endüstri İlişkileri’nin
tarihine bakılınca 2. Dünya Savaşı sonuna
değin Türkiye’dekine paralel biçimde etkin
bir örgütlenme geleneği olmadığı
gözükmektedir. Sendikaların grev hakkı
1900 senesinde çıkartılan bir kanunla
yasaklanmıştı ancak buna rağmen yine de
bir takım grevler söz konusu olmuştu.
Sendikalar batı ülkeleriyle benzer iş
kollarında faaliyet gösteriyordu ancak
bölgesel ve iş koluna bağlı gereklilikler
sebebiyle sendikaların etkinleşmesi
önünde engeller vardı. 1. Dünya Savaşı
sonrası ekonomik koşullar sendikalarında
güçlenmesine yol açan bir takım
ekonomik gelişmelere sahne olmuştu.
1931 senesinde ilgili yasanın 17.
maddesinde yapılan düzenlemeyle polise
grev durumlarında engelleyici fiili yetkliler
verildiği dönemde sendikalılaşma oranı
%8’ler düzeyindeydi. 2. Dünya Savaşı
süresince sendikal faaliyetlere tamamıyle
kısıtlayıcı kurallar getirilmiştir. 2.Dünya
Savaşı sonunda 1945 Aralık ayında
yapılan yasal düzenlemeyle birlikte
sendikalılaşma oranında hızlı bir artış
yaşanmış tarım dışı sektörlerde bu oran
%55,8’e tırmanmıştır(Flath; 1998 : 1-5).
1970’lere doğru ise sendikalılaşma oranı
yine azalmaya başlamış ve bugünkü oran
olan toplam endüstri işçileri arasında
beşte birlik bir orana kadar gerilemiştir.
Japonya’nın şu anki sendikalılaşma oranı
gelişmiş ülkeler arasında orta düzeydedir.
Fransa ve Almanya gibi örneklerde sosyal
devlet ilkesinin de gereği olarak sendikalı
olmayanların işletmelerdeki hak kayıpları
sendikanın yaptığı anlaşmalarda
gözetilmektedir çünkü sendikalı oranı
işletme bazlı olarak sendikalı
olmayanlardan fazladır, Japonya ‘da
durum tersinedir. Bahsedilen yapıda
Japonya örneği sayısal olarak farklı olsa
da Türkiye’deki yapıya benzemektedir.
2015 yılı resmi rakamlarına göre
ülkemizde sendikalı işçi sayısı 1.429.026
ve oransal olarak %11,21‘dir
(http://www.csgb.gov.tr/media/1721/2015_tem
muz_6856.pdf) (Erişim Tarihi: 12.06.2016).
14
Japonya’da 2010 yılı
araştırmalarına göre yaklaşık 26000
civarında sendika bulunmaktadır. 10
milyon civarında çalışan sendika üyesidir.
Milli İnşaat İşçileri ve Tüm Japon Deniz
Adamları Sendikası dışında sendikalar
şirket bazlı ufak sendikal yapılar olarak
faaliyet göstermektedir. 1949 ‘daki
%55.8’lik oranın ardından Japonya’da
sendikalılaşma oranı giderek düşmüştür.
2012 yılı itibariyle %18,5 gibi bir
orandadır. Endüstri ilişkileri alanında
Japonya’nın genel resmi bu iken Yalın
felsefe etkileri her alanda olduğu gibi bu
alanda da etkili bir ilişki biçimi
yaratmaktadır. (Fujimura;2012: 6-7)
Toyota’da endüstri ilişkilerinin
gelişim sürecine bakarsak özellikle 2.
Dünya savaşı sonrası ortaya çıkan zor
ekonomik koşullar ve bunun sonuçlarının
firmaya yansıması dikkatimizi çeker. O
dönemde Japonya’da yönetim Müttefik
Kuvvetler kumandanı “Dodge Line” idi,
Ülke sathında sıkı ekonomik politikalar
uygulanmaktaydı. Sanayi, tarım, ticaret
hayati yıkıma uğramış vaziyetteydi. Bu
durum Toyota’yı iflasın eşiğine getirmişti.
1950 senesinde firmanın fazla personel
olarak nitelenen 1600 kişilik bir çalışan
grubunun işten çıkarılmasını öngören bir
teklif ile Toyota İşçi Sendikasına gitmesini
mecbur kılmıştı ancak durum bundan tam
bir sene önce firmanın verdiği işçi
çıkartma olmayacak sözüne aykırıydı.
Uzun tartışmalar sonucunda 1500 kişilik
bir işçi grubunun iş akdinin feshedilmesi
ve %10 ücret kesintisi ve Toyota’nın
Başkandan itibaren tüm üst düzey
yönetiminin istifa etmesiyle sonuçlanan bir
uzlaşmaya varıldı. Firma ve çalışanlar bu
sancılı süreç sonunda önemli fikri
kazanımlar elde etti. Her iki tarafında
kaderlerinin ortak olduğu bir tarafın
çıkarının diğerinin zararı anlamına gelmek
zorunda olmadığı kavrandı. 1962 senesi
Şubat ayında bu anlaşmazlığın yaklaşık
10 sene sonrasında Toyota yeni bir adım
attı ve “Birleşik İşçi ve Yönetim
Deklarasyonu” yayınlandı. Bu deklerasyon
her iki tarafından yaşananlardan aldığı
dersin ve karşılıklı saygı ve katılım
prensibinin benimsenmesinin bir
sonucuydu. Kararlı bir biçimde 1950
senesinde yaşanan sürecin bir daha
yaşanmaması için bir uzlaşma
sağlanmıştır. Bu tarihten ititbaren firma
sendika ile karşılıklı güvene dayalı,
sağlam bir ilişki geliştirmiştir. 1996
senesinde sendikanın kuruluşunun 50.
senesinde her iki taraf masaya oturarak
21.yy. vizyonu çerçevesinde karşılıklı
mutabakat anlaşmasını yenilemiştir
(http://www.toyota-global.com /company
/history_of_toyota/ 75years/ data/company
_information/personnel/labor-management
_relations/joint_declaration _of_labor.html).
(Erişim Tarihi: 02.03.2016).
Ülkemizde özellikle Kalite
Yönetim Sistemleri’nin tanınmaya
başladığı 90’lı yılların başından itibaren
Yalın yönetim ve üretim sistemleri
gündemdedir. Ancak Yalın uygulamaların
ardında barındırdığı felsefi kökler
yeterince incelenmemiştir. Daha çok yalın
süreç tasarımlarının işletmeye
sağlayacağı fiyat ve dolayısıyla rekabet
avantajlarının üzerinde durularak bu
yönde bir motivasyon oluşmuştur. Aslında
bu bahsi geçen yönelim Yalın tekniklerinin
15
orijininden kopyalandığı diğer batı
ülkelerinde de çok farklı değildir.
Türkiye’de ilk olarak Yalın
uygulamaları otomotiv sektöründe 1990’lı
yıllardan itibaren görülmeye başlamıştır.
Toyota’nın yarattığı etki ile otomotiv
sektöründe çalışan firmalar Yalın’a daha
çok ilgi göstermiş ve yan sanayilerini de
bu yaklaşımı uygulamaları noktasında
teşvik etmişlerdir. Zamanla otomotiv
dışında tekstil ve makine gibi diğer
sektörlerde de yaygınlaşan bu metodik
yaklaşım, bugün Türkiye’de birçok firma
sahibi ve profesyonel yöneticisinin ilgisini
çekmektedir.. Yalın yaklaşım israflar
yüzünden sarf edilen kaynakları verimli
kullanmanın metodlarını göstermektedir.
Tasarruf edilen kaynaklar daha fazla
değer yaratmaya kanalize edildiğinde,
hem mevcut pazarlarda daha geniş
ekonomik fırsatlar bulunabilir hem de yeni
pazarlara doğru büyüme
gerçekleştirilebilir. Yalın, Türkiye’nin
esaslı iş yaklaşımı olmalıdır görüşü
yaygınlık kazanmaktadır. Arka plan analizi
yeterli biçimde anlaşılmadığında ve
sadece saha, teknik uygulamalar
üzerinden Yalın kavramını
değerlendirdiğimizde, bu kavramın
hayatın diğer yönlerine örneğin en temel
sorunlu alanlarımızdan Endüstri İlişkilerine
olan yansımalarını değerlendirmemiz
mümkün olmayacaktır. Bu manada
Endüstri İlişkileri bağlamında Türkiye’de
milli sermayenin Yalın’a bakışı kısıtlı
çerçeveyi
aşamamaktadır.(http://www.yalindunya.net/
2012-11-10-07-07-23/yalinin-tarihcesi.html)
.(Erişim Tarihi: 15.04. 2016)
5. ÜLKEMİZE AİT KIYASLAMA VE
ÇIKARIMLAR
Sanayi Devrimi ile gelişen
süreçte yaşananlar sonucu oraya çıkan
işçi ve işveren örgütleri özelde ise
sendikalar endüstri ilişkilerini kavramsal
olarak ortaya çıkarmıştır. Ülkelerin kültürel
arka planları sosyal hayatın her alanında
olduğu üzere endüstri ilişkilerinde de etkin
rol oynamaktadır. Ülkemiz bu haliyle bir
geçiş coğrafyasıdır ve kültürel altyapısı
zenginlik içermektedir ancak homojen bir
altyapı üzerine bina edilmiş, asgari
müşterekleri fazla olmayan bir yapıda
yaşamamız, göç, komşu ülkelerin sosyo-
politik ve ekonomik durumları yaşanan
gelişmelerde etkili olmaktadır. Sendikalar;
Endüstri ilişkileri içerisinde çok önemli bir
yer işgal etmektedir. Sendikalar geçmişte
de ve günümüzde de etkin bir rol
yüklenmekle beraber bu kavramın
tamamını ifade etmekte yetersiz
kalmaktadır
İnternet kullanımının artması,
insanların çok daha hızlı ve yüksek bilgi
içerecek biçimde iletişim kurabilmesi
baştan ayağa iletişim ve ilişki biçimleri
üzerinde etkili olmaktadır. Ülkemizde
yakın bir tarihe değin sendika üyeliği için
noterde beyanname imzalamak şartı
varken artık “e-devlet” sistemi üzerinden
kolayca sendika üyelik işlemleri
gerçekleştirilebilmektedir. Endüstri ilişkileri
kavramı şekil ve içerik değiştirdikçe,
düzgün bir biçimde yönetilme ihtiyacı
artmakta ve hatta zorlaşmakta, sosyal
barış ve gelişmişlik düzeylerine olan
katkısı göze alındığında sanayileşmenin
arttığı her toplumda konuyla ilgili çeşitli
16
modeller ortaya konulmaktadır. Tabi ki bu
sadece yukarıdan aşağıya yapılan
modellemelerle çözümlenebilecek bir
mesele değildir bu çalışmaya konu olduğu
üzere kültürel arka planlar sonuçlar
üzerinde çok etkilidir. Kültürel arka planlar
bir çırpıda değiştirilebilecek konular
olmadığı gibi toplumlar kendi sentezlerini
gelişen taihsel süreçler içinde
bulmaktadırlar. Farklı uygulamalar ve
farklı kültürel arka planların yansımaları
hakkında fikir sahibi olmak bakış açısını
genişletmeye ve toplumların ulaştıkları
sentezleri yorumlayıp geliştirmeye
yardımcı olurlar.
Yalın felsefesi ve geldiği kültürel
arka planın tanınmasıyla ölçek olarak
karşılaştırılması uygun olmasa da Türkiye
ve bu uygulamanın başat aktörlerinden
Japonya’nın oluşturduğu örneklere bir
arada bakılabilir. Bu kıyaslama farkındalık
yaratmak açısından önem arzetmektedir.
Türkiye’nin sırası 16, 17, 18.’lik arasında
yer değiştirmekle beraber içinde
bulundurduğu potansiyelin daha yüksek
bir konumda olması gereklidir. Doğal
kaynak açısından fakir, stratejik olarak
merkezi sayılamayacak konumda
bulunan, 2. Dünya Savaşı sonunda
hemen hemen tamamen tahrip olmuş bir
ülkenin bugün dünya listesinde 3. sırada
olması bahsi geçen bir takım olgulara
bağlıdır. Sosyo-Kültürel yapılar ısmarlama
inşa edilecek olgular değildir. Ülkelerin
getirdiği tarihsel miras, cografi konum,
inanç sistemleri vs. bu yapıları ortaya
çıkaran ana etmenlerdir.
Japonya ve Türkiye’nin kültürel
açıdan benzemeyen yönleri olduğu gibi
benzeyen yönleri de vardır. Her iki ülkede
güç aralığı yüksek toplumlardan
müteşekkildir. Endüstri İlişkilerinde
sendikal haklar çoğunlukla çatışmalı bir
taban talebiyle gelişmiştir denilemez, tabi
ki ciddi mücadeleler olmuştur ancak her
iki ülkede sürekli artan trend ile bir
sendikalılaşma eğiliminden ziyade ciddi
gelgitler ile şekillenme doğrultusundadır.
Sendikalı işçi sayıları her iki ülkede de
gelişmiş ülkelerin genel ortalamasının
epey altındadır.
Japonya’da bilindiği gibi toplu
pazarlığın âdemi merkeziyetçi biçimde
yapılması, çoğu toplu sözleşmelerin şirket
düzeyinde imzalanması, sektör düzeyinde
veya ulusal düzeyde pazarlıkların ender
görülmesi, Japonya’da endüstri ilişkileri
bağlamında evrensel normların
oluşmasının önünde önemli bir engel
olarak ortaya çıkmaktadır. Öte yandan
ülkede endüstri ilişkilerinin evrensel
niteliklerden yoksun olması bir anlamda
sendikaların pazarlık gücünün de zayıf
olduğu anlamına gelmektedir. Bu nedenle
ülkede, zayıf olan pazarlık gücünü
dengelemek, sektör eksikliğini
tamamlamak, etkisi ulusal boyutta
olabilecek, benzeri olmayan bir ücret
belirleme sistemi olan “Shunto” (ilkbahar
ücret saldırısı) uygulanmaktadır.
Sendikalar Kanunu’na göre 3 yıl olarak
ifade edilen toplu iş sözleşme süreleri,
sürenin uzunluğundan dolayı ücretlerin
erimesine sebep olmaktadır. Bu sebeple
her yıl “Shunto” görüşmeleri ile ücret
seviyeleri tekraren belirlenerek ücretlerin
enflasyon karşısında değer yitirmesi
engellenmektedir.
Son yıllarda hızla değişen
işletmelerin, sendikaların ve demografik
17
yapının yani yaşlanan işgücünün,
yavaşlayan ekonomik büyüme nedeniyle
yeni istihdam koşullarına adapte olmakta
zorlandığı dikkatlerden kaçmamaktadır.
Öyle ki, 1980’lerde %3,7 gibi gerçekleşen
GSYİH’daki büyüme, 1990 ve 2000’li
yıllarda %1,1’lere kadar gerileyerek;
ekonomide yaşanan uzun dönemli
durgunluk işsizlik oranlarının %5
artmasına neden olurken; aynı zamanda
geleneksel istihdam uygulamalarında da
değişiklikler meydana getirmiştir. Nitekim
1985 yılında %16 olan düzensiz işlerin
oranı 2010 yılında %34’lere kadar
yükselmiştir. Böylece günümüz
Japonya’sında, değişen ekonomik şartlar
gereği “sendika sayısı”, “sendikalı çalışan
sayısı” ve “sendikalaşma oranında”
geçmişe göre önemli gerilemeler
yaşandığı bir gerçektir. Ülkemizde de çok
başarılı bir örgütlü sendikacılık geleneği
mevcut bulunmamaktadır. Bu
benzerliklerden yola çıkarak Yalın
kültürün iş barışına ve ortak menfaatlere
verdiği katkı bir farkındalık yaratabilir.
Uygulamada Yalın kültür sadece üretim
ve bağlantılı süreçlerde değil aynı
zamanda Endüstri İlişkilerinde de etkin bir
iletişim zemini sağlayacaktır. (Erol; 2014
: 50-51)
SONUÇ:
Sınai gelişmeye önderlik eden kıta
ve buna bağlı medeniyetin tarihsel
köklerinin içinde barındırdığı öz ile farklı
kıta ve medeniyetlerin bu sürece katılımı
hatta kendi bağımsız süreçlerini inşası
farklı yollar izlemiştir. Bazı yüzeysel
uygulamalarda ve küreselleşmenin
etkisiyle aynılaşan konularda bu farkı tahlil
etmek kolay değildir ancak bir miktar
derinliğine bakıldığında geri plan daha
sarih biçimde ortadadır. Avrupa kıtasında
sanayileşmeye giden sürecin inşası ile
Ortadoğu’nun ve Uzak Doğu’nun bu
sürece katılımları farklı saikler
içerebilmektedir. Yalın Üretim ve Yönetim
90’lı yıllardan itibaren Avrupa ve
Amerika’da çeşitli sanayi kollarında
yaygın olarak uygulanmaya çalışılsa dahi
bu pratiklerin ekseriyetinde hedeflenen
başarının tam olarak sağlanamamasında
arka plan araştırmasının tam olarak
yapılmamasının ve pratik uygulamanın
fikri köklerinin yeterince anlaşılamaması
neden olmuştur. Yalın’ın kendi uygulama
örnekleriyle fomülize edilmiş olması
kendine ait tarihsel ve kültürel bağlamı
olmadığı anlamına gelmez ve bu haliyle
fikri alt yapısı, işletme içerisindeki iletişim
metodları ve iş yapış şeklinde de
belirleyici bir rol oynar. Yalın Üretim
Sistemi’nin yapı taşlarından en önemli
ikisinin Kaizen ve Saygı olması bu
bağlamda incelendiğinde şaşırtıcı değildir.
Teknik uygulama yöntemlerinden ziyade
bir yaklaşım şeklini belirleyen bu iki temel
yapı taşı işletmelerin ortaya koyduğu
Endüstri İlişkileri yaklaşımlarında da
belirleyici olmaktadır. Karşıtlıkları uyum
içinde barındırmak, karşılıklı saygı
prensibinden beslenmek iş hayatındaki
ilerleme ve barışçı atmosferin korunarak
tarafların birbirlerinin ortak çıkarlarını
gözetmesi bir bütünün parçaları gibi
hareket etmesi esasını gündeme
getirmekte ancak bu fikrin başarılı
uygulamalarının sağlanması yetişmiş
insan gücünde bu konuyla alakalı
temellerin uygun inşa edilmesi önşartına
dayanmaktadır.
18
___________________________________KAYNAKÇA____________________________
Artun, Erman; 1996, “Günümüzde Adana Aşıklık Geleneği ve Aşık Feymani” , Adana, Hakan Ofset.
Erkan, Hüsnü; 2004, “Ekonomi Sosyolojisi”, Fakülteler Kitabevi, İzmir.
Erol, Sevgi Işık; 2014, “Kendine Özgü Yaklaşımıyla Japon Endüstri İlişkileri Sistemi” Kamu -İş;
C:13, S:4/2014
Ekin, Nusret ; 1985, “Endüstri İlişkileri”, İstanbul.
Fujimura, Hiroyuki;2012 “Japan Labor Review, vol 9, no. 1, Winter”
Giz, Adnan; 1969, “Anadolu Tarihinde Sanayi Faaliyetlerine Toplu Bir Bakış”, İ.S.O.D., Yıl 4.
Koç, Yıldırım; 1992,“1990 ve 1991 Toplu İş Sözleşmeleri”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi,Cilt 16, Sayı
143.
Koç, Yıldırım; 1999,” Türkiye’de Ekonomik ve Sosyal Konsey” Türk-İş Eğitim Yay. No.21 Ankara.
Önsoy, Rıfat; 1980, “ 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Sanayileşme Teşebbüsleri”, Milli
Kültür, Cilt 2, Sayı 3-4-5.
Özerkmen, Necmettin; 2003, “ Geçmişten Günümüze Türkiye’de Anayasa ve Yasalarda Sendikal
Hakların Düzenlenmesi ve Getirilen Kısıtlamalar.” Cilt 43, Sayı 1
Shimuzu, Koichi “Transforming Kaizen at Toyota” Working Paper, Okayama University, Japan
http:/www.e.okayama–u.ac.jp/~kshimuzu/downloads/iir.pdf
Toula-Breysse, Jean Luc; 2008 “Zen” Ankara Dost Kitabevi
http://my.beykoz.edu.tr/serkang/files/2011/02/sanayi_devrimi.pdf
http://www.csgb.gov.tr/media/1721/2015_ temmuz_6856.pdf
https://www.deming.org/theman/overview
http://www.toyota-global.com/company/history_of_toyota/75years/data/company_information
/personnel/labor-management _relations/joint_declaration _of_labor.html)
http://www.toyota-global.com/company /vision_philosophy /toyota_production_system/origin_of_the
_toyota_production _system.html)
http://www.yalindunya. net/2012-11-10-07-07-23/yalinin-tarihcesi.html
http://www.zen-buddhism.net/

More Related Content

Similar to Makale

Turkiye iktisattarihi
Turkiye iktisattarihiTurkiye iktisattarihi
Turkiye iktisattarihiguesta83fdb0
 
Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.
Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.
Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.Yiğit Kalafatoğlu
 
STRATEGY Dergisi / Ekim-Aralık 2016 Sayı 10
STRATEGY Dergisi / Ekim-Aralık 2016 Sayı 10STRATEGY Dergisi / Ekim-Aralık 2016 Sayı 10
STRATEGY Dergisi / Ekim-Aralık 2016 Sayı 10Akfen Holding
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Turkiyede sosyal_politikanin_gelisimi
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Turkiyede sosyal_politikanin_gelisimiVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Turkiyede sosyal_politikanin_gelisimi
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Turkiyede sosyal_politikanin_gelisimiMensur Boydaş
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting PrinciplesVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting PrinciplesMensur Boydaş
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Welfare State
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Welfare StateVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Welfare State
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Welfare StateMensur Boydaş
 
Hürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanıHürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanıChp Aydın
 

Similar to Makale (9)

Turkiye iktisattarihi
Turkiye iktisattarihiTurkiye iktisattarihi
Turkiye iktisattarihi
 
Kitap özeti yayın
Kitap özeti yayınKitap özeti yayın
Kitap özeti yayın
 
Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.
Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.
Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.
 
Yumuşama dönemi
Yumuşama dönemiYumuşama dönemi
Yumuşama dönemi
 
STRATEGY Dergisi / Ekim-Aralık 2016 Sayı 10
STRATEGY Dergisi / Ekim-Aralık 2016 Sayı 10STRATEGY Dergisi / Ekim-Aralık 2016 Sayı 10
STRATEGY Dergisi / Ekim-Aralık 2016 Sayı 10
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Turkiyede sosyal_politikanin_gelisimi
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Turkiyede sosyal_politikanin_gelisimiVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Turkiyede sosyal_politikanin_gelisimi
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Turkiyede sosyal_politikanin_gelisimi
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting PrinciplesVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Welfare State
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Welfare StateVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Welfare State
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Welfare State
 
Hürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanıHürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanı
 

Makale

  • 1. 1 ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA YALIN YAKLAŞIMLAR VE KÜLTÜRLER ARASI KARŞILAŞTIRMALAR (*) Barış KOÇ (**) Özet Çalışma hayatı ve endüstri ilişkileri kavramlarına tarihsel perspektif içinde genel bir bakış açısı ile yaklaşılarak Sanayi Devrimi ve sonrasındaki süreçler ele alındığında Türkiye’nin bu tablodaki yeri ve kültürel altyapısı ortadadır. Yalın uygulamalar ile alakalı olarak Dünyada Yalın düşüncenin nasıl ortaya çıktığı tarihsel bağlamı ve kökleri, uygulama örnekleri, çalışma hayatına ve endüstri ilişkilerine yansımalarının irdelenmesi farklı alanlarda fayda sağlayacaktır. Dünya uygulamalarına bağlı ve kıyaslamalı olarak Türkiye’de Endüstri İlişkilerinde yalın yaklaşımların etkisi irdelenirse Dünyadaki süreçten ve özellikle Japonya’daki uygulamalardan ülkemize örnek teşkil edebilecek husular olduğu görülmektedir. Anahtar Kelimeler : Endüstri İlişkileri, Sanayi Devrimi, Sosyal Devlet, Yalın Üretim ve Yönetim, Toyota. LEAN APPROACHES IN THE CONTEXT OF INDUSTRIAL RELATIONS AND INTERCULTURAL COMPARISONS Abstract A General approach to Work Life and Industrial Relations in the context of historical background, Industrial Revolution and post period are in consideration. Turkey’s position and cultural infrastructure are there. In relation with Lean applications as how Lean thinking raised, historical connections and roots, Application examples and reflections to work life and industrial relations are explored so in relation with World applications and in comparison with different examples how lean approaches impacts on Turkey’s Industrial Relations. Also “Any reflections from the examples in Japan to Turkey” subject can be observed. Key Words : Industrial Relations, Industrial Revolution, Social State, Lean Production and Management, Toyota. (*) : Bu çalışma Namık Kemal Üniversitesi Sasyal Bilimler Enstitüsü Çalışma İktisadı A.B.D Tezsiz Yüksek Lisans Projesi olarak hazırlanan çalışmanın makale olarak yayınlanmak üzere gözden geçirilmiş halidir. (**): NKÜ Sasyal Bilimler Enstitüsü Çalışma İktisadı A.B.D Tezsiz Yüksek Lisans öğrencisi. E.posta: kocbaris@yahoo.com.
  • 2. 2 1. GİRİŞ Günümüzün, ihtiyaçları sürekli yenilenerek şekillenen çalışma hayatında artık ülke ekonomileri ulusal ölçeklerin ötesinde beynelmilel ihtiyaçlar ve global etkiler üzerinden vücut bulmaktadır. Küresel ekonomik sistemin içerisinde endüstri ilişkileri de tüm çalışma hayatında olduğu gibi yerel formları global etkiler ile harmanlayarak kendi sentezlerini yaratmaktadır. Bu aşamada bir örneğe iyi veya kötü diyebilmemiz ancak sonuç ve etkilerini analitik olarak değerlendirmemiz, sürdürülebilirlik vesaire endüstri ilişkileri ve çalışma hayatı gibi tedricen de olsa beşeri bir takım genellemeler üzerinden teorize edilen bir alanda Yalın yaklaşımının etkileri tahmin edilebilir düzeyden öte olabilir. Bu yaklaşımların Türkiye’deki çalışma hayatı üzerindeki etkilerini ve örgütlenme yapısı işveren ve işçilerin tavırlarını, bununla birlikte hükümetlerin, ilgili hukuki ve idari üst yapıların sürecin içindeki rollerini sadece sonuç verilerine dayalı bir iyi, kötü veya üst, alt kıyaslaması yaparak değil esasen dünya çapındaki Yalın kültüründen ülke özelinde bir sentez çıkartılıp çıkartılamayacağı irdelenerek değerlendirilmelidir. 2. DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ TARİHİ Dünya ölçeğinde çalışma hayatının bugün anladığımız anlamda endüstriyel pazarlar ve işgücü piyasası olarak kabul görmeye başlaması esas itibariyle Sanayi Devriminden itibaren vuku bulmuştur. Sanayi Devrimi bilinen anlamıyla klasik üretim metodlarının terkine ve makinaların, kas gücünün ve ustalığın dışında başka kaynakların da kullanıma sunulmasına vesile olmuş ilk olarak 1763 yılında İskoçya’da James Watt tarafından geliştirilen buharlı makinelerin ortaya çıkışıyla süreç başlamış İplik Makinelerinden, Trenlere, Maden Ocaklarından başka bir takım endüstriyel tesislere buhar ve bu türev yakıtlar, bu yakıtların ürettiği enerji ile çalışan makinelerin kullanıma sunulmuştur. Bu devrimin artçı etkileri olarak toplumlar sınıfsal bazda ayrışmaya başlamış, üretim ve tüketim hızlanmış, şehirlere kırsaldan göc başlamış ve modern toplumların temelleri atılmaya başlamıştır. Tabi ki bu hızlı ilerlemenin ardında Bilim ve Teknoloji alanıdaki gelişmeler yatmakta bu konuda lider rol Batı Avrupa Monarşi ve Cumhuriyetleriydi. (http://my.beykoz.edu.tr/ serkang/files/2011/02 /sanayi_devrimi.pdf)(Erişim tarihi: 12.05. 2016) Dogu felsefesi ve özelinde Uzak Doğu felsefesinden nemalanan Yalın; esas itibariyle karşitların çatışmasını değil uyum içinde yaşamasını öngören bir yapıdadır. Bir çok insanın günümüzde vakıf olduğu “Ying ve Yang” kavramları birbirinin zıttı görülen beyaz ve siyah, aydınlık ve karanlık gibi karşıtlıkları bir daireyi oluşturan sarmal kollar şeklinde tamamlamaktadır oysa Dünya’nın farklı bölgelerinde farklı parametreler etkisinde kendi süreçleri şekillenmiştir. Eski kıta
  • 3. 3 olarak tanımlanan Avrupa’da dönüşümün ilk ve en esaslı biçimde başladığını ifade etmek yanlış olmaz. Dünya’da çalışma hayatı ile alakalı gelişmeler yaşanırken başlangıcı itibariyle Sanayi Devrimi’nin dışında kalan Osmanlı İmparatorluğu’nda en fazla gelişmiş sanayi kolu, tüm Dünya’da olduğu gibi dokumacılıktı. XIX. Yüzyıla gelinceye kadar İmparatarluk her ne kadar gerileme sürecine girmiş olsa dahi özellikle bu alanda oldukça ileri bir seviyede bulunuyor, iç tüketimde imparatorluğun ihtiyacını karşılamaktan öte, ihracat imkanı dahi sağlıyordu. Anadolu’da pamuktan elde edilen iplik ve buna bağlı dokuma sanayi XVII. yüzyıla kadar gelişmiş ve bu yüzyıldan itibaren, tekstil ürünleri ihraç edilerek imparatorluk ekonomisine katkıda bulunmaya başlamıştı. Bu dönemde İstanbul’da bir dokuma (1719) ve bir çuha ipekli dokuma fabrikası (1721) faaliyete geçirilmişti. O dönemlerde İmparatorluğun önemli ihraç limanlarından biri olan İzmir üzerinden İtalya, Fransa, İspanya, Venedik ve Ceneviz gibi ülke ve şehir devletlerine ipekli, dokuma, yün ve tiftik mamulleri ihracatı yapılmaktaydı. XVIII. Yüzyılın sonlarına doğru gelinirken Osmanlı İmparatorluğu dokuma sanayisi yeterli bir düzeyde bulunmamasına rağmen Avrupa’dan yapılan kumaş ithalatı toplam tüketime oranı yine de yüzde üçü geçmemekteydi. Bu o zaman imparatorluğun yerli ihtiyacı karşılama anlamında oldukça iyi durumda olduğununun göstergesiydi. Orta Anadolu’da yaygın olan Ankara ve çevresine has saf yün ve keçi kılından “tiftik” olarak adlandırılan yün kumaşlar Avrupa’ya satılmakta olan tanınmış Osmanlı ihraç mallarındandı. Aynı yüzyılın sonlarına kadar da bu ihracat canlı bir biçimde devam etmekteydi (Giz,1969: 14-15). XIX. yüzyıla girerken Avrupa’da ortaya çıkmış olan Sanayi Devrimi’nin Osmanlı’ya yansıyan olumsuz etkileri artmış, kendisini teknolojik olarak yenilemekte zorlanan Osmanlı sanayi kollarının rekabet avantajlarını kaybetmesine, gerileyip zamanla çökmesine sebep olan bu etki önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı yönetici sınıfı bu durum karşısında çeşitli önlemler alarak bazı sanayileşme girişimlerine yönelmişlerdir. Yapılan yeni girişimler, eskiden varolan işletmeleri genişletmek ve yeni işletmelerin yapılanması şeklinde olmuştur. Bütün bu yeni işletmeler piyasaya yönelik ve ticari amaçlardan çok bir takım askeri ihtiyaçları karşılamak amacıyla açılmıştı (Önsoy, 1980: 71-74). Özet olarak belirtmek gerekirse Cumhuriyet’in kuruluş aşamasına kadar temel itibariyle bir tarım ve kısmen bürokrasi toplumu olan Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde modern anlamda bir endüstrileşme olgusu mevcudiyet bulamamıştır. Sanayi Devrimi’ne kadar Osmanlı toplumunda Kömür ve Tersane işçileri, Silah Sanayisi, Dokuma Sanayisi, Madenler gibi alanlarda bir miktar varlık olmakla birlikte modern anlamda bir endüstrileşmeden bahsetmek doğru olmaz. 20. yüzyılın başlarına değin ülkede Feshane, Hereke Dokuma
  • 4. 4 Fabrikaları, Tophane ve Tersane tesisleri ve bir takım maden işletmelerinden başka Cumhuriyet dönemine geçen tesis mevcut değildi. Zaman içinde tüm Dünya’da olduğu üzere ülkemizde de anayasal kavramlar olmak üzere sosyal devlet vs. ilkeler toplumsal mutabakatlar anlamında hayatımıza girmiştir. 1936 yılında İş Kanunu çıkmış olmasına rağmen Sendikalar Kanunu’nun çıkması için 1947 tarihine kadar beklemek gerekmiştir. 1960’lardan itibaren planlı kalkınma hamleleri ile bu ilkeler ve sosyal devlet yaklaşımı daha net olarak kanunlara girmiştir (Ekin, 1985 : 35). 1946’da sınıfsal cemiyetlerin kurulmasını yasaklayan kanun hükümlerinin kaldırılmasını müteakip 1947’de ihdas edilen Sendikalar Kanunu tabii ki bu anlamda çok önemlidir. Bu kanun sayesinde işçi örgütlenmeleri serbest hale gelmiştir. Sendikalar Kanunu’nun çıkmasına rağmen yasal bir hak olarak grev hakkının kullanılması ciddi tartışmalara yol açmış ve çok sefer farklı düzenlemelere muhatap olmuştur. 1952 yılında Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu yani Türk-İş kurulmuştur (Koç, 1992: 27). 1960 yılındaki askeri müdehale ve ardından yeniden hazırlanan anayasa ile daha evvel yasak olan grev ve lokavt hakları tanınmış daha modern bir anlayış ile işçi ve işveren ilişkileri tanzim edilmiştir. 1963 senesinde yenilenen toplu sözleşme grev ve lokavt haklarını içeren kanuni düzenleme ile anayasal güvence altına alınan haklar tekrar tanzim edilmiştir. Dünya’daki gelişmelere paralel olarak işçi hareketlerinde yaşanan canlanma ücret, hak pazarlıkları anlamında yükselen trendlerin etkisi altında ve tabi ülke içinde baş gösteren çalkantıların etkisiyle beklentilerin yükseldiği bir seyir izleyerek 1980’lere kadar ulaşılmıştır. 1980 yılında gerçekleşen askeri müdehale ve ardından sendikalar, Toplu Sözleşmeler kanununda yapılan değişiklikler vuku bulmuştur. 1990’lardan itibaren ise bu alanda toplumsal uzlaşmalar gündeme gelmiştir. Toplumsal uzlaşmaların uzantısı olan Ekonomik Sosyal Konsey kurulmuştur (Koç, 1999: 10). Görüldüğü üzere Cumhuriyet döneminden itibaren Türkiye’de Endüstri İlişkileri kavramı inişli çıkışlı bir seyir ile günümüze gelmiştir. 3. SOSYO-KÜLTÜREL YAPININ ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİNE YANSIMASI Kültürel faktörlerin ekonomi ve onun gelişmesi üzerinde ciddi etkileri söz konusudur dolayısıyla ekonomi ile bariz bağı olan endüstri ilişkileri bağlamında da etkileri kaçınılmazdır. Örneğin; “çalışma ve başarı” (leistung-achieving) motivasyonu böyle bir değer olarak alınıp ekonomik gelişmeye olan etkileri incelenebilir. Bunun için bir değer sistemi olan çalışma ve başarı motivasyonu ve buradan kaynaklanan norm ve davranışların ekonomik sürece etkileri incelenebilir. Meslek ve iş yaşamında çalışma ve başarının yerine getirilmesi iki farklı boyut içerir. Birincisi işlevsel boyut olan “ bilgi “ dir. İşin yerine getirilmesi için gerekli olan teknik yeteneği kapsar.
  • 5. 5 Örneğin; iyi bir teknik eleman olmak gibi. İkinci boyut ise sosyal yönlenmeyi kapsar. İyi bir endüstri işçisi olmak için iyi bir teknik eleman olmak yeterli değildir. Bir kimsenin aynı zamanda, disiplini, güvenilirliği, çevreye uyumu gibi açılardan sosyal yönelimleri endüstri işçiliğine uygun olmalıdır. Bu konunun ne kadar önemli olduğunu görmek için işçi kesiminin endüstri devrimi dönemi disiplin sorunlarına bakmak yeterlidir. “Çalışma ve Başarı” kavramına değinildiği şekilde yaklaşmak, kavramın sosyolojik yönünü yani mesleki yönünü ortaya koyar oysa kavramın yaşanmasına yönelik psikolojik yönüde söz konusudur “Çalışma ve başarı” ya yönelim derecesinin endüstrileşmiş toplumlarda endüstrileşme öncesi Avrupa’ya göre çok üst seviyede olduğu görülür. Max Weber ‘in bu alandaki çalışmaları ünlüdür. Weber ‘e göre endüstrileşme ve Kapitalizm’in ortaya çıkışı Protestan ahlakına yani kar amacıyla çalışmaya bağlıdır. Daha sonra yapılan araştırmalarda ortaya koyulduğu üzere ( Mc Clelland, 1961) ekonomik büyüme ve gelişme ile çalışma ve başarı ilkesi arasında yakın bir ilişki vardır. Genel anlamda çalışma ve başarıya yönelme isteminin olması, toplumun henüz başarı toplumu olduğunu ortaya koymaz. Yukarıda anlatıldığı üzere bir takım etmenlerin tarihsel bağlamında hazırlayıcı rol üstlenmesi gerekir esas itibariyle her sonuç ardında bir neden barındırır. Endüstrileşmiş toplumlarda görüldüğü üzere kararlarda ve personel seçiminde herkesin başarı ve yeteneğin göre değerlendirilmesi gerekir. Avrupa kıtasına bağlı ve etkileşim içinde fakat farklı motivasyonlarla şekillendiği için ülkemiz Türkiye ‘de bu tür bir sistem genel geçerliliğe bağlı bir kural olarak halen yerleşmemiştir. Türkiye’de başarı yerine “sosyal ilişki” ve “sosyal bağlılık” daha önemli bir yer işgal etmektedir. Bu nedenle Türkiye bir başarı toplumu olmaktan çok bir”ilişki toplumudur”. Ayrıca başka değer sistemleri üzerine yapılan çalışmalarda değer sistemlerinin ekonomik gelişmeyi etkilediği yönünde önemli bulgulara ulaşılıyor. Böylece ekonomik gelişmede kültür değerlerinin önemli olduğu sonucu ortaya çıkıyor (Erkan, 2004: 92). Sanayileşme öncesinde başlayan ve özellikle Avrupa kıtasında görülen üretim miktarlarını artırmaya dönük ilginin temel sebebi geniş insan yığınlarına ucuz mal temininden ziyade iktisadi olmayan bir takım görüşlerden ilham alıyordu. Reformist kitapların daha çok basılmasının istenmesi Lutheryen akıma daha çok bağlılık sağlamak amacıylaydı. Din o dönemde herkesi ilgilendiren bir ortak etkileşim alanıydı ve uhrevi yanı olsa da oldukça pratik ve beşeri uygulam alanları da mevcuttu. Zaman içerisinde sanat ve mimari alanda dini motiflerden soyutlama yöntemiyle kopuş ve daha püriten bir biçimde sanat ve teknik gayeler hüküm sürmeye başladı. Bu anlamıyla bakıldığında tarihsel bağlamı içinde bir takım ilgisiz görünen
  • 6. 6 süreçler toplumsal yapıların ve ilişki biçimlerinin o toplumlarda şekillenmesini derinden etkileyen süreçler ortaya çıkarmaktadır. Eğer bir sınıflandırma ihtiyacında bulunursak ülkemiz güç aralığı yüksek ve uzun vadeli risklerden kaçınan aynı zamanda feminen yapı gösteren bir toplumsal yapı içindedir yani heterodoks ve aynı zamanda hetorojen bir içeriğe sahiptir. Bu haliyle kuvvetli değerler sistemiyle şekillenen homojen doğu toplumlarıyla, yine farklı bir yönde fakat kuvvetli ortodoks değerler sistemi içeren diyalektik batı toplumları arasında gidip gelen son derece heterojen bir yapı içermektedir. Tek bir kalıba sığdırılması oldukça zor olan bu yapının avantajlarının yanı sıra dezavantajlar da vardır. Farklı coğrafyalarda, iklim şartlarında yaşayan ve yine farklı sosyal yapılara ve inanışlara sahip toplumlarda bu yapıların yani tüm etmenleri içerecek biçimde kültürel kodlarını ele alırsak örneğin; Batı Avrupa toplumları ile Ortadoğu toplumları ve Uzak Doğu toplumları arasında hayatın her safhasında görülebilecek farklılıklar bulunmaktadır. Bu konu temel anlamıyla sosyolojik bir çalışmanın başlığıdır. Endüstrileşme modern anlamıyla ilk olarak batılı toplumlarda ortaya çıkmış bir süreçtir ve bu toplumlara ait sosyolojik yapılar içinde harmanlanarak günümüze gelmiştir. Zamanla bu yapısıyla Doğu toplumlarını etkilemeye başlamış ve hatta Uzak Doğu toplumlarında yaygınlaşmıştır böylelikle bugün daha geç endüstrileşmeye başlamalarına rağmen bazı Uzak Doğu ülkeleri günümüzde batılı gelişmiş toplumlarla endüstrileşme anlamında yarışmakta hatta bunları geride bırakmaktadırlar. Daha evvel bahsi geçtiği üzere ülkemizin toplumsal yapısında bir tür heterodoks ve heterojen içerik söz konusudur bu anlamıyla ülke içinde bölgeden bölgeye farklı alt kültürlere göre dahi farklı yansımalar söz konudur ancak burada değinmeye çalışılan bu heterojenliğe rağmen yakınlık gösteren ortak davranış kalıplarıdır. Batılı toplumlarda endüstrileşmeyle beraber bireyselleşme öne çıkmış, çekirdek aile yapıları ile yaşam döngüleri değişmiştir sanayi devriminden bu yana geçen 200 seneden fazla süre bu anlamda toplumsal dönüşümlerin de yaşanmasına vesile olmuştur. Uzak Doğu toplumları ise modern endüstrileşme sürecine geç katılmalarına rağmen sosyal yapılarındaki bir takım mekanizmalar dolayısıyla bazı ülkelerde hızlı bir mesafe katetmişlerdir. Bu tip toplumlarda gördüğümüz genel yapı kültürel üst yapının homojenliği, kültürel olarak görev, sorumluluk, aidiyet vs. kavramların o toplumda nasıl algılandığı ile alakalı olmaktadır. Örnek olarak Japonya, Güney Kore, Çin gibi Uzak Doğu toplumları bu tip bir homojen üst kültür yapısına sahiptirler. Tanzimat’tan Meşrutiyet’e, Birinci Cihan Harbi’nden, Cumhuriyet’e Türk toplumunun günlük yaşamı tabi olarak hızlı değişim ve dönüşümlere uğramıştır. Toplumsal yaşamda
  • 7. 7 geleneksel yapı, yer yer çatlayıp kırılmış ve yerleşmiş değerler değişmeye başlamış, geçiş dönemlerine özgü çelişkiler ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet’ten sonra yurdumuz tarım, sanayi ve teknoloji alanlarında büyük gelişmeler yaşamıştır. 1950’li yıllarda köylerden kentlere göçlerin yoğunlaşması ile kültür çatışmaları beraberinde gelmiştir dolayısıyla köy ve şehir kültürü hızlı ve karşılıklı bir etkileşim sürecini sürekli olarak tecrübe etmiştir. Göçler nedeniyle çeşitli alt kültürler büyük şehirlere taşınmıştır. Köy kültür çevresiyle şehir kültür çevresi iç içe bazen karışarak bazen de sınırları birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış biçimde yaşamaya başlamıştır. Farklı geleneklerin bir arada yaşaması halk kültürüne yeni bir boyut getirmiştir (Artun, 1996:11-25). Göçle gelenler kentlileşme sürecini yaşamaktadır. Doku kaynaşması henüz sona ermemiştir. Toplumsal ve kültürel değişiklikler halk kültürü ürünlerinin değişip yeniden şekillenmesine neden olurlar. Yukarıda bahsi geçen olguları yorumlayıp sentezlemek gerekirse coğrafyamızda uzun dönemde şekillenen heterojen ve güç aralıkları fazla, yapısal olarak feminen, uzun vadeli riskten kaçınan, sürekli iç ve dış göçlerle ortak çıkar ve sınıf gruplarının oluşmasının gerçekleşemediği bir ara kültür formu vücut bulmuş coğrafi konum itibariyle batı ve doğu medeniyetleri arasında oluşturduğu konumsal yapıya da bağlı olarak bahsedilen bu kültür formu etkili olmuştur. Burada özellikle vurgulanması gereken ülkemizde ne batı toplumları tarzı bireyselleşme ve endüstrileşmenin getirdiği sınıfsal yapı hakim olmuş ne de doğu toplumlarına has kültürel köklere sıkı bağlılık ve homojen yapı tam olarak husule gelmiştir. Bu ara kültürel yapı sosyal hayatın bütünün de olduğu gibi endüstri ilişkilerinde de etkin olarak gözlemlenebilir. 1923 senesinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ ndan miras olarakaldığı bağımsız sınıf örgütlülüğü geleneği fazla değildir. Ayrıca azgelişmiş ülkelerde sanayileşme göreceli olarak daha yavaş tekamül eder ve bir çok bakımdan yetersizdir. Bu tür ülkelerde işçi sınıfı ve sendikalaşmanın ortaya çıkması öncelikle madencilik, inşaat, ulaştırma, büyük tarım işletmeleri ve diğer kamu hizmet alanlarında olmaktadır. Ülkemizde sendikal bağlamda endüstri ilişkilerinin yaygınlaşması, sendikal hakların kazanılması batı kapitalizminin süregelen etkisiyle anayasa ve yasalaştırma hareketleriye paralel ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’nin en bunalımlı çöküş dönemi aynı zamanda “Devletin Bekası” adına bir çok reform hareketlerinin gündeme geldiği ve uygulandığı dönemdir. 1876 “Kanuni Esasi” den 1982 Anayasası’na kadar yapılan düzenlemeler hiç bir zaman Batı ‘da olduğu üzere sınıf çelişkisinin zorlaması üzerine olmamıştır. Hak olarak tanımlanabilecek hemen hemen tüm anayasal ve yasal düzenlemeler aşağıdan gelen baskılar sonucu değil devletin bazen jakoben olarak nitelenebilecek tarzda yukarıdan bahşettiği düzenlemelerdir. Bir anlamda “örgütlenme hakkı” ve STK’ ların varlığını coğrafi ve etkileşim
  • 8. 8 anlamında yakın olduğu modern Dünya ülkelerinin etki ve baskısına borçludur. (Özerkmen, 2003: 240) Genel olarak bakıldığında toplumsal uzlaşıda regulatif uygulamalar yanısıra toplumda var olan uzlaşma kültürünün etkili olması gerektiği ve ancak böylelikle zımni olmasına rağmen kalıcı ve sürdürülebilir uzlaşmaların ortaya çıkıp korunabileceği gereçeği göz ardı edilemez. Toplumsal geçmişleri ve sosyal yapıları itibariyle bu karşıtlıkları bir takım asgari ve azami müşterekler ile mutabakata vardırmış ülkelerde iktisadi kalkınmışlık düzeyleri ileri gitmektedir 4. YALIN ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ VE UYGULAMALARI Yalın felsefe “Lean Philosophy” tanım itibarıyle Yalın Üretim, Yalın Yönetim, Yalın Düşünce, Yalın Yaklaşım, Yalın Dönüşüm, Yalın Felsefe, kısaca “Yalın”, ürünler ve hizmetlerin üretilirken, bu sürecin başlangıcından (hammadde evresinden) sonuna (ürün/ hizmet teslimi) değin katma değer kavramına yoğunlaşarak, israfın (boşa harcanan kaynak, kayıp) ortadan kaldırılması ve bu süreç süresince katma değerin en az akamete uğrayacak biçimde akıtılması ve en kısa yoldan nihai kullanıcıya ulaştırılması hedefini güden düşünce ve yönetim biçimi ile buna göre uygulanan sistem ve tekniklerin toplamına verilen addır. Tanım olarak bu şekilde özetlense de bu düşünce sisteminin temeli daha derin kültürel, inanç sistemleri, sosyal süreçlerin biçimlendirdiği bir takım köklere dayanmaktadır. Yalında tarif edilen israf, yani boşuna sarfedilen kaynak, kayıp kavramı, ürüne değer katmayan, ürünün şeklini değiştirmeyen, ürün veya hizmetin kullanıcısına yarar sağlamayan, kısaca müşterinin bedel ödemek istemeyeceği her şeyi ifade eden ve Yalının temelini oluşturan kavramdır. Buna göre, Yalında temel konu ürün tasarımından teslimatına kadar her alanda kayıbın (beklemeler, taşımalar, stoklar, gereksiz işlemler, hatalar, fazla üretim vb.) ortadan kaldırılarak tüm süreçlerde var olan kaynakların değer yaratan süreçlere yönlendirilmesidir. Bu yolla maliyetlerin indirilmesi, teslim sürelerinin azaltılması, kalitenin yükseltilmesi ve uzun vadede esnekliğin ve rekabet gücünün artışı vasıtasıyla şirket karlılığının yükseltilmesi hedeflenir. Japonya’da israf kavramı muda (değer katmayan zaman), muri (aşırı yük), mura (düzensizlik) şeklinde 3’e ayrılarak ifade edilir. Yalın’ın temel prensipleri, değer kavramına odaklanarak tüm süreçlerde israfı azaltmak, değer yaratma sürecinde kesintisiz ve sürekli akışı sağlamak, çekme sistemi ile nihai müşterinin istediği ürünleri üreterek fazla stok oluşturmamak ve tüm bu faaliyetleri yaparken sürekli iyileştirme felsefesi ile mükemmelliği hedeflemektir. Küçük fakat süreklilik arzeden iyileştirmelerle mükemmellik amacıyla çalışmak felsefesine bağlı olan sürekli iyileştirme (Kaizen) Yalın’ın en temel yapı taşlarının başında gelir. Bu prensiplerin yaşama uygulanmasında 5S (İşyeri
  • 9. 9 Organizasyonu), SMED (Hızlı Tip Değişimi), Poka Yoke (Hata Önleme), TPM (Topyekün Verimli Bakım), Hat Dengeleme, Kanban, Tek Parça Akışı gibi Yalın araçlar (tools) kullanılır. Yalın uygulamalarında en temel hususlardan biri de insana saygıdır. Tüm faaliyetlerin merkezinde çalışan ve insan yer alır ve her kademedeki çalışanların uygulamalara direkt olarak iştiraki esastır. Yalın, sadece bir üretim tekniği veya yöntemi olarak ifade edilemez. Hizmet sektöründen ar-ge ve ürün geliştirmeye, kamu hizmetlerinden ticari faaliyetlere ve günlük yaşama kadar pek çok farklı alanda tatbik edilebilecek bir nevi düşünce ve iş yapış biçimidir. Yalın yaklaşımların endüstriyel anlamda kullanılmaya başlanmasının kökeni çok eskiye gitmemekle beraber bu uygulamalara esas teşkil eden felsefenin temellerinin kökeni oldukça eskidir. Bu anlamda bu uygulamanın ilk ortaya çıktığı bütünleşik hareketin Uzak Doğu’da Japonya, Kore vs. sırlamasıyla ilerlemesinin buralardaki kültürel altyapıyla alakası vardır. Bu felsefenin endüstriyel anlamda formülize edildiği yer olan Japonya tarihine bu manada bakmakta fayda vardır. Japonya, Asya kıtasında Pasifik Okyanusunda binlerce adadan oluşan yaklaşık 380 bin kilometre kare toprak parçasına sahip bir ülkedir. Doğal kaynaklar anlamında zengin değildir, nüfusu çok, dolayısıyla kilometrekareye düşen insan sayısı açısından oldukça yoğun bir yerdir. 2012 yılı verileriyle nüfusu yaklaşık 127 milyondur. Türkiyenin 780 bin kilometre kare toprak alanı ve yaklaşık 80 milyon olan nüfusu ile oranlanınca arada yaklaşık 3 kat bir nüfus yoğunluk farkı olduğu ortaya çıkmaktadır. Ülke uzun bir dönem feodal derebeylerinin boyunduruğu altında yaşamıştır. Bu ada ülkesinin tarihine bakıldığında esas olarak diğer Dünya ülkeleriyle kıyaslandığında fark oluşturabilecek manada çarpıcı bir nokta gözükmüyor ancak doğu din felsefelerinin, Çin’in kültürel etkisi, dışarıya kapalı bir feodal sistem içerisinde uzun süre kalmış olması ve bir ada olması asabiyle homojen bir sosyal, toplumsal yapı oluşumunda bunlar etkin olmuştur denilebilir. Meiji dönemiyle beraber modern, batı medeniyetine açılmış ancak geçmiş tecrübeler ışığında hep kendi rezervlerini korumuş bir yapısı olduğu gözükmektedir. II. Dünya savaşından çıkmış ve savaşta iyice hırpalanmış olan Japonya Hiroshima ve Nagasaki’ye atılan 2 atom bombasına rağmen 1950’lerde başlattığı program ile bugünkü gelişmişlik seviyesini yakalamıştır. Bundan evvel Japon malları Dünyada ucuz ve kalitesiz olarak nam salmıştı. Ancak bu daha evvel Japonların kalite konusunu hiç dikkate almadıklarını ifade etmez sadece bu konudaki çabalarını uluslararası ticarette kaliteye yönlendirmemişlerdi. Birden bire 1950’ lerden itibaren Japon ürünlerinin kalitesi yükseldi ve bu yükselişin ardındaki etmenler önemlidir. Yukarıdaki bahsin açıklaması yönetici sınıfın ihracat yapabilmek için kalitenin hayati öneme haiz olduğunu anlayıp ikna olması ve geçisi gerçekleştirebilmiş olmalarıydı.
  • 10. 10 II. Dünya Savaşı sonrası Japonya’da “W.Edwards Deming” (*) ile başlayan bir seri konferansta bu insanlar hedefe ulaşılması için kendi sorumluluklarının neler olduğunu ve hedefe ulaşmak için liderlik yapmaları gerektiğini sistemli biçimde öğrendiler. Yöneticiler ve diğer çalışanlar kalite için kuvvetlerini birleştirdiler. Burada Japon yönetici sınıflarında yaygın olarak kabul gören Zen felsefesi ve uygulamasından bahsetmek gereklidir. Zen, kökeni 2500 yıl öncesine dayanan Hindistan'daki Dhyana okuluna kadar uzanan bir Mahāyāna Budist okulunun Japonca’daki ismidir. İlk aşamada Hindistan'dan Çin'e geçen okul, burada Ch'an olarak ismini duyurmuştur. Tang Hanedanlığı döneminde Çin'de belli başlı Budist okullar arasına giren Ch'an,Çin'den Kore, Vietnam ve Japonya'ya yayılmıştır. 20. yüzyılda Batı'da tanınmaya başlanan bu okul, İngilizce ve diğer Batı dillerine Zen ya da Zen Budizmi ismiyle girmiştir. Zen, diğer Budist okulların arasından aydınlanma amacıyla yapılan meditasyona verdiği önemle ayırt edilir. Meditasyon anlamına gelen Çince “zuochan” ve Japonca “zazen” kelimeleri Japoncada “za” oturmak” “zen” meditasyon anlamına gelmektedir. Bu nedenle Batı'da yalnızca bir meditasyon pratiğinden ibaret olarak algılanan Zen, aslında Budizm'in bir koludur. 20. yüzyılın ortalarından itibaren Batı'da bir felsefe, bir yaşam tarzı, bir sanat akımı v.s. olarak yaygınlaşmıştır. Ancak bu batılı bakış açısı, Uzak Doğu'daki Zen Budistlerin çoğunluğu tarafından paylaşılmamaktadır (http://www.zen-buddhism.net/) (Erişim Tarihi: 11.04.2016) ________________________________ (*) : W.Edwards Deming (1900-1993) ABD’li İstatistikçi akademisyen, kalite konulu bir dizi konferans verdiği Japonya’da kalite sisteminin nasıl organize edilmesi gerektiği konusunda yaptığı çalışmalar ile kabul görmüş adına kalite ödül yarışması düzenlenen ve kendi adıyla kurulan bir enstitüye isim babalığı yapmıştır.(https://www.deming.org/theman /overview) (Erişim tarihi:06.05.2016)
  • 11. 11 17.yy. başında, Elizabeth döneminde ünlü edebiyatçı William Shakespeare , Danimarka krallığındaki Prens Hamlet’e yaşam ve ölüm üzerine meditatif bir soru sordurmuştur ; “Olmak ya da olmamak?” oysa Dünyanın öbür ucunda Zen uygulayan ve dualizmi reddeden insanlar “olmak ve olmamak” gerektiği cevabını vermişlerdir (Toula- Breysse; 2008: 9). Endüstri ilişkileri bağlamında bakıldığında, Yalın felsefenin etkileri işçi ve işvereni ortaklaştıran bir takım felsefi ve ahlaki değerlerde mutabakat olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin Japonya’da çalışma hayatına başlayan bir işçinin işyerinden çok özel sebepler olmadıkça ayrılması normal olarak kabul görülen bir durum değildir. Batılı örneklerin kısa süreler içinde çok sayıda iş ve iş yeri değiştirmesi Japonya’da şaşkınlıkla karşılanmaktadır. Bu işçi ve işveren arasında adı konmamış bir sözleşme gibidir. Bunun yanı sıra çalışanlar, çalıştıkları kurumları evleri gibi benimsemekte ve hatta bir çok işletmenin saha ofislerine çalışanlar evlerine girer gibi ayakkabılarını çıkartarak girmekte, neredeyse geceyarılarına kadar kendi istekleriyle kurum için çalışmaktadırlar. Japonya’da diğer doğu toplumlarına benzer şekilde güç aralığı fazla olan bir toplumdur ancak diğerlerinden farklı olarak bağlılık, onur, liyakat kavramları yüksek öneme sahiptir. İşveren ve İşçinin bu bağlamdaki davranışları ortak kültür kodları içermektedir. Toyota Otomotiv şirketinde yaşanan gelişmeler anlatılan bahse örnek teşlik etmesi açısından dikkate değerdir. 1987 -91 arasındaki “Balon Ekonomi” döneminde otomotiv sektöründeki talep artmış vaziyetteydi. Yüksek kalitede ve miktarda araçlara olan teveccüh aynı zamanda otomotiv üreticilerini kapasite artırmaya yeni fabrikalar, üretim hatları açmaya zorlamaktaydı. Bu dönemde artan talep aynı oranda kalifiye işgücü ile karşılanamayınca işçiler daha yüksek maaşlarla işe başlama olanağına sahiptiler ancak işgücü arzı yine de istenilen seviyede değildi. Bu durum sektörel verimlilik önünde önemli bir engel oluşurmaya başlamıştı. Otomotiv firmalarında “İnsan Dostu Montaj Hattı” sloganı öne çıkmaktaydı bunun yanında “ Gümüş Hatlar” adı altında daha yaşlı çalışanların istihdam edildiği hatlar ortaya çıkmıştı. Bazı üreticiler yüksek otomasyon seviyeli fabrikalar inşa etmeye başladılar. (Nissan ‘ın Kyushu, Mazda’nın Hofu, Tahara 4 Toyota fabrikaları bu dönemde hazırlandı) Bu sırada Toyota Üretim yönetiminde radikal bir takım değişikliklere gitti. İş gücü arzındaki daralmayı üzün süreli bir fenomen olarak gören Toyota çalışma şartlarını değiştirmeye karar verdi ve böylelikle lise mezunu veya daha yaşlı çalışanlar içinde çalışma ortamını teşvik edici hale getirmeye başladı. İşgücü krizinin ortaya çıkmasıyla beraber Toyota İşçi Sendikası bir komite oluşturdu; Bu komitenin görevi çalışanların üretim verimliliği, maaşlar, çalışma şartları, yönetim modeli hakkındaki görüşlerini almak ve formalize etmekti. Bunun ardından şirket çalışma ortamını iyileştirme yönünde ciddi uygulamalar yapmaya başladı. Bu
  • 12. 12 değişimin tabiatında bulunan bizatihi TPS (Toyota Production System) içindeki karakteristik özelliklerdir. Verimliliği artırmanın en temel yolu bir işin mümkün olduğunca az işgücü ve tabi kaynakla yapılmasıdır. İstikrarlı ekonomik dönemler için geçerli olan bu yöntem ekonomide talep balonlarının oluştuğu dönemlerde geçerliliğini yitirmekteydi. Bu dönemde Toyota’da çalışan yeni çalışanların %25 kadarı ilk yıllarında işi bırakma davranışı gösterdi. Bu sebeple geçici çalışan teminine gidildi, bu noktada geçici çalışanların sayısı toplam çalışanların arasında %10’una ulaşmıştı. Bazı çalışma gruplarında bu oran %75’lere kadar ulaşmaktaydı, bu o zamana kadar Toyota’da görülmemiş bir gelişmeydi. Bu gelişmeler ışığında geçici çalışanların tecrübe ve yetenek seviyelerinin bir takım işleri yapma konusunda yetersiz olduğu görüldü. Yıllık çalışma saatleri uzadı (1990 yılında ortalama 2315 saat) ve üretkenlik oranlarında farkedilir düşüşler meydana geldi ve “Taichi Ohno”(*) tarafından uygulamaya geçirilen stoksuz çalışma “tam zamanında” üretim kavramları sorgulanmaya başladı. (http://www.toyota-global.com/company /vision_philosophy /toyota_production_system /origin_of_the_toyota_production_system. html) (Erişim tarihi: 11.06.2016) _________________________________ (*) : Taichi Ohno (1912-1990) TMC’de 1943’ten itibaren çalışmış Eiji Toyoda’nın desteği ile Toyota Üretim sisteminin kurucusu olmuş ünlü yöneticilerinden, Endüstri Mühendisidir. Sendika insiyatifi ile kurulan komite de şirket yönetimi sendikaya verimlilik dolayısıyla üretim artışı noktasında veya işçi sayısının azaltılması konusunda baskı yapmayacağını taahut etti. Şirket yönetimi üretim verimliliği kavramını yeniden ele alması gerektiğini gördü. Bu süreç yaşandıktan itibaren artık her dönem üst yönetim tarafından fabrikalara verilen verimililk artış hedefleri yerini departmanların verdiği parçalı hedefleri konsolide eden bir yapıya dönüştürüldü, burada yukarıdan aşağıya bir planlama ve güç devri verilmiş oldu. Yeni kurulan “Üretim Konseyi” sahadan gelen geri beslemelerle hedeflerini oluşturmaya başladı. Üretim verimliliği kaizenleri otonomlaşmaya başladı. Üretim verimliliğinin hesaplanmasında genç kadın çalışanlar ve yaşlı çalışanlarıda dikkate alan bir deneme takımı ve geçmiş üretim rakamlarını baz alan daha insancıl bir yaklaşım uygulanmaya başlandı. Yönetim ve sendika uzlaşarak uzun olan yıllık çalışma saatlerinin yıllık bazda 300 saat düşürülmesine karar verdi. 1991 ve 93 seneleri arasında kademeli olarak bu çalışma saatleri kısaltıldı. 3 vardiya yerine gece vardiyası olarak olarak tanımlanan vardiya kaldırılarak (6:30-15:15) ve (16:15-01:00) şeklinde 2 varidiya düzenine dönüldü. Yönetim çalışanların ödenmiş izin haklarını kaybetmemeleri için bunların ertelenmesini veya kullanılmamasını teşvik etmedi aksine kullanılmaları yönünde teşvikler başlattı. 1950’lerden 1990’lara kadar üretim verimliliği konusuna sendika tarafından dokunulmamışken bu faaliyetlerle beraber ciddi verimlilik artışları sağlanmış sendika
  • 13. 13 ve yönetimin birlikte katılım sağlamaları sonuç olarak karşılıklı fayda ve anlayışın ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Fabrikaların kendi üretim verimlilik yönetimlerini kurgulamasına yardımcı olmak fiyat etkinliği konusunda avantaj sağlamıştır. Hatların ergonomileri konusunda iyileştirmeler yapılmış daha yaşlı ve kadın çalışanların çalışma koşullarına uyumu sağlanmıştır (Shimuzu, Koichi. “Transforming Kaizen at Toyota” Working Paper, Okayama University, Japan (http://www.e.okayama–u.ac.jp/~ kshimuzu /downloads/iir.pdf) (Erişim Tarihi: 01.03.2016). Japon işçi sendikaları Dünyadaki diğer sendikalara bakıldığında iki ayırdedici özellik göstermektedir;  Sendikalar iş kolu veya işçi bazlı değil tekil firma bazlı bir örgütlenme modeli göstermektedir.  Dünya’nın diğer bölgelerine nazaran grev vs. nedenlerle yaşanan iş kayıpları çok azdır. Japon firmalarında sendikal örgütlenmeyi farklı kılan özellikler genellikle firmalarda çalışanların ömür boyu iş garantisine sahip olmalarıdır ki Japonya’da friksiyonel işşizlik rakamı ve genel işsizlik rakamları çok düşüktür. Japonya’da Endüstri İlişkileri’nin tarihine bakılınca 2. Dünya Savaşı sonuna değin Türkiye’dekine paralel biçimde etkin bir örgütlenme geleneği olmadığı gözükmektedir. Sendikaların grev hakkı 1900 senesinde çıkartılan bir kanunla yasaklanmıştı ancak buna rağmen yine de bir takım grevler söz konusu olmuştu. Sendikalar batı ülkeleriyle benzer iş kollarında faaliyet gösteriyordu ancak bölgesel ve iş koluna bağlı gereklilikler sebebiyle sendikaların etkinleşmesi önünde engeller vardı. 1. Dünya Savaşı sonrası ekonomik koşullar sendikalarında güçlenmesine yol açan bir takım ekonomik gelişmelere sahne olmuştu. 1931 senesinde ilgili yasanın 17. maddesinde yapılan düzenlemeyle polise grev durumlarında engelleyici fiili yetkliler verildiği dönemde sendikalılaşma oranı %8’ler düzeyindeydi. 2. Dünya Savaşı süresince sendikal faaliyetlere tamamıyle kısıtlayıcı kurallar getirilmiştir. 2.Dünya Savaşı sonunda 1945 Aralık ayında yapılan yasal düzenlemeyle birlikte sendikalılaşma oranında hızlı bir artış yaşanmış tarım dışı sektörlerde bu oran %55,8’e tırmanmıştır(Flath; 1998 : 1-5). 1970’lere doğru ise sendikalılaşma oranı yine azalmaya başlamış ve bugünkü oran olan toplam endüstri işçileri arasında beşte birlik bir orana kadar gerilemiştir. Japonya’nın şu anki sendikalılaşma oranı gelişmiş ülkeler arasında orta düzeydedir. Fransa ve Almanya gibi örneklerde sosyal devlet ilkesinin de gereği olarak sendikalı olmayanların işletmelerdeki hak kayıpları sendikanın yaptığı anlaşmalarda gözetilmektedir çünkü sendikalı oranı işletme bazlı olarak sendikalı olmayanlardan fazladır, Japonya ‘da durum tersinedir. Bahsedilen yapıda Japonya örneği sayısal olarak farklı olsa da Türkiye’deki yapıya benzemektedir. 2015 yılı resmi rakamlarına göre ülkemizde sendikalı işçi sayısı 1.429.026 ve oransal olarak %11,21‘dir (http://www.csgb.gov.tr/media/1721/2015_tem muz_6856.pdf) (Erişim Tarihi: 12.06.2016).
  • 14. 14 Japonya’da 2010 yılı araştırmalarına göre yaklaşık 26000 civarında sendika bulunmaktadır. 10 milyon civarında çalışan sendika üyesidir. Milli İnşaat İşçileri ve Tüm Japon Deniz Adamları Sendikası dışında sendikalar şirket bazlı ufak sendikal yapılar olarak faaliyet göstermektedir. 1949 ‘daki %55.8’lik oranın ardından Japonya’da sendikalılaşma oranı giderek düşmüştür. 2012 yılı itibariyle %18,5 gibi bir orandadır. Endüstri ilişkileri alanında Japonya’nın genel resmi bu iken Yalın felsefe etkileri her alanda olduğu gibi bu alanda da etkili bir ilişki biçimi yaratmaktadır. (Fujimura;2012: 6-7) Toyota’da endüstri ilişkilerinin gelişim sürecine bakarsak özellikle 2. Dünya savaşı sonrası ortaya çıkan zor ekonomik koşullar ve bunun sonuçlarının firmaya yansıması dikkatimizi çeker. O dönemde Japonya’da yönetim Müttefik Kuvvetler kumandanı “Dodge Line” idi, Ülke sathında sıkı ekonomik politikalar uygulanmaktaydı. Sanayi, tarım, ticaret hayati yıkıma uğramış vaziyetteydi. Bu durum Toyota’yı iflasın eşiğine getirmişti. 1950 senesinde firmanın fazla personel olarak nitelenen 1600 kişilik bir çalışan grubunun işten çıkarılmasını öngören bir teklif ile Toyota İşçi Sendikasına gitmesini mecbur kılmıştı ancak durum bundan tam bir sene önce firmanın verdiği işçi çıkartma olmayacak sözüne aykırıydı. Uzun tartışmalar sonucunda 1500 kişilik bir işçi grubunun iş akdinin feshedilmesi ve %10 ücret kesintisi ve Toyota’nın Başkandan itibaren tüm üst düzey yönetiminin istifa etmesiyle sonuçlanan bir uzlaşmaya varıldı. Firma ve çalışanlar bu sancılı süreç sonunda önemli fikri kazanımlar elde etti. Her iki tarafında kaderlerinin ortak olduğu bir tarafın çıkarının diğerinin zararı anlamına gelmek zorunda olmadığı kavrandı. 1962 senesi Şubat ayında bu anlaşmazlığın yaklaşık 10 sene sonrasında Toyota yeni bir adım attı ve “Birleşik İşçi ve Yönetim Deklarasyonu” yayınlandı. Bu deklerasyon her iki tarafından yaşananlardan aldığı dersin ve karşılıklı saygı ve katılım prensibinin benimsenmesinin bir sonucuydu. Kararlı bir biçimde 1950 senesinde yaşanan sürecin bir daha yaşanmaması için bir uzlaşma sağlanmıştır. Bu tarihten ititbaren firma sendika ile karşılıklı güvene dayalı, sağlam bir ilişki geliştirmiştir. 1996 senesinde sendikanın kuruluşunun 50. senesinde her iki taraf masaya oturarak 21.yy. vizyonu çerçevesinde karşılıklı mutabakat anlaşmasını yenilemiştir (http://www.toyota-global.com /company /history_of_toyota/ 75years/ data/company _information/personnel/labor-management _relations/joint_declaration _of_labor.html). (Erişim Tarihi: 02.03.2016). Ülkemizde özellikle Kalite Yönetim Sistemleri’nin tanınmaya başladığı 90’lı yılların başından itibaren Yalın yönetim ve üretim sistemleri gündemdedir. Ancak Yalın uygulamaların ardında barındırdığı felsefi kökler yeterince incelenmemiştir. Daha çok yalın süreç tasarımlarının işletmeye sağlayacağı fiyat ve dolayısıyla rekabet avantajlarının üzerinde durularak bu yönde bir motivasyon oluşmuştur. Aslında bu bahsi geçen yönelim Yalın tekniklerinin
  • 15. 15 orijininden kopyalandığı diğer batı ülkelerinde de çok farklı değildir. Türkiye’de ilk olarak Yalın uygulamaları otomotiv sektöründe 1990’lı yıllardan itibaren görülmeye başlamıştır. Toyota’nın yarattığı etki ile otomotiv sektöründe çalışan firmalar Yalın’a daha çok ilgi göstermiş ve yan sanayilerini de bu yaklaşımı uygulamaları noktasında teşvik etmişlerdir. Zamanla otomotiv dışında tekstil ve makine gibi diğer sektörlerde de yaygınlaşan bu metodik yaklaşım, bugün Türkiye’de birçok firma sahibi ve profesyonel yöneticisinin ilgisini çekmektedir.. Yalın yaklaşım israflar yüzünden sarf edilen kaynakları verimli kullanmanın metodlarını göstermektedir. Tasarruf edilen kaynaklar daha fazla değer yaratmaya kanalize edildiğinde, hem mevcut pazarlarda daha geniş ekonomik fırsatlar bulunabilir hem de yeni pazarlara doğru büyüme gerçekleştirilebilir. Yalın, Türkiye’nin esaslı iş yaklaşımı olmalıdır görüşü yaygınlık kazanmaktadır. Arka plan analizi yeterli biçimde anlaşılmadığında ve sadece saha, teknik uygulamalar üzerinden Yalın kavramını değerlendirdiğimizde, bu kavramın hayatın diğer yönlerine örneğin en temel sorunlu alanlarımızdan Endüstri İlişkilerine olan yansımalarını değerlendirmemiz mümkün olmayacaktır. Bu manada Endüstri İlişkileri bağlamında Türkiye’de milli sermayenin Yalın’a bakışı kısıtlı çerçeveyi aşamamaktadır.(http://www.yalindunya.net/ 2012-11-10-07-07-23/yalinin-tarihcesi.html) .(Erişim Tarihi: 15.04. 2016) 5. ÜLKEMİZE AİT KIYASLAMA VE ÇIKARIMLAR Sanayi Devrimi ile gelişen süreçte yaşananlar sonucu oraya çıkan işçi ve işveren örgütleri özelde ise sendikalar endüstri ilişkilerini kavramsal olarak ortaya çıkarmıştır. Ülkelerin kültürel arka planları sosyal hayatın her alanında olduğu üzere endüstri ilişkilerinde de etkin rol oynamaktadır. Ülkemiz bu haliyle bir geçiş coğrafyasıdır ve kültürel altyapısı zenginlik içermektedir ancak homojen bir altyapı üzerine bina edilmiş, asgari müşterekleri fazla olmayan bir yapıda yaşamamız, göç, komşu ülkelerin sosyo- politik ve ekonomik durumları yaşanan gelişmelerde etkili olmaktadır. Sendikalar; Endüstri ilişkileri içerisinde çok önemli bir yer işgal etmektedir. Sendikalar geçmişte de ve günümüzde de etkin bir rol yüklenmekle beraber bu kavramın tamamını ifade etmekte yetersiz kalmaktadır İnternet kullanımının artması, insanların çok daha hızlı ve yüksek bilgi içerecek biçimde iletişim kurabilmesi baştan ayağa iletişim ve ilişki biçimleri üzerinde etkili olmaktadır. Ülkemizde yakın bir tarihe değin sendika üyeliği için noterde beyanname imzalamak şartı varken artık “e-devlet” sistemi üzerinden kolayca sendika üyelik işlemleri gerçekleştirilebilmektedir. Endüstri ilişkileri kavramı şekil ve içerik değiştirdikçe, düzgün bir biçimde yönetilme ihtiyacı artmakta ve hatta zorlaşmakta, sosyal barış ve gelişmişlik düzeylerine olan katkısı göze alındığında sanayileşmenin arttığı her toplumda konuyla ilgili çeşitli
  • 16. 16 modeller ortaya konulmaktadır. Tabi ki bu sadece yukarıdan aşağıya yapılan modellemelerle çözümlenebilecek bir mesele değildir bu çalışmaya konu olduğu üzere kültürel arka planlar sonuçlar üzerinde çok etkilidir. Kültürel arka planlar bir çırpıda değiştirilebilecek konular olmadığı gibi toplumlar kendi sentezlerini gelişen taihsel süreçler içinde bulmaktadırlar. Farklı uygulamalar ve farklı kültürel arka planların yansımaları hakkında fikir sahibi olmak bakış açısını genişletmeye ve toplumların ulaştıkları sentezleri yorumlayıp geliştirmeye yardımcı olurlar. Yalın felsefesi ve geldiği kültürel arka planın tanınmasıyla ölçek olarak karşılaştırılması uygun olmasa da Türkiye ve bu uygulamanın başat aktörlerinden Japonya’nın oluşturduğu örneklere bir arada bakılabilir. Bu kıyaslama farkındalık yaratmak açısından önem arzetmektedir. Türkiye’nin sırası 16, 17, 18.’lik arasında yer değiştirmekle beraber içinde bulundurduğu potansiyelin daha yüksek bir konumda olması gereklidir. Doğal kaynak açısından fakir, stratejik olarak merkezi sayılamayacak konumda bulunan, 2. Dünya Savaşı sonunda hemen hemen tamamen tahrip olmuş bir ülkenin bugün dünya listesinde 3. sırada olması bahsi geçen bir takım olgulara bağlıdır. Sosyo-Kültürel yapılar ısmarlama inşa edilecek olgular değildir. Ülkelerin getirdiği tarihsel miras, cografi konum, inanç sistemleri vs. bu yapıları ortaya çıkaran ana etmenlerdir. Japonya ve Türkiye’nin kültürel açıdan benzemeyen yönleri olduğu gibi benzeyen yönleri de vardır. Her iki ülkede güç aralığı yüksek toplumlardan müteşekkildir. Endüstri İlişkilerinde sendikal haklar çoğunlukla çatışmalı bir taban talebiyle gelişmiştir denilemez, tabi ki ciddi mücadeleler olmuştur ancak her iki ülkede sürekli artan trend ile bir sendikalılaşma eğiliminden ziyade ciddi gelgitler ile şekillenme doğrultusundadır. Sendikalı işçi sayıları her iki ülkede de gelişmiş ülkelerin genel ortalamasının epey altındadır. Japonya’da bilindiği gibi toplu pazarlığın âdemi merkeziyetçi biçimde yapılması, çoğu toplu sözleşmelerin şirket düzeyinde imzalanması, sektör düzeyinde veya ulusal düzeyde pazarlıkların ender görülmesi, Japonya’da endüstri ilişkileri bağlamında evrensel normların oluşmasının önünde önemli bir engel olarak ortaya çıkmaktadır. Öte yandan ülkede endüstri ilişkilerinin evrensel niteliklerden yoksun olması bir anlamda sendikaların pazarlık gücünün de zayıf olduğu anlamına gelmektedir. Bu nedenle ülkede, zayıf olan pazarlık gücünü dengelemek, sektör eksikliğini tamamlamak, etkisi ulusal boyutta olabilecek, benzeri olmayan bir ücret belirleme sistemi olan “Shunto” (ilkbahar ücret saldırısı) uygulanmaktadır. Sendikalar Kanunu’na göre 3 yıl olarak ifade edilen toplu iş sözleşme süreleri, sürenin uzunluğundan dolayı ücretlerin erimesine sebep olmaktadır. Bu sebeple her yıl “Shunto” görüşmeleri ile ücret seviyeleri tekraren belirlenerek ücretlerin enflasyon karşısında değer yitirmesi engellenmektedir. Son yıllarda hızla değişen işletmelerin, sendikaların ve demografik
  • 17. 17 yapının yani yaşlanan işgücünün, yavaşlayan ekonomik büyüme nedeniyle yeni istihdam koşullarına adapte olmakta zorlandığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Öyle ki, 1980’lerde %3,7 gibi gerçekleşen GSYİH’daki büyüme, 1990 ve 2000’li yıllarda %1,1’lere kadar gerileyerek; ekonomide yaşanan uzun dönemli durgunluk işsizlik oranlarının %5 artmasına neden olurken; aynı zamanda geleneksel istihdam uygulamalarında da değişiklikler meydana getirmiştir. Nitekim 1985 yılında %16 olan düzensiz işlerin oranı 2010 yılında %34’lere kadar yükselmiştir. Böylece günümüz Japonya’sında, değişen ekonomik şartlar gereği “sendika sayısı”, “sendikalı çalışan sayısı” ve “sendikalaşma oranında” geçmişe göre önemli gerilemeler yaşandığı bir gerçektir. Ülkemizde de çok başarılı bir örgütlü sendikacılık geleneği mevcut bulunmamaktadır. Bu benzerliklerden yola çıkarak Yalın kültürün iş barışına ve ortak menfaatlere verdiği katkı bir farkındalık yaratabilir. Uygulamada Yalın kültür sadece üretim ve bağlantılı süreçlerde değil aynı zamanda Endüstri İlişkilerinde de etkin bir iletişim zemini sağlayacaktır. (Erol; 2014 : 50-51) SONUÇ: Sınai gelişmeye önderlik eden kıta ve buna bağlı medeniyetin tarihsel köklerinin içinde barındırdığı öz ile farklı kıta ve medeniyetlerin bu sürece katılımı hatta kendi bağımsız süreçlerini inşası farklı yollar izlemiştir. Bazı yüzeysel uygulamalarda ve küreselleşmenin etkisiyle aynılaşan konularda bu farkı tahlil etmek kolay değildir ancak bir miktar derinliğine bakıldığında geri plan daha sarih biçimde ortadadır. Avrupa kıtasında sanayileşmeye giden sürecin inşası ile Ortadoğu’nun ve Uzak Doğu’nun bu sürece katılımları farklı saikler içerebilmektedir. Yalın Üretim ve Yönetim 90’lı yıllardan itibaren Avrupa ve Amerika’da çeşitli sanayi kollarında yaygın olarak uygulanmaya çalışılsa dahi bu pratiklerin ekseriyetinde hedeflenen başarının tam olarak sağlanamamasında arka plan araştırmasının tam olarak yapılmamasının ve pratik uygulamanın fikri köklerinin yeterince anlaşılamaması neden olmuştur. Yalın’ın kendi uygulama örnekleriyle fomülize edilmiş olması kendine ait tarihsel ve kültürel bağlamı olmadığı anlamına gelmez ve bu haliyle fikri alt yapısı, işletme içerisindeki iletişim metodları ve iş yapış şeklinde de belirleyici bir rol oynar. Yalın Üretim Sistemi’nin yapı taşlarından en önemli ikisinin Kaizen ve Saygı olması bu bağlamda incelendiğinde şaşırtıcı değildir. Teknik uygulama yöntemlerinden ziyade bir yaklaşım şeklini belirleyen bu iki temel yapı taşı işletmelerin ortaya koyduğu Endüstri İlişkileri yaklaşımlarında da belirleyici olmaktadır. Karşıtlıkları uyum içinde barındırmak, karşılıklı saygı prensibinden beslenmek iş hayatındaki ilerleme ve barışçı atmosferin korunarak tarafların birbirlerinin ortak çıkarlarını gözetmesi bir bütünün parçaları gibi hareket etmesi esasını gündeme getirmekte ancak bu fikrin başarılı uygulamalarının sağlanması yetişmiş insan gücünde bu konuyla alakalı temellerin uygun inşa edilmesi önşartına dayanmaktadır.
  • 18. 18 ___________________________________KAYNAKÇA____________________________ Artun, Erman; 1996, “Günümüzde Adana Aşıklık Geleneği ve Aşık Feymani” , Adana, Hakan Ofset. Erkan, Hüsnü; 2004, “Ekonomi Sosyolojisi”, Fakülteler Kitabevi, İzmir. Erol, Sevgi Işık; 2014, “Kendine Özgü Yaklaşımıyla Japon Endüstri İlişkileri Sistemi” Kamu -İş; C:13, S:4/2014 Ekin, Nusret ; 1985, “Endüstri İlişkileri”, İstanbul. Fujimura, Hiroyuki;2012 “Japan Labor Review, vol 9, no. 1, Winter” Giz, Adnan; 1969, “Anadolu Tarihinde Sanayi Faaliyetlerine Toplu Bir Bakış”, İ.S.O.D., Yıl 4. Koç, Yıldırım; 1992,“1990 ve 1991 Toplu İş Sözleşmeleri”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi,Cilt 16, Sayı 143. Koç, Yıldırım; 1999,” Türkiye’de Ekonomik ve Sosyal Konsey” Türk-İş Eğitim Yay. No.21 Ankara. Önsoy, Rıfat; 1980, “ 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Sanayileşme Teşebbüsleri”, Milli Kültür, Cilt 2, Sayı 3-4-5. Özerkmen, Necmettin; 2003, “ Geçmişten Günümüze Türkiye’de Anayasa ve Yasalarda Sendikal Hakların Düzenlenmesi ve Getirilen Kısıtlamalar.” Cilt 43, Sayı 1 Shimuzu, Koichi “Transforming Kaizen at Toyota” Working Paper, Okayama University, Japan http:/www.e.okayama–u.ac.jp/~kshimuzu/downloads/iir.pdf Toula-Breysse, Jean Luc; 2008 “Zen” Ankara Dost Kitabevi http://my.beykoz.edu.tr/serkang/files/2011/02/sanayi_devrimi.pdf http://www.csgb.gov.tr/media/1721/2015_ temmuz_6856.pdf https://www.deming.org/theman/overview http://www.toyota-global.com/company/history_of_toyota/75years/data/company_information /personnel/labor-management _relations/joint_declaration _of_labor.html) http://www.toyota-global.com/company /vision_philosophy /toyota_production_system/origin_of_the _toyota_production _system.html) http://www.yalindunya. net/2012-11-10-07-07-23/yalinin-tarihcesi.html http://www.zen-buddhism.net/