7. Bu köy kahvesine varıp da Sakızlı Türk Kahvesini tatmamak olmazdı. Elbette oturduk bizde. Çocukları
rahatça meydana bırakıp, oturup ağaç gölgesinde keyifle kahvelerimizi yudumladık.
8. Bu köy kahvesine varıp da Sakızlı Türk Kahvesini tatmamak olmazdı. Elbette oturduk bizde. Çocukları
rahatça meydana bırakıp, oturup ağaç gölgesinde keyifle kahvelerimizi yudumladık.
19. Köyün meydanı tam burasıydı. Güneşli, aydınlık ve serin bir Pazar sabahıydı. Meydanda Köy Kahvesi
vardı. Burada turistler, köyün yerlileri oturmuş sohbet ediyordu. Ve genellikle kahve içiliyordu.
.
32. Şirince Mutfağı işte böylesi ferah, temiz ve keyifli bir yerdi. Önü Şirince çarşısına, arkası ferah
yeşilliklere bakan ve oturanın gözünü, gönlünü açan bir yerdi.
.
33. Şirince Mutfağı’ndan baktığımda gördüğüm bu manzaraysa ayrıcalıklı ve bence enfesti. Tepeler,
güzelim evler, henüz çiçeklenmiş ağaçlar, bahçede güneşte kurumaya bırakılmış çamaşırlar, balkona az
az önce asılan ve burnuma ıslak kokusu gelen çarşaflar, çocukluğumu hatırlatan detaylar, herşey çok
güzeldi.
.
34.
35. Ve son kalanlar: Mor Salkımlar, bahar dalları ve önü açık tepelere bakan tarlalar…
36.
37. Şirince, İzmir İli Selçuk İlçesi’ne bağlı, 700 nüfuslu, denizden yüksekliği 375m olan bir köy
yerleşmesidir.
Hıristiyan kültürü ile yorumlanmış Osmanlı dönemine ait sivil mimarlık örnekleri ve anıtsal yapılarıyla
farklı bir tarihsel kesiti sergileyen Şirince’nin yerleşik alanı “kentsel sit”, yakın çevresi ise “doğal sit”
alanı olarak koruma altındadır.
Eski kaynaklarda “Dağdaki Efes” adıyla anılması, antik çağın en büyük kentlerinden biri olan Efes’in
kırsalını oluşturduğunu göstermektedir.
Efes’in çok güçlü Hıristiyan kimliğinin izlerini Şirince’de görmek mümkündür ve bu durum, Şirince’nin
günümüzde bile eski bir Rum Köyü olarak anılmasının temelini oluşturmaktadır. Şirince’nin kalıntı ve
buluntulara dayalı tarihinin Roma Dönemi’ne kadar uzanmasına karşın belgelere dayalı tarihi 14. Yüzyıla
dayanmaktadır. Bizans Döneminde Hıristiyan nüfusun Kyrkindje adını verdiği köy, yörenin
Aydınoğulları’nın eline geçmesiyle birlikte kayıtlara Çirkince adıyla geçmiştir. Türklerin askeri ve siyasi
olarak yöreyi ele geçirmesinden sonra da Şirince’nin Hıristiyan kimliği devam etmiştir. 1500’lü yılların
sonlarında bir nahiye merkezi olacak büyüklüğe erişmiş, 1700’lü yılların sonlarında Anadolu’ya yönelik
Rum göçünden önemli bir pay alarak, 1800’lü yıllarda maksimum büyüklüğe ulaşmıştır.1912 Balkan Savaşı
ile birlikte, Hıristiyan kimliği nedeniyle Şirince’de hareketlenme başlamış, 1919’da Yunan ordusu
tarafından işgal edilmiş, 1922 Eylül’ünde ulusal kurtuluş mücadelesi kapsamında işgalin sona ermesiyle
birlikte tümüyle terkedilmiş ve ıssız bir köy haline gelmiştir. 1924 yılında Yunanistan’dan göçe zorlanan
Türk ailelerin yerleştirilmesiyle birlikte yaşam yeniden başlamıştır. 1928 yılında Şirince adını alarak
belediye olmuş, ancak nüfusun hızla azalması üzerine 1943 yılında köy statüsüne dönüştürülmüştür.
38. Günümüz Şirince’si zamana karşı direnebilmiş 100 dolayındaki geleneksel yapısı ve 700 kişilik nüfusuyla
19. Yüzyıldaki görkemli görünümünden çok farklı, adeta onun minyatür bir kopyası gibidir.
Şirince’ye yerleşen ilk Hıristiyan nüfusun, köye Kyrkindje ya da Kirkindsche (Türkçe’de Kırkıca ya da
Kırkınca olduğu iddia edilmektedir) adını verdiği bilinmektedir. Zaman içerisinde köyün adının Çirkince
olması ile ilgili olarak halk arasında anlatılan söylence 14. Yüzyıla dayanmaktadır. Yörenin 1304 yılında
Türklerin eline geçmesiyle başlayan Beylikler Dönemi’nde pek çok Rum ahalinin esir alınarak köle
yapıldığı ve bu dönemde Ayasulug’da bir esir pazarı olduğu bilinmektedir. Söylenceye göre, Derebey
tarafından esirlikten azat edilen bir grup Hıristiyan köylü Şirince’ye yerleştirilir. Bey, “Yerleşeceğiniz
yer güzel mi?” diye sorduğunda, azatlılar belki de gözden uzak olmak ve Türkler tarafından rahatsız
edilmemek için “Çirkincedir” yanıtını verirler. Bunun üzerine Bey “Öyleyse köyünüzün adı Çirkince
olsun” der.
Yunanistan’a göçmek zorunda kalmış ve halen yaşamakta olan Rumların bir kısmı Şirince’yi Çirkince diye
anarken, bir kısmı da Kırkınca olarak anmaktadır. Köy bugün kullanılan Şirince ismini Cumhuriyet’in ilk
yıllarında dönemin İzmir valisi Kazım Dirik’in talimatıyla almıştır.
Şirince ulaşımı için yakın ve uzak çevre bağlantılarında İzmir İli’nin tüm gelişmiş kara, hava, deniz ve
demir yolu ağı kullanılmaktadır. 70km mesafedeki Uluslararası Adnan Menderes ve 10km mesafedeki
Pamucak havaalanları ile 80km mesafedeki Uluslararası İzmir ve 20km mesafedeki Uluslararası
Kuşadası Limanları Şirince’nin ulaşımını uluslararası boyuta ulaştırmaktadır. Köyün içinde yer aldığı
coğrafya ile tek bağlantısı 8km’lik Şirince Selçuk karayolu ile sağlanmaktadır.
Selçuk dünya tarihi açısından çok önemli bir kültürel merkez olan Antik Efes kenti ile iç içe olması
nedeniyle dünyanın en önemli turistik merkezlerinden biridir. Efes denildiğinde, akla sadece kentin
kendisi değil, aynı zamanda Artemis tapınağı, St. John Kilisesi, Meryem Ana Evi ve daha birçok antik
eser gelmektedir.
Günümüzde Şirince’nin alternatif tatil ve gezi seven turistlerin vazgeçilmez bir uğrak noktası
olmasında, tarihçesi ve büyüleyici doğasının yanısıra, ev yapımı şarapçılığı önemli bir rol oynamaktadır.
Üzüm, şeftali, ayva, kavun, dağ çileği, nar, yaban mersini ve böğürtlen gibi meyve ve bitkilerden şarap
üretilmektedir.
http://sirince.tumblr.com
39.
40. Şirince'nin biraz tarihçesine değinirsek; 19.yy'da Rum yerleşkesi olan, 1923'te Türkiye-Yunanistan
arasında yapılan Nüfus Mübadelesi sonucu Rumların ayrılması ile Yunanistan'dan gelen mübadillerle
41. iskan edilmiştir. Bölgede bağcılık, incir ve zeytinciliğin yanı sıra şeftali, elma, ceviz, kiraz gibi
meyvelerin yetişmesi için de oldukça elverişli bir bölgedir.
Köy içerisinde şu an 2 adet kullanılmayan Kilise, zamanında Okul olarak kullanılan fakat şu an
Restaurant + Müze olarak hizmet veren Taş Mektep, bir kaç adet şarap üreticisi, sayısız hediyelik
eşya satan mağaza ve çeşit çeşit meyvelerden yapılan şarapları sunan şarap dükkanları mevcut.
42.
43. Geçtiğimiz senelerde Maya Takvimine göre 2012 yılında kopacak kıyamette en güvenli bölge olduğu
iddiası ile epey popüler olan bu eski Rum köyü, tahmin ettiğiniz üzere 2 yıldır turizm açısından oldukça
verimli günlerini yaşıyor. Yerli ve yabancı turist ilgisi karşılıksız kalmamış ve bölgedeki eski evlerin
çoğu pansiyon olmak üzere şu an restorasyon aşamasında. Yukarılara doğru çıktıkça bir kaç güzel
işletme de görebilirsiniz.
Köyün geçmişine yönelik sergilenen fotoğrafları Köy girişindeki Taş Mektep'te görebilirsiniz. Üstelik
ücretsiz.
44. Köyde yaşayan oldukça az hane var.Onlarda geçimlerini el emeği göz nuru yaptıkları biblolardan,
45. örgülerden, dantellerden, el yapımı bebeklerden, reçellerden kazanmaya çalışıyorlar Şirince deyince
İnsanın aklına gelen ilk şey Meyve aromalı şarapları. Ben Şarap sevmediğim için tatmadım. Köyden
Şarap alabilirsiniz. Hediyelik anlamında özel bir şeyi yok. İstanbul'da bir çok çarşı-pazarda
bulabileceğiniz şeyler var.
Şirince için 1-2 saatinizi ayırmanız yeterli. Günübirlik bir gezi için bence ideal. Ha kafa dinlemek için
şöyle güzel bir yerde kalayım diyorsanız, yine de tercih edilebilir bir yer. Ama açıkçası bana çok fazla
46. abartılmış, daha fazla turist çekmek adına iyi pazarlanmış bir yer olarak geldi. Köy olmaktan artık
çıkmış. Biz orada iken bir bankanın ATM'si yerleştiriliyordu köye :)
47. **
Yerleşimin 1800 evden oluştuğu söyleniyor. Ancak günümüze ulaşmış yaklaşık 200 ev
izlenmektedir. İlkokulun bulunduğu yerden başlayarak Güneye doğru yükselen sırt ile Kuzeye
bakan yamaçta yerleşimin yoğunluğu gözleniyor. Ancak Doğu yönüne ilerlenirse ve Güneye doğru
48. tepelerin üzerine bakılırsa evlerin bu alanda da bulunduğu anlaşılır. Yukarı kilisenin batısını
oluşturan sırtta günümüzde de izlenen dev bir çınar var.
Çınarın altında ki çeşme ise dağılıp yok olmuş. Çınardan Kuzeye doğru inen sırtta bir zamanlar
dükkan dizisinin yer aldığı halk tarafından ileri sürülüyor. Ancak bu konuda kesin kanıtımız yok.
Yukarı kilisenin yer aldığı sırtın üstünde, Doğuya bakan evler dizisi ile Kuzeye bakan evlerin
arasından günümüzde de izlendiği gibi yeni köy camisine doğru inen bir derecik yatağı yerleşim
yerini ikiye bölmektedir. Bu derenin Batı yakasında kalan mahalle İstiklal, Doğu yakasında kalan
mahallede İstihlas diye adlandırılmış. İstiklal bağımsızlık ise göçmen köyü Şirince’nin öteki
mahallesinede “Kurtarılma” anlamına gelen İstihlas adı yakışıyor. Kuzeye bakan sırtların altından
başlayan düzlüğe dek inen İstihlas mahallesi, burada bir sokak ile kesiliyor ve sokak çarşıyı
oluşturuyor. Büyük bir çınarın gölgesinde sonlanan sokağın iki yanı kahveler, fırınlar ve dükkanlar
dan oluşur. Bir yağhane en Doğuda yer alırken en Kuzeyde bir ikincisi bulunmaktadır. En Kuzey
kesimde, doğuya bakan evlerin yer aldığı sırtın sonunda daha alçakça bir tepede ilkokul yapısı
görülmektedir.
İlkokul, günümüzde de Şirince topoğrafyasını tanımada kullanılabilecek en önemli duraktır.
Buradan evlerin genel görünümü, bahçeler, Kuzey yönündeki dağlar, güzelce izlenebilir. En
Doğuda yerleşimi sınırlayan derenin üstünde bir zamanlar çamaşırhane varmış. Cumhuriyet
döneminde de yararlanılan yapı sonradan ortadan kalkmış. Daha da Doğuda mezarlık alanı
bulunuyor. Çirkince kırlarına dağılmış konutlar, bağ evleri, manastırlar ve küçük kiliseler,
günümüzde silinip gitmişlerdir. Ancak anımsayanların gösterdikleri yerlerde yapı kalıntıları
gözlemlenebilir. Köyün en önemli değirmenlerinden biri, yolun Şirince boğazına tırmanmaya
başladığı kesimdedir. Günümüzde de su akışı sürmektedir. İki değirmenin daha su aşırma
duvarlarının kalıntıları Çirkince boğazının girişinde, yolun solundaki su kemerlerinin tam karşısında,
Güney sırtında bulunmaktadır. ADI / YÖNETİM Kyrkindje, Kirkincdsche, Kirkidje, Kırkıca,
Kırkınca biçiminde adının başta ünlü Kiepert haritalarında okuduğumuz Çirkince, Şirince olmazdan
“Çirkince” imiş. Kesin bir kaynak bulamaz sakta anlatılan o ki, yukarıdaki köyün varlığını gizlemek
için Ayasuluk’ta ve başka yerlerde Çirkince denip durmuş. Çirkinliğe ilişkin anlatılanların en belli
başlısı, Aydınoğulları döneminde azad edilen bir grup Rum’un kendilerine gösterilen bir yere
yerleşmeleridir. Yerleşeceğiniz yer güzel mi diye sorulduğun da “Çirkince” demişler. Vali Kazım
Paşa çıkıp gelene dek Çirkince sürüp gitmiş. İzmir’in çalışkan valisi her zaman olduğu gibi ilin
köylerini dolaşırken “Çirkince”’ye uğramış.
Bu güzel yörenin adının çirkin olamayacağını ileri sürerek köyün adının bundan böyle Şirince
olmasını istemiş. “-ce” ile biten yer adlarına bakacak olursak Batı Anadolu’da çok sayıda
olduklarını görürüz. Dido Sotiriou’da Şirince yakınlarında ki bir “Güzel-ce-köy” den söz eder
romanın da. Roman da adı geçen, bugün cılız bir yerleşim olan Kuyumcu, zenci nüfusu ile ilgi
çekici. Orada azad edilmiş eski pamuk kölesi zenciler yaşamaktaymış. Ama kölelikten
sonra,özgürlükte çok sefil olmuşlar. Kuyumcu’ nun tam yeri Selçuk Kuzeyinde, Küçük Menderesin
öte yakasında. Yer adları konusunda ne yazık ki halk anlatımları dışında asıl etmenler göz ardı
edilir. İsmin eski Anadolu dillerinden gelip, örneğin Artemis tanrıçanın korusu Kenkrios’tan
Türkçeleştiğini ileri sürmek olanaksız. Türkçe ve katışıksız bir isim “Çirkince”… Çirkince 1890’da
Vital Cuinet’e göre Aydın vilayetinin İzmir sancağı, Kuşadası kazasına bağlıydı. Şirince’de
meydana gelen adli olaylar için Kuşadası mahkemesine başvurulurdu. 1912 Meclis-i Mebusan
49. seçimlerinde, katılan iki partiden biri olan İttihat ve Terakki Partisi’ne Kuşadası’nın 16 delegesi
oy vermişler. Bu 16 delegenin 11’i Türk, 5’i Rum imiş. 1912 seçimlerine katılan Hürriyet ve
İtilaf Partisi oy alamamış, İzmir sancağının tüm milletvekilleri İttihatçılar’dan seçilmiş.
Yörenin nüfus yapısını belirlemek için, Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye cemiyetinin 17 Mart 1919’da
İzmir’de yayınladığı bildirisine bakalım… Kuşadası’nda 11100 Müslüman, 9000 Rum, 79 Ermeni,
145 Yahudi, toplam 21414 kişi yaşamaktaymış. Bu nüfus dağılımı için, Güzelçamlı’ dan Çirkince’
ye dek, Kirazlı Yaylayı da katarak Kuşadası’nı düşürmek gerek. Çirkince başta olmak üzere,
Güzelçamlı, Kuşadası, yoğun Rum nüfusu içermekteymiş. Özellikle Çirkince’nin 9000 kişilik Rum
nüfusunun en az yarısını içermesi olası. Cumhuriyetle birlikte gelişen Ayasuluk, Akıncılar adıyla
ilçe merkezi yapılınca Çirkince, yine İzmir iline bağlı, ilçenin bir köyü konumuna geldi. Bu kez
1927 yılında Selçuk, Kuşadası ilçesini kapsayan bir merkez olmuştur. 1957 yılında ise Kuşadası,
Aydın’a bağlı bir ilçe olurken Selçuk ayrılmış İzmir’e bağlı bir ilçe olmuştur. Çirkince kiliseleri
merkezi Aydın olan Piskoposluğa bağlıydılar. Heliopolis (Güneşkenti) adını taşıyan piskoposluk
bölgesi, Torbalı’dan Birgi’ye, Denizli’ye ve Fethiye’ye kadar uzanan Güneybatı Anadolu bölgesini
kapsamaktaydı. Batı Anadolu’daki diğer piskoposluk merkezleri olan Efes, İzmir, Philadelphia
(Alaşehir) ile Heliopolis, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlıydı… Çirkince’deki Aya Yannis
kilisesinin kapısı üstündeki yazıtta Heliopolis piskoposluğuna bağlı olduklarını gösteriyor. Dido
Sotiriou’nun romanından öğrendiğimize göre, köyde Osmanlı yönetimi yalnızca zaptiye karakolu ile
temsil ediliyordu. Çirkince’ nin oluşum sürecini belirleyecek kesin bir ipucu olmasa da Efes
kentinin dağılıp limanın Kuşadası’na Frenklerin değişiyle Scala Nova’ya kayması yanında bir küçük
grubun dağa çıktığı söyleniyor.
Bir başka küçük grup ise St. Jean mezarının çevresinde kalmış. İsa’dan sonra 6. yüzyılda,
burada Bizans İmparatoru Justinianus’un bir kilise inşa ettirmesi, çevresindeki tarihsel ve dinsel
olayların önemi, Ayasuluk’ ta küçük bir nüfusu saklı tutmuş olmalı. Çevresindeki manastır
kalıntılarının 11,12 ve 13. yüzyıldan beri var olduğu ileri sürülüyor. Günümüzde bu manastırların
bulunduğu alanlar yada manastır olduğu söylenen alanlar düş kırıklığı yaratıyor. Örneğin köyün su
kaynağı yanındaki, Güney sırtlarındaki kalıntı olsa olsa küçük bir kilisecik. Manastır denince
büyük, çok odalı, birkaç kiliseli yapı kümesi anlaşılmalı. Türk’lerin yöreye gelmeleri, Ayasuluk’u
merkez edinmeleri sırasında bir takım kayıtlar Çirkince’nin 16. yüzyılda varlığını gösteriyor.
Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivinde ki 571 nolu ve 1583 tarihli Aydın Vakıf
Defteri’nde, Çirkince’nin adı geçiyor.
Nahiye merkezi Çirkince çevresinde bulanan köylerdeki vakıf arazilerinin listesi veriliyor burada.
Ezine, Kızılca, Ulucak ve Turgud’ ta bulunan arazilerin “Merhum İsa Bey” tarafından vakfedildiği
kaydedilmiş. Söz konusu yerler Tabi-i Çirkince olarak anılmış, yani hepsi de Çirkince’ye bağlı
Karyeler (köyler) imiş…. İsa Bey de mutlaka Aydınoğlu İsa Bey olmalı. Türkler Ayasuluk çevresini
daha çok İsa Bey döneminde geliştirmişler. İsa Bey Camii, 1376 yılında yapılmış. 1425-26
yılında Aydınoğlu Cüneyt’in öldürülmesi ile bölge, Osmanlılar’ın eline geçmiş. Çirkince’ye ilişkin en
eski gezi günlüğü, 12 Eylül 1698 tarihi ile 10 Şubat 1702 tarihleri arasında Türkiye’ye gelen,
İzmir’de saygın imalat şirketi eski papazı, saygın ve bilgin Edmund D. Chishull’un anıları. Kitabın
adı da “Türkiye Gezisi ve İngiltere’ye Dönüş”.
50. Chishull, 1699 yılının 30 Nisan günü Tire’den ayrılarak Efes kenti örenine yönelir. Anılarından
anladığımız kadarıyla Efes çevresinde tek kalınacak, konaklanacak yer kendi yazış biçimiyle
Kirkinceköy’dür. Belevi’ne ulaştıklarında oarada dervişlerin içinde yaşadığı söylenen Keçi kalesini
görürler. Kalenin eteklerinde eski çağlarda Stagnum Pegaseum denen bataklık, Küçük Menderes’in
içine karıştığı gölü tanırlar. Kılavuzları onları yanlış yollardan Çirkince’nin uzağına götürür. Doğru
yolu öğrenerek bu kez Ayasuluk tepesinin doğusundan, boğaz yolunu izleyerek köye ulaşırlar.
…Onun kılavuzluğunda atlarımızla Efes hisarının altında bir buçuk saat süren yorucu ve uzun,
fakat zevkli ve eğlenceli bir yoldan ve çağlayanlı bir derenin bulunduğu iki tepe arasında gittik.
Her iki yanımızda sarkan mersin, zakkum, katırtırnağı, erguvan, leylak ve diğer haz verici
ağaçların koyu gölgeleriyle ağırlandık…” Chishull’un sözlerinden anlaşılacağı gibi Çirkince yokuşunda
varılan yerde bulunan, günümüzde de suyunun taştığına tanık olduğumuz değirmeni
belirleyebiliyoruz. Dağdan gelen suyun değirmen oluğuna girmeden önce taştığı sıradaki
görünümünü, Schull, çağlayan olarak tanımlamış olabilir. Chishull ve ona eşlik edenler, saat
sekizde Çirkince’ye ulaşırlar. Geceyi katırcıların kurdukları çadırda geçirirler. 1 Mayıs günü
Apokalips’in Yedi Kiliselerinden biri olan Efes kilisesinin üstünde kurulmuş bir köy varsayımıyla
Çirkince’yi dolaşmaya başlarlar. Aktardıklarına göre köyün tüm halkı Hıristiyan’ dır.
TERKEDİŞ
1922 yılının Eylül ayına ulaşıldığında, 15 Mayıs 1919’dan beri süren Yunan işgali’nin sonu da
gelmişti. İzmir’e Türk ordularının girişi, Paris kaynaklı bir haber yoluyla 11 Eylül tarihli Atina
gazetelerinde yer aldı. Eleftoro Vima gazetesi, 10 Eylül, Paris kaynaklı haberi “ İzmir dün
sabahtan beri 2. Süvari Alayı Komutanı Zeki bey tarafından işgal edilmiştir. Her şey Türk
ordusunun denetimi ve güdümü altındadır.” Biçiminde vermişti. İzmir’in alınmasından çok önce
başlayan Yunan ordusunun çekilmesi, yarattığı kıyım ve yıkımın yanında yerli Rum’larında evlerini
terk etmelerine neden oldu. Ordu çekilirken endişeli yerli Rum’lar, demiryolu aracılığıyla çoğu kez
de yaya, ele geçirebildikleri araba ve hayvanlarla, bulabildikleri her şeyi alarak yola çıktılar.
İzmir bir anda ana baba gününe dönmüştü. 9 Eylül’ü izleyen günlerde de kıyıdan bulabildikleri
tekne ve kayıklarla ayrılanlar çok sayıdaydı. Çeşme ve Ayvalık yoluyla Türkiye’yi terk edenler,
adalara ve sonuçta Pire limanı çevresine ulaştılar. 13 Eylül günü patlak veren İzmir yangını bu
kaçışın üstüne yeni bir felaket çığı gibi geldi. Dido Sotiriou’nun romanının sonunda belirttiği gibi
yangının çıkış kaynağı, Aya Dimitri mahallesi yani Ermeni mahallesi idi. Yangın, Ermeni teröristler
tarafından başlatılmıştı. Ancak Güneydoğudan esen, İzmir’in ender görülen bir rüzgarın etkisinde
Basmahane meydanından çıkıp, alevler, Fevzi Paşa bulvarı boyunca denize ve fuarın kurulu olduğu
alandan Bela Vista’ya, günümüz Gündoğdu’suna ulaşmışlardı. İşte Yunanlılar ’ın “Küçük Asya
Felaketi” dedikleri bu olay sırasında, olasılıkla Çirkince’liler, Aydın demiryolunu kullanarak İzmir’e
ulaştılar. Orada hoşumuza gitmeyen ayrıntılar var. Khramanımız Manoli Aksiyotis de bir fırsatını
bularak önce Çamlı, günümüz Güzel Çamlı’sı üzerinden Samos adasına geçer ve Yunanistan’a ulaşır.
Bir arkadaşı ile kaçış yolunda, köyünün yakınından geçmeyi akıl eder: “Kırkıca yakınlarında, şöyle
bir titrer gibi olmuştu yüreğimiz. Köyde hiç kimse olmadığını anlayınca, bir süre sokaklarda gelişi
güzel dolaştık. İki hırsız gibiydik duvarların altında. Ay ışığı çıkmıştı ve rüzgar da gıcırdayıp
çarpan kapı kanatlarını rahatça seçebiliyorduk. Bir veba salgını çökmüştü sanki köye ve canlı
namına ne varsa alıp götürmüştü! Çarşı yerinde, meydanda, sokaklarda bir alay sahipsiz elbise,
ev eşyası, kırılmış çanak çömlek sürünmekteydi. Bir köpek uluyordu zaman zaman, bir kedi
51. miyavlıyordu ve yalnızlık, daha da kahredici bir hale geliyordu.. Ve bizim yüreğimizle, bizim
anımızla yoğrulurdu burada her ev, her sokak, her ağaç, bu toprağın her taşı… Bir öfke bürüdü
birden içimizi: Bizim evlerimiz deği miydi bu evler? Bu tarlalar, bu ekinler, bu ağaç? Burada
büyüyüp yetişmemiş miydik biz? Buraya emek vermemiş miydik? Babalarımız burada gömülü değil
miydiler?” Sotiriou burada, artık ister Manoli’nin gerçek anısı olsun, ister kendi kaleminden
yazsın, terk edişin acısını aktarmaktadır. Ne yazık ki aynı biçimde evlerini terk edecek Türk’ler
bir yıl sonra aynı köye geleceklerdir.
TÜRK VE RUM AHALİNİN MÜBADELESİ
Lozan Anlaşmasının eki olan “Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol”
30 Kasım 1923 tarihinde imzalandı ve yürürlüğe girdi. Sözleşmeyi Türkiye adına M. İsmet,
Doktor Rıza Nur ve Hasan imza koydular. Yunanistan’ı Venizelos ve Kaklamanos temsil
ediyorlardı. Sözleşmenin dışında İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri tutuldular. 1912
yılından sonra bulundukları toprakları terk edenler de bu sözleşmeye alındılar, onlara mücahir adı
verildi. Türkiye’den ilk çıkarılanlar daha önceden aileleri Yunanistan’a geçmiş, kendileri kalmış
Rumlar oldular. 9 Eylül 1922 sularında, başta Batı Anadolu olmak üzere Rum halk, evlerini ve
tarlalarını Yunan bozgunu nedeniyle terk etmiş bulunuyordu. Muğla, Konya, Antalya gibi yörelerde
bulunan Rumlar, Lozan anlaşması uyarınca zorunlu göçe uydular. Sözleşme, Türk ve Rum halkın
her türlü hukuki çıkarlarını garanti etmişti. Suş işlemiş olanlar yargılanıyorsa hakları,
yargılanmaları gidecekleri ülkeye devredilecekti. Mühacirlerin taşınabilir mallarına gümrük
serbestisi uygulandı. Her iki tarafın halkı, kilise, cami, dernek gibi kurumların eşyasını taşımakta
da serbest bırakıldılar. terk ettikleri taşınmazlar komisyonlara kaydettirilerek gittikleri ülkede
aynı koşullarda terkedilmiş mallar (emvali metruke) kendilerine devredildi. Komisyonlar bu malların
değerlerine ilişkin belgeler düzenlediler. Bıraktıkları mallara karşılık gerektiğinde para ödemeleri
yapılacağını, sözleşme karara bağlıyordu. Daha önceden, 13 kim 1923 tarihinde Mübadele İmar
ve İskan Vekaleti kurulmuştu. 8 Kasım 1923 tarihinde kabul edilen Mübadele İmar ve İskan
Kanunu yürürlüğe girdi. Vekil İzmir Meb’usu Mustafa Necati, işin başarıyla sonuçlanması için
Hilali Ahmer (Kızılay) cemiyetinden yardım istedi. 6 Mart 1924 tarihinde vekalet ile cemiyet
arasında sözleşme imzalandı. Böylelikle Kızılay’ın desteği sağlandı. İzmir 4. İskan mıntıkası olarak
saptanmıştı. Mıntıka müdürü olarak İhsan Paşa atanmış, 26 Kasım 1923 günü bölgeye gelerek
çalışmalara başlamıştı. Kordondaki boş yapılar Vekaletin emrine verilmiş, İzmir’deki Tepecik
Emrazı Sariye Hastanesi hastalar için hazırlanmış, Klazumen (Urla) misafirhanesi açılarak
önlemler arttırılmıştı. Torbalı ve Tepeköy Hastanesi de sıtma sorunu için hazırlanmıştı. Ayrıca
gelenlere sıcak çay, çorba ve çamaşır vermek için gerekli sayıda malzeme Hilali Ahmer ile
ortaklaşa giderilmişti. Çeşme ve Bayındır ‘da İngilizlerden sağlanan saclarla geçici misafirhaneler
kurulmuştu. İzmir’de İkiçeşmelik dispanseri ile Kemer istasyonuna kurulan dispanserler gelenlerin
sağlık sorunlarıyla 1923 yılının Aralık sonuna doğru ilgilenmeye başladı. 10 Kasım 1923 tarihinde
yürürlüğe girmesi kararlaştırılan mübadele için suyun öte yanında da Kozana’da 1500, Kaferye
istasyonunda 100, Ahdova’da 100 kişilik geçici konaklama imkanı oluşturuldu, çadır ve gerekli
malzeme sağlanarak tahliye iskelelerine ve istasyonlarına ulaştırıldı. 1923 yılı sonuna dek Türk
gemi ve trenleri ile 60318 göçmen, Girit, Kavala, Drama ve Selanik’ten Türkiye’ye getirildi.
1923-24 kışının çetin şartlarına rağmen taşıma işlemi sürdürüldü. 1924 yılının sonuna doğru
taşınma işlemleri bitti. Ne var ki işler sanıldığı kadar kolay gelişmedi. Kimi mübadil sevklerinde
52. kargaşa yaşandı. Aynı köyün insanları farklı gemilere binmek zorunda kaldılar. Hiç malı
olmayanların beyanları dikkate alındı. Kendilerine haksız mallar devredildi. Gelenlerin çoğu işçiydi.
Ticaretle uğraşan çok az kişi vardı aralarında. Bir grup insanda yardıma muhtaç durumdaydılar.
Kimileri ise her şeyini yitirmiş olarak Türkiye’ye ayak bastılar. Her iki hükümet de mübadele için
gerekli hazırlıklar da yetersiz kalmıştı. Tütüncüleri dağa yerleştirmek gibi uygunsuz durumlar
görüldü. Taşıma sırasında gemilerde salgın hastalıklar baş gösterdi. Mübadiller perişan durumda
Türkiye’nin belli başlı Ayvalık, Erdek, Çeşme, İzmir gibi limanlarına ulaştırıldılar. 1933 yılına dek
Hilali Ahmer Cemiyeti yardımlarını sürdürdü. Sonuçta 500 bin Türk Yunanistan’dan Türkiye’ye
deniz ve tren yoluyla taşındı. Bu kıyametin içende Selanik, Manastır ve Provuşta mucahirleri
Şirince’ye geldiler. Anlatılan o ki Kavala, Kula, Dedebal, Alasonya, Drama, Müştiyan, Doryan ve
Çıtak köylüleri bir gemiye dolarak İzmir’e ulaşmışlar. Köylerden Müştiyan’nın nüfusunun yarısı
Rum’muş. Diğer köyler otuz hanelik küçük yerleşmelermiş. Göçmenlerin hepsi Akdeniz gemisine
dolarak İzmir’e ayak basmışlar. Bir süre Kemer’de alıkonulduktan sonra istedikleri yerlere
dağıtılmışlar. Ödemiş’e yerleşenler yanında Aydın Atça’dan gelip Çirkince’ye yerleşenler de olmuş.
Yolu olmayan köye göçmenlerin ileri gelenleri gelip bakmışlar, mamur ve bakımlı görünce
yerleşmişler, olanlar sonra olmuş. Girit’ten gelenler Kuşadası yoluyla karaya ayak bastıklarını,
gemide hayvanlarla, eşyalarla birlikte yolculuk ettiklerini anlatıyorlar. Mübadele göçmenleri
Aralık ayından itibaren Türkiye’ye gelmeye başlamışlardı. İlk kafile Kasım ayının sonunda
Hanya’dan hareket etmiş, 3 Aralık 1923 günü İzmir limanı’nda inerek Türkiye topraklarına ayak
basmış; hemen, İzmir yakınlarında oluşturulan oluşturulan Klazumen Misafirhane ve Karantinası’na
gönderilmişlerdi. Aşağıda İzmir’in o dönemde en önemli gazetelerinden birisi olan Ahenk’ten iki
haber veriyoruz. Bu haberlerden ilki, göçmenlerden ilk kafilenin yola çıktığının haber alınması
ikincisi de göçmen kafilesinin İzmir’de Türk topraklarına ayak basmaları üzerine adı geçen
gazetede yer alan haberdir. Kardeşlere Yardım- “Artık geliyorlar. Kurtularak, kurtarılarak
geliyorlar. Her şeylerini, babalarının henüz toprağa kalbolmayan şehitlerinin kanlı cesetlerini
terkederek geliyorlar. Onları hürmetle, muhabbetle, şefkatle karşılayalım. Bağrımıza basalım.
Çok acı görmüş ruhlarına teselli olalım. Zalim ve den’i düşmanın kahırlarıyla harabolanların
ruhlarına teselli olmak en büyük saadettir. Gelenler din, ırk kardeşlerimizdir. Herbirinin
bağrında, ruhunda kalbinde bir şehidin acısı var!” (Ahenk, 28 Kasım 1923) İlk Kafile-i Mazlumin
-1027 çıktı, 1028 Geldi- Dün Telgrafla Hanya’dan hareketleri ihbar alınan ilk kafile-i mazlumin,
salimen Klazumen Tahaffuzhanesi’ne muvasalat eylemişlerdir. Hanya’dan 1027 kardeşimiz vapura
binmiş ve tahaffuzhaneye 1028 olarak muvasalat eylemişlerdir. Yolda bir müjde-i halas tevellüd
eylemiştir. Kardeşlerimiz tahaffuzhanedeki memurin ve İzmir’den giden Muavenet Yurdu Heyeti
tarafından hürmetle istikbal olunmuşlardır. Karaya çıkanlar vatanın hür ve mesut topraklarını
öperek, Allah’a hamdeylemişlerdir. Bu manzara karşısında gözyaşları dökülmüştür. Kardeşlerimize
sıcak yemekler tevzi olunmuş istirahatleri temin edilmiştir. Bugün selametle Ayvalık’a
gideceklerdir. Kardeşlerimizin ahval-i sıhhiyeleri hamdolsun pek iyidir. Ve inşallah daima iyi
olacaktır. Galiba vakt-i muvasalatın buraca malum olmamasından ileri gelmiş olacak ki,
kardeşlerimize sigara, tütün yetiştirilememiştir. Vapurdan çıkanlar hep tütünsüzlükten
üzüldüklerini söylüyorlardı. (Ahenk, 4 Kanunuevvel 1923)