2. Azgelişmiş nüfuslar için geçerli ve yeterli
bir kalkınma teorisi ve politikası geliştirmek
için öncelikle o bölgelerin geçmiş
ekonomik ve toplumsal tarihlerini iyi
analiz etmek gerekmektedir.
Ancak çok sayıda araştırmacı yalnızca
gelişmiş metropolitan ülkeleri dikkate
almaktadır. Bu nedenle de kalkınma
poltikalarının teorik rehberi/kılavuzu
yalnızca Avrupa ve Kuzey Amerika'nın
gelişmiş kapitalist ülkelerine bakılarak
biçimlendirilmektedir.
3. Gelişmekte olan ülkeler ve kolonyal ülkelerin tarihsel
koşulları farklı olduğu için de bu reçeteler uygulamak
bir çözüm getirememektedir. Bu öngörüsüzlük ve
tahminler (taklit ve transfer politikaları) bizi çağdaş
az gelişmişlik ve gelişmişlik kavramları hakkında
ciddi yanlış kanılara sürüklemektedir. Böyle bir
anlayışla yaklaşırsak, az gelişmiş ülkelerin mevcut
durumlarının gelişmiş ülkelerin ilk evreleri
olduğunu düşünürüz. Bu yaklaşım hatalıdır çünkü
gelişmiş ülkeler, tarihin hiçbir döneminde az
gelişmiş ülkeler olmamışlardır.
4. Bir ülkenin azgelişmişliği ile ilgili yaygın kanılardan bir
diğeri, o ülkenin az gelişmişliğinin sadece kendi
ekonomik, politik, sosyal ve kültürel özelliklerinin
ürün veya yansıması olarak kabul edilmesidir. Oysa,
tarihsel araştırmalar göstermektedir ki, azgelişmişlik,
yalnızca uydu ülkelerin sorunu değil, aynı
zamanda onların mevcut gelişmiş metropolitan
ülkelerle olan ekonomik ve diğer ilişkilerinin bir
sonucudur. Ayrıca bu ilişkiler, bir bütün olarak dünya
ölçeğinde kapitalist sistemin yapısı ve gelişiminin
önemli bir yapı taşını oluşturmaktadır.
5. Yine hatalı bir bakış açısıyla, az gelişmiş
ülkeler ve onların az gelişmiş
bölümlerinin ulusal ve uluslarararası
gelişmiş kapitalist metropollerin
sermayelerinin, değerlerinin ve
kurumlarının nüfuz etmesi ile
gelişeceğine inanılmaktadır. Oysa yine
az gelişmiş ülkelere yönelik tarihsel
perspektif ortaya koymaktadır ki, bu
ülkelerin gelişiminin bağımsız bir biçimde
gerçekleşebileceğini öne sürmektedir.
6. DUAL SOCIETY
Dual Society: Latin Amerika üzerine çalışan çok sayıda
akademisyenin inandığı bir tezdir. Kentli orta ve alt sınıflar
arasındaki gelir uçurumu ile ticari metropolislerle tarımla
uğraşan köyler arasındaki zenginlik farkından hareketle Latin
Amerika’nın iki değer sistemine bölündüğünü anlatır: Modern
ve Geleneksel...
İddialara göre, Her iki bölüm de kendi tarihsel geçmişine ve yapısal
özelliklere sahiptir. Çağdaş dinamikleri de büyük ölçüde
birbirlerinden bağımsızdır. Bu bölümlerden yalnızca biri dış
kapitalist dünya ile olan ilişkilerden etkilenmektedir, diğer
bölüm ise izole, feodal ve kapitalizm öncesi dönemde
kalmaktadır.
Yazar “dual society” tezine bütünüyle karşı olduğunu ve yanlış
bulduğunu söylüyor!!!!!
7. DUAL SOCIETY
Yazar gelecek çalışmaların şu görüşü
destekleyeceğine inanıyor: Kapitalist sitem az
gelişmiş dünyanın izole edilmiş sektörlerine ve
bölgelerine de nüfuz edecek. Benzer biçimde, bu
izole alanlar kapitalist sistem için daha ilerici alanlar
haline gelecek.
8. Latin Amerika Araştırmaları Merkezi Genel Sekreteri:
“Şehirlerin ayrıcalıklı konumu kökenlerini kolonyal dönemden
almaktadır. Bölgesel şehirler fethedilen toprakların birer
egemenlik enstürmanıdır.”
Meksika’da yaşayan mestizo nüfusu bunu doğrular niteliktedir.
Latin Amerika yerlileri ile beyazların arasındaki ilişkiden doğan bu
nüfus, yerli-kolonyel karışımına işaret etmektedir. Kültürler arası
birer bölge olan şehirlerde yaşamaktadırlar. Merkez ve uydu
komünitileri birbirine bağlayan bir görünüm arz etmektedirler.
Bir bölgedeki şehirlerde yaşayan mestizolar ile köylü
hinterlandındaki yerliler arasında daha yakın bir sosyal ve
ekonomik dayanışma/bağlılık görülür. Bu bölgeler birer bağlantı
ve sömürü yeridir.
9. Koloniciler gelerek Brezilya ve Şili’de büyük şehirleri kurmuştur.
Bu şehirler yerlilerle kolonicilerin kaynaşmasını sağlamıştır.
Bir piramit gibi düşünebiliriz....
Örneğin köylü kasabaya çalışıyor, kasaba şehre, şehir
kolonicilerin şehrine, kolonicilerin şehri de diğer küresel başka bir
şehire... Kolonicilik bitse de sistem bu şekilde işlemektedir.
Burada kurulan metropoller bu isten kazançlı gibi gözükse de
üretkenlik düşünce az gelişmişliğe geri dönmüşlerdir.
Yani geri kalmışlığın sebebi dual society ya da eski feodal
alışkanlıklar değil, serbest ticaret ve
liberalizm.
Yani piramit gibi, serbest ticaret adı altında sömürü düzeni
işlemektedir.
10. Özetle, az gelişmişiliğin nedeni
dünya tarihinin akışından izole
kalan bölgelerdeki arkaik
kurumların hayatta kalması ve
sermaye sıkıntısı değildir.
Aksine ekonomik kalkınmayı da
yaratan gelişmeden, yani
kapitalizmin gelişmesinden
kaynaklanmaktadır.
11. HİPOTEZ-1
Yazar metropollerin gelişirken, uyduların az gelişmiş
kalmasından hareketle 3 hipotez geliştirmiştir.
1- Dünyanın başka devletlerin uydusu olmayan bağımsız ve
süper güç metropollerinin aksine, ulusal ve bağımlı
metropollerin gelişmesi onların ne kadar uydu durumunda
olduklarıyla ilişkili olarak sınırlanmıştır. Latin Amerika’nın
ekonomik ve endüstriyel gelişim sağlayan, özerk olmayan ve
yetersiz ulusal metropolleri bu hipotezi desteklemektedir.
Gelişmeleri 19. yy. da başlayan bu nedenle herhangi bir
sömürgecilik faaliyetiyle tam olarak kısıtlanmamış olan
Buenos Aires ve Sao Paulo bu hipotezi doğrulayan
örneklerdendir. Bu iki şehir, sömürgecilik döneminde
gelimese de yine de öncelikle İngiliz, daha sonra
Amerikan metropollerine bağımlı durumdadır.
12. 2- Uyduların gelişmişlik düzeyi, onların
metropollere olan zayıf bağlarıyla mümkündür. Bu
hipotez az gelişmiş ülkelerdeki gelişmişlik düzeyinin,
gelişmiş ülkelerin metropolitanlarına olan bağının ve
difüzyonunun iyi olmasına göre gelişeceği tezi ile
taban tabana zıttır.
Arjantin, Brezilya ve Meksika’nın son endüstriyel
gelişimleri, dünyanın büyük metropollerinin krizde
bulunduğu iki dünya savaşı arasında
gerçekleşmiştir. Bu durum neye işaret etmektedir?
HİPOTEZ-2
13. 17. yy. da Avrupa Buhranı, Napolyon Savaşları, I.
Dünya Savaşı, 1930 Buhranı ve II. Dünya Savaşı
görülmüş, Latin Amerika ülkeleri diğer büyük
metopollerden izole bir kalkınma sürecine
girmişlerdir. Ticaret ve yatırım bağlarındaki
gevşemelerin bir sonucu olarak, bu uydu ülkeler, söz
konusu dönemde özerk sanayileşme ve büyüme
sürecine girmişlerdir.
HİPOTEZ-2
14. Araştırmalar aynı sürecin Latin Amerika’da, Avrupa’nın
17. yy. buhranı sırasında da gözlendiğini ortaya
koymaktadır. Bu dönemde, Latin Amerika
ülkelerinde imalat büyümüştür. Şili gibi pek çok
ülke, ürettiği malları ihraç eden ülke haline
gelmiştir. Napolyon Savaşları, Latin Amerika’da
bağımsız yatırım hareketlerinin artmasına yol
açmıştır.
HİPOTEZ-2
15. İkinci hipotezi destekleyen diğer izolasyon türleri, merkantalist
ve kapitalist siteme entegrasyonu azaltan coğrafi ve
ekonomik izolasyonlardır. Klasik endüstriyel kapitalist
tarzda, en umut verici kendi kendine üreten ekonomik
kalkınmalar bu sayede yaşanmıştır. 18. yy.’ın sonu ve 19.
yy.’ın başlarında Arjantin ve Paraguay’ın Tucuman, Asuncion,
Mendoza, Rosario şehirleri bu duruma örnek olarak
gösterilebilirler. Kahve yetiştirmeye başlamadan once, 17. Ve
18. yy.ların Sao Paulo’su da bu duruma örnek gösterilebilir.
Yine Kolombiya (Antioquia) ve Puebla and Queretaro
(Meksika) diğer örneklerdir. Benzer biçimde Şili de Hom deniz
yolu açılmadan önceki dönemlerinde Avrupa’dan izloledir.
Bütün bu bölgeler, söz konusu izole dönemde başta
tekstil alanında olmak üzere imalat merkezleri haline
gelmiştir.
HİPOTEZ-2
16. Uluslararası alanda, kapitalist dünyaya bir uydu olarak
katılmaksızın endüstrileşmenin en önemli örneği
kuşkusuz Meiji restorasyonundan sonraki Japonya.
Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir: aynı kırk yıllık
gelişme sürecinin sonunda kaynak yoksulu Japonya,
uydulaşma sürecine girmeden hızla endüstrileşebilirken,
nasıl olup da kaynak zengini Latin Amerika ve Rusya
endüstrileşememiştir ve 1904 yılındaki savaşta Japonya
tarafından hezimete uğratılmıştır? Bu sorunun yanıtı ikinci
hipotezi desteklemektedir. Çünkü Japonya, Tokugawa ve
Meiji dönemlerinde diğer ülkelerin aksine uydulaşma
sürecine girmemiş ve kalkınmasını yapısal olarak
sınırlamamıştır.
HİPOTEZ-2
17. 18. ve 19. yy. daki ekonomide görülen liberalleşme ve
ticaret alanlarının genişlemesi ile 17. yy. da Latin
Amerika’da görülen imalatı kısıtlamış/durdurmuştur.
I. Dünya Savaşı’nın ardından, Brezilya’nın yeni ulusal
sanayi Amerika’nın ekonomik istilası nedeniyle çok
ciddi sorunlar yaşamıştır. Latin Amerika’daki Gayri
Safi Milli Hasıladaki büyüme hızı artışı ve özellikle
sanayileşme tersine dönmüştür; sanayi ikinci dünya
savaşından sonra uydulaşmıştır.
HİPOTEZ-2
18. Post-Kore Savaşı sonrasında kurtarma ve metropolleri
genişletme projelerine başvurulmuştur. Oysa aksine, bu süreçten
sonra, Brezilya ve Arjantin daha fazla az gelişmiş bir yapıya
bürünmüş; sanayileştirmeyi ve ekonomik kalkınmayı
sürdüremez hale gelmiştir. Buenos Aires’in Büyük Britanya’nın
uydusu haline gelmesinde de benzer süreçler yaşanmıştır. İmalat
sanayi uluslararası rekabet nedeniyle tahrip edilmiştir, topraklar
büyüyen ihracat ekonomisi tarafından latifundialara (toprak
ağasının sahip olduğu ve içinde kölelerin çalıştırıldığı büyük
toprak parçalarına) bölünmüş, bölgeler arasındaki gelir
dağılımındaki fark daha da büyümüş ve önceden gelişmiş olan
bölgeler Buenos Aires ve onun üzerinden Londra’nın birer
uydusu haline gelmiştir.
HİPOTEZ-2
19. Metropol-uydu çatışması Buenos Aires’teki üniterist ve
federalistler arasında politik ve silahlı bir mesele haline
gelmiştir. Bu durum “War of the Triple Alliance”
(WoTTA/üçlü ittifaklar savaşı)’nın da en önemli
nedenlerinden biridir. Buenos Aires, Montevideo ve
Rio de Janeiro Londra’nın desteği ve yardımı ile özerk
olarak gelişen Paraguay Ekonomisi’ni yok etmiştir.
HİPOTEZ-2
20. Günümüzün en az gelişmiş ve feodal görünüm arz
eden bölgeleri, geçmişte metropolislere en fazla
bağlı olanlardır. Bu bölgeler, dünya metropolleri için
birincil ürünlerin en büyük ihracatçıları ve büyük
sermayenin kaynağıydılar.Herhangi bir nedenle işler
kötüye gittiğinde metroploller tarafından terk
edilmişlerdir. Bu durum, bir bölgenin azgelişmiş olma
nedenini prekapitalist kurumsal yapılara ve bölgenin
izole edilmiş olmasına bağlayan görüşle çelişmektedir.
HİPOTEZ-3
21. Daha önce şeker ihraç eden Batı Hint Adaları,
Kuzeydoğu Brezilya, Brezilya’nın eski maden
bölgeleri, dağlık Peru ve Bolivya ve gümüş ile ünlenen
Meksika şehirleri bu duruma örnek gösterilebilirler. Bu
bölgelerin mevcut kapitalist sisteme entegrasyon
süreci, altın çağlarında kapitalist ihracat ekonomisine
eklemlenme sürecidir. Şeker pazarları ya da maden
rezervleri yok olduğunda ise, büyük metropolisler
onları kendi kaderlerine terk etmiş, bugün ultra-az
gelişmiş bir yapıya dönmelerine neden olmuştur.
HİPOTEZ-3
22. Latifundium, ekili alan ya da çiftlik olduğuna
bakmaksızın, ticari bir işletmedir. Dünyanın ve ülkenin
artan taleplerini karşılamak üzere toprak, sermaye ve
emek miktarını arttırarak genişlemektedir. Latifundia,
yarı feodal bir görnüm arz etmektedir.
Arjantin ve Küba’da 19. yy. da görülen latifundiumlar,
kolonyal dönemin feodal kurumlarından farklıdır.
Benzer biçimde, Meksika’nın Kuzeyinde ve ABD için
üretim yapan yerler ile Peru kıyıları ve Brezilya’nın
kahve üreten yeni bölgeleri devrim sonrası feodal
kurumların çağdaş dirilişi gibidir.
LATIFUNDIUM
23. SONUÇ
Tüm bu hipotezler ve çalışmalar göstermektedir ki,
kapitalist sistemin global ölçekte yayılımı, onun tekelci
yapısı, tarih boyunca görülen eşitsiz/dengesiz
gelişimi,az gelişmiş en ileri sanayi ülkelerinde bile
endüstriyel kapitalizmden çok ticaret alanına
dönüşmesi kalkınma ve kültürel değişim
çalışmalarında her zamankinden çok dikkat çekilmesi
gereken bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle bu ülkelerdeki bilim insanları bu kabul
edilemez süreci tersine çevirmek için gayret
sarfetmelidir.
24. Bunun yolu, gelişmiş metropollerin kendi ekonomik
gerçekliklerine uymayan steril kalıplarını olduğu gibi
alıp uygulamak değildir. Az gelişmişiliği ortadan
kaldırmanın yolu onun dinamiklerini kendi ülkelerinin
tarihsel ve toplumsal bağlamında anlamaktan
geçmektedir. Tarihsel, bütüncül ve yapısal bir bakış
açısı bu ülkelerin azgelişmişlikten kalkınmaya,
kalkınmadan azgelişmeye uzanan serüveninin
nedenlerini anlamak ve ortadan kaldırmak için
elzemdir.
SONUÇ