SlideShare a Scribd company logo
İÇİNDEKİLER
3
7
27
35
39
44
Başyazı
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde
Omurgayı Oturmak
Doç. Dr. Gürkan Emre Gürcanlı
Yaşamsal Bir Sorun Olarak İşçi
Sağlığı ve İş Güvenliği
S. Murat Çakır
Kadınlar İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliğinin Neresinde?
Sinem Derya Çetinkaya
Madencilikte Taşeron ve
Güvencesiz Üretim ve
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Uygulamaları
Tevfik Güneş
Konfederasyonumuzun 13
Bölge Temsilciliği Kapsamında
Yönetici ve Temsilcilerin İş
Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi
ve Uygulama Kapasitelerinin
Geliştirilmesi Projesi Final
Raporu
(YEREL SÜRELİ YAYIN) YIL: 2016 l SAYI: 1
BASIM TARİHİ: AĞUSTOS 2016
DİSK YÖNETİM KURULU
Kani Beko
Arzu Çerkezoğlu
Cafer Konca
Cemal Poyraz
Alaaddin Sarı
Kanber Saygılı
Mustafa S. Yahyaoğlu
Genel Başkan
Genel Sekreter
Genel Başkan Yardımcısı
Genel Başkan Yardımcısı
Yönetim Kurulu Üyesi
Yönetim Kurulu Üyesi
Yönetim Kurulu Üyesi
İŞÇİ SAĞLIĞI ve İŞ GÜVENLİĞİ BÜLTENİ
DİSK ADINA SAHİBİ
Arzu Çerkezoğlu
SORUMLU YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ
Av. Necdet Okcan
YÖNETİM YERİ
Dikilitaş Mah. Eren Sk. No: 4 Beşiktaş/İSTANBUL
TEL: (0212) 291 00 05 - 06
FAKS: (0212) 240 42 09
EMAİL: disk@disk.org.tr
www.disk.org.tr
BASKI
Yele Ofset 2. Matbaacılar Sitesi 4NA30
Topkapı/İSTANBUL
Yeni bir yayın çıkarmanın he-
yecanıyla merhaba..
Bilindiği gibi işçi sağlığı ve iş gü-
venliği alanı çalışanlar için çok
önemli bir alandır. Halk sağlığı,
sosyal refah, sosyal güvenlik ve
kalkınmayla doğrudan ilişki için-
dedir.
Çalışanların üretim içinde bulun-
duğu ortam ve koşullar, sağlık ve
güvenlik açısından, sürekli bir iyi-
leştirmenin temel alanı olmak du-
rumundadır. Diğer bir deyişle, iş-
çi sağlığı ve iş güvenliğine tavizsiz
önem verilmesi, tutarlı ve sistemli
bir çaba gösterilmesi, sadece ça-
lışanların değil, aynı zamanda ya-
şanılan toplumsal yapının refahı
açısından da stratejik bir öneme
sahiptir.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanın-
da yeterli ve kalıcı sonuçlara ula-
şabilmek için, çalışma ortam ve
koşullarından kaynaklanan ya da
bununla bağlantılı olarak mey-
dana gelen kazaları, hastalıkları
ya da sağlıkla ilgili diğer sorunları
önlemeye dönük ulusal düzeyde
sistematik bir politikanın yaşa-
ma geçirilmesi zorunludur. Tehli-
ke ve riskleri ortadan kaldırmayı
hedefleyecek bu yaklaşım, kaza
ve hastalıkların neden olduğu yı-
kımları azaltacak, iş ile ilgili ortam
ve koşulları iyileştirecektir. Dolayı-
sıyla birleşik ve tutarlı bir strateji
hem ülke açısından maddi ve ah-
laki, hem de uluslararası düzeyde
ciddi olumluluklar yaratacaktır.
Ama ne yazık ki, dünyada ve ül-
kemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği
alanında yaşananlar çalışanlar için
bir kabus olmaya devam etmek-
tedir. Meselenin teknik bir boyu-
ta indirgenmesi ya da üretkenlik
kaybı olarak ele alınması bu alan-
da yaşanan sorunların giderek
derinleşmesinin önüne geçeme-
mektedir.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği, kapi-
talist üretim tarzının birikim sü- 3
BAŞYAZI
DİSK olarak uzun yıllardır İSG alanında vermiş
olduğumuz siyasal, ideolojik ve teknik mücadeleyi
daha kalıcı ve sistemli hale getirmek için düzenli bir
yayın anlayışımızı hayata geçirmek üzere önemli bir
adım atmış bulunuyoruz.
reçlerinin doğrudan etkilediği bir
alandır. Sömürü ilişkileri ne kadar
vahşi ve dizginsiz olursa, iş cina-
yetlerinde de bir o kadar vahşet
yaşanmaktadır.
Dünya ölçeğinde her yıl ILO verile-
rine göre 250-275 milyon iş kazası
yaşanmakta; 160 milyon meslek
hastalığı vakası gözlemlenmek-
te ve 2 milyonun üstünde çalışan
hayatını kaybetmektedir. Kayıtdı-
şılık, kölece çalışma biçimleri, ço-
cuk işçiliği sorunları ise bu vahşi
sömürü düzeninin en belirgin ya-
nını bize göstermektedir.
Ülkemizde, 2000’li yıllardan itiba-
ren önce özelleştirmelerle ve da-
ha sonra taşeron ve güvencesiz
çalışma biçimleriyle kendini gös-
teren kapitalist birikim rejimi işçi
sağlığı ve iş güvenliği alanındaki
sorunları derinleştirmiştir. Özellik-
le inşaat ve maden sektörlerinde
ortaya çıkan kitlesel iş cinayetle-
ri toplumsal yapıda ağır travma-
lara neden olmaktadır. Böyle bir
kalkınma modelini kabul etmek
mümkün değildir.
Sendikal yapıların giderek zayıf-
latıldığı bir süreçte, işyerlerinde
etkin bir denetim yapılamamak-
tadır. Mevcut sistem çökmüş du-
rumdadır ve siyasal iktidar bu
sistemi yenileyebilecek adımla-
rı atmaktan ısrarla kaçınmakta-
dır. Yapılan düzenlemeler sorunu
çözmek yerine daha da derinleş-
tirmiştir ve alanın kendisini piya-
saya açmış durumdadır.
Bu çerçevede, işçi sağlığı ve iş
güvenliği alanında sendikala-
ra önemli görevler düşmektedir.
Sendikalar için bu alan artık temel
bir mücadele ve örgütlenme alanı
olarak görülmelidir. Nasıl ki, ücret
ve sosyal haklarda mücadele edi-
liyorsa, yaşamımızı ve geleceğimi-
zi yok eden çökmüş bir işçi sağlı-
ğı ve iş güvenliği sistemine karşı
mücadele de başat hale gelmiştir.
DİSK olarak uzun yıllardır İSG ala-
nında vermiş olduğumuz siyasal,
ideolojik ve teknik mücadeleyi da-
ha kalıcı ve sistemli hale getirmek
için düzenli bir yayın anlayışımızı
hayata geçirmek üzere önemli bir
adım atmış bulunuyoruz.
İlk sayımızda, geçmişte sözlü ola-
rak yaratmış olduğumuz kavram-
sal tartışmayı dergimize taşıyarak
temel bir dil ve söylem birliği ya-
ratmayı düşünüyoruz. Doç. Dr. G.
Emre Gürcanlı, değerli yazısında
bu kavramsal tartışmayı oldukça
açık bir şekilde yürütüyor.Kapita-
list üretim, hukuk ve İSG alanındaki
nesnel ilişkiyi gözler önüne seriyor.
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Meclisinden Murat Çakır “Yaşam-
sal Bir Sorun Olarak İşçi Sağlığı ve
İş Güvenliği” yazısında sendikala-
rın mücadele pratiklerini ve mes-
lek oda ve birliklerinin, sendika-
ların ve diğer demokratik kitle
örgütlerinin ortak oluşturduğu İs-
tanbul İSG Meclisinin yapısını, mü-
cadelesini ve çalışma süreçlerini
bize aktarmaktadır.4
DİSK/Birleşik Metal İş Sendikası İSG
Dairesi Uzmanı Sinem Derya Çe-
tinkaya üretim ortamında kadın-
ların karşı karşıya kaldığı işçi sağ-
lığı ve iş güvenliği sorunlarını ele
alıyor ve bu olumsuzluklarla baş
edebilmenin potansiyel olanakla-
rını tartışıyor.
Diğer bir konumuz 2015 yılında
yapmış olduğumuz İSG eğitimle-
ri.Yönetici, temsilci ve ileri işçileri-
mizin katıldığı bu eğitimler 13 böl-
gede planlandı. Ama ne yazık ki,
ülkemizin içinden geçtiği kaotik
süreç nedeniyle bazı bölgelerde
bu eğitimi gerçekleştirme imkanı
bulamadık.
Ama yine DİSK olarak, bir ilki ger-
çekleştirerek İSG ve kadın işçi-
ler eğitimini bütün illerden gelen
temsilci arkadaşlarımızla merkezi
olarak gerçekleştirdik. 90’ın üze-
rinde kadın arkadaşımızın katıldığı
eğitim 2 gün sürmüş ve oldukça
verimli geçmiştir.
Önümüzdeki dönem bu eğitim-
leri yaygınlaştırarak sürdürmeyi
planlıyoruz. 27 şehirde özellikle
taşeron işçilerin İSG alanında ya-
şadığı sorunları ele alarak çözüm
önerileri üretmeyi ve bu temelde
örgütlenmenin pekiştirilmesinin
önemli olduğunu görüyoruz.
Bu vesileyle DİSK olarak, yeni dö-
nemde, ölümlü iş kazalarının azal-
tılması ve meslek hastalıklarının
görünür kılınması çabasını arttıra-
rak sürdüreceğimizi ifade ediyor,
bütün emekçiler için sağlıklı ve
güvenli bir yıl diliyoruz. 5
6
7
Oldukça iddialı bir başlık gibi
görünebilir, ancak bu yazı-
da bu alanda daha verimli tartış-
ma ve mücadele edebilmek için
bazı kavramların ve anlayışların
yerli yerine oturtulması amaçlan-
maktadır. Sınıfsal bakış açısının
yalnızca “işçi haklarını savunma”
düzleminde değil, üretim ilişkile-
ri içinde işçilerin varoluş süreçle-
rinin de ortaya konulmasıyla ger-
çekleşeceğinin altı çizilmelidir.
Giriş
Kapitalist emek süreci, yalnızca
üretim ilişkilerinin yeniden üre-
tim alanını içermez, aynı zaman-
da siyasal ve ideolojik süreçleri
de içerir. İşyerinde üretilmekte ve
yeniden üretilmekte olan, teknik
ve toplumsal ilişkiler ancak verili
durumda o ülkedeki sınıfsal ilişki-
ler ve ekonomi politik bağlamın-
da anlaşılabilir. Sözgelimi her gün
onlarca inşaat işçisi yaralanır, en
az bir iki işçi kardeşimiz ölürken
“baret takmadı, kemer kullanma-
dı” değil, “bu projeler neden bu
kadar hızlı ve yangından mal ka-
çırırcasına yapılıyor” sorusu ay-
dınlatıcı olacaktır.
Bir diğer nokta ise tamamen mü-
cadeleye ilişkin ve altı defalarca
çizilmelidir: Sermaye sınıfı, üre-
tim süreçlerinde işçi sınıfı ile üc-
ret pazarlığı yapabilir, ücretler ve
sosyal haklar üzerinden tartışa-
bilir, ancak üretimin kendisi, üre-
tim teknikleri, üretimin yapısı ve
tüm bunlarla ilişkili olarak çalış-
ma koşulları sermaye açısından
dokunulmaz bir alandır. Bu do-
kunulmaz alanda, işçi sağlığı ve
iş güvenliği de dokunulmaz hale
gelmekte, emek süreçlerinin do-
ğasından kaynaklanan ve işçileri
neredeyse kitlesel olarak katle-
den karar alma süreçleri tama-
men sermaye tarafından belirlen-
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği’nde
Omurgayı Oturmak
Doç. Dr. Gürkan Emre Gürcanlı
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yürütülmesi gereken
mücadele, işyerlerinde, yaşadığımız alanlarda bire
bir, yüz yüze örgütlenmeyi ve gündelik mücadele
biçimlerini zorunlu kılmakla birlikte, zihinlerimizdeki pek
çok düşünceyi de kırıp, sıfırdan yeni bir bakış açısını da
gerektirmektedir.
8
mektedir. Gidip Soma örneğine
bakılabilir; tartışmaların rödovans
sistemi, AKP İlçe Teşkilatı-Sarı
Sendika-TKİ-Soma Maden Şirke-
ti dörtgeninden çıkarılıp “gerekli
önlemler alınsaydı” noktasına in-
dirgenmesi, derdimizi anlatmak
için iyi bir örnektir.
“Emeğin korunması”, “emeğin sağ-
lığı” veya güncel tabiriyle “işçi sağ-
lığı ve iş güvenliği” alanının yeni-
den düzenlenmesi ve sermayenin
geriletilmesi ancak ciddi sınıf mü-
cadelelerinin sonucudur. Zira bir
yanda emek, ekonomik haklarının
yanı sıra, insanca çalışma koşulla-
rı talep ederek sermayenin kar-
şısına çıkar ve onun için en kârlı
olan üretim yapısını değiştirmeye
zorlar. Sermaye ise bu alanı do-
kunulmaz ilan eder, yasal düzen-
lemelere boğar, devletin bu alana
müdahalesini mümkün olduğun-
ca en aza indirmeye çalışır ve işin
özünde istediği gibi davranmak is-
ter. Bu alanın dokunulmaz olması-
nın en büyük nedenlerinden birisi
de, doğrudan varolan düzenin sor-
gulanmasını da beraberinde ge-
tirecek olmasıdır. İşçi sağlığı ve iş
güvenliğine bir de bu açıdan bak-
mak gerekir. Bir başka ifadeyle,
sermayenin istediği düzeyde üret-
kenlik için asgari düzeyde işçi sağ-
lığı ve iş güvenliği yeterlidir. Bunun
ötesini talep etmek sermaye açı-
sından kabul edilemez. “Biz başka
alem isteriz” diyenlerin en temel
mücadele başlığı olmalıdır, olmak
zorundadır...
Önce konunun adını koyalım
İş Sağlığı değil, İşçi Sağlığı
İş Sağlığı kavramı gerek Türkçe
açısından gerekse de bizim bakış
açımızdan yanlıştır. Zira öncelikle
burada “sağlık” sözcüğünün an-
lam kayması olmaktadır. “İşi sağ-
lıklı bir şekilde yapmak” dediği-
mizde sağlık (health) anlamından
kayma yaşanır. “Aman sağ sağ-
lim bitirelim şu işi” gibi bir anlam
farklıdır, bir işin gerçekleştirilmesi
sırasında o işi yapan kişilerin sağ-
lıklarına odaklanmak çok daha
farklıdır. İngilizce’de iki farklı ifa-
deye rastlanır
Health and Safety at Work (İş-
te Sağlık ve Güvenlik)
Occupational Heath and Safety
(İşle İlgili Sağlık ve Güvenlik, ki
biz buna İSİG diyoruz)
Örneğin ABD’de 1970 yılında çı-
kan yasanın ismi “Occupational
Safety and Health Act” iken, 1974
yılında İngiltere’de (ve Common-
wealth ülkelerindeki kullanım
olarak) çıkan yasa Health and Sa-
fety at Work.
Avrupa Birliği’nde konuşulan pek
çok dilde, Latin dillerinde (İspan-
yolca, İtalyanca, Portekizce) ve
Commonwealth ülkelerinde ge-
nel kabul görmüş kullanım var:
Saude e segurança no trabalho
(İşte Sağlık ve Güvenlik)
Sante et securite au travail (İş-
te Sağlık ve Güvenlik)
9
Çok genelleştirmemek kaydıyla
şu söylenebilir, AB metinleri ge-
nellikle “İşte Sağlık ve Güvenlik”
kullanırken, ILO metinlerinde ve
genel olarak ABD’de “Occupatio-
nal Health and Safety” daha yay-
gın kullanılmaktadır.
Özetle, “iş sağlığı” yanlıştır, tama-
men dilimizden çıkarmamız ge-
rekmektedir ve her yerde her
ortamda “işçi sağlığı” denmeli-
dir! “İşte sağlık” demek isterseniz
yanlış olmayacaktır, ancak bugü-
ne kadar böyle bir kullanım ol-
madığı, yerleşik olmadığı için bi-
raz zorlama olacak ve bir anlam
ifade etmeyecektir.
İşçi Güvenliği değil İş Güvenliği
Başına işçi koyduğumuz zaman
sınıfsal veya daha radikal bir kav-
ram haline geldiğini söylemek
yanlış olacaktır. Güvenlik (İngiliz-
cede security ve safety ayrılmak-
tadır, bizde genel olarak emniyet
veya iş güvenliği şeklinde iki-
ye ayrılabilir) yalnızca işçi odaklı
düşünülemez. Zira “işçi” güvenli-
ği dediğimizde kavramın kapsa-
yıcılığını azaltır ve işçiye odakla-
nırız. Bu da bizi bir şekilde işçiyi
koruma, işçiyi kişisel olarak ko-
ruma, işçiyi kişisel koruyucular-
la koruma noktasına getirecek-
tir. Bilimsel olarak “iş güvenliği”ni
sağlamak “kapitalist iş”in düzen-
lenmesi açısından bakıldığında bi-
le üretim tekniklerinden, kullanı-
lan malzemelerin seçimine kadar
pek çok hususa odaklanmak zo-
runda olup, “iş güvenliği” sağlana-
rak “işçinin de güvenliği” sağlan-
mış olur. Biraz açalım.
İşyerlerindeki risklere biraz yo-
ğunlaştığımızda, her türlü üretim
sürecinin kendine has riskler ba-
rındırdığı görülecektir. Kimyasal-
lar, tozlar, yüksekte çalışma, ke-
sici batıcı cisimler, elektrik, farklı
farklı makinaların kullanımı hep-
si de işçileri tehdit eder. Güven-
li bir çalışma için “İşçiler eğitimsiz
ve verdiğimiz kişisel koruyucuları
kullanmıyorlar (baret, gözlük, el-
diven, emniyet kemeri gibi)” söy-
lemi riskli çalışma ortamlarında
belki de söylenecek en son hu-
suslardan birisidir. Zira iş güven-
liği uzmanları açısından riskleri
önleme hiyerarşisinde en önemli
husus “ortam”ın değiştirilmesi ve
güvenli hale getirilmesidir. Kuşku-
suz biz bütünsel ve sınıfsal bir ba-
kış açısıyla olaya bakmak duru-
mundayız.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği den-
melidir
Burada artık bütünleşik bir kav-
ram söz konusu. Burada “Occu-
pational Health and Safety”nin
karşılığı olarak bu kavramı kul-
lanıyoruz. “Mesleki Sağlık ve Gü-
venlik” veya “İşle İlgili Sağlık ve
Güvenlik” desek belki daha “doğ-
ru” olur denebilir. “İşçi Sağlığı ve
İş Güvenliği” yerleşik, anlaşılır ve
kapsayıcı bir kavramdır. Öte yan-
dan 1973 ve 1974 yıllarında çıkan
tüzüklerimizden bugüne hep kul-
10
lanılagelmiştir. O bakımdan bu
kavramı da değiştirmek (İş Sağ-
lığı ve Güvenliği veya İşçi Sağlı-
ğı ve Güvenliği) bence doğru ol-
mayacaktır. Burada bazı sendika
eğitimlerinde ve toplantılarında
rastladığım bir hususun altını çi-
zeyim, bazen bazı sendikacı ar-
kadaşlar “iş güvenliği deyince işin
sermayenin güvenliği diyorlar, biz
işçinin güvenliğini istiyoruz”. Haklı
ve doğru olmakla birlikte kavra-
mın başına “işçi” koyduğumuzda
daha sol, daha radikal ve sınıfsal
bir kavram oluverir anlayışı doğ-
ru değil, o bakımdan yukarıda
uzun uzadıya açıklamaya çalış-
tığım gibi, işçinin sağlığı, işin gü-
venli bir ortamda, kapitalist işin
ya tamamen ortadan kaldırılma-
sı ya da kapitalist işin sınıf mü-
cadeleleriyle mümkün olduğun-
ca “sıkıştırılması” ile güvenli hale
getirilmesiyle sağlanır, bu da iş
güvenliğidir.
İş Cinayeti mi İşçi Cinayeti mi?
Şöyle bir yanılsama olmasın, san-
ki “iş cinayeti” egemen sermaye
söylemidir de biz buna karşı “iş-
çi cinayeti” kavramını kullanma-
lıyız gibi bir şey anlaşılmamalı.
“İşçi cinayeti” dediğimizde kav-
ramın kapsayıcılığını azaltırız ve
öte yandan sınıfsallıktan da uzak-
laşmayız. Burada zaten “cinayet”
kavramını egemen dile neredey-
se bir mızrak gibi saplayanlar, bu
alanda yıllardır mücadele eden iş-
çiler, sendikacılar, akademisyen-
11
ler, iş müfettişleri, tabipler, mü-
hendis, mimar ve her alandan
teknik elemanlar olmuştur. Dola-
yısıyla ortada zaten küçük de olsa
bir kazanım vardır ve “iş cinayeti”
kavramı bizim kavramımızdır. “İş
cinayeti” dediğimizde, cinayete,
bir başka ifadeyle işçinin ölümü-
ne veya yaralanmasına yol açan
süreçlerin “iş” ile ilgili olduğunu,
işten, daha doğrusu kapitalist iş-
ten kaynaklandığını vurgularız. Bi-
raz daha açarsak “kapitalist iş sü-
reçleri” “cinayet” işlemektedir. Bu
başlangıç noktasını koyunca za-
ten tüm bir toplumsal sistemin
eleştirisi ardından gelecektir.
İş cinayeti kavramını farklı dille-
re çevirmek ise o kadar kolay de-
ğildir. Bu konuda farklı görüşler
mevcut olup, hepsi doğru olabi-
lir hepsi yanlış da olabilir, aşağı-
da ayrıntılandırılacaktır. Örneğin
Devrimci İşçi Sendikaları Konfede-
rasyonu (DİSK) “Occupational Mur-
der” olarak çevirmiştir. Konuyla
ilgili mücadele eden pek çok aka-
demisyen ve aktivistin “iş cina-
yeti” kavramını İngilizceye çevi-
rirken verdikleri yanıtlar aşağıda
bulunmaktadır:
•	 industrial murders
•	 occupational murder (DİSK
bu şekilde kullanmış)
•	 murder at work
•	 corporate crimes 
•	 labour murders
•	 occupational homicide
•	 corporate manslaughter
•	 corporate murder
•	 employee murder
•	 labor homicide
Hangisi doğrudur kesin bir şey
söyleyebilmek mümkün değil-
dir. Zira doğrusunu bilebilmek için
de İngilizce konuşulan bir coğraf-
yada kapitalizme ve onun yarat-
tığı yıkıma (nesnellik) karşı İşçi
Sağlığı ve İş Güvenliği mücade-
lesi vermek (öznel müdahale) ve
kavramlarını yaratmak olduğu
gerçeğinin altı çizilmelidir. Sözge-
limi iş cinayetlerine karşı müca-
dele eden Liverpool liman işçileri
ne diyorsa bizim için de doğrusu
odur! Şu önemlidir; “iş cinayeti”
kavramı Türkiye sosyalist hare-
keti ve işçi sınıfı hareketinin bi-
ze hediye ettiği bir kavramdır! Bu
hediyenin başımızın üzerinde ye-
ri vardır ve “işçi cinayeti” diyerek
kavramı değiştirmek daha radikal
bir anlam ifade etmemekte, üs-
telik anlam kaymasına da yol aç-
maktadır.
“Kazaların yüzde98’i önlene-
bilir” galat-ı meşhuru…
Pek çok sendikacının, uzmanın
ve hatta akademisyenin kullan-
dığı bu ifade yanlıştır. Bu aslın-
da bir galat-ı meşhur’dur diyebi-
liriz. Galat-ı meşhur, kelime veya
deyimlerin yaygın olarak yanlış
bir biçimde kullanılması sonucu,
doğrusunun yerini alması hali-
dir. “Herkesin doğru bildiği yanlış”
12
denebilir. Biz kaza kavramını bi-
le reddederken, böyle bir ifadeyi
kullanmak bile son derece yan-
lıştır.
“İş kazası mı cinayet mi?” tartış-
masının çok eskiye gittiği söylene-
mez. Hatta bir açıdan bakıldığında
“cinayet” çok ağır bir ifade olarak
görülebilir, daha çok bir “slogan”
olarak algılanabilir. Bu tartışmada
hala doldurulmamış pek çok boş-
luk olmasının nedeni, işçi sağlığı
ve iş güvenliği konusunun, kapi-
talist sömürü mekanizmalarında-
ki yerine dair tartışmaların ye-
tersiz ve kısıtlı olmasındandır. Bu
tartışmalarda ana ekseni oluştu-
ran iki kavram meslek hastalıkla-
rı ve iş kazalarıdır. “İş kazası” kav-
ramının, yerli yerine oturtulması
ve gündelik siyasette “iş cinaye-
ti” kavramıyla örtüştürülmesi, salt
siyasal değil aynı zamanda felse-
fi bir tartışmayı da gerektirmek-
tedir. Ayrıca vurgulanması ge-
reken bir başka husus ise genel
olarak kapitalist toplumda kabul
gören kaza ile iş kazası kavramı-
nı birbirinden ayırarak tartışmak
gerektiğidir. Zira, “iş kazası” bel-
li bir hedefe dönük olarak örgüt-
lenmiş (kapitalist üretim) bir iş
örgütlenmesi içinde ve aynı za-
manda o işin yapılması için top-
lumsal örgütlenme boyutunun da
etkisiyle gerçekleşen olaylar zin-
ciridir. “Kaza, kader, bu işin doğa-
sında var” gibi kavramların, sıkça
dillendirildiği, dinci gericiliğin her
alana nüfuz ettiği ülkemizde, “iş
kazası”, “kaza” ve “toplumsal ya-
rar” kavramlarını tartışmak, tar-
tıştırmak ve bir arada düşünmek
işçi sınıfı mücadelesinde önemli
bir yere işaret edecektir. İşçi sını-
fının üretim sürecinde karşı karşı-
ya kaldığı yaşamsal risklere dair
bir tepki üreterek, bu tepkiyi sınıf
örgütlenmesine tahvil edebilmesi
için gereken kavramsal altyapının
oluşturulması önemlidir. Kısacası
kapitalist üretim sürecinde “fay-
da-maliyet” ölçütlerinden birisi
olarak değerlendirilen işçi sağlığı
ve iş güvenliği konusundaki mü-
cadelenin, sınıf mücadelesinin bir
parçası olması gerekmektedir. 
Sözü edilen galat- meşhur kazala-
rının yüzde 98’inin önlenebilece-
ğidir. Bu nereden çıkmıştır? yüzde
2 kesinlikle önlenemez mi? Biraz
üzerinde duralım bakalım, aksi
takdirde her şeyi o yüzde 2’nin
13
içine sokan ve buna “kaçınılmaz-
lık”, “kader”, “beklenmedik olay”,
“kötü talih” diyenlerin tarafında
olmak son derece kolaydır. Bu ve-
rilerin bilimsel dayanaklarına iliş-
kin konu ile ilgili epidemiyolojik
araştırmaları, Uluslararası Çalışma
Örgütünün raporlarını, Avrupa İş
Sağlığı ve Güvenliği Ajansının ra-
porlarını, Amerikan Ulusal Mesleki
Sağlık ve Güvenlik Enstitüsü’nün
raporlarını değerlendirmeye ça-
lıştığında yukarıdaki veriyi doğ-
rulayan bir kaynağa ulaşmak
mümkün değildir. İş kazalarının
bir bölümünün önlenemez oldu-
ğu sonucuna bizi götürebilecek
yaklaşımın kaynağı iş kazalarının
hangi faktörlerin etkileşimi so-
nucu ortaya çıktığını açıklamaya
dönük teorilerden en eski ve ta-
rihsel olanı olabilir. 1930’larda ta-
nımlanan Domino Yaklaşımı ka-
zaların yüzde 88’ini insanların
güvenli olmayan davranışlarına
(güvensiz hareket), yüzde 10’unu
güvenli olmayan eylemlere (gü-
vensiz koşullar) bağlarken; geri-
ye kalan yüzde 2’sinin ise “Allahın
işi-takdiri” “Acts of God” olduğu-
nu varsayıyordu. Böylelikle yüz-
de 2’sinin nedeni açıklanamayan
iş kazalarının önlenebilirliğini tar-
tışmak da mümkün olamayacak-
tır. “Tahmin edilemezlik”, “bek-
lenmeyen olay”, “kader”, “takdir-i
ilahi”... Mutlaka insanın müdaha-
le edemeyeceği bir alan olduğu
varsayıldığında çok güzel bir ka-
çış noktası yaratılmaktadır. Bu-
na bir de “iş kazaları ve meslek
hastalıkları”nın üretim sürecin-
de doğal olaylar olarak görülme-
si gerektiği şeklindeki sermaye
ideolojisi eklenince tablo tamam-
lanır. Burada “kötü talih” veya
“kaçınılmazlık” ilkeleri son dere-
ce tehlikeli kavramlardır ve her
halükârda karşımıza çıkmaktadır.
Hatırlarsak, Türkiye Taşkömürü
Kurumu Kozlu Müessesesi’nde
8 işçinin yaşamını yitirdiği me-
tan gazı patlaması olayın-
da bilirkişi heyetlerinden birisi
“kaçınılmazlık”tan söz etmişti. “İş
kazaları”nın kaçınılmazlığı aynı
zamanda hukuki bir tabirdir, sa-
dece bizim hukuk sistemimizde
değil dünyada da hukuksal mü-
talaalarda yer almaktadır. Bilim-
sel ve teknolojik gelişmeler, her
türden “iş kazası”nı önleyebile-
cek teknolojinin, üretim teknikle-
rinin, üretim (iş) örgütlenmesinin
gerçekleştirilebilmesine olanak
sağlayacak düzeydedir. Koşulları
değiştirmeden ve iyileştirmeden,
bilim ve teknolojinin olanaklarını
insanlık için kullanmadan, “kaçı-
nılmazlık” veya “kötü talih” kav-
ramlarına sığınmak, aslında kitle-
ler nezdinde hakim olan geri ve
idealist düşünme eğilimlerine (di-
nin de etkisiyle) sığınarak, bur-
juva ideolojisini en geri zeminde
yeniden üretmektir. Öte yandan
bilim ve teknolojiye “tapınmak”,
her işin en doğrusunu “mühen-
disler, teknik adamlar” bilir, hata
varsa zaten işçinindir demek de,
14
19. yüzyıl sonlarında görülen ve
hâlâ izleri olan bir eğilimdir. Ka-
çınılmazlık ve kötü talihten sonra
sıra yine “işçi hatası”na gelmekte-
dir.
“İstenmeyen, beklenmedik” olay
anlayışına bir de “kaçınılmazlık,
tahmin edilemezlik” eklemek için
dönüp bir yerlerden referans al-
mak gerekir kuşkusuz. Bu ko-
nuyla ilgili tüm kitaplarda ve ya-
zılarda Heinrich’in 1931 yılındaki
çalışması yer alır. Yukarıda be-
lirtilen yüzde 98 ve yüzde 2 me-
selesini literatüre sokan Heinrich
olmuştur. Heinrich’in “domino
teorisi” veya daha doğru bir ifa-
deyle “domino modeli” kazaya
neden olan süreçleri doğrusal sü-
reçler olarak tarif eder ve sosyal
çevre/atadan gelen özellikler, ki-
şinin hatası, güvensiz davranış-
lar, mekanik ve fiziksel tehlike-
ler, kaza ve yaralanma şeklinde
birbirini etkileyen domino taşları
varsayar. Bu modelin en önem-
li özelliği modelin tam da mer-
kezine “insan hatası”nı koyma-
sıdır. Bu görüşünü desteklemek
için Heinrich, 75 bin tazminat/si-
gorta talebini incelemiş, bu ince-
ledikleri dosyalarda ise yüzde 88
oranında kişilerin güvensiz davra-
nışları, yüzde 10 mekanik ve fizik-
sel koşullardan kaynaklı, yüzde 2
de önlenemez kaza olduğunu be-
lirtir. Hemen akla şu gelmektedir:
Tazminat/sigorta davalarına kim
bakmaktadır? Karar alma süreç-
leri nasıl verilmektedir? Hukuksal
süreçler egemen sınıfın çıkarına
kararlar vermemekte midir? Kaza
raporları kimler tarafından, han-
gi bakış açısıyla hazırlanmakta-
dır vs. vs. Teknoloji, bilgi, organi-
zasyon, toplum, değerler ve diğer
pek çok şeyi değişen bir toplum-
da değişime tabidir. Ancak, me-
sele iş kazalarını önlemeye geldi-
ğinde çoğu uzman ve uygulayıcı
hala domino modeline inanmak-
tadır. Domino modeli sonrasında
bu yazının sınırlarını aşacak sayı-
da ve kapsamda pek çok model
ortaya konmuş ve işyerlerindeki
ölüm ve yaralanmaların neden-
leri irdelenmiş, ciddi bilimsel da-
yanakları olan kuramlar ortaya
konmuştur. Bu kuramların ortak
özelliği üretim sürecini bir sistem
olarak ele almaları, bu sistemi de
toplumsal sistemin bir alt sistemi
olarak görmeleri ve incelemeleri-
dir. Ama hala 1931 yılındaki kaza
nedensellik modeli neden kulla-
nılıyor diye sormak, neden kader,
fıtrat, kaçınılmazlık kavramları
işin içine giriyor diye sormaktan
farklı değildir.
“Önlemek ödemekten ucuz-
dur” galat-ı meşhuru
İşyerlerinde gerekli işçi sağlığı ve
iş güvenliği önlemlerini alırsak
daha kârlı bir iş mi yaparız? İş ka-
zalarına dair yapılan çalışmalarda
veya bu konuyla ilgilenen özel-
likle mühendislerin vurguların-
da hep belirtilir: “Önlemek kaza-
lardan kaynaklanan zararlardan
15
çok daha ucuza gelir.”, “İş güven-
liği ekonomi sağlar!”, “İş güvenliği
kazandırır” derken, aslında şunu
da demiş oluruz: “ekonomik ol-
mayan koşullarda iş güvenliği ön-
lemleri alınmayabilir, çünkü pa-
halıdır!”
Bazı iyi niyetli araştırmacılar ser-
mayeyi ikna etmek, sonuçta bir-
kaç kişi dahi olsa insanların ya-
şamını kurtarmak açısından işin
bu boyutunun gösterilmesi ge-
rektiğini savunur. Ama büyük bir
çoğunluk işçilerin ölüm ve yara-
lanmalarına maliyet kalemi ola-
rak bakar, sonuçta bu bakış açısı
ideolojik bir bakış açısıdır ve ta-
mamen ekonomik rasyonaliteyle
hareket etmektedir. Olayı “önle-
me” boyutuyla ele alması açısın-
dan da yetersizdir, ki yalnızca iş-
yeri bazında önlemler ve bunların
maliyetlerini ele almaya çalışan
bir bakış açısıdır. Bu bakış açısıy-
la ilgili gözden kaçmaması gere-
ken bir nokta daha vardır: İşin
ekonomik boyutuna sürekli vur-
gu yapmanın bir adım ötesi dev-
letin sürece müdahalesini gerek-
siz görmek, sermayenin önünü
tıkamaya çalışmakla suçlamak
olacaktır. Britanya’da açık deniz
petrol sahalarının, ülke ekonomi-
sini kurtaracak bir sektör olduğu-
nu savunan da sermaye sınıfıdır,
Türkiye’ye geldiğimizde, hidroe-
lektrik santrallerin kolaylıkla inşa
edilmesi için hukuksal engeller,
Çevre Etki Değerlendirme rapor-
ları alınması şartları, kamu yararı
ve benzeri pek çok engel kaldırı-
lırken alkışlayanlar da... Ülkemizin
gelişmesi, büyümesi için “ölüm,
madencilik mesleğinin kaderin-
de vardır” da diyebilir veya “inşa-
at bu ülkenin lokomotifidir” sözü-
nü binlerce kez söyleyip, ölüm ve
yaralanmaları önemsizleştirebilir-
siniz...
Ekonomik rasyonaliteyle bakan
“önlemek ödemekten ucuzdur”
veya “iş güvenliği kazandırır” ba-
kış açısına göre, bir işyerinde
ölüm ve yaralanmalar sonucunda
gerçekleşecek aşağıdaki maliyet-
ler ile işçi sağlığı ve iş güvenliği il-
keleri karşılaştırılır, buna göre
1. Ölüm ve yaralanma sonucu
ödenecek tazminat,
2. İşyerinin kapatılması,
3. İşin kısa veya uzun bir süre dur-
ması,
4. Şirketin itibarının sarsılması,
yeni işler/ihaleler alamaması
5. Diğer çalışanların moral ve mo-
tivasyon düşüklüğü
6. Mahkeme masrafları vb.
pek çok maliyet kalemi, işveren-
lere “ah keşke gerekli önlemleri
alsaydım” dedirtmek için sıralanır.
Peki, sadece Türkiye’de değil, dün-
yada da, işçi sağlığı ve iş güvenli-
ği önlemlerinin alınması madem
kazandırmakta, önlemek madem
çok daha ucuz olmaktadır, neden
sermaye daha kârlı olan yolu seç-
memektedir? Soruyu hemen ya-
16
nıtlayalım, işçi sağlığı ve iş güven-
liği önlemlerini almak sermaye
açısından bir maliyet kalemidir ve
bu maliyet kalemi ile ölümler ve
yaralanmaların maliyeti kıyaslan-
dığında her zaman ikincisi daha
düşük olacaktır. Ne kadar düşük
olacağını, o ülkedeki sınıf müca-
deleleri, bu mücadelelerin belirle-
diği hukuk sistemi, çalışma rejimi
belirleyecektir. Tuzla’da bir tersa-
nede yaşamını yitiren işçinin aile-
sine 30 bin TL kan parası vermek
sermayeye çok fazla koymaya-
caktır, ama İngiltere’de tazminat-
lar biraz can sıkıcı olabilir.
Diyelim ki önlemek daha ucuzdur
ilkesiyle hareket ettik ve o şirke-
te muhtemel başına gelecek ka-
zaları önleyerek, bu kazalardan
kaynaklanabilecek maliyetlerden
çok daha düşük, ama normalden
daha fazla bir miktarda işçi sağlı-
ğı ve iş güvenliği harcamaları ya-
parak kâr sağladık. Patronu ikna
ettik ve tüm üretim süreçlerinde
bunu hayata geçirdik. Soru şu; bu
kâr artışı işçilere yansıdı mı? İşçi-
lerin ücretleri mi arttı, sosyal hak-
ları mı arttı? Yoksa, işçiye “zaten
seni kazadan beladan kurtardık,
daha ne istiyorsun” denmesi ye-
terli mi olacaktır?
Gelişkin kapitalist ülkelerde şir-
ketler, işçi sağlığı ve iş güvenliği-
ne çok daha fazla harcama yap-
maktalar. Bunun temel nedeni,
devlet tarafından verilecek ceza-
ların büyüklüğü ve işçilere öden-
mesi muhtemel tazminatların
boyutu. Kimse “iş güvenliği kül-
türü” gibi masallar anlatmasın,
eğer böyle bir kültür oluşmuşsa
da tamamen işçi sınıfının bedel-
ler ödeyerek elde ettiği kazanım-
lar sayesinde oluşmuştur. İşçi sı-
nıfı mücadeleleri daha sıkı ve sert
yasal mevzuatın oluşturulmasına
katkıda bulunmuş, örgütlü işçile-
rin mücadeleleri sonucu daha sı-
kı devlet denetimi yapılmış, bir sı-
nıfın zorlaması sonucu diğer sınıf
taviz vermek zorunda kalmıştır!
Tüm bu süreçleri aynı zamanda
kendisi için kârlı hale getirmeye
çalışan özellikle emperyalist ül-
kelerin sermaye sınıfları da, ken-
di ülkelerinde başta “geleneksel”
üretim süreçlerinde olmak üzere
işi gerçekten sıkı tutmuştur, çün-
kü kâr etmektedir!
Peki şunu diyebilir miyiz: “O za-
man işçi sınıfı mücadele ettiğin-
de, hem işçiler hem de sermaye
kazanıyor öyle değil mi?” Öyle de-
ğil! Hemen ardından şu soruları
sorma hakkını kendimizde bula-
biliriz “sermaye neden esnek ça-
lışmayı asli çalışma sistemi haline
getirmek için 40 yılı aşkın süredir
acımasızca savaşıyor?” veya “ser-
maye neden taşeron sisteminden
çok memnun?”, hemen bir başka
soru “güvenli üretim yapan em-
peryalist tekeller, neden hiçbir iş-
çi sağlığı ve iş güvenliği önlemle-
ri alınmayan az gelişmiş kapitalist
ülkelere üretimlerini kaydırıyor-
lar?”, şunu da soralım, “neden
sendikanın ve örgütlülüğün güç-
17
süz olduğu veya hiç olmadığı coğ-
rafyalar, aynı zamanda en büyük
işçi katliamlarının (Bangladeş, En-
donezya, Meksika, üzerinden si-
lindirle geçilmiş eski sosyalist
ülkeler vs. vs.) yaşandığı yerler ol-
makta?”...
Her zaman şunu görebiliyoruz,
sermaye sınıfı üretim sürecinde
tüm maliyet kalemlerini işçi sı-
nıfına transfer etmek istemekte-
dir, kimi zaman da ölüm ve ya-
ralanmalar şekline sokarak. Şu
veya bu üretim biçimini, şu ve-
ya bu malzemeyi seç diye kimse
bir sermaye sahibine baskıda bu-
lunamamakta, bu alan özel ser-
maye ideolojisinin neredeyse do-
kunulmaz alanları arasında yer
almaktadır.
Üreticinin elindeki ürünün so-
mut niteliği sahibine hiçbir
toplumsal sorumluluk yükle-
memelidir. Üretici istediği ma-
lı üretebilir; ürettiği malla iste-
diğini yapabilir; malını istediği
gibi satabilir ve sattığı malın
yerine istediği malı satın ala-
bilir. Üreticiyle ürünü arasın-
daki ilişkiyi sınırlayan her türlü
ahlaki, yasal, geleneksel koşul
yok edilir. (Marx, Grundrisse
Önsöz içinde; 37)
Çoğu geri bıraktırılmış veya orta
gelişkinlikte ülkede, yasalara, yö-
netmeliklere ve standartlara aykırı
pek çok malzeme, zararlı madde,
ekipman zaten kullanılmaktadır,
o işin bir başka boyutu. Gelişkin
kapitalist ülkelerde ise eğer stan-
dartlara uygunsa kullanır ve kim-
se karışamaz! Standartların, yö-
netmeliklerin, genel olarak yasal
çerçevenin nasıl oluşturulduğu da
ayrı bir konudur. Burada bir baş-
ka boyuta geliyoruz, standartların
oluşturulması... Bunu iki boyutta
ele alabiliriz, ilki genel olarak ya-
pım teknikleri, üretim teknikle-
ri, malzeme güvenliği ve benzeri
başlıklarda işin “iş güvenliği”ni il-
gilendiren standartlar, tehlikeli,
kanserojen vb maddeler ve eşik
maruziyet sınırları.
Dikkat edersek bu mübadele-
de başlıca iki önemli özelliğin
belirlediğini görürüz. Birincisi,
sözünü ettiğimiz bu durumda
ne alıcı, ne de satıcı emek işi-
nin kendisiyle lgilenmemek-
tedirler. Alıcının istediği, eme-
ğin sunduğu somut faydadır:
Örtünmesinin, barınmasının,
doymasının, bilgi ihtiyacının
sağlanması gibi. Bu hizmetle-
rin emek aracılığıyla sağlana-
biliyor olması bir zorunluluk-
tur, çaresiz katlanılacak bir
angaryadır. Her iki taraf da bu
gerçeği bilir ve buna katlanır.
Ama emeğin kendisi ile kim-
se ilgilenmez. Belirleyici olan,
bu emeğin ürettiği faydadır.
(Marx, Grundrisse Önsöz için-
de; 26).
Toplumsal düzeyde de ölüm ve
yaralanmalar ekonomik büyü-
menin bir sonucudur; dolayısıyla
katlanılması gerekmektedir. De-
18
dikleri gibi maden işçilerinin ölü-
mü mesleğin kaderinde vardır!
Sermayedarlara işçi sağlığı ve iş
güvenliği konularında, yasal sü-
reçlerin tam olarak uygulandığı
kamusal denetimin dayatmacı ve
denetlemeci bakış açısının yerini,
ikna edici bir bakış açısı olmak-
tadır. Fayda/maliyet analizlerine
dayanan bakış açısı, “önlemek
ödemekten ucuzdur/iş güvenliği
kazandırır” gibi konsensusa ve rı-
zaya dayanan modelleri kurum-
sallaştırmaktadır; bu konsensus
ve rıza sermaye sınıfı tarafından
yasaların koyduğu kurallara ta-
bi olmak yerine her zaman tercih
edilen pazarlığa, iknaya ve müza-
kereye dayanmaktadır (Whyte,
2006:189). Sonuçta geldiğimiz yer
yine en saf haliyle liberalizmdir!
Herhangi bir ekonomik faaliyetin
toplumun çıkarlarıyla özdeş ha-
le getirilmesi burjuva ideolojisi-
nin en temel işlerinden birisidir.
Bu bakımdan işyerlerindeki ölüm
ve yaralanmalar, işçi sağlığı ve iş
güvenliği söz konusu olduğunda
tartışmalar ekonomik terimler-
le yürütülmektedir. Sadece basit
bir basın-yayın taraması yaptığı-
nızda göreceksiniz, sermaye sı-
nıfının temsilcileri ve devlet yet-
kilileri her zaman işyerlerindeki
ölüm ve yaralanmalardan sonra
“itibar”, “ülke ekonomisi”, “hepi-
miz aynı gemideyiz”, “büyümenin
maalesef acı sonuçları” ve benzeri
kavramları kullanmakta, buna bir
de “kaza”, “mukadderat” gibi kav-
ramlar eklenince her şey yerli ye-
rine oturmaktadır. Sermaye sını-
fı işini yapmaktadır, kendi çıkarını
tüm toplumun çıkarı gibi göster-
mektedir o kadar!
Yine soruyu sorup yanıtını vere-
lim: Önlemek ödemekten ucuz
mudur? Yanıt: Ucuz olsaydı ser-
maye işçi sağlığı ve iş güvenliği
mücadelesinin bayraktarlığını ya-
pardı, emin olun...
“Bizde değil ama gelişmiş ül-
kelerde sermayedarlar ceza
alıyorlar” galat-ı meşhuru
Gelişkin kapitalist ülkelerde, bazı
sermayedarların ciddi yaptırım-
larla hatta ceza davalarıyla kar-
şılaştığı doğrudur. Ciddi anlamda
kamuoyunu rahatlatan cezalar
da verilir. Ama bunların sayısı on-
binlerce ölüm ve yaralanma dü-
şünüldüğünde komik bile değil-
dir. Bu düzenin devamı açısından
arada verilen bir rahatlatma ola-
rak algılanmalıdır. Süreçlerin nasıl
işlediğini şöyle bir görmeye çalı-
şalım.
Sadece tekil ölümlerde değil, bü-
yük işçi katliamlarında da (Soma
veya Torunlar İnşaat gibi), ilk ön-
ce gerek işçi ailelerinin, gerekse
de kamuoyunun talebi, sorum-
luların “ceza”landırılmasıdır. Ya-
şanan olayın hemen ardından
şirkete, patrona, hatta sisteme
tepki en üst düzeyindedir. Kapi-
talist sömürünün acımasızlığının
billurlaştığı bir andır o ölüm ve-
19
ya yaralanma anı! Hemen birile-
rinin cezalandırılması istenir, ge-
nelde de ilk önce “işçinin şirketi,
patronu yargılansın, cezalandırıl-
sın, cezalarını çeksinler” şeklinde
veryansın edilir, tepkiler kimi za-
man “lanet olsun bu düzene” ha-
line de gelebilir. Patron cezalan-
dırılmalı, şirket cezalandırılmalı
derken, olayın sıcaklığı biraz gi-
dince şunu görürüz, cezalandı-
rılacak kişiler hiçbir zaman tepe
noktalarda değildir, zaten şirket-
ler de hukuk sistemimizde ceza-
ların şahsiliği ilkesi uyarınca ku-
rumsal olarak cezalandırılmaz.
İşyerindeki iş cinayetinin sorum-
lularının peşine düşülür, örneğin
şantiye şefi, saha mühendisi, iş gü-
venliği uzmanı, kimi zaman proje
müdürü, iskeleyi kuran ustabaşı,
asansörü imal eden firmanın mü-
hendisi, hatta kimi zaman yaşamı-
nı yitiren işçinin çalışma arkadaşı…
Kusur asli, tali olarak dağıtılır dağı-
tılır, çok nadiren yukarıya, patrona
kadar gider. Devlet görevlilerinin
sorumluluğunu tartışmak ise belki
de en son aşamada karşımıza çı-
kar, çünkü bunun için Türkiye’de
amirlerinin soruşturma izni ver-
mesi gerekmektedir.
İşyerinde ölüm veya yaralanma
olduğunda hukuk sistemi nasıl
işler?
Çokça tartışılır, şirkete ceza kesil-
di, şirket tazminat ödedi, sorum-
lular gözaltına alındı, şu sorumlu
ama şunun cezası ertelendi vs.
Bir “kaza” gerçekleştiğinde, üç
farklı koldan hukuk sistemi işler.
Bunlardan ilki, işin idari hukuk
boyutudur. Şirkete para cezası,
işyerinin kapatılması, işin durdu-
rulması, kısacası işçi sağlığı ve iş
güvenliği mevzuatına aykırılıktan
dolayı İş Müfettişleri’nin tespitle-
ri uyarınca uygulanan yaptırımlar,
işin yalnızca bir boyutudur.
İşin bir diğer boyutu da “tazmi-
nat” meselesidir. Tazminat huku-
ku, ceza hukukundan apayrı bir
alandır. SGK tazminat öder, şir-
kete, şirketin sorumlularına taz-
minat davası açılabilir, SGK rücu
davası açar; bir başka ifadeyle
işçiye ödediklerini şirketten ge-
ri alır vs.
Ama iş cinayetlerinin hemen ar-
dından, kamuoyunun beklentisi
bunlar değil, sorumluların CEZA-
landırılmasıdır! İşte burada da Ce-
za Hukuku işin içine girmektedir.
Bu olaylar hukuk sistemimizde
“taksir” ve “bilinçli taksir” kapsa-
mında değerlendirilir. İkisi arasın-
daki fark ise şöyledir, diyelim ki,
bir kazı işi yapıyorsunuz (bakınız
örnek İTÜ Maslak Kampüsü’nde
gerçekleşen göçük sonrası işçi
ölümü!), gerekli hiç bir önlemi al-
madınız, halbuki bilim ve tekniğin
gereklerini yerine getirmeniz ge-
rekirken getirmediniz, bu durum-
da “bilinçli taksir”den söz edilebi-
lir. Ama diyelim, önlemleri aldınız
veya aldığınızı sanıyorsunuz, ek-
sik aldınız; bu durum genellikle
“taksir” olarak nitelendirilir.
20
Kusurun parçalanması...
Üst düzey şirket yetkilileri ve
yöneticileriyle suç arasında iliş-
ki kurmak, sorumluluğun dağıl-
dığı ve operasyonel kararların
alt düzey yetkililerce alındığı bir
şirket hiyerarşisi içinde güç ola-
bilir (Tombs, 1995) Çoğu zaman,
karar alma mekanizmalarını in-
celemek, üst düzey yöneticiler
hakkında deliller toplamak gibi
çabalar içine girmek polis ve sav-
cılar açısından zaman harcayıcı
ve yıldırıcı bir iş olacaktır. Saha
mühendisini, iş güvenliği uzma-
nını veya en fazla proje müdü-
rünü suçlayıvermek çoğu zaman
en kolayıdır ve tercih edilenidir.
Gerçek suçluların bulunması ve
cezalandırılması çabası uzun hu-
kuksal mücadeleler, zaman ve
para alacağı için de çoğu durum-
da, işçi yakınları, sendikalar ve-
ya işçilerin kendileri dahi geçen
hafta ayrıntılarına girdiğimiz, taz-
minat noktasına yoğunlaşır. Taz-
minatlar için mücadele, işçi sağlı-
ğı ve iş güvenliği mücadelesinde
belki de işin en kolay kısmıdır, zi-
ra ne bireylerin, ne şirketlerin ne
de kurumların hesap vermesi is-
tenmemekte, varolan durum sor-
gulanmamakta, kimse suçlanma-
maktadır.
Bir “kaza” incelenirken, cezala-
rın şahsiliği ilkesi uyarınca, olayla
uygun ilişki taşıyan kişi veya ki-
şiler sorgulanır, olayla ilgili bağla-
rı incelenir. Örneğin kazı sırasında
önlemi almayan saha mühendisi,
onu uygun bir şekilde yönlendir-
meyen şantiye şefi, yerinde de-
netim yapmayan iş güvenliği uz-
manı vs. vs. saptanır, yasa, tüzük
ve yönetmeliklere uyup uyma-
dıklarına bakılır ve asli veya tali
21
kusurlu diye kusur dağıtılır. Bu ör-
nek olayda hiç kimse şu soruları
sormamaktadır:
“Kazının neden bu kadar kısa za-
manda bitirilmesi gerekir? Kazı
için tüm önlemler alınırsa gerçek-
leşecek gecikmeden sorumlu tu-
tulacak mühendisin başına neler
gelir? Kazı için önlemlerin alınma-
sı için gerekli parayı kim cebinden
çıkarıp verecektir? Neden çok da-
ha güvenli kazı teknikleri varken,
bu teknik tercih edilmiştir (ucuz
olduğu için mi?) Parasını kendi
patronundan alan iş güvenliği uz-
manının, kendi patronunu şika-
yet etmesi düşünülebilir mi, işten
atılmayacağının garantisi var mı-
dır? İşin planlaması yapılırken, işçi
sağlığı ve iş güvenliği ayrı bir ma-
liyet kalemi olarak hesaplamala-
ra dahil edilmiş ve bütçe ayrılmış
mıdır?” vs.
Sorular her olay için artırılabilir ve
tüm bu sorular bizi parayı takip
etmeye, paranın kaynağını takip
etmeye zorlamaktadır. İşin özü
sermaye, kendi yatırımına ken-
di karar verir, ne kadar uğraşır-
sanız uğraşın işyerlerindeki ölüm
ve yaralanmalarda tepe noktala-
ra ulaşmak zordur, hukuk siste-
mi çoğu durumda elinizi kolunu-
zu bağlamaktadır. Kusur, önlem
almayan mühendis ve dikkatsiz
işçiye yıkılmaktadır, kısacası ser-
maye yerine emek kusuru üst-
lenmekte ve cezalandırılmakta-
dır...
“‘İş Cinayeti’ kavramı çok ağır
bir kavramdır çünkü bunlar
‘istenmeyen olaylardır’” söy-
lemi
“İşçi sağlığı ve iş güvenliği rejimin-
de baskın ideolojik varsayımlar,
yasal süreçleri ve mevzuatı dü-
zenlerken alınan kararlarda ve
davranışlarda belirleyici olmak-
tadır. (Tucker, 2006: 280) Bu var-
sayımlardan bir tanesi işçi ile iş-
verenin çıkarlarının uyumluluğu,
üretimin kutsanması, üretim sü-
reçlerine dair her şeyin meşru ka-
bul edilmesi, genel olarak tehlikeli
çalışma ortamlarının bir veri kabul
edilip, düzeltilmesi gereken bir
durum olarak ileri sürülmesidir.
Var olan üretimin kendisi, yapısı,
üretim süreçleri içinde işçinin ko-
numu, üretim yöntemleri ve ben-
zeri konulardaki tartışmalar bura-
da kesinlikle yer almamaktadır.
Buradan da şu noktaya geliyoruz,
herhangi bir kusur işyerinde iken
başka, işyeri dışındayken başka
şekilde değerlendirilmektedir. İş-
yerinin dışında olan bir öldürme
eyleminde, kasıt, olası kast, bi-
linçli taksir ve en son taksir şek-
lindeki sıralama, işyeri içinde tam
anlamıyla yer değiştirmektedir.
Daha kısaca söyleyelim, işyeri
içinde gerçekleşen bir ölüm ve-
ya yaralanma “kaza” oluvermek-
te, işyeri dışında ise “cinayet” sı-
fatını çok daha kolay almaktadır.
Burada kapitalizmin ilk dönemle-
rinden beri burjuva ideolojisinin
22
en fazla hakim olduğu, kendisini
en dokunulmaz olarak gördüğü
bir alana gireriz. Özel mülkiyet ve
üretim kutsaldır! Birey (işçi) ile di-
ğer birey (patron) karşılıklı, özgür
iradeleriyle bir sözleşme imzala-
maktadır, kimse kimseyi zorla ça-
lıştırmamaktadır.
İşçileri öldüreceğini bile bile zarar-
lı bir madde veya yöntem kullan-
mak (kot taşlama, asbest, zehirli
gazlar vs.), bilimsel olarak da ispat-
landığı halde mevzuata aykırılığı
da ortadayken bu şekilde üretime
devam etmek veya yönetmelikle-
rimizce çok net ortaya konan yapı
iskeleleri standartları varken ilkel
iskelelerden her yıl en az 100 iş-
çinin ölümüne neden olmak. Bun-
lar göz göre göre işçiyi ölüme gön-
dermektir. Ama kapitalizm işyeri
dışındaysa cinayet, içindeyse kaza
demektedir.
Cezasız Suçlar
Tarihsel olarak baktığımızda, ser-
maye sahiplerinin ceza hukuku
kapsamında yargılandıkları, ce-
zalandırıldıkları  örnekler çok az-
dır. Burada kuşkusuz idari cezaları
değil, ceza hukuku kapsamında-
ki cezalar kastedilmektedir. Şirket
sahiplerinin bizzat verdikleri ka-
rarlar ya da gerçekleşen ölüm ve
yaralanmalar sonucunda hapse
girdiklerine çok rastlanmaz. Bazı
gelişkin kapitalist ülkelerde, uzun
süren mücadeleler sonucunda,
şirket sahipleri ve yöneticilerinin
cezalandırıldıkları örnekler olsa da
bunlar talidir. Örneğin  Thébaud-
Mony ve Lafforgue (2013) endüst-
riyel suçlar (veya geniş anlamda
şirket suçları) ile mücadelede cid-
di ilerlemeler kaydeden İtalya ve
Fransa Ceza Mahkemelerinde son
zamanlarda alınan kararların sos-
yo-yasal analizini sunarlar ve bi-
ri Fransa’dan, Toulouse Temyiz
Mahkemesi’nden, diğer ikisi ise
İtalya Torino’daki mahkemeler-
den üç davayı makalelerinde in-
celerler. Bu davalar, ilgili şirketle-
rin üst düzey yöneticilerinin 3 ile
18 yıl arasında değişen sürelerde
hapis cezasına mahkum edilmesi
ile sonuçlanmıştır. 
Şirket sahiplerinin, üst düzey yö-
neticilerinin cezalandırılmaması-
nın kökeninde, sadece ülkemizde
değil, kapitalist sistemin özünde
olan ve zaman zaman ortaya çı-
kan bir kabul vardır: işçiler o veya
bu şekilde gönüllü olarak riskleri
kabul ederler, hatta riskli işlerde
ücret daha da yüksektir, bu risk-
leri bildikleri için çalışırlar. Bir işçi
her türlü tehlikesini bildiği halde
neden hala madene iner, yakla-
şık bir saat önce arkadaşını kay-
betmiş işçi neden hala tersane-
de çalışmayı sürdürür, bir gün
önce iskeleden düşen arkadaşını
hastaneye yetiştiren inşaat işçi-
si, neden sabah mesaisine gecik-
memek için çaba sarfeder? Tüm
bu soruların yanıtı kendisi için sı-
nıf olamamış, kapitalizmin açlıkla,
yoksullukla, işsizlikle her gün im-
tihan ettiği işçi sınıfını belirleyen
23
koşullarda yatmaktadır. Tek ba-
şına bunlar demek kesinlikle ye-
tersiz olacaktır. Kader, fıtrat, kaza,
talihsizlik ve benzeri kavramlar
burada devreye girer, insanın dı-
şında, insan iradesinden bağımsız
bir şeylerin ölümlere ve yaralan-
malara yol açtığı inancı o veya bu
şekilde içselleştirilmeden, tek ba-
şına “ekonomik” koşullar yukarı-
da sorduğumuz soruları açıklaya-
maz…
Ceza yasasının, işçi sağlığı ve iş gü-
venliği rejiminden ayrı tutulması-
nın en az iki düzeyde açıklaması
vardır: sosyolojik ve yasal-kurum-
sal. Pek çok radikal suç bilimcisi-
ne (criminologist) göre, ceza ya-
sası topluma dışsal bir şekilde
durmaz, eşitsiz toplumsal ilişkile-
rin devamını sağlamanın bir aracı
ve üreticisidir. Bunun sonucunda,
kapitalist toplumlarda ekonomik
olarak güçlü olanların yanlışlarını
kriminal bir fiil kategorisine sok-
ma konusunda inanılmaz bir di-
renç olagelmiştir. Direnç özellik-
le işveren kâr getiren bir işyeri
faaliyeti sırasında suç işlediğinde
yüksektir. Bu durum, iş ilişkileri-
nin konsensusa dayalı olduğu ve
çalışanların belli bir risk düzeyi-
ni kabul ettiği varsayımına daya-
nır. Bir itham veya suçluluk isnadı
(birisinin suçlu olduğunu ileri sür-
me) belli risklerin kabul edilemez-
liğine ilişkin toplumsal bir yargıyı
yansıtır ve bireyin bu risklere rıza
göstermesine izin vermez. Suç ve
birisinin suçlu olduğunu ileri sür-
me ve benzeri kavramları iş ilişki-
lerinde kullanmak bu yüzden tu-
haf olacaktır (Tucker, 292).
Örneğin birisi “ben uyuşturucu ti-
careti yapıyorum, bu işte çalışan-
lara uyuşturucu da içiriyorum”
derse ve kendi altında kendisine
tamamen her konuda rıza gös-
termiş, iradelerini teslim etmiş in-
sanları  çalıştırırsa bu bir suçtur.
“Uyuşturucu kullanımının ve sa-
tışının risklerini kabul ediyorum”
demesi, ne o çete üyesini, ne de
çete reisini aklamaya yetmez. Ki-
mi zaman aşırı dozdan, kimi za-
man bir çatışmadan dolayı altında
çalıştırdıkları  ölebilir ve çete rei-
si tabii ki suçludur. Halbuki uyuş-
turucu çetesinin reisi, kimseyi bir
şey yapmaya zorlamamakta, her-
kesi kendisiyle çalışmaya razı et-
mektedir (!). Bu ilişkiler ağını nasıl
da suç olarak görüyor ve risk, rıza
vs. kavramlarını hemen reddedi-
yoruz değil mi?
Peki bir sermaye sahibi, deprem
toplanma ve çadır sahasına AVM
veya rezidans inşaatı yaparsa, in-
şaatının imar durumunu kendi le-
hine değiştirmek için hükümet
yetkilileriyle gece gündüz birlikte
olursa, bu inşaat sırasında gerekli
önlemleri almaz, bir an önce yatı-
rımını ranta dönüştürmek için işi
acele acele yaptırır, iş programı-
nı sıkıştırırsa, iş güvenliğine ilişkin
işçilerden gelen her türlü uyarı-
yı kulak arkasına atıp, “bir an ön-
ce bitecek” derse? Bu durumda
şantiyede gerçekleşen bir veya
24
birden fazla işçi ölümüne “kaza”
mı deriz, “suçlu” arar mıyız, yok-
sa “inşaat sektörünün gerçeği za-
ten, işçiler de eğitimsiz ve dikkat-
siz” mi deriz?
İşin mücadele boyutu düşünül-
düğünde CEZA kavramı üzerine
düşünmek bir elzemdir (Tucker,
2006) “Sonuç olarak, işçi hareketi
varolan rejimde radikal değişiklik-
ler yerine, ılımlı değişiklikleri des-
teklemeye eğilimli olagelmiştir”
derken ilginç bir noktaya işaret
eder. Yaralanan işçinin tazminatı-
nı son kuruşuna kadar alan sendi-
kacı mı, suçluların cezalandırılma-
sı için mücadele eden sendikacı
mı sorusuna verilecek yanıtı hep
birlikte düşünmemiz gerekmek-
tedir. Daha az zararlı bir sistem
için mücadele mi, sistemin tama-
men değiştirilmesi için mücadele
mi? İşçi sağlığı ve iş güvenliği ala-
nındaki mücadele bize bu soruyu
her aşamada sordurmaktadır!
Facia, felaket söylemleri
Facia, felaket kavramları ideolo-
jik bakışı güçlendirir/yönlendirir,
bir adım sonrasında ise “işin fıtra-
tında var” noktasına götürür. “To-
runlar Asansör Faciası” pek çok
medya organında bu şekilde yer
almıştır, emekten yana yayın or-
ganları ise “iş cinayeti” tanımını
net bir şekilde koymuşlardır. Her-
hangi bir işçinin ölümü, yaralan-
ması veya sakat kalması  “kaza”,
“şansızlık”, “talihsizlik” olarak gö-
rülürken, birden fazla işçinin bir
anda ölmesinde hemen “facia”,
“felaket” gibi kavramlarla karşı-
laşırız. Bu kavramlar, insan irade-
sinin dışında, bir anda, tamamen
kendine has, çok özel bir duru-
mu anlatır, anlatmaya çalışır. “10
işçinin yaşamını yitirdiği faciada”,
“301 maden işçisinin yaşamını yi-
tirdiği büyük felaketin acıları…”
Kaza, felaket ve facia kavramları
tamamen hedef şaşırtan kavram-
lardır, sorumluların kim olduğu,
nasıl ceza almaları gerektiği ve
benzeri soruları tamamen perde-
ler, vicdanımızı burkar, içimizi acı-
tır bu ifadeler. Halbuki, “katliam”,
“iş cinayeti”, “cinayet” dediğimiz-
de, doğrudan bir sorumluyu, ce-
zalandırılması gereken bir kişiyi
içinde barındıran kavramlarla kar-
şı karşıya kalırız. Hangi sözcüğü,
kavramı kullanacağınız tamamen
ideolojik bir tercihten kaynakla-
nır, ister bilinçli ister bilinçsiz… Bir
üst yapı kurumu olan hukuk sis-
temine de bu ideolojik bakış açı-
sı içkindir.
İşyerlerindeki bir veya birden faz-
la ölümün hemen ardından, ser-
maye sahibinin kendisini yasal
olarak sağlama alma, temize çı-
karma mekanizmalarını hareke-
te geçirme konusunda kullan-
dığı kaynakları zayıflar. Özellikle
de patronun çok net bir şekilde
olayda kusuru ortadaysa, bu me-
kanizmaların harekete geçme-
si mümkün olmaz. Kastettiğimiz
şu, bir anda kendisini aklayacak
medya gücünü bulamaz, kendi-
25
sine anlayışla yaklaşacak sırtı-
nı sıvazlayacak bir savcı yoktur,
“yatırımcımız da mağdur oluyor
maalesef” diyen bir politikacıyı
hemen yanı başında bulamaya-
caktır. İşçi ölümlerinin hemen ar-
dından yaşanan bu anlar maale-
sef geçicidir ve tamamen verili
sınıf mücadelesiyle bağlantılıdır.
Örgütlü ve toplumsal hafızayı ha-
rekete geçirecek, uzun soluklu bir
tepki olmadığı sürece, olaydan bir
süre sonra ortam “stabilize” ola-
cak ve “denge” sağlanacaktır. Zira
hakim ideoloji sermaye sınıfının
ideolojisidir, belirleyici olan onun
üst yapı kurumlarıdır.
Bu dönemlerde işçi sağlığı ve iş
güvenliğine ilişkin tartışmalar
alevlenir; daha fazla denetim, da-
ha sıkı yasal mevzuat tartışmaları
olur, kimi zaman da ciddi adımlar
atılır, yasal düzenlemeler getirilir.
Ama şunu unutmayalım: Bir in-
sanı sokakta vurduğunuz zaman
katil olmaya, ama işyerinde öl-
dürdüğünüz zaman kusurlu, dik-
katsiz, tedbirsiz olarak anılmaya
devam edersiniz! İş cinayeti kav-
ramı siyasal bir kavramdır ve bu
kavramın yerleşmesi, hakimiyet
kazanması üst yapı kurumlarını
da etkileyecektir, etkilemelidir.
Kaynaklar
Gürcanlı, G.E, 2014, İşleneceğini Herke-
sin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü, Yazılama
Yayınevi.
Heinrich, H. W., 1931, Industrial Accident
Prevention, McGraw-Hill, New York,
USA.
Marx, K., Grundrisse, Ekonomi Politiğin
Eleştirisi için Ön Çalışma, Önsöz, Şevan
Nişanyan, Birikim Yay., 1979).
Thébaud-Mony, A.,  Lafforgue F.,
(2013) Industrial crimes and the criminal
justice system: experiences from conti-
nental EuropePolicy and Practice in He-
alth and Safety, Issue 2, pp. 81-89(9).
Makalenin Türkçesi gönüllü çevirmenler
tarafından çevrilmiş olup aşağıdaki link-
ten okunabilir:
http://guvenlicalisma.org/index.
php?option=com_content&view=art
icle&id=10384yüzde3Asirket-suclari-ve-
ceza-hukuku-sistemi-kita-avrupasindan-
tecrubeler-annie-thebaud-mony--
francois-lafforgue&catid=130yüzde3Am
akaleler&Itemid=240
Tucker, E (2006) Accountability and Re-
form in the Aftermath of the Westray
Mine Explosion, Working Disasters-The
Politics of Recognition and Response
kitabı içinde, Editör: Eric Tucker, Work,
Health and Environmen Series, Bay-
wood Publishing Company, Amityville,
Newyork.
Whyte, D., (2006). Regulating Sagety,
Regulating Profit: Cost-Cutting, Injury
and Death in the British North Sea after
Piper Alpha.
İnternet Kaynakları
Gürcanlı, G.E, “İşçiler Neden Ölmek Zo-
runda?”
http://ilerihaber.org/yazarlar/emre-gur-
canli/isciler-neden-olmek-zorunda/69/
Gürcanlı, G.E. “Emeğin Sağlığı ve Güven-
liği”
http://ilerihaber.org/yazarlar/emre-gur-
canli/emegin-sagligi-ve-guvenligi/42/
26
27
Giriş
Türkiye kapitalizminin neo-libe-
ral politikalar paralelinde dünya
kapitalizmine entegre olabilmesi
için 24 Ocak 1980’de aldığı karar-
lar, işçi sınıfı muhalefeti karşısın-
da hayata geçemedi. Diğer yeni
sömürge ülkeler gibi ihracata yö-
nelik sanayileşme adı verilen po-
litikaları uygulayarak uluslararası
yeni işbölümünde yerini almak
isteyen Türkiye kapitalizmi, bu
hedefine 12 Eylül askeri darbesi
eliyle ulaştı.
24 Ocak Kararları ile birlikte TL
dolar karşısında % 49 oranında
devalüe edilerek dolar kuru 47
TL’den 70 TL’ye çıkarıldı. Temmuz
1981’den itibaren de günlük kur
ayarlamalarına başlandı. İhracata
yönelik sanayileşmeye geçebil-
mek için girdi ithalatına vergi mu-
afiyeti getirildi ve ithalattan alınan
vergiler azaltıldı. T.C. Merkez Ban-
kası ihracatı teşvik fonu kurdu.
Alınan kararlardan birisi de fiyat
politikasının piyasa koşullarının
belirlemesi oldu. Böylece kamu
kontrolü sınırlandırıldı ve fiyatlar
% 100 ila % 400 arasında arttı.
Ücretler artık piyasa koşullarına
göre belirlendi ve genel bir ücret
gerilemesi yaşandı. Yabancı ser-
mayeyi teşvik edici kararlar alın-
dı. Kamu harcamaları azaltıldı ve
kamu işletmeleri hızla özelleşti-
rildi. Kâr transferleri kolaylaştırıldı
ve dış ticaret serbestleştirildi. 24
Ocak Kararları bugünkü ekonomi
politikalarının temelini oluşturdu.
AB sürecinin bir uygulaması olan
tarımı çözen politikalar vasıtasıyla
köylülerin kentlere gelerek pro-
leterleşmesi rkiye toplumunun
önündeki altüst oluşu gözler önü-
ne sermektedir. Kırsal alandan
kentlere göç proleterleşmenin en
önemli ayağını ve güvencesiz işçi
İşçi sağlığı mücadelesi ancak Türkiye’nin siyasal sorunlarını
da gözeten bir hatta sahip olduğu bağlamda güçlenebilir.
Bugün bir bütün olarak işçi sınıfı ve örgütleri darbe
süreci, OHAL, toplumsal barış süreçleri ile işçi sağlığı
mücadelesini birleştirebildiği oranda başarılı olabilir.
Yaşamsal Bir Sorun Olarak
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
S. Murat Çakır
İstanbul İSG Meclisi
28
havuzunun ana kaynağını oluş-
turdu. 1980’e kadar nüfusun ya-
rıdan azını kentler oluştururken
bugün Türkiye nüfusunun % 80’i
kentlerde yaşıyor.
1980 sonrası hizmet sektöründe
çalışan işçi sayısı iki kattan faz-
la, sanayi işçilerinin sayısı da iki
kata yakın arttı. Aynı dönemde
tarımda işgücü ise hızla düştü. Bu
durum yukarıda belirttiğim açılan
kır-kent nüfus makasında, kent-
lere olan göçün 2/3’ünün hizmet-
ler sektörüne, 1/3’ünün sanayi
sektörüne ucuz işgücü olarak ek-
lendiğini gösteriyor1
.
1990’lı yılların sonuna doğru AB
süreci çerçevesinde uluslararası
yeni işbölümüne katılımın köşe-
taşları oluşturuldu. Yerel Yöne-
timler Yasası, Sendikalar Yasası,
Yeni İş Yasası, Personel Rejimi
Yasası ve Kamu Reform Yasası
hayata geçti veya geçirilmek is-
teniyor. Sağlığı, eğitimi, sosyal gü-
venliği ve emekliliği düzenleyen
rejimlerin değiştirilerek güvence-
siz çalışma ivmesinin yaratılması
Türkiye toplumunun önündeki
altüst oluşun diğer yönlerini göz-
ler önüne seriyor. Son yıllarda ise
“torba yasa” olarak adlandırılan
düzenlemelerle sosyal güvenliğin
kırıntıları tasfiye edilmekte ya da
edilmeye çalışılmakta.
1
Prof.Dr.İsmet Koç ve diğerleri, Türkiye’nin Demo-
grafik Dönüşümü, Hacettepe Üniversitesi Nüfus
Etüdleri Enstitüsü, http://www.hips.hacettepe.
edu.tr/TurkiyeninDemografikDonusumu_220410.pdf
(Erişim Tarihi: 05.10.2015), s:28.
Güvencesiz çalıştırma biçimleri
olan taşeronlaştırma, göçmen ve
kaçak işçilik, kısmi süreli çalışma,
esnek istihdam, ev işçiliği, mev-
simlik işçilik ve geçici işçilik bu
süreçte işte bu zeminler üzerinde
gerçekleşti.
Ancak Türkiye’de salt çalıştırma
biçimlerini incelemek güvence-
sizlik ile işçi sağlığı sorunu bağını
kavrama açısından yetersiz ola-
caktır. Çünkü güvencesizlik bü-
tün çalıştırma biçimlerini yatay
bir biçimde kesmekte ve aradaki
farkları yani görece güvenceli ko-
şulları bile yok etmektedir. Örne-
ğin 13 Mayıs 2014 tarihinde 301
maden işçisinin öldüğü Soma’da
işçiler kadrolu, sigortalı ve sendi-
kalı bir şekilde çalışıyorlardı. Oysa
katliam sonrası ortaya çıktı ki da-
yıbaşılık denen bir taşeron biçimi
ve sendika şubesinin olanları gör-
mezden gelişi mevcuttu.
Güvencesiz çalıştırma biçimleri,
en başta iş tanımını belirsizleştir-
diğinden ve çalışma koşullarının
belirlenme inisiyatifini işveren
lehine büktüğünden dolayı, işçi
sağlığı ve iş güvenliği alanında da
işçileri korunmasız bıraktı.
Mali sermaye, mülksüzleştirdiği
geniş yığınları işçileştirirken gü-
vencesizleştiriyor. Taşeron ça-
lıştırma gibi örgütlenmeyi nere-
deyse olanaksızlaştıran çalıştırma
biçimleri ve en korunmasız nüfus
gruplarından oluşan işgücü grup-
larının emek piyasasında öne çık-
29
tığı bir işçi sınıfı oluştu. İşte 2000’li
yılların mücadeleleri bu nesnel
zemin üzerinden gelişti.
2000’li yıllarda yükselen bir işçi
hareketinden söz edilemez. Öyle
ki 28 Şubat darbesi ile birlikte
önce Kürt hareketine, ardından
ölüm oruçları ile sosyalistlere yo-
ğun saldırılar yaşandı. Sendikal
hareket iyice etkisizleşmişti. Böy-
lesi bir dönemde nesnel koşullara
iradi bir müdahale olarak işçi sağ-
lığı başlığı öne çıkarıldı. İlk müca-
dele alanı Tuzla tersaneleri oldu.
Tuzla Tersaneleri
Limter-İş etrafında kümelenen
işçi hareketi zaman zaman işçi
ölümleri karşısında tepkisel ref-
leks veriyordu. Öyle ki 1995 son-
rasından itibaren iki üç yılda bir
işçi ölümleri karşısında toplu iş
bırakma yaşanıyor ve işçiler E-5
karayolunu trafiğe kapatıyordu.
Tabi bu tepkiyi sıçratacak bir mü-
cadele düzlemi olmadığı için işçi-
ler çalışmaya geri dönüyorlardı.
2005 yılı ile birlikte ise birleşik bir
mücadele ortaya çıktı. İşçi ölüm-
leri “iş cinayeti” olarak nitelen-
diriliyor, devlet ve sermayenin
örgütü GİSBİR’e karşı mücadele
bayrağı yükseliyordu. “İş kaza-
sı değil iş cinayeti” bir mücadele
sloganı olarak yaygınlaştı.
Tuzla tersanelerindeki mücade-
lenin devamına bakalım. 1 Ma-
yıs 2006’da Tuzla tersane işçileri
Limter-İş pankartı ardında iş ci-
nayetlerine karşı söylemleri ve
baretleri ile yer aldı. Devlet ve
sermayenin saldırıları gecikmedi,
mücadelenin önünün alınması
gerekiyordu. Nitekim Limter-İş
Sendikası Genel Başkanı Cem Dinç
ve Eğitim Uzmanı Kamber Saygılı
“polise mukavemet” gerekçesiyle
tutuklandı. Mahkemede konuşan
DİSK Genel Sekreteri Musa Çam
işçilerin “suç” sayılan taleplerini
şöyle özetliyordu:
“Pek çok işçinin ölümüne ve
yüzlercesinin yaralanmasına
yol açan iş koşullarıyla topla-
ma kamplarından farksız olan
tersanelerde, iş cinayetlerinin
sorumlularının yargılanması. İş
güvenliği tedbirlerinin alınma-
sı. Uzun çalışma saatlerine son
verilmesi. Her tersaneye sağ-
lık ekipmanı sağlanması. Hak
ettikleri ücretlerin zamanında
ödenmesi. Yatırılmayan sigor-
ta primlerinin yatırılması.”
20 Temmuz 2006’da Cem Dinç ve
Kamber Saygılı serbest bırakıldı. İş
cinayetlerine karşı mücadele ana
başlığıyla sürdürülen pratik, 22
Ağustos’ta Dearsan Tersanesi işçi-
si İbrahim Levent’in iş cinayetinde
katledilmesiyle başka bir boyuta
sıçradı. İHD İstanbul Şubesi Çalış-
ma Yaşamı Komisyonu’nun yak-
laşık 25 bin işçinin çalıştığı Tuzla
tersane bölgesine ilişkin açıkladı-
ğı raporda, “son 8 ayda l3 işçi, son
50 günde ise 5 işçi yaşamını yitir-
diği; yüzlerce işçinin ise yaşanan
iş kazaları sonucu sakat kalarak iş
hayatlarını devam ettiremez du-
30
ruma geldiği” belirtiliyordu. Tuzla
Türkiye’nin gündemi haline geli-
yordu.
Bu gelişmeler 21 Eylül 2006’da
Limter-İş Sendikası’nın basılma-
sına ve Genel Başkan Cem Dinç
ve Genel Sekreter Zafer Tektaş’ın
tutuklanmasına yol açtı. Dosya
üzerine gizlilik kararı vardı ve sa-
dece örgüt üyeliğinden tutukla-
ma verildi açıklaması yapılıyordu.
Sendika üzerinde bir tecrit politi-
kası uygulanmaya çalışıldı. Öyle
ki sendikada parmak izi taraması
yapılıyor, işçiler sendikaya gitme-
meleri konusunda uyarılıyordu.
Meşruiyeti güçlendirmek için bazı
sendikalar tarafından Limter-İş’i
açma ve nöbet tutma eylemleri
gerçekleştirildi.
2007 yılının Ekim ayına gelindi-
ğinde ise Limter-İş önderliğinde
“Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme
ve İnceleme Komisyonu” kurul-
du. Komisyon hazırladığı rapor
ile çözüm önerilerini sundu. Ta-
bii iş cinayetleri devam etti ve
ilki daha etkili olmak üzere 2008
yılının Şubat ve Haziran ayların-
da Tuzla Havza grevleri gerçek-
leştirildi. Özellikle Şubat grevine
binlerce işçi iş cinayetlerinin son-
landırılması ana talebiyle katıldı.
Aynı yıl TBMM’de Tuzla Araştırma
31
Komisyonu kuruldu. Önemi, bir
sendikanın bürokratlarla değil
direkt olarak Meclis’le ve tek tek
patronlarla değil tersane işveren-
lerinin örgütü olan GİSBİR’le ma-
saya oturmasından kaynaklanı-
yordu.
Tersanelerdeki mücadele süre-
ci 2008’in ikinci yarısı ile birlik-
te sönümlenmeye başladı. Üreti-
min daralması veya kaydırılması
gibi nedenler gerekçe gösterildi.
Ancak kişisel kanım şudur: Çok
önemli kazanımlar elde edilmiş
ve bir deneyim oluşturulmuştur.
Kot Kumlama, İşçi Aileleri ve
Sendika.org
Kot kumlama sonucu işçilerde
silikozis oluşmasının tespiti 2004
yılına dayanır. Ancak 2006 yılı ile
beraber özellikle Yedikule Göğüs
Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eği-
tim ve Araştırma Hastanesi’nde
tespit edilen silikozis hastala-
rında artış oldu. Çünkü ünlü
markalar için İstanbul’un çevre
semtleri (Alibeyköy, Küçüksu,
Sultançifliği, Halkalı) başta olmak
üzere Anadolu’nun farklı yerlerin-
de kot taşlamak amacıyla kum-
lama ve zımpara atölyeleri hızla
çoğalmıştı. Hekimlerin ve bazı
sosyalist grupların önderliğinde
Kot Kumlama İşçileri Dayanışma
Komitesi oluşturuldu. Verilen mü-
cadeleler sonucu Sağlık Bakanlığı
Nisan 2009’da yayınladığı bir ge-
nelge ile ölümle sonuçlanabilen
bir akciğer hastalığı olan silikozise
yol açtığı gerekçesiyle her türlü
kot giysi ve kumaşlara uygulanan
püskürtme işleminde kum, silis
tozu veya silika kristalleri içeren
herhangi bir madde kullanılması-
nı yasakladı. Ancak eylemler de-
vam etti ve Eylül 2010’dan sonra
sigortasız çalıştırılan silikozis işçi-
lerine de sosyal güvenceden ya-
rarlanma hakkı tanındı.
Kişisel kanım birçok eksikliğine
rağmen yaşanan bu süreç mes-
lek hastalıklarına dair mücade-
lede egemen olan tanı sistemi
oluşturma söylemini aşması ve
vurgunun “örgütlenerek önleme-
yi yöntem haline getiren bir işçi
mücadelesi”nde olduğunu gös-
termesi açısından önemli bir de-
neyim olmasıdır...
Yine ülkemizde bir ilk örgütlen-
me gerçekleşti. Şimdilerde adı
Adalet Arayan İşçi Aileleri’ne ev-
rilen çalışmanın kökeni 31 Ocak
2008 tarihine dayanıyor. İstanbul
Davutpaşa’da maytap atölyesin-
de meydana gelen patlamada
21 işçi öldü ve yüzlerce kişi ya-
ralandı. Bunun üzerine 1Umut
Derneği’nde örgütlenen, patla-
mada yakınlarını kaybeden işçi
aileleri hukuksal olarak bir adalet
mücadelesi başlattılar ve İstiklal
Caddesi’nde bir süreliğine nöbet
eylemi yaptılar. 3 Şubat 2011’de
ise Ankara Ostim ve İvedik sana-
yi sitelerinde peşpeşe patlamalar
meydana geldi, 20 işçi öldü ve
43 kişi yaralandı. Davutpaşalı işçi
ailelerinin Ostimli işçi ailelerini zi-
32
yareti ile beraber yeni bir süreç
başladı ve işçi aileleri ile hukuksal
davalar Türkiye’nin gündemine
geldi. Gelinen noktada Esenyurt,
Kozlu, Güllük vb. birçok yerden
aileler sürece katıldı. Her ayın
ilk Pazar günü Galatasaray Lisesi
önünde Vicdan ve Adalet Nöbet-
leri tutulmaya başlandı.
Sürece dair birçok eleştiri getirile-
bilir. Ancak yeni bir sendikal ha-
reketin oluşturulmasında önemli
bir ayak olacak işçi ailelerinin de
örgütlenmenin içinde olması ge-
rekliliği, bu nöbet ve dava süreç-
lerinin önemini açıklamaktadır.
Son olarak Sendika.Org’un aylık
olarak hazırladığı İş Kazaları Ra-
poruna değinelim. 2008 yılında
sekiz ay yayınlanan raporlar 2009
Haziranında yeniden yayınlanma-
ya başlandı. Tabii İSİG Meclisi’nin
mücadelesinin oturması ile bir-
likte gereksizleştiği 2011 yılı Eylül
ayına kadar. Burada istatistik, ilk
defa güncel olaylar eşliğinde ve
çalışma koşullarına değinilerek
açıklanmıştır.
Çözüm Önerileri ile Pratik
Yöntem Arasındaki Açı Farkı-
nı Kapatmak İsteyen Bir Araç:
İSİG Meclisi
İki husus önemlidir. Birincisi yapı-
lan tartışmalar ile yaşam arasın-
daki açı farkının çokluğu. Bu fark,
ancak ve ancak pratik mücadele-
nin birleştiriciliği ve mücadelenin
genişletilmesiyle kapanabilirdi.
İkincisi ise işçi sağlığı mücadelesi-
nin, işçi sınıfının iktidar mücade-
lesinin bir parçası ve ondan ayrı
düşünülemez oluşuydu. Yaşam
içinde bu diyalektik bağı nasıl ku-
rabilirdik?
İSİG Meclisi pratiğinin en önemli
kazanımı iş cinayetleri raporlarıy-
dı. Sistematik hale getirilen rapor-
larda “kaç işçi, hangi işkolunda,
nasıl ölüyorlardı?”, “Cinsiyet, yaş,
şehir dağılımları nasıldı?”, “Sen-
dikalı-sendikasız, göçmen ya da
çalışma koşulları neydi?” gibi mü-
cadelenin hareket noktalarını be-
lirleyen ve bütünsel mücadele ile
bağları kurabilecek hususlar yer
alıyordu.
İstatistik ile bu bağları kurabil-
mesi, devlet kurumlarının yeter-
sizliğini gösterebilmesi, gelişerek
devam eden; grafikleşen, broşür-
leşen şimdilerde ise haritalaşacak
ve kamu spotları hazırlayacak bir
noktaya evrildi raporlar. Esasen
herkesin katılabileceği kadar ba-
sit ama etki gücü anlamı ile de
bir o kadar da devrimci bir araç
oldu.
Alanda yapılan çalışmalar kü-
çük fakat derin bağlar kuruyor-
du. Her ay raporların işçi sağlığı
sorununun yaşandığı bir işyeri
önünde ya da bir direniş ala-
nında yapılması mücadelenin
yaygınlaşmasına ve somut kaza-
nımlar elde edilmesine yol açtı.
İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’nde
2012’den bugüne yapılan müca-
33
dele durumu özetliyordu: Alanda
bulunan sendika, meslek odası,
dernek ve öğrencileri içine katan
bir çalışma oluşturuyorsunuz.
Hepsinin ortak noktasında bulu-
nan ama özerkliğini koruyan bir
İSİG Meclisi ile müdahil oluyorsu-
nuz ve bu durumun meşruluğu
sorgulanmıyor. Üç yıllık sürek-
lilik, 6331 Sayılı İSG Yasası’nın
uygulanmasına müdahale, kad-
ro sorunu, soruşturma vs. Ama
son olarak iş cinayetinde Zafer
Açıkgözoğlu’nun yaşamını yitir-
diği kanalizasyon olayının ikinci-
sinin yaşanmasını önlüyorsunuz.
Bir binada kanalizasyon birikiyor.
Dekanlık temizlik işçilerini gö-
revlendiriyor. İşçiler hayır deyip
doktor arkadaşlarıyla olay yerini
fotoğraflıyor, İSG uzmanına tuta-
nak tutturuyor ve Dekanlığa gidi-
yorlar. Nitekim yarım saat sonra
asli görevli olan İSKİ çağrılıyor ve
temizlik yapılıyor. İşçilerin ken-
di yaşadıkları soruna müdahale
ederken yıllardır söylenen ortak
mücadeleye, sendikal bir hare-
ket oluşturmaktan genç bir kad-
ro kuşağının oluşmasına kadar...
Mücadelenin öncü unsurlarının
bayrağının sosyalizm olduğunu
söylemeye gerek var mı?
Sendikal eğitimlerden iş cinayeti
yaşanan alanlara gidip rapor tut-
maya, tek tek sendika ve mes-
lek odalarını gezmeye, hatta tek
tek bireylere emek vermeye, ai-
le örgütlenmelerinin oluşumuna
omuz verip işçi sağlığı mücade-
lesinin görünür olmasına kadar
uzanan bir mücadele... İnce bir iş-
çilik ve hala devam eden bir sü-
reç.
Eksiklikler yapılanlardan daha
çok. Kurumsallaşamama ki en ba-
siti yazılı bir broşürümüz ilk defa
Temmuz 2015’de basıldı. Sendika
ve meslek örgütü bağları hala za-
yıf. Alanı belirlemeye dair araçlar
oluşmadı. Özel çalışmalar hayata
geçirilemedi. Örneğin hala göç-
menler, çocuklar ya da emekliler
için süreklileşen bir faaliyet yok.
Oysa sömürge kapitalizminin za-
yıf karınları bunlar.
İSİG Meclisi hala bitmeyen ve hala
kurulma faaliyetinde olan bir de-
neyim. Ama ana vurgu harekete.
Bilginin kurumsallaşmasını hare-
kete bağlamanın doğru olduğu-
nu düşünüyorum. Güncel politik
sorun işçi sağlığı mücadelesinin
sıçramasıdır ve bugün onun san-
cılarını yaşıyoruz...
Son söz
İşçi sağlığı mücadelesi ancak
Türkiye’nin siyasal sorunlarını da
gözeten bir hatta sahip olduğu
bağlamda güçlenebilir. İlk dene-
yimler bu bağı kurmayı kısmen de
olsa başardı. Bugün de bir bütün
olarak işçi sınıfı ve örgütleri darbe
süreci, OHAL, toplumsal barış sü-
reçleri ile işçi sağlığı mücadelesi-
ni birleştirebildiği oranda başarılı
olabilir. İSİG alanında soru budur,
diğer sorular talidir ve enerjimiz
buraya odaklanmalıdır...”
34
35
İş Kanunu tüm çalışanlara cin-
siyet farkını gözetmeksizin eşit
davranılması zorunluluğuna vur-
gu yapar. İş yerlerindeki ortamın
güvenli ve sağlıklı olması, kişisel
koruyucu ve donanımların çalı-
şanlara verilmesi de aynı şekilde
6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenli-
ği Kanunu’nda zorunluluk. Ancak
söz, kadınların çalışmaya bağlı
sağlık ve güvenliğine geldiğinde
meseleye biraz daha ayrıntılı bak-
mak gerekiyor.
Bugün yalnızca DİSK’in değil
Türkiye’de birçok emek, kadın
ve demokratik kitle örgütünün
karşı çıktığı bir durum var: Klasik
işçi sağlığı ve iş güvenliği anlayışı
kadınların özgün durumunu gör-
mediği gibi, genellemeler üzerine
inşa edilmiş vaziyettedir.
Kadın işçilerin çalışmaya bağlı
risklerini değerlendirirken erkek-
lerden farklı olarak ruhsal, sosyal
ve bedensel bütünlüklerini riske
atabilecek unsurlar çok fazla dik-
kate alınmıyor. Tabii bu yalnızca
Türkiye için geçerli olan bir durum
değil, bugün pek çok Avrupa ül-
kesinde dahi iş yerlerinde cinsiyet
körlüğü konusu kadınların yoğun
çabaları ve ısrarlı itirazları ile sen-
dikaların, sivil toplum kuruluşları-
nın, siyasi partilerin gündemlerine
anca alınıyor.
Kadınların çalışmaya bağlı sağlık
ve güvenlik sorunları klasik işçi
sağlığı ve iş güvenliğinde kadın-
ların sıklıkla “hormonal durumları
ve fiziksel güçleri” ile ilişkilendiri-
liyor.
Özellikle son yıllarda kadınlar ça-
lışma hayatında tarım ve hizmet
sektörünün yanı sıra sanayide de
daha fazla görünür olmaya baş-
ladılar. Mevzuata göre kadınların
çalışmasına dair düzenlemeler
yapılmakta, örneğin ağır ve teh-
Kadınlar İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliğinin Neresinde?
Sinem Derya Çetinkaya
Birleşik Metal İş Sendikası
Kadın emeğinin bu denli değersizleştirilmesine, esnek
ve güvencesiz çalışma biçimlerine hapsedilmeye
çalışılmasına ve kadın bedeninin denetlenmek
istenmesine karşı daha güçlü politikalar üretip daha
güçlü bir direnişi yaratmak gerekiyor.
36
likeli işler kapsamına giren işlerin
tanımlarında kadınların çalışabile-
ceği işler ve gece postası ile ilgili
düzenlemeler yapılmıştır.
Ancak bizim açımızdan temel so-
run, kadınların sorunlarının yeterin-
ce görünür ve ölçülebilir olmama-
sıdır. Türkiye’de artık her kesimin
malumu olduğu üzere, kayıt dışı,
ensek ve düzensiz işleri ağırlıkla ka-
dınlar yapıyorlar. Düşük ücretlerle
ve en kötü koşullarda yapılan işler-
de kadınlar çalışıyor. Ev eksenli ça-
lışma ve ücretsiz ev işçiliği kadınlar;
özellikle de genç kadınlar arasında
oldukça yaygın. Bu da kadınların
hangi koşullarda, ne sürelerle, han-
gi risklere maruz kalarak çalıştığına
dair gerçek ve yaygın verilere ulaş-
mamıza engel oluyor.
Kadınların mesailerinin işten eve
geldikten sonra bitmemesi, ikinci
mesailerinin başlaması, en “kari-
yerli kadın”ın dahi; çocuk bakımı,
evin temizliği, yaşlı ve engelli aile
bireyinin bakımı vb. “ev ödevle-
rinin” olması, kadınların gerçek
çalışma ve gerçek dinlenme sü-
relerine dair güvenli bilgilere ulaş-
mamıza engel oluyor. Tüm bu
bedensel, ruhsal ve sosyal maru-
ziyet farklılıkları dahi kadın ve er-
kek çalışanların her yeni gün farklı
riskler ile işe başladıklarını söyle-
yebilmemize olanak tanıyor.
Peki nedir bu farklı risklere ör-
nekler? Gece vardiyasında çalış-
mak hem kadın hem de erkek
çalışanlar için sağlıklı değil, ancak
kadınlarda meme kanserine ya-
kalanma riskini, düşükle sonlanan
gebelik riskini arttırıyor, menopoz
döneminin daha ağır geçmesine
neden olabiliyor.
Kötü iklimlendirilmiş, kötü hava-
landırma şartlarına sahip, kötü
ışıklandırmalı bir çalışma ortamın-
da, ergonomik olmayan çalışma
biçimleri regl dönemlerinin ve
menopoz döneminin daha ağır
geçirilmesine neden olabiliyor.
Kadın ve erkek çalışanlar kıyaslan-
dığında, kadınlar erkeklere oranla
çok daha fazla mobbinge maruz
kalıyorlar. Kadınlar arasında da 25
yaş altı genç kadınlar ile daha tec-
rübesiz kadınlar daha fazla mob-
binge maruz kalıyor, bu uzun sü-
ren psikolojik baskı döngüsünden
dolayı da kronik hastalıklara yaka-
lanabiliyor. Ruhsal bütünlük zede-
lendiğinden iş yerinde kaza riskle-
rine de daha açık hale gelebiliyor.
Kadın çalışanın gebelik ve emzir-
me dönemlerinde hem annenin
hem de bebeğin korunması dü-
şünüldüğünde alınması gereken
iş güvenliği önlemleri de artmak-
tadır. Kimyasallar, biyolojik atıklar,
tozlar, dumanlar, kaygan zemin-
ler, titreşim, ağır iş… Bu başlıklar
6331 sayılı Kanun’da kendine yer
bulabilmiştir ancak uygulama ke-
sinlikle yeterli değil.
Olması gerektiği kadar hijyenik ol-
mayan wc, duş ve soyunma oda-
ları kadınların erkeklere göre daha
çabuk mikrop kapmasına neden
37
olabiliyor. Kadınlar mikrop kapmak
kaygısı ile WC’leri, duşları daha az
kullanıyor, üstelik çok fazla tuva-
lete gitmemek için gün içerisinde
daha az, bazen de hiç su içmeye-
rek önlem alıyor. Bunun sağlık açı-
sından ne denli zararlar yaratacağı-
nı tahmin edebiliriz, ancak özellikle
güvencesiz ve uzun çalışma saat-
lerine sahip tarım ve tekstil sektö-
ründe kadınların en temel sorunla-
rından biri ne yazık ki bu.
Örnekler çoğaltılabilir: Cinsiyetçi
bir iş bölümünün hala çalışma ya-
şamına hakim olduğundan bah-
setsek de artık kadınlar yalnızca
tarım, tekstil, hizmetler gibi sek-
törlerde değil, inşaat, maden, işle-
me, metal sanayi gibi sektörlerde
de çalışmakta; yüksek ses, titre-
şim, yüksek ısı, ağır kaldırma gibi
fiziksel risk faktörlerine, kimyasal
toz ve dumanlara da erkekler ka-
dar maruz kalmaktalar. Üstelik
erkek işçilerin fiziksel özelliklerine
göre örgütlenmiş çalışma alan-
larında daha düşük sosyal statü,
daha düşük ücretler ve kötü terfi
imkan ve koşullarıyla.
Elbette hepimize çok görevler dü-
şüyor. Bugün her ne kadar DİSK’e
bağlı sendikalarımızda kadın işçi
sağlığı ve iş güvenliği, esneklik ve
güvencesizlik, toplumsal cinsiyet
eşitsizliği üzerine eğitimler yapı-
yor olsak da bunlar yeterli değil;
örgütlü olduğumuz iş yerlerinde
kadınların çalışma biçimleri ve
alanlarını göz önünde bulundu-
rularak riskleri analiz etmeliyiz.
İşverenlere iş yerlerinde düzenle-
meleri cinsiyet körlüğünden arın-
dırarak yaptırmaya çalışmalı, mes-
lek hastalıkları tanı ve teşhisinde
kadınların özgün koşullarının göz
ardı edilmemesini sağlamalı, psi-
kolojik, fiziksel ve ekonomik şid-
det biçimleri önce kendimize yani
kurumlarımıza sonra işverenlere
risk unsurları olarak kabul ettir-
meliyiz. Çalışma sürelerinin gün-
de en fazla 7 saat haftada 35 saat
olmasında, çocuk bakım izinleri
hak kaybı olmaksızın erkeklerle
eşit hak ve sorumluluklarla dü-
zenlenmesinde ısrar etmeli, aile
sorumlulukları çocuk yaşlı engelli
bakım yükümlülükleri bahanesi
ile esnek çalışmanın kadınlara da-
yatılmasına karşı durulmalıyız.
Kadın emeğinin bu denli değer-
sizleştirilmesine, esnek ve gü-
vencesiz çalışma biçimlerine
hapsedilmeye çalışılmasına ve
kadın bedeninin denetlenmek
istenmesine karşı daha güçlü po-
litikalar üretip daha güçlü bir di-
renişi yaratmak gerekiyor. Üstelik
bunu kadınlar kadar erkeklerin de
kendilerine dert etmesi gerekiyor.
Çünkü kadınlar sağlıksız, düşük
ücretli, güvencesiz işleri yapıyorlar
ve bugün insana yakışır iş koşul-
larında çalışmak, sağlıklı-güvenli,
sosyal güvenceli çalışma ve bü-
tünlüklü yasalar oluşması amacı
ile yasalar ve eylemlerin geliştiril-
mesinin yolu ancak kadınları bu
mücadelenin ana ekseni olması
ile mümkün kılınabilir.
38
39
Yaşanan süreci, çalışanlar için mutlak olarak yaşanması
gereken bir süreç olarak ele almak, tamamen kaderci,
boğun eğen ve teslim olan bir anlayışla malul olma
anlamını taşır.
Sermaye açısından işçi sağlığı ve
güvenliğinin ekonomi-politiği, reka-
bet ve birikime engel olmamasıdır.
Ama aynı zamanda kendisinin, re-
kabet ve birikimin sağlanabileceği
piyasa ilişkileri içinde yer almasıdır.
Bu yaklaşımı en açık 2012 yılında
çıkarılan 6331 sayılı İş Sağlığı ve
Güvenliği Yasası’nda görürüz. 6331
Sayılı Yasa incelendiğinde şekli bir
bütünlüğün sağlanmaya çalışıldı-
ğını bize göstermektedir. Hizmet
alımı yasanın temel ruhudur.
Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güven-
liği sistemi çökmüş durumdadır ve
6331 sayılı yasa bu çökmüş sistem
üzerinden çıkarılmıştır. Başta ma-
dencilik ve inşaat sektörü olmak
üzere son yıllarda yaşanan iş cina-
yetleri bu çökmüşlüğün en trajik
ve kabul edilemez yüzünü bize
göstermektedir.
13 Mayıs 2014 Soma’da meydana
gelen maden faciası, yüzyılın kat-
liamı olarak kayıtlara geçerken,
aynı zamanda ülkemizde sermaye
birikim rejiminin acımasız yüzünü
de bizlere göstermiş oldu. Taşeron-
laşma ve güvencesiz çalışma ilişki-
leri devlet ve sermaye işbirliğiyle
temel birikim politikası olmuştur.
İşverenlerin küresel kapitalist sis-
temde rekabet edebilmeleri ve
birikim sağlayabilmeleri açısından
ucuz işgücü ve düşük işletme ma-
liyetleri temel önemdedir.
2003 yılında Karaman Ermenek’te
kömür ocağında grizu patlaması
sonucu ölen 10 işçiyle başlayan
süreç, 11 yılda özel sektör ve ta-
şeron üretime teslim edilen kamu
madenciliğindeki işçi sağlığı ve iş
güvenliği uygulamalarının ne dü-
zeyde olduğunu bize ibretle gös-
termektedir.
Özel sektör madenciliğinde ve ka-
muda rodövans ve taşeronlaştır-
manın sonuçlarının en acımasız
Madencilikte Taşeron ve Güvencesiz
Üretim ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Uygulamaları
Tevfik Güneş
DİSK Eğitim ve İSG Dairesi Müdürü
40
örneklerini bu yıllarda görmek hiç
şaşırtıcı olmamaktadır. Bunlar açı-
sından mesleki eğitim ve birikim
önemli olmadığı gibi, iş sağlığı ve
güvenliği uygulamaları da tama-
men maliyet kalemi olarak gö-
rülmektedir. Maksimum kârı elde
etmek için en hızlı ve en acıma-
sız üretim süreçlerini yaşama ge-
çirme konusunda hiç tereddüt et-
memektedirler.
Taşeron ve Güvencesiz
Çalışma İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliğini Reddeder
İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca 2004
yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarında
maden proje teftişi gerçekleştiril-
miş ve 2005 yılında bir rapor halin-
de yayınlanmıştır.
Proje kapsamında 772 maden iş-
yerinde denetlemeler yapılmış-
tır. Bu işyerlerinden 157’si yeraltı,
93’ü yerüstü olmak üzere toplam
250’si kömür işletmesidir.
Teftişi yapılan işyerlerinde tespit
edilen noksanlıklar;
“1. Organizasyon, Gözetim ve Ge-
nel Çalışma Şartları
2. Mekanik ve Elektrikli Ekipman
ve Tesisler
3. Tahkimat
4. Havalandırma
5. Yangın ve Patlama
6. Ulaşım Yolları
7. Kurtarma ve Tahliye
8. Nakliyat
9. Sosyal Tesisler
Proje kapsamında yapılan dene-
timlerde genel olarak, işverenler
tarafından iş sağlığı ve güvenliğine
gereken önemin verilmediği, çalı-
şanların ise eğitim düzeyinin ye-
tersiz olduğu tespit edilmiştir.”
Raporun sonucunda;
“Proje kapsamında gerçekleştirilen
teftişlerin değerlendirilmesi sonu-
cunda maden işyerlerinde iş sağlığı
ve güvenliği konusunun önemini
koruduğu anlaşılmaktadır. İş ka-
zaları ve meslek hastalıkları risk-
lerinin önlenmesi ve çalışanların
korunması amacıyla işyerlerinde iş
sağlığı ve güvenliği bilincinin oluş-
turulması ve geliştirilmesi gerek-
mektedir.
İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenli-
ği bilincinin oluşturulması ve ge-
liştirilmesi, öncelikle iş sağlığı ve
güvenliği konusunda tüm ilgililer-
de kültürel bir değişikliği zorunlu
kılmaktadır. Bu amaçla taraflar
arasında işbirliğinin gerçekleşme-
si, işverenlere, işveren vekillerine
işçilere ve temsilcilerine, teknik
elemanlara, sağlık personeline ve
diğer tüm ilgililere yeterli ve sürek-
li eğitimin sağlanması gerekmek-
tedir.
Diğer taraftan maden işyerlerinde
proje denetimlerine kapsamının
genişletilerek devam edilmesi ge-
rek maden işyerlerinin iş sağlığı ve
güvenliği yönünden izlenmesi, ge-
rekse sözü edilen işbirliği ve eğitim
çalışmalarının desteklenmesi açı-
sından uygun olacaktır.”
41
Aradan 6 yıl geçtikten sonra de-
vam eden maden kazalarının ne-
denlerini araştırmak üzere Devlet
Denetleme Kurulu (DDK) bir çalış-
ma yapmış ve bunun sonuçları da
2011 yılında kamuoyuyla paylaşıl-
mıştır.
Bu Raporun içeriğini kısaca aktar-
mak gerekirse;
5. Bölümde ayrıntılı biçimde ince-
lenen kazaların nedenine ilişkin
benzerlikler incelenmiş ve 2005
yılı İş Teftiş Kurulu Raporunu daha
detaylı hale getirmiş ve şu tespit-
ler yapılmıştır:
“-Risk değerlendirmesi yapılma-
ması,
-Taşeronluk/alt işverenlik uygula-
ması,
-Üretim zorlaması,
-Geçmiş kazalardan ders alınma-
ması,
-Grizu riskine karşı önlemlerin ye-
tersiz olması,
-Kontrol ve degaj sondajlarının ye-
terince yapılmaması,
-Delme-patlatma işlemindeki dü-
zensizlikler,
-Çalışanlarda CO maskesi bulun-
maması,
-Gaz izleme ve ikaz sistemlerinin
yetersizliği,
-Havalandırma yetersizliği,
-Grizu emniyetli elektrikli cihaz ve
ekipmanlar ile ilgili sorunlar,
-Nefeslik-kaçamak yolu ile ilgili
yetersizlikler,
-Tahkimat ile ilgili eksiklikler,
-Tahlisiye hizmetleri ile ilgili sorun-
lar,
-Maden işletmelerinde gözetim (iç
denetim) hizmetlerinin yetersizliği,
-Teknik nezaretçilik vb. işletme içi
denetim uygulamaları ile ilgili so-
runlar,
-Kamu birimleri denetimlerinin et-
kinsizliği,
-Mesleki eğitim ve iş güvenliği kül-
türü noksanlıkları.”
Görüldüğü üzere 2005 yılından
2011 yılına kadar giden süreçte
madenlerde işçi sağlığı ve iş gü-
venliği önlemlerine ilişkin hiçbir
şeyin değişmediği, aksine ölümlü
iş kazalarının giderek yükseldiği
ve kaza nedenlerinin ortadan kal-
dırılmasına dönük bir çabanın ya-
şanmadığını kuvvetle vurgulamak
gerekiyor.
2011 DDK Raporunun Öneriler bö-
lümünde kapsamlı tedbirlerin alın-
ması ve bir sistem yaratılması iste-
nirken, Soma faciasına kadar geçen
süreçte de olumlu anlamda yaratı-
lan hiçbir uygulama yoktur. Aksine
zayıf denetim ve yaptırımlara uğ-
rayan ve kapatılan maden ocakla-
rında bile kaçak çalıştırma cüreti ve
cesareti görülebilmektedir.
Soma Maden faciasından son-
ra TMMOB Soma Raporunu Eylül
2014’te yayınlamıştır. Bu raporda-
ki kaza nedenlerine bakıldığında
yukardaki iki rapordaki bulgularla
örtüştüğünü görürüz.
42
Fakat kamuoyuna dönüp baktığı-
mızda ya fıtrata, ya işçinin güven-
siz davranışlarına ya da güven-
lik kültürünün olmayışına vurgu
yapılarak temel sorunlar örtbas
edilmeye çalışılmaktadır. Oysa ki
bu raporlara bakıldığında işçilerin
mesleki ve İSG eğitimlerinin yeter-
sizliği tek bir kalemde geçmekte-
dir. Güvenlik kültürünün bir sistem
içinde ele alınması vurgulanmak-
ta, işçinin mesleki ve İSG eğitim-
lerindeki yetersizlikler, üretim ya-
pısının kendisinden kaynaklandığı
açıkça söylenmektedir.
1980‘li yılların başından itibaren
uygulamaya konulan özelleştir-
me, taşeronlaşma, rodövans vb.
yanlış uygulamalar; kamu maden-
ciliğini küçültmüş, kamu kurum ve
kuruluşlarında uzun yıllar sonucu
elde edilmiş olan madencilik bilgi
ve deneyim birikimini dağıtmıştır.
Yoğun birikim ve deneyime sahip
olan kurum ve kuruluşlar yerine
üretimin, teknik ve alt yapı olarak
yetersiz, deneyim ve uzmanlaş-
manın olmadığı kişi ve şirketlere
bırakılması iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerinin hızla terkedilmesine
neden olmuştur. Buna bir de ka-
musal denetimin ve yaptırımın ye-
tersizliği de eklenince facialar bir
biri ardı sıra gelmeye başlamıştır.
Ülkemizde yüksek risk taşıyan,
kuralsız ve denetimsiz çalışan,
mühendislik bilim ve tekniğinden
uzak, teknik elemanın gözetim ve
denetimi olmaksızın, tamamen
ilkel koşullarda çalışan pek çok
maden firması ya taşeron ya da
rodövans ilişkileri içinde üretim
yapmaktadır. Bu tür işletmeler açı-
sından iş sağlığı ve güvenliği uygu-
lamaları tamamen maliyet kalemi
olarak görülmekte ve maksimum
kârı elde etmek için en hızlı, en
acımasız üretim süreçlerini yaşa-
ma geçirme konusunda hiç tered-
düt etmemektedirler.
Geçmişin bütünsel üretim süre-
ci ve koordinasyonu, yukardaki
raporlarda tespit edilmiş temel
sorunlar nedeniyle tamamen bo-
zulmuş ve dolayısıyla iş sağlığı ve
güvenliğinin önlemlerinin sistemli
ve koordineli uygulaması da orta-
dan kaldırılmıştır.
Özel sektör madenciliğinde kamu-
nun denetim ve yaptırım koşulla-
rına dönük düzenlemelerin yeter-
sizliği hala devam etmektedir.
Taşeronlaştırma ve güvencesiz ça-
lıştırma ile birlikte, sendikal ör-
gütlenmenin kapsamı daraltılmış,
sendikal denetimlerin alanı da
böylece sınırlandırılmıştır.
Bu ekonomik faaliyet biçimi artık
siyasal iktidarın birikim yaratma
rejiminin temel karakteri olmuş
durumdadır. Türkiye Taşkömürü
Kurumu ve Türkiye Kömür İşlet-
meleri uzun zamandır rodövans
ve taşeronlaştırma politikasının
kıskacı altına girmiştir.
Türkiye ILO’nun 176 Sayılı Maden-
lerde Sağlık ve Güvenlik Sözleşme-
sini 12.12.2014 tarihinde nihayet
kabul etmiştir. Ancak 155 ve 161
43
sayılı İLO Sözleşmelerinin iç huku-
ka uygulanmasındaki yetersizlik-
lerine bakıldığında aynı akibete
uğramaktan kaçınamayacaktır.
Örneğin, 4 Ağustos 2015 tarihinde
Bakanlar Kurulu kararıyla Resmi
Gazetede yürürlüğe giren Muhte-
mel Patlayıcı Ortamda Kullanılan
Teçhizat ve Koruyucu Sistemler
ile İlgili Yönetmelikte belirtilen 1.
Grup Teçhizat kategorisine uygun
olarak sertifikalandırılmamış olan
maden ocaklarının teçhizatlarının
yenilenmesi 31/12/2019 yılına er-
telenmiştir.
DDK, İş Teftiş Kurulu raporları or-
tada dururken, bu kadar kitlesel
ölümlerden sonra patlamaya da-
yanıklı teçhizat ve koruyucu sis-
temleri hızla yaşama geçirmesi
beklenirken, madencilerin daha
fazla cinayete kurban gitmesine
neden olabilecek bu düzenle-
menin yapılmaması, AKP’nin ve
üzerinde yükseldiği sermaye ya-
pısının cüretini ve acımasızlığını
açıkça göstermektedir.
Yıllardır bu konularda çalışma ya-
pan, sorunlara dikkat çeken sen-
dikalar, meslek odaları ve birlikle-
rinin uyarılarını dikkate almayan
anlayışların iş sağlığı ve güvenliği
alanında ciddi adımlar atabilmesi
mümkün görünmemektedir.
Sonuç Yerine
Yaşanan süreci, çalışanlar için
mutlak olarak yaşanması gereken
bir süreç olarak ele almak, tama-
men kaderci, boğun eğen ve tes-
lim olan bir anlayışla malul olma
anlamını taşır. Aynı zamanda, ya-
şanan sorunları işçilerin güvensiz
davranışlarına, güvenlik kültürü-
nün yokluğuna bağlayanlarla cid-
di ideolojik bir tartışma yapılması
gerekmektedir.
Bu sürecin tersine çevrilmesi
mümkün ve olanaklıdır. Bunu
gerçekleştirebilmek içinse ilk
adım olarak belirli görevlerin ele
alınması sağlanmalıdır.
Birincisi; sendikal hareketin ken-
di örgütlenmesinin önündeki
engelleri kaldırmak ve işletme
düzeyinde etkin bir rol oynaya-
bilmek için samimi bir mücadele
vermesinin zorunluluğunun yanı
sıra İSG alanını temel örgütlenme
alanı olarak ele almalarını sağla-
yacak bilincin geliştirilmesi çaba-
sı içine girmelidir.
İkincisi; taşeron ve güvencesiz
üretim sisteminin tamamen ya-
saklanması ve/veya ciddi dene-
tim ve sınırlama getirilmesi için
yine samimi, etkin bir mücadele
verilmesi gerekmektedir.
Üçüncüsü; sağlık, güvenlik ve
çevreyle ilgili özerk-demokratik
bir kurumsal yapının sendikalar,
meslek oda ve birlikleri ve üni-
versiteler ile oluşturulması politi-
kasının yaratılması ve ısrarcı bir
çabanın gösterilmesi gerekmek-
tedir.
44
Konfederasyonumuzun 13 Bölge
Temsilciliği kapsamında sendika-
larımızın şube başkan ve yöne-
ticilerine, işyeri temsilcilerine ve
sendikal etkinlik içinde bulunan
işçilerine işçi sağlığı ve iş güvenliği
eğitimlerini vererek bilinç ve kül-
türel düzeylerini yükseltip uygu-
lama kapasitelerini geliştirmesinin
çabası içindedir. Aynı zamanda,
İSİG uygulamalarının yaygınlık
kazanmasına ve iş kazalarının ve
meslek hastalıklarının azaltılma-
sına katkı sağlamayı etkin bir
hedef olarak önüne koymuştur.
Ayrıca, uluslararası dayanışma
çerçevesinde gelişmiş ülke dene-
yimlerinin aktarılması sağlanarak
mevcut çalışmanın norm ve stan-
dartların yükseltilmesi çabasını da
göz önünde bulundurarak bu faa-
liyeti sürdürmektedir.
Gerçekleştiriyor olduğumuz 13
bölgede işçi sağlığı ve iş güven-
liği eğitim projesi çalışmaları ilgi-
li bölge temsilcilikleriyle ilişkilerin
kurulup görüşme tarihleri birlikte
tespit edilmiş ve 21 Şubat 2015 ta-
rihi itibariyle Diyarbakır’dan start
verilmiştir. Mart 2015 tarihi itiba-
riyle ön hazırlık çalışmaları pey-
derpey devam ettirilmiştir.
UYGULAMA ADIMLARI
1. Hazırlık çalışmaları
Ön durum tespiti, yerel ilişki-
lerin kurulması ve altyapının
hazırlanması:
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği eğitim ve
bilinçlendirme çalışmalarında böl-
gelerde temsilci ve sendika yöne-
ticileriyle bilgilendirme toplantıları
yapılmaya başlanmış ve çalışma-
ların altyapısı oluşturulmuştur. Bu
faaliyet proje yürütücüsü ve DİSK
Yönetim Kurulu’ndan bir yöneti-
ciyle gerçekleştirilmiş ve 9 bölge-
nin ziyaretleri planlanan zaman
Konfederasyonumuzun 13 Bölge
Temsilciliği Kapsamında Yönetici
ve Temsilcilerin İş Sağlığı ve
Güvenliği Eğitimi ve Uygulama
Kapasitelerinin Geliştirilmesi
Projesi Final Raporu
Aralık 2015
45
içinde bitirilmiştir. Bu bölgeler
Diyarbakır, Kocaeli, Trakya, Bur-
sa, Kayseri, Ordu, Konya, Ankara,
Adana, Eskişehir ve İzmir bölgele-
ridir.
Bölgelerde, Bölge Temsilciliği baş-
kanlığında var olan sendikaları-
mızın yönetim kurulu üyeleri ve
temsilcileri toplanmış ve yürütü-
lecek eğitimin içeriği ve programı
tartışılmıştır. Yer ve tarih belirle-
meleri yerelliğe bırakılmış ve en
geniş katılımın sağlanmasında
özenli bir çalışmanın beklentisi
içinde olunduğu aktarılmıştır.
Eğitici kadronun oluşturulması,
eğitim dokümanlarının
hazırlanması ve basımı
Üç ayrı konuda yapılacak eğitim
seminerlerinde görev alacak, ye-
tişkin eğitiminde deneyimli uz-
manlarımızın bu alanda eğitimi
konusunda 19-20 Mart 2015 ta-
rihlerin iki günlük bir toplantı ger-
çekleştirilmiştir. İSG alanında yapı-
lan verimli tartışmalardan sonra
üç komisyon oluşturulmuştur. Bu
komisyonlar DİSK İSG dairesinin
yönlendirmesiyle verilecek eği-
timlerde dil ve söylem birliğinin
çerçevesini çizmiştir. Komisyon-
lar kendi içlerinden birer sorumlu
atamış ve eğitim dökmanlarının
hazırlanması bu sorumlulara ve-
rilmiştir. Dokümanlar katılımcı,
yetişkin eğitimi tekniklerine ve
yapılan ön durum çalışmasının
sonuçlarına uygun biçimde hazır-
lanmıştır.
Bu çerçevede;
Dökümanları hazırlayacak uz-
manlar
•	 Dr. F. Serkan Öngel (DİSK-AR
Dairesi Danışmanı)
•	 Onur Bakır (Sosyal-İŞ)
•	 Sinem Derya Çetinkaya (Birle-
şik Metal-İş)
Eğitim Seminerlerine Katılacak
Uzmanlar
•	 Dr. F. Sekan Öngel
•	 Onur Bakır
•	 Sinem Derya Çetinkaya
•	 Hansel Özgümüş (İş güvenliği
uzmanı)
•	 Alpaslan Savaş
•	 Umar Karatepe
•	 Faruk Özdemir
•	 Pınar Abdal
•	 Gökhan Alpuğan
2. Eğitim Seminerleri
Eğitim seminerleri yetişkin eğiti-
mi tekniklerine uygun olarak ve
katılımcılık esas alınarak yürütü-
lecektir.
Eğitim seminerleri üç ayrı konuda
düzenlenecektir:
KONU 1: Genel Olarak Sorunlu
Sektörlerde (metal, maden, gemi
yapım, sağlık, enerji, tekstil vb.)
Çalışma Koşulları, İlgili Yasalar
ve AB Standartları
DİSK-İSG 1. Sayı
DİSK-İSG 1. Sayı
DİSK-İSG 1. Sayı

More Related Content

Similar to DİSK-İSG 1. Sayı

Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdfParaşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
RumeysaKse
 
Yalinosgb.com 6331
Yalinosgb.com   6331Yalinosgb.com   6331
6331 Slaytlı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kanunu - YALIN OSGB
6331 Slaytlı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kanunu - YALIN OSGB6331 Slaytlı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kanunu - YALIN OSGB
6331 Slaytlı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kanunu - YALIN OSGB
YALIN OSGB SAĞLIK EĞİTİM ve DANIŞMANLIK TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ
 
Spektrum Toplantıları 2013
Spektrum Toplantıları 2013Spektrum Toplantıları 2013
Spektrum Toplantıları 2013
Pharma Tailor Made Services
 
Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Profili (ILO 2016)
Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Profili (ILO 2016)Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Profili (ILO 2016)
Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Profili (ILO 2016)
Gürol BOZOLUK
 
Saglik sektorundeki-trend-ve-ongoruler-nisan-2014
Saglik sektorundeki-trend-ve-ongoruler-nisan-2014Saglik sektorundeki-trend-ve-ongoruler-nisan-2014
Saglik sektorundeki-trend-ve-ongoruler-nisan-2014
Utkan Uluçay, MSc., CDDP
 
TiGEP | Tüm İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Kurumları ve Profesyonelleri Derneği
TiGEP | Tüm İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Kurumları ve Profesyonelleri DerneğiTiGEP | Tüm İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Kurumları ve Profesyonelleri Derneği
TiGEP | Tüm İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Kurumları ve Profesyonelleri Derneği
Mehmet Erdem TOKUŞ™
 
Fark Yaratan Tek Unsur İnsan
Fark Yaratan Tek Unsur İnsanFark Yaratan Tek Unsur İnsan
Fark Yaratan Tek Unsur İnsan
Önder Birgül
 
Meslek Hastalıkları Kitapçığı - ÇASGEM
Meslek Hastalıkları Kitapçığı - ÇASGEMMeslek Hastalıkları Kitapçığı - ÇASGEM
Meslek Hastalıkları Kitapçığı - ÇASGEM
Ekrem CAKMAK
 
Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)
Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)
Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)Atakan Cehri
 
Accenture IWD 2018 Araştırması - Türkiye Sonuçları
Accenture IWD 2018 Araştırması - Türkiye SonuçlarıAccenture IWD 2018 Araştırması - Türkiye Sonuçları
Accenture IWD 2018 Araştırması - Türkiye Sonuçları
Accenture Middle East
 
Mahalli̇ İdarelerde İş Sağliği ve Güvenli̇ği̇ - Risk Değerlendirmesi Rehberi̇...
Mahalli̇ İdarelerde İş Sağliği ve Güvenli̇ği̇ - Risk Değerlendirmesi Rehberi̇...Mahalli̇ İdarelerde İş Sağliği ve Güvenli̇ği̇ - Risk Değerlendirmesi Rehberi̇...
Mahalli̇ İdarelerde İş Sağliği ve Güvenli̇ği̇ - Risk Değerlendirmesi Rehberi̇...
Ekrem CAKMAK
 
İSGGM TAIEX çalıştayı gerçekleştirildi. | 2022 | İSG HABER™
İSGGM TAIEX çalıştayı gerçekleştirildi. | 2022 | İSG HABER™İSGGM TAIEX çalıştayı gerçekleştirildi. | 2022 | İSG HABER™
İSGGM TAIEX çalıştayı gerçekleştirildi. | 2022 | İSG HABER™
Mehmet Erdem TOKUŞ™
 
Kurumsal Kimlik, iİmaj ve iİtibar Yönetimi
Kurumsal Kimlik, iİmaj ve iİtibar YönetimiKurumsal Kimlik, iİmaj ve iİtibar Yönetimi
Kurumsal Kimlik, iİmaj ve iİtibar YönetimiMerve Şahin
 
İş Sağlığı ve Güvenliği'nde Devletin Sorumluluğu
İş Sağlığı ve Güvenliği'nde Devletin Sorumluluğu İş Sağlığı ve Güvenliği'nde Devletin Sorumluluğu
İş Sağlığı ve Güvenliği'nde Devletin Sorumluluğu
Tugba Ozen
 
Y Kuşağını Ne Kadar Tanıyorsunuz?
Y Kuşağını Ne Kadar Tanıyorsunuz?Y Kuşağını Ne Kadar Tanıyorsunuz?
Y Kuşağını Ne Kadar Tanıyorsunuz?
Jet İstanbul
 
Big Brain of Pharma Genis Ozeti
Big Brain of Pharma Genis OzetiBig Brain of Pharma Genis Ozeti
Big Brain of Pharma Genis Ozeti
Pharma Tailor Made Services
 
İş Güvenliği Uzmanının Görevleri Nelerdir? | 2022 | BULUT AKADEMİ
İş Güvenliği Uzmanının Görevleri Nelerdir? | 2022 | BULUT AKADEMİİş Güvenliği Uzmanının Görevleri Nelerdir? | 2022 | BULUT AKADEMİ
İş Güvenliği Uzmanının Görevleri Nelerdir? | 2022 | BULUT AKADEMİ
Mehmet Erdem TOKUŞ™
 
Dünyada ve Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliği
Dünyada ve Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliğiDünyada ve Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliği
Dünyada ve Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliği
A Bugdayci
 

Similar to DİSK-İSG 1. Sayı (20)

Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdfParaşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
 
Yalinosgb.com 6331
Yalinosgb.com   6331Yalinosgb.com   6331
Yalinosgb.com 6331
 
6331 Slaytlı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kanunu - YALIN OSGB
6331 Slaytlı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kanunu - YALIN OSGB6331 Slaytlı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kanunu - YALIN OSGB
6331 Slaytlı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kanunu - YALIN OSGB
 
Spektrum Toplantıları 2013
Spektrum Toplantıları 2013Spektrum Toplantıları 2013
Spektrum Toplantıları 2013
 
Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Profili (ILO 2016)
Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Profili (ILO 2016)Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Profili (ILO 2016)
Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Profili (ILO 2016)
 
Saglik sektorundeki-trend-ve-ongoruler-nisan-2014
Saglik sektorundeki-trend-ve-ongoruler-nisan-2014Saglik sektorundeki-trend-ve-ongoruler-nisan-2014
Saglik sektorundeki-trend-ve-ongoruler-nisan-2014
 
TiGEP | Tüm İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Kurumları ve Profesyonelleri Derneği
TiGEP | Tüm İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Kurumları ve Profesyonelleri DerneğiTiGEP | Tüm İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Kurumları ve Profesyonelleri Derneği
TiGEP | Tüm İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Kurumları ve Profesyonelleri Derneği
 
Fark Yaratan Tek Unsur İnsan
Fark Yaratan Tek Unsur İnsanFark Yaratan Tek Unsur İnsan
Fark Yaratan Tek Unsur İnsan
 
Meslek Hastalıkları Kitapçığı - ÇASGEM
Meslek Hastalıkları Kitapçığı - ÇASGEMMeslek Hastalıkları Kitapçığı - ÇASGEM
Meslek Hastalıkları Kitapçığı - ÇASGEM
 
Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)
Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)
Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)
 
Accenture IWD 2018 Araştırması - Türkiye Sonuçları
Accenture IWD 2018 Araştırması - Türkiye SonuçlarıAccenture IWD 2018 Araştırması - Türkiye Sonuçları
Accenture IWD 2018 Araştırması - Türkiye Sonuçları
 
Mahalli̇ İdarelerde İş Sağliği ve Güvenli̇ği̇ - Risk Değerlendirmesi Rehberi̇...
Mahalli̇ İdarelerde İş Sağliği ve Güvenli̇ği̇ - Risk Değerlendirmesi Rehberi̇...Mahalli̇ İdarelerde İş Sağliği ve Güvenli̇ği̇ - Risk Değerlendirmesi Rehberi̇...
Mahalli̇ İdarelerde İş Sağliği ve Güvenli̇ği̇ - Risk Değerlendirmesi Rehberi̇...
 
İSGGM TAIEX çalıştayı gerçekleştirildi. | 2022 | İSG HABER™
İSGGM TAIEX çalıştayı gerçekleştirildi. | 2022 | İSG HABER™İSGGM TAIEX çalıştayı gerçekleştirildi. | 2022 | İSG HABER™
İSGGM TAIEX çalıştayı gerçekleştirildi. | 2022 | İSG HABER™
 
Kurumsal Kimlik, iİmaj ve iİtibar Yönetimi
Kurumsal Kimlik, iİmaj ve iİtibar YönetimiKurumsal Kimlik, iİmaj ve iİtibar Yönetimi
Kurumsal Kimlik, iİmaj ve iİtibar Yönetimi
 
ms_tanitim
ms_tanitimms_tanitim
ms_tanitim
 
İş Sağlığı ve Güvenliği'nde Devletin Sorumluluğu
İş Sağlığı ve Güvenliği'nde Devletin Sorumluluğu İş Sağlığı ve Güvenliği'nde Devletin Sorumluluğu
İş Sağlığı ve Güvenliği'nde Devletin Sorumluluğu
 
Y Kuşağını Ne Kadar Tanıyorsunuz?
Y Kuşağını Ne Kadar Tanıyorsunuz?Y Kuşağını Ne Kadar Tanıyorsunuz?
Y Kuşağını Ne Kadar Tanıyorsunuz?
 
Big Brain of Pharma Genis Ozeti
Big Brain of Pharma Genis OzetiBig Brain of Pharma Genis Ozeti
Big Brain of Pharma Genis Ozeti
 
İş Güvenliği Uzmanının Görevleri Nelerdir? | 2022 | BULUT AKADEMİ
İş Güvenliği Uzmanının Görevleri Nelerdir? | 2022 | BULUT AKADEMİİş Güvenliği Uzmanının Görevleri Nelerdir? | 2022 | BULUT AKADEMİ
İş Güvenliği Uzmanının Görevleri Nelerdir? | 2022 | BULUT AKADEMİ
 
Dünyada ve Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliği
Dünyada ve Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliğiDünyada ve Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliği
Dünyada ve Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliği
 

DİSK-İSG 1. Sayı

  • 1. İÇİNDEKİLER 3 7 27 35 39 44 Başyazı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Omurgayı Oturmak Doç. Dr. Gürkan Emre Gürcanlı Yaşamsal Bir Sorun Olarak İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği S. Murat Çakır Kadınlar İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinin Neresinde? Sinem Derya Çetinkaya Madencilikte Taşeron ve Güvencesiz Üretim ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Uygulamaları Tevfik Güneş Konfederasyonumuzun 13 Bölge Temsilciliği Kapsamında Yönetici ve Temsilcilerin İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi ve Uygulama Kapasitelerinin Geliştirilmesi Projesi Final Raporu (YEREL SÜRELİ YAYIN) YIL: 2016 l SAYI: 1 BASIM TARİHİ: AĞUSTOS 2016 DİSK YÖNETİM KURULU Kani Beko Arzu Çerkezoğlu Cafer Konca Cemal Poyraz Alaaddin Sarı Kanber Saygılı Mustafa S. Yahyaoğlu Genel Başkan Genel Sekreter Genel Başkan Yardımcısı Genel Başkan Yardımcısı Yönetim Kurulu Üyesi Yönetim Kurulu Üyesi Yönetim Kurulu Üyesi İŞÇİ SAĞLIĞI ve İŞ GÜVENLİĞİ BÜLTENİ DİSK ADINA SAHİBİ Arzu Çerkezoğlu SORUMLU YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ Av. Necdet Okcan YÖNETİM YERİ Dikilitaş Mah. Eren Sk. No: 4 Beşiktaş/İSTANBUL TEL: (0212) 291 00 05 - 06 FAKS: (0212) 240 42 09 EMAİL: disk@disk.org.tr www.disk.org.tr BASKI Yele Ofset 2. Matbaacılar Sitesi 4NA30 Topkapı/İSTANBUL
  • 2.
  • 3. Yeni bir yayın çıkarmanın he- yecanıyla merhaba.. Bilindiği gibi işçi sağlığı ve iş gü- venliği alanı çalışanlar için çok önemli bir alandır. Halk sağlığı, sosyal refah, sosyal güvenlik ve kalkınmayla doğrudan ilişki için- dedir. Çalışanların üretim içinde bulun- duğu ortam ve koşullar, sağlık ve güvenlik açısından, sürekli bir iyi- leştirmenin temel alanı olmak du- rumundadır. Diğer bir deyişle, iş- çi sağlığı ve iş güvenliğine tavizsiz önem verilmesi, tutarlı ve sistemli bir çaba gösterilmesi, sadece ça- lışanların değil, aynı zamanda ya- şanılan toplumsal yapının refahı açısından da stratejik bir öneme sahiptir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanın- da yeterli ve kalıcı sonuçlara ula- şabilmek için, çalışma ortam ve koşullarından kaynaklanan ya da bununla bağlantılı olarak mey- dana gelen kazaları, hastalıkları ya da sağlıkla ilgili diğer sorunları önlemeye dönük ulusal düzeyde sistematik bir politikanın yaşa- ma geçirilmesi zorunludur. Tehli- ke ve riskleri ortadan kaldırmayı hedefleyecek bu yaklaşım, kaza ve hastalıkların neden olduğu yı- kımları azaltacak, iş ile ilgili ortam ve koşulları iyileştirecektir. Dolayı- sıyla birleşik ve tutarlı bir strateji hem ülke açısından maddi ve ah- laki, hem de uluslararası düzeyde ciddi olumluluklar yaratacaktır. Ama ne yazık ki, dünyada ve ül- kemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yaşananlar çalışanlar için bir kabus olmaya devam etmek- tedir. Meselenin teknik bir boyu- ta indirgenmesi ya da üretkenlik kaybı olarak ele alınması bu alan- da yaşanan sorunların giderek derinleşmesinin önüne geçeme- mektedir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği, kapi- talist üretim tarzının birikim sü- 3 BAŞYAZI DİSK olarak uzun yıllardır İSG alanında vermiş olduğumuz siyasal, ideolojik ve teknik mücadeleyi daha kalıcı ve sistemli hale getirmek için düzenli bir yayın anlayışımızı hayata geçirmek üzere önemli bir adım atmış bulunuyoruz.
  • 4. reçlerinin doğrudan etkilediği bir alandır. Sömürü ilişkileri ne kadar vahşi ve dizginsiz olursa, iş cina- yetlerinde de bir o kadar vahşet yaşanmaktadır. Dünya ölçeğinde her yıl ILO verile- rine göre 250-275 milyon iş kazası yaşanmakta; 160 milyon meslek hastalığı vakası gözlemlenmek- te ve 2 milyonun üstünde çalışan hayatını kaybetmektedir. Kayıtdı- şılık, kölece çalışma biçimleri, ço- cuk işçiliği sorunları ise bu vahşi sömürü düzeninin en belirgin ya- nını bize göstermektedir. Ülkemizde, 2000’li yıllardan itiba- ren önce özelleştirmelerle ve da- ha sonra taşeron ve güvencesiz çalışma biçimleriyle kendini gös- teren kapitalist birikim rejimi işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki sorunları derinleştirmiştir. Özellik- le inşaat ve maden sektörlerinde ortaya çıkan kitlesel iş cinayetle- ri toplumsal yapıda ağır travma- lara neden olmaktadır. Böyle bir kalkınma modelini kabul etmek mümkün değildir. Sendikal yapıların giderek zayıf- latıldığı bir süreçte, işyerlerinde etkin bir denetim yapılamamak- tadır. Mevcut sistem çökmüş du- rumdadır ve siyasal iktidar bu sistemi yenileyebilecek adımla- rı atmaktan ısrarla kaçınmakta- dır. Yapılan düzenlemeler sorunu çözmek yerine daha da derinleş- tirmiştir ve alanın kendisini piya- saya açmış durumdadır. Bu çerçevede, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında sendikala- ra önemli görevler düşmektedir. Sendikalar için bu alan artık temel bir mücadele ve örgütlenme alanı olarak görülmelidir. Nasıl ki, ücret ve sosyal haklarda mücadele edi- liyorsa, yaşamımızı ve geleceğimi- zi yok eden çökmüş bir işçi sağlı- ğı ve iş güvenliği sistemine karşı mücadele de başat hale gelmiştir. DİSK olarak uzun yıllardır İSG ala- nında vermiş olduğumuz siyasal, ideolojik ve teknik mücadeleyi da- ha kalıcı ve sistemli hale getirmek için düzenli bir yayın anlayışımızı hayata geçirmek üzere önemli bir adım atmış bulunuyoruz. İlk sayımızda, geçmişte sözlü ola- rak yaratmış olduğumuz kavram- sal tartışmayı dergimize taşıyarak temel bir dil ve söylem birliği ya- ratmayı düşünüyoruz. Doç. Dr. G. Emre Gürcanlı, değerli yazısında bu kavramsal tartışmayı oldukça açık bir şekilde yürütüyor.Kapita- list üretim, hukuk ve İSG alanındaki nesnel ilişkiyi gözler önüne seriyor. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinden Murat Çakır “Yaşam- sal Bir Sorun Olarak İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” yazısında sendikala- rın mücadele pratiklerini ve mes- lek oda ve birliklerinin, sendika- ların ve diğer demokratik kitle örgütlerinin ortak oluşturduğu İs- tanbul İSG Meclisinin yapısını, mü- cadelesini ve çalışma süreçlerini bize aktarmaktadır.4
  • 5. DİSK/Birleşik Metal İş Sendikası İSG Dairesi Uzmanı Sinem Derya Çe- tinkaya üretim ortamında kadın- ların karşı karşıya kaldığı işçi sağ- lığı ve iş güvenliği sorunlarını ele alıyor ve bu olumsuzluklarla baş edebilmenin potansiyel olanakla- rını tartışıyor. Diğer bir konumuz 2015 yılında yapmış olduğumuz İSG eğitimle- ri.Yönetici, temsilci ve ileri işçileri- mizin katıldığı bu eğitimler 13 böl- gede planlandı. Ama ne yazık ki, ülkemizin içinden geçtiği kaotik süreç nedeniyle bazı bölgelerde bu eğitimi gerçekleştirme imkanı bulamadık. Ama yine DİSK olarak, bir ilki ger- çekleştirerek İSG ve kadın işçi- ler eğitimini bütün illerden gelen temsilci arkadaşlarımızla merkezi olarak gerçekleştirdik. 90’ın üze- rinde kadın arkadaşımızın katıldığı eğitim 2 gün sürmüş ve oldukça verimli geçmiştir. Önümüzdeki dönem bu eğitim- leri yaygınlaştırarak sürdürmeyi planlıyoruz. 27 şehirde özellikle taşeron işçilerin İSG alanında ya- şadığı sorunları ele alarak çözüm önerileri üretmeyi ve bu temelde örgütlenmenin pekiştirilmesinin önemli olduğunu görüyoruz. Bu vesileyle DİSK olarak, yeni dö- nemde, ölümlü iş kazalarının azal- tılması ve meslek hastalıklarının görünür kılınması çabasını arttıra- rak sürdüreceğimizi ifade ediyor, bütün emekçiler için sağlıklı ve güvenli bir yıl diliyoruz. 5
  • 6. 6
  • 7. 7 Oldukça iddialı bir başlık gibi görünebilir, ancak bu yazı- da bu alanda daha verimli tartış- ma ve mücadele edebilmek için bazı kavramların ve anlayışların yerli yerine oturtulması amaçlan- maktadır. Sınıfsal bakış açısının yalnızca “işçi haklarını savunma” düzleminde değil, üretim ilişkile- ri içinde işçilerin varoluş süreçle- rinin de ortaya konulmasıyla ger- çekleşeceğinin altı çizilmelidir. Giriş Kapitalist emek süreci, yalnızca üretim ilişkilerinin yeniden üre- tim alanını içermez, aynı zaman- da siyasal ve ideolojik süreçleri de içerir. İşyerinde üretilmekte ve yeniden üretilmekte olan, teknik ve toplumsal ilişkiler ancak verili durumda o ülkedeki sınıfsal ilişki- ler ve ekonomi politik bağlamın- da anlaşılabilir. Sözgelimi her gün onlarca inşaat işçisi yaralanır, en az bir iki işçi kardeşimiz ölürken “baret takmadı, kemer kullanma- dı” değil, “bu projeler neden bu kadar hızlı ve yangından mal ka- çırırcasına yapılıyor” sorusu ay- dınlatıcı olacaktır. Bir diğer nokta ise tamamen mü- cadeleye ilişkin ve altı defalarca çizilmelidir: Sermaye sınıfı, üre- tim süreçlerinde işçi sınıfı ile üc- ret pazarlığı yapabilir, ücretler ve sosyal haklar üzerinden tartışa- bilir, ancak üretimin kendisi, üre- tim teknikleri, üretimin yapısı ve tüm bunlarla ilişkili olarak çalış- ma koşulları sermaye açısından dokunulmaz bir alandır. Bu do- kunulmaz alanda, işçi sağlığı ve iş güvenliği de dokunulmaz hale gelmekte, emek süreçlerinin do- ğasından kaynaklanan ve işçileri neredeyse kitlesel olarak katle- den karar alma süreçleri tama- men sermaye tarafından belirlen- İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği’nde Omurgayı Oturmak Doç. Dr. Gürkan Emre Gürcanlı İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yürütülmesi gereken mücadele, işyerlerinde, yaşadığımız alanlarda bire bir, yüz yüze örgütlenmeyi ve gündelik mücadele biçimlerini zorunlu kılmakla birlikte, zihinlerimizdeki pek çok düşünceyi de kırıp, sıfırdan yeni bir bakış açısını da gerektirmektedir.
  • 8. 8 mektedir. Gidip Soma örneğine bakılabilir; tartışmaların rödovans sistemi, AKP İlçe Teşkilatı-Sarı Sendika-TKİ-Soma Maden Şirke- ti dörtgeninden çıkarılıp “gerekli önlemler alınsaydı” noktasına in- dirgenmesi, derdimizi anlatmak için iyi bir örnektir. “Emeğin korunması”, “emeğin sağ- lığı” veya güncel tabiriyle “işçi sağ- lığı ve iş güvenliği” alanının yeni- den düzenlenmesi ve sermayenin geriletilmesi ancak ciddi sınıf mü- cadelelerinin sonucudur. Zira bir yanda emek, ekonomik haklarının yanı sıra, insanca çalışma koşulla- rı talep ederek sermayenin kar- şısına çıkar ve onun için en kârlı olan üretim yapısını değiştirmeye zorlar. Sermaye ise bu alanı do- kunulmaz ilan eder, yasal düzen- lemelere boğar, devletin bu alana müdahalesini mümkün olduğun- ca en aza indirmeye çalışır ve işin özünde istediği gibi davranmak is- ter. Bu alanın dokunulmaz olması- nın en büyük nedenlerinden birisi de, doğrudan varolan düzenin sor- gulanmasını da beraberinde ge- tirecek olmasıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine bir de bu açıdan bak- mak gerekir. Bir başka ifadeyle, sermayenin istediği düzeyde üret- kenlik için asgari düzeyde işçi sağ- lığı ve iş güvenliği yeterlidir. Bunun ötesini talep etmek sermaye açı- sından kabul edilemez. “Biz başka alem isteriz” diyenlerin en temel mücadele başlığı olmalıdır, olmak zorundadır... Önce konunun adını koyalım İş Sağlığı değil, İşçi Sağlığı İş Sağlığı kavramı gerek Türkçe açısından gerekse de bizim bakış açımızdan yanlıştır. Zira öncelikle burada “sağlık” sözcüğünün an- lam kayması olmaktadır. “İşi sağ- lıklı bir şekilde yapmak” dediği- mizde sağlık (health) anlamından kayma yaşanır. “Aman sağ sağ- lim bitirelim şu işi” gibi bir anlam farklıdır, bir işin gerçekleştirilmesi sırasında o işi yapan kişilerin sağ- lıklarına odaklanmak çok daha farklıdır. İngilizce’de iki farklı ifa- deye rastlanır Health and Safety at Work (İş- te Sağlık ve Güvenlik) Occupational Heath and Safety (İşle İlgili Sağlık ve Güvenlik, ki biz buna İSİG diyoruz) Örneğin ABD’de 1970 yılında çı- kan yasanın ismi “Occupational Safety and Health Act” iken, 1974 yılında İngiltere’de (ve Common- wealth ülkelerindeki kullanım olarak) çıkan yasa Health and Sa- fety at Work. Avrupa Birliği’nde konuşulan pek çok dilde, Latin dillerinde (İspan- yolca, İtalyanca, Portekizce) ve Commonwealth ülkelerinde ge- nel kabul görmüş kullanım var: Saude e segurança no trabalho (İşte Sağlık ve Güvenlik) Sante et securite au travail (İş- te Sağlık ve Güvenlik)
  • 9. 9 Çok genelleştirmemek kaydıyla şu söylenebilir, AB metinleri ge- nellikle “İşte Sağlık ve Güvenlik” kullanırken, ILO metinlerinde ve genel olarak ABD’de “Occupatio- nal Health and Safety” daha yay- gın kullanılmaktadır. Özetle, “iş sağlığı” yanlıştır, tama- men dilimizden çıkarmamız ge- rekmektedir ve her yerde her ortamda “işçi sağlığı” denmeli- dir! “İşte sağlık” demek isterseniz yanlış olmayacaktır, ancak bugü- ne kadar böyle bir kullanım ol- madığı, yerleşik olmadığı için bi- raz zorlama olacak ve bir anlam ifade etmeyecektir. İşçi Güvenliği değil İş Güvenliği Başına işçi koyduğumuz zaman sınıfsal veya daha radikal bir kav- ram haline geldiğini söylemek yanlış olacaktır. Güvenlik (İngiliz- cede security ve safety ayrılmak- tadır, bizde genel olarak emniyet veya iş güvenliği şeklinde iki- ye ayrılabilir) yalnızca işçi odaklı düşünülemez. Zira “işçi” güvenli- ği dediğimizde kavramın kapsa- yıcılığını azaltır ve işçiye odakla- nırız. Bu da bizi bir şekilde işçiyi koruma, işçiyi kişisel olarak ko- ruma, işçiyi kişisel koruyucular- la koruma noktasına getirecek- tir. Bilimsel olarak “iş güvenliği”ni sağlamak “kapitalist iş”in düzen- lenmesi açısından bakıldığında bi- le üretim tekniklerinden, kullanı- lan malzemelerin seçimine kadar pek çok hususa odaklanmak zo- runda olup, “iş güvenliği” sağlana- rak “işçinin de güvenliği” sağlan- mış olur. Biraz açalım. İşyerlerindeki risklere biraz yo- ğunlaştığımızda, her türlü üretim sürecinin kendine has riskler ba- rındırdığı görülecektir. Kimyasal- lar, tozlar, yüksekte çalışma, ke- sici batıcı cisimler, elektrik, farklı farklı makinaların kullanımı hep- si de işçileri tehdit eder. Güven- li bir çalışma için “İşçiler eğitimsiz ve verdiğimiz kişisel koruyucuları kullanmıyorlar (baret, gözlük, el- diven, emniyet kemeri gibi)” söy- lemi riskli çalışma ortamlarında belki de söylenecek en son hu- suslardan birisidir. Zira iş güven- liği uzmanları açısından riskleri önleme hiyerarşisinde en önemli husus “ortam”ın değiştirilmesi ve güvenli hale getirilmesidir. Kuşku- suz biz bütünsel ve sınıfsal bir ba- kış açısıyla olaya bakmak duru- mundayız. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği den- melidir Burada artık bütünleşik bir kav- ram söz konusu. Burada “Occu- pational Health and Safety”nin karşılığı olarak bu kavramı kul- lanıyoruz. “Mesleki Sağlık ve Gü- venlik” veya “İşle İlgili Sağlık ve Güvenlik” desek belki daha “doğ- ru” olur denebilir. “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” yerleşik, anlaşılır ve kapsayıcı bir kavramdır. Öte yan- dan 1973 ve 1974 yıllarında çıkan tüzüklerimizden bugüne hep kul-
  • 10. 10 lanılagelmiştir. O bakımdan bu kavramı da değiştirmek (İş Sağ- lığı ve Güvenliği veya İşçi Sağlı- ğı ve Güvenliği) bence doğru ol- mayacaktır. Burada bazı sendika eğitimlerinde ve toplantılarında rastladığım bir hususun altını çi- zeyim, bazen bazı sendikacı ar- kadaşlar “iş güvenliği deyince işin sermayenin güvenliği diyorlar, biz işçinin güvenliğini istiyoruz”. Haklı ve doğru olmakla birlikte kavra- mın başına “işçi” koyduğumuzda daha sol, daha radikal ve sınıfsal bir kavram oluverir anlayışı doğ- ru değil, o bakımdan yukarıda uzun uzadıya açıklamaya çalış- tığım gibi, işçinin sağlığı, işin gü- venli bir ortamda, kapitalist işin ya tamamen ortadan kaldırılma- sı ya da kapitalist işin sınıf mü- cadeleleriyle mümkün olduğun- ca “sıkıştırılması” ile güvenli hale getirilmesiyle sağlanır, bu da iş güvenliğidir. İş Cinayeti mi İşçi Cinayeti mi? Şöyle bir yanılsama olmasın, san- ki “iş cinayeti” egemen sermaye söylemidir de biz buna karşı “iş- çi cinayeti” kavramını kullanma- lıyız gibi bir şey anlaşılmamalı. “İşçi cinayeti” dediğimizde kav- ramın kapsayıcılığını azaltırız ve öte yandan sınıfsallıktan da uzak- laşmayız. Burada zaten “cinayet” kavramını egemen dile neredey- se bir mızrak gibi saplayanlar, bu alanda yıllardır mücadele eden iş- çiler, sendikacılar, akademisyen-
  • 11. 11 ler, iş müfettişleri, tabipler, mü- hendis, mimar ve her alandan teknik elemanlar olmuştur. Dola- yısıyla ortada zaten küçük de olsa bir kazanım vardır ve “iş cinayeti” kavramı bizim kavramımızdır. “İş cinayeti” dediğimizde, cinayete, bir başka ifadeyle işçinin ölümü- ne veya yaralanmasına yol açan süreçlerin “iş” ile ilgili olduğunu, işten, daha doğrusu kapitalist iş- ten kaynaklandığını vurgularız. Bi- raz daha açarsak “kapitalist iş sü- reçleri” “cinayet” işlemektedir. Bu başlangıç noktasını koyunca za- ten tüm bir toplumsal sistemin eleştirisi ardından gelecektir. İş cinayeti kavramını farklı dille- re çevirmek ise o kadar kolay de- ğildir. Bu konuda farklı görüşler mevcut olup, hepsi doğru olabi- lir hepsi yanlış da olabilir, aşağı- da ayrıntılandırılacaktır. Örneğin Devrimci İşçi Sendikaları Konfede- rasyonu (DİSK) “Occupational Mur- der” olarak çevirmiştir. Konuyla ilgili mücadele eden pek çok aka- demisyen ve aktivistin “iş cina- yeti” kavramını İngilizceye çevi- rirken verdikleri yanıtlar aşağıda bulunmaktadır: • industrial murders • occupational murder (DİSK bu şekilde kullanmış) • murder at work • corporate crimes  • labour murders • occupational homicide • corporate manslaughter • corporate murder • employee murder • labor homicide Hangisi doğrudur kesin bir şey söyleyebilmek mümkün değil- dir. Zira doğrusunu bilebilmek için de İngilizce konuşulan bir coğraf- yada kapitalizme ve onun yarat- tığı yıkıma (nesnellik) karşı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği mücade- lesi vermek (öznel müdahale) ve kavramlarını yaratmak olduğu gerçeğinin altı çizilmelidir. Sözge- limi iş cinayetlerine karşı müca- dele eden Liverpool liman işçileri ne diyorsa bizim için de doğrusu odur! Şu önemlidir; “iş cinayeti” kavramı Türkiye sosyalist hare- keti ve işçi sınıfı hareketinin bi- ze hediye ettiği bir kavramdır! Bu hediyenin başımızın üzerinde ye- ri vardır ve “işçi cinayeti” diyerek kavramı değiştirmek daha radikal bir anlam ifade etmemekte, üs- telik anlam kaymasına da yol aç- maktadır. “Kazaların yüzde98’i önlene- bilir” galat-ı meşhuru… Pek çok sendikacının, uzmanın ve hatta akademisyenin kullan- dığı bu ifade yanlıştır. Bu aslın- da bir galat-ı meşhur’dur diyebi- liriz. Galat-ı meşhur, kelime veya deyimlerin yaygın olarak yanlış bir biçimde kullanılması sonucu, doğrusunun yerini alması hali- dir. “Herkesin doğru bildiği yanlış”
  • 12. 12 denebilir. Biz kaza kavramını bi- le reddederken, böyle bir ifadeyi kullanmak bile son derece yan- lıştır. “İş kazası mı cinayet mi?” tartış- masının çok eskiye gittiği söylene- mez. Hatta bir açıdan bakıldığında “cinayet” çok ağır bir ifade olarak görülebilir, daha çok bir “slogan” olarak algılanabilir. Bu tartışmada hala doldurulmamış pek çok boş- luk olmasının nedeni, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun, kapi- talist sömürü mekanizmalarında- ki yerine dair tartışmaların ye- tersiz ve kısıtlı olmasındandır. Bu tartışmalarda ana ekseni oluştu- ran iki kavram meslek hastalıkla- rı ve iş kazalarıdır. “İş kazası” kav- ramının, yerli yerine oturtulması ve gündelik siyasette “iş cinaye- ti” kavramıyla örtüştürülmesi, salt siyasal değil aynı zamanda felse- fi bir tartışmayı da gerektirmek- tedir. Ayrıca vurgulanması ge- reken bir başka husus ise genel olarak kapitalist toplumda kabul gören kaza ile iş kazası kavramı- nı birbirinden ayırarak tartışmak gerektiğidir. Zira, “iş kazası” bel- li bir hedefe dönük olarak örgüt- lenmiş (kapitalist üretim) bir iş örgütlenmesi içinde ve aynı za- manda o işin yapılması için top- lumsal örgütlenme boyutunun da etkisiyle gerçekleşen olaylar zin- ciridir. “Kaza, kader, bu işin doğa- sında var” gibi kavramların, sıkça dillendirildiği, dinci gericiliğin her alana nüfuz ettiği ülkemizde, “iş kazası”, “kaza” ve “toplumsal ya- rar” kavramlarını tartışmak, tar- tıştırmak ve bir arada düşünmek işçi sınıfı mücadelesinde önemli bir yere işaret edecektir. İşçi sını- fının üretim sürecinde karşı karşı- ya kaldığı yaşamsal risklere dair bir tepki üreterek, bu tepkiyi sınıf örgütlenmesine tahvil edebilmesi için gereken kavramsal altyapının oluşturulması önemlidir. Kısacası kapitalist üretim sürecinde “fay- da-maliyet” ölçütlerinden birisi olarak değerlendirilen işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki mü- cadelenin, sınıf mücadelesinin bir parçası olması gerekmektedir.  Sözü edilen galat- meşhur kazala- rının yüzde 98’inin önlenebilece- ğidir. Bu nereden çıkmıştır? yüzde 2 kesinlikle önlenemez mi? Biraz üzerinde duralım bakalım, aksi takdirde her şeyi o yüzde 2’nin
  • 13. 13 içine sokan ve buna “kaçınılmaz- lık”, “kader”, “beklenmedik olay”, “kötü talih” diyenlerin tarafında olmak son derece kolaydır. Bu ve- rilerin bilimsel dayanaklarına iliş- kin konu ile ilgili epidemiyolojik araştırmaları, Uluslararası Çalışma Örgütünün raporlarını, Avrupa İş Sağlığı ve Güvenliği Ajansının ra- porlarını, Amerikan Ulusal Mesleki Sağlık ve Güvenlik Enstitüsü’nün raporlarını değerlendirmeye ça- lıştığında yukarıdaki veriyi doğ- rulayan bir kaynağa ulaşmak mümkün değildir. İş kazalarının bir bölümünün önlenemez oldu- ğu sonucuna bizi götürebilecek yaklaşımın kaynağı iş kazalarının hangi faktörlerin etkileşimi so- nucu ortaya çıktığını açıklamaya dönük teorilerden en eski ve ta- rihsel olanı olabilir. 1930’larda ta- nımlanan Domino Yaklaşımı ka- zaların yüzde 88’ini insanların güvenli olmayan davranışlarına (güvensiz hareket), yüzde 10’unu güvenli olmayan eylemlere (gü- vensiz koşullar) bağlarken; geri- ye kalan yüzde 2’sinin ise “Allahın işi-takdiri” “Acts of God” olduğu- nu varsayıyordu. Böylelikle yüz- de 2’sinin nedeni açıklanamayan iş kazalarının önlenebilirliğini tar- tışmak da mümkün olamayacak- tır. “Tahmin edilemezlik”, “bek- lenmeyen olay”, “kader”, “takdir-i ilahi”... Mutlaka insanın müdaha- le edemeyeceği bir alan olduğu varsayıldığında çok güzel bir ka- çış noktası yaratılmaktadır. Bu- na bir de “iş kazaları ve meslek hastalıkları”nın üretim sürecin- de doğal olaylar olarak görülme- si gerektiği şeklindeki sermaye ideolojisi eklenince tablo tamam- lanır. Burada “kötü talih” veya “kaçınılmazlık” ilkeleri son dere- ce tehlikeli kavramlardır ve her halükârda karşımıza çıkmaktadır. Hatırlarsak, Türkiye Taşkömürü Kurumu Kozlu Müessesesi’nde 8 işçinin yaşamını yitirdiği me- tan gazı patlaması olayın- da bilirkişi heyetlerinden birisi “kaçınılmazlık”tan söz etmişti. “İş kazaları”nın kaçınılmazlığı aynı zamanda hukuki bir tabirdir, sa- dece bizim hukuk sistemimizde değil dünyada da hukuksal mü- talaalarda yer almaktadır. Bilim- sel ve teknolojik gelişmeler, her türden “iş kazası”nı önleyebile- cek teknolojinin, üretim teknikle- rinin, üretim (iş) örgütlenmesinin gerçekleştirilebilmesine olanak sağlayacak düzeydedir. Koşulları değiştirmeden ve iyileştirmeden, bilim ve teknolojinin olanaklarını insanlık için kullanmadan, “kaçı- nılmazlık” veya “kötü talih” kav- ramlarına sığınmak, aslında kitle- ler nezdinde hakim olan geri ve idealist düşünme eğilimlerine (di- nin de etkisiyle) sığınarak, bur- juva ideolojisini en geri zeminde yeniden üretmektir. Öte yandan bilim ve teknolojiye “tapınmak”, her işin en doğrusunu “mühen- disler, teknik adamlar” bilir, hata varsa zaten işçinindir demek de,
  • 14. 14 19. yüzyıl sonlarında görülen ve hâlâ izleri olan bir eğilimdir. Ka- çınılmazlık ve kötü talihten sonra sıra yine “işçi hatası”na gelmekte- dir. “İstenmeyen, beklenmedik” olay anlayışına bir de “kaçınılmazlık, tahmin edilemezlik” eklemek için dönüp bir yerlerden referans al- mak gerekir kuşkusuz. Bu ko- nuyla ilgili tüm kitaplarda ve ya- zılarda Heinrich’in 1931 yılındaki çalışması yer alır. Yukarıda be- lirtilen yüzde 98 ve yüzde 2 me- selesini literatüre sokan Heinrich olmuştur. Heinrich’in “domino teorisi” veya daha doğru bir ifa- deyle “domino modeli” kazaya neden olan süreçleri doğrusal sü- reçler olarak tarif eder ve sosyal çevre/atadan gelen özellikler, ki- şinin hatası, güvensiz davranış- lar, mekanik ve fiziksel tehlike- ler, kaza ve yaralanma şeklinde birbirini etkileyen domino taşları varsayar. Bu modelin en önem- li özelliği modelin tam da mer- kezine “insan hatası”nı koyma- sıdır. Bu görüşünü desteklemek için Heinrich, 75 bin tazminat/si- gorta talebini incelemiş, bu ince- ledikleri dosyalarda ise yüzde 88 oranında kişilerin güvensiz davra- nışları, yüzde 10 mekanik ve fizik- sel koşullardan kaynaklı, yüzde 2 de önlenemez kaza olduğunu be- lirtir. Hemen akla şu gelmektedir: Tazminat/sigorta davalarına kim bakmaktadır? Karar alma süreç- leri nasıl verilmektedir? Hukuksal süreçler egemen sınıfın çıkarına kararlar vermemekte midir? Kaza raporları kimler tarafından, han- gi bakış açısıyla hazırlanmakta- dır vs. vs. Teknoloji, bilgi, organi- zasyon, toplum, değerler ve diğer pek çok şeyi değişen bir toplum- da değişime tabidir. Ancak, me- sele iş kazalarını önlemeye geldi- ğinde çoğu uzman ve uygulayıcı hala domino modeline inanmak- tadır. Domino modeli sonrasında bu yazının sınırlarını aşacak sayı- da ve kapsamda pek çok model ortaya konmuş ve işyerlerindeki ölüm ve yaralanmaların neden- leri irdelenmiş, ciddi bilimsel da- yanakları olan kuramlar ortaya konmuştur. Bu kuramların ortak özelliği üretim sürecini bir sistem olarak ele almaları, bu sistemi de toplumsal sistemin bir alt sistemi olarak görmeleri ve incelemeleri- dir. Ama hala 1931 yılındaki kaza nedensellik modeli neden kulla- nılıyor diye sormak, neden kader, fıtrat, kaçınılmazlık kavramları işin içine giriyor diye sormaktan farklı değildir. “Önlemek ödemekten ucuz- dur” galat-ı meşhuru İşyerlerinde gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini alırsak daha kârlı bir iş mi yaparız? İş ka- zalarına dair yapılan çalışmalarda veya bu konuyla ilgilenen özel- likle mühendislerin vurguların- da hep belirtilir: “Önlemek kaza- lardan kaynaklanan zararlardan
  • 15. 15 çok daha ucuza gelir.”, “İş güven- liği ekonomi sağlar!”, “İş güvenliği kazandırır” derken, aslında şunu da demiş oluruz: “ekonomik ol- mayan koşullarda iş güvenliği ön- lemleri alınmayabilir, çünkü pa- halıdır!” Bazı iyi niyetli araştırmacılar ser- mayeyi ikna etmek, sonuçta bir- kaç kişi dahi olsa insanların ya- şamını kurtarmak açısından işin bu boyutunun gösterilmesi ge- rektiğini savunur. Ama büyük bir çoğunluk işçilerin ölüm ve yara- lanmalarına maliyet kalemi ola- rak bakar, sonuçta bu bakış açısı ideolojik bir bakış açısıdır ve ta- mamen ekonomik rasyonaliteyle hareket etmektedir. Olayı “önle- me” boyutuyla ele alması açısın- dan da yetersizdir, ki yalnızca iş- yeri bazında önlemler ve bunların maliyetlerini ele almaya çalışan bir bakış açısıdır. Bu bakış açısıy- la ilgili gözden kaçmaması gere- ken bir nokta daha vardır: İşin ekonomik boyutuna sürekli vur- gu yapmanın bir adım ötesi dev- letin sürece müdahalesini gerek- siz görmek, sermayenin önünü tıkamaya çalışmakla suçlamak olacaktır. Britanya’da açık deniz petrol sahalarının, ülke ekonomi- sini kurtaracak bir sektör olduğu- nu savunan da sermaye sınıfıdır, Türkiye’ye geldiğimizde, hidroe- lektrik santrallerin kolaylıkla inşa edilmesi için hukuksal engeller, Çevre Etki Değerlendirme rapor- ları alınması şartları, kamu yararı ve benzeri pek çok engel kaldırı- lırken alkışlayanlar da... Ülkemizin gelişmesi, büyümesi için “ölüm, madencilik mesleğinin kaderin- de vardır” da diyebilir veya “inşa- at bu ülkenin lokomotifidir” sözü- nü binlerce kez söyleyip, ölüm ve yaralanmaları önemsizleştirebilir- siniz... Ekonomik rasyonaliteyle bakan “önlemek ödemekten ucuzdur” veya “iş güvenliği kazandırır” ba- kış açısına göre, bir işyerinde ölüm ve yaralanmalar sonucunda gerçekleşecek aşağıdaki maliyet- ler ile işçi sağlığı ve iş güvenliği il- keleri karşılaştırılır, buna göre 1. Ölüm ve yaralanma sonucu ödenecek tazminat, 2. İşyerinin kapatılması, 3. İşin kısa veya uzun bir süre dur- ması, 4. Şirketin itibarının sarsılması, yeni işler/ihaleler alamaması 5. Diğer çalışanların moral ve mo- tivasyon düşüklüğü 6. Mahkeme masrafları vb. pek çok maliyet kalemi, işveren- lere “ah keşke gerekli önlemleri alsaydım” dedirtmek için sıralanır. Peki, sadece Türkiye’de değil, dün- yada da, işçi sağlığı ve iş güvenli- ği önlemlerinin alınması madem kazandırmakta, önlemek madem çok daha ucuz olmaktadır, neden sermaye daha kârlı olan yolu seç- memektedir? Soruyu hemen ya-
  • 16. 16 nıtlayalım, işçi sağlığı ve iş güven- liği önlemlerini almak sermaye açısından bir maliyet kalemidir ve bu maliyet kalemi ile ölümler ve yaralanmaların maliyeti kıyaslan- dığında her zaman ikincisi daha düşük olacaktır. Ne kadar düşük olacağını, o ülkedeki sınıf müca- deleleri, bu mücadelelerin belirle- diği hukuk sistemi, çalışma rejimi belirleyecektir. Tuzla’da bir tersa- nede yaşamını yitiren işçinin aile- sine 30 bin TL kan parası vermek sermayeye çok fazla koymaya- caktır, ama İngiltere’de tazminat- lar biraz can sıkıcı olabilir. Diyelim ki önlemek daha ucuzdur ilkesiyle hareket ettik ve o şirke- te muhtemel başına gelecek ka- zaları önleyerek, bu kazalardan kaynaklanabilecek maliyetlerden çok daha düşük, ama normalden daha fazla bir miktarda işçi sağlı- ğı ve iş güvenliği harcamaları ya- parak kâr sağladık. Patronu ikna ettik ve tüm üretim süreçlerinde bunu hayata geçirdik. Soru şu; bu kâr artışı işçilere yansıdı mı? İşçi- lerin ücretleri mi arttı, sosyal hak- ları mı arttı? Yoksa, işçiye “zaten seni kazadan beladan kurtardık, daha ne istiyorsun” denmesi ye- terli mi olacaktır? Gelişkin kapitalist ülkelerde şir- ketler, işçi sağlığı ve iş güvenliği- ne çok daha fazla harcama yap- maktalar. Bunun temel nedeni, devlet tarafından verilecek ceza- ların büyüklüğü ve işçilere öden- mesi muhtemel tazminatların boyutu. Kimse “iş güvenliği kül- türü” gibi masallar anlatmasın, eğer böyle bir kültür oluşmuşsa da tamamen işçi sınıfının bedel- ler ödeyerek elde ettiği kazanım- lar sayesinde oluşmuştur. İşçi sı- nıfı mücadeleleri daha sıkı ve sert yasal mevzuatın oluşturulmasına katkıda bulunmuş, örgütlü işçile- rin mücadeleleri sonucu daha sı- kı devlet denetimi yapılmış, bir sı- nıfın zorlaması sonucu diğer sınıf taviz vermek zorunda kalmıştır! Tüm bu süreçleri aynı zamanda kendisi için kârlı hale getirmeye çalışan özellikle emperyalist ül- kelerin sermaye sınıfları da, ken- di ülkelerinde başta “geleneksel” üretim süreçlerinde olmak üzere işi gerçekten sıkı tutmuştur, çün- kü kâr etmektedir! Peki şunu diyebilir miyiz: “O za- man işçi sınıfı mücadele ettiğin- de, hem işçiler hem de sermaye kazanıyor öyle değil mi?” Öyle de- ğil! Hemen ardından şu soruları sorma hakkını kendimizde bula- biliriz “sermaye neden esnek ça- lışmayı asli çalışma sistemi haline getirmek için 40 yılı aşkın süredir acımasızca savaşıyor?” veya “ser- maye neden taşeron sisteminden çok memnun?”, hemen bir başka soru “güvenli üretim yapan em- peryalist tekeller, neden hiçbir iş- çi sağlığı ve iş güvenliği önlemle- ri alınmayan az gelişmiş kapitalist ülkelere üretimlerini kaydırıyor- lar?”, şunu da soralım, “neden sendikanın ve örgütlülüğün güç-
  • 17. 17 süz olduğu veya hiç olmadığı coğ- rafyalar, aynı zamanda en büyük işçi katliamlarının (Bangladeş, En- donezya, Meksika, üzerinden si- lindirle geçilmiş eski sosyalist ülkeler vs. vs.) yaşandığı yerler ol- makta?”... Her zaman şunu görebiliyoruz, sermaye sınıfı üretim sürecinde tüm maliyet kalemlerini işçi sı- nıfına transfer etmek istemekte- dir, kimi zaman da ölüm ve ya- ralanmalar şekline sokarak. Şu veya bu üretim biçimini, şu ve- ya bu malzemeyi seç diye kimse bir sermaye sahibine baskıda bu- lunamamakta, bu alan özel ser- maye ideolojisinin neredeyse do- kunulmaz alanları arasında yer almaktadır. Üreticinin elindeki ürünün so- mut niteliği sahibine hiçbir toplumsal sorumluluk yükle- memelidir. Üretici istediği ma- lı üretebilir; ürettiği malla iste- diğini yapabilir; malını istediği gibi satabilir ve sattığı malın yerine istediği malı satın ala- bilir. Üreticiyle ürünü arasın- daki ilişkiyi sınırlayan her türlü ahlaki, yasal, geleneksel koşul yok edilir. (Marx, Grundrisse Önsöz içinde; 37) Çoğu geri bıraktırılmış veya orta gelişkinlikte ülkede, yasalara, yö- netmeliklere ve standartlara aykırı pek çok malzeme, zararlı madde, ekipman zaten kullanılmaktadır, o işin bir başka boyutu. Gelişkin kapitalist ülkelerde ise eğer stan- dartlara uygunsa kullanır ve kim- se karışamaz! Standartların, yö- netmeliklerin, genel olarak yasal çerçevenin nasıl oluşturulduğu da ayrı bir konudur. Burada bir baş- ka boyuta geliyoruz, standartların oluşturulması... Bunu iki boyutta ele alabiliriz, ilki genel olarak ya- pım teknikleri, üretim teknikle- ri, malzeme güvenliği ve benzeri başlıklarda işin “iş güvenliği”ni il- gilendiren standartlar, tehlikeli, kanserojen vb maddeler ve eşik maruziyet sınırları. Dikkat edersek bu mübadele- de başlıca iki önemli özelliğin belirlediğini görürüz. Birincisi, sözünü ettiğimiz bu durumda ne alıcı, ne de satıcı emek işi- nin kendisiyle lgilenmemek- tedirler. Alıcının istediği, eme- ğin sunduğu somut faydadır: Örtünmesinin, barınmasının, doymasının, bilgi ihtiyacının sağlanması gibi. Bu hizmetle- rin emek aracılığıyla sağlana- biliyor olması bir zorunluluk- tur, çaresiz katlanılacak bir angaryadır. Her iki taraf da bu gerçeği bilir ve buna katlanır. Ama emeğin kendisi ile kim- se ilgilenmez. Belirleyici olan, bu emeğin ürettiği faydadır. (Marx, Grundrisse Önsöz için- de; 26). Toplumsal düzeyde de ölüm ve yaralanmalar ekonomik büyü- menin bir sonucudur; dolayısıyla katlanılması gerekmektedir. De-
  • 18. 18 dikleri gibi maden işçilerinin ölü- mü mesleğin kaderinde vardır! Sermayedarlara işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında, yasal sü- reçlerin tam olarak uygulandığı kamusal denetimin dayatmacı ve denetlemeci bakış açısının yerini, ikna edici bir bakış açısı olmak- tadır. Fayda/maliyet analizlerine dayanan bakış açısı, “önlemek ödemekten ucuzdur/iş güvenliği kazandırır” gibi konsensusa ve rı- zaya dayanan modelleri kurum- sallaştırmaktadır; bu konsensus ve rıza sermaye sınıfı tarafından yasaların koyduğu kurallara ta- bi olmak yerine her zaman tercih edilen pazarlığa, iknaya ve müza- kereye dayanmaktadır (Whyte, 2006:189). Sonuçta geldiğimiz yer yine en saf haliyle liberalizmdir! Herhangi bir ekonomik faaliyetin toplumun çıkarlarıyla özdeş ha- le getirilmesi burjuva ideolojisi- nin en temel işlerinden birisidir. Bu bakımdan işyerlerindeki ölüm ve yaralanmalar, işçi sağlığı ve iş güvenliği söz konusu olduğunda tartışmalar ekonomik terimler- le yürütülmektedir. Sadece basit bir basın-yayın taraması yaptığı- nızda göreceksiniz, sermaye sı- nıfının temsilcileri ve devlet yet- kilileri her zaman işyerlerindeki ölüm ve yaralanmalardan sonra “itibar”, “ülke ekonomisi”, “hepi- miz aynı gemideyiz”, “büyümenin maalesef acı sonuçları” ve benzeri kavramları kullanmakta, buna bir de “kaza”, “mukadderat” gibi kav- ramlar eklenince her şey yerli ye- rine oturmaktadır. Sermaye sını- fı işini yapmaktadır, kendi çıkarını tüm toplumun çıkarı gibi göster- mektedir o kadar! Yine soruyu sorup yanıtını vere- lim: Önlemek ödemekten ucuz mudur? Yanıt: Ucuz olsaydı ser- maye işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesinin bayraktarlığını ya- pardı, emin olun... “Bizde değil ama gelişmiş ül- kelerde sermayedarlar ceza alıyorlar” galat-ı meşhuru Gelişkin kapitalist ülkelerde, bazı sermayedarların ciddi yaptırım- larla hatta ceza davalarıyla kar- şılaştığı doğrudur. Ciddi anlamda kamuoyunu rahatlatan cezalar da verilir. Ama bunların sayısı on- binlerce ölüm ve yaralanma dü- şünüldüğünde komik bile değil- dir. Bu düzenin devamı açısından arada verilen bir rahatlatma ola- rak algılanmalıdır. Süreçlerin nasıl işlediğini şöyle bir görmeye çalı- şalım. Sadece tekil ölümlerde değil, bü- yük işçi katliamlarında da (Soma veya Torunlar İnşaat gibi), ilk ön- ce gerek işçi ailelerinin, gerekse de kamuoyunun talebi, sorum- luların “ceza”landırılmasıdır. Ya- şanan olayın hemen ardından şirkete, patrona, hatta sisteme tepki en üst düzeyindedir. Kapi- talist sömürünün acımasızlığının billurlaştığı bir andır o ölüm ve-
  • 19. 19 ya yaralanma anı! Hemen birile- rinin cezalandırılması istenir, ge- nelde de ilk önce “işçinin şirketi, patronu yargılansın, cezalandırıl- sın, cezalarını çeksinler” şeklinde veryansın edilir, tepkiler kimi za- man “lanet olsun bu düzene” ha- line de gelebilir. Patron cezalan- dırılmalı, şirket cezalandırılmalı derken, olayın sıcaklığı biraz gi- dince şunu görürüz, cezalandı- rılacak kişiler hiçbir zaman tepe noktalarda değildir, zaten şirket- ler de hukuk sistemimizde ceza- ların şahsiliği ilkesi uyarınca ku- rumsal olarak cezalandırılmaz. İşyerindeki iş cinayetinin sorum- lularının peşine düşülür, örneğin şantiye şefi, saha mühendisi, iş gü- venliği uzmanı, kimi zaman proje müdürü, iskeleyi kuran ustabaşı, asansörü imal eden firmanın mü- hendisi, hatta kimi zaman yaşamı- nı yitiren işçinin çalışma arkadaşı… Kusur asli, tali olarak dağıtılır dağı- tılır, çok nadiren yukarıya, patrona kadar gider. Devlet görevlilerinin sorumluluğunu tartışmak ise belki de en son aşamada karşımıza çı- kar, çünkü bunun için Türkiye’de amirlerinin soruşturma izni ver- mesi gerekmektedir. İşyerinde ölüm veya yaralanma olduğunda hukuk sistemi nasıl işler? Çokça tartışılır, şirkete ceza kesil- di, şirket tazminat ödedi, sorum- lular gözaltına alındı, şu sorumlu ama şunun cezası ertelendi vs. Bir “kaza” gerçekleştiğinde, üç farklı koldan hukuk sistemi işler. Bunlardan ilki, işin idari hukuk boyutudur. Şirkete para cezası, işyerinin kapatılması, işin durdu- rulması, kısacası işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına aykırılıktan dolayı İş Müfettişleri’nin tespitle- ri uyarınca uygulanan yaptırımlar, işin yalnızca bir boyutudur. İşin bir diğer boyutu da “tazmi- nat” meselesidir. Tazminat huku- ku, ceza hukukundan apayrı bir alandır. SGK tazminat öder, şir- kete, şirketin sorumlularına taz- minat davası açılabilir, SGK rücu davası açar; bir başka ifadeyle işçiye ödediklerini şirketten ge- ri alır vs. Ama iş cinayetlerinin hemen ar- dından, kamuoyunun beklentisi bunlar değil, sorumluların CEZA- landırılmasıdır! İşte burada da Ce- za Hukuku işin içine girmektedir. Bu olaylar hukuk sistemimizde “taksir” ve “bilinçli taksir” kapsa- mında değerlendirilir. İkisi arasın- daki fark ise şöyledir, diyelim ki, bir kazı işi yapıyorsunuz (bakınız örnek İTÜ Maslak Kampüsü’nde gerçekleşen göçük sonrası işçi ölümü!), gerekli hiç bir önlemi al- madınız, halbuki bilim ve tekniğin gereklerini yerine getirmeniz ge- rekirken getirmediniz, bu durum- da “bilinçli taksir”den söz edilebi- lir. Ama diyelim, önlemleri aldınız veya aldığınızı sanıyorsunuz, ek- sik aldınız; bu durum genellikle “taksir” olarak nitelendirilir.
  • 20. 20 Kusurun parçalanması... Üst düzey şirket yetkilileri ve yöneticileriyle suç arasında iliş- ki kurmak, sorumluluğun dağıl- dığı ve operasyonel kararların alt düzey yetkililerce alındığı bir şirket hiyerarşisi içinde güç ola- bilir (Tombs, 1995) Çoğu zaman, karar alma mekanizmalarını in- celemek, üst düzey yöneticiler hakkında deliller toplamak gibi çabalar içine girmek polis ve sav- cılar açısından zaman harcayıcı ve yıldırıcı bir iş olacaktır. Saha mühendisini, iş güvenliği uzma- nını veya en fazla proje müdü- rünü suçlayıvermek çoğu zaman en kolayıdır ve tercih edilenidir. Gerçek suçluların bulunması ve cezalandırılması çabası uzun hu- kuksal mücadeleler, zaman ve para alacağı için de çoğu durum- da, işçi yakınları, sendikalar ve- ya işçilerin kendileri dahi geçen hafta ayrıntılarına girdiğimiz, taz- minat noktasına yoğunlaşır. Taz- minatlar için mücadele, işçi sağlı- ğı ve iş güvenliği mücadelesinde belki de işin en kolay kısmıdır, zi- ra ne bireylerin, ne şirketlerin ne de kurumların hesap vermesi is- tenmemekte, varolan durum sor- gulanmamakta, kimse suçlanma- maktadır. Bir “kaza” incelenirken, cezala- rın şahsiliği ilkesi uyarınca, olayla uygun ilişki taşıyan kişi veya ki- şiler sorgulanır, olayla ilgili bağla- rı incelenir. Örneğin kazı sırasında önlemi almayan saha mühendisi, onu uygun bir şekilde yönlendir- meyen şantiye şefi, yerinde de- netim yapmayan iş güvenliği uz- manı vs. vs. saptanır, yasa, tüzük ve yönetmeliklere uyup uyma- dıklarına bakılır ve asli veya tali
  • 21. 21 kusurlu diye kusur dağıtılır. Bu ör- nek olayda hiç kimse şu soruları sormamaktadır: “Kazının neden bu kadar kısa za- manda bitirilmesi gerekir? Kazı için tüm önlemler alınırsa gerçek- leşecek gecikmeden sorumlu tu- tulacak mühendisin başına neler gelir? Kazı için önlemlerin alınma- sı için gerekli parayı kim cebinden çıkarıp verecektir? Neden çok da- ha güvenli kazı teknikleri varken, bu teknik tercih edilmiştir (ucuz olduğu için mi?) Parasını kendi patronundan alan iş güvenliği uz- manının, kendi patronunu şika- yet etmesi düşünülebilir mi, işten atılmayacağının garantisi var mı- dır? İşin planlaması yapılırken, işçi sağlığı ve iş güvenliği ayrı bir ma- liyet kalemi olarak hesaplamala- ra dahil edilmiş ve bütçe ayrılmış mıdır?” vs. Sorular her olay için artırılabilir ve tüm bu sorular bizi parayı takip etmeye, paranın kaynağını takip etmeye zorlamaktadır. İşin özü sermaye, kendi yatırımına ken- di karar verir, ne kadar uğraşır- sanız uğraşın işyerlerindeki ölüm ve yaralanmalarda tepe noktala- ra ulaşmak zordur, hukuk siste- mi çoğu durumda elinizi kolunu- zu bağlamaktadır. Kusur, önlem almayan mühendis ve dikkatsiz işçiye yıkılmaktadır, kısacası ser- maye yerine emek kusuru üst- lenmekte ve cezalandırılmakta- dır... “‘İş Cinayeti’ kavramı çok ağır bir kavramdır çünkü bunlar ‘istenmeyen olaylardır’” söy- lemi “İşçi sağlığı ve iş güvenliği rejimin- de baskın ideolojik varsayımlar, yasal süreçleri ve mevzuatı dü- zenlerken alınan kararlarda ve davranışlarda belirleyici olmak- tadır. (Tucker, 2006: 280) Bu var- sayımlardan bir tanesi işçi ile iş- verenin çıkarlarının uyumluluğu, üretimin kutsanması, üretim sü- reçlerine dair her şeyin meşru ka- bul edilmesi, genel olarak tehlikeli çalışma ortamlarının bir veri kabul edilip, düzeltilmesi gereken bir durum olarak ileri sürülmesidir. Var olan üretimin kendisi, yapısı, üretim süreçleri içinde işçinin ko- numu, üretim yöntemleri ve ben- zeri konulardaki tartışmalar bura- da kesinlikle yer almamaktadır. Buradan da şu noktaya geliyoruz, herhangi bir kusur işyerinde iken başka, işyeri dışındayken başka şekilde değerlendirilmektedir. İş- yerinin dışında olan bir öldürme eyleminde, kasıt, olası kast, bi- linçli taksir ve en son taksir şek- lindeki sıralama, işyeri içinde tam anlamıyla yer değiştirmektedir. Daha kısaca söyleyelim, işyeri içinde gerçekleşen bir ölüm ve- ya yaralanma “kaza” oluvermek- te, işyeri dışında ise “cinayet” sı- fatını çok daha kolay almaktadır. Burada kapitalizmin ilk dönemle- rinden beri burjuva ideolojisinin
  • 22. 22 en fazla hakim olduğu, kendisini en dokunulmaz olarak gördüğü bir alana gireriz. Özel mülkiyet ve üretim kutsaldır! Birey (işçi) ile di- ğer birey (patron) karşılıklı, özgür iradeleriyle bir sözleşme imzala- maktadır, kimse kimseyi zorla ça- lıştırmamaktadır. İşçileri öldüreceğini bile bile zarar- lı bir madde veya yöntem kullan- mak (kot taşlama, asbest, zehirli gazlar vs.), bilimsel olarak da ispat- landığı halde mevzuata aykırılığı da ortadayken bu şekilde üretime devam etmek veya yönetmelikle- rimizce çok net ortaya konan yapı iskeleleri standartları varken ilkel iskelelerden her yıl en az 100 iş- çinin ölümüne neden olmak. Bun- lar göz göre göre işçiyi ölüme gön- dermektir. Ama kapitalizm işyeri dışındaysa cinayet, içindeyse kaza demektedir. Cezasız Suçlar Tarihsel olarak baktığımızda, ser- maye sahiplerinin ceza hukuku kapsamında yargılandıkları, ce- zalandırıldıkları  örnekler çok az- dır. Burada kuşkusuz idari cezaları değil, ceza hukuku kapsamında- ki cezalar kastedilmektedir. Şirket sahiplerinin bizzat verdikleri ka- rarlar ya da gerçekleşen ölüm ve yaralanmalar sonucunda hapse girdiklerine çok rastlanmaz. Bazı gelişkin kapitalist ülkelerde, uzun süren mücadeleler sonucunda, şirket sahipleri ve yöneticilerinin cezalandırıldıkları örnekler olsa da bunlar talidir. Örneğin  Thébaud- Mony ve Lafforgue (2013) endüst- riyel suçlar (veya geniş anlamda şirket suçları) ile mücadelede cid- di ilerlemeler kaydeden İtalya ve Fransa Ceza Mahkemelerinde son zamanlarda alınan kararların sos- yo-yasal analizini sunarlar ve bi- ri Fransa’dan, Toulouse Temyiz Mahkemesi’nden, diğer ikisi ise İtalya Torino’daki mahkemeler- den üç davayı makalelerinde in- celerler. Bu davalar, ilgili şirketle- rin üst düzey yöneticilerinin 3 ile 18 yıl arasında değişen sürelerde hapis cezasına mahkum edilmesi ile sonuçlanmıştır.  Şirket sahiplerinin, üst düzey yö- neticilerinin cezalandırılmaması- nın kökeninde, sadece ülkemizde değil, kapitalist sistemin özünde olan ve zaman zaman ortaya çı- kan bir kabul vardır: işçiler o veya bu şekilde gönüllü olarak riskleri kabul ederler, hatta riskli işlerde ücret daha da yüksektir, bu risk- leri bildikleri için çalışırlar. Bir işçi her türlü tehlikesini bildiği halde neden hala madene iner, yakla- şık bir saat önce arkadaşını kay- betmiş işçi neden hala tersane- de çalışmayı sürdürür, bir gün önce iskeleden düşen arkadaşını hastaneye yetiştiren inşaat işçi- si, neden sabah mesaisine gecik- memek için çaba sarfeder? Tüm bu soruların yanıtı kendisi için sı- nıf olamamış, kapitalizmin açlıkla, yoksullukla, işsizlikle her gün im- tihan ettiği işçi sınıfını belirleyen
  • 23. 23 koşullarda yatmaktadır. Tek ba- şına bunlar demek kesinlikle ye- tersiz olacaktır. Kader, fıtrat, kaza, talihsizlik ve benzeri kavramlar burada devreye girer, insanın dı- şında, insan iradesinden bağımsız bir şeylerin ölümlere ve yaralan- malara yol açtığı inancı o veya bu şekilde içselleştirilmeden, tek ba- şına “ekonomik” koşullar yukarı- da sorduğumuz soruları açıklaya- maz… Ceza yasasının, işçi sağlığı ve iş gü- venliği rejiminden ayrı tutulması- nın en az iki düzeyde açıklaması vardır: sosyolojik ve yasal-kurum- sal. Pek çok radikal suç bilimcisi- ne (criminologist) göre, ceza ya- sası topluma dışsal bir şekilde durmaz, eşitsiz toplumsal ilişkile- rin devamını sağlamanın bir aracı ve üreticisidir. Bunun sonucunda, kapitalist toplumlarda ekonomik olarak güçlü olanların yanlışlarını kriminal bir fiil kategorisine sok- ma konusunda inanılmaz bir di- renç olagelmiştir. Direnç özellik- le işveren kâr getiren bir işyeri faaliyeti sırasında suç işlediğinde yüksektir. Bu durum, iş ilişkileri- nin konsensusa dayalı olduğu ve çalışanların belli bir risk düzeyi- ni kabul ettiği varsayımına daya- nır. Bir itham veya suçluluk isnadı (birisinin suçlu olduğunu ileri sür- me) belli risklerin kabul edilemez- liğine ilişkin toplumsal bir yargıyı yansıtır ve bireyin bu risklere rıza göstermesine izin vermez. Suç ve birisinin suçlu olduğunu ileri sür- me ve benzeri kavramları iş ilişki- lerinde kullanmak bu yüzden tu- haf olacaktır (Tucker, 292). Örneğin birisi “ben uyuşturucu ti- careti yapıyorum, bu işte çalışan- lara uyuşturucu da içiriyorum” derse ve kendi altında kendisine tamamen her konuda rıza gös- termiş, iradelerini teslim etmiş in- sanları  çalıştırırsa bu bir suçtur. “Uyuşturucu kullanımının ve sa- tışının risklerini kabul ediyorum” demesi, ne o çete üyesini, ne de çete reisini aklamaya yetmez. Ki- mi zaman aşırı dozdan, kimi za- man bir çatışmadan dolayı altında çalıştırdıkları  ölebilir ve çete rei- si tabii ki suçludur. Halbuki uyuş- turucu çetesinin reisi, kimseyi bir şey yapmaya zorlamamakta, her- kesi kendisiyle çalışmaya razı et- mektedir (!). Bu ilişkiler ağını nasıl da suç olarak görüyor ve risk, rıza vs. kavramlarını hemen reddedi- yoruz değil mi? Peki bir sermaye sahibi, deprem toplanma ve çadır sahasına AVM veya rezidans inşaatı yaparsa, in- şaatının imar durumunu kendi le- hine değiştirmek için hükümet yetkilileriyle gece gündüz birlikte olursa, bu inşaat sırasında gerekli önlemleri almaz, bir an önce yatı- rımını ranta dönüştürmek için işi acele acele yaptırır, iş programı- nı sıkıştırırsa, iş güvenliğine ilişkin işçilerden gelen her türlü uyarı- yı kulak arkasına atıp, “bir an ön- ce bitecek” derse? Bu durumda şantiyede gerçekleşen bir veya
  • 24. 24 birden fazla işçi ölümüne “kaza” mı deriz, “suçlu” arar mıyız, yok- sa “inşaat sektörünün gerçeği za- ten, işçiler de eğitimsiz ve dikkat- siz” mi deriz? İşin mücadele boyutu düşünül- düğünde CEZA kavramı üzerine düşünmek bir elzemdir (Tucker, 2006) “Sonuç olarak, işçi hareketi varolan rejimde radikal değişiklik- ler yerine, ılımlı değişiklikleri des- teklemeye eğilimli olagelmiştir” derken ilginç bir noktaya işaret eder. Yaralanan işçinin tazminatı- nı son kuruşuna kadar alan sendi- kacı mı, suçluların cezalandırılma- sı için mücadele eden sendikacı mı sorusuna verilecek yanıtı hep birlikte düşünmemiz gerekmek- tedir. Daha az zararlı bir sistem için mücadele mi, sistemin tama- men değiştirilmesi için mücadele mi? İşçi sağlığı ve iş güvenliği ala- nındaki mücadele bize bu soruyu her aşamada sordurmaktadır! Facia, felaket söylemleri Facia, felaket kavramları ideolo- jik bakışı güçlendirir/yönlendirir, bir adım sonrasında ise “işin fıtra- tında var” noktasına götürür. “To- runlar Asansör Faciası” pek çok medya organında bu şekilde yer almıştır, emekten yana yayın or- ganları ise “iş cinayeti” tanımını net bir şekilde koymuşlardır. Her- hangi bir işçinin ölümü, yaralan- ması veya sakat kalması  “kaza”, “şansızlık”, “talihsizlik” olarak gö- rülürken, birden fazla işçinin bir anda ölmesinde hemen “facia”, “felaket” gibi kavramlarla karşı- laşırız. Bu kavramlar, insan irade- sinin dışında, bir anda, tamamen kendine has, çok özel bir duru- mu anlatır, anlatmaya çalışır. “10 işçinin yaşamını yitirdiği faciada”, “301 maden işçisinin yaşamını yi- tirdiği büyük felaketin acıları…” Kaza, felaket ve facia kavramları tamamen hedef şaşırtan kavram- lardır, sorumluların kim olduğu, nasıl ceza almaları gerektiği ve benzeri soruları tamamen perde- ler, vicdanımızı burkar, içimizi acı- tır bu ifadeler. Halbuki, “katliam”, “iş cinayeti”, “cinayet” dediğimiz- de, doğrudan bir sorumluyu, ce- zalandırılması gereken bir kişiyi içinde barındıran kavramlarla kar- şı karşıya kalırız. Hangi sözcüğü, kavramı kullanacağınız tamamen ideolojik bir tercihten kaynakla- nır, ister bilinçli ister bilinçsiz… Bir üst yapı kurumu olan hukuk sis- temine de bu ideolojik bakış açı- sı içkindir. İşyerlerindeki bir veya birden faz- la ölümün hemen ardından, ser- maye sahibinin kendisini yasal olarak sağlama alma, temize çı- karma mekanizmalarını hareke- te geçirme konusunda kullan- dığı kaynakları zayıflar. Özellikle de patronun çok net bir şekilde olayda kusuru ortadaysa, bu me- kanizmaların harekete geçme- si mümkün olmaz. Kastettiğimiz şu, bir anda kendisini aklayacak medya gücünü bulamaz, kendi-
  • 25. 25 sine anlayışla yaklaşacak sırtı- nı sıvazlayacak bir savcı yoktur, “yatırımcımız da mağdur oluyor maalesef” diyen bir politikacıyı hemen yanı başında bulamaya- caktır. İşçi ölümlerinin hemen ar- dından yaşanan bu anlar maale- sef geçicidir ve tamamen verili sınıf mücadelesiyle bağlantılıdır. Örgütlü ve toplumsal hafızayı ha- rekete geçirecek, uzun soluklu bir tepki olmadığı sürece, olaydan bir süre sonra ortam “stabilize” ola- cak ve “denge” sağlanacaktır. Zira hakim ideoloji sermaye sınıfının ideolojisidir, belirleyici olan onun üst yapı kurumlarıdır. Bu dönemlerde işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin tartışmalar alevlenir; daha fazla denetim, da- ha sıkı yasal mevzuat tartışmaları olur, kimi zaman da ciddi adımlar atılır, yasal düzenlemeler getirilir. Ama şunu unutmayalım: Bir in- sanı sokakta vurduğunuz zaman katil olmaya, ama işyerinde öl- dürdüğünüz zaman kusurlu, dik- katsiz, tedbirsiz olarak anılmaya devam edersiniz! İş cinayeti kav- ramı siyasal bir kavramdır ve bu kavramın yerleşmesi, hakimiyet kazanması üst yapı kurumlarını da etkileyecektir, etkilemelidir. Kaynaklar Gürcanlı, G.E, 2014, İşleneceğini Herke- sin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü, Yazılama Yayınevi. Heinrich, H. W., 1931, Industrial Accident Prevention, McGraw-Hill, New York, USA. Marx, K., Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi için Ön Çalışma, Önsöz, Şevan Nişanyan, Birikim Yay., 1979). Thébaud-Mony, A.,  Lafforgue F., (2013) Industrial crimes and the criminal justice system: experiences from conti- nental EuropePolicy and Practice in He- alth and Safety, Issue 2, pp. 81-89(9). Makalenin Türkçesi gönüllü çevirmenler tarafından çevrilmiş olup aşağıdaki link- ten okunabilir: http://guvenlicalisma.org/index. php?option=com_content&view=art icle&id=10384yüzde3Asirket-suclari-ve- ceza-hukuku-sistemi-kita-avrupasindan- tecrubeler-annie-thebaud-mony-- francois-lafforgue&catid=130yüzde3Am akaleler&Itemid=240 Tucker, E (2006) Accountability and Re- form in the Aftermath of the Westray Mine Explosion, Working Disasters-The Politics of Recognition and Response kitabı içinde, Editör: Eric Tucker, Work, Health and Environmen Series, Bay- wood Publishing Company, Amityville, Newyork. Whyte, D., (2006). Regulating Sagety, Regulating Profit: Cost-Cutting, Injury and Death in the British North Sea after Piper Alpha. İnternet Kaynakları Gürcanlı, G.E, “İşçiler Neden Ölmek Zo- runda?” http://ilerihaber.org/yazarlar/emre-gur- canli/isciler-neden-olmek-zorunda/69/ Gürcanlı, G.E. “Emeğin Sağlığı ve Güven- liği” http://ilerihaber.org/yazarlar/emre-gur- canli/emegin-sagligi-ve-guvenligi/42/
  • 26. 26
  • 27. 27 Giriş Türkiye kapitalizminin neo-libe- ral politikalar paralelinde dünya kapitalizmine entegre olabilmesi için 24 Ocak 1980’de aldığı karar- lar, işçi sınıfı muhalefeti karşısın- da hayata geçemedi. Diğer yeni sömürge ülkeler gibi ihracata yö- nelik sanayileşme adı verilen po- litikaları uygulayarak uluslararası yeni işbölümünde yerini almak isteyen Türkiye kapitalizmi, bu hedefine 12 Eylül askeri darbesi eliyle ulaştı. 24 Ocak Kararları ile birlikte TL dolar karşısında % 49 oranında devalüe edilerek dolar kuru 47 TL’den 70 TL’ye çıkarıldı. Temmuz 1981’den itibaren de günlük kur ayarlamalarına başlandı. İhracata yönelik sanayileşmeye geçebil- mek için girdi ithalatına vergi mu- afiyeti getirildi ve ithalattan alınan vergiler azaltıldı. T.C. Merkez Ban- kası ihracatı teşvik fonu kurdu. Alınan kararlardan birisi de fiyat politikasının piyasa koşullarının belirlemesi oldu. Böylece kamu kontrolü sınırlandırıldı ve fiyatlar % 100 ila % 400 arasında arttı. Ücretler artık piyasa koşullarına göre belirlendi ve genel bir ücret gerilemesi yaşandı. Yabancı ser- mayeyi teşvik edici kararlar alın- dı. Kamu harcamaları azaltıldı ve kamu işletmeleri hızla özelleşti- rildi. Kâr transferleri kolaylaştırıldı ve dış ticaret serbestleştirildi. 24 Ocak Kararları bugünkü ekonomi politikalarının temelini oluşturdu. AB sürecinin bir uygulaması olan tarımı çözen politikalar vasıtasıyla köylülerin kentlere gelerek pro- leterleşmesi rkiye toplumunun önündeki altüst oluşu gözler önü- ne sermektedir. Kırsal alandan kentlere göç proleterleşmenin en önemli ayağını ve güvencesiz işçi İşçi sağlığı mücadelesi ancak Türkiye’nin siyasal sorunlarını da gözeten bir hatta sahip olduğu bağlamda güçlenebilir. Bugün bir bütün olarak işçi sınıfı ve örgütleri darbe süreci, OHAL, toplumsal barış süreçleri ile işçi sağlığı mücadelesini birleştirebildiği oranda başarılı olabilir. Yaşamsal Bir Sorun Olarak İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği S. Murat Çakır İstanbul İSG Meclisi
  • 28. 28 havuzunun ana kaynağını oluş- turdu. 1980’e kadar nüfusun ya- rıdan azını kentler oluştururken bugün Türkiye nüfusunun % 80’i kentlerde yaşıyor. 1980 sonrası hizmet sektöründe çalışan işçi sayısı iki kattan faz- la, sanayi işçilerinin sayısı da iki kata yakın arttı. Aynı dönemde tarımda işgücü ise hızla düştü. Bu durum yukarıda belirttiğim açılan kır-kent nüfus makasında, kent- lere olan göçün 2/3’ünün hizmet- ler sektörüne, 1/3’ünün sanayi sektörüne ucuz işgücü olarak ek- lendiğini gösteriyor1 . 1990’lı yılların sonuna doğru AB süreci çerçevesinde uluslararası yeni işbölümüne katılımın köşe- taşları oluşturuldu. Yerel Yöne- timler Yasası, Sendikalar Yasası, Yeni İş Yasası, Personel Rejimi Yasası ve Kamu Reform Yasası hayata geçti veya geçirilmek is- teniyor. Sağlığı, eğitimi, sosyal gü- venliği ve emekliliği düzenleyen rejimlerin değiştirilerek güvence- siz çalışma ivmesinin yaratılması Türkiye toplumunun önündeki altüst oluşun diğer yönlerini göz- ler önüne seriyor. Son yıllarda ise “torba yasa” olarak adlandırılan düzenlemelerle sosyal güvenliğin kırıntıları tasfiye edilmekte ya da edilmeye çalışılmakta. 1 Prof.Dr.İsmet Koç ve diğerleri, Türkiye’nin Demo- grafik Dönüşümü, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü, http://www.hips.hacettepe. edu.tr/TurkiyeninDemografikDonusumu_220410.pdf (Erişim Tarihi: 05.10.2015), s:28. Güvencesiz çalıştırma biçimleri olan taşeronlaştırma, göçmen ve kaçak işçilik, kısmi süreli çalışma, esnek istihdam, ev işçiliği, mev- simlik işçilik ve geçici işçilik bu süreçte işte bu zeminler üzerinde gerçekleşti. Ancak Türkiye’de salt çalıştırma biçimlerini incelemek güvence- sizlik ile işçi sağlığı sorunu bağını kavrama açısından yetersiz ola- caktır. Çünkü güvencesizlik bü- tün çalıştırma biçimlerini yatay bir biçimde kesmekte ve aradaki farkları yani görece güvenceli ko- şulları bile yok etmektedir. Örne- ğin 13 Mayıs 2014 tarihinde 301 maden işçisinin öldüğü Soma’da işçiler kadrolu, sigortalı ve sendi- kalı bir şekilde çalışıyorlardı. Oysa katliam sonrası ortaya çıktı ki da- yıbaşılık denen bir taşeron biçimi ve sendika şubesinin olanları gör- mezden gelişi mevcuttu. Güvencesiz çalıştırma biçimleri, en başta iş tanımını belirsizleştir- diğinden ve çalışma koşullarının belirlenme inisiyatifini işveren lehine büktüğünden dolayı, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında da işçileri korunmasız bıraktı. Mali sermaye, mülksüzleştirdiği geniş yığınları işçileştirirken gü- vencesizleştiriyor. Taşeron ça- lıştırma gibi örgütlenmeyi nere- deyse olanaksızlaştıran çalıştırma biçimleri ve en korunmasız nüfus gruplarından oluşan işgücü grup- larının emek piyasasında öne çık-
  • 29. 29 tığı bir işçi sınıfı oluştu. İşte 2000’li yılların mücadeleleri bu nesnel zemin üzerinden gelişti. 2000’li yıllarda yükselen bir işçi hareketinden söz edilemez. Öyle ki 28 Şubat darbesi ile birlikte önce Kürt hareketine, ardından ölüm oruçları ile sosyalistlere yo- ğun saldırılar yaşandı. Sendikal hareket iyice etkisizleşmişti. Böy- lesi bir dönemde nesnel koşullara iradi bir müdahale olarak işçi sağ- lığı başlığı öne çıkarıldı. İlk müca- dele alanı Tuzla tersaneleri oldu. Tuzla Tersaneleri Limter-İş etrafında kümelenen işçi hareketi zaman zaman işçi ölümleri karşısında tepkisel ref- leks veriyordu. Öyle ki 1995 son- rasından itibaren iki üç yılda bir işçi ölümleri karşısında toplu iş bırakma yaşanıyor ve işçiler E-5 karayolunu trafiğe kapatıyordu. Tabi bu tepkiyi sıçratacak bir mü- cadele düzlemi olmadığı için işçi- ler çalışmaya geri dönüyorlardı. 2005 yılı ile birlikte ise birleşik bir mücadele ortaya çıktı. İşçi ölüm- leri “iş cinayeti” olarak nitelen- diriliyor, devlet ve sermayenin örgütü GİSBİR’e karşı mücadele bayrağı yükseliyordu. “İş kaza- sı değil iş cinayeti” bir mücadele sloganı olarak yaygınlaştı. Tuzla tersanelerindeki mücade- lenin devamına bakalım. 1 Ma- yıs 2006’da Tuzla tersane işçileri Limter-İş pankartı ardında iş ci- nayetlerine karşı söylemleri ve baretleri ile yer aldı. Devlet ve sermayenin saldırıları gecikmedi, mücadelenin önünün alınması gerekiyordu. Nitekim Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Cem Dinç ve Eğitim Uzmanı Kamber Saygılı “polise mukavemet” gerekçesiyle tutuklandı. Mahkemede konuşan DİSK Genel Sekreteri Musa Çam işçilerin “suç” sayılan taleplerini şöyle özetliyordu: “Pek çok işçinin ölümüne ve yüzlercesinin yaralanmasına yol açan iş koşullarıyla topla- ma kamplarından farksız olan tersanelerde, iş cinayetlerinin sorumlularının yargılanması. İş güvenliği tedbirlerinin alınma- sı. Uzun çalışma saatlerine son verilmesi. Her tersaneye sağ- lık ekipmanı sağlanması. Hak ettikleri ücretlerin zamanında ödenmesi. Yatırılmayan sigor- ta primlerinin yatırılması.” 20 Temmuz 2006’da Cem Dinç ve Kamber Saygılı serbest bırakıldı. İş cinayetlerine karşı mücadele ana başlığıyla sürdürülen pratik, 22 Ağustos’ta Dearsan Tersanesi işçi- si İbrahim Levent’in iş cinayetinde katledilmesiyle başka bir boyuta sıçradı. İHD İstanbul Şubesi Çalış- ma Yaşamı Komisyonu’nun yak- laşık 25 bin işçinin çalıştığı Tuzla tersane bölgesine ilişkin açıkladı- ğı raporda, “son 8 ayda l3 işçi, son 50 günde ise 5 işçi yaşamını yitir- diği; yüzlerce işçinin ise yaşanan iş kazaları sonucu sakat kalarak iş hayatlarını devam ettiremez du-
  • 30. 30 ruma geldiği” belirtiliyordu. Tuzla Türkiye’nin gündemi haline geli- yordu. Bu gelişmeler 21 Eylül 2006’da Limter-İş Sendikası’nın basılma- sına ve Genel Başkan Cem Dinç ve Genel Sekreter Zafer Tektaş’ın tutuklanmasına yol açtı. Dosya üzerine gizlilik kararı vardı ve sa- dece örgüt üyeliğinden tutukla- ma verildi açıklaması yapılıyordu. Sendika üzerinde bir tecrit politi- kası uygulanmaya çalışıldı. Öyle ki sendikada parmak izi taraması yapılıyor, işçiler sendikaya gitme- meleri konusunda uyarılıyordu. Meşruiyeti güçlendirmek için bazı sendikalar tarafından Limter-İş’i açma ve nöbet tutma eylemleri gerçekleştirildi. 2007 yılının Ekim ayına gelindi- ğinde ise Limter-İş önderliğinde “Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu” kurul- du. Komisyon hazırladığı rapor ile çözüm önerilerini sundu. Ta- bii iş cinayetleri devam etti ve ilki daha etkili olmak üzere 2008 yılının Şubat ve Haziran ayların- da Tuzla Havza grevleri gerçek- leştirildi. Özellikle Şubat grevine binlerce işçi iş cinayetlerinin son- landırılması ana talebiyle katıldı. Aynı yıl TBMM’de Tuzla Araştırma
  • 31. 31 Komisyonu kuruldu. Önemi, bir sendikanın bürokratlarla değil direkt olarak Meclis’le ve tek tek patronlarla değil tersane işveren- lerinin örgütü olan GİSBİR’le ma- saya oturmasından kaynaklanı- yordu. Tersanelerdeki mücadele süre- ci 2008’in ikinci yarısı ile birlik- te sönümlenmeye başladı. Üreti- min daralması veya kaydırılması gibi nedenler gerekçe gösterildi. Ancak kişisel kanım şudur: Çok önemli kazanımlar elde edilmiş ve bir deneyim oluşturulmuştur. Kot Kumlama, İşçi Aileleri ve Sendika.org Kot kumlama sonucu işçilerde silikozis oluşmasının tespiti 2004 yılına dayanır. Ancak 2006 yılı ile beraber özellikle Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eği- tim ve Araştırma Hastanesi’nde tespit edilen silikozis hastala- rında artış oldu. Çünkü ünlü markalar için İstanbul’un çevre semtleri (Alibeyköy, Küçüksu, Sultançifliği, Halkalı) başta olmak üzere Anadolu’nun farklı yerlerin- de kot taşlamak amacıyla kum- lama ve zımpara atölyeleri hızla çoğalmıştı. Hekimlerin ve bazı sosyalist grupların önderliğinde Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi oluşturuldu. Verilen mü- cadeleler sonucu Sağlık Bakanlığı Nisan 2009’da yayınladığı bir ge- nelge ile ölümle sonuçlanabilen bir akciğer hastalığı olan silikozise yol açtığı gerekçesiyle her türlü kot giysi ve kumaşlara uygulanan püskürtme işleminde kum, silis tozu veya silika kristalleri içeren herhangi bir madde kullanılması- nı yasakladı. Ancak eylemler de- vam etti ve Eylül 2010’dan sonra sigortasız çalıştırılan silikozis işçi- lerine de sosyal güvenceden ya- rarlanma hakkı tanındı. Kişisel kanım birçok eksikliğine rağmen yaşanan bu süreç mes- lek hastalıklarına dair mücade- lede egemen olan tanı sistemi oluşturma söylemini aşması ve vurgunun “örgütlenerek önleme- yi yöntem haline getiren bir işçi mücadelesi”nde olduğunu gös- termesi açısından önemli bir de- neyim olmasıdır... Yine ülkemizde bir ilk örgütlen- me gerçekleşti. Şimdilerde adı Adalet Arayan İşçi Aileleri’ne ev- rilen çalışmanın kökeni 31 Ocak 2008 tarihine dayanıyor. İstanbul Davutpaşa’da maytap atölyesin- de meydana gelen patlamada 21 işçi öldü ve yüzlerce kişi ya- ralandı. Bunun üzerine 1Umut Derneği’nde örgütlenen, patla- mada yakınlarını kaybeden işçi aileleri hukuksal olarak bir adalet mücadelesi başlattılar ve İstiklal Caddesi’nde bir süreliğine nöbet eylemi yaptılar. 3 Şubat 2011’de ise Ankara Ostim ve İvedik sana- yi sitelerinde peşpeşe patlamalar meydana geldi, 20 işçi öldü ve 43 kişi yaralandı. Davutpaşalı işçi ailelerinin Ostimli işçi ailelerini zi-
  • 32. 32 yareti ile beraber yeni bir süreç başladı ve işçi aileleri ile hukuksal davalar Türkiye’nin gündemine geldi. Gelinen noktada Esenyurt, Kozlu, Güllük vb. birçok yerden aileler sürece katıldı. Her ayın ilk Pazar günü Galatasaray Lisesi önünde Vicdan ve Adalet Nöbet- leri tutulmaya başlandı. Sürece dair birçok eleştiri getirile- bilir. Ancak yeni bir sendikal ha- reketin oluşturulmasında önemli bir ayak olacak işçi ailelerinin de örgütlenmenin içinde olması ge- rekliliği, bu nöbet ve dava süreç- lerinin önemini açıklamaktadır. Son olarak Sendika.Org’un aylık olarak hazırladığı İş Kazaları Ra- poruna değinelim. 2008 yılında sekiz ay yayınlanan raporlar 2009 Haziranında yeniden yayınlanma- ya başlandı. Tabii İSİG Meclisi’nin mücadelesinin oturması ile bir- likte gereksizleştiği 2011 yılı Eylül ayına kadar. Burada istatistik, ilk defa güncel olaylar eşliğinde ve çalışma koşullarına değinilerek açıklanmıştır. Çözüm Önerileri ile Pratik Yöntem Arasındaki Açı Farkı- nı Kapatmak İsteyen Bir Araç: İSİG Meclisi İki husus önemlidir. Birincisi yapı- lan tartışmalar ile yaşam arasın- daki açı farkının çokluğu. Bu fark, ancak ve ancak pratik mücadele- nin birleştiriciliği ve mücadelenin genişletilmesiyle kapanabilirdi. İkincisi ise işçi sağlığı mücadelesi- nin, işçi sınıfının iktidar mücade- lesinin bir parçası ve ondan ayrı düşünülemez oluşuydu. Yaşam içinde bu diyalektik bağı nasıl ku- rabilirdik? İSİG Meclisi pratiğinin en önemli kazanımı iş cinayetleri raporlarıy- dı. Sistematik hale getirilen rapor- larda “kaç işçi, hangi işkolunda, nasıl ölüyorlardı?”, “Cinsiyet, yaş, şehir dağılımları nasıldı?”, “Sen- dikalı-sendikasız, göçmen ya da çalışma koşulları neydi?” gibi mü- cadelenin hareket noktalarını be- lirleyen ve bütünsel mücadele ile bağları kurabilecek hususlar yer alıyordu. İstatistik ile bu bağları kurabil- mesi, devlet kurumlarının yeter- sizliğini gösterebilmesi, gelişerek devam eden; grafikleşen, broşür- leşen şimdilerde ise haritalaşacak ve kamu spotları hazırlayacak bir noktaya evrildi raporlar. Esasen herkesin katılabileceği kadar ba- sit ama etki gücü anlamı ile de bir o kadar da devrimci bir araç oldu. Alanda yapılan çalışmalar kü- çük fakat derin bağlar kuruyor- du. Her ay raporların işçi sağlığı sorununun yaşandığı bir işyeri önünde ya da bir direniş ala- nında yapılması mücadelenin yaygınlaşmasına ve somut kaza- nımlar elde edilmesine yol açtı. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’nde 2012’den bugüne yapılan müca-
  • 33. 33 dele durumu özetliyordu: Alanda bulunan sendika, meslek odası, dernek ve öğrencileri içine katan bir çalışma oluşturuyorsunuz. Hepsinin ortak noktasında bulu- nan ama özerkliğini koruyan bir İSİG Meclisi ile müdahil oluyorsu- nuz ve bu durumun meşruluğu sorgulanmıyor. Üç yıllık sürek- lilik, 6331 Sayılı İSG Yasası’nın uygulanmasına müdahale, kad- ro sorunu, soruşturma vs. Ama son olarak iş cinayetinde Zafer Açıkgözoğlu’nun yaşamını yitir- diği kanalizasyon olayının ikinci- sinin yaşanmasını önlüyorsunuz. Bir binada kanalizasyon birikiyor. Dekanlık temizlik işçilerini gö- revlendiriyor. İşçiler hayır deyip doktor arkadaşlarıyla olay yerini fotoğraflıyor, İSG uzmanına tuta- nak tutturuyor ve Dekanlığa gidi- yorlar. Nitekim yarım saat sonra asli görevli olan İSKİ çağrılıyor ve temizlik yapılıyor. İşçilerin ken- di yaşadıkları soruna müdahale ederken yıllardır söylenen ortak mücadeleye, sendikal bir hare- ket oluşturmaktan genç bir kad- ro kuşağının oluşmasına kadar... Mücadelenin öncü unsurlarının bayrağının sosyalizm olduğunu söylemeye gerek var mı? Sendikal eğitimlerden iş cinayeti yaşanan alanlara gidip rapor tut- maya, tek tek sendika ve mes- lek odalarını gezmeye, hatta tek tek bireylere emek vermeye, ai- le örgütlenmelerinin oluşumuna omuz verip işçi sağlığı mücade- lesinin görünür olmasına kadar uzanan bir mücadele... İnce bir iş- çilik ve hala devam eden bir sü- reç. Eksiklikler yapılanlardan daha çok. Kurumsallaşamama ki en ba- siti yazılı bir broşürümüz ilk defa Temmuz 2015’de basıldı. Sendika ve meslek örgütü bağları hala za- yıf. Alanı belirlemeye dair araçlar oluşmadı. Özel çalışmalar hayata geçirilemedi. Örneğin hala göç- menler, çocuklar ya da emekliler için süreklileşen bir faaliyet yok. Oysa sömürge kapitalizminin za- yıf karınları bunlar. İSİG Meclisi hala bitmeyen ve hala kurulma faaliyetinde olan bir de- neyim. Ama ana vurgu harekete. Bilginin kurumsallaşmasını hare- kete bağlamanın doğru olduğu- nu düşünüyorum. Güncel politik sorun işçi sağlığı mücadelesinin sıçramasıdır ve bugün onun san- cılarını yaşıyoruz... Son söz İşçi sağlığı mücadelesi ancak Türkiye’nin siyasal sorunlarını da gözeten bir hatta sahip olduğu bağlamda güçlenebilir. İlk dene- yimler bu bağı kurmayı kısmen de olsa başardı. Bugün de bir bütün olarak işçi sınıfı ve örgütleri darbe süreci, OHAL, toplumsal barış sü- reçleri ile işçi sağlığı mücadelesi- ni birleştirebildiği oranda başarılı olabilir. İSİG alanında soru budur, diğer sorular talidir ve enerjimiz buraya odaklanmalıdır...”
  • 34. 34
  • 35. 35 İş Kanunu tüm çalışanlara cin- siyet farkını gözetmeksizin eşit davranılması zorunluluğuna vur- gu yapar. İş yerlerindeki ortamın güvenli ve sağlıklı olması, kişisel koruyucu ve donanımların çalı- şanlara verilmesi de aynı şekilde 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenli- ği Kanunu’nda zorunluluk. Ancak söz, kadınların çalışmaya bağlı sağlık ve güvenliğine geldiğinde meseleye biraz daha ayrıntılı bak- mak gerekiyor. Bugün yalnızca DİSK’in değil Türkiye’de birçok emek, kadın ve demokratik kitle örgütünün karşı çıktığı bir durum var: Klasik işçi sağlığı ve iş güvenliği anlayışı kadınların özgün durumunu gör- mediği gibi, genellemeler üzerine inşa edilmiş vaziyettedir. Kadın işçilerin çalışmaya bağlı risklerini değerlendirirken erkek- lerden farklı olarak ruhsal, sosyal ve bedensel bütünlüklerini riske atabilecek unsurlar çok fazla dik- kate alınmıyor. Tabii bu yalnızca Türkiye için geçerli olan bir durum değil, bugün pek çok Avrupa ül- kesinde dahi iş yerlerinde cinsiyet körlüğü konusu kadınların yoğun çabaları ve ısrarlı itirazları ile sen- dikaların, sivil toplum kuruluşları- nın, siyasi partilerin gündemlerine anca alınıyor. Kadınların çalışmaya bağlı sağlık ve güvenlik sorunları klasik işçi sağlığı ve iş güvenliğinde kadın- ların sıklıkla “hormonal durumları ve fiziksel güçleri” ile ilişkilendiri- liyor. Özellikle son yıllarda kadınlar ça- lışma hayatında tarım ve hizmet sektörünün yanı sıra sanayide de daha fazla görünür olmaya baş- ladılar. Mevzuata göre kadınların çalışmasına dair düzenlemeler yapılmakta, örneğin ağır ve teh- Kadınlar İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinin Neresinde? Sinem Derya Çetinkaya Birleşik Metal İş Sendikası Kadın emeğinin bu denli değersizleştirilmesine, esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerine hapsedilmeye çalışılmasına ve kadın bedeninin denetlenmek istenmesine karşı daha güçlü politikalar üretip daha güçlü bir direnişi yaratmak gerekiyor.
  • 36. 36 likeli işler kapsamına giren işlerin tanımlarında kadınların çalışabile- ceği işler ve gece postası ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Ancak bizim açımızdan temel so- run, kadınların sorunlarının yeterin- ce görünür ve ölçülebilir olmama- sıdır. Türkiye’de artık her kesimin malumu olduğu üzere, kayıt dışı, ensek ve düzensiz işleri ağırlıkla ka- dınlar yapıyorlar. Düşük ücretlerle ve en kötü koşullarda yapılan işler- de kadınlar çalışıyor. Ev eksenli ça- lışma ve ücretsiz ev işçiliği kadınlar; özellikle de genç kadınlar arasında oldukça yaygın. Bu da kadınların hangi koşullarda, ne sürelerle, han- gi risklere maruz kalarak çalıştığına dair gerçek ve yaygın verilere ulaş- mamıza engel oluyor. Kadınların mesailerinin işten eve geldikten sonra bitmemesi, ikinci mesailerinin başlaması, en “kari- yerli kadın”ın dahi; çocuk bakımı, evin temizliği, yaşlı ve engelli aile bireyinin bakımı vb. “ev ödevle- rinin” olması, kadınların gerçek çalışma ve gerçek dinlenme sü- relerine dair güvenli bilgilere ulaş- mamıza engel oluyor. Tüm bu bedensel, ruhsal ve sosyal maru- ziyet farklılıkları dahi kadın ve er- kek çalışanların her yeni gün farklı riskler ile işe başladıklarını söyle- yebilmemize olanak tanıyor. Peki nedir bu farklı risklere ör- nekler? Gece vardiyasında çalış- mak hem kadın hem de erkek çalışanlar için sağlıklı değil, ancak kadınlarda meme kanserine ya- kalanma riskini, düşükle sonlanan gebelik riskini arttırıyor, menopoz döneminin daha ağır geçmesine neden olabiliyor. Kötü iklimlendirilmiş, kötü hava- landırma şartlarına sahip, kötü ışıklandırmalı bir çalışma ortamın- da, ergonomik olmayan çalışma biçimleri regl dönemlerinin ve menopoz döneminin daha ağır geçirilmesine neden olabiliyor. Kadın ve erkek çalışanlar kıyaslan- dığında, kadınlar erkeklere oranla çok daha fazla mobbinge maruz kalıyorlar. Kadınlar arasında da 25 yaş altı genç kadınlar ile daha tec- rübesiz kadınlar daha fazla mob- binge maruz kalıyor, bu uzun sü- ren psikolojik baskı döngüsünden dolayı da kronik hastalıklara yaka- lanabiliyor. Ruhsal bütünlük zede- lendiğinden iş yerinde kaza riskle- rine de daha açık hale gelebiliyor. Kadın çalışanın gebelik ve emzir- me dönemlerinde hem annenin hem de bebeğin korunması dü- şünüldüğünde alınması gereken iş güvenliği önlemleri de artmak- tadır. Kimyasallar, biyolojik atıklar, tozlar, dumanlar, kaygan zemin- ler, titreşim, ağır iş… Bu başlıklar 6331 sayılı Kanun’da kendine yer bulabilmiştir ancak uygulama ke- sinlikle yeterli değil. Olması gerektiği kadar hijyenik ol- mayan wc, duş ve soyunma oda- ları kadınların erkeklere göre daha çabuk mikrop kapmasına neden
  • 37. 37 olabiliyor. Kadınlar mikrop kapmak kaygısı ile WC’leri, duşları daha az kullanıyor, üstelik çok fazla tuva- lete gitmemek için gün içerisinde daha az, bazen de hiç su içmeye- rek önlem alıyor. Bunun sağlık açı- sından ne denli zararlar yaratacağı- nı tahmin edebiliriz, ancak özellikle güvencesiz ve uzun çalışma saat- lerine sahip tarım ve tekstil sektö- ründe kadınların en temel sorunla- rından biri ne yazık ki bu. Örnekler çoğaltılabilir: Cinsiyetçi bir iş bölümünün hala çalışma ya- şamına hakim olduğundan bah- setsek de artık kadınlar yalnızca tarım, tekstil, hizmetler gibi sek- törlerde değil, inşaat, maden, işle- me, metal sanayi gibi sektörlerde de çalışmakta; yüksek ses, titre- şim, yüksek ısı, ağır kaldırma gibi fiziksel risk faktörlerine, kimyasal toz ve dumanlara da erkekler ka- dar maruz kalmaktalar. Üstelik erkek işçilerin fiziksel özelliklerine göre örgütlenmiş çalışma alan- larında daha düşük sosyal statü, daha düşük ücretler ve kötü terfi imkan ve koşullarıyla. Elbette hepimize çok görevler dü- şüyor. Bugün her ne kadar DİSK’e bağlı sendikalarımızda kadın işçi sağlığı ve iş güvenliği, esneklik ve güvencesizlik, toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine eğitimler yapı- yor olsak da bunlar yeterli değil; örgütlü olduğumuz iş yerlerinde kadınların çalışma biçimleri ve alanlarını göz önünde bulundu- rularak riskleri analiz etmeliyiz. İşverenlere iş yerlerinde düzenle- meleri cinsiyet körlüğünden arın- dırarak yaptırmaya çalışmalı, mes- lek hastalıkları tanı ve teşhisinde kadınların özgün koşullarının göz ardı edilmemesini sağlamalı, psi- kolojik, fiziksel ve ekonomik şid- det biçimleri önce kendimize yani kurumlarımıza sonra işverenlere risk unsurları olarak kabul ettir- meliyiz. Çalışma sürelerinin gün- de en fazla 7 saat haftada 35 saat olmasında, çocuk bakım izinleri hak kaybı olmaksızın erkeklerle eşit hak ve sorumluluklarla dü- zenlenmesinde ısrar etmeli, aile sorumlulukları çocuk yaşlı engelli bakım yükümlülükleri bahanesi ile esnek çalışmanın kadınlara da- yatılmasına karşı durulmalıyız. Kadın emeğinin bu denli değer- sizleştirilmesine, esnek ve gü- vencesiz çalışma biçimlerine hapsedilmeye çalışılmasına ve kadın bedeninin denetlenmek istenmesine karşı daha güçlü po- litikalar üretip daha güçlü bir di- renişi yaratmak gerekiyor. Üstelik bunu kadınlar kadar erkeklerin de kendilerine dert etmesi gerekiyor. Çünkü kadınlar sağlıksız, düşük ücretli, güvencesiz işleri yapıyorlar ve bugün insana yakışır iş koşul- larında çalışmak, sağlıklı-güvenli, sosyal güvenceli çalışma ve bü- tünlüklü yasalar oluşması amacı ile yasalar ve eylemlerin geliştiril- mesinin yolu ancak kadınları bu mücadelenin ana ekseni olması ile mümkün kılınabilir.
  • 38. 38
  • 39. 39 Yaşanan süreci, çalışanlar için mutlak olarak yaşanması gereken bir süreç olarak ele almak, tamamen kaderci, boğun eğen ve teslim olan bir anlayışla malul olma anlamını taşır. Sermaye açısından işçi sağlığı ve güvenliğinin ekonomi-politiği, reka- bet ve birikime engel olmamasıdır. Ama aynı zamanda kendisinin, re- kabet ve birikimin sağlanabileceği piyasa ilişkileri içinde yer almasıdır. Bu yaklaşımı en açık 2012 yılında çıkarılan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nda görürüz. 6331 Sayılı Yasa incelendiğinde şekli bir bütünlüğün sağlanmaya çalışıldı- ğını bize göstermektedir. Hizmet alımı yasanın temel ruhudur. Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güven- liği sistemi çökmüş durumdadır ve 6331 sayılı yasa bu çökmüş sistem üzerinden çıkarılmıştır. Başta ma- dencilik ve inşaat sektörü olmak üzere son yıllarda yaşanan iş cina- yetleri bu çökmüşlüğün en trajik ve kabul edilemez yüzünü bize göstermektedir. 13 Mayıs 2014 Soma’da meydana gelen maden faciası, yüzyılın kat- liamı olarak kayıtlara geçerken, aynı zamanda ülkemizde sermaye birikim rejiminin acımasız yüzünü de bizlere göstermiş oldu. Taşeron- laşma ve güvencesiz çalışma ilişki- leri devlet ve sermaye işbirliğiyle temel birikim politikası olmuştur. İşverenlerin küresel kapitalist sis- temde rekabet edebilmeleri ve birikim sağlayabilmeleri açısından ucuz işgücü ve düşük işletme ma- liyetleri temel önemdedir. 2003 yılında Karaman Ermenek’te kömür ocağında grizu patlaması sonucu ölen 10 işçiyle başlayan süreç, 11 yılda özel sektör ve ta- şeron üretime teslim edilen kamu madenciliğindeki işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının ne dü- zeyde olduğunu bize ibretle gös- termektedir. Özel sektör madenciliğinde ve ka- muda rodövans ve taşeronlaştır- manın sonuçlarının en acımasız Madencilikte Taşeron ve Güvencesiz Üretim ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Uygulamaları Tevfik Güneş DİSK Eğitim ve İSG Dairesi Müdürü
  • 40. 40 örneklerini bu yıllarda görmek hiç şaşırtıcı olmamaktadır. Bunlar açı- sından mesleki eğitim ve birikim önemli olmadığı gibi, iş sağlığı ve güvenliği uygulamaları da tama- men maliyet kalemi olarak gö- rülmektedir. Maksimum kârı elde etmek için en hızlı ve en acıma- sız üretim süreçlerini yaşama ge- çirme konusunda hiç tereddüt et- memektedirler. Taşeron ve Güvencesiz Çalışma İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğini Reddeder İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca 2004 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarında maden proje teftişi gerçekleştiril- miş ve 2005 yılında bir rapor halin- de yayınlanmıştır. Proje kapsamında 772 maden iş- yerinde denetlemeler yapılmış- tır. Bu işyerlerinden 157’si yeraltı, 93’ü yerüstü olmak üzere toplam 250’si kömür işletmesidir. Teftişi yapılan işyerlerinde tespit edilen noksanlıklar; “1. Organizasyon, Gözetim ve Ge- nel Çalışma Şartları 2. Mekanik ve Elektrikli Ekipman ve Tesisler 3. Tahkimat 4. Havalandırma 5. Yangın ve Patlama 6. Ulaşım Yolları 7. Kurtarma ve Tahliye 8. Nakliyat 9. Sosyal Tesisler Proje kapsamında yapılan dene- timlerde genel olarak, işverenler tarafından iş sağlığı ve güvenliğine gereken önemin verilmediği, çalı- şanların ise eğitim düzeyinin ye- tersiz olduğu tespit edilmiştir.” Raporun sonucunda; “Proje kapsamında gerçekleştirilen teftişlerin değerlendirilmesi sonu- cunda maden işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği konusunun önemini koruduğu anlaşılmaktadır. İş ka- zaları ve meslek hastalıkları risk- lerinin önlenmesi ve çalışanların korunması amacıyla işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği bilincinin oluş- turulması ve geliştirilmesi gerek- mektedir. İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenli- ği bilincinin oluşturulması ve ge- liştirilmesi, öncelikle iş sağlığı ve güvenliği konusunda tüm ilgililer- de kültürel bir değişikliği zorunlu kılmaktadır. Bu amaçla taraflar arasında işbirliğinin gerçekleşme- si, işverenlere, işveren vekillerine işçilere ve temsilcilerine, teknik elemanlara, sağlık personeline ve diğer tüm ilgililere yeterli ve sürek- li eğitimin sağlanması gerekmek- tedir. Diğer taraftan maden işyerlerinde proje denetimlerine kapsamının genişletilerek devam edilmesi ge- rek maden işyerlerinin iş sağlığı ve güvenliği yönünden izlenmesi, ge- rekse sözü edilen işbirliği ve eğitim çalışmalarının desteklenmesi açı- sından uygun olacaktır.”
  • 41. 41 Aradan 6 yıl geçtikten sonra de- vam eden maden kazalarının ne- denlerini araştırmak üzere Devlet Denetleme Kurulu (DDK) bir çalış- ma yapmış ve bunun sonuçları da 2011 yılında kamuoyuyla paylaşıl- mıştır. Bu Raporun içeriğini kısaca aktar- mak gerekirse; 5. Bölümde ayrıntılı biçimde ince- lenen kazaların nedenine ilişkin benzerlikler incelenmiş ve 2005 yılı İş Teftiş Kurulu Raporunu daha detaylı hale getirmiş ve şu tespit- ler yapılmıştır: “-Risk değerlendirmesi yapılma- ması, -Taşeronluk/alt işverenlik uygula- ması, -Üretim zorlaması, -Geçmiş kazalardan ders alınma- ması, -Grizu riskine karşı önlemlerin ye- tersiz olması, -Kontrol ve degaj sondajlarının ye- terince yapılmaması, -Delme-patlatma işlemindeki dü- zensizlikler, -Çalışanlarda CO maskesi bulun- maması, -Gaz izleme ve ikaz sistemlerinin yetersizliği, -Havalandırma yetersizliği, -Grizu emniyetli elektrikli cihaz ve ekipmanlar ile ilgili sorunlar, -Nefeslik-kaçamak yolu ile ilgili yetersizlikler, -Tahkimat ile ilgili eksiklikler, -Tahlisiye hizmetleri ile ilgili sorun- lar, -Maden işletmelerinde gözetim (iç denetim) hizmetlerinin yetersizliği, -Teknik nezaretçilik vb. işletme içi denetim uygulamaları ile ilgili so- runlar, -Kamu birimleri denetimlerinin et- kinsizliği, -Mesleki eğitim ve iş güvenliği kül- türü noksanlıkları.” Görüldüğü üzere 2005 yılından 2011 yılına kadar giden süreçte madenlerde işçi sağlığı ve iş gü- venliği önlemlerine ilişkin hiçbir şeyin değişmediği, aksine ölümlü iş kazalarının giderek yükseldiği ve kaza nedenlerinin ortadan kal- dırılmasına dönük bir çabanın ya- şanmadığını kuvvetle vurgulamak gerekiyor. 2011 DDK Raporunun Öneriler bö- lümünde kapsamlı tedbirlerin alın- ması ve bir sistem yaratılması iste- nirken, Soma faciasına kadar geçen süreçte de olumlu anlamda yaratı- lan hiçbir uygulama yoktur. Aksine zayıf denetim ve yaptırımlara uğ- rayan ve kapatılan maden ocakla- rında bile kaçak çalıştırma cüreti ve cesareti görülebilmektedir. Soma Maden faciasından son- ra TMMOB Soma Raporunu Eylül 2014’te yayınlamıştır. Bu raporda- ki kaza nedenlerine bakıldığında yukardaki iki rapordaki bulgularla örtüştüğünü görürüz.
  • 42. 42 Fakat kamuoyuna dönüp baktığı- mızda ya fıtrata, ya işçinin güven- siz davranışlarına ya da güven- lik kültürünün olmayışına vurgu yapılarak temel sorunlar örtbas edilmeye çalışılmaktadır. Oysa ki bu raporlara bakıldığında işçilerin mesleki ve İSG eğitimlerinin yeter- sizliği tek bir kalemde geçmekte- dir. Güvenlik kültürünün bir sistem içinde ele alınması vurgulanmak- ta, işçinin mesleki ve İSG eğitim- lerindeki yetersizlikler, üretim ya- pısının kendisinden kaynaklandığı açıkça söylenmektedir. 1980‘li yılların başından itibaren uygulamaya konulan özelleştir- me, taşeronlaşma, rodövans vb. yanlış uygulamalar; kamu maden- ciliğini küçültmüş, kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllar sonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve deneyim birikimini dağıtmıştır. Yoğun birikim ve deneyime sahip olan kurum ve kuruluşlar yerine üretimin, teknik ve alt yapı olarak yetersiz, deneyim ve uzmanlaş- manın olmadığı kişi ve şirketlere bırakılması iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin hızla terkedilmesine neden olmuştur. Buna bir de ka- musal denetimin ve yaptırımın ye- tersizliği de eklenince facialar bir biri ardı sıra gelmeye başlamıştır. Ülkemizde yüksek risk taşıyan, kuralsız ve denetimsiz çalışan, mühendislik bilim ve tekniğinden uzak, teknik elemanın gözetim ve denetimi olmaksızın, tamamen ilkel koşullarda çalışan pek çok maden firması ya taşeron ya da rodövans ilişkileri içinde üretim yapmaktadır. Bu tür işletmeler açı- sından iş sağlığı ve güvenliği uygu- lamaları tamamen maliyet kalemi olarak görülmekte ve maksimum kârı elde etmek için en hızlı, en acımasız üretim süreçlerini yaşa- ma geçirme konusunda hiç tered- düt etmemektedirler. Geçmişin bütünsel üretim süre- ci ve koordinasyonu, yukardaki raporlarda tespit edilmiş temel sorunlar nedeniyle tamamen bo- zulmuş ve dolayısıyla iş sağlığı ve güvenliğinin önlemlerinin sistemli ve koordineli uygulaması da orta- dan kaldırılmıştır. Özel sektör madenciliğinde kamu- nun denetim ve yaptırım koşulla- rına dönük düzenlemelerin yeter- sizliği hala devam etmektedir. Taşeronlaştırma ve güvencesiz ça- lıştırma ile birlikte, sendikal ör- gütlenmenin kapsamı daraltılmış, sendikal denetimlerin alanı da böylece sınırlandırılmıştır. Bu ekonomik faaliyet biçimi artık siyasal iktidarın birikim yaratma rejiminin temel karakteri olmuş durumdadır. Türkiye Taşkömürü Kurumu ve Türkiye Kömür İşlet- meleri uzun zamandır rodövans ve taşeronlaştırma politikasının kıskacı altına girmiştir. Türkiye ILO’nun 176 Sayılı Maden- lerde Sağlık ve Güvenlik Sözleşme- sini 12.12.2014 tarihinde nihayet kabul etmiştir. Ancak 155 ve 161
  • 43. 43 sayılı İLO Sözleşmelerinin iç huku- ka uygulanmasındaki yetersizlik- lerine bakıldığında aynı akibete uğramaktan kaçınamayacaktır. Örneğin, 4 Ağustos 2015 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Resmi Gazetede yürürlüğe giren Muhte- mel Patlayıcı Ortamda Kullanılan Teçhizat ve Koruyucu Sistemler ile İlgili Yönetmelikte belirtilen 1. Grup Teçhizat kategorisine uygun olarak sertifikalandırılmamış olan maden ocaklarının teçhizatlarının yenilenmesi 31/12/2019 yılına er- telenmiştir. DDK, İş Teftiş Kurulu raporları or- tada dururken, bu kadar kitlesel ölümlerden sonra patlamaya da- yanıklı teçhizat ve koruyucu sis- temleri hızla yaşama geçirmesi beklenirken, madencilerin daha fazla cinayete kurban gitmesine neden olabilecek bu düzenle- menin yapılmaması, AKP’nin ve üzerinde yükseldiği sermaye ya- pısının cüretini ve acımasızlığını açıkça göstermektedir. Yıllardır bu konularda çalışma ya- pan, sorunlara dikkat çeken sen- dikalar, meslek odaları ve birlikle- rinin uyarılarını dikkate almayan anlayışların iş sağlığı ve güvenliği alanında ciddi adımlar atabilmesi mümkün görünmemektedir. Sonuç Yerine Yaşanan süreci, çalışanlar için mutlak olarak yaşanması gereken bir süreç olarak ele almak, tama- men kaderci, boğun eğen ve tes- lim olan bir anlayışla malul olma anlamını taşır. Aynı zamanda, ya- şanan sorunları işçilerin güvensiz davranışlarına, güvenlik kültürü- nün yokluğuna bağlayanlarla cid- di ideolojik bir tartışma yapılması gerekmektedir. Bu sürecin tersine çevrilmesi mümkün ve olanaklıdır. Bunu gerçekleştirebilmek içinse ilk adım olarak belirli görevlerin ele alınması sağlanmalıdır. Birincisi; sendikal hareketin ken- di örgütlenmesinin önündeki engelleri kaldırmak ve işletme düzeyinde etkin bir rol oynaya- bilmek için samimi bir mücadele vermesinin zorunluluğunun yanı sıra İSG alanını temel örgütlenme alanı olarak ele almalarını sağla- yacak bilincin geliştirilmesi çaba- sı içine girmelidir. İkincisi; taşeron ve güvencesiz üretim sisteminin tamamen ya- saklanması ve/veya ciddi dene- tim ve sınırlama getirilmesi için yine samimi, etkin bir mücadele verilmesi gerekmektedir. Üçüncüsü; sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üni- versiteler ile oluşturulması politi- kasının yaratılması ve ısrarcı bir çabanın gösterilmesi gerekmek- tedir.
  • 44. 44 Konfederasyonumuzun 13 Bölge Temsilciliği kapsamında sendika- larımızın şube başkan ve yöne- ticilerine, işyeri temsilcilerine ve sendikal etkinlik içinde bulunan işçilerine işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimlerini vererek bilinç ve kül- türel düzeylerini yükseltip uygu- lama kapasitelerini geliştirmesinin çabası içindedir. Aynı zamanda, İSİG uygulamalarının yaygınlık kazanmasına ve iş kazalarının ve meslek hastalıklarının azaltılma- sına katkı sağlamayı etkin bir hedef olarak önüne koymuştur. Ayrıca, uluslararası dayanışma çerçevesinde gelişmiş ülke dene- yimlerinin aktarılması sağlanarak mevcut çalışmanın norm ve stan- dartların yükseltilmesi çabasını da göz önünde bulundurarak bu faa- liyeti sürdürmektedir. Gerçekleştiriyor olduğumuz 13 bölgede işçi sağlığı ve iş güven- liği eğitim projesi çalışmaları ilgi- li bölge temsilcilikleriyle ilişkilerin kurulup görüşme tarihleri birlikte tespit edilmiş ve 21 Şubat 2015 ta- rihi itibariyle Diyarbakır’dan start verilmiştir. Mart 2015 tarihi itiba- riyle ön hazırlık çalışmaları pey- derpey devam ettirilmiştir. UYGULAMA ADIMLARI 1. Hazırlık çalışmaları Ön durum tespiti, yerel ilişki- lerin kurulması ve altyapının hazırlanması: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarında böl- gelerde temsilci ve sendika yöne- ticileriyle bilgilendirme toplantıları yapılmaya başlanmış ve çalışma- ların altyapısı oluşturulmuştur. Bu faaliyet proje yürütücüsü ve DİSK Yönetim Kurulu’ndan bir yöneti- ciyle gerçekleştirilmiş ve 9 bölge- nin ziyaretleri planlanan zaman Konfederasyonumuzun 13 Bölge Temsilciliği Kapsamında Yönetici ve Temsilcilerin İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi ve Uygulama Kapasitelerinin Geliştirilmesi Projesi Final Raporu Aralık 2015
  • 45. 45 içinde bitirilmiştir. Bu bölgeler Diyarbakır, Kocaeli, Trakya, Bur- sa, Kayseri, Ordu, Konya, Ankara, Adana, Eskişehir ve İzmir bölgele- ridir. Bölgelerde, Bölge Temsilciliği baş- kanlığında var olan sendikaları- mızın yönetim kurulu üyeleri ve temsilcileri toplanmış ve yürütü- lecek eğitimin içeriği ve programı tartışılmıştır. Yer ve tarih belirle- meleri yerelliğe bırakılmış ve en geniş katılımın sağlanmasında özenli bir çalışmanın beklentisi içinde olunduğu aktarılmıştır. Eğitici kadronun oluşturulması, eğitim dokümanlarının hazırlanması ve basımı Üç ayrı konuda yapılacak eğitim seminerlerinde görev alacak, ye- tişkin eğitiminde deneyimli uz- manlarımızın bu alanda eğitimi konusunda 19-20 Mart 2015 ta- rihlerin iki günlük bir toplantı ger- çekleştirilmiştir. İSG alanında yapı- lan verimli tartışmalardan sonra üç komisyon oluşturulmuştur. Bu komisyonlar DİSK İSG dairesinin yönlendirmesiyle verilecek eği- timlerde dil ve söylem birliğinin çerçevesini çizmiştir. Komisyon- lar kendi içlerinden birer sorumlu atamış ve eğitim dökmanlarının hazırlanması bu sorumlulara ve- rilmiştir. Dokümanlar katılımcı, yetişkin eğitimi tekniklerine ve yapılan ön durum çalışmasının sonuçlarına uygun biçimde hazır- lanmıştır. Bu çerçevede; Dökümanları hazırlayacak uz- manlar • Dr. F. Serkan Öngel (DİSK-AR Dairesi Danışmanı) • Onur Bakır (Sosyal-İŞ) • Sinem Derya Çetinkaya (Birle- şik Metal-İş) Eğitim Seminerlerine Katılacak Uzmanlar • Dr. F. Sekan Öngel • Onur Bakır • Sinem Derya Çetinkaya • Hansel Özgümüş (İş güvenliği uzmanı) • Alpaslan Savaş • Umar Karatepe • Faruk Özdemir • Pınar Abdal • Gökhan Alpuğan 2. Eğitim Seminerleri Eğitim seminerleri yetişkin eğiti- mi tekniklerine uygun olarak ve katılımcılık esas alınarak yürütü- lecektir. Eğitim seminerleri üç ayrı konuda düzenlenecektir: KONU 1: Genel Olarak Sorunlu Sektörlerde (metal, maden, gemi yapım, sağlık, enerji, tekstil vb.) Çalışma Koşulları, İlgili Yasalar ve AB Standartları