SlideShare a Scribd company logo
1 of 1083
Bu Çalışma ;   AHMED   HUL Û Sİ ’nin Çok Değerli Eserlerinden Faydalanılarak Hazırlanmıştır… www.ahmedhulusi.org Made By İZMİR & YAHCIVILLAGE www.allahisimleri.org
www.allahisimleri.org
 
 
 
"HÛ'vAllahulleziy la ilahe illâ HÛ"! İster vahiy yollu gelsin, ister bilinç yollu üzerine eğilinsin, algılanan her "şey"in hakikatinin derûnu... Öylesine ki; Ekberiyet tecellisi sonucu önce "haşyeti", sonucu olarak da "hiç"liği yaşatır ve bu yüzden de O'nun hakikatine erişilemez! "Basîretler ona ulaşmaz!" Mutlak bilinmezliğe ve kavranılmazlığa işaret ismidir! Nitekim "ALLÂH" dâhil  tüm isimler  "HÛ"ya bağlı geçer Kurân'da! "HU ALLAHu EHAD", "HU'ver Rahmanur Rahıym", "Hu'vel'Evvelu vel'Ahıru vez'Zahiru vel'Batın", "HU'vel Aliyyül Azıym", "HU'ves Semiy'ul Basıyr" ve Haşr Sûresi'nin  son üç âyeti  gibi! Bu arada şunu da bir diğer okunuş şekli itibarıyla fark ederiz ki, isimlerin öncesindeki "HÛ" ismi işaretiyle önce tenzih vurgulaması yapılır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. Bu da hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir işarettir.
 
“ Külle yevmin Huve fi şe`n" (55/29)  âyetinde, dikkat ederseniz "HÛ" ismi var..  ALLAH" ismi geçmiyor!. “ "HÛ" ismi, cüz`ün özündeki Teklik boyutu değil mi?.. İşte O, Teklik boyutu, her an cüz`lerdeki tasarrufu oluşturmakta.. Oluşumun kaynağı O!..
 
"HÛ" nun mânâsı; Çokluk görüntüsünün ardındaki, Öz`deki Teklik boyutudur..
 
İşte Arapça’daki “HÛ” kelimesi, varlığın özündeki bir boyutsal öteliğe işaret eder; niteliksiz ve niceliksiz bir yolla!.
 
Sayısız “nokta”ların Hâlik”i olup; “nokta”lar indinde “nükte” olan  “ HÛ”!… İlminde “nokta”dan yarattıklarını, hayal hammaddesiyle var kılan  “ HÛ”!… Ve bütün bunlardan “GANΔ olana işaret eden,  “ HÛ”!..
 
Soru: -Şehâdet, "HÛ"ya bağlanırsa, o şehâdetin izahı yapılabilir mi?..  Şayet yapılamaz ise Allah nasıl şehâdet eder?.. Cevap: -Şehâdet kesrete ait bir kavramdır...  Kesret sûretlerinden şehâdet etmektedir...  "Atan bendim" deki gibi... ”  HÛ” ya yapılmayan şehâdetle tenzihiyet olmaz.
 
Soru: -“Abduhû ve Rasûluhu”, yani Abdullah ve Rasûlullah dediğimizde, “Hû” isminin kulu ve Rasûlü olmakla Allah isminin kulu ve Rasûlü olmak arasındaki anlam farkı nedir... Cevap: -Birisi Allah’ı Hüviyetinde bulmayı anlatır...  Öteki, Allah ahlâkıyla ahlâklanmış olmayı... "HU" kelimesi, Kurân`da, sabit tek bir mertebeye değil, içinde geçtiği konunun mahiyetine göre, değişik mertebelere işaret eder.
 
Âyet sonundaki bu tanımlama daima "HÛ" denerek Allah adıyla işaret edilenin tenzih yönüne; Esmâ adıyla da teşbih yönüne işaret ederek OKU'yanda tevhid bakışını oluşturmak amacını gütmektedir Allahu âlem. "HÛ" dan sonraki, pek çok âyette geçtiği üzere Türkçedeki noktalı virgül anlamındadır, bize göre.
 
Mutlak Zât’a işâret.
 
"Allâh" ismiyle işaret edilenin, "zerre"lerin zâtını "Esmâ"sıyla ilminde "var" kılma özelliğine işaret eder. Her şey, "var"lığını "ilim ve irade" mertebesinde bu ismin işaret ettiği özellikle elde eder! "Er Rahmanu alel Arşisteva" ( Tahâ: 5 ) ve "Er Rahman; Allemel Kur'ân; Halekal İnsan; Allemehül beyan" ( Rahman: 1-4 ) gereği "ŞUUR"da açığa çıkan "Esmâ"nın hakikatidir! Rahmeti, o "şey"i ilminde, "var"lığa getirmesidir! "Allâh Adem'i Rahman sûretinde halk etti" işareti "İnsan"ın, ilmî sûretinin Rahmaniyet özelliği yansıması üzere meydana getirildiğine işaret eder. Yani Esmâ mertebesinde bulunan özellikler ile! İnsan'ın, Zâtı itibarıyla kendini tanıyışı da Rahmaniyet'le ilgilidir... Bu nedenle "RAHMAN"a secdeyi müşrikler algılayamamıştır ( Furkan: 60 )... Şeytan (vehim, bilinç) "RAHMAN"a âsi olmuştur ( Meryem: 44 )... "İnsan"ın Zât'ının "Esmâ" hakikatinden meydana getirildiğine işaret eder! "İnsan"daki "Zâtî tecelli" de budur!
 
Sonsuz Esmâ ve Sıfat Sahibi…
 
"Er RAHMAN" O`dur ki... Mutlak "RAHMET" sahibi olarak, tüm mânâları, varlığından, varlığıyla meydana getirmektedir..
 
Kur`ân`da;     "RAHMAN ARŞIN ÜSTÜNE ISTİVA ETMİŞTİR"  dendiği zaman, burada işaret edilen şey "Rahmâniyet" mertebesidir!..  Yani çokluğu, kesreti, birimleri meydana getiren isimler ve vasıfların, soyut özelliklerin olduğu Sıfat mertebesi demektir..  Sıfat mertebesi, sahip olduğu özellikler itibarıyla esmâ mertebesi diye de anlatılır.  Esmâ mertebesi denen şey, ilâhi isimlerin anlamlarından başka bir şey değildir.  İşte bu ilâhi isimlerin var olduğu boyut arşın üstüdür...  Bu isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkması, mânâdan birimselliğe, çokluğa dönüşmesi de arşın altına tenezzülü diye anlatılır.
 
Rahman” bir özel isimdir ve tercüme edilemez!” (Elmalılı Hamdi Tefsiri —orijinali— cilt 1, sayfa 32) “ Rahman pek merhametli diye yetersiz bir şekilde tefsir olunabilirse de böyle tercüme edilemez..... ALLAHu tealanın rahmeti, merhameti, bir hissi kalbi, bir temayüli nefsani mânâsına bir iyilik duygusu değildir. Fatiha’da izah olunacagı üzere “İRADEİ HAYR veya İNAMI SONSUZ mânâsınadır.”  (Aynı tefsir, cilt 1, sayfa 33)  “ Vücut her hayrın ve her nimetin aslıdır. Rahman, böyle bir iradei hayr ile bizi cismaniyet ve ruhaniyetimizle ademden (yokluktan) vücude (varlığa) getirerek halk eden ve bununla beraber esbabı baka ve hayatımız olan nimetleri de izhar ve isal eyleyen rahmeti celile sahibidir ki bu rahmetin şumulünden (kapsamından) hariç hiçbir mahlûk bulunamayacağından buna celâili niâm ile rahmet denilir.” (aynı tefsir, cilt 1, sayfa 77) Şimdi buradan da anlaşılır ki, Rahman, klasik anlatımdaki gibi “esirgeyici, bağışlayıcı” gibi beşerî değerlendirme anlamlarının çok ötesinde; evrensel anlamıyla, “dilediği şekilde varlığı yokluktan vucuda getiren, var kılan” anlamındadır!.
 
“ Ürettiğinin” bir kısmı “Rahman”dan gelendir… Acıyla karışık nimettir üretilen.. Bir kısmı “Rahim”den gelen üretimdir, sırf nimet olarak!..
 
"Rahmaniyet" mertebesinden, "ilmi ilâhideki ilâhi esmânın toplu halde bulunduğu mertebedir" diye söz edilirse de; gerçekte burada topluluktan veya ayrılıktan söz edilemez.  "RAHMANİYET", ilâhi esmânın hazinesidir, deriz; ki bu da mecazi bir ifadedir... Gerçekte, böyle bir tanımlamadan da münezzehtir "ALLAH"!.
 
“ RAHMAN”dır “DATA”;  esmâyı (isimlerin işaret ettiği tüm özellikleri) cem etmiştir kendisinde…  “ El VAHİD” isimlerin işaret ettiği özelliklerin TEK’teki varlığına işaret ederken;  “ Er RAHMAN”, TEK’teki sayısız özellikler mevcudiyetine işaret eder.
 
Âlem sûretleri ile kendini seyir edendir! Bilinçli varlıkları, hakikatlerine erdirmek suretiyle; seyretmekte ve Esmâ'sı özellikleriyle yaşatmakta olanın, kendisi olduğu farkındalığıyla yaşatandır. "Ve kâne bil mu'miniyne Rahıyma =  Hakikatine iman etmişlere Rahîm'dir " ( Ahzab : 43 ). Cennet diye işaret edilen yaşamın kaynağıdır. Melekî boyutun "var"lığını oluşturandır.
 
Varlıklar içinde seçtiklerine kendini tanıtan.
 
Allah’ın “RAHM” ismi kendi esmâlarının dışında nerede kullanılıyor? Göreceksiniz ki kadının cinsel ve doğurganlık organı olan bölge için.. Yani kadında doğurganlık olayını oluşturan ve insan türünün çoğalmasını ve bekâsını sağlayan cinsel organına verdiğimiz isim! Mikro plânda kadındaki rahim, makro plânda ise Allah’ın ”RAHİM” ismine karşılık geliyor! Allah’ın “Rahm” ismi, ”Rahmet” ve “Rahman” mânâlarının kökenidir! Yani Allah’a ait esmâların üreticisidir! Üretim yapıldıktan sonra bu isimlerin topluca bulunduğu ve sâdır olduğu boyuta “RAHMANİYET BOYUTU” diyoruz. ”  Rahim” isminin en geniş ve kapsamlı ortaya çıktığı mahâl, Cennet’tir! Dolayısıyla, “Cennet anaların ayağı altında” derken; mikro plânda çoğalmayı-üremeyi sağlayan kadındaki rahmin makro plânda karşılığı olan Allah’ın “Rahim” isminden cennetteki mânâların ürediği mecazi olarak anlatılmıştır.
 
“ Rahiym” ismi kanalından gelenlerse, tamamen “insan”ın hoşuna giden şeylerdir. “ Rahiym”in tam tecellisi “cennet” ismiyle işaret edilen boyuttadır.
 
"RAHÎM"in rahmeti ise böyle olmayıp, herhangi bir “arındırma” ya da “ıstıfa” gayesi gütmeyen, sırf zevk veren, güzellikleri tattıran, kişiye hoş gelen hâlleri yaşatan "rahmet"tir.. Esasında, kitaplarda "müminlere cennette sunulacak rahmet" diye anlatılan bu "RAHÎM`in rahmeti" anlatılagelenden hayli farklı bir olaydır... Bir kere şunu kesinlikle bilelim ve hiç unutmayalım ki, "ALLAH"ın bütün isimlerinin mânâları, her an geçerli ve yürürlüktedir!.. İşbu sebeple, "RAHİM isminin mânâsı şimdi geçerli değildir de, cennete girildikten sonra geçerli olacaktır" şeklindeki anlayış, tamamıyla asılsızdır... "ALLAH"ın "RAHÎM" isminin mânâsı, her an, her yerde yaşanmaktadır!.. Bizim bunu farketmemiz ya da farketmememiz hiç bir şeyi değiştirmez..
 
Rahman, klasik anlatımdaki gibi “esirgeyici, bağışlayıcı” gibi beşerî değerlendirme anlamlarının çok ötesinde; evrensel anlamıyla, “dilediği şekilde varlığı yokluktan vucuda getiren, var kılan” anlamındadır!. Rahim ise “bu vücuda getirişin sistemini oluşturan mekanizmayı var eden” anlamındadır.
 
"ALLAH"ın “RAHÎM” isminin mânâsı, her an, her yerde yaşanmaktadır!.. Bizim bunu farketmemiz ya da farketmememiz hiç bir şeyi değiştirmez.. -"...illâ Billah" uyarısındaki anlam, Rahiym isminin işaret ettiği özellikten açığa çıkmaktadır bizlerde!... "...İllâ Billah"taki anlamın gereğini açığa çıkaran kimse, Rahim isminin işaret ettiği mânâdan kuvvet almıştır demektir bu!... -Rahim’inden dolayı varlıktakileri “yok” tan yaratması, “Merhameti”dir!..
 
"Rahman"iyetinin sonucu olarak Celâl sıfatıyla gayzer gibi kürsî ve semaları, katmanları yaratırken (dikey bir oluşla); "Rahîm"iyetinin sonucu olarak "Cemâl" sıfatıyla her bir semâdaki (katmandaki) yayılımsal yaratışı (yatay diyebileceğimiz) ile o âlemin halk olmuşlarını meydana getirir (ki bu evrenimiz içindeki tüm uzaysal yapıyı içine alır).
 
"“RAHÎYM”dir “DATA”;  her an açığa çıkartır “rahminden”, “kalem”le yazılmış “çok boyutlu tek kare resmi”! Tek bir sistem (Sünnetullah), tümü kavrar makrodan mikroya!"
 
Yaratılmışlarda açığa çıkan özellik ve kavramlarla tanımlanmaktan, kayıtlanmaktan ve sınırlanmaktan berî! Tüm âlemleri Esmâ'sıyla "var" kılarken, onlarda açığa çıkan özelliklerle tanımlanmaktan dahi berîdir.
 
 
Sınırlılıktan mukaddes ve arı.
 
Kuddûs (saf, arı, orijini değişmemiş)
 
Buna ilâve olarak, Allah`ın "Kuddûs" ismini de her gün bu sayı civarında tekrar eder ve yanısra "Kuddûs-üt tâhiru min külle sûin" duasını da üçyüz veya beşyüz defa tekrarlarsan; kendini hiç zorlamadan sigara veya uyuşturucu ya da alkol alışkanlığından kurtuluverirsin!..
 
Mülkü hükmünde olan Esmâ mertebesinde dilediğince şe'n alarak fiiller âlemi sûretlerinde tedbir edendir! "Her şeyin melekûtu (Esmâ kuvveleri) elinde olan (tedbirâtın bu mertebeden açığa çıktığına işaret) Subhan'dır... O'na rücu ettirileceksiniz" ( Yâsîn: 83 ). Tek Melîk'tir! Ortağı olmaz. Bunun farkındalığını yaşattığının kesin ve mutlak teslimiyet dışında bir hâli olmaz! İtiraz ve isyan hiç kalmaz! "Arşı istiva" diye anlatılan olayda önde gelen özelliktir diğer birkaç özellikle birlikte... "Semâlarda ve arzda her ne varsa; Melîk, Kuddûs, Azîz ve Hakîm olan (dilediği mânâları açığa çıkarması için onları yaratan) Allâh'ı (işlevleriyle) tespih etmedeler!" ( Cum'a : 1 ).
 
Mülkünde tasarruf sahibidir. Herşey O’na muhtaç. Hükmeden.
 
İşte bu "Rahmaniyet" mertebesinde mevcut olan esmâ-i ilâhi, "O"nun, "melikiyet" mertebesi özelliği ile mülküdür.  Bir yönü itibarı ile "Melîk"tir, bir yönü itibarıyle "Mâlik"tir.  Ancak, "melîk" ismi, "mâlik" isminden daha kapsamlıdır.  "Mâlik" ismi," "bir şeyin sahibi" anlamındadır.  "Melîk" ise o şeyin hem sahibi", hemde "o şeyler üzerinde mutlak hükümdar" olandır.  Yani, "ALLAH"ın "Melîkiyet"i, "kendi esmâlarını dilediği gibi açığa ortaya çıkarması, seyretmesi" anlamındadır.
 
"DİLEDİĞİNİ YAPAR." ( )  "YAPTIĞINDAN SUAL SORULMAZ!" (21-23)  Bu âyetler "O"nun "Melikiyeti"nin eseridir.
 
MÂLİK’İDİR DİN GÜNÜNÜN... Bazıları da; -MELÎK’İDİR DİN GÜNÜNÜN... diye okumakta ve anlamaktadırlar... Şayet, "MÂLİK”i diye anlarsak... "sahip olduğu üzerinde, özgürce ve tasarrufundan dolayı kimseye hesap vermeksizin, dilediğini yapan" anlamıyla karşılaşırız... Şayet, "MELÎK"i şeklinde okur ve kabul edersek... Bu defa da; "yönetim, kurallandırma, fiilleri değerlendirme, yetki güç sahibi" olan bir Zât olarak anlarız...
 
Fatiha’da dahi Malik’i veya Melîk’i okunuşuyla gene bu noktaya işaret edilmektedir ki; “OKU kitabını! Bilincinin–nefsinin hakikati yeterlidir. O gün hasîb olarak” “ikra kitabek!. Kefa binefsik el yevme aleyke hasîb” (17:14) âyeti bu sırra işaret etmektedir. "Hasîb" ismi esmadan olarak Rububiyet mertebesinde varlığında yer almaktadır holografik gerçeklik doğrultusunda. Ötedeki tanrıya değildir hesap yani!. Hakikatindeki "ismi ALLAH olanın Melîkiyeti"ne hesap verirsin "yevmid DİN"–“DİN GÜNÜNDE”... İstersen çok asırlar sonrasına at bu “din günü”nü!. “ Mâlik-el Mülk” olman dolayısıyla başkası sözkonusu olmaksızın; "SADECE SANA KULLUK EDER ve SADECE SENDEN YARDIM BEKLERİZ"...  
 
"Mâlik`i yevm ed Diyn" de, "sünnetullah" diye tanımlanmış yaratış sistem ve düzeninin her var oluş ve yok oluş sürecinde tek hükmü geçen olduğu vurgulanır…
 
Yaratılmışlara (beden ve tabiat kayıtlarından; tehlikeden; boyutlarının kayıtlarından) selâmet ihsan eden, yakîn hâlini oluşturan; iman edenlere "İSLÂM"ın hazmını veren; Dar'üs Selâm (hakikatimize ait kuvvelerin tahakkuku) olan cennet boyutu hâlinin yaşamını meydana getiren! Rahîm isminin tetikleyerek açığa çıkardığı isim-özelliktir! "Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym = Rahîm Rab'den " Selâm " sözü ulaşır (Selâm ismi özelliğini Rableri olan Esmâ hakikatlerinden açığa çıkan yolla yaşarlar)!" ( Yâsîn: 58 ).
 
Yakin halini yaratan.
 
"İslam"; selâmet bulma, selâmete erme, "selâm" isminin mânâsının sizde açığa çıkması anlamında!.
 
"Allah"ın "selâm" isminin mânâsı ortaya çıktığı zaman kişi, bir kısım ilâhi isimlerin mânâsıyla tahakkuk etmek suretiyle, cennet yaşamı dediğimiz yaşama geçer.
 
Selâm, dalga dalga yayılır “özündeki Hakikatı Muhammedî”den “kulluk” görevini yerine getirmekte olan tüm “sâlih”lere... “benliğinden kurtulmak suretiyle tüm SALÂHA ermişlere”...
 
SELÂM, üzerimize ve “kulluk” ifa etmekte olanların içindeki tüm “sâlih”leredir!...
 
İlâhi emirlere uyma hâli devam ederse, o zaman terkib tabiatının ötesinde , Allah’a vâsıl olur; ve böylece ebedi saadet onun için sözkonusu olur...Bu davranışların neticesinde “Selâm” isminin mânâsı kendisinde âşikâr olur..
 
"Selâm" isminin mânâsının kişide açığa çıkmasını temennîdir.. "Selâmün aleyküm" demekte karşındakine bu dilekte bulunmaktır.. Yani, âyetteki işaret;  "Özündeki hakikatı idrak edip, o hakikatla tahakkuk edebilmesini temennîdir..
 
"Bütün emr`lerden selâm getirir" Her "Emr", kişinin varlığını oluşturan melekî "nûrî" katmandır!.. Yani her birimin kendi içindeki, özündeki, esmâ mertebesinin kuvveden fiile çıkma mahalli... “ Selâm” derken, Allah’ın Selâm isminin mânâsının o kişinin özünden gelen bir biçimde kendisinde açığa çıkmasını temenni ederek, "Selâm" diyorsan, hiç bir mahzûru yoktur...
 
Ne anlarsın sen, “Selâmu aleykum” demekle “günaydın” demenin farkını!. Özünden gelen “Selâm” kavramının, karşı beyine yönlendirilerek; onda, özünden “selâm”ın beyninde açığa çıkmasını sağlamak amacıyla, ona kapı açmanın nasıl oluştuğunu!.
 
Selâm (varlık kendine teslim olmuş)
 
Algılananın ötesi olduğu farkındalığını oluşturandır Esmâ boyutu itibarıyla. Bu farkındalık, boyutumuzda "iman" olarak açığa çıkar. İman edenler şuurlarındaki bu farkındalıkla iman ederler; dünyamızda Rasûller; tüm varlıkta ise melekler dâhil! Bu farkındalık, bilinçteki aklın vehim esaretinden kurtulmasını sağlar. Vehim, kıyası kullanarak muhakeme yapan aklı saptırabilirken, iman karşısında güçsüz ve etkisiz kalır. Mümin isminin özelliğinin açığa çıkışı şuurdan bilince direkt yansır; dolayısıyla da vehim kuvvesi onun üzerinde tasarruf edemez.
 
Gaybın sonsuz sırlarına açık idrâkı oluşturan.
 
Mü’min (gayba imanı açığa çıkarıp tereddüt ve şüpheyi yok eden)
 
Hakikatinin, "Hakikat-i Muhammedî", yani "Esma mertebesi" olduğuna "iman" etmişlere "Aminu B`illah" sırrına ermiş olan "Mümin" denir!
 
"RASÛLLÜĞÜN"ün hakikatinin, "esmâ mertebesi"nin ilk tecellisi olan "RUH" adlı melek veya "Hakikati Muhammedî" veya "Mümin" olduğunu anlayabilsek!..
 
“ Mümin”ler onlardır ki, Allah’a ve Rasülü’ne "B" sırrının idrâkı içinde îmân ederler ve bu îmândan şüpheye düşmezler; bunun neticesi olarak da sorumluluklarındaki tüm malları ve bilinçleri ile hiç bir karşılık beklemeden bu yolda cihâd ederler. İşte onlar “îmân” ehlidirler.” (Hucurat:14-15)
 
Risâlet" bildirisine "iman" edilir; "Nübüvvet" bildirimine "teslim olunur"!.. Birincisine "mümin", ikincisine "müslim" denir. "Mümin" olmak ayrı şeydir, "müslim" olmak ayrı şeydir.
 
"Hakikat-i Muhammedî", Muhammed Mustafa sûretine bürünmüş olarak irsal olup; "iman"a davet etti insanları, kendi hakikatlerine! Bu gerçeğe "iman" edenler, "Mümin" oldu! Onların nurundan, cehennemin ateşi sönmeye yüz tuttu! Haykırdı cehennem, "Çabuk geç ey mümin, nurun ateşimi söndürüyor"!
 
"Esmâ"  mertebesinden açığa çıkanları kendi sistemi içinde koruyup sürdürendir (El hafizu ver Rakiybu ala külli şey)! Ayrıca, (emaneti)  gözetip himaye eden ,  koruyan ,  emin , anlamlarına da gelir.  "MÜHEYMİN" in  türediği kök olan  "el Emanet" in Kurân'daki fonksiyonel kullanılışı, semâların - arzın - dağların yüklenmekten imtina ettiği ve  el Kurân 'ın ikizi olan  el İnsan 'ın yüklendiği şeydir. Esas itibarıyla Esmâ mertebesi ilminin RUH adlı melek olarak şuuruna işaret eder. Ondan da yeryüzünde açığa çıkan insana yansır bu emanet! Yani, Hakikatinin, Esmâ özellikleri olduğu şuurunu yaşamak! Bu da  Mümin  ismiyle ortak çalışır.  RUH  adlı melek (kuvve) dahi, Esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız özelliklerine  imanın kemâliyle  Hayy ve Kayyûm'dur! Çünkü o dahi  "şe'n"  olarak vücud sahibidir!
 
Hiçliği hissettiren,hayrete salan,yüceliğiyle kendinden geçiren…
 
“ Gözeten ve koruyan” manasına gelen “el-Müheymin” ismi, Kur’anı kerimde Rabbimizin ismi olarak bir defa geçmektedir.  (Haşr 23)
 
Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim  Rab  ismiyle paralel çalışan bir isimdir.  Rab  özelliği Azîz özelliğiyle hükmünü icra eder!
 
Mutlak gâlip.Eşi ve benzeri olmayan.
 
Mutlak gâlip.Eşi ve benzeri olmayan.
 
Azîz (dilediğini yapan, misli olmayan)
 
Size nefislerinizden Rasûl geldi ki o Azîz’dir
 
Hu, Azîz’dir Hakîm’dir (hüviyet sahibi olan Zât, her ŞEYİ, bir hikmete dayalı olarak, bir sistem ve düzen içinde, oluşmasına karşı koyulmaz biçimde meydana getirendir)!.
 
Hükmü karşı konulmaz olarak yerine gelen .
 
Hükmüne karşı gelecek olmayan .
 
Eğer bu kişilerde en büyük ve en kalın perde olan "BENLİK" perdesi kalkmış olsa; görecekler ki, varlık "BENLİK" hep Hak`ka ait!.. Bu durumda bilecekler ki, O dilediğini yapıyor ve hep O`nun hükmü, takdiri yerine geliyor!.. Kendileri hakkındaki takdir de her ne ise o muhakkak yerine gelecektir!.. Bunu anlayınca da, kendi varlıklarının varolmadığını farkederek benliklerine menfaat temini gayesiyle, zillete dûçâr olmayacaklar. Neticede, ister mâsiyetten dolayı Rahîme sığınma hâli olsun; ister, tâat ile bir takım nimetler bekleme hâli olsun, her iki hâl de zillet hâlidir, temeldeki "benlik"ten doğan zillet hâlidir!.. Bunun karşıtı ise "izzet" hâlidir ki "Azîz" isminin mânâsının ortaya çıkışıdır. Bu isimle isimlenmiş kişi, kimseden bir karşılık beklemeksizin çalışmalar yapar; karşılıksız verici olur; bu sebeple de izzetle yaşar!..
 
Hükmü zorunlu olarak uygulamada olandır. Âlemler Cebbâr'ın hükmü altında, dilenileni uygulamak zorundadır! Uygulamama gibi bir seçenekleri yoktur! Cebr, onların özlerinden gelen bir şekilde sistem gereği olarak açığa çıkar ve hükmünü yaşatır!
 
Hükmünü zorunlu olarak ister istemez kabul ettiren.
 
Cebbar olan Allah dilediğini yapar ve bundan dolayı da kendisine sual sorulmaz!
 
Bir kısım melek var; Allah`ın Kahhâr, Cebbar, Kavîy isimlerinden meydana gelmiş!.
 
Cebbâr  (yaratmış olduğu sistem sonucu dilediğini karşı konulmaz şekilde açığa çıkaran)
 
O dehşetli günde âsi mü’min kardeşleri arasından çıkıp kurtulan mü’minlerin, kalanlar için Cebbar-ı Zül Celâl Hazretlerine yalvarıp yakarmasına benzemez.  Hâsılı Nebî ve Rasûller , melekler, mü’minler şefâat etmiş olacaklar derken Cebbar-ı Müteal artık sıra benim şefaatime geldi buyuracak. Nâs’ın hesabını görmekten fariğ olur ve ümmetimden geriye kalanları ehli-nâr ile beraber cehenneme sokar, Cenâb-ı Hak. O zaman ateş ehli, -Siz dünyada iken Allah’a ibadet edip ona hiçbir şeyi şirk koşmadığınızın sanki size ne faydası oldu?.. derler. Cehenneme girmiş olan diğerleri, bu namaz kılıp oruç tutan mü’minleri görünce: -Siz şirk koşmuyordunuz ama bunun ne faydası oldu!.. Gene girdiniz işte cehenneme!.. diyecekler. Bunun üzerine Cebbar-ı Müteal: -İzzet ve Celâlim hakkı için onları ben cehennemden azâd edeceğim!" buyurup, göndereceklerini onlara gönderecek ve o zavallılar oradan çıkarılacaklar.
 
 
Mutlak  BEN 'lik O'na aittir!  "Ben"  diyen yalnızca kendisidir! Kim ben sözüyle kendisine varlık verirse; var oluşunun hakikatine ait "Ben"liği örtüp, göreceli benliğini ileri çıkarırsa, bunun sonucunu, yanmak suretiyle yaşar! Kibriyâ, O'nun vasfıdır.
 
Kibriyâ sahibi.
 
Mütekebbir  (kibriyâ, benlik sahibi)...
 
Lâyıkıyla yegâne kibir sâhibidir.
 
 
Mutlak TEK yaratan! Esmâ özellikleriyle birimleri "yok"ken "var" kılan! Hâlik'in "halk"ettiği her bir şeyin bir "hulk"u, yani yaratılış amacına göre bir huyu, ahlâkı (doğasına göre davranışı) vardır... Bu nedenle "tehalleku BiAhlakıllah = Allâh ahlâkı ile (Allâhça) ahlâklanın!" buyurulmuştur ki bunun anlamı; "Allâh Esmâ'sının özellikleriyle var olmuş olduğunuzun farkındalığıyla ve bunun gereğince yaşayın" demektir.
 
Benzeri ,örneği olmayan şeyi meydana getiren.Takdir eden.
 
Terkibiyet hâlinin adı "Halk"tır.  Hâlik isminden Halk meydana gelmiştir.  Halk olmuş dediğimiz şey bu terkiblerdir.
 
Halketmek, var olmayan bir şeyi var kılmaktır. "Halk" diye bir şey yok!.. İşte yok olan bir şeyi, var kılıyor!.. Ama neyle var kılıyor, gene kendi manâlarıyla!.. Mânâları değişik terkipler şeklinde meydana getirerek, her bir terkipde değişik oranlarda âşikâre çıkartmak suretiyle, halk ismi müsemması meydana geliyor. "Halk" ismi ile işaret ediliyor.
 
Mikrodan makroya doğru her yarattığını kendine özgü program ve özellikle yaratırken, bütünsellikle de uyumlu olarak onu işlevlendiren. Saat dişlilerinin ahenkli düzeni misali!
 
Her yarattığını farklı ,yeni bir icâd ile meydana getiren.
 
Bâri (varlığı kendi Esmâsıyla özel bir yapıda yaratan)
 
Mânâları sûretler hâlinde açığa çıkarıp, algılayanda o sûretlerin algılanma mekanizmasını oluşturan.
 
Fikir; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs...; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs...   Sonrasında hayâl gelir. Yani, o fikirleri kafamızda hayâl ederiz.. Anlayıp kavramak için bir suret haline sokarız. Bu hayâl edişe aynı zamanda "musavvire gücü" denilir. Yani, tasvir etme şekillendirme. Beyinde şekillendirme olayı vardır. O fikirler otomatikman şekillenerek anlaşılır.
 
Göklerden insana inen melekler değil, insanın özünden, derûnundan bilincine tenezzül eden kuvveler, ilim (cebrâiliyet) söz konusudur. Beyin daima kendi veri tabanına ulaşanları ve veri tabanından açığa çıkanları —Musavvir ismi sonucu— suretlendirerek bilinçte açığa çıkardığı için, beyinler melekleri sûretler şeklinde görür.
 
Musavvir, her birimi bir sûretle algılamayı oluşturan  .
 
Göz harf şekillerini beyne ulaştırır bir elektrik sinyali olarak, belli dalga boyu olarak. Beyin o dalgayı deşifre ederek veri tabanındaki harflere benzetir ve hayal merkezinde Musavvir ismi mânâsınca suretlendirir, görüntüye dönüştürür.
 
Musavvire Venüs’ün etkisidir.
 
Meydana getirilen "sûretler", seyretmeyi dilediği "mânâların sûretleri"dir... Burada, "sûret" derken, "fizikî sûret" anlamayalım!. Buradaki sûret, "mânânın sûreti"dir.. O sûretleri meydana getiren, "Musavvir" dir!...
 
Beyin görmez, "OKU"duğunu açığa çıkartır!. Beynin, içsel veya dışsal kendine ulaşanları sentezi, "OKUMAK"tır!. Daha sonra bu "OKU"nanların bir kısmı "musavvire"de (hayal merkezinde) suretlere bürünür ve "görmek" olarak algılanır.
 
Kudret veya hikmetin gereği olarak oluşmuş noksanlıklarını fark edip, bunların sonuçlarından kurtulmayı irade edenlere, örtüleyiciliğini yaşatan. Bağışlayan.
 
Dilediği tüm kusurları bağışlayan.
 
“ Gaffar” oluyorsun, karşındakinin yaptığını örtüp bağışlıyorsun.
 
"Vâhid" oluşunun sonucunu yaşatarak "izafî-göresel" benliklerin asla " var " olmadığını seyrettiren!
 
Dilediği tüm kusurları bağışlayan.
 
Dilediği herşeyi ortadan kaldıran.
 
“ Bu an (yevm) mülk kimindir?” “ Lillahil vahidil kahhar (Vahid ve Kahhar olan ALLAH’ındır),” gerçeğine şehâdet eder!. “Eşhedü...”yü “OKU”r!.. Seyreden Kendi olur!
 
Azrail dediğimiz melek, Allah`ın Kahhar isminin kuvvet ve kudretiyle var olan bir melek... Bunlar kuantsal kökenli yapılar!.
 
Secde de, “lillahil vâhidil kahhar” hükmünün eserini ortaya koyuşunun yaşanışıdır!..
 
"Huşû"nun nedeni, "rububiyet" gerçeği değil; "Ekber"iyet nurlarının kişiye açılmaya başlamasıdır.
 
Vâhid-ül Kahhar: TEK ve her şey hükmü altında .
 
Dilediğine karşılıksız ve "hak etme" kavramı devrede olmaksızın veren.
 
Karşılıksız olarak ihsânda bulunan.
 
Sonsuz duâlara icâbet eden.
 
VAHHAB’sın SEN bağışlarda bulunan.
 
Hangi boyutta veya ortamda olursa olsun açığa çıkan birimin yaşamının devamı için gereken her türlü gıdayı veren.
 
Sonsuz mânâları ile sürekli besleyen.
 
Kendinde görmeyi murad ettiği mânâları, târif etme, kendini tanımlama sadedinde olanlara, “Hak’ka ait isimler”; özelliklerini, mânâlarını terkipler hâlinde seyretme sadedinde olan isimlere de “Halka ait isimler” denir!..”Halk kelimesinin mânâsını meydana getiren isimler” demektir!.Meselâ “Rezzak” ismi halkın varlığını gerektirir.. Halkı zaruri kılar! Çünkü rızk verilecek bir varlık olmazsa , rezzak’lık, rızk vericilik sözkonusu olmaz! Öyleyse bir varlık olacak, rızka ihtiyacı olacak, ki rezzaklık yani rızk vericilik mânâsı ortaya çıksın. Bunun gibi!
 
Rızık, senin yaradılış amacına göre, sana takdir edilenlerdir. 
 
Esasen, rızık tamamiyle ALLAH takdiridir... Nedeni, niçini sorulmaz!.. Dilediğne dilediği kadar verir ve dilediğinden de dilediğini alır...
 
Nihâyet bir de dördüncü tesir alır beyin bu 120. günde. O da daha sonraki yaşamında ne kadar açılım sağlayabileceğini sağlayan ana devre açılım kapasitesini meydana getirir. Bir diğer ifâde ile «rızık» durumunu.
 
Bu rızık, her mahlûkatın fıtratına en uygun bir tarzda onu bulmaktadır. Şüphesiz ki bu rızık ile o mahlûkat, her an bir nebze daha tekâmül eder ve aslına yaklaşır.!. Bu rızık umumi ise de, herkes ancak kâbiliyeti ve istidadı miktarınca alır. Kabı büyük olan elbette daha fazla rızık almış olur. Tabiî ki bu kişinin vüs`atincedir.
 
Birimde açılım oluşturan. Hakikati fark ettirip seyrettiren; bunun sonucunda âlemlerde eksik, noksan, yanlış olmadığını müşahede ettiren. Görüş veya kullanım alanını açıp değerlendirme olanağını meydana getiren. Fark edilemeyeni fark ettirip değerlendirten!
 
Sürekli aşama kapıları açan,tüm kapanıklıkları geçirten..
 
Bunun gibi, "Gafur", "Afuv" ismi, "Fettah" ismi ve bunun gibi bir çok isim, eğer Adem Cennet`de yaşamına devam etseydi, ortaya çıkmayacaktı...
 
Fettah” ismini zikrediyorsan, sana birtakım yeni şeyler daha açılmaya başlar. Sana kapalı olan, çözemediğin konular, rahat anlaşılır hâle gelir..
 
Cebrail adlı "MELEK" yapısını oluşturan "ALİM", "BASİR", "FETTAH", "HAKİM" ve "MUHYİ" gibi ağırlıklı anlamların sonucu olarak görev îfa eden bir üst boyut bilincidir...
 
Hazreti Muhammed`i “SIKTI” !. Yani, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın beynine "Alim", "Basir", "Hakim", "Fettah", "Muhyi" gibi bir kısım “isimlerin frekansından impulslar” göndererek, bu yolda açılım oluşturdu!... Esasen, bu “Rabbani isimlerin frekansı”, herkes gibi, doğuştan O`nun yapısında da mevcuttu... Ancak, yapısını oluşturan "terkip içindeki" oranı Nebilik kemâlâtını ortaya koymak için yeterli değildi!.
 
"İlim" özelliği sebebiyle sınırsız sonsuz her şeyi ve her boyutu, her yönüyle Bilen!
 
Mânâların oluşturduğu tüm kompozisyonların her hâlini bilen. Âlim’dir (tüm incelikleriyle ne olup bittiğini bilendir)
 
“ Allah’tan ancak âlim olanlar haşyet duyar.”
 
Âlim, mülk âlemine dönük meseleler ile meşguldür...Âlimin bütün meşgalesi olan madde âlemi konularının hükmü, melekût âlemine, ölümötesi yaşam âlemine geçilince son bulacaktır!. Ölümle birlikte, şeriâtın zâhirine ait tüm hükümler geçerliliğini yitirecek, ibadetler kalkacak, tüm yasaklar son bulacaktır. Dünya yaşamı için gerekli olan bu bilgilerin, insana ölümötesi yaşamı kazandıracak kadarı gereklidir elbet; ama sadece o kadarı!.
 
Evren şuurludur; çünkü ALLAH Âlim’dir!
 
İnsan şuurludur; çünkü ALLAH Âlim’dir! İlim sıfatının açığa çıkışı şuur adını alır!
 
Bir âlimin ibâdetle meşgul olana üstünlüğü benim, en aşağı mertebede olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir. Allah, melekleri, göklerin ve yerin halkı, hatta yuvalarındaki karıncalar ve hatta balıklar, insanlara hayır öğreten kişiye duâ ederler!
 
"Allâh`tan ancak âlim olanlarınız korkar" âyetiyle anlatılan nokta, ilmi olmayanın Allâh`tan korkmayacağını, açıklıyor demektir!..
 
Âlim ve vâris, tedbirin Hakk’ın takdirinin açığa çıkması olduğu müşahedesi içinde; elinden gelen tedbiri son noktasına kadar uygulayacak!.
 
Yeryüzünde açığa çıkmış en muhteşem ilim  Hz.  Muhammed ( aleyhisselâm) Nokta" kendini seyretmek için "beyin" adı altında irsal oldu ve o "beyin"e (kalbe-şuura) ilim, "vahiy" adıyla inzal oldu! Hatta ilim, "beyin" adıyla göründü gözü olanlara! "Kimin bilincini açarsa İslâm`a, Rabbanî ilim (Nur) açığa çıkar"… "YOK"luğun âmâsından ilim nuruyla "var" olup, ilmiyle, ilmini seyretmek "NOKTA"daki şuur , yani "ilim" âlemlerin yani stringlerin hakikatidir!
 
Tüm birimleri, onları oluşturan  "Esmâ" sıyla hakikatleri yönünden kudret eliyle tutup hükmünü icra eden! İçe dönüklüğü yaşatan.
 
İzhâr ettiklerini geri alan,kudreti altında tutan.
 
İnsanın yaşamını kâbusa döndüren duygu korku!..  Korkuyu oluşturan faktör vehim!…  Aklı pasifize edip, insanın içini daraltan; endişeler uyandıran, anını hakkıyla değerlendirmesini engelleyen özellik vehim!.
 
Açıp yayan. Boyutsallıkları ve derin görüşü oluşturan.
 
Açan, yayan, genişlik veren.
 
Satürnün sert etkisi altında zaman zaman kişilerde sıkıntı olur... Bu sert tesiri hafif almanın yolu, kişinin "Elem neşrahleke sadrek"=500 zikrinden ve “Bâsıt” isminin 1800 kere tekrarlanmasından geçer.
 
En değersiz hâle düşüren.
 
Alçaltıcı. Hakikatinden uzak yaşamı oluşturucu! Evrensel boyuttaki "Esfeli sâfîliyn"i yaratıcı. "Kesret" müşahedesini oluşturan perdeliliği meydana getiren!
 
Yükselten. Bilinçli birimi yatay veya dikey anlamda yükselterek hakikatini kavrama veya seyir anlamında yükselten.
 
Yükselten.
 
Ref' edeceğim (hakikatinin yüceliklerini yaşatacağım)
 
Dilediği birimde, izzeti oluşturan özelliği açığa çıkartarak, onu diğerlerine göre değerli kılan!
 
İzzet bahşeden,değerli kılan.
 
Dilediğinde zilleti zahir kılan! Zelil eden... İzzeti meydana getiren yakınlık özelliklerini yaşatmayarak, benlikle perdelenmenin yetersizlikleri içinde aşağılanmayı aşikâr kılan!
 
Zillete düşüren, değersiz kılan, alçaltan.
 
Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerini her an algılamakta olan. Farkındalığı ve kavramayı yaşatan. Bunun sonucu olarak  Basîr  ismi özelliğini tetikleyen!
 
Yaratıklarının hitâplarını her hâli ile algılayan.
 
“ Semî” nin manâsı, algılamaktır.
 
«ALLAH SEMλdir; sınırsız-sonsuz, bölünmez, cüzleri olmayan «VUKUF» tur!..
 
"Semi Allahu limen Hamideh"  “ Hamd edenin hamdını Allah algılamıştır”!.
 
Hakk`ın nuru ile algılar (Es Semî) her şeyi…
 
Algılamamın kaynağı "Es Semî`"dir!...
 
Kim varlığının “yok”luğunu kavrarsa, onda Hak, “ben HAKK’IM” der! “Es SEMΔ algılar bunu!
 
Açığa çıkan Esmâ özelliklerini her an seyir ile onlardan çıkanları değerlendirip sonuçlarını oluşturan.
 
Yaratıklarının her hâlini değerlendiren.
 
“ Basîr”…  Algıladıklarımı değerlendiriyorum. "O" Basarla değil basiyretle görülür; çünki Basîr odur... 
 
«ALLAH BASÎR» dir; sınırsız - sonsuz, cüzleri olmayan, bölünmeyen, mevcut tek «DEĞERLENDİRİCİ»dir!..
 
Ve «BASÎR». İdrak edici,, değerlendirici!.. Yani, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın beynine "Alim", "Basir", "Hakim", "Fettah", "Muhyi" gibi bir kısım “isimlerin frekansından impulslar” göndererek, bu yolda açılım oluşturdu!... Esasen, bu “Rabbani isimlerin frekansı”, herkes gibi, doğuştan O`nun yapısında da mevcuttu... Ancak, yapısını oluşturan "terkip içindeki" oranı Nebilik kemâlâtını ortaya koymak için yeterli değildi!.
 
İki boyutlu basar (göz) yaşamı kayıtlarından çıkıp; çok boyutlu “BASÎR” olduğunu fark et!.
 
Görüşümün kaynağı "El Basîr"dir!.. O dilemese değerlendiremem!.
 
Allah gözüyle (El Basîr) âlemleri seyredip "El Hamîd" ismi işareti olan "Hamd"; "es Semî" ve "el Basîr"in özelliklerinin sonucu oluşandır. Ki bu da âlemlerin Rabbına âittir…
 
Basîret üzere (taklitle değil idrakle)
 
Hükmeden ve hükmü kesinlikle yerine gelen!
 
Hüküm sahibi ve hükmü kayıtsız şartsız yerine gelen.
 
Ya Muhammedül Emin, eğer rıza gösterirsen, bir hakem olarak seçilmiş bulunuyorsun. Her ne hükme varırsan, bu hepimiz tarafından olduğu gibi kabul edilecektir..
 
Ulûhiyetinin sonucu olarak açığa çıkardığı her Esmâ özelliğinin  yaratış amacına göre  hakkını veren. Haksızlık etmekten, zulüm etmekten münezzeh olan!
 
Her birimi ne için varettiyse,ona hakketiğini veren.
 
Adl, bazen halk arasında cezalandırma hâli ya da mahalli, bazen de korkutma mahalli olarak bilinir. Oysa "ADL", hakkedenin hakkını vermedir. Herkese, hakkettiği hakkını vermenin adı “Adl”dir!..
 
Kim neyi hakketmiş ise, o hakkettiğini aldığı zaman adalet yerine gelmiştir.
 
Halbuki, sanılır ki, herkese eşit davranmak adalettir!.. Bu yanlıştir. Hakkını, hakkettiğini vermemek zûlümdür!..
 
“ Allah adl" sahibidir”, demek, herkese hakkettiğini verir demektir!..
 
Herkes ne iş için varedilmiş ise; hangi ismin mânâsının açığa çıkmasına vesile olmak üzere varedilmiş ise; O ismin gereklerini hakketmiş demektir!..işte bu mânâda adalet, onun hakkettiklerini almasıdır!..
 
Herkese eşit dağıtma, "eşitlik" olarak, adaleti anlayanlar, bu konuda kesinlikle büyük bir yanılgı içindedirler!.. Kâinatta "eşitlik" mevcut değildir!.. Kâinâtta "eşit" iki varlık mevcut değildir!.. Daha Dünya`ya gelişinde eşitlik, adalet diye bir olay yok ki!... Senin anladığın mânâda adalet olsun! Ama... Allah`ın "Adl" olması başka, senin anladığın adalet başka!... "ADL", hakkını vermektir!.. Kişi hangi programla hangi amaca yönelik yaratılmışsa, yapısının gereğini alır; ki bu da ona "âdil" davranılmasıdır!.. Allah adaleti budur!.. Yoksa herkese eşit dağıtılan bir şey, anlamında değil!..
 
Bu konuda Hz. Ömer`in olayı meşhurdur: Beytül maldan -hazineden- insanlara birşeyler dağıtılacak.. Sorar oradakilere Hz. Ömer: -Size Allah adaletiyle mi dağıtayım, yoksa Ömer adaletiyle mi? Hz. Ömer adaletiyle meşhur!.. Ama gene de Ömer adaleti Allah adaleti yanında ne ifade eder ki?... -Allah adaleti üzere dağıt bize ya Ömer!.. demişler.. Hazreti Ömer de başlamış kimine çok, kimine az olmak üzere eline geçtiği gibi dağıtmaya!... Hemen itiraz gelmiş hepsinden: -Ya Ömer bu ne biçim dağıtmaktır?... Kimimize az, kimimize çok!.. Biz eşitlikte hata olmasın diye "ALLAH ADALETİ" istedik... Sense hepten eşitliği kaldırdın ortadan..? Hz. Ömer gülmüş: -Eğer siz Ömer adaleti isteseydiniz, ben bunu hepinize eşit taksim edecektim... Çünkü ben içinizi bilemem; neyi ne kadar hakketmiş olduğunuzu bilemem!.. Ama siz "ALLAH ADALETİ" istediniz!..
 
Allah adaletinde, herkes payına ne düşerse ona razı olmak zorundadır!.. Allah, herkese, dilediği ve takdir ettiği kadarını verir; ki bu da onun "hakkettiğidir"!.. Allah herkese hakkettiği  kadarını verir,  ki Allah`ın "Adl sahibi" olmasının anlamı da budur!.."  der..
 
Yarattığının derûnunda ve varlığında gizli olan. Lütfu çok olan!
 
Lûtuf sahibi,birimin özünde ve yapısında yer alır biçimde mevcût.
 
Evet, hüküm, takdir işte böylece, yıldızlar adı ardındaki, Mutlak iradeden her an evrene yayılmakta; ve bu arada bizlere de ulaşarak, hükmünü icra etmektedir!... Ve bu etkileme "hidâyet" kelimesinin ihtiva ettiği "lütfu letâfetle", yani biz hiç farkında olmadan, bünyemizde en gizli "Lâtif" bir biçimde cereyan etmektedir...
 
"Laaam", "Lâtif" ismi yönünden "Ulûhiyet"e…
 
Beş duyunun gözüyle değil, "Basîr" olarak; beş duyunun kulağıyla değil "Semî" olarak, "Lâtif, Habîr" olarak evrensel varlıkla iletişimde olabilsek!. Hiç olmazsa, yargılamadan, yorumlamadan, şartlanmasız yönelebilsek âlemlere!
 
Beyin, çeşitli radyasyonlar yayar. Beynin yaydığı radyasyonların birincisi “bir tür hologramik ışınsal beden” dediğimiz veya “lâtif beden” dediğimiz “kişinin ruhu”nu oluşturmasıdır.
 
Ama cennette lâtif bir yapı!. Lâtif bir yapı olması nedeniyle de her düşündüğün, tahayyül ettiğin şey anında gerçekleşiyor!.. Ve böylece, cennet hayatı onlar içinde ölümsüz olarak, ebedî olarak sonsuza dek devam eder!
 
Hiç bilmez mi onu yaratan?.. O lâtîf olarak haberdardır herşeyden.
 
Açığa çıkan Esmâ özelliğinin "var"lığını, "Esmâ"sıyla meydana getiren olarak, onun durumundan haberi olan. Birime, kendisinden açığa çıkanla, ne mertebede anlayışa sahip olduğunu fark ettiren!
 
Şey’in varlığıyla kendisinden haberdar olan.
 
Hiç bilmez mi onu yaratan?.. O lâtîf olarak haberdardır herşeyden.
 
Açığa çıkan bir olaya ani ve fevrî tepki vermeyip, açığa çıkış amacı doğrultusunda değerlendirmeye alan.
 
Yumuşaklık ve hoşgörü sahibi.
 
Sinirli kişiler, “Halîm” ismini tekrarlamaları sonucu, kısa zamanda hoşgörülü hale gelirler.
 
Hal“Halim” ismi... zâlime hilmle, yumuşaklıkla, hoşgörüyle sakin bir hâl ile cevap verme..Öye zaman olur ki, o anda biz, karşımızdaki çok büyük şiddet gösterdiği halde, gayet sâkin ve rahat bir şekilde kalır ona yumuşaklıkla cevap veririz.îm ve Kerîm olan Allâh vardır..
 
Açığa çıkmış Esmâ özelliği olan hiçbir birimin, azametini kavrayamayacağı muhteşem büyüklük.
 
Sonsuzluğuyla azâmet sahibi.
 
Allâh Rahmetinden asla ümit kesilmemesi gereken. Gerekli arınmayı yaptırtarak Rahîmiyetin nimetlerine erdiren.  Rahîm  ismini tetikleyen!
 
Suçluları bile küçük düşürmek istemeyen.Örtücü.
 
Esmâ kuvvesi olan ilmin benliği örtmesiyle oluşan bağışlanma .
 
Göklerin ve yerin varlığı Allâh’ındır. Dilediğini bağışlar ve dilediğine azab verir. Allâh, Gafûr’dur, Rahîm’dir.
 
Çünkü Cennet ehlinin her istediği şey, anında meydana gelir. Dolayısıyla "Sabır" ismine yer yoktur Cennet`de... Cennet yaşamını yaşayan varlıkta o isme yer kalmaz!... Bunun gibi, "Gafur", "Afuv" ismi, "Fettah" ismi ve bunun gibi bir çok isim, eğer Adem Cennet`de yaşamına devam etseydi, ortaya çıkmayacaktı...
 
Verdiği nimeti çoğaltmak için o nimeti değerlendirten. Birimde verilen nimeti hakkıyla değerlendirerek  "daha" sına açılmayı oluşturan.  "Kerîm"  isminin özelliğini tetikler. Bu ismin özelliğinin kapalı kalması ise, birimi kendisine ulaşana karşı kapanmayı; o nimeti değerlendirmek yerine başka yönlere dönerek o nimetten perdelenmeyi yaşatır. Bu da  " nankörlük "  yani verileni değerlendirmemek olarak tanımlanır. Verilenin gerisinden mahrum kalma sonucunu doğurur. Nimetin ardı kesilir!
 
Değerini bilene fazlasıyla karşılık veren.
 
ŞÜKÜR; idrâk edilenin fiile dönüştürülmesidir!  Bunun sonucu olarak da artış başlayacaktır!
 
Şükür, nimetin Hakka aidiyetinin dile getirilişidir.  
 
ŞÜKÜR, nimeti veren olarak görmektir! Verenin ardında bir veren düşünmek ise ŞİRK!
 
Bu ilmin gereğini uygulaman, ilmi değerlendirmen demektir ki, bu da hâl ile şükür demektir!. Aksi ise nankörlüktür!… Nankörlük, değerini bilmemek veya değerlendirmemektir!.
 
Yüce. Varlıkları Hakikat noktasından seyreden!
 
Yüce; fevkalâde yüksek.
 
Sınırsız   yüce …
 
Esmâ'sıyla yarattığı âlemlerinin büyüklüğü kavranamaz olan.
 
Sonsuz mânâlara sahip olmasından ileri gelen üstünlük sahibi.
 
EKBER : Sonsuz mânâlara sahip olmasından ileri gelen üstünlüğüyle ancak kendi kendini değerlendirebilen yüce Zât.”ALLAHÛ EKBER” :Ancak Allah,kendi sonsuz yüce vasıflarını hakkıyla değerlendirebilir; anlamında anlaşılabilir.
 
Sonsuz - sınırsız olması sebebiyle, tüm varlıkta kendinden başka bir vücûd sahibi olması mümkün olmayan büyüklük!.. Evet, bir şeyden büyük değil, "büyüklük" sahibi!.
 
İşte "ALLAH" ismiyle, bu sonsuz noktaları kapsayan ve her bir "nokta"dan sonsuz âlemler yaratana işaret edilmektedir ki, bu özellik "EKBER" kelimesiyle anlatılmaya çalışılmıştır.
 
İşte "ALLAH" ismiyle, bu sonsuz noktaları kapsayan ve her bir "nokta"dan sonsuz âlemler yaratana işaret edilmektedir ki, bu özellik "EKBER" kelimesiyle anlatılmaya çalışılmıştır.
 
Ekber"iyet sırrının kişide açılımının sonucu, dâimi haşyettir.
 
"Huşû"nun nedeni, "rububiyet" gerçeği değil; "Ekber"iyet nurlarının kişiye açılmaya başlamasıdır.
 
Âlemler içindekilerin varlığının korunması için onların gerekenlerini oluşturan.
 
Koruyan,muhafaza eden,ayakta tutan.
 
Hafîz isminin özelliğinin oluşması için gerekli olan maddi veya manevî olarak nitelendirilen alt yapıyı oluşturup meydana getiren.
 
Varettiklerinin yapılarına göre gıdasını veren.
 
Birimselliğin devamı için yeterli olduğu gibi, birimden açığa çıkanların sonucunu yaşatan. Böylece sonsuza dek oluşumun akışını yaratmış olan!
 
İhtiyaçları karşılayan ; her an her varlığın yaptığının hesabını görerek hesabına göre bir sonraki aşamaya geçirten.
 
"Hasîb" ismi esmadan olarak Rububiyet mertebesinde varlığında yer almaktadır holografik gerçeklik doğrultusunda. Ötedeki tanrıya değildir hesap yani!. Hakikatindeki "ismi ALLAH olanın Melîkiyeti"ne hesap verirsin "yevmid DİN"–“DİN GÜNÜNDE”... İstersen çok asırlar sonrasına at bu “din günü”nü!.
 
“ Hasib” ismi, herşeye hesapta itina gösteren diyoruz...Her şeye hesaplı bir biçimde, yani detaylarına kadar değerlendirme yaparak o nesnelerin hakkını veren anlamına geliyor bu isim. Hayatımızda yaptığımız birçok işler vardır böylesine, onu detayları ile inceler ve sonra karar veririz. İşte bu detaylarına kadar inceleyip ondan sonra karar verme, değerlendirme işi bu “Hasib” isminin mânâsının bizdeki tecellisinden başka bir şey değildir.
 
Herkes, kendisinden çıkanların, düşüncesinden çıkanların sonuçlarını yaşayacak… Başına gelecekler hep kendisinden açığa çıkanların sonuçları olacak!. Bu yüzden de, “Hasîb”, yâni, yaptıklarının sonuçlarını görücü ve yaşayıcı olarak nefsin yeter, denmiştir.
 
“ Hasîb”lik, gelecekte bir günde değil; her dem, yaşanmaktadır; tıpkı tüm esmâ gibi!. Öyle ise, iyi düşünmeye çalışalım ki, iyiyle karşılaşıp, iyi yaşayalım!.
 
Esmâ terkibin olan Rabbin, “Hasîb” olarak her dem yaptıklarının hesabını görüyorsa ruhun bile duymadan; yarın kimden nereye sığınacaksın?
 
İşte size bir örnek:  "Esmâ-ül Hüsnâ" dan  "el HASÎB"  ismini hatırlayın… İşte  "Esmâ mertebesi" nde var olan  bu ismin işaret ettiği özellik , tüm  "çok boyutlu tek kare" lerin,  birbirinin sonucu olarak oluşmasını ve dolayısıyla birbirini izleyen bir seyir takip etmesini sağlayan,  yani "sebep-sonuç" dediğimiz ilişkiyi doğuran temel özelliktir.  Mikrodan makroya her birim ve yapı bir sonraki anda, bir önceki anda kendisinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşar!..  Bugünün dünün sonucudur! İster beğen, ister beğenme, istersen de pişman ol!
 
HASÎB " isminin işaret ettiği anlam, sünnetullah`da " olabilirlik-ihtimal "in asla söz konusu olmadığı gerçeğidir!
 
Muhteşem kapsam ve mükemmeliyetiyle Efâl âleminde sultan!
 
Zâtıyla tüm kemâl sıfatlarına sahip : hükümran olan.
 
Hazreti Ebu Bekr es Sıddık, tam manasıyla işini sağlama bağlamış insanların gönül rahatlığı içinde cevap verdi,ibnüddağine`ye:   -Ya İbnüd dağine!. Ben, artık, bana vermiş olduğun himayeni sana iade edip; Aziz ve Celil olan Allah`ın himayesine iltıca ediyorum... O`na sığınıyorum...
 
Öylesine cömert ki, kendisini inkâr ile açığa çıkanlara dahi sayısız nimetlerini bağışlamakta.  "OKU" mak yani  "İKRA"  ancak O'nun keremiyle bir birimde açığa çıkabilir. Her birimin hakikatinde yer almakta.
 
Sınırsız cömertlik sahibi.
 
İzâ Vâkıa 77. Kesinlikle Kur’ân-ı Kerîm’dir O…
 
Her birimi Esmâ'sıyla yarattığı için her an onunla olarak kontrol altında tutan.
 
Yaratılmışların tümünü her an kontrolünde tutan.
 
Ve en güzel rakîbdir insan; yani yol arkadaşı, refakat eden anlamında. Yani buradaki anlam, insanın tüm yaşam boyunca arkadaşına uyum sağlaması, ona karşı çıkmaması, isteklerini zevkle yerine getirmesi hâliyle, Rabbine itaat etmesidir. İşte bu sebepledir ki insan, varolduğu sürece, Rabbinin tüm dilek ve arzularını yerine getirecek özelliklerle bezenmiş bir arkadaş hükmünde kulluğunu yerine getirmektedir. Bu onun ne güzel rakîb diye anılmasına vesîle olmaktadır. Ve ne güzel merkûbdur mükevvinat. İnsanın özelliklerinin âşikâr olup seyredildiği kâinat ve içindekiler ne güzel, ne mükemmeldir... Elbette burada anılan insan, birimsel anlamda insan değil, İNSAN-I KÂMİL`dir. Bir bilinç olan İNSAN-I KÂMİL`in tüm özelliklerinin ortaya çıktığı beden veya mahaldir evren ve tüm ihtiva ettikleri şeyler.
 
Rakib: Esmâ'sıyla sizi her an kontrolünde tutandır .
 
Kendisine olan yönelişlere mutlaka icabet ederek gereğini oluşturan!
 
Tüm yönelenlerin dileklerine cevap veren.
 
Esmâ özellikleriyle tüm âlemleri kapsamış olan.
 
Sonsuz genişlik ve tahammül sahibi; nimeti bol olan.
 
“ ULUHİYET”iyle “İLMİ”ndeki “DATA”ları kapsayan; “el VASİ”den hareketle düşünebildiğimiz; Allah tüm varlığı kapsar.
 
İlminin kudretiyle açığa çıkmasını sebepler zincirine bağlayarak, nedenselliği oluşturan ve böylece kesret algılamasını oluşturan.
 
Her fiilinde bir hikmet ,bir sebep,bir gerekçe yatan.
 
Hakîm olan olan Allah, her olayı bir hikmetle ve yerli yerinde olarak oluşturmaktadır; biz onu yersiz veya yanlış olarak nitelendirsek dahi!.
 
"HAKÎM" ismini zikretmeniz, sizin bir süre sonra, her şeyin hikmetini, sebebini, neyin niçin olduğunu anlamanıza yol açar. Eskiden bağlantısız sandığınız, gereksiz olduğunu düşündüğünüz pek çok şeyin aslında bir sistem içinde birbiriyle bağlantılı olarak yer aldığını idrâk edersiniz.
 
"HAKÎM" ismine gelince. İnkârın daima kökeninde, idrâk edememe vardır!.. Sebebi hikmetini bilemediğin, anlıyamadığın şeyi inkâr edersin. Oysa, bilsen o şeyin neden öyle olduğunu, neyin neyi nasıl meydana getirdiğini, ne yapılırsa, nasıl neyi meydana getireceğini, bütün değerlendirmen bir anda değişiverir!..
 
İşte bu isim, kişide oluşların hikmetine erme kapasitesini genişleten, her şeyin ne sebeble oluştuğunu, neye yönelik olarak konduğunu farkettiren isimdir.
 
Hu, Azîz’dir Hakîm’dir (hüviyet sahibi olan Zât, her ŞEYİ, bir hikmete dayalı olarak, bir sistem ve düzen içinde, oluşmasına karşı koyulmaz biçimde meydana getirendir)!. Bizim bâzı müşahedelerimize göre...
 
Mutlak Hâkim, mutlaka bir amacına dönük olarak oluşturmaktadır her şeyi; ki bu da, o şeyin varoluş hikmetidir!… İyi veya kötü, bize göre! Kim, ne derse desin!
 
Cazibeyi, çekim gücünü yaratan. Salt karşılıksız, çıkar beklenmeyen sevgiyi var eden. Her sevenin, sevdiğinde sevdiği gerçekliktir!
 
Aşk kaynağı; sevilen gerçek ve tek varlık.
 
"VEDÛD" ismi kişide muhabbet duygusunu geliştirir. Tüm varlığa karşı sevgiyle yaklaşır. Her yerde ve şeyde Allah`ı hissedip sevmeye başlar. Dünyası sevgi olur.
 
“ AŞK benim” sevilecek, öylesine sevilecek ki, uğruna herşeyden vaz geçilecek; öylesine ki, benliğinden bile vazgeçilmek sûretiyle O’nda yok olunacak varlıktır “AŞK” !. Aşk, O olduğu gibi; âşık da O’dur. Çünkü O’nun dışında vücûdu olan bir varlık yoktur!.Ve dahi mâşuk , yine kendisidir!. Sevgi, sevdiğin, seven hep O’dur!. Kim, ne zaman, nerede, neyi severse sevsin; sevdiğinin ismi ne olursa olsun, gerçekte sevilen hep O’dur!. “ Bildik ki âlemde her ne var, hep AŞK imiş”
 
Açığa çıkardığı muhteşem yaratış dolayısıyla şanının yüceliğini ortaya koyan!
 
Şânı, nâmı yüce olan.
 
Mecd sahibi, mecd, geniş lütuf ile ilgili büyük şeref ve şandır. Şu halde "Kur`an-ı mecid"; şerefi, kitapların hepsinden büyük olan, yahut mânâsını bilip kendisiyle amel edeni şereflendiren şanlı Kur`ân demek olur. " Her gün namazlarımızın son oturuşunda Efendimize salatü selam getirirken sonunu “İnneke Hamid-ün-Mecid”.
 
Sürekli yeni yaşam boyutlarına dönüştüren! "Her an yeni bir şe'nde" oluşun mekanizması olarak sürekli yeni bir hâl yaşatan. Bu özelliğin insanda açığa çıkışı itibarıyla... "AMENTU"da da yerini alan "Ba'sü ba'delMevt = ölüm akabindeki diriliş" anlamındadır... "Mutlaka siz, boyutlar değiştirerek  o boyutların uygun bedenlerine  dönüşeceksiniz!" ( İnşikak : 19 ) âyetindeki işlev de bunu anlatır... Bedenden ve/veya bilinçten ölmek ve bunun devamı yeni bir yaşam hâline başlamak. Şu dünya (beden) yaşamımızda iken de bu bâ'slar mümkündür... Velâyet - Nübüvvet - Risâlet bâ'sları gibi! Ki, bunlarda dahi yeni bir yaşam mertebesi söz konusudur! Tohumun kabuğunu çatlatıp mahsulünü açığa çıkarması gibi, ölü ( bilkuvve - işlevsiz - nesnel ) olanı bâ's edip dirilten, demektir. Açığa çıkana, yeni yaşam ortam veya boyutuna kavuşana göre, bir önceki ortama uygun yaşam bedeni "kabir" hükmündedir... "O Saat (vefat) muhakkak gelecektir, onda hiç şüphe yoktur. Kesinlikle Allâh, kabirlerde (bedenleri içinde) olan nefsleri (bilinçleri) bâ's edecektir (varlıklarındaki Esmâ özelliğiyle yeni bir beden oluşturarak yaşamlarına devam ettirecektir)!" ( Hac: 7 )
 
Bir yaşam bitiminin hemen akabinde yeni bir yaşamı başlatan.
 
İmâm-ı Gazâli, Esma-ül Hüsna şerhinde “El Bâis “ isminin mânâsını açıklarken, ``defalarca beden değiştirmek``ten bahseder.
 
Yani, biyolojik beden gidecek, ruhâni beden gelecek. Ruhâni beden gidecek, nurâni beden gelecek. Veya, onun dışında başka tür bir beden gelecek. BÂİS" ismi dar manâda yeni bir bedenle varoluş gibi anlaşılır. Ve işin gerçeğini bilmeyenler tarafından da zannedilir ki, -şimdi ölücez yok olucaz; sonra kıyâmette mahşerde Allâh bizi -BÂ`S- edecek yeniden yaratılacağız! Bütüniyle İslâm öğretisi dışındaki yanlış bâtıl ilkel bir bilgidir!.
 
"BÂİS" ismi her an geçerlidir ve eseri her an görülen bir isimdir. Bâ`s olayı da her an cereyan etmektedir. Ölüm meydana geldiği anda, kişi fizik bedenden kopar, biolojik bedenle bağlantısı kesilir ve hemen o anda mikrodalga bedenle "Bâ`s" olarak yaşamına kesintisiz bir şekilde devam eder. Bu hususu isteyenler, İmam-ı Gazalî`nin Esmâ-ül Hüsnâ ismiyle dilimize tercüme edilen kitabında -BÂİS- ismi açıklamasında veya -Hazreti MUHAMMED`İN ALLAH`I- isimli kitabımızın -ÖLÜMÜN İÇYÜZÜ- bahsinde tetkik edebilirler.İşte bu -Bâis- ismi zikri hem olayın kavranılmasını kolaylaştırır hem de, her anki bâ`s oluşumuzda, yâni her an yeni bir bedenle varoluşumuzda bize çok daha gelişmiş özellikler getirir.
 
Varlığıyla varlığının şahidi olan. Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerinden varlığını seyredip açığa çıkanlara şehâdet eden! Şehâdet edilenin kendisinden gayrı olmadığını yaşatan.
 
Her şeyin,her olayın gerçeğini gören.
 
"Kendinden gayrı olmadığına şehadet eden `Kendisi`dir"; lâkin gafletle zâhir kıldığında, sanır ki o, kendisi şehadet etmektedir! Oysa şehadet edebilende bunu açığa çıkartan "EŞ ŞEHÎD"dir!
 
“ Şehid“, Allah inancı dolayısıyla dünya yaşamına değer vermeyip ölümü Allah için göze almış ve bedeninden geçmiş kişinin içinde bulunduğu duygusal ve düşünsel hâli ifade bâbında kullanılan bir kelimedir. Bu anlamın dışında kullanılan her yer saptırmadır.
 
Kur’ân , “Şehid“lik şartı olarak “fiysebilillâh “ açıklamasını getirir!..
 
Bedensel şehidlik. “ Bedensel şehitlik”, kişinin, “Allah” için bedeninden vazgeçerek, bir şekilde öldürülmek suretiyle, bedensiz kalarak ruh boyutunda yaşamaya başlamasıdır. Bunlar, aramızdan kaybolmaları ve bedenlerinin kullanılmaz hâle gelmesi itibariyle “ölü” hükmünü alırsa da bizler tarafından; gerçekte onlar “ölü” değil, ruh bedenle serbest bir şekilde o boyutta yaşamaktadırlar. Kabir âleminde değil, “berzah” yâni geçiş boyutundadırlar. Dünyada olup bitenlere de vâkıf oldukları söylenmektedir. Bunların öldüklerini bile başlangıçta fark etmedikleri anlatılmaktadır. Bu yüksek bir mertebe olmasına rağmen “velâyet” mertebesinin altındadır; çünkü bu kişide “şuursal şehidlik” oluşmamıştır; yâni, “ene” ortadan kalkmamıştır!. Oysa esas hedef hayatta, dünyada iken “ene”yi terktir! Ki, gerçek “BEN” diyen açığa çıksın… “OL” dediğinde “olsun”!.
 
Şuursal şehidlik. “ Şuursal şehitlik” ise, “Zen”de, “ölürsen ölmeden, ölünce ölmezsin” cümlesiyle ifade edilen; bizim kaynağımızda “ölmeden önce öl” şeklinde ifadesini bulan; “kendini şuur boyutunda tanımak ve gereğini yaşamak” diye açıklık getirebileceğimiz olaydır. Buna “velâyet” mertebesi; yani, “Veli”si “Allah” olan; yâni, hakikatinin gerektirdiği şekilde yaşayan da denir.
 
“ Kendinden gayrı olmadığına şehadet eden ‘Kendisi’dir”; lâkin gafletle zâhir kıldığında, sanır ki o, kendisi şehadet etmektedir! Oysa şehadet edebilende bunu açığa çıkartan “EŞ ŞEHÎD”dir!
 
“ Yıllardır ben Hakk’ı zikrettiğimi sandım, oysa gördüm ki zikreden kendisiymiş kendini!” diyeni hatırlayalım.
 
Apaçık ortada olan Mutlak Hakikat! Açığa çıkan tüm işlevlerin hakikati ve kaynağı!
 
Gerçekte yegâne var olan.
 
"Hakk" isminin işâret ettiği manâlardan biri de, müşahedemize göre, "esmâül hüsna"daki tüm anlamların sahibi" anlamınadır.
 
Âyetlerde geçen "B-il HAK=varlıkları Hak ile kâim" ifadesi ise, bahis konusu edilen yapıların "Allah isimlerinin işâret ettiği anlamlar ile meydana geldiğini, varlıklarını Rububiyet mertebesinden aldıklarını" anlatır!.
 
Önemli olan; seni seveni-sana söveni görebilmek!  Musa`da olduğu gibi, Firavun`da da Hakk`kı görebilmek!
 
El Esmâ'sı özellikleriyle, Esmâ bileşimleri hâlinde  .
 
Açığa çıkan her birimin işlevinin gereğini yerine getirmek için gerekeni yapan. Bunun idrakıyla kendisine tevekkül edene sahip çıkarak, onun için en hayırlı sonucu oluşturan. Hakikatindeki  el Vekiyl  isminin özelliğine iman eden  Allâh 'ın tüm isimlerine (tüm kuvvelerine) de iman etmiş olur!  Halifelik  sırrının kaynağı bir isimdir!
 
Vekil tutanların işini en mükemmel biçimde sonuçlandıran.
 
“ Allah’ı -özünde- vekil tutmak”, bâtınen tedbir alma kuvvesini devreye sokmaktır; işi başkasına veya dışındaki tanrıya havale etmek değil!…
 
İman edenler Allah'a tevekkül etsinler (hakikatlerindeki El-Vekîl isminin gereğini yerine getireceğine iman etsinler).
 
Allah kendisine tevekkül edenleri (hakikatlerindeki El-Vekîl isminin gereğini yerine getireceğine iman edenleri) sever.
 
Vekîl olarak, Allah Esmâ'sının, hakikatinde de olan "Vekîl" ismi özelliği yeter!
 
Vekîl olarak, El Esmâ'sıyla seni yaratan Allah yeterlidir.
 
Vekîl olarak Esmâ'sıyla hakikatiniz olan Allah yeterlidir.
 
Onlar Rablerine tevekkül ederler (hakikatlerindeki El-Vekîl isminin gereğini yerine getireceğine iman ederler)
 
Allah'a tevekkül et (Allah'ı vekîl tut=El Vekîl isminin kuvvesine yönel)
 
Kavîy’dir, Azîz’dir (güçlü ve gücünü karşı konulmaz şekilde kullanandır).
 
Kudreti kuvveye dönüştürerek varlığın oluşmasını sağlayan ve onlardaki kuvveleri oluşturan. Melekî boyutu meydana getiren.
 
“ Ey iman edenler! Nefslerinizi/kendinizi ve ehlinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan Nar’dan koruyun. Onun (o nar’ın) üzerinde çok katı–kavi, çok şiddetli–sert–acımasız, kendilerine emretiği konuda ALLAH’a asi olmayan ve emredildiklerini (mutlaka) yapan melekler (kuvveler) vardır.” (Tahrim:6)
 
(Ebu Bekr`den sonra), Ömer`in gördüğü işi işleyebilecek kuvvette, kavi ve kamil bir insan görmedim...” Hz. Muhammed
 
Evrendeki fizik kurallarının Büyük Patlama'nın ardından ortaya çıktığından bahsetmiştik. Bu kurallar bugün modern fiziğin kabul ettiği "dört temel kuvvet" çevresinde toplanır. Bu kuvvetler evrendeki bütün düzeni ve sistemi oluşturmak için Büyük Patlama'dan hemen sonra, ilk atom altı parçacıkların oluşumuyla birlikte ve özel olarak belirlenmiş zamanlarda ortaya çıkmışlardır. Atomlar, yani madde evreni, ancak bu kuvvetlerin etkisiyle var olabilmiş ve evrene çok düzenli bir tasarımla dağılmışlardır. Bu kuvvetler yerçekimi kuvveti olarak bildiğimiz kütle çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvettir. Bunların hepsi birbirinden farklı şiddete ve etki alanına sahiptir. Güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler sadece atomun yapısını belirlerler. Diğer iki kuvvet, yani yerçekimi ve elektromanyetizma ise, atomların arasındaki ilişkiyi ve dolayısıyla tüm maddesel objeler arasındaki dengeyi belirlerler. Güçlü nükleer kuvvet 15 Zayıf nükleer kuvvet 7,03X10-3 Yer çekimi kuvveti 5,90X10-39 Elektromanyetik kuvvet 3,05X10-12
 
Tüm Efâl âlemini ayakta tutan. Metîn... Sağlamlığı oluşturan. Metanet, direnç veren!
 
Kendisine herhangi bir zaaf gelmeksizin sapasağlam kalan.
 
183-) Ve umliy lehüm* inne keydiy metiyn; A’RAF SÛRESİ 7-183-) İstediklerini yapmaları için süre de tanırım onlara... Muhakkak ki benim ince düzenim metîndir (pek sağlamdır).
 
Zârîyat-58-) İnnAllahe HUverRezzaku ZulKuvvetil Metiyn; Muhakkak ki Allah, Rezzak’tır (rızıklandıranın ta kendisidir), Zül Kuvvet’il Metiyn’dir (Metiyn kuvvet sahibidir).
 
Birimde kendi hakikatini tanıma ve gereğini yaşama özelliğini açığa çıkaran. Velâyetin ve onun kapsamındaki üst düzey yaşam özellikleri olan Risâlet ve Nübüvvetin kaynağı. Velâyetin en üst mertebesi olan Risâlet ve bir altı olan Nübüvvet kemâlâtını irsâl eden. Risâlet kemâlâtının zuhuru sonsuza dek geçerli ve işlevli iken, Nübüvet kemâlâtının işlevi yalnızca dünya yaşamında geçerlidir. Nebi, âhiret yaşamında da o kemâlâtla yaşar, ancak işlevi bitmiştir dışa dönük olarak! Risâlet işlevi ise velâyet getirisi üzere devam eder sonsuza dek, velîlerdeki gibi.
 
Yardımcı,hâmi,dost ;dilediğine arka çıkıp onları kemâle ulaştıran.
 
Nefs"in bilinç yollu hakikatını kavradıktan sonra, takdir edilen ölçüde ve dilenilen şekilde gereğini yaşama hâlidir!.. Allah isimleri arasında "VELÎ" isminin anlamının kişinin esmâ formülünde ağırlık kazanmasının sonucudur.
 
Mutmainne düzeyine geldikten sonra Nefs, "Velî" adını alır... Mutmainne düzeyindeki kişi, "ilmel yakîn" düzeyindedir. Mutmainne, Fenâfillah`ın başlangıcıdır. Bireyin yaşamıyla ilgili olarak hangi kemalâtın yaşanmasına dikkat çekilmek istenmişse, orada da “veli” kelimesi kullanılmıştır.
 
Velî'm (her anımda hakikatimi oluşturan isimlerinden Velî isminin anlamının açığa çıkışının farkındalığını yaşamaktayım)...
 
Açığa çıkardığı evrensel kemâlâtı  "Velî"  ismi kapsamında açığa çıkardığı âlem sûretlerince seyredip değerlendirendir! Hamd yalnızca kendisine aittir!
 
Hamd kendisine ait olan. Senâ,övgü Allah’a aittir!..
 
Hamd (mutlak değerlendirme)
 
Hamd`ın nihâyeti odur ki, kul, kendi mazharında hamd edenin Hak Teâlâ olduğunu bile; kendisinin "yok" olduğunu bile; zât, sıfat, ef`âlde kendinin bir şeyi olmadığını göre.
 
Herhangi bir yaratılmışın "ALLAH"ı övebilmesi ve O`na hamd etmesi mümkün değildir. gerçekçi olup; "HAMD ALLAH`a mahsustur; biz bu konuda âciziz!" deyip, "yok"luğumuzu, "hiç"liğimizi farkedip haddimizi aşmayacağız!... Zira Allah, bilgiçlik taslayıp haddini aşanları sevmez!...
 
"El Hamîd" ismi işareti olan "Hamd"; "es Semî" ve "el Basîr"in özelliklerinin sonucu oluşandır.
 
ALLAH`ı ancak ALLAH değerlendirip, ALLAH`a ancak ALLAH HAMD eder!..... Size de yakışan, HAMD`ı ancak Allah`ın yapabileceğini idrak ederek, bu konuda yetersizliğinizi farketmiş bir halde haddinizi bilmektir!...
 
"Lekel hamd!... Kemâ yenbağıy licelâli vechike ve liazîmi sultanik!.."  “ Hamd sana aittir!... Vechinin celâlini ve saltanatının azâmetini hakkıyla değerlendirmekten âcizim!..." denir..
 
Allah her şeyden zengin ve sizin ibadetinize muhtaç değildir, o kendi zatında hamîd (övgüye layık)dir. Siz gerek hamdediniz, gerek etmeyiniz, o hadd-i zatında mahmud (hamdedilen) ve hamde layık olandır. Ne yaratılmışların küfür ve günahlarıyla zarar eden, ne de şükür ve itaatleriyle menfaat görendir. Ve hamîd (övgüye layık) olduğundan dolayı sırf rahmetiyle menfaatlerinizi temin ve sizi zarardan korumak için Allah`tan gereğince korkmayı ve inkâr ve küfürden sakınmayı emreder
 
Hâmid ve Mahmud, Ahmed ve Muhammed gibi yüce Peygamberimiz`in mübarek isimlerindendir. Gerçekten Makam-ı Mahmud (en yüksek şefaat makamı) bilhassa peygamberlerin sonuncusu olan Efendimiz`e va`d olunan ve onu hamd etme makamından hamd edilen (övülen) makamına yücelten yüksek bir makamdır ki, büyük şefaat makamıdır. Bu makamda "livâü`l-hamd" (sancağı) onun sağ eline teslim olunmuştur. Ahirette Makam-ı Mahmud`un bol şefaati iledir ki, Livâü`l-hamd altında toplanacak olan ümmet, Allah`a hamd etmelerinden paylarını alacak ve cennet ehlinin dualarının sonu da " Alemlerin Rabbi Allah`a hamd olsun." olacaktır. "Dualarının sonuncusu da alemlerin Rabbi Allah`a hamd olsun." sözüdür. (Yûnus, 10/10).
 
Sadece kendi kendini değerlendiren …
 
TEK'likteki çokluk sûretlerini makrodan mikroya tek tek tüm özellikleriyle yaratan.
 
Sonsuz varlıkları her zerrelerine kadar özellikleriyle yaşayan.
 
İhsa ettik  (tüm özellikleriyle kaydettik) !
 
Yaratılmışları eşi benzeri olmayan kendine özgü özellikler bütünü olarak âlemlerde açığa çıkaran.
 
Tüm varlıkları benzerleri mevcût olmadığı halde yoktan vareden.
 
“ Mubdî mârifet” olarak anlatılmıştır.Yani isimlerin oluşturmasıyla var olan terkibsel mânâlar ve bu mânâların oluşumu; bunu bilmek ibdâ yoluyla, mânâsıyla anlatılır...
 
İbda kelimesi Kuran’daki “Bedi” kelimesinden türetilmiştir. İbda’ kelimesi olmayan bir şeyi, olmayandan, imkandan yaratmaktır. Bu ibda’ aleminde yaratma, ani olur ve onda evrim, değişme yoktur.
 
Aslına rücu edenleri yeni bir yaşam boyutunda hayata döndüren.
 
Yaratılmışları yok ettikten sonra yeni bir biçimde yeniden vareden.
 
İHYA eden. Hayata kavuşturan. İlim yaşantısıyla hakikati müşahede ederek yaşamını sürdürmeyi oluşturan.
 
Hayata kavuşturan,can veren.
 
"İçselliğe dönüklüğü yaşamakta olup, bunun başkalarınca da yaşanması için hakikati seslendirendir.
 
“ Hiçbir şey hariç olmamak üzere her şey O’nu anar, ama siz bunu kavrayamazsınız!” hükmü apaçık dalga-bilgi bütünlüğünün uyarısıdır!. Çünkü, her şey “can”lıdır “ölü” yoktur. “Ölü” tanımının anlamı “canlı”lığını yaşamayan demektir. “Can”, “bilgi”dir! “Can” mutlaktır; “ölü” ise  göresel (muzaf)!.
 
Enzimlerin dahi  “ can ”lı ve “ bilgi ” li olduğunu hayretle fark ettik!... Her hücredeki binlerce enzimin her birinin özel görevi olduğunu şaşkınlıkla izlemeye başladık… Örneğin, DNA’yı kesen enzimler var. Bunlar DNA’daki belli dizilimleri tanıyor, oraya bağlanıyor ve bir makas gibi DNA sarmalını o noktadan ikiye ayırıyorlar… DNA’daki “ bilgi ”, proteinde bir “ action ”a dönüşmüş oluyor… İşte böylece, DNA’daki “ bilgi ” enzimde " can " olarak ortaya nasıl çıkıyorsa; enzimlerden oluşan vücutta da, daha farklı bir düzeyde “ Can " ortaya çıkıyor!... “ Bilgi-can ”ı izliyoruz derin düşüncelere dalarak!.
 
Ölümü tattıran... Bir yaşam boyutundan diğer yaşam boyutuna geçirten!
 
Ölümü TATTIRAN, dönüştüren.
 
"Mumit" isminin açığa çıkışı... "Öldürür, yani bir halden başka bir hâle dönüştürür"!... "Mumit" isminin manasının ağırlıklı olarak sûretine bürünmüş "melek" Azrail ismi ile tanınmıştır.
 
"Mumit" isminin mânâsı ağırlıklı olarak mevcut olan bir bileşim kuvveden fiile çıktığı zaman, "nur" diye bahsedilen enerji boyutunda bir varlık, bir birim oluşturulmuş ve buna da "Azrail" denmiştir... ki görevi "ölüm" denen "dönüştürme" olayını oluşturmaktır...
 
Esmâ âleminin kaynağı! Tüm isim özelliklerinin hayatını veren, varlığını oluşturan. Evrensel enerjinin kaynağı; enerjinin hakikati!
 
Sonsuz dirilik ,canıllık sahibi.   -“Efendim, biz suyun kenarında otururken, suyun “Hay Hay” ismiyle zikrettiğini duyduk
 
Evren “Hay”dır (diridir–canlıdır); çünkü ALLAH “HAYY”dır! İnsan “Hay”dır (diridir–canlıdır); çünkü ALLAH “HAYY”dır!
 
“ Besmele"yi, "oku"yarak; yani; -Ben bir “hiç”im; Allah`ın Hay isminin mazharı olarak hayatım O`na aittir;
 
İnsan, gerçeği itibariyle, Allâh adıyla işaret edilenin zâtî sıfatlarıyla yaratılmış, O`nun varlığı ile kâim ve dâîm varlıktır. Allâh`ın "HAY" ismiyle işaret edilen şekilde HAYAT sıfatıyla vardır; yaşar.
 
"Hay"dan gelen "HÛ"ya gider!.. Yani, "Hay" ismiyle bildiğimiz Allah`tan gelen, gene "HÛ"ya, yani O"na gider!.. Demek isterler ki, "her şey O`ndan gelir ve gene O`na döner"!.
 
Hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın kendi vasıflarıyla varlığını kaîm kılan. Var olan her şey kendisiyle kaîm olan.
 
Kendi varlığı ile kâim olup,mevcûdâtı varlığıyla var kılan.
 
Varlıkta hükmünü icra eden "HAYY" ve "KAYYUM" Hak`kın kelâmı senden "kıyam"da açığa çıkıyordu!... Varlıkta dimdik duran, her an geçerli sistem ve düzen olan "ALLAH" hükmü senden açığa çıkıyordu..
 
Varlığında “kaim” olan “Kayyum”u müşahede eder... “Kıraat” kelâmın sahibinden gelir!..
 
Evrenin zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!. Ama evren, tanrı değildir!
 
Her birim, yalnızca O’nunla Hay (diri) ve Kayyum’dur (hayatı kâim)!
 
Hakk’ın varlığı ile kâim olmaları, kendilerinde “Kayyum” isminin mânâsının mevcut olmasındandır!..
 
Özellikleri âdeta taşan... Her dilediğini var eden. Tüm yaratışına rağmen hiçbir şeyi eksilmeyen!
 
Ne bağışlarsa bağışlasın varlığından hiç bir şeyi eksiltmeyen.
 
Kerem ve ihsanının sınırsızlığının getirdiği şan ve yücelik sahibi!
 
Şan ,şeref,yücelik sahibi.
 
Vâhid ül AHAD ... Sayısal çokluk kabul etmez  TEK ! Cüzlere bölünmemiş ve cüzlerden oluşmamış; panteizm anlamına gelmeyen Bir! Çokluk kavramının düştüğü,  "yok" luğa kavuştuğu, hiçbir fikir ve düşüncenin ayak basamadığı  TEK!
 
Vâhid-ül AHAD-üs Sameddir... Kendisinin gayrı olarak, kendisini anlayacak, idrâk edecek, değerlendirecek ve de övebilecek varlık, vücud ve özellikler sahibi ikinci bir bilinç mevcut değildir!..  ALLAH’ı ancak, ALLAH bilir... ALLAH’ı ancak ALLAH değerlendirir.... ALLAH’ı ancak ALLAH över yani metheder!.. ALLAH’a ancak ve sadece ALLAH SENÂ eder! ALLAH’a ancak ALLAH HAMD eder!
 
Vâhid, Ahad, Samed isimlerinin işaret ettiği mânâları aslında TEK bir yapının özelliği olarak düşünmek gerekir. Allahapos;ın iç, dış ve gayrılık kavramlarından berî olduğunu anlatmaktadır. Bunun anlamı olarak; el-Esmâ mertebesinden meydana gelmiş her şey İlmiyle ilmini seyirden ibarettir, diye anlaşılmalıdır.
 
“ Var olan yegâne varlık Vahidül Ahad olan Allah",  demektir, "secde"nin manâsı...
 
"Sadece bedenimle değil, şuurum, ruhum ve varlığımla sana secde ediyorum" demek için secdeye erdiğin anda, secde hâlindeyken, "var olan yegâne varlık, Vâhidül Ahad olan Allah"tır!. "O"nun dışında "biz" yokuz... diye düşünebilmek lazım.
 
“ RAHMAN”dır “DATA”; esmâyı (isimlerin işaret ettiği tüm özellikleri) cem etmiştir kendisinde… “El VAHİD” isimlerin işaret ettiği özelliklerin TEK’teki varlığına işaret ederken; “Er RAHMAN”, TEK’teki sayısız özellikler mevcudiyetine işaret eder.
 
Som, salt TEK! Çokluk kavramından münezzeh! Çok özelliğin birleşmesinden oluşmamış! Ve dahi sınır kavramından berî olan TEK'lik sahibi. Hiçbir şeye muhtaciyeti söz konusu olmayan TEK'illik.  Hadîs-î şerîf 'te şöyle tanımlanmıştır:  "Es Samedülleziy la cevfe fiyhi = Samed odur ki, onda boşluk yoktur (SOM, SALT)!"
 
Varlığına bir şeyin girmesi,çıkması olanaksız ,ihtiyaçtan beri.
 
"Samed" olarak, ona herhangi bir şeyin girmesinin, ya da ondan her hangi birşeyin çıkmasının mümkün olmadığı, anlaşılabildiği zaman...
 
"Hiç boşluğu olmayan, eksiksiz, gediksiz, deliksiz, nüfuz edilemiyen… Bir şey girmez, bir şey çıkmaz!.. Som…" Hani som altın deriz ya; işte öyle… Yani bir diğer ifade ile "sırf"!..
 
"SAMED", ayrıca, ihtiyaç mefhumundan beridir, anlamına dahi gelir...
 
İlmindekileri kudretiyle bir nedenselliğe dayanmaksızın yaratıp seyreden! Bu hususta asla sınırlanmayan!
 
Kudreti herşeye yeten.
 
"Muktedir"dir!. Kudret sahibidir. Ve o kudretiyle dilediğini meydana getirir.
 
Evreni meydana getiren "enerji" adını verdiğimiz yapı ise "Allah`ın Kudreti" diye tarif edilmiş, kudret sıfatına bağlanmıştır. Kudret sıfatı ile birlikte kendindekini açığa çıkarmaya dönük özellikler meydana gelir.
 
Kudretiyle izhar ettiği tüm varlıkta iktidarı, tedbir ve tasarrufu geçerli olan mutlak - işlevsel kudret sahibi.
 
İktidârı tüm varlıkta geçerli olan.Mutlak tasarruf sahibi.
 
"Muktedir"dir!. Kudret sahibidir. Ve o kudretiyle dilediğini meydana getirir.
 
Yaratış amacına göre açığa çıkaracağı Esmâ özelliğine öncelik veren.
 
Dilediğini öne geçiren.
 
Yâ Rasûlullah, vücûd hakkında ne buyurursunuz?.. buyurdular ki: -Görmez misin ki, vücûd kadîmde kadîm, ve hâdiste hâdistir!.. Ente ilâhun ve ente me`lûhün!.. (İlahiyet ve kulluk sende biraradadır).." Yani, sen ilâhsın: Sıfâtı ilâhîye’nin sende zuhûru ve ulûhiyete mazhar olman sebebiyle; ve sen me`lûhsun, mukayyetliğinden, taayyününden ve mahlûkiyetinden ötürü."
 
Yarattığında açığa çıkacak olanı  Hakîm  isminin gereğince erteleyen.
 
Dilediğini geri bırakan ,erteleyen.
 
Yaratılmış olanın başı, ilk Hâli olan Esmâ Hakikati.
 
Başlangıcı olmayan ; ilk.
 
"O, evvel, ahir, zahir, batın`dır"
 
Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.
 
Yaratılmış olanın sonsuza dek bir sonrası.
 
Sonu olmayan ; sonraki.
 
"HU ve`l evvelü vel ahirü ve zahiru vel batın"
 
"HU ve`l evvelü vel ahirü ve zahiru vel batın“ "O, evvel, ahir, zahir, batın`dır"
 
Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.
 
Apaçık ortada olan, Esmâ özelliğiyle algılanmakta olan!
 
Apaçık ortada olan;algılanabilen.
 
Zira, "zahir-batın" ayırımı senin beş duyundan doğmaktadır!.. Beş duyu ile algılayabildiğine "zahir" diyorsun, algılayamadığına "batın"!..
 
Algılama kapasitendeki sınırlılığın getirdiği varsayımınla, TEK`i bölüyorsun.... ‘’Zâhir’’ ve ‘’Bâtın’’ çıkıyor ortaya!. 
 
Ya Gavs-ı Â`zâm... Hiç bir şeyde zâhir olmadım, insandaki zâhir oluşum gibi!.. "İsevî meşreb" olanlarda teşbih hâli, müşahedesi ağır basar. Zâhir ismi ilâhîsi müşahedelerinde ağırlıklı olduğu için, gördükleri her nesnede önce Allah`ı tesbit ederler.
 
İlmi zâhir ise yaşadığımız boyutla alâkalı ilimlerin hepsidir.
 
"Bİ İBADİHİ` deki "Ba" mülâbese içindir... Demek ki, ALLAH Zü`l-celâl ibadının kisve-i taayyününe bürünüp zâhir olmuştur"!..
 
Hakikat-i Muhammedî" irsal olduğunda, Muhammedî hakikat zâhir oldu; Muhammed Mustafa adıyla isimlendi, dillendi, "ALLAH Rasûlüyüm" dedi  …
 
Apaçık ortada olanın algılanamayanı ve Gaybın hakikati. (Evvel Âhir Zâhir Bâtın, HÛ'dur!)
 
Gizli,ortada olmayan,algılanamayan.
 
"Bâtın", gördüğünün algılayamadığın yanıdır!.
 
Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.
 
"Musevî meşreb" olanlar ise tenzih ağırlıklı müşahede hâlindedirler. "Bâtın" ismi varoluşlarında ağırlıklı olduğu için, Hak’kı her şeyin bâtınında, özünde müşahede ederler ki, bu "neyi görsek, özünde Hak`kı müşahede ederiz" cümlelerine yol açar. Elbette ki bu görüşte "Tenzih" esası ağırlık kazanır.
 
İlmi bâtın ise, melekût âlemi ile ilgili ilimlerin toplu adıdır!.
 
“ Bâtın”, neresinde “Zâhir”in?… “ Zâhir”, neresinde “Bâtın”ın?. “ Zâhir” ile “bâtın” arasındaki sınır nerededir? Bilelim ki, “Bâtın”ı, bir mekân olarak düşünmek, son derece yanlıştır!.. “ Bâtın”, mekân olarak, “zâhir”in ötesinde veya ardında; ya da bir başka boyutta değildir!… “ Bâtın”, gördüğünün, algılayamadığın yanıdır!.
 
Kurân`ı Kerîmde "Allah" isminin geçtiği yerleri ya "Zâhir" ismi yönünden değerlendirmemiz gerekir olayı deşifre etmek için, ya da "Bâtın" isminin işaret ettiği anlam yönünden. "Allah affedicidir" dendiği zaman, kişideki açığa çıkan "affetme" özelliğinden söz edilmektedir. Bu "Bâtın" ismi yönünden bir açığa çıkış özelliğidir.
 
Hükmüne göre yöneten.
 
Herşeyi tedbir ve idâre eden.
 
Sonsuz sınırsız yüce; yüceliği her şeye yaygın! Âlemlerdeki hiçbir akıl ve idrakın kapsamıyla, hiçbir fıtratın mahiyet ve yansıtıcılığıyla sınırlanmayan yücelik sahibi.
 
Yüceliği yayan ;sonsuz sınırsız yücelik sahibi zât.
 
Fıtratların gereğini kolaylaştırarak oluşmasını sağlayan! Bu konuda vaatlerini yerine getiren.
 
Varlıklara kolaylık ve istedikleri iyilikleri veren.
 
Hak ve hakikati algılatıp kavratarak, o birimin kendi hakikatine dönüşünü oluşturan. Tövbeyi yaşatır. Yani, birime yaptığı yanlışlardan dönmeyi ve verdiği zararları gidermeyi nasip eder. Bu isim özelliği açığa çıktığında Rahîm isminin özelliğini tetikler. Sonuçta kişinin hakikatinin getirisi olan güzellikleri ve müşahedeyi yaşatır.
 
Pişman olanların bağışlanma taleplerini kabul eden.
 
Yanlışını idrak edip, kesinlikle o işi bir daha yapmama kararı “Tövbe”dir!
 
Nasuh tövbe nasıl anlaşılmalıdır?.. İnsanın, yaptığı işin gerçekten yanlış olduğunu farkedip idrâk etmesinden sonra, bu yapmaması gereken fiîli işlemekten dolayı büyük bir pişmanlık duyması; ve bir daha o fiîli asla işlememeye karar vermesi ve bundan sonra Allâh’a karşı bu kararını itiraf ederek bağışlanma dilemesi nasuh tövbesi olur.
 
Tövbe, bir büyük suçtan sonra; ortaya konulan fiîlden duyulan pişmanlık ve geri dönüş dolayısıyla yapılır. İstiğfar ise, günlük olaylar içinde, varoluş gayemizin hakkını şuûrlu bir biçimde edâ edememekten dolayı yapılan hatalı hareketlerin ardısıra özür dilemektir.
 
Tövbe, genel anlamıyla, yapılan bir yanlışın farkedilerek , bundan dolayı pişmanlık duyulmasıdır.
 
“ Nedâmet, tövbedir!” hadîs-i şerîfi de açıklar.
 
“ Müferridûn’un, Aktâb’ın istiğfarı; seyrleri gereği esmâ müşâhedesindendir..yoksa, herhangibirimiz gibi, yaptığı bir yanlış fiilden dolayı değil!.Bunu çok iyi anlamak gerektir!..
 
Birimdeki, hakikatini yaşamasına engel olan davranışlarının sonuçlarını yaşatan!  "Züntikam" , açığa çıkanın sonucunu, hak ettiğini yaşatmaktır. Allâh, intikam almak gibi duygularla vasıflanmaktan münezzehtir! "Şedîd ül İkab" ile birlikte kullanıldığında,  "Hakikatinin gereğini yaşamaya ters düşen düşünce ve davranışların sonucunu en sert ve keskin bir biçimde yaşatan"  anlamına gelir.
 
Zarar vereni yaptığının karşılığıyla ödeştiren.
 
"El Muntakim"dir. Yapılan bir fiilin karşılığı olarak, kişiyi fiilinin neticesini yaşamaya mecbur edendir...
 
Herkes, er ya da geç yaptıklarının neticeleriyle karşılaşacaktır. Ki, bu, "cezâ"dır!.. Kişinin hoş olmayan fiillerinin neticesiyle karşılaşması "müntakim" isminin mânâsının oluşturduğu bir hâldir.
 
"BU SENİN FİİLLERİNİN KARŞILIĞIDIR(sonucudur)! ALLAH KULLARINA ZULMEDİCİ DEĞİLDİR." (22-10) insanın hep amellerinin (yaptıklarının) sonuçlarıyla karşılaşacağını; bunun mevcut ilâhî sistem neticesi olarak meydana geleceğini anlatmaktadır. Esasen "Muntakim" isminin mânâsı, halk arasında kullanıldığı gibi bir intikâm alma değildir. Bu isim, bir sistemin işleyişinin adıdır.
 
"Muntakim" ismi, karşısındakine veya başkalarına zarar verme veya onları istismar etme gibi davranışların karşılığının, benzeri davranışlarla karşılaşmak sûretiyle ödenmesini amaç edinmiş sistemin adıdır!.. Ve bu sistem otomatik olarak çalışmaktadır.
 
Hakedenin hak ettiğini karşı konulması imkânsız bir sistem içinde yaşatandır.
 
Şirk dışında işlenmiş bütün suçların tövbesini kabul edip, affedendir. Şirk hâli yaşamında bu ismin özelliği açığa çıkmaz. Burada fark edilmesi önemli konu şudur. Suçun affı demek, o kişinin af öncesi yaşantısındaki kayıplarının geri kazanılması demek değildir. Geçmişin telâfisi ve kazası yoktur Sünnetullah'ta!
 
Sonsuz biçimde dilediğini affedip günâhını silen.
 
Çok şefkatli, acıyan; kendisine yönelenleri, onlara zarar verip sıkıntıya sokacak davranışlardan koruyan, uzaklaştıran.
 
Son derece merhametli ,acıyan.
 
"Rauf" ismi birime izâfeten çok büyük ve geniş bağışlayıcılık olarak anlaşılır. "Rauf" isminin gerçek tecellîsi ise "Mardiyye" isimli nefs mertebesinde yaşanır. Vâhidiyet mertebesinin yaşamı olan mardiyye bilincinde, varlıktaki tüm sûretler, o bilincin organları gibidir ve tümünde tasarruf eden O bilinçtir!..
 
Mülkünde dilediğini tedbir edip, hiçbir birime hesap verme kavramı olmadan dilediğini uygulayan. "De ki: 'Mülkün Mâlik'i olan Allâh'ım... Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Kesinlikle Sen her şeye Kâdîr'sin.'"  ( Âl-i İmrân: 26 )
 
Tüm boyutlarıyla mevcûdâtın TEK sahibi.
 
Madem ki, “Malik-el mülk,” yani "mülkün sahibi" Allah’tır diyorum; Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, kimse O`na karışamaz, etkileyemez, hesap soramaz!..
 
Allah da “Malikel Mülk” olarak mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, yani, dilediğini dilediği amaca uygun olarak, dilediği görevle yaratır.
 
İYYÂKE NA`BUDU ve iYYÂKE NES`TAIYN" âyetinin anlamına... Yani, “Mâlik-el Mülk” olman dolayısıyla başkası sözkonusu olmaksızın; "SADECE SANA KULLUK EDER ve SADECE SENDEN YARDIM BEKLERİZ"...
 
“ Bu an (yevm) mülk kimindir?” “ Lillahil vahidil kahhar (Vahid ve Kahhar olan ALLAH’ındır),” gerçeğine şehâdet eder!. “Eşhedü...”yü “OKU”r!.. Seyreden Kendi olur!
 
Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder!.. Sen nasıl mülkün saydığın şeyde dilediğini yapmak istiyor ve bundan engellenirsen, benim hürriyetim nerede diye
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst
Esma Enst

More Related Content

Viewers also liked

名媛1930_宋路霞_美国美人海蒂[1].
名媛1930_宋路霞_美国美人海蒂[1].名媛1930_宋路霞_美国美人海蒂[1].
名媛1930_宋路霞_美国美人海蒂[1].名媛荟 my1930
 
Presentacion tecnologia
Presentacion tecnologiaPresentacion tecnologia
Presentacion tecnologiafredher
 
大學部四技課程規劃表 97學年度入學學生適用
大學部四技課程規劃表 97學年度入學學生適用大學部四技課程規劃表 97學年度入學學生適用
大學部四技課程規劃表 97學年度入學學生適用bububu2237
 
Adolescenciacuevaspdf
AdolescenciacuevaspdfAdolescenciacuevaspdf
AdolescenciacuevaspdfLuz Munera
 
名媛1930_宋路霞_小提琴的力量
名媛1930_宋路霞_小提琴的力量名媛1930_宋路霞_小提琴的力量
名媛1930_宋路霞_小提琴的力量名媛荟 my1930
 
Sociale medier for organisationer - Cumuli Event
Sociale medier for organisationer - Cumuli EventSociale medier for organisationer - Cumuli Event
Sociale medier for organisationer - Cumuli EventMarie Tielbo
 
Future Of Corporate Learning
Future Of Corporate LearningFuture Of Corporate Learning
Future Of Corporate LearningYulya Uzhakina
 
Wirtualne Call Center - Oprogramownie call center. VCC.
Wirtualne Call Center - Oprogramownie call center. VCC.Wirtualne Call Center - Oprogramownie call center. VCC.
Wirtualne Call Center - Oprogramownie call center. VCC.mmisiak
 
Rede Social de Justiça e Direitos Humanos: Empresas transnacionais e produção...
Rede Social de Justiça e Direitos Humanos: Empresas transnacionais e produção...Rede Social de Justiça e Direitos Humanos: Empresas transnacionais e produção...
Rede Social de Justiça e Direitos Humanos: Empresas transnacionais e produção...Oxfam Brasil
 
שנה טובה- רימונים- גרפי
שנה טובה- רימונים- גרפישנה טובה- רימונים- גרפי
שנה טובה- רימונים- גרפיgiltsuri
 
Crescendo para um futuro melhor justiça alimentar em um mundo de recursos lim...
Crescendo para um futuro melhor justiça alimentar em um mundo de recursos lim...Crescendo para um futuro melhor justiça alimentar em um mundo de recursos lim...
Crescendo para um futuro melhor justiça alimentar em um mundo de recursos lim...Oxfam Brasil
 
Luminescencia caixa cultural
Luminescencia  caixa culturalLuminescencia  caixa cultural
Luminescencia caixa culturalfelipe_julian
 
태국을 여행하자!!
태국을 여행하자!!태국을 여행하자!!
태국을 여행하자!!guestb0502dd0
 
名媛1930_宋路霞_做个心灵富有的人
名媛1930_宋路霞_做个心灵富有的人名媛1930_宋路霞_做个心灵富有的人
名媛1930_宋路霞_做个心灵富有的人名媛荟 my1930
 

Viewers also liked (20)

名媛1930_宋路霞_美国美人海蒂[1].
名媛1930_宋路霞_美国美人海蒂[1].名媛1930_宋路霞_美国美人海蒂[1].
名媛1930_宋路霞_美国美人海蒂[1].
 
Presentacion tecnologia
Presentacion tecnologiaPresentacion tecnologia
Presentacion tecnologia
 
大學部四技課程規劃表 97學年度入學學生適用
大學部四技課程規劃表 97學年度入學學生適用大學部四技課程規劃表 97學年度入學學生適用
大學部四技課程規劃表 97學年度入學學生適用
 
Riga
RigaRiga
Riga
 
保安街案
保安街案保安街案
保安街案
 
Adolescenciacuevaspdf
AdolescenciacuevaspdfAdolescenciacuevaspdf
Adolescenciacuevaspdf
 
Pastry
PastryPastry
Pastry
 
名媛1930_宋路霞_小提琴的力量
名媛1930_宋路霞_小提琴的力量名媛1930_宋路霞_小提琴的力量
名媛1930_宋路霞_小提琴的力量
 
Sociale medier for organisationer - Cumuli Event
Sociale medier for organisationer - Cumuli EventSociale medier for organisationer - Cumuli Event
Sociale medier for organisationer - Cumuli Event
 
Future Of Corporate Learning
Future Of Corporate LearningFuture Of Corporate Learning
Future Of Corporate Learning
 
Wirtualne Call Center - Oprogramownie call center. VCC.
Wirtualne Call Center - Oprogramownie call center. VCC.Wirtualne Call Center - Oprogramownie call center. VCC.
Wirtualne Call Center - Oprogramownie call center. VCC.
 
Rede Social de Justiça e Direitos Humanos: Empresas transnacionais e produção...
Rede Social de Justiça e Direitos Humanos: Empresas transnacionais e produção...Rede Social de Justiça e Direitos Humanos: Empresas transnacionais e produção...
Rede Social de Justiça e Direitos Humanos: Empresas transnacionais e produção...
 
Xarxes Socials
Xarxes SocialsXarxes Socials
Xarxes Socials
 
שנה טובה- רימונים- גרפי
שנה טובה- רימונים- גרפישנה טובה- רימונים- גרפי
שנה טובה- רימונים- גרפי
 
Mtm geometria i_web
Mtm geometria i_webMtm geometria i_web
Mtm geometria i_web
 
Crescendo para um futuro melhor justiça alimentar em um mundo de recursos lim...
Crescendo para um futuro melhor justiça alimentar em um mundo de recursos lim...Crescendo para um futuro melhor justiça alimentar em um mundo de recursos lim...
Crescendo para um futuro melhor justiça alimentar em um mundo de recursos lim...
 
Luminescencia caixa cultural
Luminescencia  caixa culturalLuminescencia  caixa cultural
Luminescencia caixa cultural
 
태국을 여행하자!!
태국을 여행하자!!태국을 여행하자!!
태국을 여행하자!!
 
Libis
LibisLibis
Libis
 
名媛1930_宋路霞_做个心灵富有的人
名媛1930_宋路霞_做个心灵富有的人名媛1930_宋路霞_做个心灵富有的人
名媛1930_宋路霞_做个心灵富有的人
 

Esma Enst

  • 1. Bu Çalışma ; AHMED HUL Û Sİ ’nin Çok Değerli Eserlerinden Faydalanılarak Hazırlanmıştır… www.ahmedhulusi.org Made By İZMİR & YAHCIVILLAGE www.allahisimleri.org
  • 3.  
  • 4.  
  • 5.  
  • 6. "HÛ'vAllahulleziy la ilahe illâ HÛ"! İster vahiy yollu gelsin, ister bilinç yollu üzerine eğilinsin, algılanan her "şey"in hakikatinin derûnu... Öylesine ki; Ekberiyet tecellisi sonucu önce "haşyeti", sonucu olarak da "hiç"liği yaşatır ve bu yüzden de O'nun hakikatine erişilemez! "Basîretler ona ulaşmaz!" Mutlak bilinmezliğe ve kavranılmazlığa işaret ismidir! Nitekim "ALLÂH" dâhil tüm isimler "HÛ"ya bağlı geçer Kurân'da! "HU ALLAHu EHAD", "HU'ver Rahmanur Rahıym", "Hu'vel'Evvelu vel'Ahıru vez'Zahiru vel'Batın", "HU'vel Aliyyül Azıym", "HU'ves Semiy'ul Basıyr" ve Haşr Sûresi'nin son üç âyeti gibi! Bu arada şunu da bir diğer okunuş şekli itibarıyla fark ederiz ki, isimlerin öncesindeki "HÛ" ismi işaretiyle önce tenzih vurgulaması yapılır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. Bu da hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir işarettir.
  • 7.  
  • 8. “ Külle yevmin Huve fi şe`n" (55/29) âyetinde, dikkat ederseniz "HÛ" ismi var.. ALLAH" ismi geçmiyor!. “ "HÛ" ismi, cüz`ün özündeki Teklik boyutu değil mi?.. İşte O, Teklik boyutu, her an cüz`lerdeki tasarrufu oluşturmakta.. Oluşumun kaynağı O!..
  • 9.  
  • 10. "HÛ" nun mânâsı; Çokluk görüntüsünün ardındaki, Öz`deki Teklik boyutudur..
  • 11.  
  • 12. İşte Arapça’daki “HÛ” kelimesi, varlığın özündeki bir boyutsal öteliğe işaret eder; niteliksiz ve niceliksiz bir yolla!.
  • 13.  
  • 14. Sayısız “nokta”ların Hâlik”i olup; “nokta”lar indinde “nükte” olan “ HÛ”!… İlminde “nokta”dan yarattıklarını, hayal hammaddesiyle var kılan “ HÛ”!… Ve bütün bunlardan “GANΔ olana işaret eden, “ HÛ”!..
  • 15.  
  • 16. Soru: -Şehâdet, "HÛ"ya bağlanırsa, o şehâdetin izahı yapılabilir mi?.. Şayet yapılamaz ise Allah nasıl şehâdet eder?.. Cevap: -Şehâdet kesrete ait bir kavramdır... Kesret sûretlerinden şehâdet etmektedir... "Atan bendim" deki gibi... ” HÛ” ya yapılmayan şehâdetle tenzihiyet olmaz.
  • 17.  
  • 18. Soru: -“Abduhû ve Rasûluhu”, yani Abdullah ve Rasûlullah dediğimizde, “Hû” isminin kulu ve Rasûlü olmakla Allah isminin kulu ve Rasûlü olmak arasındaki anlam farkı nedir... Cevap: -Birisi Allah’ı Hüviyetinde bulmayı anlatır... Öteki, Allah ahlâkıyla ahlâklanmış olmayı... "HU" kelimesi, Kurân`da, sabit tek bir mertebeye değil, içinde geçtiği konunun mahiyetine göre, değişik mertebelere işaret eder.
  • 19.  
  • 20. Âyet sonundaki bu tanımlama daima "HÛ" denerek Allah adıyla işaret edilenin tenzih yönüne; Esmâ adıyla da teşbih yönüne işaret ederek OKU'yanda tevhid bakışını oluşturmak amacını gütmektedir Allahu âlem. "HÛ" dan sonraki, pek çok âyette geçtiği üzere Türkçedeki noktalı virgül anlamındadır, bize göre.
  • 21.  
  • 23.  
  • 24. "Allâh" ismiyle işaret edilenin, "zerre"lerin zâtını "Esmâ"sıyla ilminde "var" kılma özelliğine işaret eder. Her şey, "var"lığını "ilim ve irade" mertebesinde bu ismin işaret ettiği özellikle elde eder! "Er Rahmanu alel Arşisteva" ( Tahâ: 5 ) ve "Er Rahman; Allemel Kur'ân; Halekal İnsan; Allemehül beyan" ( Rahman: 1-4 ) gereği "ŞUUR"da açığa çıkan "Esmâ"nın hakikatidir! Rahmeti, o "şey"i ilminde, "var"lığa getirmesidir! "Allâh Adem'i Rahman sûretinde halk etti" işareti "İnsan"ın, ilmî sûretinin Rahmaniyet özelliği yansıması üzere meydana getirildiğine işaret eder. Yani Esmâ mertebesinde bulunan özellikler ile! İnsan'ın, Zâtı itibarıyla kendini tanıyışı da Rahmaniyet'le ilgilidir... Bu nedenle "RAHMAN"a secdeyi müşrikler algılayamamıştır ( Furkan: 60 )... Şeytan (vehim, bilinç) "RAHMAN"a âsi olmuştur ( Meryem: 44 )... "İnsan"ın Zât'ının "Esmâ" hakikatinden meydana getirildiğine işaret eder! "İnsan"daki "Zâtî tecelli" de budur!
  • 25.  
  • 26. Sonsuz Esmâ ve Sıfat Sahibi…
  • 27.  
  • 28. "Er RAHMAN" O`dur ki... Mutlak "RAHMET" sahibi olarak, tüm mânâları, varlığından, varlığıyla meydana getirmektedir..
  • 29.  
  • 30. Kur`ân`da;   "RAHMAN ARŞIN ÜSTÜNE ISTİVA ETMİŞTİR" dendiği zaman, burada işaret edilen şey "Rahmâniyet" mertebesidir!.. Yani çokluğu, kesreti, birimleri meydana getiren isimler ve vasıfların, soyut özelliklerin olduğu Sıfat mertebesi demektir.. Sıfat mertebesi, sahip olduğu özellikler itibarıyla esmâ mertebesi diye de anlatılır. Esmâ mertebesi denen şey, ilâhi isimlerin anlamlarından başka bir şey değildir. İşte bu ilâhi isimlerin var olduğu boyut arşın üstüdür... Bu isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkması, mânâdan birimselliğe, çokluğa dönüşmesi de arşın altına tenezzülü diye anlatılır.
  • 31.  
  • 32. Rahman” bir özel isimdir ve tercüme edilemez!” (Elmalılı Hamdi Tefsiri —orijinali— cilt 1, sayfa 32) “ Rahman pek merhametli diye yetersiz bir şekilde tefsir olunabilirse de böyle tercüme edilemez..... ALLAHu tealanın rahmeti, merhameti, bir hissi kalbi, bir temayüli nefsani mânâsına bir iyilik duygusu değildir. Fatiha’da izah olunacagı üzere “İRADEİ HAYR veya İNAMI SONSUZ mânâsınadır.” (Aynı tefsir, cilt 1, sayfa 33) “ Vücut her hayrın ve her nimetin aslıdır. Rahman, böyle bir iradei hayr ile bizi cismaniyet ve ruhaniyetimizle ademden (yokluktan) vücude (varlığa) getirerek halk eden ve bununla beraber esbabı baka ve hayatımız olan nimetleri de izhar ve isal eyleyen rahmeti celile sahibidir ki bu rahmetin şumulünden (kapsamından) hariç hiçbir mahlûk bulunamayacağından buna celâili niâm ile rahmet denilir.” (aynı tefsir, cilt 1, sayfa 77) Şimdi buradan da anlaşılır ki, Rahman, klasik anlatımdaki gibi “esirgeyici, bağışlayıcı” gibi beşerî değerlendirme anlamlarının çok ötesinde; evrensel anlamıyla, “dilediği şekilde varlığı yokluktan vucuda getiren, var kılan” anlamındadır!.
  • 33.  
  • 34. “ Ürettiğinin” bir kısmı “Rahman”dan gelendir… Acıyla karışık nimettir üretilen.. Bir kısmı “Rahim”den gelen üretimdir, sırf nimet olarak!..
  • 35.  
  • 36. "Rahmaniyet" mertebesinden, "ilmi ilâhideki ilâhi esmânın toplu halde bulunduğu mertebedir" diye söz edilirse de; gerçekte burada topluluktan veya ayrılıktan söz edilemez. "RAHMANİYET", ilâhi esmânın hazinesidir, deriz; ki bu da mecazi bir ifadedir... Gerçekte, böyle bir tanımlamadan da münezzehtir "ALLAH"!.
  • 37.  
  • 38. “ RAHMAN”dır “DATA”; esmâyı (isimlerin işaret ettiği tüm özellikleri) cem etmiştir kendisinde… “ El VAHİD” isimlerin işaret ettiği özelliklerin TEK’teki varlığına işaret ederken; “ Er RAHMAN”, TEK’teki sayısız özellikler mevcudiyetine işaret eder.
  • 39.  
  • 40. Âlem sûretleri ile kendini seyir edendir! Bilinçli varlıkları, hakikatlerine erdirmek suretiyle; seyretmekte ve Esmâ'sı özellikleriyle yaşatmakta olanın, kendisi olduğu farkındalığıyla yaşatandır. "Ve kâne bil mu'miniyne Rahıyma = Hakikatine iman etmişlere Rahîm'dir " ( Ahzab : 43 ). Cennet diye işaret edilen yaşamın kaynağıdır. Melekî boyutun "var"lığını oluşturandır.
  • 41.  
  • 42. Varlıklar içinde seçtiklerine kendini tanıtan.
  • 43.  
  • 44. Allah’ın “RAHM” ismi kendi esmâlarının dışında nerede kullanılıyor? Göreceksiniz ki kadının cinsel ve doğurganlık organı olan bölge için.. Yani kadında doğurganlık olayını oluşturan ve insan türünün çoğalmasını ve bekâsını sağlayan cinsel organına verdiğimiz isim! Mikro plânda kadındaki rahim, makro plânda ise Allah’ın ”RAHİM” ismine karşılık geliyor! Allah’ın “Rahm” ismi, ”Rahmet” ve “Rahman” mânâlarının kökenidir! Yani Allah’a ait esmâların üreticisidir! Üretim yapıldıktan sonra bu isimlerin topluca bulunduğu ve sâdır olduğu boyuta “RAHMANİYET BOYUTU” diyoruz. ” Rahim” isminin en geniş ve kapsamlı ortaya çıktığı mahâl, Cennet’tir! Dolayısıyla, “Cennet anaların ayağı altında” derken; mikro plânda çoğalmayı-üremeyi sağlayan kadındaki rahmin makro plânda karşılığı olan Allah’ın “Rahim” isminden cennetteki mânâların ürediği mecazi olarak anlatılmıştır.
  • 45.  
  • 46. “ Rahiym” ismi kanalından gelenlerse, tamamen “insan”ın hoşuna giden şeylerdir. “ Rahiym”in tam tecellisi “cennet” ismiyle işaret edilen boyuttadır.
  • 47.  
  • 48. "RAHÎM"in rahmeti ise böyle olmayıp, herhangi bir “arındırma” ya da “ıstıfa” gayesi gütmeyen, sırf zevk veren, güzellikleri tattıran, kişiye hoş gelen hâlleri yaşatan "rahmet"tir.. Esasında, kitaplarda "müminlere cennette sunulacak rahmet" diye anlatılan bu "RAHÎM`in rahmeti" anlatılagelenden hayli farklı bir olaydır... Bir kere şunu kesinlikle bilelim ve hiç unutmayalım ki, "ALLAH"ın bütün isimlerinin mânâları, her an geçerli ve yürürlüktedir!.. İşbu sebeple, "RAHİM isminin mânâsı şimdi geçerli değildir de, cennete girildikten sonra geçerli olacaktır" şeklindeki anlayış, tamamıyla asılsızdır... "ALLAH"ın "RAHÎM" isminin mânâsı, her an, her yerde yaşanmaktadır!.. Bizim bunu farketmemiz ya da farketmememiz hiç bir şeyi değiştirmez..
  • 49.  
  • 50. Rahman, klasik anlatımdaki gibi “esirgeyici, bağışlayıcı” gibi beşerî değerlendirme anlamlarının çok ötesinde; evrensel anlamıyla, “dilediği şekilde varlığı yokluktan vucuda getiren, var kılan” anlamındadır!. Rahim ise “bu vücuda getirişin sistemini oluşturan mekanizmayı var eden” anlamındadır.
  • 51.  
  • 52. "ALLAH"ın “RAHÎM” isminin mânâsı, her an, her yerde yaşanmaktadır!.. Bizim bunu farketmemiz ya da farketmememiz hiç bir şeyi değiştirmez.. -"...illâ Billah" uyarısındaki anlam, Rahiym isminin işaret ettiği özellikten açığa çıkmaktadır bizlerde!... "...İllâ Billah"taki anlamın gereğini açığa çıkaran kimse, Rahim isminin işaret ettiği mânâdan kuvvet almıştır demektir bu!... -Rahim’inden dolayı varlıktakileri “yok” tan yaratması, “Merhameti”dir!..
  • 53.  
  • 54. "Rahman"iyetinin sonucu olarak Celâl sıfatıyla gayzer gibi kürsî ve semaları, katmanları yaratırken (dikey bir oluşla); "Rahîm"iyetinin sonucu olarak "Cemâl" sıfatıyla her bir semâdaki (katmandaki) yayılımsal yaratışı (yatay diyebileceğimiz) ile o âlemin halk olmuşlarını meydana getirir (ki bu evrenimiz içindeki tüm uzaysal yapıyı içine alır).
  • 55.  
  • 56. "“RAHÎYM”dir “DATA”; her an açığa çıkartır “rahminden”, “kalem”le yazılmış “çok boyutlu tek kare resmi”! Tek bir sistem (Sünnetullah), tümü kavrar makrodan mikroya!"
  • 57.  
  • 58. Yaratılmışlarda açığa çıkan özellik ve kavramlarla tanımlanmaktan, kayıtlanmaktan ve sınırlanmaktan berî! Tüm âlemleri Esmâ'sıyla "var" kılarken, onlarda açığa çıkan özelliklerle tanımlanmaktan dahi berîdir.
  • 59.  
  • 60.  
  • 62.  
  • 63. Kuddûs (saf, arı, orijini değişmemiş)
  • 64.  
  • 65. Buna ilâve olarak, Allah`ın "Kuddûs" ismini de her gün bu sayı civarında tekrar eder ve yanısra "Kuddûs-üt tâhiru min külle sûin" duasını da üçyüz veya beşyüz defa tekrarlarsan; kendini hiç zorlamadan sigara veya uyuşturucu ya da alkol alışkanlığından kurtuluverirsin!..
  • 66.  
  • 67. Mülkü hükmünde olan Esmâ mertebesinde dilediğince şe'n alarak fiiller âlemi sûretlerinde tedbir edendir! "Her şeyin melekûtu (Esmâ kuvveleri) elinde olan (tedbirâtın bu mertebeden açığa çıktığına işaret) Subhan'dır... O'na rücu ettirileceksiniz" ( Yâsîn: 83 ). Tek Melîk'tir! Ortağı olmaz. Bunun farkındalığını yaşattığının kesin ve mutlak teslimiyet dışında bir hâli olmaz! İtiraz ve isyan hiç kalmaz! "Arşı istiva" diye anlatılan olayda önde gelen özelliktir diğer birkaç özellikle birlikte... "Semâlarda ve arzda her ne varsa; Melîk, Kuddûs, Azîz ve Hakîm olan (dilediği mânâları açığa çıkarması için onları yaratan) Allâh'ı (işlevleriyle) tespih etmedeler!" ( Cum'a : 1 ).
  • 68.  
  • 69. Mülkünde tasarruf sahibidir. Herşey O’na muhtaç. Hükmeden.
  • 70.  
  • 71. İşte bu "Rahmaniyet" mertebesinde mevcut olan esmâ-i ilâhi, "O"nun, "melikiyet" mertebesi özelliği ile mülküdür. Bir yönü itibarı ile "Melîk"tir, bir yönü itibarıyle "Mâlik"tir. Ancak, "melîk" ismi, "mâlik" isminden daha kapsamlıdır. "Mâlik" ismi," "bir şeyin sahibi" anlamındadır. "Melîk" ise o şeyin hem sahibi", hemde "o şeyler üzerinde mutlak hükümdar" olandır. Yani, "ALLAH"ın "Melîkiyet"i, "kendi esmâlarını dilediği gibi açığa ortaya çıkarması, seyretmesi" anlamındadır.
  • 72.  
  • 73. "DİLEDİĞİNİ YAPAR." ( ) "YAPTIĞINDAN SUAL SORULMAZ!" (21-23) Bu âyetler "O"nun "Melikiyeti"nin eseridir.
  • 74.  
  • 75. MÂLİK’İDİR DİN GÜNÜNÜN... Bazıları da; -MELÎK’İDİR DİN GÜNÜNÜN... diye okumakta ve anlamaktadırlar... Şayet, "MÂLİK”i diye anlarsak... "sahip olduğu üzerinde, özgürce ve tasarrufundan dolayı kimseye hesap vermeksizin, dilediğini yapan" anlamıyla karşılaşırız... Şayet, "MELÎK"i şeklinde okur ve kabul edersek... Bu defa da; "yönetim, kurallandırma, fiilleri değerlendirme, yetki güç sahibi" olan bir Zât olarak anlarız...
  • 76.  
  • 77. Fatiha’da dahi Malik’i veya Melîk’i okunuşuyla gene bu noktaya işaret edilmektedir ki; “OKU kitabını! Bilincinin–nefsinin hakikati yeterlidir. O gün hasîb olarak” “ikra kitabek!. Kefa binefsik el yevme aleyke hasîb” (17:14) âyeti bu sırra işaret etmektedir. "Hasîb" ismi esmadan olarak Rububiyet mertebesinde varlığında yer almaktadır holografik gerçeklik doğrultusunda. Ötedeki tanrıya değildir hesap yani!. Hakikatindeki "ismi ALLAH olanın Melîkiyeti"ne hesap verirsin "yevmid DİN"–“DİN GÜNÜNDE”... İstersen çok asırlar sonrasına at bu “din günü”nü!. “ Mâlik-el Mülk” olman dolayısıyla başkası sözkonusu olmaksızın; "SADECE SANA KULLUK EDER ve SADECE SENDEN YARDIM BEKLERİZ"...  
  • 78.  
  • 79. "Mâlik`i yevm ed Diyn" de, "sünnetullah" diye tanımlanmış yaratış sistem ve düzeninin her var oluş ve yok oluş sürecinde tek hükmü geçen olduğu vurgulanır…
  • 80.  
  • 81. Yaratılmışlara (beden ve tabiat kayıtlarından; tehlikeden; boyutlarının kayıtlarından) selâmet ihsan eden, yakîn hâlini oluşturan; iman edenlere "İSLÂM"ın hazmını veren; Dar'üs Selâm (hakikatimize ait kuvvelerin tahakkuku) olan cennet boyutu hâlinin yaşamını meydana getiren! Rahîm isminin tetikleyerek açığa çıkardığı isim-özelliktir! "Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym = Rahîm Rab'den " Selâm " sözü ulaşır (Selâm ismi özelliğini Rableri olan Esmâ hakikatlerinden açığa çıkan yolla yaşarlar)!" ( Yâsîn: 58 ).
  • 82.  
  • 84.  
  • 85. "İslam"; selâmet bulma, selâmete erme, "selâm" isminin mânâsının sizde açığa çıkması anlamında!.
  • 86.  
  • 87. "Allah"ın "selâm" isminin mânâsı ortaya çıktığı zaman kişi, bir kısım ilâhi isimlerin mânâsıyla tahakkuk etmek suretiyle, cennet yaşamı dediğimiz yaşama geçer.
  • 88.  
  • 89. Selâm, dalga dalga yayılır “özündeki Hakikatı Muhammedî”den “kulluk” görevini yerine getirmekte olan tüm “sâlih”lere... “benliğinden kurtulmak suretiyle tüm SALÂHA ermişlere”...
  • 90.  
  • 91. SELÂM, üzerimize ve “kulluk” ifa etmekte olanların içindeki tüm “sâlih”leredir!...
  • 92.  
  • 93. İlâhi emirlere uyma hâli devam ederse, o zaman terkib tabiatının ötesinde , Allah’a vâsıl olur; ve böylece ebedi saadet onun için sözkonusu olur...Bu davranışların neticesinde “Selâm” isminin mânâsı kendisinde âşikâr olur..
  • 94.  
  • 95. "Selâm" isminin mânâsının kişide açığa çıkmasını temennîdir.. "Selâmün aleyküm" demekte karşındakine bu dilekte bulunmaktır.. Yani, âyetteki işaret; "Özündeki hakikatı idrak edip, o hakikatla tahakkuk edebilmesini temennîdir..
  • 96.  
  • 97. "Bütün emr`lerden selâm getirir" Her "Emr", kişinin varlığını oluşturan melekî "nûrî" katmandır!.. Yani her birimin kendi içindeki, özündeki, esmâ mertebesinin kuvveden fiile çıkma mahalli... “ Selâm” derken, Allah’ın Selâm isminin mânâsının o kişinin özünden gelen bir biçimde kendisinde açığa çıkmasını temenni ederek, "Selâm" diyorsan, hiç bir mahzûru yoktur...
  • 98.  
  • 99. Ne anlarsın sen, “Selâmu aleykum” demekle “günaydın” demenin farkını!. Özünden gelen “Selâm” kavramının, karşı beyine yönlendirilerek; onda, özünden “selâm”ın beyninde açığa çıkmasını sağlamak amacıyla, ona kapı açmanın nasıl oluştuğunu!.
  • 100.  
  • 101. Selâm (varlık kendine teslim olmuş)
  • 102.  
  • 103. Algılananın ötesi olduğu farkındalığını oluşturandır Esmâ boyutu itibarıyla. Bu farkındalık, boyutumuzda "iman" olarak açığa çıkar. İman edenler şuurlarındaki bu farkındalıkla iman ederler; dünyamızda Rasûller; tüm varlıkta ise melekler dâhil! Bu farkındalık, bilinçteki aklın vehim esaretinden kurtulmasını sağlar. Vehim, kıyası kullanarak muhakeme yapan aklı saptırabilirken, iman karşısında güçsüz ve etkisiz kalır. Mümin isminin özelliğinin açığa çıkışı şuurdan bilince direkt yansır; dolayısıyla da vehim kuvvesi onun üzerinde tasarruf edemez.
  • 104.  
  • 105. Gaybın sonsuz sırlarına açık idrâkı oluşturan.
  • 106.  
  • 107. Mü’min (gayba imanı açığa çıkarıp tereddüt ve şüpheyi yok eden)
  • 108.  
  • 109. Hakikatinin, "Hakikat-i Muhammedî", yani "Esma mertebesi" olduğuna "iman" etmişlere "Aminu B`illah" sırrına ermiş olan "Mümin" denir!
  • 110.  
  • 111. "RASÛLLÜĞÜN"ün hakikatinin, "esmâ mertebesi"nin ilk tecellisi olan "RUH" adlı melek veya "Hakikati Muhammedî" veya "Mümin" olduğunu anlayabilsek!..
  • 112.  
  • 113. “ Mümin”ler onlardır ki, Allah’a ve Rasülü’ne "B" sırrının idrâkı içinde îmân ederler ve bu îmândan şüpheye düşmezler; bunun neticesi olarak da sorumluluklarındaki tüm malları ve bilinçleri ile hiç bir karşılık beklemeden bu yolda cihâd ederler. İşte onlar “îmân” ehlidirler.” (Hucurat:14-15)
  • 114.  
  • 115. Risâlet" bildirisine "iman" edilir; "Nübüvvet" bildirimine "teslim olunur"!.. Birincisine "mümin", ikincisine "müslim" denir. "Mümin" olmak ayrı şeydir, "müslim" olmak ayrı şeydir.
  • 116.  
  • 117. "Hakikat-i Muhammedî", Muhammed Mustafa sûretine bürünmüş olarak irsal olup; "iman"a davet etti insanları, kendi hakikatlerine! Bu gerçeğe "iman" edenler, "Mümin" oldu! Onların nurundan, cehennemin ateşi sönmeye yüz tuttu! Haykırdı cehennem, "Çabuk geç ey mümin, nurun ateşimi söndürüyor"!
  • 118.  
  • 119. "Esmâ" mertebesinden açığa çıkanları kendi sistemi içinde koruyup sürdürendir (El hafizu ver Rakiybu ala külli şey)! Ayrıca, (emaneti) gözetip himaye eden , koruyan , emin , anlamlarına da gelir. "MÜHEYMİN" in türediği kök olan "el Emanet" in Kurân'daki fonksiyonel kullanılışı, semâların - arzın - dağların yüklenmekten imtina ettiği ve el Kurân 'ın ikizi olan el İnsan 'ın yüklendiği şeydir. Esas itibarıyla Esmâ mertebesi ilminin RUH adlı melek olarak şuuruna işaret eder. Ondan da yeryüzünde açığa çıkan insana yansır bu emanet! Yani, Hakikatinin, Esmâ özellikleri olduğu şuurunu yaşamak! Bu da Mümin ismiyle ortak çalışır. RUH adlı melek (kuvve) dahi, Esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız özelliklerine imanın kemâliyle Hayy ve Kayyûm'dur! Çünkü o dahi "şe'n" olarak vücud sahibidir!
  • 120.  
  • 122.  
  • 123. “ Gözeten ve koruyan” manasına gelen “el-Müheymin” ismi, Kur’anı kerimde Rabbimizin ismi olarak bir defa geçmektedir. (Haşr 23)
  • 124.  
  • 125. Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim Rab ismiyle paralel çalışan bir isimdir. Rab özelliği Azîz özelliğiyle hükmünü icra eder!
  • 126.  
  • 127. Mutlak gâlip.Eşi ve benzeri olmayan.
  • 128.  
  • 129. Mutlak gâlip.Eşi ve benzeri olmayan.
  • 130.  
  • 131. Azîz (dilediğini yapan, misli olmayan)
  • 132.  
  • 133. Size nefislerinizden Rasûl geldi ki o Azîz’dir
  • 134.  
  • 135. Hu, Azîz’dir Hakîm’dir (hüviyet sahibi olan Zât, her ŞEYİ, bir hikmete dayalı olarak, bir sistem ve düzen içinde, oluşmasına karşı koyulmaz biçimde meydana getirendir)!.
  • 136.  
  • 137. Hükmü karşı konulmaz olarak yerine gelen .
  • 138.  
  • 140.  
  • 141. Eğer bu kişilerde en büyük ve en kalın perde olan "BENLİK" perdesi kalkmış olsa; görecekler ki, varlık "BENLİK" hep Hak`ka ait!.. Bu durumda bilecekler ki, O dilediğini yapıyor ve hep O`nun hükmü, takdiri yerine geliyor!.. Kendileri hakkındaki takdir de her ne ise o muhakkak yerine gelecektir!.. Bunu anlayınca da, kendi varlıklarının varolmadığını farkederek benliklerine menfaat temini gayesiyle, zillete dûçâr olmayacaklar. Neticede, ister mâsiyetten dolayı Rahîme sığınma hâli olsun; ister, tâat ile bir takım nimetler bekleme hâli olsun, her iki hâl de zillet hâlidir, temeldeki "benlik"ten doğan zillet hâlidir!.. Bunun karşıtı ise "izzet" hâlidir ki "Azîz" isminin mânâsının ortaya çıkışıdır. Bu isimle isimlenmiş kişi, kimseden bir karşılık beklemeksizin çalışmalar yapar; karşılıksız verici olur; bu sebeple de izzetle yaşar!..
  • 142.  
  • 143. Hükmü zorunlu olarak uygulamada olandır. Âlemler Cebbâr'ın hükmü altında, dilenileni uygulamak zorundadır! Uygulamama gibi bir seçenekleri yoktur! Cebr, onların özlerinden gelen bir şekilde sistem gereği olarak açığa çıkar ve hükmünü yaşatır!
  • 144.  
  • 145. Hükmünü zorunlu olarak ister istemez kabul ettiren.
  • 146.  
  • 147. Cebbar olan Allah dilediğini yapar ve bundan dolayı da kendisine sual sorulmaz!
  • 148.  
  • 149. Bir kısım melek var; Allah`ın Kahhâr, Cebbar, Kavîy isimlerinden meydana gelmiş!.
  • 150.  
  • 151. Cebbâr (yaratmış olduğu sistem sonucu dilediğini karşı konulmaz şekilde açığa çıkaran)
  • 152.  
  • 153. O dehşetli günde âsi mü’min kardeşleri arasından çıkıp kurtulan mü’minlerin, kalanlar için Cebbar-ı Zül Celâl Hazretlerine yalvarıp yakarmasına benzemez. Hâsılı Nebî ve Rasûller , melekler, mü’minler şefâat etmiş olacaklar derken Cebbar-ı Müteal artık sıra benim şefaatime geldi buyuracak. Nâs’ın hesabını görmekten fariğ olur ve ümmetimden geriye kalanları ehli-nâr ile beraber cehenneme sokar, Cenâb-ı Hak. O zaman ateş ehli, -Siz dünyada iken Allah’a ibadet edip ona hiçbir şeyi şirk koşmadığınızın sanki size ne faydası oldu?.. derler. Cehenneme girmiş olan diğerleri, bu namaz kılıp oruç tutan mü’minleri görünce: -Siz şirk koşmuyordunuz ama bunun ne faydası oldu!.. Gene girdiniz işte cehenneme!.. diyecekler. Bunun üzerine Cebbar-ı Müteal: -İzzet ve Celâlim hakkı için onları ben cehennemden azâd edeceğim!" buyurup, göndereceklerini onlara gönderecek ve o zavallılar oradan çıkarılacaklar.
  • 154.  
  • 155.  
  • 156. Mutlak BEN 'lik O'na aittir! "Ben" diyen yalnızca kendisidir! Kim ben sözüyle kendisine varlık verirse; var oluşunun hakikatine ait "Ben"liği örtüp, göreceli benliğini ileri çıkarırsa, bunun sonucunu, yanmak suretiyle yaşar! Kibriyâ, O'nun vasfıdır.
  • 157.  
  • 159.  
  • 160. Mütekebbir (kibriyâ, benlik sahibi)...
  • 161.  
  • 163.  
  • 164.  
  • 165. Mutlak TEK yaratan! Esmâ özellikleriyle birimleri "yok"ken "var" kılan! Hâlik'in "halk"ettiği her bir şeyin bir "hulk"u, yani yaratılış amacına göre bir huyu, ahlâkı (doğasına göre davranışı) vardır... Bu nedenle "tehalleku BiAhlakıllah = Allâh ahlâkı ile (Allâhça) ahlâklanın!" buyurulmuştur ki bunun anlamı; "Allâh Esmâ'sının özellikleriyle var olmuş olduğunuzun farkındalığıyla ve bunun gereğince yaşayın" demektir.
  • 166.  
  • 167. Benzeri ,örneği olmayan şeyi meydana getiren.Takdir eden.
  • 168.  
  • 169. Terkibiyet hâlinin adı "Halk"tır. Hâlik isminden Halk meydana gelmiştir. Halk olmuş dediğimiz şey bu terkiblerdir.
  • 170.  
  • 171. Halketmek, var olmayan bir şeyi var kılmaktır. "Halk" diye bir şey yok!.. İşte yok olan bir şeyi, var kılıyor!.. Ama neyle var kılıyor, gene kendi manâlarıyla!.. Mânâları değişik terkipler şeklinde meydana getirerek, her bir terkipde değişik oranlarda âşikâre çıkartmak suretiyle, halk ismi müsemması meydana geliyor. "Halk" ismi ile işaret ediliyor.
  • 172.  
  • 173. Mikrodan makroya doğru her yarattığını kendine özgü program ve özellikle yaratırken, bütünsellikle de uyumlu olarak onu işlevlendiren. Saat dişlilerinin ahenkli düzeni misali!
  • 174.  
  • 175. Her yarattığını farklı ,yeni bir icâd ile meydana getiren.
  • 176.  
  • 177. Bâri (varlığı kendi Esmâsıyla özel bir yapıda yaratan)
  • 178.  
  • 179. Mânâları sûretler hâlinde açığa çıkarıp, algılayanda o sûretlerin algılanma mekanizmasını oluşturan.
  • 180.  
  • 181. Fikir; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs...; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs... Sonrasında hayâl gelir. Yani, o fikirleri kafamızda hayâl ederiz.. Anlayıp kavramak için bir suret haline sokarız. Bu hayâl edişe aynı zamanda "musavvire gücü" denilir. Yani, tasvir etme şekillendirme. Beyinde şekillendirme olayı vardır. O fikirler otomatikman şekillenerek anlaşılır.
  • 182.  
  • 183. Göklerden insana inen melekler değil, insanın özünden, derûnundan bilincine tenezzül eden kuvveler, ilim (cebrâiliyet) söz konusudur. Beyin daima kendi veri tabanına ulaşanları ve veri tabanından açığa çıkanları —Musavvir ismi sonucu— suretlendirerek bilinçte açığa çıkardığı için, beyinler melekleri sûretler şeklinde görür.
  • 184.  
  • 185. Musavvir, her birimi bir sûretle algılamayı oluşturan .
  • 186.  
  • 187. Göz harf şekillerini beyne ulaştırır bir elektrik sinyali olarak, belli dalga boyu olarak. Beyin o dalgayı deşifre ederek veri tabanındaki harflere benzetir ve hayal merkezinde Musavvir ismi mânâsınca suretlendirir, görüntüye dönüştürür.
  • 188.  
  • 190.  
  • 191. Meydana getirilen "sûretler", seyretmeyi dilediği "mânâların sûretleri"dir... Burada, "sûret" derken, "fizikî sûret" anlamayalım!. Buradaki sûret, "mânânın sûreti"dir.. O sûretleri meydana getiren, "Musavvir" dir!...
  • 192.  
  • 193. Beyin görmez, "OKU"duğunu açığa çıkartır!. Beynin, içsel veya dışsal kendine ulaşanları sentezi, "OKUMAK"tır!. Daha sonra bu "OKU"nanların bir kısmı "musavvire"de (hayal merkezinde) suretlere bürünür ve "görmek" olarak algılanır.
  • 194.  
  • 195. Kudret veya hikmetin gereği olarak oluşmuş noksanlıklarını fark edip, bunların sonuçlarından kurtulmayı irade edenlere, örtüleyiciliğini yaşatan. Bağışlayan.
  • 196.  
  • 197. Dilediği tüm kusurları bağışlayan.
  • 198.  
  • 199. “ Gaffar” oluyorsun, karşındakinin yaptığını örtüp bağışlıyorsun.
  • 200.  
  • 201. "Vâhid" oluşunun sonucunu yaşatarak "izafî-göresel" benliklerin asla " var " olmadığını seyrettiren!
  • 202.  
  • 203. Dilediği tüm kusurları bağışlayan.
  • 204.  
  • 206.  
  • 207. “ Bu an (yevm) mülk kimindir?” “ Lillahil vahidil kahhar (Vahid ve Kahhar olan ALLAH’ındır),” gerçeğine şehâdet eder!. “Eşhedü...”yü “OKU”r!.. Seyreden Kendi olur!
  • 208.  
  • 209. Azrail dediğimiz melek, Allah`ın Kahhar isminin kuvvet ve kudretiyle var olan bir melek... Bunlar kuantsal kökenli yapılar!.
  • 210.  
  • 211. Secde de, “lillahil vâhidil kahhar” hükmünün eserini ortaya koyuşunun yaşanışıdır!..
  • 212.  
  • 213. "Huşû"nun nedeni, "rububiyet" gerçeği değil; "Ekber"iyet nurlarının kişiye açılmaya başlamasıdır.
  • 214.  
  • 215. Vâhid-ül Kahhar: TEK ve her şey hükmü altında .
  • 216.  
  • 217. Dilediğine karşılıksız ve "hak etme" kavramı devrede olmaksızın veren.
  • 218.  
  • 220.  
  • 222.  
  • 224.  
  • 225. Hangi boyutta veya ortamda olursa olsun açığa çıkan birimin yaşamının devamı için gereken her türlü gıdayı veren.
  • 226.  
  • 227. Sonsuz mânâları ile sürekli besleyen.
  • 228.  
  • 229. Kendinde görmeyi murad ettiği mânâları, târif etme, kendini tanımlama sadedinde olanlara, “Hak’ka ait isimler”; özelliklerini, mânâlarını terkipler hâlinde seyretme sadedinde olan isimlere de “Halka ait isimler” denir!..”Halk kelimesinin mânâsını meydana getiren isimler” demektir!.Meselâ “Rezzak” ismi halkın varlığını gerektirir.. Halkı zaruri kılar! Çünkü rızk verilecek bir varlık olmazsa , rezzak’lık, rızk vericilik sözkonusu olmaz! Öyleyse bir varlık olacak, rızka ihtiyacı olacak, ki rezzaklık yani rızk vericilik mânâsı ortaya çıksın. Bunun gibi!
  • 230.  
  • 231. Rızık, senin yaradılış amacına göre, sana takdir edilenlerdir. 
  • 232.  
  • 233. Esasen, rızık tamamiyle ALLAH takdiridir... Nedeni, niçini sorulmaz!.. Dilediğne dilediği kadar verir ve dilediğinden de dilediğini alır...
  • 234.  
  • 235. Nihâyet bir de dördüncü tesir alır beyin bu 120. günde. O da daha sonraki yaşamında ne kadar açılım sağlayabileceğini sağlayan ana devre açılım kapasitesini meydana getirir. Bir diğer ifâde ile «rızık» durumunu.
  • 236.  
  • 237. Bu rızık, her mahlûkatın fıtratına en uygun bir tarzda onu bulmaktadır. Şüphesiz ki bu rızık ile o mahlûkat, her an bir nebze daha tekâmül eder ve aslına yaklaşır.!. Bu rızık umumi ise de, herkes ancak kâbiliyeti ve istidadı miktarınca alır. Kabı büyük olan elbette daha fazla rızık almış olur. Tabiî ki bu kişinin vüs`atincedir.
  • 238.  
  • 239. Birimde açılım oluşturan. Hakikati fark ettirip seyrettiren; bunun sonucunda âlemlerde eksik, noksan, yanlış olmadığını müşahede ettiren. Görüş veya kullanım alanını açıp değerlendirme olanağını meydana getiren. Fark edilemeyeni fark ettirip değerlendirten!
  • 240.  
  • 241. Sürekli aşama kapıları açan,tüm kapanıklıkları geçirten..
  • 242.  
  • 243. Bunun gibi, "Gafur", "Afuv" ismi, "Fettah" ismi ve bunun gibi bir çok isim, eğer Adem Cennet`de yaşamına devam etseydi, ortaya çıkmayacaktı...
  • 244.  
  • 245. Fettah” ismini zikrediyorsan, sana birtakım yeni şeyler daha açılmaya başlar. Sana kapalı olan, çözemediğin konular, rahat anlaşılır hâle gelir..
  • 246.  
  • 247. Cebrail adlı "MELEK" yapısını oluşturan "ALİM", "BASİR", "FETTAH", "HAKİM" ve "MUHYİ" gibi ağırlıklı anlamların sonucu olarak görev îfa eden bir üst boyut bilincidir...
  • 248.  
  • 249. Hazreti Muhammed`i “SIKTI” !. Yani, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın beynine "Alim", "Basir", "Hakim", "Fettah", "Muhyi" gibi bir kısım “isimlerin frekansından impulslar” göndererek, bu yolda açılım oluşturdu!... Esasen, bu “Rabbani isimlerin frekansı”, herkes gibi, doğuştan O`nun yapısında da mevcuttu... Ancak, yapısını oluşturan "terkip içindeki" oranı Nebilik kemâlâtını ortaya koymak için yeterli değildi!.
  • 250.  
  • 251. "İlim" özelliği sebebiyle sınırsız sonsuz her şeyi ve her boyutu, her yönüyle Bilen!
  • 252.  
  • 253. Mânâların oluşturduğu tüm kompozisyonların her hâlini bilen. Âlim’dir (tüm incelikleriyle ne olup bittiğini bilendir)
  • 254.  
  • 255. “ Allah’tan ancak âlim olanlar haşyet duyar.”
  • 256.  
  • 257. Âlim, mülk âlemine dönük meseleler ile meşguldür...Âlimin bütün meşgalesi olan madde âlemi konularının hükmü, melekût âlemine, ölümötesi yaşam âlemine geçilince son bulacaktır!. Ölümle birlikte, şeriâtın zâhirine ait tüm hükümler geçerliliğini yitirecek, ibadetler kalkacak, tüm yasaklar son bulacaktır. Dünya yaşamı için gerekli olan bu bilgilerin, insana ölümötesi yaşamı kazandıracak kadarı gereklidir elbet; ama sadece o kadarı!.
  • 258.  
  • 259. Evren şuurludur; çünkü ALLAH Âlim’dir!
  • 260.  
  • 261. İnsan şuurludur; çünkü ALLAH Âlim’dir! İlim sıfatının açığa çıkışı şuur adını alır!
  • 262.  
  • 263. Bir âlimin ibâdetle meşgul olana üstünlüğü benim, en aşağı mertebede olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir. Allah, melekleri, göklerin ve yerin halkı, hatta yuvalarındaki karıncalar ve hatta balıklar, insanlara hayır öğreten kişiye duâ ederler!
  • 264.  
  • 265. "Allâh`tan ancak âlim olanlarınız korkar" âyetiyle anlatılan nokta, ilmi olmayanın Allâh`tan korkmayacağını, açıklıyor demektir!..
  • 266.  
  • 267. Âlim ve vâris, tedbirin Hakk’ın takdirinin açığa çıkması olduğu müşahedesi içinde; elinden gelen tedbiri son noktasına kadar uygulayacak!.
  • 268.  
  • 269. Yeryüzünde açığa çıkmış en muhteşem ilim Hz. Muhammed ( aleyhisselâm) Nokta" kendini seyretmek için "beyin" adı altında irsal oldu ve o "beyin"e (kalbe-şuura) ilim, "vahiy" adıyla inzal oldu! Hatta ilim, "beyin" adıyla göründü gözü olanlara! "Kimin bilincini açarsa İslâm`a, Rabbanî ilim (Nur) açığa çıkar"… "YOK"luğun âmâsından ilim nuruyla "var" olup, ilmiyle, ilmini seyretmek "NOKTA"daki şuur , yani "ilim" âlemlerin yani stringlerin hakikatidir!
  • 270.  
  • 271. Tüm birimleri, onları oluşturan "Esmâ" sıyla hakikatleri yönünden kudret eliyle tutup hükmünü icra eden! İçe dönüklüğü yaşatan.
  • 272.  
  • 273. İzhâr ettiklerini geri alan,kudreti altında tutan.
  • 274.  
  • 275. İnsanın yaşamını kâbusa döndüren duygu korku!.. Korkuyu oluşturan faktör vehim!… Aklı pasifize edip, insanın içini daraltan; endişeler uyandıran, anını hakkıyla değerlendirmesini engelleyen özellik vehim!.
  • 276.  
  • 277. Açıp yayan. Boyutsallıkları ve derin görüşü oluşturan.
  • 278.  
  • 280.  
  • 281. Satürnün sert etkisi altında zaman zaman kişilerde sıkıntı olur... Bu sert tesiri hafif almanın yolu, kişinin "Elem neşrahleke sadrek"=500 zikrinden ve “Bâsıt” isminin 1800 kere tekrarlanmasından geçer.
  • 282.  
  • 283. En değersiz hâle düşüren.
  • 284.  
  • 285. Alçaltıcı. Hakikatinden uzak yaşamı oluşturucu! Evrensel boyuttaki "Esfeli sâfîliyn"i yaratıcı. "Kesret" müşahedesini oluşturan perdeliliği meydana getiren!
  • 286.  
  • 287. Yükselten. Bilinçli birimi yatay veya dikey anlamda yükselterek hakikatini kavrama veya seyir anlamında yükselten.
  • 288.  
  • 290.  
  • 291. Ref' edeceğim (hakikatinin yüceliklerini yaşatacağım)
  • 292.  
  • 293. Dilediği birimde, izzeti oluşturan özelliği açığa çıkartarak, onu diğerlerine göre değerli kılan!
  • 294.  
  • 296.  
  • 297. Dilediğinde zilleti zahir kılan! Zelil eden... İzzeti meydana getiren yakınlık özelliklerini yaşatmayarak, benlikle perdelenmenin yetersizlikleri içinde aşağılanmayı aşikâr kılan!
  • 298.  
  • 299. Zillete düşüren, değersiz kılan, alçaltan.
  • 300.  
  • 301. Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerini her an algılamakta olan. Farkındalığı ve kavramayı yaşatan. Bunun sonucu olarak Basîr ismi özelliğini tetikleyen!
  • 302.  
  • 303. Yaratıklarının hitâplarını her hâli ile algılayan.
  • 304.  
  • 305. “ Semî” nin manâsı, algılamaktır.
  • 306.  
  • 307. «ALLAH SEMλdir; sınırsız-sonsuz, bölünmez, cüzleri olmayan «VUKUF» tur!..
  • 308.  
  • 309. "Semi Allahu limen Hamideh"  “ Hamd edenin hamdını Allah algılamıştır”!.
  • 310.  
  • 311. Hakk`ın nuru ile algılar (Es Semî) her şeyi…
  • 312.  
  • 313. Algılamamın kaynağı "Es Semî`"dir!...
  • 314.  
  • 315. Kim varlığının “yok”luğunu kavrarsa, onda Hak, “ben HAKK’IM” der! “Es SEMΔ algılar bunu!
  • 316.  
  • 317. Açığa çıkan Esmâ özelliklerini her an seyir ile onlardan çıkanları değerlendirip sonuçlarını oluşturan.
  • 318.  
  • 319. Yaratıklarının her hâlini değerlendiren.
  • 320.  
  • 321. “ Basîr”… Algıladıklarımı değerlendiriyorum. "O" Basarla değil basiyretle görülür; çünki Basîr odur... 
  • 322.  
  • 323. «ALLAH BASÎR» dir; sınırsız - sonsuz, cüzleri olmayan, bölünmeyen, mevcut tek «DEĞERLENDİRİCİ»dir!..
  • 324.  
  • 325. Ve «BASÎR». İdrak edici,, değerlendirici!.. Yani, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın beynine "Alim", "Basir", "Hakim", "Fettah", "Muhyi" gibi bir kısım “isimlerin frekansından impulslar” göndererek, bu yolda açılım oluşturdu!... Esasen, bu “Rabbani isimlerin frekansı”, herkes gibi, doğuştan O`nun yapısında da mevcuttu... Ancak, yapısını oluşturan "terkip içindeki" oranı Nebilik kemâlâtını ortaya koymak için yeterli değildi!.
  • 326.  
  • 327. İki boyutlu basar (göz) yaşamı kayıtlarından çıkıp; çok boyutlu “BASÎR” olduğunu fark et!.
  • 328.  
  • 329. Görüşümün kaynağı "El Basîr"dir!.. O dilemese değerlendiremem!.
  • 330.  
  • 331. Allah gözüyle (El Basîr) âlemleri seyredip "El Hamîd" ismi işareti olan "Hamd"; "es Semî" ve "el Basîr"in özelliklerinin sonucu oluşandır. Ki bu da âlemlerin Rabbına âittir…
  • 332.  
  • 333. Basîret üzere (taklitle değil idrakle)
  • 334.  
  • 335. Hükmeden ve hükmü kesinlikle yerine gelen!
  • 336.  
  • 337. Hüküm sahibi ve hükmü kayıtsız şartsız yerine gelen.
  • 338.  
  • 339. Ya Muhammedül Emin, eğer rıza gösterirsen, bir hakem olarak seçilmiş bulunuyorsun. Her ne hükme varırsan, bu hepimiz tarafından olduğu gibi kabul edilecektir..
  • 340.  
  • 341. Ulûhiyetinin sonucu olarak açığa çıkardığı her Esmâ özelliğinin yaratış amacına göre hakkını veren. Haksızlık etmekten, zulüm etmekten münezzeh olan!
  • 342.  
  • 343. Her birimi ne için varettiyse,ona hakketiğini veren.
  • 344.  
  • 345. Adl, bazen halk arasında cezalandırma hâli ya da mahalli, bazen de korkutma mahalli olarak bilinir. Oysa "ADL", hakkedenin hakkını vermedir. Herkese, hakkettiği hakkını vermenin adı “Adl”dir!..
  • 346.  
  • 347. Kim neyi hakketmiş ise, o hakkettiğini aldığı zaman adalet yerine gelmiştir.
  • 348.  
  • 349. Halbuki, sanılır ki, herkese eşit davranmak adalettir!.. Bu yanlıştir. Hakkını, hakkettiğini vermemek zûlümdür!..
  • 350.  
  • 351. “ Allah adl" sahibidir”, demek, herkese hakkettiğini verir demektir!..
  • 352.  
  • 353. Herkes ne iş için varedilmiş ise; hangi ismin mânâsının açığa çıkmasına vesile olmak üzere varedilmiş ise; O ismin gereklerini hakketmiş demektir!..işte bu mânâda adalet, onun hakkettiklerini almasıdır!..
  • 354.  
  • 355. Herkese eşit dağıtma, "eşitlik" olarak, adaleti anlayanlar, bu konuda kesinlikle büyük bir yanılgı içindedirler!.. Kâinatta "eşitlik" mevcut değildir!.. Kâinâtta "eşit" iki varlık mevcut değildir!.. Daha Dünya`ya gelişinde eşitlik, adalet diye bir olay yok ki!... Senin anladığın mânâda adalet olsun! Ama... Allah`ın "Adl" olması başka, senin anladığın adalet başka!... "ADL", hakkını vermektir!.. Kişi hangi programla hangi amaca yönelik yaratılmışsa, yapısının gereğini alır; ki bu da ona "âdil" davranılmasıdır!.. Allah adaleti budur!.. Yoksa herkese eşit dağıtılan bir şey, anlamında değil!..
  • 356.  
  • 357. Bu konuda Hz. Ömer`in olayı meşhurdur: Beytül maldan -hazineden- insanlara birşeyler dağıtılacak.. Sorar oradakilere Hz. Ömer: -Size Allah adaletiyle mi dağıtayım, yoksa Ömer adaletiyle mi? Hz. Ömer adaletiyle meşhur!.. Ama gene de Ömer adaleti Allah adaleti yanında ne ifade eder ki?... -Allah adaleti üzere dağıt bize ya Ömer!.. demişler.. Hazreti Ömer de başlamış kimine çok, kimine az olmak üzere eline geçtiği gibi dağıtmaya!... Hemen itiraz gelmiş hepsinden: -Ya Ömer bu ne biçim dağıtmaktır?... Kimimize az, kimimize çok!.. Biz eşitlikte hata olmasın diye "ALLAH ADALETİ" istedik... Sense hepten eşitliği kaldırdın ortadan..? Hz. Ömer gülmüş: -Eğer siz Ömer adaleti isteseydiniz, ben bunu hepinize eşit taksim edecektim... Çünkü ben içinizi bilemem; neyi ne kadar hakketmiş olduğunuzu bilemem!.. Ama siz "ALLAH ADALETİ" istediniz!..
  • 358.  
  • 359. Allah adaletinde, herkes payına ne düşerse ona razı olmak zorundadır!.. Allah, herkese, dilediği ve takdir ettiği kadarını verir; ki bu da onun "hakkettiğidir"!.. Allah herkese hakkettiği kadarını verir, ki Allah`ın "Adl sahibi" olmasının anlamı da budur!.." der..
  • 360.  
  • 361. Yarattığının derûnunda ve varlığında gizli olan. Lütfu çok olan!
  • 362.  
  • 363. Lûtuf sahibi,birimin özünde ve yapısında yer alır biçimde mevcût.
  • 364.  
  • 365. Evet, hüküm, takdir işte böylece, yıldızlar adı ardındaki, Mutlak iradeden her an evrene yayılmakta; ve bu arada bizlere de ulaşarak, hükmünü icra etmektedir!... Ve bu etkileme "hidâyet" kelimesinin ihtiva ettiği "lütfu letâfetle", yani biz hiç farkında olmadan, bünyemizde en gizli "Lâtif" bir biçimde cereyan etmektedir...
  • 366.  
  • 367. "Laaam", "Lâtif" ismi yönünden "Ulûhiyet"e…
  • 368.  
  • 369. Beş duyunun gözüyle değil, "Basîr" olarak; beş duyunun kulağıyla değil "Semî" olarak, "Lâtif, Habîr" olarak evrensel varlıkla iletişimde olabilsek!. Hiç olmazsa, yargılamadan, yorumlamadan, şartlanmasız yönelebilsek âlemlere!
  • 370.  
  • 371. Beyin, çeşitli radyasyonlar yayar. Beynin yaydığı radyasyonların birincisi “bir tür hologramik ışınsal beden” dediğimiz veya “lâtif beden” dediğimiz “kişinin ruhu”nu oluşturmasıdır.
  • 372.  
  • 373. Ama cennette lâtif bir yapı!. Lâtif bir yapı olması nedeniyle de her düşündüğün, tahayyül ettiğin şey anında gerçekleşiyor!.. Ve böylece, cennet hayatı onlar içinde ölümsüz olarak, ebedî olarak sonsuza dek devam eder!
  • 374.  
  • 375. Hiç bilmez mi onu yaratan?.. O lâtîf olarak haberdardır herşeyden.
  • 376.  
  • 377. Açığa çıkan Esmâ özelliğinin "var"lığını, "Esmâ"sıyla meydana getiren olarak, onun durumundan haberi olan. Birime, kendisinden açığa çıkanla, ne mertebede anlayışa sahip olduğunu fark ettiren!
  • 378.  
  • 380.  
  • 381. Hiç bilmez mi onu yaratan?.. O lâtîf olarak haberdardır herşeyden.
  • 382.  
  • 383. Açığa çıkan bir olaya ani ve fevrî tepki vermeyip, açığa çıkış amacı doğrultusunda değerlendirmeye alan.
  • 384.  
  • 386.  
  • 387. Sinirli kişiler, “Halîm” ismini tekrarlamaları sonucu, kısa zamanda hoşgörülü hale gelirler.
  • 388.  
  • 389. Hal“Halim” ismi... zâlime hilmle, yumuşaklıkla, hoşgörüyle sakin bir hâl ile cevap verme..Öye zaman olur ki, o anda biz, karşımızdaki çok büyük şiddet gösterdiği halde, gayet sâkin ve rahat bir şekilde kalır ona yumuşaklıkla cevap veririz.îm ve Kerîm olan Allâh vardır..
  • 390.  
  • 391. Açığa çıkmış Esmâ özelliği olan hiçbir birimin, azametini kavrayamayacağı muhteşem büyüklük.
  • 392.  
  • 394.  
  • 395. Allâh Rahmetinden asla ümit kesilmemesi gereken. Gerekli arınmayı yaptırtarak Rahîmiyetin nimetlerine erdiren. Rahîm ismini tetikleyen!
  • 396.  
  • 397. Suçluları bile küçük düşürmek istemeyen.Örtücü.
  • 398.  
  • 399. Esmâ kuvvesi olan ilmin benliği örtmesiyle oluşan bağışlanma .
  • 400.  
  • 401. Göklerin ve yerin varlığı Allâh’ındır. Dilediğini bağışlar ve dilediğine azab verir. Allâh, Gafûr’dur, Rahîm’dir.
  • 402.  
  • 403. Çünkü Cennet ehlinin her istediği şey, anında meydana gelir. Dolayısıyla "Sabır" ismine yer yoktur Cennet`de... Cennet yaşamını yaşayan varlıkta o isme yer kalmaz!... Bunun gibi, "Gafur", "Afuv" ismi, "Fettah" ismi ve bunun gibi bir çok isim, eğer Adem Cennet`de yaşamına devam etseydi, ortaya çıkmayacaktı...
  • 404.  
  • 405. Verdiği nimeti çoğaltmak için o nimeti değerlendirten. Birimde verilen nimeti hakkıyla değerlendirerek "daha" sına açılmayı oluşturan. "Kerîm" isminin özelliğini tetikler. Bu ismin özelliğinin kapalı kalması ise, birimi kendisine ulaşana karşı kapanmayı; o nimeti değerlendirmek yerine başka yönlere dönerek o nimetten perdelenmeyi yaşatır. Bu da " nankörlük " yani verileni değerlendirmemek olarak tanımlanır. Verilenin gerisinden mahrum kalma sonucunu doğurur. Nimetin ardı kesilir!
  • 406.  
  • 407. Değerini bilene fazlasıyla karşılık veren.
  • 408.  
  • 409. ŞÜKÜR; idrâk edilenin fiile dönüştürülmesidir! Bunun sonucu olarak da artış başlayacaktır!
  • 410.  
  • 411. Şükür, nimetin Hakka aidiyetinin dile getirilişidir.  
  • 412.  
  • 413. ŞÜKÜR, nimeti veren olarak görmektir! Verenin ardında bir veren düşünmek ise ŞİRK!
  • 414.  
  • 415. Bu ilmin gereğini uygulaman, ilmi değerlendirmen demektir ki, bu da hâl ile şükür demektir!. Aksi ise nankörlüktür!… Nankörlük, değerini bilmemek veya değerlendirmemektir!.
  • 416.  
  • 417. Yüce. Varlıkları Hakikat noktasından seyreden!
  • 418.  
  • 420.  
  • 421. Sınırsız yüce …
  • 422.  
  • 423. Esmâ'sıyla yarattığı âlemlerinin büyüklüğü kavranamaz olan.
  • 424.  
  • 425. Sonsuz mânâlara sahip olmasından ileri gelen üstünlük sahibi.
  • 426.  
  • 427. EKBER : Sonsuz mânâlara sahip olmasından ileri gelen üstünlüğüyle ancak kendi kendini değerlendirebilen yüce Zât.”ALLAHÛ EKBER” :Ancak Allah,kendi sonsuz yüce vasıflarını hakkıyla değerlendirebilir; anlamında anlaşılabilir.
  • 428.  
  • 429. Sonsuz - sınırsız olması sebebiyle, tüm varlıkta kendinden başka bir vücûd sahibi olması mümkün olmayan büyüklük!.. Evet, bir şeyden büyük değil, "büyüklük" sahibi!.
  • 430.  
  • 431. İşte "ALLAH" ismiyle, bu sonsuz noktaları kapsayan ve her bir "nokta"dan sonsuz âlemler yaratana işaret edilmektedir ki, bu özellik "EKBER" kelimesiyle anlatılmaya çalışılmıştır.
  • 432.  
  • 433. İşte "ALLAH" ismiyle, bu sonsuz noktaları kapsayan ve her bir "nokta"dan sonsuz âlemler yaratana işaret edilmektedir ki, bu özellik "EKBER" kelimesiyle anlatılmaya çalışılmıştır.
  • 434.  
  • 435. Ekber"iyet sırrının kişide açılımının sonucu, dâimi haşyettir.
  • 436.  
  • 437. "Huşû"nun nedeni, "rububiyet" gerçeği değil; "Ekber"iyet nurlarının kişiye açılmaya başlamasıdır.
  • 438.  
  • 439. Âlemler içindekilerin varlığının korunması için onların gerekenlerini oluşturan.
  • 440.  
  • 442.  
  • 443. Hafîz isminin özelliğinin oluşması için gerekli olan maddi veya manevî olarak nitelendirilen alt yapıyı oluşturup meydana getiren.
  • 444.  
  • 445. Varettiklerinin yapılarına göre gıdasını veren.
  • 446.  
  • 447. Birimselliğin devamı için yeterli olduğu gibi, birimden açığa çıkanların sonucunu yaşatan. Böylece sonsuza dek oluşumun akışını yaratmış olan!
  • 448.  
  • 449. İhtiyaçları karşılayan ; her an her varlığın yaptığının hesabını görerek hesabına göre bir sonraki aşamaya geçirten.
  • 450.  
  • 451. "Hasîb" ismi esmadan olarak Rububiyet mertebesinde varlığında yer almaktadır holografik gerçeklik doğrultusunda. Ötedeki tanrıya değildir hesap yani!. Hakikatindeki "ismi ALLAH olanın Melîkiyeti"ne hesap verirsin "yevmid DİN"–“DİN GÜNÜNDE”... İstersen çok asırlar sonrasına at bu “din günü”nü!.
  • 452.  
  • 453. “ Hasib” ismi, herşeye hesapta itina gösteren diyoruz...Her şeye hesaplı bir biçimde, yani detaylarına kadar değerlendirme yaparak o nesnelerin hakkını veren anlamına geliyor bu isim. Hayatımızda yaptığımız birçok işler vardır böylesine, onu detayları ile inceler ve sonra karar veririz. İşte bu detaylarına kadar inceleyip ondan sonra karar verme, değerlendirme işi bu “Hasib” isminin mânâsının bizdeki tecellisinden başka bir şey değildir.
  • 454.  
  • 455. Herkes, kendisinden çıkanların, düşüncesinden çıkanların sonuçlarını yaşayacak… Başına gelecekler hep kendisinden açığa çıkanların sonuçları olacak!. Bu yüzden de, “Hasîb”, yâni, yaptıklarının sonuçlarını görücü ve yaşayıcı olarak nefsin yeter, denmiştir.
  • 456.  
  • 457. “ Hasîb”lik, gelecekte bir günde değil; her dem, yaşanmaktadır; tıpkı tüm esmâ gibi!. Öyle ise, iyi düşünmeye çalışalım ki, iyiyle karşılaşıp, iyi yaşayalım!.
  • 458.  
  • 459. Esmâ terkibin olan Rabbin, “Hasîb” olarak her dem yaptıklarının hesabını görüyorsa ruhun bile duymadan; yarın kimden nereye sığınacaksın?
  • 460.  
  • 461. İşte size bir örnek: "Esmâ-ül Hüsnâ" dan "el HASÎB" ismini hatırlayın… İşte "Esmâ mertebesi" nde var olan bu ismin işaret ettiği özellik , tüm "çok boyutlu tek kare" lerin, birbirinin sonucu olarak oluşmasını ve dolayısıyla birbirini izleyen bir seyir takip etmesini sağlayan, yani "sebep-sonuç" dediğimiz ilişkiyi doğuran temel özelliktir. Mikrodan makroya her birim ve yapı bir sonraki anda, bir önceki anda kendisinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşar!.. Bugünün dünün sonucudur! İster beğen, ister beğenme, istersen de pişman ol!
  • 462.  
  • 463. HASÎB " isminin işaret ettiği anlam, sünnetullah`da " olabilirlik-ihtimal "in asla söz konusu olmadığı gerçeğidir!
  • 464.  
  • 465. Muhteşem kapsam ve mükemmeliyetiyle Efâl âleminde sultan!
  • 466.  
  • 467. Zâtıyla tüm kemâl sıfatlarına sahip : hükümran olan.
  • 468.  
  • 469. Hazreti Ebu Bekr es Sıddık, tam manasıyla işini sağlama bağlamış insanların gönül rahatlığı içinde cevap verdi,ibnüddağine`ye: -Ya İbnüd dağine!. Ben, artık, bana vermiş olduğun himayeni sana iade edip; Aziz ve Celil olan Allah`ın himayesine iltıca ediyorum... O`na sığınıyorum...
  • 470.  
  • 471. Öylesine cömert ki, kendisini inkâr ile açığa çıkanlara dahi sayısız nimetlerini bağışlamakta. "OKU" mak yani "İKRA" ancak O'nun keremiyle bir birimde açığa çıkabilir. Her birimin hakikatinde yer almakta.
  • 472.  
  • 474.  
  • 475. İzâ Vâkıa 77. Kesinlikle Kur’ân-ı Kerîm’dir O…
  • 476.  
  • 477. Her birimi Esmâ'sıyla yarattığı için her an onunla olarak kontrol altında tutan.
  • 478.  
  • 479. Yaratılmışların tümünü her an kontrolünde tutan.
  • 480.  
  • 481. Ve en güzel rakîbdir insan; yani yol arkadaşı, refakat eden anlamında. Yani buradaki anlam, insanın tüm yaşam boyunca arkadaşına uyum sağlaması, ona karşı çıkmaması, isteklerini zevkle yerine getirmesi hâliyle, Rabbine itaat etmesidir. İşte bu sebepledir ki insan, varolduğu sürece, Rabbinin tüm dilek ve arzularını yerine getirecek özelliklerle bezenmiş bir arkadaş hükmünde kulluğunu yerine getirmektedir. Bu onun ne güzel rakîb diye anılmasına vesîle olmaktadır. Ve ne güzel merkûbdur mükevvinat. İnsanın özelliklerinin âşikâr olup seyredildiği kâinat ve içindekiler ne güzel, ne mükemmeldir... Elbette burada anılan insan, birimsel anlamda insan değil, İNSAN-I KÂMİL`dir. Bir bilinç olan İNSAN-I KÂMİL`in tüm özelliklerinin ortaya çıktığı beden veya mahaldir evren ve tüm ihtiva ettikleri şeyler.
  • 482.  
  • 483. Rakib: Esmâ'sıyla sizi her an kontrolünde tutandır .
  • 484.  
  • 485. Kendisine olan yönelişlere mutlaka icabet ederek gereğini oluşturan!
  • 486.  
  • 488.  
  • 489. Esmâ özellikleriyle tüm âlemleri kapsamış olan.
  • 490.  
  • 491. Sonsuz genişlik ve tahammül sahibi; nimeti bol olan.
  • 492.  
  • 493. “ ULUHİYET”iyle “İLMİ”ndeki “DATA”ları kapsayan; “el VASİ”den hareketle düşünebildiğimiz; Allah tüm varlığı kapsar.
  • 494.  
  • 495. İlminin kudretiyle açığa çıkmasını sebepler zincirine bağlayarak, nedenselliği oluşturan ve böylece kesret algılamasını oluşturan.
  • 496.  
  • 497. Her fiilinde bir hikmet ,bir sebep,bir gerekçe yatan.
  • 498.  
  • 499. Hakîm olan olan Allah, her olayı bir hikmetle ve yerli yerinde olarak oluşturmaktadır; biz onu yersiz veya yanlış olarak nitelendirsek dahi!.
  • 500.  
  • 501. "HAKÎM" ismini zikretmeniz, sizin bir süre sonra, her şeyin hikmetini, sebebini, neyin niçin olduğunu anlamanıza yol açar. Eskiden bağlantısız sandığınız, gereksiz olduğunu düşündüğünüz pek çok şeyin aslında bir sistem içinde birbiriyle bağlantılı olarak yer aldığını idrâk edersiniz.
  • 502.  
  • 503. "HAKÎM" ismine gelince. İnkârın daima kökeninde, idrâk edememe vardır!.. Sebebi hikmetini bilemediğin, anlıyamadığın şeyi inkâr edersin. Oysa, bilsen o şeyin neden öyle olduğunu, neyin neyi nasıl meydana getirdiğini, ne yapılırsa, nasıl neyi meydana getireceğini, bütün değerlendirmen bir anda değişiverir!..
  • 504.  
  • 505. İşte bu isim, kişide oluşların hikmetine erme kapasitesini genişleten, her şeyin ne sebeble oluştuğunu, neye yönelik olarak konduğunu farkettiren isimdir.
  • 506.  
  • 507. Hu, Azîz’dir Hakîm’dir (hüviyet sahibi olan Zât, her ŞEYİ, bir hikmete dayalı olarak, bir sistem ve düzen içinde, oluşmasına karşı koyulmaz biçimde meydana getirendir)!. Bizim bâzı müşahedelerimize göre...
  • 508.  
  • 509. Mutlak Hâkim, mutlaka bir amacına dönük olarak oluşturmaktadır her şeyi; ki bu da, o şeyin varoluş hikmetidir!… İyi veya kötü, bize göre! Kim, ne derse desin!
  • 510.  
  • 511. Cazibeyi, çekim gücünü yaratan. Salt karşılıksız, çıkar beklenmeyen sevgiyi var eden. Her sevenin, sevdiğinde sevdiği gerçekliktir!
  • 512.  
  • 513. Aşk kaynağı; sevilen gerçek ve tek varlık.
  • 514.  
  • 515. "VEDÛD" ismi kişide muhabbet duygusunu geliştirir. Tüm varlığa karşı sevgiyle yaklaşır. Her yerde ve şeyde Allah`ı hissedip sevmeye başlar. Dünyası sevgi olur.
  • 516.  
  • 517. “ AŞK benim” sevilecek, öylesine sevilecek ki, uğruna herşeyden vaz geçilecek; öylesine ki, benliğinden bile vazgeçilmek sûretiyle O’nda yok olunacak varlıktır “AŞK” !. Aşk, O olduğu gibi; âşık da O’dur. Çünkü O’nun dışında vücûdu olan bir varlık yoktur!.Ve dahi mâşuk , yine kendisidir!. Sevgi, sevdiğin, seven hep O’dur!. Kim, ne zaman, nerede, neyi severse sevsin; sevdiğinin ismi ne olursa olsun, gerçekte sevilen hep O’dur!. “ Bildik ki âlemde her ne var, hep AŞK imiş”
  • 518.  
  • 519. Açığa çıkardığı muhteşem yaratış dolayısıyla şanının yüceliğini ortaya koyan!
  • 520.  
  • 522.  
  • 523. Mecd sahibi, mecd, geniş lütuf ile ilgili büyük şeref ve şandır. Şu halde "Kur`an-ı mecid"; şerefi, kitapların hepsinden büyük olan, yahut mânâsını bilip kendisiyle amel edeni şereflendiren şanlı Kur`ân demek olur. " Her gün namazlarımızın son oturuşunda Efendimize salatü selam getirirken sonunu “İnneke Hamid-ün-Mecid”.
  • 524.  
  • 525. Sürekli yeni yaşam boyutlarına dönüştüren! "Her an yeni bir şe'nde" oluşun mekanizması olarak sürekli yeni bir hâl yaşatan. Bu özelliğin insanda açığa çıkışı itibarıyla... "AMENTU"da da yerini alan "Ba'sü ba'delMevt = ölüm akabindeki diriliş" anlamındadır... "Mutlaka siz, boyutlar değiştirerek o boyutların uygun bedenlerine dönüşeceksiniz!" ( İnşikak : 19 ) âyetindeki işlev de bunu anlatır... Bedenden ve/veya bilinçten ölmek ve bunun devamı yeni bir yaşam hâline başlamak. Şu dünya (beden) yaşamımızda iken de bu bâ'slar mümkündür... Velâyet - Nübüvvet - Risâlet bâ'sları gibi! Ki, bunlarda dahi yeni bir yaşam mertebesi söz konusudur! Tohumun kabuğunu çatlatıp mahsulünü açığa çıkarması gibi, ölü ( bilkuvve - işlevsiz - nesnel ) olanı bâ's edip dirilten, demektir. Açığa çıkana, yeni yaşam ortam veya boyutuna kavuşana göre, bir önceki ortama uygun yaşam bedeni "kabir" hükmündedir... "O Saat (vefat) muhakkak gelecektir, onda hiç şüphe yoktur. Kesinlikle Allâh, kabirlerde (bedenleri içinde) olan nefsleri (bilinçleri) bâ's edecektir (varlıklarındaki Esmâ özelliğiyle yeni bir beden oluşturarak yaşamlarına devam ettirecektir)!" ( Hac: 7 )
  • 526.  
  • 527. Bir yaşam bitiminin hemen akabinde yeni bir yaşamı başlatan.
  • 528.  
  • 529. İmâm-ı Gazâli, Esma-ül Hüsna şerhinde “El Bâis “ isminin mânâsını açıklarken, ``defalarca beden değiştirmek``ten bahseder.
  • 530.  
  • 531. Yani, biyolojik beden gidecek, ruhâni beden gelecek. Ruhâni beden gidecek, nurâni beden gelecek. Veya, onun dışında başka tür bir beden gelecek. BÂİS" ismi dar manâda yeni bir bedenle varoluş gibi anlaşılır. Ve işin gerçeğini bilmeyenler tarafından da zannedilir ki, -şimdi ölücez yok olucaz; sonra kıyâmette mahşerde Allâh bizi -BÂ`S- edecek yeniden yaratılacağız! Bütüniyle İslâm öğretisi dışındaki yanlış bâtıl ilkel bir bilgidir!.
  • 532.  
  • 533. "BÂİS" ismi her an geçerlidir ve eseri her an görülen bir isimdir. Bâ`s olayı da her an cereyan etmektedir. Ölüm meydana geldiği anda, kişi fizik bedenden kopar, biolojik bedenle bağlantısı kesilir ve hemen o anda mikrodalga bedenle "Bâ`s" olarak yaşamına kesintisiz bir şekilde devam eder. Bu hususu isteyenler, İmam-ı Gazalî`nin Esmâ-ül Hüsnâ ismiyle dilimize tercüme edilen kitabında -BÂİS- ismi açıklamasında veya -Hazreti MUHAMMED`İN ALLAH`I- isimli kitabımızın -ÖLÜMÜN İÇYÜZÜ- bahsinde tetkik edebilirler.İşte bu -Bâis- ismi zikri hem olayın kavranılmasını kolaylaştırır hem de, her anki bâ`s oluşumuzda, yâni her an yeni bir bedenle varoluşumuzda bize çok daha gelişmiş özellikler getirir.
  • 534.  
  • 535. Varlığıyla varlığının şahidi olan. Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerinden varlığını seyredip açığa çıkanlara şehâdet eden! Şehâdet edilenin kendisinden gayrı olmadığını yaşatan.
  • 536.  
  • 537. Her şeyin,her olayın gerçeğini gören.
  • 538.  
  • 539. "Kendinden gayrı olmadığına şehadet eden `Kendisi`dir"; lâkin gafletle zâhir kıldığında, sanır ki o, kendisi şehadet etmektedir! Oysa şehadet edebilende bunu açığa çıkartan "EŞ ŞEHÎD"dir!
  • 540.  
  • 541. “ Şehid“, Allah inancı dolayısıyla dünya yaşamına değer vermeyip ölümü Allah için göze almış ve bedeninden geçmiş kişinin içinde bulunduğu duygusal ve düşünsel hâli ifade bâbında kullanılan bir kelimedir. Bu anlamın dışında kullanılan her yer saptırmadır.
  • 542.  
  • 543. Kur’ân , “Şehid“lik şartı olarak “fiysebilillâh “ açıklamasını getirir!..
  • 544.  
  • 545. Bedensel şehidlik. “ Bedensel şehitlik”, kişinin, “Allah” için bedeninden vazgeçerek, bir şekilde öldürülmek suretiyle, bedensiz kalarak ruh boyutunda yaşamaya başlamasıdır. Bunlar, aramızdan kaybolmaları ve bedenlerinin kullanılmaz hâle gelmesi itibariyle “ölü” hükmünü alırsa da bizler tarafından; gerçekte onlar “ölü” değil, ruh bedenle serbest bir şekilde o boyutta yaşamaktadırlar. Kabir âleminde değil, “berzah” yâni geçiş boyutundadırlar. Dünyada olup bitenlere de vâkıf oldukları söylenmektedir. Bunların öldüklerini bile başlangıçta fark etmedikleri anlatılmaktadır. Bu yüksek bir mertebe olmasına rağmen “velâyet” mertebesinin altındadır; çünkü bu kişide “şuursal şehidlik” oluşmamıştır; yâni, “ene” ortadan kalkmamıştır!. Oysa esas hedef hayatta, dünyada iken “ene”yi terktir! Ki, gerçek “BEN” diyen açığa çıksın… “OL” dediğinde “olsun”!.
  • 546.  
  • 547. Şuursal şehidlik. “ Şuursal şehitlik” ise, “Zen”de, “ölürsen ölmeden, ölünce ölmezsin” cümlesiyle ifade edilen; bizim kaynağımızda “ölmeden önce öl” şeklinde ifadesini bulan; “kendini şuur boyutunda tanımak ve gereğini yaşamak” diye açıklık getirebileceğimiz olaydır. Buna “velâyet” mertebesi; yani, “Veli”si “Allah” olan; yâni, hakikatinin gerektirdiği şekilde yaşayan da denir.
  • 548.  
  • 549. “ Kendinden gayrı olmadığına şehadet eden ‘Kendisi’dir”; lâkin gafletle zâhir kıldığında, sanır ki o, kendisi şehadet etmektedir! Oysa şehadet edebilende bunu açığa çıkartan “EŞ ŞEHÎD”dir!
  • 550.  
  • 551. “ Yıllardır ben Hakk’ı zikrettiğimi sandım, oysa gördüm ki zikreden kendisiymiş kendini!” diyeni hatırlayalım.
  • 552.  
  • 553. Apaçık ortada olan Mutlak Hakikat! Açığa çıkan tüm işlevlerin hakikati ve kaynağı!
  • 554.  
  • 556.  
  • 557. "Hakk" isminin işâret ettiği manâlardan biri de, müşahedemize göre, "esmâül hüsna"daki tüm anlamların sahibi" anlamınadır.
  • 558.  
  • 559. Âyetlerde geçen "B-il HAK=varlıkları Hak ile kâim" ifadesi ise, bahis konusu edilen yapıların "Allah isimlerinin işâret ettiği anlamlar ile meydana geldiğini, varlıklarını Rububiyet mertebesinden aldıklarını" anlatır!.
  • 560.  
  • 561. Önemli olan; seni seveni-sana söveni görebilmek!  Musa`da olduğu gibi, Firavun`da da Hakk`kı görebilmek!
  • 562.  
  • 563. El Esmâ'sı özellikleriyle, Esmâ bileşimleri hâlinde .
  • 564.  
  • 565. Açığa çıkan her birimin işlevinin gereğini yerine getirmek için gerekeni yapan. Bunun idrakıyla kendisine tevekkül edene sahip çıkarak, onun için en hayırlı sonucu oluşturan. Hakikatindeki el Vekiyl isminin özelliğine iman eden Allâh 'ın tüm isimlerine (tüm kuvvelerine) de iman etmiş olur! Halifelik sırrının kaynağı bir isimdir!
  • 566.  
  • 567. Vekil tutanların işini en mükemmel biçimde sonuçlandıran.
  • 568.  
  • 569. “ Allah’ı -özünde- vekil tutmak”, bâtınen tedbir alma kuvvesini devreye sokmaktır; işi başkasına veya dışındaki tanrıya havale etmek değil!…
  • 570.  
  • 571. İman edenler Allah'a tevekkül etsinler (hakikatlerindeki El-Vekîl isminin gereğini yerine getireceğine iman etsinler).
  • 572.  
  • 573. Allah kendisine tevekkül edenleri (hakikatlerindeki El-Vekîl isminin gereğini yerine getireceğine iman edenleri) sever.
  • 574.  
  • 575. Vekîl olarak, Allah Esmâ'sının, hakikatinde de olan "Vekîl" ismi özelliği yeter!
  • 576.  
  • 577. Vekîl olarak, El Esmâ'sıyla seni yaratan Allah yeterlidir.
  • 578.  
  • 579. Vekîl olarak Esmâ'sıyla hakikatiniz olan Allah yeterlidir.
  • 580.  
  • 581. Onlar Rablerine tevekkül ederler (hakikatlerindeki El-Vekîl isminin gereğini yerine getireceğine iman ederler)
  • 582.  
  • 583. Allah'a tevekkül et (Allah'ı vekîl tut=El Vekîl isminin kuvvesine yönel)
  • 584.  
  • 585. Kavîy’dir, Azîz’dir (güçlü ve gücünü karşı konulmaz şekilde kullanandır).
  • 586.  
  • 587. Kudreti kuvveye dönüştürerek varlığın oluşmasını sağlayan ve onlardaki kuvveleri oluşturan. Melekî boyutu meydana getiren.
  • 588.  
  • 589. “ Ey iman edenler! Nefslerinizi/kendinizi ve ehlinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan Nar’dan koruyun. Onun (o nar’ın) üzerinde çok katı–kavi, çok şiddetli–sert–acımasız, kendilerine emretiği konuda ALLAH’a asi olmayan ve emredildiklerini (mutlaka) yapan melekler (kuvveler) vardır.” (Tahrim:6)
  • 590.  
  • 591. (Ebu Bekr`den sonra), Ömer`in gördüğü işi işleyebilecek kuvvette, kavi ve kamil bir insan görmedim...” Hz. Muhammed
  • 592.  
  • 593. Evrendeki fizik kurallarının Büyük Patlama'nın ardından ortaya çıktığından bahsetmiştik. Bu kurallar bugün modern fiziğin kabul ettiği "dört temel kuvvet" çevresinde toplanır. Bu kuvvetler evrendeki bütün düzeni ve sistemi oluşturmak için Büyük Patlama'dan hemen sonra, ilk atom altı parçacıkların oluşumuyla birlikte ve özel olarak belirlenmiş zamanlarda ortaya çıkmışlardır. Atomlar, yani madde evreni, ancak bu kuvvetlerin etkisiyle var olabilmiş ve evrene çok düzenli bir tasarımla dağılmışlardır. Bu kuvvetler yerçekimi kuvveti olarak bildiğimiz kütle çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvettir. Bunların hepsi birbirinden farklı şiddete ve etki alanına sahiptir. Güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler sadece atomun yapısını belirlerler. Diğer iki kuvvet, yani yerçekimi ve elektromanyetizma ise, atomların arasındaki ilişkiyi ve dolayısıyla tüm maddesel objeler arasındaki dengeyi belirlerler. Güçlü nükleer kuvvet 15 Zayıf nükleer kuvvet 7,03X10-3 Yer çekimi kuvveti 5,90X10-39 Elektromanyetik kuvvet 3,05X10-12
  • 594.  
  • 595. Tüm Efâl âlemini ayakta tutan. Metîn... Sağlamlığı oluşturan. Metanet, direnç veren!
  • 596.  
  • 597. Kendisine herhangi bir zaaf gelmeksizin sapasağlam kalan.
  • 598.  
  • 599. 183-) Ve umliy lehüm* inne keydiy metiyn; A’RAF SÛRESİ 7-183-) İstediklerini yapmaları için süre de tanırım onlara... Muhakkak ki benim ince düzenim metîndir (pek sağlamdır).
  • 600.  
  • 601. Zârîyat-58-) İnnAllahe HUverRezzaku ZulKuvvetil Metiyn; Muhakkak ki Allah, Rezzak’tır (rızıklandıranın ta kendisidir), Zül Kuvvet’il Metiyn’dir (Metiyn kuvvet sahibidir).
  • 602.  
  • 603. Birimde kendi hakikatini tanıma ve gereğini yaşama özelliğini açığa çıkaran. Velâyetin ve onun kapsamındaki üst düzey yaşam özellikleri olan Risâlet ve Nübüvvetin kaynağı. Velâyetin en üst mertebesi olan Risâlet ve bir altı olan Nübüvvet kemâlâtını irsâl eden. Risâlet kemâlâtının zuhuru sonsuza dek geçerli ve işlevli iken, Nübüvet kemâlâtının işlevi yalnızca dünya yaşamında geçerlidir. Nebi, âhiret yaşamında da o kemâlâtla yaşar, ancak işlevi bitmiştir dışa dönük olarak! Risâlet işlevi ise velâyet getirisi üzere devam eder sonsuza dek, velîlerdeki gibi.
  • 604.  
  • 605. Yardımcı,hâmi,dost ;dilediğine arka çıkıp onları kemâle ulaştıran.
  • 606.  
  • 607. Nefs"in bilinç yollu hakikatını kavradıktan sonra, takdir edilen ölçüde ve dilenilen şekilde gereğini yaşama hâlidir!.. Allah isimleri arasında "VELÎ" isminin anlamının kişinin esmâ formülünde ağırlık kazanmasının sonucudur.
  • 608.  
  • 609. Mutmainne düzeyine geldikten sonra Nefs, "Velî" adını alır... Mutmainne düzeyindeki kişi, "ilmel yakîn" düzeyindedir. Mutmainne, Fenâfillah`ın başlangıcıdır. Bireyin yaşamıyla ilgili olarak hangi kemalâtın yaşanmasına dikkat çekilmek istenmişse, orada da “veli” kelimesi kullanılmıştır.
  • 610.  
  • 611. Velî'm (her anımda hakikatimi oluşturan isimlerinden Velî isminin anlamının açığa çıkışının farkındalığını yaşamaktayım)...
  • 612.  
  • 613. Açığa çıkardığı evrensel kemâlâtı "Velî" ismi kapsamında açığa çıkardığı âlem sûretlerince seyredip değerlendirendir! Hamd yalnızca kendisine aittir!
  • 614.  
  • 615. Hamd kendisine ait olan. Senâ,övgü Allah’a aittir!..
  • 616.  
  • 618.  
  • 619. Hamd`ın nihâyeti odur ki, kul, kendi mazharında hamd edenin Hak Teâlâ olduğunu bile; kendisinin "yok" olduğunu bile; zât, sıfat, ef`âlde kendinin bir şeyi olmadığını göre.
  • 620.  
  • 621. Herhangi bir yaratılmışın "ALLAH"ı övebilmesi ve O`na hamd etmesi mümkün değildir. gerçekçi olup; "HAMD ALLAH`a mahsustur; biz bu konuda âciziz!" deyip, "yok"luğumuzu, "hiç"liğimizi farkedip haddimizi aşmayacağız!... Zira Allah, bilgiçlik taslayıp haddini aşanları sevmez!...
  • 622.  
  • 623. "El Hamîd" ismi işareti olan "Hamd"; "es Semî" ve "el Basîr"in özelliklerinin sonucu oluşandır.
  • 624.  
  • 625. ALLAH`ı ancak ALLAH değerlendirip, ALLAH`a ancak ALLAH HAMD eder!..... Size de yakışan, HAMD`ı ancak Allah`ın yapabileceğini idrak ederek, bu konuda yetersizliğinizi farketmiş bir halde haddinizi bilmektir!...
  • 626.  
  • 627. "Lekel hamd!... Kemâ yenbağıy licelâli vechike ve liazîmi sultanik!.."  “ Hamd sana aittir!... Vechinin celâlini ve saltanatının azâmetini hakkıyla değerlendirmekten âcizim!..." denir..
  • 628.  
  • 629. Allah her şeyden zengin ve sizin ibadetinize muhtaç değildir, o kendi zatında hamîd (övgüye layık)dir. Siz gerek hamdediniz, gerek etmeyiniz, o hadd-i zatında mahmud (hamdedilen) ve hamde layık olandır. Ne yaratılmışların küfür ve günahlarıyla zarar eden, ne de şükür ve itaatleriyle menfaat görendir. Ve hamîd (övgüye layık) olduğundan dolayı sırf rahmetiyle menfaatlerinizi temin ve sizi zarardan korumak için Allah`tan gereğince korkmayı ve inkâr ve küfürden sakınmayı emreder
  • 630.  
  • 631. Hâmid ve Mahmud, Ahmed ve Muhammed gibi yüce Peygamberimiz`in mübarek isimlerindendir. Gerçekten Makam-ı Mahmud (en yüksek şefaat makamı) bilhassa peygamberlerin sonuncusu olan Efendimiz`e va`d olunan ve onu hamd etme makamından hamd edilen (övülen) makamına yücelten yüksek bir makamdır ki, büyük şefaat makamıdır. Bu makamda "livâü`l-hamd" (sancağı) onun sağ eline teslim olunmuştur. Ahirette Makam-ı Mahmud`un bol şefaati iledir ki, Livâü`l-hamd altında toplanacak olan ümmet, Allah`a hamd etmelerinden paylarını alacak ve cennet ehlinin dualarının sonu da " Alemlerin Rabbi Allah`a hamd olsun." olacaktır. "Dualarının sonuncusu da alemlerin Rabbi Allah`a hamd olsun." sözüdür. (Yûnus, 10/10).
  • 632.  
  • 633. Sadece kendi kendini değerlendiren …
  • 634.  
  • 635. TEK'likteki çokluk sûretlerini makrodan mikroya tek tek tüm özellikleriyle yaratan.
  • 636.  
  • 637. Sonsuz varlıkları her zerrelerine kadar özellikleriyle yaşayan.
  • 638.  
  • 639. İhsa ettik (tüm özellikleriyle kaydettik) !
  • 640.  
  • 641. Yaratılmışları eşi benzeri olmayan kendine özgü özellikler bütünü olarak âlemlerde açığa çıkaran.
  • 642.  
  • 643. Tüm varlıkları benzerleri mevcût olmadığı halde yoktan vareden.
  • 644.  
  • 645. “ Mubdî mârifet” olarak anlatılmıştır.Yani isimlerin oluşturmasıyla var olan terkibsel mânâlar ve bu mânâların oluşumu; bunu bilmek ibdâ yoluyla, mânâsıyla anlatılır...
  • 646.  
  • 647. İbda kelimesi Kuran’daki “Bedi” kelimesinden türetilmiştir. İbda’ kelimesi olmayan bir şeyi, olmayandan, imkandan yaratmaktır. Bu ibda’ aleminde yaratma, ani olur ve onda evrim, değişme yoktur.
  • 648.  
  • 649. Aslına rücu edenleri yeni bir yaşam boyutunda hayata döndüren.
  • 650.  
  • 651. Yaratılmışları yok ettikten sonra yeni bir biçimde yeniden vareden.
  • 652.  
  • 653. İHYA eden. Hayata kavuşturan. İlim yaşantısıyla hakikati müşahede ederek yaşamını sürdürmeyi oluşturan.
  • 654.  
  • 656.  
  • 657. "İçselliğe dönüklüğü yaşamakta olup, bunun başkalarınca da yaşanması için hakikati seslendirendir.
  • 658.  
  • 659. “ Hiçbir şey hariç olmamak üzere her şey O’nu anar, ama siz bunu kavrayamazsınız!” hükmü apaçık dalga-bilgi bütünlüğünün uyarısıdır!. Çünkü, her şey “can”lıdır “ölü” yoktur. “Ölü” tanımının anlamı “canlı”lığını yaşamayan demektir. “Can”, “bilgi”dir! “Can” mutlaktır; “ölü” ise  göresel (muzaf)!.
  • 660.  
  • 661. Enzimlerin dahi  “ can ”lı ve “ bilgi ” li olduğunu hayretle fark ettik!... Her hücredeki binlerce enzimin her birinin özel görevi olduğunu şaşkınlıkla izlemeye başladık… Örneğin, DNA’yı kesen enzimler var. Bunlar DNA’daki belli dizilimleri tanıyor, oraya bağlanıyor ve bir makas gibi DNA sarmalını o noktadan ikiye ayırıyorlar… DNA’daki “ bilgi ”, proteinde bir “ action ”a dönüşmüş oluyor… İşte böylece, DNA’daki “ bilgi ” enzimde " can " olarak ortaya nasıl çıkıyorsa; enzimlerden oluşan vücutta da, daha farklı bir düzeyde “ Can " ortaya çıkıyor!... “ Bilgi-can ”ı izliyoruz derin düşüncelere dalarak!.
  • 662.  
  • 663. Ölümü tattıran... Bir yaşam boyutundan diğer yaşam boyutuna geçirten!
  • 664.  
  • 666.  
  • 667. "Mumit" isminin açığa çıkışı... "Öldürür, yani bir halden başka bir hâle dönüştürür"!... "Mumit" isminin manasının ağırlıklı olarak sûretine bürünmüş "melek" Azrail ismi ile tanınmıştır.
  • 668.  
  • 669. "Mumit" isminin mânâsı ağırlıklı olarak mevcut olan bir bileşim kuvveden fiile çıktığı zaman, "nur" diye bahsedilen enerji boyutunda bir varlık, bir birim oluşturulmuş ve buna da "Azrail" denmiştir... ki görevi "ölüm" denen "dönüştürme" olayını oluşturmaktır...
  • 670.  
  • 671. Esmâ âleminin kaynağı! Tüm isim özelliklerinin hayatını veren, varlığını oluşturan. Evrensel enerjinin kaynağı; enerjinin hakikati!
  • 672.  
  • 673. Sonsuz dirilik ,canıllık sahibi. -“Efendim, biz suyun kenarında otururken, suyun “Hay Hay” ismiyle zikrettiğini duyduk
  • 674.  
  • 675. Evren “Hay”dır (diridir–canlıdır); çünkü ALLAH “HAYY”dır! İnsan “Hay”dır (diridir–canlıdır); çünkü ALLAH “HAYY”dır!
  • 676.  
  • 677. “ Besmele"yi, "oku"yarak; yani; -Ben bir “hiç”im; Allah`ın Hay isminin mazharı olarak hayatım O`na aittir;
  • 678.  
  • 679. İnsan, gerçeği itibariyle, Allâh adıyla işaret edilenin zâtî sıfatlarıyla yaratılmış, O`nun varlığı ile kâim ve dâîm varlıktır. Allâh`ın "HAY" ismiyle işaret edilen şekilde HAYAT sıfatıyla vardır; yaşar.
  • 680.  
  • 681. "Hay"dan gelen "HÛ"ya gider!.. Yani, "Hay" ismiyle bildiğimiz Allah`tan gelen, gene "HÛ"ya, yani O"na gider!.. Demek isterler ki, "her şey O`ndan gelir ve gene O`na döner"!.
  • 682.  
  • 683. Hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın kendi vasıflarıyla varlığını kaîm kılan. Var olan her şey kendisiyle kaîm olan.
  • 684.  
  • 685. Kendi varlığı ile kâim olup,mevcûdâtı varlığıyla var kılan.
  • 686.  
  • 687. Varlıkta hükmünü icra eden "HAYY" ve "KAYYUM" Hak`kın kelâmı senden "kıyam"da açığa çıkıyordu!... Varlıkta dimdik duran, her an geçerli sistem ve düzen olan "ALLAH" hükmü senden açığa çıkıyordu..
  • 688.  
  • 689. Varlığında “kaim” olan “Kayyum”u müşahede eder... “Kıraat” kelâmın sahibinden gelir!..
  • 690.  
  • 691. Evrenin zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!. Ama evren, tanrı değildir!
  • 692.  
  • 693. Her birim, yalnızca O’nunla Hay (diri) ve Kayyum’dur (hayatı kâim)!
  • 694.  
  • 695. Hakk’ın varlığı ile kâim olmaları, kendilerinde “Kayyum” isminin mânâsının mevcut olmasındandır!..
  • 696.  
  • 697. Özellikleri âdeta taşan... Her dilediğini var eden. Tüm yaratışına rağmen hiçbir şeyi eksilmeyen!
  • 698.  
  • 699. Ne bağışlarsa bağışlasın varlığından hiç bir şeyi eksiltmeyen.
  • 700.  
  • 701. Kerem ve ihsanının sınırsızlığının getirdiği şan ve yücelik sahibi!
  • 702.  
  • 704.  
  • 705. Vâhid ül AHAD ... Sayısal çokluk kabul etmez TEK ! Cüzlere bölünmemiş ve cüzlerden oluşmamış; panteizm anlamına gelmeyen Bir! Çokluk kavramının düştüğü, "yok" luğa kavuştuğu, hiçbir fikir ve düşüncenin ayak basamadığı TEK!
  • 706.  
  • 707. Vâhid-ül AHAD-üs Sameddir... Kendisinin gayrı olarak, kendisini anlayacak, idrâk edecek, değerlendirecek ve de övebilecek varlık, vücud ve özellikler sahibi ikinci bir bilinç mevcut değildir!.. ALLAH’ı ancak, ALLAH bilir... ALLAH’ı ancak ALLAH değerlendirir.... ALLAH’ı ancak ALLAH över yani metheder!.. ALLAH’a ancak ve sadece ALLAH SENÂ eder! ALLAH’a ancak ALLAH HAMD eder!
  • 708.  
  • 709. Vâhid, Ahad, Samed isimlerinin işaret ettiği mânâları aslında TEK bir yapının özelliği olarak düşünmek gerekir. Allahapos;ın iç, dış ve gayrılık kavramlarından berî olduğunu anlatmaktadır. Bunun anlamı olarak; el-Esmâ mertebesinden meydana gelmiş her şey İlmiyle ilmini seyirden ibarettir, diye anlaşılmalıdır.
  • 710.  
  • 711. “ Var olan yegâne varlık Vahidül Ahad olan Allah", demektir, "secde"nin manâsı...
  • 712.  
  • 713. "Sadece bedenimle değil, şuurum, ruhum ve varlığımla sana secde ediyorum" demek için secdeye erdiğin anda, secde hâlindeyken, "var olan yegâne varlık, Vâhidül Ahad olan Allah"tır!. "O"nun dışında "biz" yokuz... diye düşünebilmek lazım.
  • 714.  
  • 715. “ RAHMAN”dır “DATA”; esmâyı (isimlerin işaret ettiği tüm özellikleri) cem etmiştir kendisinde… “El VAHİD” isimlerin işaret ettiği özelliklerin TEK’teki varlığına işaret ederken; “Er RAHMAN”, TEK’teki sayısız özellikler mevcudiyetine işaret eder.
  • 716.  
  • 717. Som, salt TEK! Çokluk kavramından münezzeh! Çok özelliğin birleşmesinden oluşmamış! Ve dahi sınır kavramından berî olan TEK'lik sahibi. Hiçbir şeye muhtaciyeti söz konusu olmayan TEK'illik. Hadîs-î şerîf 'te şöyle tanımlanmıştır: "Es Samedülleziy la cevfe fiyhi = Samed odur ki, onda boşluk yoktur (SOM, SALT)!"
  • 718.  
  • 719. Varlığına bir şeyin girmesi,çıkması olanaksız ,ihtiyaçtan beri.
  • 720.  
  • 721. "Samed" olarak, ona herhangi bir şeyin girmesinin, ya da ondan her hangi birşeyin çıkmasının mümkün olmadığı, anlaşılabildiği zaman...
  • 722.  
  • 723. "Hiç boşluğu olmayan, eksiksiz, gediksiz, deliksiz, nüfuz edilemiyen… Bir şey girmez, bir şey çıkmaz!.. Som…" Hani som altın deriz ya; işte öyle… Yani bir diğer ifade ile "sırf"!..
  • 724.  
  • 725. "SAMED", ayrıca, ihtiyaç mefhumundan beridir, anlamına dahi gelir...
  • 726.  
  • 727. İlmindekileri kudretiyle bir nedenselliğe dayanmaksızın yaratıp seyreden! Bu hususta asla sınırlanmayan!
  • 728.  
  • 730.  
  • 731. "Muktedir"dir!. Kudret sahibidir. Ve o kudretiyle dilediğini meydana getirir.
  • 732.  
  • 733. Evreni meydana getiren "enerji" adını verdiğimiz yapı ise "Allah`ın Kudreti" diye tarif edilmiş, kudret sıfatına bağlanmıştır. Kudret sıfatı ile birlikte kendindekini açığa çıkarmaya dönük özellikler meydana gelir.
  • 734.  
  • 735. Kudretiyle izhar ettiği tüm varlıkta iktidarı, tedbir ve tasarrufu geçerli olan mutlak - işlevsel kudret sahibi.
  • 736.  
  • 737. İktidârı tüm varlıkta geçerli olan.Mutlak tasarruf sahibi.
  • 738.  
  • 739. "Muktedir"dir!. Kudret sahibidir. Ve o kudretiyle dilediğini meydana getirir.
  • 740.  
  • 741. Yaratış amacına göre açığa çıkaracağı Esmâ özelliğine öncelik veren.
  • 742.  
  • 744.  
  • 745. Yâ Rasûlullah, vücûd hakkında ne buyurursunuz?.. buyurdular ki: -Görmez misin ki, vücûd kadîmde kadîm, ve hâdiste hâdistir!.. Ente ilâhun ve ente me`lûhün!.. (İlahiyet ve kulluk sende biraradadır).." Yani, sen ilâhsın: Sıfâtı ilâhîye’nin sende zuhûru ve ulûhiyete mazhar olman sebebiyle; ve sen me`lûhsun, mukayyetliğinden, taayyününden ve mahlûkiyetinden ötürü."
  • 746.  
  • 747. Yarattığında açığa çıkacak olanı Hakîm isminin gereğince erteleyen.
  • 748.  
  • 750.  
  • 751. Yaratılmış olanın başı, ilk Hâli olan Esmâ Hakikati.
  • 752.  
  • 754.  
  • 755. "O, evvel, ahir, zahir, batın`dır"
  • 756.  
  • 757. Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.
  • 758.  
  • 759. Yaratılmış olanın sonsuza dek bir sonrası.
  • 760.  
  • 761. Sonu olmayan ; sonraki.
  • 762.  
  • 763. "HU ve`l evvelü vel ahirü ve zahiru vel batın"
  • 764.  
  • 765. "HU ve`l evvelü vel ahirü ve zahiru vel batın“ "O, evvel, ahir, zahir, batın`dır"
  • 766.  
  • 767. Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.
  • 768.  
  • 769. Apaçık ortada olan, Esmâ özelliğiyle algılanmakta olan!
  • 770.  
  • 772.  
  • 773. Zira, "zahir-batın" ayırımı senin beş duyundan doğmaktadır!.. Beş duyu ile algılayabildiğine "zahir" diyorsun, algılayamadığına "batın"!..
  • 774.  
  • 775. Algılama kapasitendeki sınırlılığın getirdiği varsayımınla, TEK`i bölüyorsun.... ‘’Zâhir’’ ve ‘’Bâtın’’ çıkıyor ortaya!. 
  • 776.  
  • 777. Ya Gavs-ı Â`zâm... Hiç bir şeyde zâhir olmadım, insandaki zâhir oluşum gibi!.. "İsevî meşreb" olanlarda teşbih hâli, müşahedesi ağır basar. Zâhir ismi ilâhîsi müşahedelerinde ağırlıklı olduğu için, gördükleri her nesnede önce Allah`ı tesbit ederler.
  • 778.  
  • 779. İlmi zâhir ise yaşadığımız boyutla alâkalı ilimlerin hepsidir.
  • 780.  
  • 781. "Bİ İBADİHİ` deki "Ba" mülâbese içindir... Demek ki, ALLAH Zü`l-celâl ibadının kisve-i taayyününe bürünüp zâhir olmuştur"!..
  • 782.  
  • 783. Hakikat-i Muhammedî" irsal olduğunda, Muhammedî hakikat zâhir oldu; Muhammed Mustafa adıyla isimlendi, dillendi, "ALLAH Rasûlüyüm" dedi …
  • 784.  
  • 785. Apaçık ortada olanın algılanamayanı ve Gaybın hakikati. (Evvel Âhir Zâhir Bâtın, HÛ'dur!)
  • 786.  
  • 788.  
  • 790.  
  • 791. Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.
  • 792.  
  • 793. "Musevî meşreb" olanlar ise tenzih ağırlıklı müşahede hâlindedirler. "Bâtın" ismi varoluşlarında ağırlıklı olduğu için, Hak’kı her şeyin bâtınında, özünde müşahede ederler ki, bu "neyi görsek, özünde Hak`kı müşahede ederiz" cümlelerine yol açar. Elbette ki bu görüşte "Tenzih" esası ağırlık kazanır.
  • 794.  
  • 795. İlmi bâtın ise, melekût âlemi ile ilgili ilimlerin toplu adıdır!.
  • 796.  
  • 797. “ Bâtın”, neresinde “Zâhir”in?… “ Zâhir”, neresinde “Bâtın”ın?. “ Zâhir” ile “bâtın” arasındaki sınır nerededir? Bilelim ki, “Bâtın”ı, bir mekân olarak düşünmek, son derece yanlıştır!.. “ Bâtın”, mekân olarak, “zâhir”in ötesinde veya ardında; ya da bir başka boyutta değildir!… “ Bâtın”, gördüğünün, algılayamadığın yanıdır!.
  • 798.  
  • 799. Kurân`ı Kerîmde "Allah" isminin geçtiği yerleri ya "Zâhir" ismi yönünden değerlendirmemiz gerekir olayı deşifre etmek için, ya da "Bâtın" isminin işaret ettiği anlam yönünden. "Allah affedicidir" dendiği zaman, kişideki açığa çıkan "affetme" özelliğinden söz edilmektedir. Bu "Bâtın" ismi yönünden bir açığa çıkış özelliğidir.
  • 800.  
  • 802.  
  • 803. Herşeyi tedbir ve idâre eden.
  • 804.  
  • 805. Sonsuz sınırsız yüce; yüceliği her şeye yaygın! Âlemlerdeki hiçbir akıl ve idrakın kapsamıyla, hiçbir fıtratın mahiyet ve yansıtıcılığıyla sınırlanmayan yücelik sahibi.
  • 806.  
  • 807. Yüceliği yayan ;sonsuz sınırsız yücelik sahibi zât.
  • 808.  
  • 809. Fıtratların gereğini kolaylaştırarak oluşmasını sağlayan! Bu konuda vaatlerini yerine getiren.
  • 810.  
  • 811. Varlıklara kolaylık ve istedikleri iyilikleri veren.
  • 812.  
  • 813. Hak ve hakikati algılatıp kavratarak, o birimin kendi hakikatine dönüşünü oluşturan. Tövbeyi yaşatır. Yani, birime yaptığı yanlışlardan dönmeyi ve verdiği zararları gidermeyi nasip eder. Bu isim özelliği açığa çıktığında Rahîm isminin özelliğini tetikler. Sonuçta kişinin hakikatinin getirisi olan güzellikleri ve müşahedeyi yaşatır.
  • 814.  
  • 815. Pişman olanların bağışlanma taleplerini kabul eden.
  • 816.  
  • 817. Yanlışını idrak edip, kesinlikle o işi bir daha yapmama kararı “Tövbe”dir!
  • 818.  
  • 819. Nasuh tövbe nasıl anlaşılmalıdır?.. İnsanın, yaptığı işin gerçekten yanlış olduğunu farkedip idrâk etmesinden sonra, bu yapmaması gereken fiîli işlemekten dolayı büyük bir pişmanlık duyması; ve bir daha o fiîli asla işlememeye karar vermesi ve bundan sonra Allâh’a karşı bu kararını itiraf ederek bağışlanma dilemesi nasuh tövbesi olur.
  • 820.  
  • 821. Tövbe, bir büyük suçtan sonra; ortaya konulan fiîlden duyulan pişmanlık ve geri dönüş dolayısıyla yapılır. İstiğfar ise, günlük olaylar içinde, varoluş gayemizin hakkını şuûrlu bir biçimde edâ edememekten dolayı yapılan hatalı hareketlerin ardısıra özür dilemektir.
  • 822.  
  • 823. Tövbe, genel anlamıyla, yapılan bir yanlışın farkedilerek , bundan dolayı pişmanlık duyulmasıdır.
  • 824.  
  • 825. “ Nedâmet, tövbedir!” hadîs-i şerîfi de açıklar.
  • 826.  
  • 827. “ Müferridûn’un, Aktâb’ın istiğfarı; seyrleri gereği esmâ müşâhedesindendir..yoksa, herhangibirimiz gibi, yaptığı bir yanlış fiilden dolayı değil!.Bunu çok iyi anlamak gerektir!..
  • 828.  
  • 829. Birimdeki, hakikatini yaşamasına engel olan davranışlarının sonuçlarını yaşatan! "Züntikam" , açığa çıkanın sonucunu, hak ettiğini yaşatmaktır. Allâh, intikam almak gibi duygularla vasıflanmaktan münezzehtir! "Şedîd ül İkab" ile birlikte kullanıldığında, "Hakikatinin gereğini yaşamaya ters düşen düşünce ve davranışların sonucunu en sert ve keskin bir biçimde yaşatan" anlamına gelir.
  • 830.  
  • 831. Zarar vereni yaptığının karşılığıyla ödeştiren.
  • 832.  
  • 833. "El Muntakim"dir. Yapılan bir fiilin karşılığı olarak, kişiyi fiilinin neticesini yaşamaya mecbur edendir...
  • 834.  
  • 835. Herkes, er ya da geç yaptıklarının neticeleriyle karşılaşacaktır. Ki, bu, "cezâ"dır!.. Kişinin hoş olmayan fiillerinin neticesiyle karşılaşması "müntakim" isminin mânâsının oluşturduğu bir hâldir.
  • 836.  
  • 837. "BU SENİN FİİLLERİNİN KARŞILIĞIDIR(sonucudur)! ALLAH KULLARINA ZULMEDİCİ DEĞİLDİR." (22-10) insanın hep amellerinin (yaptıklarının) sonuçlarıyla karşılaşacağını; bunun mevcut ilâhî sistem neticesi olarak meydana geleceğini anlatmaktadır. Esasen "Muntakim" isminin mânâsı, halk arasında kullanıldığı gibi bir intikâm alma değildir. Bu isim, bir sistemin işleyişinin adıdır.
  • 838.  
  • 839. "Muntakim" ismi, karşısındakine veya başkalarına zarar verme veya onları istismar etme gibi davranışların karşılığının, benzeri davranışlarla karşılaşmak sûretiyle ödenmesini amaç edinmiş sistemin adıdır!.. Ve bu sistem otomatik olarak çalışmaktadır.
  • 840.  
  • 841. Hakedenin hak ettiğini karşı konulması imkânsız bir sistem içinde yaşatandır.
  • 842.  
  • 843. Şirk dışında işlenmiş bütün suçların tövbesini kabul edip, affedendir. Şirk hâli yaşamında bu ismin özelliği açığa çıkmaz. Burada fark edilmesi önemli konu şudur. Suçun affı demek, o kişinin af öncesi yaşantısındaki kayıplarının geri kazanılması demek değildir. Geçmişin telâfisi ve kazası yoktur Sünnetullah'ta!
  • 844.  
  • 845. Sonsuz biçimde dilediğini affedip günâhını silen.
  • 846.  
  • 847. Çok şefkatli, acıyan; kendisine yönelenleri, onlara zarar verip sıkıntıya sokacak davranışlardan koruyan, uzaklaştıran.
  • 848.  
  • 849. Son derece merhametli ,acıyan.
  • 850.  
  • 851. "Rauf" ismi birime izâfeten çok büyük ve geniş bağışlayıcılık olarak anlaşılır. "Rauf" isminin gerçek tecellîsi ise "Mardiyye" isimli nefs mertebesinde yaşanır. Vâhidiyet mertebesinin yaşamı olan mardiyye bilincinde, varlıktaki tüm sûretler, o bilincin organları gibidir ve tümünde tasarruf eden O bilinçtir!..
  • 852.  
  • 853. Mülkünde dilediğini tedbir edip, hiçbir birime hesap verme kavramı olmadan dilediğini uygulayan. "De ki: 'Mülkün Mâlik'i olan Allâh'ım... Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Kesinlikle Sen her şeye Kâdîr'sin.'" ( Âl-i İmrân: 26 )
  • 854.  
  • 856.  
  • 857. Madem ki, “Malik-el mülk,” yani "mülkün sahibi" Allah’tır diyorum; Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, kimse O`na karışamaz, etkileyemez, hesap soramaz!..
  • 858.  
  • 859. Allah da “Malikel Mülk” olarak mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, yani, dilediğini dilediği amaca uygun olarak, dilediği görevle yaratır.
  • 860.  
  • 861. İYYÂKE NA`BUDU ve iYYÂKE NES`TAIYN" âyetinin anlamına... Yani, “Mâlik-el Mülk” olman dolayısıyla başkası sözkonusu olmaksızın; "SADECE SANA KULLUK EDER ve SADECE SENDEN YARDIM BEKLERİZ"...
  • 862.  
  • 863. “ Bu an (yevm) mülk kimindir?” “ Lillahil vahidil kahhar (Vahid ve Kahhar olan ALLAH’ındır),” gerçeğine şehâdet eder!. “Eşhedü...”yü “OKU”r!.. Seyreden Kendi olur!
  • 864.  
  • 865. Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder!.. Sen nasıl mülkün saydığın şeyde dilediğini yapmak istiyor ve bundan engellenirsen, benim hürriyetim nerede diye