1. Bu Çalışma ; AHMED HUL Û Sİ ’nin Çok Değerli Eserlerinden Faydalanılarak Hazırlanmıştır… www.ahmedhulusi.org Made By İZMİR & YAHCIVILLAGE www.allahisimleri.org
6. "HÛ'vAllahulleziy la ilahe illâ HÛ"! İster vahiy yollu gelsin, ister bilinç yollu üzerine eğilinsin, algılanan her "şey"in hakikatinin derûnu... Öylesine ki; Ekberiyet tecellisi sonucu önce "haşyeti", sonucu olarak da "hiç"liği yaşatır ve bu yüzden de O'nun hakikatine erişilemez! "Basîretler ona ulaşmaz!" Mutlak bilinmezliğe ve kavranılmazlığa işaret ismidir! Nitekim "ALLÂH" dâhil tüm isimler "HÛ"ya bağlı geçer Kurân'da! "HU ALLAHu EHAD", "HU'ver Rahmanur Rahıym", "Hu'vel'Evvelu vel'Ahıru vez'Zahiru vel'Batın", "HU'vel Aliyyül Azıym", "HU'ves Semiy'ul Basıyr" ve Haşr Sûresi'nin son üç âyeti gibi! Bu arada şunu da bir diğer okunuş şekli itibarıyla fark ederiz ki, isimlerin öncesindeki "HÛ" ismi işaretiyle önce tenzih vurgulaması yapılır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. Bu da hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir işarettir.
7.
8. “ Külle yevmin Huve fi şe`n" (55/29) âyetinde, dikkat ederseniz "HÛ" ismi var.. ALLAH" ismi geçmiyor!. “ "HÛ" ismi, cüz`ün özündeki Teklik boyutu değil mi?.. İşte O, Teklik boyutu, her an cüz`lerdeki tasarrufu oluşturmakta.. Oluşumun kaynağı O!..
12. İşte Arapça’daki “HÛ” kelimesi, varlığın özündeki bir boyutsal öteliğe işaret eder; niteliksiz ve niceliksiz bir yolla!.
13.
14. Sayısız “nokta”ların Hâlik”i olup; “nokta”lar indinde “nükte” olan “ HÛ”!… İlminde “nokta”dan yarattıklarını, hayal hammaddesiyle var kılan “ HÛ”!… Ve bütün bunlardan “GANΔ olana işaret eden, “ HÛ”!..
15.
16. Soru: -Şehâdet, "HÛ"ya bağlanırsa, o şehâdetin izahı yapılabilir mi?.. Şayet yapılamaz ise Allah nasıl şehâdet eder?.. Cevap: -Şehâdet kesrete ait bir kavramdır... Kesret sûretlerinden şehâdet etmektedir... "Atan bendim" deki gibi... ” HÛ” ya yapılmayan şehâdetle tenzihiyet olmaz.
17.
18. Soru: -“Abduhû ve Rasûluhu”, yani Abdullah ve Rasûlullah dediğimizde, “Hû” isminin kulu ve Rasûlü olmakla Allah isminin kulu ve Rasûlü olmak arasındaki anlam farkı nedir... Cevap: -Birisi Allah’ı Hüviyetinde bulmayı anlatır... Öteki, Allah ahlâkıyla ahlâklanmış olmayı... "HU" kelimesi, Kurân`da, sabit tek bir mertebeye değil, içinde geçtiği konunun mahiyetine göre, değişik mertebelere işaret eder.
19.
20. Âyet sonundaki bu tanımlama daima "HÛ" denerek Allah adıyla işaret edilenin tenzih yönüne; Esmâ adıyla da teşbih yönüne işaret ederek OKU'yanda tevhid bakışını oluşturmak amacını gütmektedir Allahu âlem. "HÛ" dan sonraki, pek çok âyette geçtiği üzere Türkçedeki noktalı virgül anlamındadır, bize göre.
24. "Allâh" ismiyle işaret edilenin, "zerre"lerin zâtını "Esmâ"sıyla ilminde "var" kılma özelliğine işaret eder. Her şey, "var"lığını "ilim ve irade" mertebesinde bu ismin işaret ettiği özellikle elde eder! "Er Rahmanu alel Arşisteva" ( Tahâ: 5 ) ve "Er Rahman; Allemel Kur'ân; Halekal İnsan; Allemehül beyan" ( Rahman: 1-4 ) gereği "ŞUUR"da açığa çıkan "Esmâ"nın hakikatidir! Rahmeti, o "şey"i ilminde, "var"lığa getirmesidir! "Allâh Adem'i Rahman sûretinde halk etti" işareti "İnsan"ın, ilmî sûretinin Rahmaniyet özelliği yansıması üzere meydana getirildiğine işaret eder. Yani Esmâ mertebesinde bulunan özellikler ile! İnsan'ın, Zâtı itibarıyla kendini tanıyışı da Rahmaniyet'le ilgilidir... Bu nedenle "RAHMAN"a secdeyi müşrikler algılayamamıştır ( Furkan: 60 )... Şeytan (vehim, bilinç) "RAHMAN"a âsi olmuştur ( Meryem: 44 )... "İnsan"ın Zât'ının "Esmâ" hakikatinden meydana getirildiğine işaret eder! "İnsan"daki "Zâtî tecelli" de budur!
28. "Er RAHMAN" O`dur ki... Mutlak "RAHMET" sahibi olarak, tüm mânâları, varlığından, varlığıyla meydana getirmektedir..
29.
30. Kur`ân`da; "RAHMAN ARŞIN ÜSTÜNE ISTİVA ETMİŞTİR" dendiği zaman, burada işaret edilen şey "Rahmâniyet" mertebesidir!.. Yani çokluğu, kesreti, birimleri meydana getiren isimler ve vasıfların, soyut özelliklerin olduğu Sıfat mertebesi demektir.. Sıfat mertebesi, sahip olduğu özellikler itibarıyla esmâ mertebesi diye de anlatılır. Esmâ mertebesi denen şey, ilâhi isimlerin anlamlarından başka bir şey değildir. İşte bu ilâhi isimlerin var olduğu boyut arşın üstüdür... Bu isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkması, mânâdan birimselliğe, çokluğa dönüşmesi de arşın altına tenezzülü diye anlatılır.
31.
32. Rahman” bir özel isimdir ve tercüme edilemez!” (Elmalılı Hamdi Tefsiri —orijinali— cilt 1, sayfa 32) “ Rahman pek merhametli diye yetersiz bir şekilde tefsir olunabilirse de böyle tercüme edilemez..... ALLAHu tealanın rahmeti, merhameti, bir hissi kalbi, bir temayüli nefsani mânâsına bir iyilik duygusu değildir. Fatiha’da izah olunacagı üzere “İRADEİ HAYR veya İNAMI SONSUZ mânâsınadır.” (Aynı tefsir, cilt 1, sayfa 33) “ Vücut her hayrın ve her nimetin aslıdır. Rahman, böyle bir iradei hayr ile bizi cismaniyet ve ruhaniyetimizle ademden (yokluktan) vücude (varlığa) getirerek halk eden ve bununla beraber esbabı baka ve hayatımız olan nimetleri de izhar ve isal eyleyen rahmeti celile sahibidir ki bu rahmetin şumulünden (kapsamından) hariç hiçbir mahlûk bulunamayacağından buna celâili niâm ile rahmet denilir.” (aynı tefsir, cilt 1, sayfa 77) Şimdi buradan da anlaşılır ki, Rahman, klasik anlatımdaki gibi “esirgeyici, bağışlayıcı” gibi beşerî değerlendirme anlamlarının çok ötesinde; evrensel anlamıyla, “dilediği şekilde varlığı yokluktan vucuda getiren, var kılan” anlamındadır!.
33.
34. “ Ürettiğinin” bir kısmı “Rahman”dan gelendir… Acıyla karışık nimettir üretilen.. Bir kısmı “Rahim”den gelen üretimdir, sırf nimet olarak!..
35.
36. "Rahmaniyet" mertebesinden, "ilmi ilâhideki ilâhi esmânın toplu halde bulunduğu mertebedir" diye söz edilirse de; gerçekte burada topluluktan veya ayrılıktan söz edilemez. "RAHMANİYET", ilâhi esmânın hazinesidir, deriz; ki bu da mecazi bir ifadedir... Gerçekte, böyle bir tanımlamadan da münezzehtir "ALLAH"!.
37.
38. “ RAHMAN”dır “DATA”; esmâyı (isimlerin işaret ettiği tüm özellikleri) cem etmiştir kendisinde… “ El VAHİD” isimlerin işaret ettiği özelliklerin TEK’teki varlığına işaret ederken; “ Er RAHMAN”, TEK’teki sayısız özellikler mevcudiyetine işaret eder.
39.
40. Âlem sûretleri ile kendini seyir edendir! Bilinçli varlıkları, hakikatlerine erdirmek suretiyle; seyretmekte ve Esmâ'sı özellikleriyle yaşatmakta olanın, kendisi olduğu farkındalığıyla yaşatandır. "Ve kâne bil mu'miniyne Rahıyma = Hakikatine iman etmişlere Rahîm'dir " ( Ahzab : 43 ). Cennet diye işaret edilen yaşamın kaynağıdır. Melekî boyutun "var"lığını oluşturandır.
44. Allah’ın “RAHM” ismi kendi esmâlarının dışında nerede kullanılıyor? Göreceksiniz ki kadının cinsel ve doğurganlık organı olan bölge için.. Yani kadında doğurganlık olayını oluşturan ve insan türünün çoğalmasını ve bekâsını sağlayan cinsel organına verdiğimiz isim! Mikro plânda kadındaki rahim, makro plânda ise Allah’ın ”RAHİM” ismine karşılık geliyor! Allah’ın “Rahm” ismi, ”Rahmet” ve “Rahman” mânâlarının kökenidir! Yani Allah’a ait esmâların üreticisidir! Üretim yapıldıktan sonra bu isimlerin topluca bulunduğu ve sâdır olduğu boyuta “RAHMANİYET BOYUTU” diyoruz. ” Rahim” isminin en geniş ve kapsamlı ortaya çıktığı mahâl, Cennet’tir! Dolayısıyla, “Cennet anaların ayağı altında” derken; mikro plânda çoğalmayı-üremeyi sağlayan kadındaki rahmin makro plânda karşılığı olan Allah’ın “Rahim” isminden cennetteki mânâların ürediği mecazi olarak anlatılmıştır.
45.
46. “ Rahiym” ismi kanalından gelenlerse, tamamen “insan”ın hoşuna giden şeylerdir. “ Rahiym”in tam tecellisi “cennet” ismiyle işaret edilen boyuttadır.
47.
48. "RAHÎM"in rahmeti ise böyle olmayıp, herhangi bir “arındırma” ya da “ıstıfa” gayesi gütmeyen, sırf zevk veren, güzellikleri tattıran, kişiye hoş gelen hâlleri yaşatan "rahmet"tir.. Esasında, kitaplarda "müminlere cennette sunulacak rahmet" diye anlatılan bu "RAHÎM`in rahmeti" anlatılagelenden hayli farklı bir olaydır... Bir kere şunu kesinlikle bilelim ve hiç unutmayalım ki, "ALLAH"ın bütün isimlerinin mânâları, her an geçerli ve yürürlüktedir!.. İşbu sebeple, "RAHİM isminin mânâsı şimdi geçerli değildir de, cennete girildikten sonra geçerli olacaktır" şeklindeki anlayış, tamamıyla asılsızdır... "ALLAH"ın "RAHÎM" isminin mânâsı, her an, her yerde yaşanmaktadır!.. Bizim bunu farketmemiz ya da farketmememiz hiç bir şeyi değiştirmez..
49.
50. Rahman, klasik anlatımdaki gibi “esirgeyici, bağışlayıcı” gibi beşerî değerlendirme anlamlarının çok ötesinde; evrensel anlamıyla, “dilediği şekilde varlığı yokluktan vucuda getiren, var kılan” anlamındadır!. Rahim ise “bu vücuda getirişin sistemini oluşturan mekanizmayı var eden” anlamındadır.
51.
52. "ALLAH"ın “RAHÎM” isminin mânâsı, her an, her yerde yaşanmaktadır!.. Bizim bunu farketmemiz ya da farketmememiz hiç bir şeyi değiştirmez.. -"...illâ Billah" uyarısındaki anlam, Rahiym isminin işaret ettiği özellikten açığa çıkmaktadır bizlerde!... "...İllâ Billah"taki anlamın gereğini açığa çıkaran kimse, Rahim isminin işaret ettiği mânâdan kuvvet almıştır demektir bu!... -Rahim’inden dolayı varlıktakileri “yok” tan yaratması, “Merhameti”dir!..
53.
54. "Rahman"iyetinin sonucu olarak Celâl sıfatıyla gayzer gibi kürsî ve semaları, katmanları yaratırken (dikey bir oluşla); "Rahîm"iyetinin sonucu olarak "Cemâl" sıfatıyla her bir semâdaki (katmandaki) yayılımsal yaratışı (yatay diyebileceğimiz) ile o âlemin halk olmuşlarını meydana getirir (ki bu evrenimiz içindeki tüm uzaysal yapıyı içine alır).
55.
56. "“RAHÎYM”dir “DATA”; her an açığa çıkartır “rahminden”, “kalem”le yazılmış “çok boyutlu tek kare resmi”! Tek bir sistem (Sünnetullah), tümü kavrar makrodan mikroya!"
57.
58. Yaratılmışlarda açığa çıkan özellik ve kavramlarla tanımlanmaktan, kayıtlanmaktan ve sınırlanmaktan berî! Tüm âlemleri Esmâ'sıyla "var" kılarken, onlarda açığa çıkan özelliklerle tanımlanmaktan dahi berîdir.
65. Buna ilâve olarak, Allah`ın "Kuddûs" ismini de her gün bu sayı civarında tekrar eder ve yanısra "Kuddûs-üt tâhiru min külle sûin" duasını da üçyüz veya beşyüz defa tekrarlarsan; kendini hiç zorlamadan sigara veya uyuşturucu ya da alkol alışkanlığından kurtuluverirsin!..
66.
67. Mülkü hükmünde olan Esmâ mertebesinde dilediğince şe'n alarak fiiller âlemi sûretlerinde tedbir edendir! "Her şeyin melekûtu (Esmâ kuvveleri) elinde olan (tedbirâtın bu mertebeden açığa çıktığına işaret) Subhan'dır... O'na rücu ettirileceksiniz" ( Yâsîn: 83 ). Tek Melîk'tir! Ortağı olmaz. Bunun farkındalığını yaşattığının kesin ve mutlak teslimiyet dışında bir hâli olmaz! İtiraz ve isyan hiç kalmaz! "Arşı istiva" diye anlatılan olayda önde gelen özelliktir diğer birkaç özellikle birlikte... "Semâlarda ve arzda her ne varsa; Melîk, Kuddûs, Azîz ve Hakîm olan (dilediği mânâları açığa çıkarması için onları yaratan) Allâh'ı (işlevleriyle) tespih etmedeler!" ( Cum'a : 1 ).
71. İşte bu "Rahmaniyet" mertebesinde mevcut olan esmâ-i ilâhi, "O"nun, "melikiyet" mertebesi özelliği ile mülküdür. Bir yönü itibarı ile "Melîk"tir, bir yönü itibarıyle "Mâlik"tir. Ancak, "melîk" ismi, "mâlik" isminden daha kapsamlıdır. "Mâlik" ismi," "bir şeyin sahibi" anlamındadır. "Melîk" ise o şeyin hem sahibi", hemde "o şeyler üzerinde mutlak hükümdar" olandır. Yani, "ALLAH"ın "Melîkiyet"i, "kendi esmâlarını dilediği gibi açığa ortaya çıkarması, seyretmesi" anlamındadır.
72.
73. "DİLEDİĞİNİ YAPAR." ( ) "YAPTIĞINDAN SUAL SORULMAZ!" (21-23) Bu âyetler "O"nun "Melikiyeti"nin eseridir.
74.
75. MÂLİK’İDİR DİN GÜNÜNÜN... Bazıları da; -MELÎK’İDİR DİN GÜNÜNÜN... diye okumakta ve anlamaktadırlar... Şayet, "MÂLİK”i diye anlarsak... "sahip olduğu üzerinde, özgürce ve tasarrufundan dolayı kimseye hesap vermeksizin, dilediğini yapan" anlamıyla karşılaşırız... Şayet, "MELÎK"i şeklinde okur ve kabul edersek... Bu defa da; "yönetim, kurallandırma, fiilleri değerlendirme, yetki güç sahibi" olan bir Zât olarak anlarız...
76.
77. Fatiha’da dahi Malik’i veya Melîk’i okunuşuyla gene bu noktaya işaret edilmektedir ki; “OKU kitabını! Bilincinin–nefsinin hakikati yeterlidir. O gün hasîb olarak” “ikra kitabek!. Kefa binefsik el yevme aleyke hasîb” (17:14) âyeti bu sırra işaret etmektedir. "Hasîb" ismi esmadan olarak Rububiyet mertebesinde varlığında yer almaktadır holografik gerçeklik doğrultusunda. Ötedeki tanrıya değildir hesap yani!. Hakikatindeki "ismi ALLAH olanın Melîkiyeti"ne hesap verirsin "yevmid DİN"–“DİN GÜNÜNDE”... İstersen çok asırlar sonrasına at bu “din günü”nü!. “ Mâlik-el Mülk” olman dolayısıyla başkası sözkonusu olmaksızın; "SADECE SANA KULLUK EDER ve SADECE SENDEN YARDIM BEKLERİZ"...
78.
79. "Mâlik`i yevm ed Diyn" de, "sünnetullah" diye tanımlanmış yaratış sistem ve düzeninin her var oluş ve yok oluş sürecinde tek hükmü geçen olduğu vurgulanır…
80.
81. Yaratılmışlara (beden ve tabiat kayıtlarından; tehlikeden; boyutlarının kayıtlarından) selâmet ihsan eden, yakîn hâlini oluşturan; iman edenlere "İSLÂM"ın hazmını veren; Dar'üs Selâm (hakikatimize ait kuvvelerin tahakkuku) olan cennet boyutu hâlinin yaşamını meydana getiren! Rahîm isminin tetikleyerek açığa çıkardığı isim-özelliktir! "Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym = Rahîm Rab'den " Selâm " sözü ulaşır (Selâm ismi özelliğini Rableri olan Esmâ hakikatlerinden açığa çıkan yolla yaşarlar)!" ( Yâsîn: 58 ).
89. Selâm, dalga dalga yayılır “özündeki Hakikatı Muhammedî”den “kulluk” görevini yerine getirmekte olan tüm “sâlih”lere... “benliğinden kurtulmak suretiyle tüm SALÂHA ermişlere”...
90.
91. SELÂM, üzerimize ve “kulluk” ifa etmekte olanların içindeki tüm “sâlih”leredir!...
92.
93. İlâhi emirlere uyma hâli devam ederse, o zaman terkib tabiatının ötesinde , Allah’a vâsıl olur; ve böylece ebedi saadet onun için sözkonusu olur...Bu davranışların neticesinde “Selâm” isminin mânâsı kendisinde âşikâr olur..
94.
95. "Selâm" isminin mânâsının kişide açığa çıkmasını temennîdir.. "Selâmün aleyküm" demekte karşındakine bu dilekte bulunmaktır.. Yani, âyetteki işaret; "Özündeki hakikatı idrak edip, o hakikatla tahakkuk edebilmesini temennîdir..
96.
97. "Bütün emr`lerden selâm getirir" Her "Emr", kişinin varlığını oluşturan melekî "nûrî" katmandır!.. Yani her birimin kendi içindeki, özündeki, esmâ mertebesinin kuvveden fiile çıkma mahalli... “ Selâm” derken, Allah’ın Selâm isminin mânâsının o kişinin özünden gelen bir biçimde kendisinde açığa çıkmasını temenni ederek, "Selâm" diyorsan, hiç bir mahzûru yoktur...
98.
99. Ne anlarsın sen, “Selâmu aleykum” demekle “günaydın” demenin farkını!. Özünden gelen “Selâm” kavramının, karşı beyine yönlendirilerek; onda, özünden “selâm”ın beyninde açığa çıkmasını sağlamak amacıyla, ona kapı açmanın nasıl oluştuğunu!.
103. Algılananın ötesi olduğu farkındalığını oluşturandır Esmâ boyutu itibarıyla. Bu farkındalık, boyutumuzda "iman" olarak açığa çıkar. İman edenler şuurlarındaki bu farkındalıkla iman ederler; dünyamızda Rasûller; tüm varlıkta ise melekler dâhil! Bu farkındalık, bilinçteki aklın vehim esaretinden kurtulmasını sağlar. Vehim, kıyası kullanarak muhakeme yapan aklı saptırabilirken, iman karşısında güçsüz ve etkisiz kalır. Mümin isminin özelliğinin açığa çıkışı şuurdan bilince direkt yansır; dolayısıyla da vehim kuvvesi onun üzerinde tasarruf edemez.
109. Hakikatinin, "Hakikat-i Muhammedî", yani "Esma mertebesi" olduğuna "iman" etmişlere "Aminu B`illah" sırrına ermiş olan "Mümin" denir!
110.
111. "RASÛLLÜĞÜN"ün hakikatinin, "esmâ mertebesi"nin ilk tecellisi olan "RUH" adlı melek veya "Hakikati Muhammedî" veya "Mümin" olduğunu anlayabilsek!..
112.
113. “ Mümin”ler onlardır ki, Allah’a ve Rasülü’ne "B" sırrının idrâkı içinde îmân ederler ve bu îmândan şüpheye düşmezler; bunun neticesi olarak da sorumluluklarındaki tüm malları ve bilinçleri ile hiç bir karşılık beklemeden bu yolda cihâd ederler. İşte onlar “îmân” ehlidirler.” (Hucurat:14-15)
114.
115. Risâlet" bildirisine "iman" edilir; "Nübüvvet" bildirimine "teslim olunur"!.. Birincisine "mümin", ikincisine "müslim" denir. "Mümin" olmak ayrı şeydir, "müslim" olmak ayrı şeydir.
116.
117. "Hakikat-i Muhammedî", Muhammed Mustafa sûretine bürünmüş olarak irsal olup; "iman"a davet etti insanları, kendi hakikatlerine! Bu gerçeğe "iman" edenler, "Mümin" oldu! Onların nurundan, cehennemin ateşi sönmeye yüz tuttu! Haykırdı cehennem, "Çabuk geç ey mümin, nurun ateşimi söndürüyor"!
118.
119. "Esmâ" mertebesinden açığa çıkanları kendi sistemi içinde koruyup sürdürendir (El hafizu ver Rakiybu ala külli şey)! Ayrıca, (emaneti) gözetip himaye eden , koruyan , emin , anlamlarına da gelir. "MÜHEYMİN" in türediği kök olan "el Emanet" in Kurân'daki fonksiyonel kullanılışı, semâların - arzın - dağların yüklenmekten imtina ettiği ve el Kurân 'ın ikizi olan el İnsan 'ın yüklendiği şeydir. Esas itibarıyla Esmâ mertebesi ilminin RUH adlı melek olarak şuuruna işaret eder. Ondan da yeryüzünde açığa çıkan insana yansır bu emanet! Yani, Hakikatinin, Esmâ özellikleri olduğu şuurunu yaşamak! Bu da Mümin ismiyle ortak çalışır. RUH adlı melek (kuvve) dahi, Esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız özelliklerine imanın kemâliyle Hayy ve Kayyûm'dur! Çünkü o dahi "şe'n" olarak vücud sahibidir!
123. “ Gözeten ve koruyan” manasına gelen “el-Müheymin” ismi, Kur’anı kerimde Rabbimizin ismi olarak bir defa geçmektedir. (Haşr 23)
124.
125. Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim Rab ismiyle paralel çalışan bir isimdir. Rab özelliği Azîz özelliğiyle hükmünü icra eder!
135. Hu, Azîz’dir Hakîm’dir (hüviyet sahibi olan Zât, her ŞEYİ, bir hikmete dayalı olarak, bir sistem ve düzen içinde, oluşmasına karşı koyulmaz biçimde meydana getirendir)!.
141. Eğer bu kişilerde en büyük ve en kalın perde olan "BENLİK" perdesi kalkmış olsa; görecekler ki, varlık "BENLİK" hep Hak`ka ait!.. Bu durumda bilecekler ki, O dilediğini yapıyor ve hep O`nun hükmü, takdiri yerine geliyor!.. Kendileri hakkındaki takdir de her ne ise o muhakkak yerine gelecektir!.. Bunu anlayınca da, kendi varlıklarının varolmadığını farkederek benliklerine menfaat temini gayesiyle, zillete dûçâr olmayacaklar. Neticede, ister mâsiyetten dolayı Rahîme sığınma hâli olsun; ister, tâat ile bir takım nimetler bekleme hâli olsun, her iki hâl de zillet hâlidir, temeldeki "benlik"ten doğan zillet hâlidir!.. Bunun karşıtı ise "izzet" hâlidir ki "Azîz" isminin mânâsının ortaya çıkışıdır. Bu isimle isimlenmiş kişi, kimseden bir karşılık beklemeksizin çalışmalar yapar; karşılıksız verici olur; bu sebeple de izzetle yaşar!..
142.
143. Hükmü zorunlu olarak uygulamada olandır. Âlemler Cebbâr'ın hükmü altında, dilenileni uygulamak zorundadır! Uygulamama gibi bir seçenekleri yoktur! Cebr, onların özlerinden gelen bir şekilde sistem gereği olarak açığa çıkar ve hükmünü yaşatır!
147. Cebbar olan Allah dilediğini yapar ve bundan dolayı da kendisine sual sorulmaz!
148.
149. Bir kısım melek var; Allah`ın Kahhâr, Cebbar, Kavîy isimlerinden meydana gelmiş!.
150.
151. Cebbâr (yaratmış olduğu sistem sonucu dilediğini karşı konulmaz şekilde açığa çıkaran)
152.
153. O dehşetli günde âsi mü’min kardeşleri arasından çıkıp kurtulan mü’minlerin, kalanlar için Cebbar-ı Zül Celâl Hazretlerine yalvarıp yakarmasına benzemez. Hâsılı Nebî ve Rasûller , melekler, mü’minler şefâat etmiş olacaklar derken Cebbar-ı Müteal artık sıra benim şefaatime geldi buyuracak. Nâs’ın hesabını görmekten fariğ olur ve ümmetimden geriye kalanları ehli-nâr ile beraber cehenneme sokar, Cenâb-ı Hak. O zaman ateş ehli, -Siz dünyada iken Allah’a ibadet edip ona hiçbir şeyi şirk koşmadığınızın sanki size ne faydası oldu?.. derler. Cehenneme girmiş olan diğerleri, bu namaz kılıp oruç tutan mü’minleri görünce: -Siz şirk koşmuyordunuz ama bunun ne faydası oldu!.. Gene girdiniz işte cehenneme!.. diyecekler. Bunun üzerine Cebbar-ı Müteal: -İzzet ve Celâlim hakkı için onları ben cehennemden azâd edeceğim!" buyurup, göndereceklerini onlara gönderecek ve o zavallılar oradan çıkarılacaklar.
154.
155.
156. Mutlak BEN 'lik O'na aittir! "Ben" diyen yalnızca kendisidir! Kim ben sözüyle kendisine varlık verirse; var oluşunun hakikatine ait "Ben"liği örtüp, göreceli benliğini ileri çıkarırsa, bunun sonucunu, yanmak suretiyle yaşar! Kibriyâ, O'nun vasfıdır.
165. Mutlak TEK yaratan! Esmâ özellikleriyle birimleri "yok"ken "var" kılan! Hâlik'in "halk"ettiği her bir şeyin bir "hulk"u, yani yaratılış amacına göre bir huyu, ahlâkı (doğasına göre davranışı) vardır... Bu nedenle "tehalleku BiAhlakıllah = Allâh ahlâkı ile (Allâhça) ahlâklanın!" buyurulmuştur ki bunun anlamı; "Allâh Esmâ'sının özellikleriyle var olmuş olduğunuzun farkındalığıyla ve bunun gereğince yaşayın" demektir.
169. Terkibiyet hâlinin adı "Halk"tır. Hâlik isminden Halk meydana gelmiştir. Halk olmuş dediğimiz şey bu terkiblerdir.
170.
171. Halketmek, var olmayan bir şeyi var kılmaktır. "Halk" diye bir şey yok!.. İşte yok olan bir şeyi, var kılıyor!.. Ama neyle var kılıyor, gene kendi manâlarıyla!.. Mânâları değişik terkipler şeklinde meydana getirerek, her bir terkipde değişik oranlarda âşikâre çıkartmak suretiyle, halk ismi müsemması meydana geliyor. "Halk" ismi ile işaret ediliyor.
172.
173. Mikrodan makroya doğru her yarattığını kendine özgü program ve özellikle yaratırken, bütünsellikle de uyumlu olarak onu işlevlendiren. Saat dişlilerinin ahenkli düzeni misali!
181. Fikir; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs...; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs... Sonrasında hayâl gelir. Yani, o fikirleri kafamızda hayâl ederiz.. Anlayıp kavramak için bir suret haline sokarız. Bu hayâl edişe aynı zamanda "musavvire gücü" denilir. Yani, tasvir etme şekillendirme. Beyinde şekillendirme olayı vardır. O fikirler otomatikman şekillenerek anlaşılır.
182.
183. Göklerden insana inen melekler değil, insanın özünden, derûnundan bilincine tenezzül eden kuvveler, ilim (cebrâiliyet) söz konusudur. Beyin daima kendi veri tabanına ulaşanları ve veri tabanından açığa çıkanları —Musavvir ismi sonucu— suretlendirerek bilinçte açığa çıkardığı için, beyinler melekleri sûretler şeklinde görür.
187. Göz harf şekillerini beyne ulaştırır bir elektrik sinyali olarak, belli dalga boyu olarak. Beyin o dalgayı deşifre ederek veri tabanındaki harflere benzetir ve hayal merkezinde Musavvir ismi mânâsınca suretlendirir, görüntüye dönüştürür.
191. Meydana getirilen "sûretler", seyretmeyi dilediği "mânâların sûretleri"dir... Burada, "sûret" derken, "fizikî sûret" anlamayalım!. Buradaki sûret, "mânânın sûreti"dir.. O sûretleri meydana getiren, "Musavvir" dir!...
192.
193. Beyin görmez, "OKU"duğunu açığa çıkartır!. Beynin, içsel veya dışsal kendine ulaşanları sentezi, "OKUMAK"tır!. Daha sonra bu "OKU"nanların bir kısmı "musavvire"de (hayal merkezinde) suretlere bürünür ve "görmek" olarak algılanır.
194.
195. Kudret veya hikmetin gereği olarak oluşmuş noksanlıklarını fark edip, bunların sonuçlarından kurtulmayı irade edenlere, örtüleyiciliğini yaşatan. Bağışlayan.
207. “ Bu an (yevm) mülk kimindir?” “ Lillahil vahidil kahhar (Vahid ve Kahhar olan ALLAH’ındır),” gerçeğine şehâdet eder!. “Eşhedü...”yü “OKU”r!.. Seyreden Kendi olur!
208.
209. Azrail dediğimiz melek, Allah`ın Kahhar isminin kuvvet ve kudretiyle var olan bir melek... Bunlar kuantsal kökenli yapılar!.
210.
211. Secde de, “lillahil vâhidil kahhar” hükmünün eserini ortaya koyuşunun yaşanışıdır!..
229. Kendinde görmeyi murad ettiği mânâları, târif etme, kendini tanımlama sadedinde olanlara, “Hak’ka ait isimler”; özelliklerini, mânâlarını terkipler hâlinde seyretme sadedinde olan isimlere de “Halka ait isimler” denir!..”Halk kelimesinin mânâsını meydana getiren isimler” demektir!.Meselâ “Rezzak” ismi halkın varlığını gerektirir.. Halkı zaruri kılar! Çünkü rızk verilecek bir varlık olmazsa , rezzak’lık, rızk vericilik sözkonusu olmaz! Öyleyse bir varlık olacak, rızka ihtiyacı olacak, ki rezzaklık yani rızk vericilik mânâsı ortaya çıksın. Bunun gibi!
233. Esasen, rızık tamamiyle ALLAH takdiridir... Nedeni, niçini sorulmaz!.. Dilediğne dilediği kadar verir ve dilediğinden de dilediğini alır...
234.
235. Nihâyet bir de dördüncü tesir alır beyin bu 120. günde. O da daha sonraki yaşamında ne kadar açılım sağlayabileceğini sağlayan ana devre açılım kapasitesini meydana getirir. Bir diğer ifâde ile «rızık» durumunu.
236.
237. Bu rızık, her mahlûkatın fıtratına en uygun bir tarzda onu bulmaktadır. Şüphesiz ki bu rızık ile o mahlûkat, her an bir nebze daha tekâmül eder ve aslına yaklaşır.!. Bu rızık umumi ise de, herkes ancak kâbiliyeti ve istidadı miktarınca alır. Kabı büyük olan elbette daha fazla rızık almış olur. Tabiî ki bu kişinin vüs`atincedir.
238.
239. Birimde açılım oluşturan. Hakikati fark ettirip seyrettiren; bunun sonucunda âlemlerde eksik, noksan, yanlış olmadığını müşahede ettiren. Görüş veya kullanım alanını açıp değerlendirme olanağını meydana getiren. Fark edilemeyeni fark ettirip değerlendirten!
243. Bunun gibi, "Gafur", "Afuv" ismi, "Fettah" ismi ve bunun gibi bir çok isim, eğer Adem Cennet`de yaşamına devam etseydi, ortaya çıkmayacaktı...
244.
245. Fettah” ismini zikrediyorsan, sana birtakım yeni şeyler daha açılmaya başlar. Sana kapalı olan, çözemediğin konular, rahat anlaşılır hâle gelir..
246.
247. Cebrail adlı "MELEK" yapısını oluşturan "ALİM", "BASİR", "FETTAH", "HAKİM" ve "MUHYİ" gibi ağırlıklı anlamların sonucu olarak görev îfa eden bir üst boyut bilincidir...
248.
249. Hazreti Muhammed`i “SIKTI” !. Yani, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın beynine "Alim", "Basir", "Hakim", "Fettah", "Muhyi" gibi bir kısım “isimlerin frekansından impulslar” göndererek, bu yolda açılım oluşturdu!... Esasen, bu “Rabbani isimlerin frekansı”, herkes gibi, doğuştan O`nun yapısında da mevcuttu... Ancak, yapısını oluşturan "terkip içindeki" oranı Nebilik kemâlâtını ortaya koymak için yeterli değildi!.
257. Âlim, mülk âlemine dönük meseleler ile meşguldür...Âlimin bütün meşgalesi olan madde âlemi konularının hükmü, melekût âlemine, ölümötesi yaşam âlemine geçilince son bulacaktır!. Ölümle birlikte, şeriâtın zâhirine ait tüm hükümler geçerliliğini yitirecek, ibadetler kalkacak, tüm yasaklar son bulacaktır. Dünya yaşamı için gerekli olan bu bilgilerin, insana ölümötesi yaşamı kazandıracak kadarı gereklidir elbet; ama sadece o kadarı!.
263. Bir âlimin ibâdetle meşgul olana üstünlüğü benim, en aşağı mertebede olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir. Allah, melekleri, göklerin ve yerin halkı, hatta yuvalarındaki karıncalar ve hatta balıklar, insanlara hayır öğreten kişiye duâ ederler!
267. Âlim ve vâris, tedbirin Hakk’ın takdirinin açığa çıkması olduğu müşahedesi içinde; elinden gelen tedbiri son noktasına kadar uygulayacak!.
268.
269. Yeryüzünde açığa çıkmış en muhteşem ilim Hz. Muhammed ( aleyhisselâm) Nokta" kendini seyretmek için "beyin" adı altında irsal oldu ve o "beyin"e (kalbe-şuura) ilim, "vahiy" adıyla inzal oldu! Hatta ilim, "beyin" adıyla göründü gözü olanlara! "Kimin bilincini açarsa İslâm`a, Rabbanî ilim (Nur) açığa çıkar"… "YOK"luğun âmâsından ilim nuruyla "var" olup, ilmiyle, ilmini seyretmek "NOKTA"daki şuur , yani "ilim" âlemlerin yani stringlerin hakikatidir!
270.
271. Tüm birimleri, onları oluşturan "Esmâ" sıyla hakikatleri yönünden kudret eliyle tutup hükmünü icra eden! İçe dönüklüğü yaşatan.
275. İnsanın yaşamını kâbusa döndüren duygu korku!.. Korkuyu oluşturan faktör vehim!… Aklı pasifize edip, insanın içini daraltan; endişeler uyandıran, anını hakkıyla değerlendirmesini engelleyen özellik vehim!.
281. Satürnün sert etkisi altında zaman zaman kişilerde sıkıntı olur... Bu sert tesiri hafif almanın yolu, kişinin "Elem neşrahleke sadrek"=500 zikrinden ve “Bâsıt” isminin 1800 kere tekrarlanmasından geçer.
285. Alçaltıcı. Hakikatinden uzak yaşamı oluşturucu! Evrensel boyuttaki "Esfeli sâfîliyn"i yaratıcı. "Kesret" müşahedesini oluşturan perdeliliği meydana getiren!
286.
287. Yükselten. Bilinçli birimi yatay veya dikey anlamda yükselterek hakikatini kavrama veya seyir anlamında yükselten.
297. Dilediğinde zilleti zahir kılan! Zelil eden... İzzeti meydana getiren yakınlık özelliklerini yaşatmayarak, benlikle perdelenmenin yetersizlikleri içinde aşağılanmayı aşikâr kılan!
301. Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerini her an algılamakta olan. Farkındalığı ve kavramayı yaşatan. Bunun sonucu olarak Basîr ismi özelliğini tetikleyen!
321. “ Basîr”… Algıladıklarımı değerlendiriyorum. "O" Basarla değil basiyretle görülür; çünki Basîr odur...
322.
323. «ALLAH BASÎR» dir; sınırsız - sonsuz, cüzleri olmayan, bölünmeyen, mevcut tek «DEĞERLENDİRİCİ»dir!..
324.
325. Ve «BASÎR». İdrak edici,, değerlendirici!.. Yani, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın beynine "Alim", "Basir", "Hakim", "Fettah", "Muhyi" gibi bir kısım “isimlerin frekansından impulslar” göndererek, bu yolda açılım oluşturdu!... Esasen, bu “Rabbani isimlerin frekansı”, herkes gibi, doğuştan O`nun yapısında da mevcuttu... Ancak, yapısını oluşturan "terkip içindeki" oranı Nebilik kemâlâtını ortaya koymak için yeterli değildi!.
326.
327. İki boyutlu basar (göz) yaşamı kayıtlarından çıkıp; çok boyutlu “BASÎR” olduğunu fark et!.
331. Allah gözüyle (El Basîr) âlemleri seyredip "El Hamîd" ismi işareti olan "Hamd"; "es Semî" ve "el Basîr"in özelliklerinin sonucu oluşandır. Ki bu da âlemlerin Rabbına âittir…
339. Ya Muhammedül Emin, eğer rıza gösterirsen, bir hakem olarak seçilmiş bulunuyorsun. Her ne hükme varırsan, bu hepimiz tarafından olduğu gibi kabul edilecektir..
340.
341. Ulûhiyetinin sonucu olarak açığa çıkardığı her Esmâ özelliğinin yaratış amacına göre hakkını veren. Haksızlık etmekten, zulüm etmekten münezzeh olan!
342.
343. Her birimi ne için varettiyse,ona hakketiğini veren.
344.
345. Adl, bazen halk arasında cezalandırma hâli ya da mahalli, bazen de korkutma mahalli olarak bilinir. Oysa "ADL", hakkedenin hakkını vermedir. Herkese, hakkettiği hakkını vermenin adı “Adl”dir!..
346.
347. Kim neyi hakketmiş ise, o hakkettiğini aldığı zaman adalet yerine gelmiştir.
348.
349. Halbuki, sanılır ki, herkese eşit davranmak adalettir!.. Bu yanlıştir. Hakkını, hakkettiğini vermemek zûlümdür!..
350.
351. “ Allah adl" sahibidir”, demek, herkese hakkettiğini verir demektir!..
352.
353. Herkes ne iş için varedilmiş ise; hangi ismin mânâsının açığa çıkmasına vesile olmak üzere varedilmiş ise; O ismin gereklerini hakketmiş demektir!..işte bu mânâda adalet, onun hakkettiklerini almasıdır!..
354.
355. Herkese eşit dağıtma, "eşitlik" olarak, adaleti anlayanlar, bu konuda kesinlikle büyük bir yanılgı içindedirler!.. Kâinatta "eşitlik" mevcut değildir!.. Kâinâtta "eşit" iki varlık mevcut değildir!.. Daha Dünya`ya gelişinde eşitlik, adalet diye bir olay yok ki!... Senin anladığın mânâda adalet olsun! Ama... Allah`ın "Adl" olması başka, senin anladığın adalet başka!... "ADL", hakkını vermektir!.. Kişi hangi programla hangi amaca yönelik yaratılmışsa, yapısının gereğini alır; ki bu da ona "âdil" davranılmasıdır!.. Allah adaleti budur!.. Yoksa herkese eşit dağıtılan bir şey, anlamında değil!..
356.
357. Bu konuda Hz. Ömer`in olayı meşhurdur: Beytül maldan -hazineden- insanlara birşeyler dağıtılacak.. Sorar oradakilere Hz. Ömer: -Size Allah adaletiyle mi dağıtayım, yoksa Ömer adaletiyle mi? Hz. Ömer adaletiyle meşhur!.. Ama gene de Ömer adaleti Allah adaleti yanında ne ifade eder ki?... -Allah adaleti üzere dağıt bize ya Ömer!.. demişler.. Hazreti Ömer de başlamış kimine çok, kimine az olmak üzere eline geçtiği gibi dağıtmaya!... Hemen itiraz gelmiş hepsinden: -Ya Ömer bu ne biçim dağıtmaktır?... Kimimize az, kimimize çok!.. Biz eşitlikte hata olmasın diye "ALLAH ADALETİ" istedik... Sense hepten eşitliği kaldırdın ortadan..? Hz. Ömer gülmüş: -Eğer siz Ömer adaleti isteseydiniz, ben bunu hepinize eşit taksim edecektim... Çünkü ben içinizi bilemem; neyi ne kadar hakketmiş olduğunuzu bilemem!.. Ama siz "ALLAH ADALETİ" istediniz!..
358.
359. Allah adaletinde, herkes payına ne düşerse ona razı olmak zorundadır!.. Allah, herkese, dilediği ve takdir ettiği kadarını verir; ki bu da onun "hakkettiğidir"!.. Allah herkese hakkettiği kadarını verir, ki Allah`ın "Adl sahibi" olmasının anlamı da budur!.." der..
365. Evet, hüküm, takdir işte böylece, yıldızlar adı ardındaki, Mutlak iradeden her an evrene yayılmakta; ve bu arada bizlere de ulaşarak, hükmünü icra etmektedir!... Ve bu etkileme "hidâyet" kelimesinin ihtiva ettiği "lütfu letâfetle", yani biz hiç farkında olmadan, bünyemizde en gizli "Lâtif" bir biçimde cereyan etmektedir...
369. Beş duyunun gözüyle değil, "Basîr" olarak; beş duyunun kulağıyla değil "Semî" olarak, "Lâtif, Habîr" olarak evrensel varlıkla iletişimde olabilsek!. Hiç olmazsa, yargılamadan, yorumlamadan, şartlanmasız yönelebilsek âlemlere!
370.
371. Beyin, çeşitli radyasyonlar yayar. Beynin yaydığı radyasyonların birincisi “bir tür hologramik ışınsal beden” dediğimiz veya “lâtif beden” dediğimiz “kişinin ruhu”nu oluşturmasıdır.
372.
373. Ama cennette lâtif bir yapı!. Lâtif bir yapı olması nedeniyle de her düşündüğün, tahayyül ettiğin şey anında gerçekleşiyor!.. Ve böylece, cennet hayatı onlar içinde ölümsüz olarak, ebedî olarak sonsuza dek devam eder!
374.
375. Hiç bilmez mi onu yaratan?.. O lâtîf olarak haberdardır herşeyden.
376.
377. Açığa çıkan Esmâ özelliğinin "var"lığını, "Esmâ"sıyla meydana getiren olarak, onun durumundan haberi olan. Birime, kendisinden açığa çıkanla, ne mertebede anlayışa sahip olduğunu fark ettiren!
389. Hal“Halim” ismi... zâlime hilmle, yumuşaklıkla, hoşgörüyle sakin bir hâl ile cevap verme..Öye zaman olur ki, o anda biz, karşımızdaki çok büyük şiddet gösterdiği halde, gayet sâkin ve rahat bir şekilde kalır ona yumuşaklıkla cevap veririz.îm ve Kerîm olan Allâh vardır..
390.
391. Açığa çıkmış Esmâ özelliği olan hiçbir birimin, azametini kavrayamayacağı muhteşem büyüklük.
401. Göklerin ve yerin varlığı Allâh’ındır. Dilediğini bağışlar ve dilediğine azab verir. Allâh, Gafûr’dur, Rahîm’dir.
402.
403. Çünkü Cennet ehlinin her istediği şey, anında meydana gelir. Dolayısıyla "Sabır" ismine yer yoktur Cennet`de... Cennet yaşamını yaşayan varlıkta o isme yer kalmaz!... Bunun gibi, "Gafur", "Afuv" ismi, "Fettah" ismi ve bunun gibi bir çok isim, eğer Adem Cennet`de yaşamına devam etseydi, ortaya çıkmayacaktı...
404.
405. Verdiği nimeti çoğaltmak için o nimeti değerlendirten. Birimde verilen nimeti hakkıyla değerlendirerek "daha" sına açılmayı oluşturan. "Kerîm" isminin özelliğini tetikler. Bu ismin özelliğinin kapalı kalması ise, birimi kendisine ulaşana karşı kapanmayı; o nimeti değerlendirmek yerine başka yönlere dönerek o nimetten perdelenmeyi yaşatır. Bu da " nankörlük " yani verileni değerlendirmemek olarak tanımlanır. Verilenin gerisinden mahrum kalma sonucunu doğurur. Nimetin ardı kesilir!
413. ŞÜKÜR, nimeti veren olarak görmektir! Verenin ardında bir veren düşünmek ise ŞİRK!
414.
415. Bu ilmin gereğini uygulaman, ilmi değerlendirmen demektir ki, bu da hâl ile şükür demektir!. Aksi ise nankörlüktür!… Nankörlük, değerini bilmemek veya değerlendirmemektir!.
427. EKBER : Sonsuz mânâlara sahip olmasından ileri gelen üstünlüğüyle ancak kendi kendini değerlendirebilen yüce Zât.”ALLAHÛ EKBER” :Ancak Allah,kendi sonsuz yüce vasıflarını hakkıyla değerlendirebilir; anlamında anlaşılabilir.
428.
429. Sonsuz - sınırsız olması sebebiyle, tüm varlıkta kendinden başka bir vücûd sahibi olması mümkün olmayan büyüklük!.. Evet, bir şeyden büyük değil, "büyüklük" sahibi!.
430.
431. İşte "ALLAH" ismiyle, bu sonsuz noktaları kapsayan ve her bir "nokta"dan sonsuz âlemler yaratana işaret edilmektedir ki, bu özellik "EKBER" kelimesiyle anlatılmaya çalışılmıştır.
432.
433. İşte "ALLAH" ismiyle, bu sonsuz noktaları kapsayan ve her bir "nokta"dan sonsuz âlemler yaratana işaret edilmektedir ki, bu özellik "EKBER" kelimesiyle anlatılmaya çalışılmıştır.
447. Birimselliğin devamı için yeterli olduğu gibi, birimden açığa çıkanların sonucunu yaşatan. Böylece sonsuza dek oluşumun akışını yaratmış olan!
448.
449. İhtiyaçları karşılayan ; her an her varlığın yaptığının hesabını görerek hesabına göre bir sonraki aşamaya geçirten.
450.
451. "Hasîb" ismi esmadan olarak Rububiyet mertebesinde varlığında yer almaktadır holografik gerçeklik doğrultusunda. Ötedeki tanrıya değildir hesap yani!. Hakikatindeki "ismi ALLAH olanın Melîkiyeti"ne hesap verirsin "yevmid DİN"–“DİN GÜNÜNDE”... İstersen çok asırlar sonrasına at bu “din günü”nü!.
452.
453. “ Hasib” ismi, herşeye hesapta itina gösteren diyoruz...Her şeye hesaplı bir biçimde, yani detaylarına kadar değerlendirme yaparak o nesnelerin hakkını veren anlamına geliyor bu isim. Hayatımızda yaptığımız birçok işler vardır böylesine, onu detayları ile inceler ve sonra karar veririz. İşte bu detaylarına kadar inceleyip ondan sonra karar verme, değerlendirme işi bu “Hasib” isminin mânâsının bizdeki tecellisinden başka bir şey değildir.
454.
455. Herkes, kendisinden çıkanların, düşüncesinden çıkanların sonuçlarını yaşayacak… Başına gelecekler hep kendisinden açığa çıkanların sonuçları olacak!. Bu yüzden de, “Hasîb”, yâni, yaptıklarının sonuçlarını görücü ve yaşayıcı olarak nefsin yeter, denmiştir.
456.
457. “ Hasîb”lik, gelecekte bir günde değil; her dem, yaşanmaktadır; tıpkı tüm esmâ gibi!. Öyle ise, iyi düşünmeye çalışalım ki, iyiyle karşılaşıp, iyi yaşayalım!.
458.
459. Esmâ terkibin olan Rabbin, “Hasîb” olarak her dem yaptıklarının hesabını görüyorsa ruhun bile duymadan; yarın kimden nereye sığınacaksın?
460.
461. İşte size bir örnek: "Esmâ-ül Hüsnâ" dan "el HASÎB" ismini hatırlayın… İşte "Esmâ mertebesi" nde var olan bu ismin işaret ettiği özellik , tüm "çok boyutlu tek kare" lerin, birbirinin sonucu olarak oluşmasını ve dolayısıyla birbirini izleyen bir seyir takip etmesini sağlayan, yani "sebep-sonuç" dediğimiz ilişkiyi doğuran temel özelliktir. Mikrodan makroya her birim ve yapı bir sonraki anda, bir önceki anda kendisinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşar!.. Bugünün dünün sonucudur! İster beğen, ister beğenme, istersen de pişman ol!
462.
463. HASÎB " isminin işaret ettiği anlam, sünnetullah`da " olabilirlik-ihtimal "in asla söz konusu olmadığı gerçeğidir!
469. Hazreti Ebu Bekr es Sıddık, tam manasıyla işini sağlama bağlamış insanların gönül rahatlığı içinde cevap verdi,ibnüddağine`ye: -Ya İbnüd dağine!. Ben, artık, bana vermiş olduğun himayeni sana iade edip; Aziz ve Celil olan Allah`ın himayesine iltıca ediyorum... O`na sığınıyorum...
470.
471. Öylesine cömert ki, kendisini inkâr ile açığa çıkanlara dahi sayısız nimetlerini bağışlamakta. "OKU" mak yani "İKRA" ancak O'nun keremiyle bir birimde açığa çıkabilir. Her birimin hakikatinde yer almakta.
481. Ve en güzel rakîbdir insan; yani yol arkadaşı, refakat eden anlamında. Yani buradaki anlam, insanın tüm yaşam boyunca arkadaşına uyum sağlaması, ona karşı çıkmaması, isteklerini zevkle yerine getirmesi hâliyle, Rabbine itaat etmesidir. İşte bu sebepledir ki insan, varolduğu sürece, Rabbinin tüm dilek ve arzularını yerine getirecek özelliklerle bezenmiş bir arkadaş hükmünde kulluğunu yerine getirmektedir. Bu onun ne güzel rakîb diye anılmasına vesîle olmaktadır. Ve ne güzel merkûbdur mükevvinat. İnsanın özelliklerinin âşikâr olup seyredildiği kâinat ve içindekiler ne güzel, ne mükemmeldir... Elbette burada anılan insan, birimsel anlamda insan değil, İNSAN-I KÂMİL`dir. Bir bilinç olan İNSAN-I KÂMİL`in tüm özelliklerinin ortaya çıktığı beden veya mahaldir evren ve tüm ihtiva ettikleri şeyler.
499. Hakîm olan olan Allah, her olayı bir hikmetle ve yerli yerinde olarak oluşturmaktadır; biz onu yersiz veya yanlış olarak nitelendirsek dahi!.
500.
501. "HAKÎM" ismini zikretmeniz, sizin bir süre sonra, her şeyin hikmetini, sebebini, neyin niçin olduğunu anlamanıza yol açar. Eskiden bağlantısız sandığınız, gereksiz olduğunu düşündüğünüz pek çok şeyin aslında bir sistem içinde birbiriyle bağlantılı olarak yer aldığını idrâk edersiniz.
502.
503. "HAKÎM" ismine gelince. İnkârın daima kökeninde, idrâk edememe vardır!.. Sebebi hikmetini bilemediğin, anlıyamadığın şeyi inkâr edersin. Oysa, bilsen o şeyin neden öyle olduğunu, neyin neyi nasıl meydana getirdiğini, ne yapılırsa, nasıl neyi meydana getireceğini, bütün değerlendirmen bir anda değişiverir!..
504.
505. İşte bu isim, kişide oluşların hikmetine erme kapasitesini genişleten, her şeyin ne sebeble oluştuğunu, neye yönelik olarak konduğunu farkettiren isimdir.
506.
507. Hu, Azîz’dir Hakîm’dir (hüviyet sahibi olan Zât, her ŞEYİ, bir hikmete dayalı olarak, bir sistem ve düzen içinde, oluşmasına karşı koyulmaz biçimde meydana getirendir)!. Bizim bâzı müşahedelerimize göre...
508.
509. Mutlak Hâkim, mutlaka bir amacına dönük olarak oluşturmaktadır her şeyi; ki bu da, o şeyin varoluş hikmetidir!… İyi veya kötü, bize göre! Kim, ne derse desin!
510.
511. Cazibeyi, çekim gücünü yaratan. Salt karşılıksız, çıkar beklenmeyen sevgiyi var eden. Her sevenin, sevdiğinde sevdiği gerçekliktir!
515. "VEDÛD" ismi kişide muhabbet duygusunu geliştirir. Tüm varlığa karşı sevgiyle yaklaşır. Her yerde ve şeyde Allah`ı hissedip sevmeye başlar. Dünyası sevgi olur.
516.
517. “ AŞK benim” sevilecek, öylesine sevilecek ki, uğruna herşeyden vaz geçilecek; öylesine ki, benliğinden bile vazgeçilmek sûretiyle O’nda yok olunacak varlıktır “AŞK” !. Aşk, O olduğu gibi; âşık da O’dur. Çünkü O’nun dışında vücûdu olan bir varlık yoktur!.Ve dahi mâşuk , yine kendisidir!. Sevgi, sevdiğin, seven hep O’dur!. Kim, ne zaman, nerede, neyi severse sevsin; sevdiğinin ismi ne olursa olsun, gerçekte sevilen hep O’dur!. “ Bildik ki âlemde her ne var, hep AŞK imiş”
523. Mecd sahibi, mecd, geniş lütuf ile ilgili büyük şeref ve şandır. Şu halde "Kur`an-ı mecid"; şerefi, kitapların hepsinden büyük olan, yahut mânâsını bilip kendisiyle amel edeni şereflendiren şanlı Kur`ân demek olur. " Her gün namazlarımızın son oturuşunda Efendimize salatü selam getirirken sonunu “İnneke Hamid-ün-Mecid”.
524.
525. Sürekli yeni yaşam boyutlarına dönüştüren! "Her an yeni bir şe'nde" oluşun mekanizması olarak sürekli yeni bir hâl yaşatan. Bu özelliğin insanda açığa çıkışı itibarıyla... "AMENTU"da da yerini alan "Ba'sü ba'delMevt = ölüm akabindeki diriliş" anlamındadır... "Mutlaka siz, boyutlar değiştirerek o boyutların uygun bedenlerine dönüşeceksiniz!" ( İnşikak : 19 ) âyetindeki işlev de bunu anlatır... Bedenden ve/veya bilinçten ölmek ve bunun devamı yeni bir yaşam hâline başlamak. Şu dünya (beden) yaşamımızda iken de bu bâ'slar mümkündür... Velâyet - Nübüvvet - Risâlet bâ'sları gibi! Ki, bunlarda dahi yeni bir yaşam mertebesi söz konusudur! Tohumun kabuğunu çatlatıp mahsulünü açığa çıkarması gibi, ölü ( bilkuvve - işlevsiz - nesnel ) olanı bâ's edip dirilten, demektir. Açığa çıkana, yeni yaşam ortam veya boyutuna kavuşana göre, bir önceki ortama uygun yaşam bedeni "kabir" hükmündedir... "O Saat (vefat) muhakkak gelecektir, onda hiç şüphe yoktur. Kesinlikle Allâh, kabirlerde (bedenleri içinde) olan nefsleri (bilinçleri) bâ's edecektir (varlıklarındaki Esmâ özelliğiyle yeni bir beden oluşturarak yaşamlarına devam ettirecektir)!" ( Hac: 7 )
529. İmâm-ı Gazâli, Esma-ül Hüsna şerhinde “El Bâis “ isminin mânâsını açıklarken, ``defalarca beden değiştirmek``ten bahseder.
530.
531. Yani, biyolojik beden gidecek, ruhâni beden gelecek. Ruhâni beden gidecek, nurâni beden gelecek. Veya, onun dışında başka tür bir beden gelecek. BÂİS" ismi dar manâda yeni bir bedenle varoluş gibi anlaşılır. Ve işin gerçeğini bilmeyenler tarafından da zannedilir ki, -şimdi ölücez yok olucaz; sonra kıyâmette mahşerde Allâh bizi -BÂ`S- edecek yeniden yaratılacağız! Bütüniyle İslâm öğretisi dışındaki yanlış bâtıl ilkel bir bilgidir!.
532.
533. "BÂİS" ismi her an geçerlidir ve eseri her an görülen bir isimdir. Bâ`s olayı da her an cereyan etmektedir. Ölüm meydana geldiği anda, kişi fizik bedenden kopar, biolojik bedenle bağlantısı kesilir ve hemen o anda mikrodalga bedenle "Bâ`s" olarak yaşamına kesintisiz bir şekilde devam eder. Bu hususu isteyenler, İmam-ı Gazalî`nin Esmâ-ül Hüsnâ ismiyle dilimize tercüme edilen kitabında -BÂİS- ismi açıklamasında veya -Hazreti MUHAMMED`İN ALLAH`I- isimli kitabımızın -ÖLÜMÜN İÇYÜZÜ- bahsinde tetkik edebilirler.İşte bu -Bâis- ismi zikri hem olayın kavranılmasını kolaylaştırır hem de, her anki bâ`s oluşumuzda, yâni her an yeni bir bedenle varoluşumuzda bize çok daha gelişmiş özellikler getirir.
534.
535. Varlığıyla varlığının şahidi olan. Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerinden varlığını seyredip açığa çıkanlara şehâdet eden! Şehâdet edilenin kendisinden gayrı olmadığını yaşatan.
539. "Kendinden gayrı olmadığına şehadet eden `Kendisi`dir"; lâkin gafletle zâhir kıldığında, sanır ki o, kendisi şehadet etmektedir! Oysa şehadet edebilende bunu açığa çıkartan "EŞ ŞEHÎD"dir!
540.
541. “ Şehid“, Allah inancı dolayısıyla dünya yaşamına değer vermeyip ölümü Allah için göze almış ve bedeninden geçmiş kişinin içinde bulunduğu duygusal ve düşünsel hâli ifade bâbında kullanılan bir kelimedir. Bu anlamın dışında kullanılan her yer saptırmadır.
545. Bedensel şehidlik. “ Bedensel şehitlik”, kişinin, “Allah” için bedeninden vazgeçerek, bir şekilde öldürülmek suretiyle, bedensiz kalarak ruh boyutunda yaşamaya başlamasıdır. Bunlar, aramızdan kaybolmaları ve bedenlerinin kullanılmaz hâle gelmesi itibariyle “ölü” hükmünü alırsa da bizler tarafından; gerçekte onlar “ölü” değil, ruh bedenle serbest bir şekilde o boyutta yaşamaktadırlar. Kabir âleminde değil, “berzah” yâni geçiş boyutundadırlar. Dünyada olup bitenlere de vâkıf oldukları söylenmektedir. Bunların öldüklerini bile başlangıçta fark etmedikleri anlatılmaktadır. Bu yüksek bir mertebe olmasına rağmen “velâyet” mertebesinin altındadır; çünkü bu kişide “şuursal şehidlik” oluşmamıştır; yâni, “ene” ortadan kalkmamıştır!. Oysa esas hedef hayatta, dünyada iken “ene”yi terktir! Ki, gerçek “BEN” diyen açığa çıksın… “OL” dediğinde “olsun”!.
546.
547. Şuursal şehidlik. “ Şuursal şehitlik” ise, “Zen”de, “ölürsen ölmeden, ölünce ölmezsin” cümlesiyle ifade edilen; bizim kaynağımızda “ölmeden önce öl” şeklinde ifadesini bulan; “kendini şuur boyutunda tanımak ve gereğini yaşamak” diye açıklık getirebileceğimiz olaydır. Buna “velâyet” mertebesi; yani, “Veli”si “Allah” olan; yâni, hakikatinin gerektirdiği şekilde yaşayan da denir.
548.
549. “ Kendinden gayrı olmadığına şehadet eden ‘Kendisi’dir”; lâkin gafletle zâhir kıldığında, sanır ki o, kendisi şehadet etmektedir! Oysa şehadet edebilende bunu açığa çıkartan “EŞ ŞEHÎD”dir!
550.
551. “ Yıllardır ben Hakk’ı zikrettiğimi sandım, oysa gördüm ki zikreden kendisiymiş kendini!” diyeni hatırlayalım.
552.
553. Apaçık ortada olan Mutlak Hakikat! Açığa çıkan tüm işlevlerin hakikati ve kaynağı!
557. "Hakk" isminin işâret ettiği manâlardan biri de, müşahedemize göre, "esmâül hüsna"daki tüm anlamların sahibi" anlamınadır.
558.
559. Âyetlerde geçen "B-il HAK=varlıkları Hak ile kâim" ifadesi ise, bahis konusu edilen yapıların "Allah isimlerinin işâret ettiği anlamlar ile meydana geldiğini, varlıklarını Rububiyet mertebesinden aldıklarını" anlatır!.
560.
561. Önemli olan; seni seveni-sana söveni görebilmek! Musa`da olduğu gibi, Firavun`da da Hakk`kı görebilmek!
565. Açığa çıkan her birimin işlevinin gereğini yerine getirmek için gerekeni yapan. Bunun idrakıyla kendisine tevekkül edene sahip çıkarak, onun için en hayırlı sonucu oluşturan. Hakikatindeki el Vekiyl isminin özelliğine iman eden Allâh 'ın tüm isimlerine (tüm kuvvelerine) de iman etmiş olur! Halifelik sırrının kaynağı bir isimdir!
587. Kudreti kuvveye dönüştürerek varlığın oluşmasını sağlayan ve onlardaki kuvveleri oluşturan. Melekî boyutu meydana getiren.
588.
589. “ Ey iman edenler! Nefslerinizi/kendinizi ve ehlinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan Nar’dan koruyun. Onun (o nar’ın) üzerinde çok katı–kavi, çok şiddetli–sert–acımasız, kendilerine emretiği konuda ALLAH’a asi olmayan ve emredildiklerini (mutlaka) yapan melekler (kuvveler) vardır.” (Tahrim:6)
590.
591. (Ebu Bekr`den sonra), Ömer`in gördüğü işi işleyebilecek kuvvette, kavi ve kamil bir insan görmedim...” Hz. Muhammed
592.
593. Evrendeki fizik kurallarının Büyük Patlama'nın ardından ortaya çıktığından bahsetmiştik. Bu kurallar bugün modern fiziğin kabul ettiği "dört temel kuvvet" çevresinde toplanır. Bu kuvvetler evrendeki bütün düzeni ve sistemi oluşturmak için Büyük Patlama'dan hemen sonra, ilk atom altı parçacıkların oluşumuyla birlikte ve özel olarak belirlenmiş zamanlarda ortaya çıkmışlardır. Atomlar, yani madde evreni, ancak bu kuvvetlerin etkisiyle var olabilmiş ve evrene çok düzenli bir tasarımla dağılmışlardır. Bu kuvvetler yerçekimi kuvveti olarak bildiğimiz kütle çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvettir. Bunların hepsi birbirinden farklı şiddete ve etki alanına sahiptir. Güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler sadece atomun yapısını belirlerler. Diğer iki kuvvet, yani yerçekimi ve elektromanyetizma ise, atomların arasındaki ilişkiyi ve dolayısıyla tüm maddesel objeler arasındaki dengeyi belirlerler. Güçlü nükleer kuvvet 15 Zayıf nükleer kuvvet 7,03X10-3 Yer çekimi kuvveti 5,90X10-39 Elektromanyetik kuvvet 3,05X10-12
594.
595. Tüm Efâl âlemini ayakta tutan. Metîn... Sağlamlığı oluşturan. Metanet, direnç veren!
599. 183-) Ve umliy lehüm* inne keydiy metiyn; A’RAF SÛRESİ 7-183-) İstediklerini yapmaları için süre de tanırım onlara... Muhakkak ki benim ince düzenim metîndir (pek sağlamdır).
600.
601. Zârîyat-58-) İnnAllahe HUverRezzaku ZulKuvvetil Metiyn; Muhakkak ki Allah, Rezzak’tır (rızıklandıranın ta kendisidir), Zül Kuvvet’il Metiyn’dir (Metiyn kuvvet sahibidir).
602.
603. Birimde kendi hakikatini tanıma ve gereğini yaşama özelliğini açığa çıkaran. Velâyetin ve onun kapsamındaki üst düzey yaşam özellikleri olan Risâlet ve Nübüvvetin kaynağı. Velâyetin en üst mertebesi olan Risâlet ve bir altı olan Nübüvvet kemâlâtını irsâl eden. Risâlet kemâlâtının zuhuru sonsuza dek geçerli ve işlevli iken, Nübüvet kemâlâtının işlevi yalnızca dünya yaşamında geçerlidir. Nebi, âhiret yaşamında da o kemâlâtla yaşar, ancak işlevi bitmiştir dışa dönük olarak! Risâlet işlevi ise velâyet getirisi üzere devam eder sonsuza dek, velîlerdeki gibi.
607. Nefs"in bilinç yollu hakikatını kavradıktan sonra, takdir edilen ölçüde ve dilenilen şekilde gereğini yaşama hâlidir!.. Allah isimleri arasında "VELÎ" isminin anlamının kişinin esmâ formülünde ağırlık kazanmasının sonucudur.
608.
609. Mutmainne düzeyine geldikten sonra Nefs, "Velî" adını alır... Mutmainne düzeyindeki kişi, "ilmel yakîn" düzeyindedir. Mutmainne, Fenâfillah`ın başlangıcıdır. Bireyin yaşamıyla ilgili olarak hangi kemalâtın yaşanmasına dikkat çekilmek istenmişse, orada da “veli” kelimesi kullanılmıştır.
610.
611. Velî'm (her anımda hakikatimi oluşturan isimlerinden Velî isminin anlamının açığa çıkışının farkındalığını yaşamaktayım)...
612.
613. Açığa çıkardığı evrensel kemâlâtı "Velî" ismi kapsamında açığa çıkardığı âlem sûretlerince seyredip değerlendirendir! Hamd yalnızca kendisine aittir!
619. Hamd`ın nihâyeti odur ki, kul, kendi mazharında hamd edenin Hak Teâlâ olduğunu bile; kendisinin "yok" olduğunu bile; zât, sıfat, ef`âlde kendinin bir şeyi olmadığını göre.
620.
621. Herhangi bir yaratılmışın "ALLAH"ı övebilmesi ve O`na hamd etmesi mümkün değildir. gerçekçi olup; "HAMD ALLAH`a mahsustur; biz bu konuda âciziz!" deyip, "yok"luğumuzu, "hiç"liğimizi farkedip haddimizi aşmayacağız!... Zira Allah, bilgiçlik taslayıp haddini aşanları sevmez!...
622.
623. "El Hamîd" ismi işareti olan "Hamd"; "es Semî" ve "el Basîr"in özelliklerinin sonucu oluşandır.
624.
625. ALLAH`ı ancak ALLAH değerlendirip, ALLAH`a ancak ALLAH HAMD eder!..... Size de yakışan, HAMD`ı ancak Allah`ın yapabileceğini idrak ederek, bu konuda yetersizliğinizi farketmiş bir halde haddinizi bilmektir!...
626.
627. "Lekel hamd!... Kemâ yenbağıy licelâli vechike ve liazîmi sultanik!.." “ Hamd sana aittir!... Vechinin celâlini ve saltanatının azâmetini hakkıyla değerlendirmekten âcizim!..." denir..
628.
629. Allah her şeyden zengin ve sizin ibadetinize muhtaç değildir, o kendi zatında hamîd (övgüye layık)dir. Siz gerek hamdediniz, gerek etmeyiniz, o hadd-i zatında mahmud (hamdedilen) ve hamde layık olandır. Ne yaratılmışların küfür ve günahlarıyla zarar eden, ne de şükür ve itaatleriyle menfaat görendir. Ve hamîd (övgüye layık) olduğundan dolayı sırf rahmetiyle menfaatlerinizi temin ve sizi zarardan korumak için Allah`tan gereğince korkmayı ve inkâr ve küfürden sakınmayı emreder
630.
631. Hâmid ve Mahmud, Ahmed ve Muhammed gibi yüce Peygamberimiz`in mübarek isimlerindendir. Gerçekten Makam-ı Mahmud (en yüksek şefaat makamı) bilhassa peygamberlerin sonuncusu olan Efendimiz`e va`d olunan ve onu hamd etme makamından hamd edilen (övülen) makamına yücelten yüksek bir makamdır ki, büyük şefaat makamıdır. Bu makamda "livâü`l-hamd" (sancağı) onun sağ eline teslim olunmuştur. Ahirette Makam-ı Mahmud`un bol şefaati iledir ki, Livâü`l-hamd altında toplanacak olan ümmet, Allah`a hamd etmelerinden paylarını alacak ve cennet ehlinin dualarının sonu da " Alemlerin Rabbi Allah`a hamd olsun." olacaktır. "Dualarının sonuncusu da alemlerin Rabbi Allah`a hamd olsun." sözüdür. (Yûnus, 10/10).
645. “ Mubdî mârifet” olarak anlatılmıştır.Yani isimlerin oluşturmasıyla var olan terkibsel mânâlar ve bu mânâların oluşumu; bunu bilmek ibdâ yoluyla, mânâsıyla anlatılır...
646.
647. İbda kelimesi Kuran’daki “Bedi” kelimesinden türetilmiştir. İbda’ kelimesi olmayan bir şeyi, olmayandan, imkandan yaratmaktır. Bu ibda’ aleminde yaratma, ani olur ve onda evrim, değişme yoktur.
659. “ Hiçbir şey hariç olmamak üzere her şey O’nu anar, ama siz bunu kavrayamazsınız!” hükmü apaçık dalga-bilgi bütünlüğünün uyarısıdır!. Çünkü, her şey “can”lıdır “ölü” yoktur. “Ölü” tanımının anlamı “canlı”lığını yaşamayan demektir. “Can”, “bilgi”dir! “Can” mutlaktır; “ölü” ise göresel (muzaf)!.
660.
661. Enzimlerin dahi “ can ”lı ve “ bilgi ” li olduğunu hayretle fark ettik!... Her hücredeki binlerce enzimin her birinin özel görevi olduğunu şaşkınlıkla izlemeye başladık… Örneğin, DNA’yı kesen enzimler var. Bunlar DNA’daki belli dizilimleri tanıyor, oraya bağlanıyor ve bir makas gibi DNA sarmalını o noktadan ikiye ayırıyorlar… DNA’daki “ bilgi ”, proteinde bir “ action ”a dönüşmüş oluyor… İşte böylece, DNA’daki “ bilgi ” enzimde " can " olarak ortaya nasıl çıkıyorsa; enzimlerden oluşan vücutta da, daha farklı bir düzeyde “ Can " ortaya çıkıyor!... “ Bilgi-can ”ı izliyoruz derin düşüncelere dalarak!.
667. "Mumit" isminin açığa çıkışı... "Öldürür, yani bir halden başka bir hâle dönüştürür"!... "Mumit" isminin manasının ağırlıklı olarak sûretine bürünmüş "melek" Azrail ismi ile tanınmıştır.
668.
669. "Mumit" isminin mânâsı ağırlıklı olarak mevcut olan bir bileşim kuvveden fiile çıktığı zaman, "nur" diye bahsedilen enerji boyutunda bir varlık, bir birim oluşturulmuş ve buna da "Azrail" denmiştir... ki görevi "ölüm" denen "dönüştürme" olayını oluşturmaktır...
670.
671. Esmâ âleminin kaynağı! Tüm isim özelliklerinin hayatını veren, varlığını oluşturan. Evrensel enerjinin kaynağı; enerjinin hakikati!
672.
673. Sonsuz dirilik ,canıllık sahibi. -“Efendim, biz suyun kenarında otururken, suyun “Hay Hay” ismiyle zikrettiğini duyduk
679. İnsan, gerçeği itibariyle, Allâh adıyla işaret edilenin zâtî sıfatlarıyla yaratılmış, O`nun varlığı ile kâim ve dâîm varlıktır. Allâh`ın "HAY" ismiyle işaret edilen şekilde HAYAT sıfatıyla vardır; yaşar.
680.
681. "Hay"dan gelen "HÛ"ya gider!.. Yani, "Hay" ismiyle bildiğimiz Allah`tan gelen, gene "HÛ"ya, yani O"na gider!.. Demek isterler ki, "her şey O`ndan gelir ve gene O`na döner"!.
682.
683. Hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın kendi vasıflarıyla varlığını kaîm kılan. Var olan her şey kendisiyle kaîm olan.
687. Varlıkta hükmünü icra eden "HAYY" ve "KAYYUM" Hak`kın kelâmı senden "kıyam"da açığa çıkıyordu!... Varlıkta dimdik duran, her an geçerli sistem ve düzen olan "ALLAH" hükmü senden açığa çıkıyordu..
705. Vâhid ül AHAD ... Sayısal çokluk kabul etmez TEK ! Cüzlere bölünmemiş ve cüzlerden oluşmamış; panteizm anlamına gelmeyen Bir! Çokluk kavramının düştüğü, "yok" luğa kavuştuğu, hiçbir fikir ve düşüncenin ayak basamadığı TEK!
706.
707. Vâhid-ül AHAD-üs Sameddir... Kendisinin gayrı olarak, kendisini anlayacak, idrâk edecek, değerlendirecek ve de övebilecek varlık, vücud ve özellikler sahibi ikinci bir bilinç mevcut değildir!.. ALLAH’ı ancak, ALLAH bilir... ALLAH’ı ancak ALLAH değerlendirir.... ALLAH’ı ancak ALLAH över yani metheder!.. ALLAH’a ancak ve sadece ALLAH SENÂ eder! ALLAH’a ancak ALLAH HAMD eder!
708.
709. Vâhid, Ahad, Samed isimlerinin işaret ettiği mânâları aslında TEK bir yapının özelliği olarak düşünmek gerekir. Allahapos;ın iç, dış ve gayrılık kavramlarından berî olduğunu anlatmaktadır. Bunun anlamı olarak; el-Esmâ mertebesinden meydana gelmiş her şey İlmiyle ilmini seyirden ibarettir, diye anlaşılmalıdır.
710.
711. “ Var olan yegâne varlık Vahidül Ahad olan Allah", demektir, "secde"nin manâsı...
712.
713. "Sadece bedenimle değil, şuurum, ruhum ve varlığımla sana secde ediyorum" demek için secdeye erdiğin anda, secde hâlindeyken, "var olan yegâne varlık, Vâhidül Ahad olan Allah"tır!. "O"nun dışında "biz" yokuz... diye düşünebilmek lazım.
714.
715. “ RAHMAN”dır “DATA”; esmâyı (isimlerin işaret ettiği tüm özellikleri) cem etmiştir kendisinde… “El VAHİD” isimlerin işaret ettiği özelliklerin TEK’teki varlığına işaret ederken; “Er RAHMAN”, TEK’teki sayısız özellikler mevcudiyetine işaret eder.
716.
717. Som, salt TEK! Çokluk kavramından münezzeh! Çok özelliğin birleşmesinden oluşmamış! Ve dahi sınır kavramından berî olan TEK'lik sahibi. Hiçbir şeye muhtaciyeti söz konusu olmayan TEK'illik. Hadîs-î şerîf 'te şöyle tanımlanmıştır: "Es Samedülleziy la cevfe fiyhi = Samed odur ki, onda boşluk yoktur (SOM, SALT)!"
721. "Samed" olarak, ona herhangi bir şeyin girmesinin, ya da ondan her hangi birşeyin çıkmasının mümkün olmadığı, anlaşılabildiği zaman...
722.
723. "Hiç boşluğu olmayan, eksiksiz, gediksiz, deliksiz, nüfuz edilemiyen… Bir şey girmez, bir şey çıkmaz!.. Som…" Hani som altın deriz ya; işte öyle… Yani bir diğer ifade ile "sırf"!..
733. Evreni meydana getiren "enerji" adını verdiğimiz yapı ise "Allah`ın Kudreti" diye tarif edilmiş, kudret sıfatına bağlanmıştır. Kudret sıfatı ile birlikte kendindekini açığa çıkarmaya dönük özellikler meydana gelir.
734.
735. Kudretiyle izhar ettiği tüm varlıkta iktidarı, tedbir ve tasarrufu geçerli olan mutlak - işlevsel kudret sahibi.
745. Yâ Rasûlullah, vücûd hakkında ne buyurursunuz?.. buyurdular ki: -Görmez misin ki, vücûd kadîmde kadîm, ve hâdiste hâdistir!.. Ente ilâhun ve ente me`lûhün!.. (İlahiyet ve kulluk sende biraradadır).." Yani, sen ilâhsın: Sıfâtı ilâhîye’nin sende zuhûru ve ulûhiyete mazhar olman sebebiyle; ve sen me`lûhsun, mukayyetliğinden, taayyününden ve mahlûkiyetinden ötürü."
757. Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.
765. "HU ve`l evvelü vel ahirü ve zahiru vel batın“ "O, evvel, ahir, zahir, batın`dır"
766.
767. Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.
777. Ya Gavs-ı Â`zâm... Hiç bir şeyde zâhir olmadım, insandaki zâhir oluşum gibi!.. "İsevî meşreb" olanlarda teşbih hâli, müşahedesi ağır basar. Zâhir ismi ilâhîsi müşahedelerinde ağırlıklı olduğu için, gördükleri her nesnede önce Allah`ı tesbit ederler.
778.
779. İlmi zâhir ise yaşadığımız boyutla alâkalı ilimlerin hepsidir.
780.
781. "Bİ İBADİHİ` deki "Ba" mülâbese içindir... Demek ki, ALLAH Zü`l-celâl ibadının kisve-i taayyününe bürünüp zâhir olmuştur"!..
782.
783. Hakikat-i Muhammedî" irsal olduğunda, Muhammedî hakikat zâhir oldu; Muhammed Mustafa adıyla isimlendi, dillendi, "ALLAH Rasûlüyüm" dedi …
791. Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.
792.
793. "Musevî meşreb" olanlar ise tenzih ağırlıklı müşahede hâlindedirler. "Bâtın" ismi varoluşlarında ağırlıklı olduğu için, Hak’kı her şeyin bâtınında, özünde müşahede ederler ki, bu "neyi görsek, özünde Hak`kı müşahede ederiz" cümlelerine yol açar. Elbette ki bu görüşte "Tenzih" esası ağırlık kazanır.
794.
795. İlmi bâtın ise, melekût âlemi ile ilgili ilimlerin toplu adıdır!.
796.
797. “ Bâtın”, neresinde “Zâhir”in?… “ Zâhir”, neresinde “Bâtın”ın?. “ Zâhir” ile “bâtın” arasındaki sınır nerededir? Bilelim ki, “Bâtın”ı, bir mekân olarak düşünmek, son derece yanlıştır!.. “ Bâtın”, mekân olarak, “zâhir”in ötesinde veya ardında; ya da bir başka boyutta değildir!… “ Bâtın”, gördüğünün, algılayamadığın yanıdır!.
798.
799. Kurân`ı Kerîmde "Allah" isminin geçtiği yerleri ya "Zâhir" ismi yönünden değerlendirmemiz gerekir olayı deşifre etmek için, ya da "Bâtın" isminin işaret ettiği anlam yönünden. "Allah affedicidir" dendiği zaman, kişideki açığa çıkan "affetme" özelliğinden söz edilmektedir. Bu "Bâtın" ismi yönünden bir açığa çıkış özelliğidir.
805. Sonsuz sınırsız yüce; yüceliği her şeye yaygın! Âlemlerdeki hiçbir akıl ve idrakın kapsamıyla, hiçbir fıtratın mahiyet ve yansıtıcılığıyla sınırlanmayan yücelik sahibi.
813. Hak ve hakikati algılatıp kavratarak, o birimin kendi hakikatine dönüşünü oluşturan. Tövbeyi yaşatır. Yani, birime yaptığı yanlışlardan dönmeyi ve verdiği zararları gidermeyi nasip eder. Bu isim özelliği açığa çıktığında Rahîm isminin özelliğini tetikler. Sonuçta kişinin hakikatinin getirisi olan güzellikleri ve müşahedeyi yaşatır.
819. Nasuh tövbe nasıl anlaşılmalıdır?.. İnsanın, yaptığı işin gerçekten yanlış olduğunu farkedip idrâk etmesinden sonra, bu yapmaması gereken fiîli işlemekten dolayı büyük bir pişmanlık duyması; ve bir daha o fiîli asla işlememeye karar vermesi ve bundan sonra Allâh’a karşı bu kararını itiraf ederek bağışlanma dilemesi nasuh tövbesi olur.
820.
821. Tövbe, bir büyük suçtan sonra; ortaya konulan fiîlden duyulan pişmanlık ve geri dönüş dolayısıyla yapılır. İstiğfar ise, günlük olaylar içinde, varoluş gayemizin hakkını şuûrlu bir biçimde edâ edememekten dolayı yapılan hatalı hareketlerin ardısıra özür dilemektir.
822.
823. Tövbe, genel anlamıyla, yapılan bir yanlışın farkedilerek , bundan dolayı pişmanlık duyulmasıdır.
827. “ Müferridûn’un, Aktâb’ın istiğfarı; seyrleri gereği esmâ müşâhedesindendir..yoksa, herhangibirimiz gibi, yaptığı bir yanlış fiilden dolayı değil!.Bunu çok iyi anlamak gerektir!..
828.
829. Birimdeki, hakikatini yaşamasına engel olan davranışlarının sonuçlarını yaşatan! "Züntikam" , açığa çıkanın sonucunu, hak ettiğini yaşatmaktır. Allâh, intikam almak gibi duygularla vasıflanmaktan münezzehtir! "Şedîd ül İkab" ile birlikte kullanıldığında, "Hakikatinin gereğini yaşamaya ters düşen düşünce ve davranışların sonucunu en sert ve keskin bir biçimde yaşatan" anlamına gelir.
835. Herkes, er ya da geç yaptıklarının neticeleriyle karşılaşacaktır. Ki, bu, "cezâ"dır!.. Kişinin hoş olmayan fiillerinin neticesiyle karşılaşması "müntakim" isminin mânâsının oluşturduğu bir hâldir.
836.
837. "BU SENİN FİİLLERİNİN KARŞILIĞIDIR(sonucudur)! ALLAH KULLARINA ZULMEDİCİ DEĞİLDİR." (22-10) insanın hep amellerinin (yaptıklarının) sonuçlarıyla karşılaşacağını; bunun mevcut ilâhî sistem neticesi olarak meydana geleceğini anlatmaktadır. Esasen "Muntakim" isminin mânâsı, halk arasında kullanıldığı gibi bir intikâm alma değildir. Bu isim, bir sistemin işleyişinin adıdır.
838.
839. "Muntakim" ismi, karşısındakine veya başkalarına zarar verme veya onları istismar etme gibi davranışların karşılığının, benzeri davranışlarla karşılaşmak sûretiyle ödenmesini amaç edinmiş sistemin adıdır!.. Ve bu sistem otomatik olarak çalışmaktadır.
843. Şirk dışında işlenmiş bütün suçların tövbesini kabul edip, affedendir. Şirk hâli yaşamında bu ismin özelliği açığa çıkmaz. Burada fark edilmesi önemli konu şudur. Suçun affı demek, o kişinin af öncesi yaşantısındaki kayıplarının geri kazanılması demek değildir. Geçmişin telâfisi ve kazası yoktur Sünnetullah'ta!
851. "Rauf" ismi birime izâfeten çok büyük ve geniş bağışlayıcılık olarak anlaşılır. "Rauf" isminin gerçek tecellîsi ise "Mardiyye" isimli nefs mertebesinde yaşanır. Vâhidiyet mertebesinin yaşamı olan mardiyye bilincinde, varlıktaki tüm sûretler, o bilincin organları gibidir ve tümünde tasarruf eden O bilinçtir!..
852.
853. Mülkünde dilediğini tedbir edip, hiçbir birime hesap verme kavramı olmadan dilediğini uygulayan. "De ki: 'Mülkün Mâlik'i olan Allâh'ım... Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Kesinlikle Sen her şeye Kâdîr'sin.'" ( Âl-i İmrân: 26 )
857. Madem ki, “Malik-el mülk,” yani "mülkün sahibi" Allah’tır diyorum; Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, kimse O`na karışamaz, etkileyemez, hesap soramaz!..
858.
859. Allah da “Malikel Mülk” olarak mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, yani, dilediğini dilediği amaca uygun olarak, dilediği görevle yaratır.
860.
861. İYYÂKE NA`BUDU ve iYYÂKE NES`TAIYN" âyetinin anlamına... Yani, “Mâlik-el Mülk” olman dolayısıyla başkası sözkonusu olmaksızın; "SADECE SANA KULLUK EDER ve SADECE SENDEN YARDIM BEKLERİZ"...
862.
863. “ Bu an (yevm) mülk kimindir?” “ Lillahil vahidil kahhar (Vahid ve Kahhar olan ALLAH’ındır),” gerçeğine şehâdet eder!. “Eşhedü...”yü “OKU”r!.. Seyreden Kendi olur!
864.
865. Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder!.. Sen nasıl mülkün saydığın şeyde dilediğini yapmak istiyor ve bundan engellenirsen, benim hürriyetim nerede diye