Myanmar'daki Rohingya'lardan, Suriye'deki iç savaşa, Yemen'den Türkiye'ye ve Amerika Birleşik Devletleri'ne kadar... Uluslararası Af Örgütü'nün bu seneki raporu oldukça karamsar.
Huzur dolu bir kalple bir parça ekmek, vicdan azabı ile beraber
olan zenginlikten bin kere daha iyidir.
Amenemope
Adalet ve vicdanın çokça konuşulduğu, gündem olduğu bu günlerde, 3 yıl önce yazdığım bir yazı...
How to Use Blogging and Social Media to Build A Thriving Law PracticeGood2bSocial
Tips and best practices on how to start and build a blog, create a meaningful social media presence, and implement a digital marketing strategy to support your business development efforts and help you establish and nurture relationships and generate new leads and clients.
In today’s Agent Tech Tip- Sonja Yantzer, a real estate agent at Trademark Realty in North Dakota, talks how quality leads can be more important than the quantity of leads.
Here’s Sonja: http://www.z57.com/lead-quality-vs-quantity/
Learn the fundamentals of creating an SEO strategy to support your blogging. Covering how to develop a strategy, how to plan and organize content and the must dos for developing content.
Huzur dolu bir kalple bir parça ekmek, vicdan azabı ile beraber
olan zenginlikten bin kere daha iyidir.
Amenemope
Adalet ve vicdanın çokça konuşulduğu, gündem olduğu bu günlerde, 3 yıl önce yazdığım bir yazı...
How to Use Blogging and Social Media to Build A Thriving Law PracticeGood2bSocial
Tips and best practices on how to start and build a blog, create a meaningful social media presence, and implement a digital marketing strategy to support your business development efforts and help you establish and nurture relationships and generate new leads and clients.
In today’s Agent Tech Tip- Sonja Yantzer, a real estate agent at Trademark Realty in North Dakota, talks how quality leads can be more important than the quantity of leads.
Here’s Sonja: http://www.z57.com/lead-quality-vs-quantity/
Learn the fundamentals of creating an SEO strategy to support your blogging. Covering how to develop a strategy, how to plan and organize content and the must dos for developing content.
Situación de la petroquímica mundial y sus efectos en la ArgentinaJorge Bühler-Vidal
Gas de esquistos
Proyectos
Opciones y alternativas para América Latina
Proyectos en América
EE.UU. y Canadá
México
Bolivia
Ecuador
Brasil
Perú
Argentina
Biz’ler, içinde bulunduğumuz karanlık günlerin hep birlikte, dayanışma içinde aşılacağına inananlarız.
Biz’ler, herkesin özgürlüğü için mücadele eden insanlarız.
Biz’ler, birbirleri için kaygılanan, birbirlerinin haklarına sahip çıkanlarız.
Biz’leri bir araya getiren, insana, hayvana, doğaya olan tutkulu aşkımızdır.
Biz’ler, özgürlüğe, adalete, eşitliğe, dayanışmaya... Büyük İnsanlığa inananlarız.
Biz’ler güçlünün yaydığı korkuya teslim olmayacağımızı ilan edenleriz.
Biz’ler, zulmün, baskının karşısında insanlığı savunarak barış adına dikilecek olanlarız.
Biz’ler sırt sırta, kol kola, omuz omuza vermiş, Büyük İnsanlık çağrısını dile getirenleriz.
Biz’ler Türkiye’yiz. Biz’ler HDP’yiz.
Biz’ler insanlığa yakışır bir yaşam istiyoruz.
Biz'ler “Büyük İnsanlığa evet” diyoruz.
Türkiye’nin gitmekte olduğu kutuplaşmanın Game Kudra gözünden analizi!
Geçirdiğimiz heyecanlı ve olaylı 24 günün ardından Game Kudra olarak, bu sürecin yansımalarını bir yazı diziyle analiz ettik. Bu dizinin ilk analizi: Onlar- Bunlar-Biz-Siz
Keyifli okumalar dileriz.
Situación de la petroquímica mundial y sus efectos en la ArgentinaJorge Bühler-Vidal
Gas de esquistos
Proyectos
Opciones y alternativas para América Latina
Proyectos en América
EE.UU. y Canadá
México
Bolivia
Ecuador
Brasil
Perú
Argentina
Biz’ler, içinde bulunduğumuz karanlık günlerin hep birlikte, dayanışma içinde aşılacağına inananlarız.
Biz’ler, herkesin özgürlüğü için mücadele eden insanlarız.
Biz’ler, birbirleri için kaygılanan, birbirlerinin haklarına sahip çıkanlarız.
Biz’leri bir araya getiren, insana, hayvana, doğaya olan tutkulu aşkımızdır.
Biz’ler, özgürlüğe, adalete, eşitliğe, dayanışmaya... Büyük İnsanlığa inananlarız.
Biz’ler güçlünün yaydığı korkuya teslim olmayacağımızı ilan edenleriz.
Biz’ler, zulmün, baskının karşısında insanlığı savunarak barış adına dikilecek olanlarız.
Biz’ler sırt sırta, kol kola, omuz omuza vermiş, Büyük İnsanlık çağrısını dile getirenleriz.
Biz’ler Türkiye’yiz. Biz’ler HDP’yiz.
Biz’ler insanlığa yakışır bir yaşam istiyoruz.
Biz'ler “Büyük İnsanlığa evet” diyoruz.
Türkiye’nin gitmekte olduğu kutuplaşmanın Game Kudra gözünden analizi!
Geçirdiğimiz heyecanlı ve olaylı 24 günün ardından Game Kudra olarak, bu sürecin yansımalarını bir yazı diziyle analiz ettik. Bu dizinin ilk analizi: Onlar- Bunlar-Biz-Siz
Keyifli okumalar dileriz.
8. 8
ÖNSÖZ
“2016 yılı insan onuru ve
eşitliği fikrinin, insan ailesi
kavramının, ne pahasına
olursa olsun gücü ele
geçirmek ya da elinde
tutmak isteyenlerce yayılan
suçlama, korku ve günah
keçisi yapmaya yönelik güçlü
anlatılarının şiddetli ve
amansız saldırılarına maruz
kaldığına tanık oldu.”
SALIL SHETTY, GENEL SEKRETER
2016 yılı, hükümetler ve silahlı grupların
çeşitli şekillerde insan haklarını ihlal
etmesiyle milyonlarca kişi için durmak
bilmeyen bir sefalet ve korku yılı oldu.
Suriye’nin nüfusu en fazla olan şehri Halep’in
büyük kısmında hava saldırıları ve sokak
çatışmaları ile taş taş üstünde kalmazken
Yemen’de sivillere yönelik acımasız ve şiddetli
saldırılar devam etti. Myanmar’da Rohingya
halkının giderek daha kötü hale gelen zor
durumundan Güney Sudan’da yasa dışı toplu
öldürmelere, Türkiye ve Bahreyn’de muhalif
sesleri susturmaya yönelik korkunç
baskılardan Avrupa ve ABD’nin büyük bir
kısmında nefret söyleminin giderek artmasına
kadar, 2016 yılında dünya daha karanlık ve
daha istikrarsız bir yer haline geldi.
Bu arada zorunluluk ile eylem ve retorik ile
gerçek arasındaki fark oldukça katı ve kimi
zaman sarsıcıydı. Eylül ayında mülteciler ve
göçmenler için BM zirvesine katılan ülkelerin
yıl boyunca hala boyutları ve aciliyeti büyük
olan küresel mülteci krizine yeterli düzeyde
müdahale etmek üzere mutabakata
varamaması kadar hiçbir şey bu kötü durumu
bu kadar net anlatamazdı. Dünya liderleri bu
zor işin üstesinden gelemezken 75.000
mülteci Suriye ve Ürdün arasındaki tarafsız
bölgeye sıkışıp kaldı. 2016 yılı ayrıca Afrika
Birliği’nin İnsan Hakları Yılı oldu, ancak Afrika
Birliği’nin üç üye devleti Uluslararası Ceza
Mahkemesi'nden çekileceğini bildirerek
cezalar için uluslararası hukuk çerçevesinde
hesap verebilirlik ihtimalini baltaladı. Bu
sırada Sudan hükümeti Darfur’da kendi
halkına kimyasal silahlarla saldırırken Devlet
Başkanı Ömer el- Beşir cezasızlıkla kıtada
serbest şekilde dolaşıyordu.
Siyasi düzlemde sarsıcı olaylardan belki de
en öne çıkanı Donald Trump’ın ABD Başkanı
seçilmesiydi. Trump, sık sık kadın ve yabancı
düşmanlığının öne çıktığı ayrıştırıcı
beyanlarda bulunduğu ve yerleşik sivil
özgürlükleri geriye çekeceğine ve insan
haklarına derinden zarar verecek politikalar
getireceğine söz verdiği seçim kampanyasını
takiben seçildi.
Donald Trump’ın zehirli kampanya retoriği
daha öfkeli ve daha ayrıştırıcı politikalara
yönelik küresel eğilime örnek teşkil
etmektedir. Dünyada liderler ve politikacılar,
seçmenlerin gerçek ya da üretilmiş şikayetleri
için suçu “diğerinin” üzerine yıkarak,
gelecekte elde etmek istedikleri gücü korku
ve anlaşmazlık anlatısı üzerine kurdu.
Trump’tan önceki devlet başkanı Barack
Obama CIA’nin insansız hava aracıyla
saldırılarına ilişkin gizli kampanyasının
genişletilmesi ve Edward Snowden tarafından
ifşa edilen devasa bir kitlesel gözetim aracının
geliştirilmesi de dahil olmak üzere insan
haklarını koruma konusunda birçok ağır
başarısızlığı içeren bir miras bıraktı. Ancak
başkanlık seçimini kazanan Trump ile ilgili ilk
göstergeler çok taraflı işbirliğini ciddi
derecede baltalayacak bir dış politikaya işaret
etmekte ve büyük bir istikrarsızlığın ve
karşılıklı şüphenin hakim olduğu yeni bir
çağın habercisi olmaktadır.
Geçen yılın çalkantılı olaylarını açıklamaya
çalışan kapsamlı bir anlatının kusurlu
bulunması muhtemeldir. Ancak gerçek şu ki,
2017 yılına geleceğe yönelik kaygı ve
bilinmezlikle dolu son derece istikrarsız bir
dünyada adım attık.
9. 9
Bu arka plan bağlamında, 1948 İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi'nde açıkça
ifade edilen değerlere ilişkin güvence yok
olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. İnsanlık
tarihinin en kanlı dönemlerinin birinden sonra
kaleme alınan Beyanname şu sözlerle başlar:
“İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde
bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devir
kabul etmez haklarının tanınması
hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya
barışının temeli olması...”
Bununla birlikte geçmişte alınan derslere
rağmen 2016 yılı insan onuru ve eşitliği
fikrinin, insan ailesi kavramının ne pahasına
olursa olsun gücü ele geçirmek ya da elinde
tutmak isteyenlerce yayılan suçlama, korku
ve günah keçisi yapmaya yönelik güçlü
anlatılarının şiddetli ve amansız saldırılarına
maruz kaldığına tanık oldu.
Hastanelerin kasıtlı şekilde bombalanması
Suriye ve Yemen’de rutin bir olay haline
geldiğinde, mülteciler çatışma bölgelerine
geri itildiğinde, neredeyse dünyanın yarısının
Halep için hareketsiz kalması 1994 ve
1995’te Ruanda ve Srebrenitsa’da yaşanan
benzer başarısızlıkları akıllara getirdiğinde ve
neredeyse dünyanın tüm bölgelerindeki
hükümetler muhalefeti susturmak için çok
büyük bir baskı kurmaya devam ettiğinde bu
ideallerin nasıl küçümsendiği yıl içerisinde
defalarca ortaya çıktı.
Tüm bu olayların karşısında dünyaya ve
geleceğe yönelik distopik bir resim çizmek
endişe verici şekilde kolaylaştı. Önümüzdeki
acil ve giderek daha da zorlaşan görev ise
insanlığın dayandığı bu temel değerlere
yönelik küresel bağlılıklarının yeniden
alevlendirilmesidir.
Devletlerin kendi halklarına sunduğu ve
katılımcı haklardan ve sivil özgürlüklerden
vazgeçmenin karşılığında güvenlik ve
ekonomi anlamında iyileşme sözünü veren
yeni anlaşmanın meyveleri 2016’nın en
rahatsız edici gelişmeleri arasındaydı.
Dünyanın hiçbir yerinde, muhalefete karşı,
bazısı aleni ve şiddet içeren bazısı ise daha
gizli ve saygınlık içine gizlenmiş, geniş
kapsamlı baskılardan etkilenmeyen bölge
kalmadı. Eleştirel sesleri susturma arayışı
dünyanın büyük bir bölümünde hem ölçek
hem de yoğunluk olarak artış gösterdi.
2 Mart’ta Honduras’ta yerli halk lideri Berta
Cáceres’in öldürülmesi güçlü devlet ve şirket
çıkarlarına cesurca karşı çıkan bireylerin karşı
karşıya olduğu tehlikelere örnek teşkil etti.
Amerika ve başka yerlerdeki bu cesur insan
hakları savunucuları kaynak istismarı ve
altyapı projelerinin insan ve çevre açısından
sonuçlarını gösterme çabaları sebebiyle
devletler tarafından genellikle ekonomik
kalkınmaya karşı bir tehdit olarak görülüyor.
Berta Cáceres’in yerel toplulukları ve onların
arazilerini savunmaya yönelik çalışmaları ve
en son da bir baraj önerisine karşı çalışmaları
dünya çapında takdir görmesini sağladı.
Berta Cáceres’i evinde öldüren silahlı
adamlar diğer aktivistlere, özellikle de aynı
düzeyde uluslararası tanınırlığı olmayanlara
tüyler ürpertici bir mesaj gönderdi.
Baskılar için güvenliğin öne sürülmesi tüm
dünyada yaygın hale geldi. Etiyopya’da
Oromia bölgesinde tarım arazilerinin haksız
şekilde kamulaştırılmasına karşı yapılan geniş
çaplı barışçıl protestolarda güvenlik güçleri
yüzlerce protestocuyu öldürdü ve yetkililer
binlerce kişiyi keyfi bir şekilde tutukladı.
Etiyopya hükümeti insan hakları aktivistlerine,
gazetecilere ve siyasi muhalefet üyelerine
geniş kapsamlı baskı uygulamak üzere
Terörle Mücadele Bildirisi'ni kullandı.
Temmuz ayındaki darbe girişiminden sonra
Türkiye olağanüstü hal boyunca muhalif
sesler üzerindeki baskıyı artırdı. 90.000’den
fazla kamu sektörü çalışanı “terör örgütü
bağlantısı ya da ulusal güvenliğe karşı tehdit”
iddialarına dayanarak işten çıkarılırken en az
118 gazeteci yargılanmak üzere tutuklandı ve
184 medya kuruluşu keyfi ve kalıcı olarak
kapatıldı.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da da
muhaliflere yönelik baskı yaygındı. Mısır’da
güvenlik güçleri yasaklı Müslüman Kardeşler
örgütünü desteklediği iddia edilen kişileri ve
hükümeti eleştiren ve hükümete muhalif
olanları keyfi bir şekilde tutukladı, zorla
kaybetti ve işkenceye maruz bıraktı. Bahreyn
yetkilileri eleştiride bulunanlara karşı ulusal
güvenlik suçlarından acımasızca kovuşturma
açtı. İran’da yetkililer eleştiri yapanları hapse
10. 10
mahkum etti, tüm medyada sansür uyguladı
ve hükümete ve politikalarına karşı herhangi
bir şekilde eleştiride bulunanları cezai
kovuşturmaya maruz bırakan yeni bir kanun
kabul etti.
Kuzey Kore’de hükümet iletişim teknolojisi
üzerindeki boğucu hakimiyetini artırarak
halihazırda aşırı olan baskısını daha öteye
taşıdı.
Hükümetin, sarmal haline gelen insani
krize müdahale etmek yerine eleştiri
yapanları susturmaya çalıştığı Venezüella gibi
yerlerde alınan acımasız önlemler sadece
devletin başarısızlıklarını saklamak içindi.
Doğrudan yapılan tehditlere ve saldırılara
ek olarak güvenlik adına yerleşik sivil ve siyasi
özgürlükler gizlice tahrip edildi. Örneğin,
Birleşik Krallık bir kişi hakkında mantıklı bir
şüphe olmaksızın yetkililerin dijital iletişimi ve
verileri engelleme, erişme, saklama ya da
bunlara izinsiz girme gücünü ciddi derecede
artıran Soruşturma Yetkileri Kanunu adı
altında yeni bir kanun kabul etti. Birleşik
Krallık, dünyada herhangi bir ülkeye yönelik
kitlesel gözetim için en geniş rejimlerden
birini getirerek özel hayatın gizliliğinin
tanınmadığı bir gerçekliğe adım atmış oldu.
Bununla birlikte insan hakları değerlerinin
giderek azalması, yetkililer kendi baskılayıcı
eylemlerini haklı çıkarmak amacıyla gerçek
ya da algılanan sosyal problemler için belirli
bir “ötekiyi” suçladığı zaman belki de en
tehlikeli düzeye ulaştı. Nefret dolu, ayrıştırıcı
ve insanlıktan çıkarıcı retorik insan doğasının
en karanlık içgüdülerini serbest bıraktı.
İktidarda olanlar, sosyal ve ekonomik sorunlar
için bütün sorumluluğu belirli gruplar,
genellikle etnik ya da dini azınlıklar üzerine
yıkarak özellikle Avrupa ve ABD’de ayrımcılık
ve nefret suçlarını özgür kıldı.
Bu durumun başka bir biçimi de
Filipinler'de Devlet Başkanı Rodrigo
Duterte’nin “uyuşturucuya karşı savaşı”nın
hızlanma sonucu çok sayıda kişinin hayatını
kaybetmesiyle ortaya çıktı. Başkanın halkın
önünde uyuşturucuyla ilgili suçlara karıştığı
iddia edilenlerin öldürülmesine defalarca
onay vermesini müteakiben, yasadışı
infazcıların devlet destekli şiddeti ve toplu
cinayetleri 6.000’den fazla yaşama mal oldu.
Sözde “düzen karşıtı” kişiler sosyal ya da
ekonomik hoşnutsuzluklar için elit denilen
grupları, uluslararası kurumları ve
“diğerlerini” suçlarken yanlış bir yol seçti.
İşsizlik, iş güvensizliği, giderek artan eşitsizlik
ve kamu hizmetlerindeki kayıplar gibi
faktörlerden kaynaklanan güvensizlik ve
haklarından mahrum olma hissi kolayca
suçlayacak bir günah keçisini değil,
devletlerin taahhütte bulunmasını, kaynak
sağlamasını ve politika değişikliğine gitmesini
gerektirmektedir.
Dünyada hayal kırıklığına uğramış birçok
kişinin insan haklarında cevap aramadığı
nettir. Ancak yaygın öfke ve hayal kırıklığının
altında yatan eşitsizlik ve ihmal en azından
kısmen devletlerin insanların ekonomik,
sosyal ve kültürel haklarını verememelerinden
kaynaklanmıştır.
2016’nın hikayesi bazı açılardan muazzam
zorluklar ve tehditler karşısında insanların
cesaretinin, direncinin, yaratıcılığının ve
kararlılığının da hikayesidir.
Dünyanın her bölgesi, resmi güç
yapılarının baskı kurmak üzere
kullanıldığında insanların ayaklanma ve sesini
duyurma yolları bulduğuna tanıklık etti.
Çin’de sistematik taciz ve korkutmaya
rağmen aktivistler, 1989 Tiananmen Meydanı
olayının yıl dönümünü çevrimiçi olarak
kutlamanın başka yollarını buldu. Rio
Olimpiyat Oyunlarında Etiyopyalı maraton
koşucusu Feyisa Lilesa, gümüş madalya
kazanmak üzere bitiş çizgisini geçerken
devletin Oromo halkına yaptığı zulme dikkat
çekecek bir hareketle tüm dünyada
manşetlere çıktı. Avrupa’nın Akdeniz
kıyısında gönüllüler devletlerin mültecileri
kurtarma konusundaki eylemsizliklerine ve
başarısızlıklarına boğulmakta olan insanları
sudan kendileri çıkararak fiziksel bir tepki
verdi. Afrika’daki yaygın halk hareketleri -
bazıları sadece bir yıl önce akla bile
gelemezdi - insanların hak ve adalet
taleplerini harekete geçirdi ve yönlendirdi.
Sonuçta insan haklarının sadece elitlerin
bir projesi olduğu suçlaması inandırıcı
gelmemeye başladı. İnsanların özgürlük ve
adalet içgüdüleri kolayca yok olmaz.
Ayrıştırmanın ve insanlıktan uzaklaşmanın
11. 11
hakim olduğu bu yıl boyunca bazı kişilerin,
insanlığı ve herkesin temel onurunu beyan
eden eylemleri her zamankinden daha fazla
parladı. Bu merhametli tepki, hükümet
güçleri korkunç bombardımanlar yaptıktan
sonra bile çocukları rahatlatmak ve
neşelendirmek için şehirde kalmayı seçen ve
“Halep palyaçosu” olarak adlandırılan 24
yaşındaki Anas el-Basha’da vücut buldu. 29
Kasım’da bir hava saldırısı sonucu hayatını
kaybettikten sonra ağabeyi çocukları “en
karanlık, en tehlikeli yerde” mutlu eden
kardeşini saygı ve takdirle andı.
2017’ye girerken tüm dünya istikrarsız
hissediyor ve geleceğin getirecekleri
konusunda korku duyuyor. Ancak cesur
seslere ve adaletsizliğe ve baskıya karşı
gelecek sıradan kahramanlara ihtiyaç
duyulan zamanlar bunlar. Kimse bütün
dünya ile başa çıkamaz, ancak herkes kendi
dünyasını değiştirebilir. Herkes, onur, eşitlik
ve devredilemez hakları tanımak üzere kendi
bölgesinde harekete geçerek ve böylelikle
dünyada özgürlük ve adaletin temelini atarak
insanlıktan uzaklaşmaya karşı gelebilir.
2017’nin insan hakları kahramanlarına
ihtiyacı var.
12. 12
AVRUPA VE ORTA
ASYA BÖLGESİNE
GENEL BAKIŞ
30 Kasım 2016 tarihinde “Ahmed H” isimli
Kıbrıs’ta yaşayan Suriyeli bir erkek
Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de terör
suçundan yargılandı. Ahmed H, 2015 yılı
Eylül ayında Macaristan’ın Sırbistan ile olan
sınırını aniden kapatmasının ardından polis
ve mülteciler arasındaki çatışmaları
planlamakla suçlanıyordu. Kovuşturması
hükümetin Müslüman sığınmacılarla terör
tehditlerini bir araya getirmesinde rol oynadı.
Gerçekte ise Ahmed H sadece, savaştan
zarar görmüş ülkelerinden kaçmaları için
yaşlı Suriyeli ebeveynlerine yardım etmek için
oradaydı. Arbede sırasında polise taş attığını
kabul etti, ancak esas itibariyle birçok tanığın
da doğruladığı gibi, kalabalığı yatıştırmaya
çalışıyordu. Buna rağmen suçlu bulundu ve
insan haklarına sırt çeviren bir kıtanın trajik
ve tüyler ürpertici sembolü haline geldi.
2016 yılında halk hareketleri ve mesajları
anaakım haline geldi. Bölgedeki politikacılar
yaygın hale gelen yabancılaşma ve
güvensizlik duygularından faydalandı. Birçok
hedefleri vardı: siyasi elitler, AB, göç, liberal
medya, Müslümanlar, yabancı uyruklular,
küreselleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği ve
hep var olan terör tehdidi. İktidarda, en çok
Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde başarıya
ulaştılar, ancak daha batıda düzen yanlısı
endişeli tarafların kendi düşüncelerini
desteklemeleri ve kendi politikalarından
birçoğunun öncüsü olmaları için zorladılar.
Sonuç özellikle mülteciler ve terör şüphelileri
için, ama en nihayetinde herkes için,
hukukun üstünlüğünün geniş çapta
zayıflaması ve insan haklarının yeterli
düzeyde korunamaması oldu.
Daha doğuda, uzun süredir var olan
diktatörler hakimiyetlerini güçlendirdi.
Tacikistan, Azerbaycan ve Türkmenistan’da
başkanlık süresini uzatan anayasa
değişiklikleri yapıldı. Rusya’da Devlet Başkanı
Vladimir Putin, Rusya’nın Ukrayna’ya
düzenlediği seferlerin ürettiği popülerlik
dalgasının ve uluslararası alanda yeniden
dirilen etkisinin tadını çıkarırken kendi
ülkesindeki sivil toplumu zayıflattı. Eski
Sovyetler Birliği’nde karşıt düşünce ve siyasi
muhalefet üzerindeki baskı son derece ciddi
ve sürekli olmaya devam etti.
Bölgenin en çalkantılı gelişmeleri,
güneydoğuda süregelen çatışmalarla, bir dizi
bombalama ve silahlı saldırıyla ve Temmuz
ayında yaşanan şiddetli darbe girişimiyle
sarsılan Türkiye’de yaşandı. Hükümetin insan
haklarından uzaklaşması bu gelişmelerle
birlikte önemli ölçüde hızlandı. Bir zamanlar
müttefik olarak tanımlanan ancak şimdi
düşman görülen Fethullah Gülen’i sorumlu
tutan Türkiye yetkilileri Gülen’in yarattığı geniş
hareketi ortadan kaldırmak üzere hızla
hareket etti. Çoğunun Gülenci olduğu
varsayılan yaklaşık 90.000 memur kanun
hükmünde kararnameler ile işten çıkarıldı.
İşkence ve diğer kötü muamelelere yönelik
yaygın iddialar arasında en az 40.000 kişi
yargılanmak üzere tutuklandı. Baskı artarak
darbe bağlantılarının ötesine giderken ve
diğer muhalifleri ve Kürt yanlısı sesleri de
araya karıştırırken yüzlerce medya kuruluşu
ve STK kapatıldı, gazeteciler, akademisyenler
ve milletvekilleri tutuklandı.
HAREKET HALİNDEKİ KİŞİLER
2015 yılında bir milyondan fazla mülteci ve
göçmenin deniz yoluyla gelmesinden sonra
AB üyesi ülkeler bu sayıyı 2016 yılında hızla
düşürmeye karar verdi. Ciddi ölçüde ve bir
anlamda kasıtlı olarak bu kişilerin hakları ve
refahı pahasına da olsa bu konuda başarıya
ulaştılar.
Aralık ayı sonunda yaklaşık 358.000
mülteci ve göçmen Avrupa’ya geçiş yaptı.
Orta Akdeniz rotasını seçenlerin sayısı
(yaklaşık 170.000) biraz artsa da, neredeyse
tamamen Mart ayında AB ve Türkiye arasında
gerçekleştirilen göç kontrol anlaşması
sebebiyle, Yunan adalarına gelenlerin
sayısında sert bir düşüş oldu (854.000’den
173.000’e). Uluslararası Göç Örgütü, geçen
sene denizde ölen 3.700 kişiyle
karşılaştırarak, bu sene 5.000 kişinin denizde
hayatını kaybettiğini bildirdi.
13. 13
AB’nin “mülteci krizi” olarak adlandırılan
olaya yönelik müdahalesi AB-Türkiye
anlaşmasıydı. Türkiye’ye sahil şeridinin
güvenliğini sağlaması ve Yunan adalarına
gidebilen sığınmacıların geri dönüşlerini
kabul etmesi için 6 milyar Avro teklif edildi.
Anlaşma, Türkiye’nin sığınmacılara AB’de
hakları olan korumaları sunacağına ilişkin
gerçek olmayan bir beyanı dayanak olarak
aldı. Neredeyse hiç işlemeyen sığınma
sistemi ve geçimini kıt kanaat sağlamaya
çalışan yaklaşık üç milyon Suriyeli mülteci ile
bu iddia AB’nin mültecilerin haklarını ve
hayatını kendi siyasi amaçları için göz ardı
etme isteğine gösterge oldu.
Yeni gelenlerin sayısı ortalama bir ayda
birkaç bine düşse de Yunan adalarının kabul
kapasitesi ciddi şekilde zorlanmaya devam
etti. Yılsonunda yaklaşık 12.000 mülteci ve
sığınmacı geçici merkezlerde giderek artan
aşırı kalabalık içinde, sağlıksız ve tehlikeli
koşullarda çok zor durumda kaldı. Kötü
koşullar belirli zamanlarda kamplarda
ayaklanmaları tetiklerken bazı mülteci ve
sığınmacılar aşırı sağ gruplarla ilişkili olmakla
suçlanarak bölge halkı tarafından saldırıya
uğradı. Yunanistan anakarasında yaklaşık
50.000 mülteci ve göçmen için koşullar çok
az daha iyiydi. Yılsonunda mülteci ve
sığınmacıların çoğu resmi kabul
merkezlerinde yer buldu. Bununla birlikte
çoğu merkez çadırlardan ve terk edilmiş
depolardan oluşuyordu ve birkaç günden
fazla kalmak için uygun değildi.
Yıl biterken AB-Türkiye anlaşması
uygulanmaya devam etti, ancak giderek daha
kırılgan görülüyordu. Ancak o zamana kadar,
bunun sadece ilk savunma hattı olduğu
netleşti. Avrupa’ya gelen kişileri durduracak
ikinci girişim Mart ayında Yunanistan
üzerindeki Balkan rotasının kapatılması oldu.
Makedonya ve peş peşe diğer Balkan ülkeleri
sınırlarını kapatmaları için ikna edildi ve bu
görevi yerine getirebilmeleri için farklı Avrupa
ülkelerinden sınır muhafızlarıyla desteklendi.
Hareket ilk olarak Macaristan Başbakanı
Viktor Orbán tarafından desteklendi ve onu
Avusturya izledi. Birçok AB liderine göre
Yunanistan’da sıkışıp kalan mültecilerin
sefaleti daha fazlasını gelmekten vazgeçirmek
için açıkça ödenmesi gereken bir bedeldi.
Mültecilerle ve diğer AB üye ülkeleriyle
dayanışma yapılmaması, sadece girişi
sınırlayan ve geri dönüşü hızlandıran
planlarda birleşen AB ülkelerinin çoğunun
tipik göç politikasıydı. Bu durum AB’nin en
büyük yer değiştirme planı başarısız olunca
bariz hale geldi. Az sayıdaki ülkelere gelen
çok sayıda mülteciyi kabul etme
sorumluluğunu dağıtmak amacıyla Eylül
ayında AB ülkeleri başkanları tarafından
kabul edilen plan İtalya, Yunanistan ve
Macaristan’dan 120.000 kişinin iki yılda AB
içerisinde yer değiştirmesini öngördü.
Macaristan, sınırlarını tamamen kapatmanın
daha iyi olacağını düşünüp planı reddettikten
sonra kendisine ayrılan kota Yunanistan ve
İtalya’ya yeniden tahsis edildi. Yılsonunda
Yunanistan’dan yaklaşık olarak sadece 6.000
kişinin, İtalya’dan ise 2.000’den az kişinin
yeri değiştirildi.
Yer değiştirme planı 2015 yılından başka
bir AB girişimi ile birleştirildi: “sıcak nokta
yaklaşımı”. AB Komisyonu'nun ilham verdiği
plan, yeni gelenleri tespit etmek ve parmak
izlerini almak, süratle koruma ihtiyaçlarını
değerlendirmek veya sığınma başvurularını
işleme koymak ya da gelenleri diğer AB
ülkelerine yerleştirmek veya menşe ülkelerine
geri göndermek (sadece Yunanistan’a
gelenler için, bu kişiler Türkiye’ye
gönderilecek) için geniş işlem merkezleri
öngördü. Planın yer değiştirme öğesi
başarısızlığa uğrarken, İtalya ve Yunanistan
parmak izini alma, işleme koyma ve mümkün
olduğunca çok göçmeni geri gönderme
baskısıyla karşı karşıya kaldı. Parmak izleri
elde etmek için göçmenlere yönelik keyfi
gözaltı ve toplu sınır dışı gibi kötü muameleler
de yaşandı. Ağustos ayında Darfur’dan 40
kişilik bir grup, İtalya ve Sudan polisi
tarafından Mutabakat Anlaşması'nın
imzalanmasından çok kısa bir süre sonra
Sudan’a geri gönderildi. Göçmenler, Sudan’a
vardıktan sonra, ciddi insan hakları
ihlallerinde bulunan bir kurum olan Sudan
İstihbarat ve Güvenlik Teşkilatı tarafından
sorguya çekildi.
14. 14
Mümkün olduğunca çok göçmeni geri
gönderme isteği AB’nin ve üye devletlerin
yabancı politikasının temel özelliği haline
geldi. Ekim ayında AB ve Afganistan “İleriye
Doğru Ortak Yol” adı verilen bir işbirliği
anlaşmasına imza attı. Bir yardım
konferansının ardından imzalanan anlaşma
Afganistan’ı refakatsiz küçükler de dahil
başarıya ulaşamayan Afgan sığınmacıların
(ülkede giderek artan güvensizliğe rağmen
Afganlara verilen sığınma oranları düştü) geri
dönüşünde işbirliği yapmaya zorladı.
AB yabancı politikasında göç yönetiminin
merkezi Haziran ayında Avrupa Konseyi
tarafından onaylanan “Ortaklık Çerçevesi”
adındaki başka bir belgede açık bir şekilde
yer aldı. Plan, AB kıyılarına ulaşan göçmen
sayısını düşürmeleri için yardım, ticaret ve
fonları kullanarak ülkelere baskı yapılırken
insan haklarını ihlal eden ülkelerle yapılanlar
da dahil olmak üzere sınır kontrol işbirliği ve
yeniden kabul anlaşmalarının müzakere
edilmesini öneriyordu.
Avrupa’nın göç yönetimini dışarıya taşıma
isteği sığınma imkanını ve ulusal düzeyde
ilgili yardım imkanlarını sınırlayacak
önlemlerle yakın ilişkideydi. Bu eğilim daha
önce oldukça cömert olan Kuzey Avrupa
ülkelerinde de gözlemlendi: Finlandiya, İsveç,
Danimarka ve Norveç sığınma ile ilgili
mevzuatlarında geriye götüren değişiklikler
yaptı, sonuncunun amacı ise Norveç’in
“Avrupa’daki en sıkı mülteci politikasına”
sahip olmasını sağlamaktı. Almanya’nın yanı
sıra Finlandiya, İsveç ve Danimarka
mülteciler için aile birleşmelerini sınırladı ya
da geciktirdi.
AB başlıca dış sınırlarına en yakın ülkeler
en sert önlemleri aldı. Ocak ayında Avusturya
hükümeti söz konusu yıl için 37.500 sığınma
başvurusu olduğunu duyurdu. Nisan ayında
Sığınma Kanunu'nda yapılan bir değişiklik,
çok sayıda sığınmacının gelmesi halinde
hükümete olağanüstü hal ilan etme yetkisi
verdi ve bu da sınırda başvuruların daha hızlı
işleme konmasını ve reddedilen başvuru
sahiplerinin makul bir sebep olmaksızın
derhal geri gönderilmelerini tetikledi.
Kötüleşen Avrupa sığınma sistemi
Macaristan’da en dip noktaya ulaştı. 2015 yılı
Eylül ayında Sırbistan, sınırının büyük bir
kısmına tel örgü inşa ettikten ve sığınma ile
ilgili mevzuatta değişiklik yaptıktan sonra
2016 yılında Macaristan hükümeti Sırbistan
sınırında şiddetli geri itmelerle, ülke içinde
hukuksuz gözaltılarla ve sınırda bekleyenler
için kötü yaşam koşullarıyla sonuçlanan bir
dizi önlem aldı. Macaristan hükümeti AB yer
değiştirme planını reddeden ancak sonunda
başarısız olan referandumu destekleyecek
yabancı düşmanı reklam kampanyasına
milyonlarca Avro harcarken mülteciler
ızdıraba terk edildi. AB ve uluslararası
sığınma kanunun çok sayıda ihlaline ilişkin
Avrupa Komisyonu tarafından başlatılan
işlemler yılsonunda hala karara
bağlanmamıştı.
Yunan adaları Midilli ve Sakız’daki
hıncahınç dolu kampların ve Macaristan’ın
dikenli tel örgüleri önündeki geçici
barınakların Avrupa’nın başarısız göç
politikasının sembolü olduğu gibi Avrupa’nın
bir diğer ucu Fransa’da Calais’te “orman”
kampında sığınmacıların ve göçmenlerin
artışı ve kampın Ekim ayında dağıtılması da
sembol haline geldi.
Almanya’nın önceki yıl gelen neredeyse bir
milyon kişiye sığınma sağlama ve sığınma
başvurularını işleme koymaya yönelik
etkileyici çabaları belki de Avrupa’daki
“mülteci krizine” verilen en olumlu hükümet
tepkisiydi. Genel olarak liderlerde eksik olan
dayanışmayı göstermek sıradan vatandaşlara
kaldı. Avrupa’daki sayısız kabul merkezinde
on binlerce insan mülteci ve göçmenleri
ağırlayıp destekleyerek giderek artan zehirli
göç tartışmasının başka bir yönü olduğunu da
tekrar tekrar gösterdi.
TERÖRLE MÜCADELE VE GÜVENLİK
Fransa, Belçika ve Almanya’daki şiddetli
saldırılarda yüzlerce insan hayatını kaybetti ve
birçok kişi de yaralandı. Bu kişiler silahlı
adamlar tarafından vuruldu, intihar
bombacıları tarafından öldürüldü ve yolda
yürürken kasıtlı olarak ezildi. Yaşam hakkını
koruma, insanların yaşamasını, serbestçe
hareket etmesini ve düşünmesini sağlama
Avrupa’daki hükümetler için giderek daha
çok baskı yapan bir endişe haline geldi.
15. 15
Bununla birlikte birçoğunun bu elzem
özgürlüklerin kullanılmasına ilişkin zorluğa
tepkisi, insan haklarını ve saldırı altındaki
değerleri hiçe sayan terörle mücadele
önlemleri almak oldu.
2016 yılı çok derin bir paradigma
değişikliğine tanık oldu: insanların haklarını
kullanmaları için hükümetlerin güvenliği
sağlaması gerektiği görüşünden,
hükümetlerin güvenliği sağlamak için
insanların haklarını sınırlaması gerektiğine
dair görüşe geçiş oldu. Sonucunda ise devlet
güçleri ve bireylerin hakları arasındaki sınırlar
tehlikeli bir şekilde yeniden çizildi.
En endişe verici gelişmelerden biri
devletlerin “olağanüstü halin” yürürlüğe
sokulmasını ve uzatılmasını kolaylaştırma
çabasıydı. Macaristan olağanüstü hal
durumunda kamusal toplanmalar ve hareket
özgürlüğü üzerindeki ağır kısıtlamalar ve
herhangi bir yargı kontrolü olmaksızın
varlıkların dondurulmasını da içeren ve çok
geniş bir yürütme yetkisi öngören mevzuatın
kabul edilmesine önayak oldu. Bulgaristan
Parlamentosu Temmuz ayında ilk oylamada
benzer bir dizi önlem geçirdi. Fransa 2015
Kasım ayındaki saldırıları müteakiben Aralık
ayında beşinci kez olağanüstü hali uzattı.
Olağanüstü hal ile bağlantılı yetkiler, Temmuz
ayında yeniden uzatılan olağanüstü halde
önemli ölçüde genişletildi ve bu uzatma
öncesinde yargı onayı almaksızın ev
aramalarını (bir önceki olağanüstü hal
uzatmasında kaldırılan yetki) ve çeşitli
şekillerde protestoları yasaklamak için öne
sürülen kamu güvenliği gerekçesiyle halka
açık etkinlikleri yasaklayan yeni yetkiler
getirdi. 2016 yılının Aralık ayında hükümet
tarafından yayınlanan rakamlara göre 2015
yılının Kasım ayından beri 4.292 ev araması
yapıldı ve 612 kişiye ev hapsi verildi ve bu
durum olağanüstü hal yetkilerinin orantısız
olarak kullanıldığına dair endişeleri artırdı.
Bir zamanlar istisnai olarak görülen
önlemler birçok Avrupa ülkesinde olağan
ceza kanunları içerisine yerleştirildi. Slovakya
ve Polonya’da terör şüphelilerinin suçlama
öncesi tutukluluk sürelerinin uzatılması ve
Belçika’da tüm suçlar için aynı uygulamanın
getirilmesine yönelik teklif de bu önlemler
içerisindeydi. Hollanda ve Bulgaristan’da
önceden yargı kararı olmaksızın insanların
hareket etme özgürlüğünü kısıtlayan idari
kontrol önlemleri getirmek üzere
parlamentoya teklifler sunuldu. Bu konuda
öncü olan Birleşik Krallık ve Fransa’da bazı
durumlarda ev hapsine kadar varan bu tür
kontroller, bu durumdan etkilenenlerin
yaşamları ve aileleri üzerinde zararlı etkileri
olan önlemlere etkin şekilde itiraz
edememesine yol açan gizli güvenlik
dosyalarına dayanarak uygulandı.
İfade özgürlüğü hakkı ihlal edilerek
yüzlerce insan özelikle Fransa’da genellikle
sosyal medyadaki yorumları sebebiyle terörü
yüceltme ya da savunma suçlarından
yargılandı, daha az da olsa İspanya’da da
benzer durumlar yaşandı. Yılsonunda hala
kabul edilmesi beklenen Terörle Mücadele
Hakkında AB Direktifi teklifi bu tür kanunların
yayılmasına yol açacaktır. Çok muğlak bir
ifade olan “terörü desteklemeyi” yasaklayan
teklif Almanya’da sunulurken benzer suçları
düzenleyen yasa tasarıları Belçika ve
Hollanda’da da parlamentoya sunuldu.
Ciddi bir suç faaliyetine ilişkin makul bir
şüpheye dayanmıyorsa ve bu tür faaliyetlerle
mücadeleye etkin bir katkıda bulunması için
kesinlikle gerekli değilse gizli gözetimin ve
iletişim verilerinin engellenmesinin ve
alıkonulmasının özel hayatın gizliliğini ihlal
edeceğine dair Avrupa Birliği Adalet Divanı ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
yinelediği kararlara aykırı şekilde Avrupa’daki
ülkeler gözetim yetkilerini artırdı. Her iki
mahkeme de gözetim hakkındaki ulusal
mevzuatın kötüye kullanılmaya karşı yeterli
bir garanti sunması ve mahkeme ya da
bağımsız bir yetkiliden önceden izin alınması
gerektiğini defalarca yineledi. Birleşik Krallık
Kasım ayında belki de en geniş kapsamlı
paketi getirdi ve Soruşturma Yetkileri
Kanunu'nun kabulü ile gözetim yetkilerini
hedefledi. Yaygın şekilde “snooper’s charter”
olarak adlandırılan kanun oldukça geniş ve
muğlak olarak tanımlanmış veri engelleme,
müdahale etme ve veri saklama
uygulamalarına izin verdi ve özel şirketlerin
tüm iletişim verilerini depolamasına yönelik
yeni şartlar koydu. Yeni kanun çerçevesindeki
16. 16
- hem hedeflenenler hem de toplu olarak -
tüm yetkiler bir devlet bakanı tarafından,
hepsinde olmasa da çoğu durumda
Başbakan tarafından atanan üyelerden
oluşan yarı yargısal bir organ tarafından,
incelendikten sonra verilebilecektir. Aralık
ayında AB Adalet Divanı Birleşik Krallık
gözetim mevzuatının özel hayatın gizliliğini
ihlal ettiğine karar verdi.
Birleşik Krallık’a ek olarak Avusturya,
İsviçre, Belçika, Almanya, Rusya ve Polonya
yıl içerisinde gözetimle ilgili yeni bir mevzuat
kabul etti ve çok ufak farklılıklarla birlikte tüm
bu mevzuatlar elektronik verilerin toplanması
ve depolanması ve çok geniş şekilde
tanımlanan hedef gruplar ya da şüpheli kişiler
üzerinde yargı denetimi ya da herhangi başka
bir denetim olmaksızın gözetim faaliyetleri
gerçekleştirilmesi için çok geniş yetkiler
getirdi. Hollanda ve Finlandiya’nın da
yılsonunda halen beklemede olan kanun
teklifleri mevcuttu.
AYRIMCILIK
Avrupa’da Müslümanlar ve göçmenler, terörle
mücadele yetkileriyle bağlantılı olarak, kimlik
kontrolleri de dahil düzenli emniyet
operasyonları sırasında polis tarafından ırksal
profilleme ve ayrımcılığa karşı savunmasız
kaldı.
Sıklıkla kamu kurumlarının
yükümlülüklerine ilişkin rapor hazırlamanın
da dahil olduğu şiddet içeren aşırıcılık ile
mücadele girişimleri Müslüman toplumları
yabancılaştırma ve ifade özgürlüğünü
engelleme riski oluşturdu. Bulgaristan ve
İsviçre Parlamentosu halka açık yerlerde
yüzü tamamen örten peçe giyilmesini
yasaklayan yasayı kabul etti. Yüzü tamamen
örten peçenin giyilmesini yasaklayan kanun
tasarısı yılsonunda Hollanda
Parlamentosu'nda beklerken benzer bir teklif
Almanya’da da yapıldı. Fransa’da sahil
bölgesindeki birçok belediye plajlarda
“burkini” giyilmesini yasaklamaya çalıştı.
Ayrımcı hükümler Danıştay tarafından iptal
edildi, ancak birçok belediye yine de bu
uygulamada ısrarcı oldu.
Birçok Avrupa ülkesinde sığınmacıları,
Müslümanları ve yabancı uyrukluları hedef
alan nefret suçlarında artış oldu. Almanya’da
sığınmacıların kaldıkları sığınaklara yapılan
saldırılarda ciddi bir artış yaşandı, Birleşik
Krallık’taki nefret suçları, Haziran ayında
Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılmasına ilişkin
(Brexit) referandumdan sonraki üç ay
içerisinde, bir önceki yılın aynı dönemiyle
karşılaştırıldığında, %14 oranında arttı.
Romanlar, barınma, eğitim, sağlık ve istihdam
konusunda Avrupa çapında yaygın bir
ayrımcılıkla karşılaşmaya devam etti.
Romanlar Orta Avrupa’dan ve Fransa ve
İtalya’dan zorla tahliye edilmelere karşı
savunmasız kaldı. Mahkemelerin tahliye
edilen topluluklar yararına karar vermesi
giderek artan bir eğilim olsa da kararlar bu
durumdan etkilenen bölge sakinleri için
nadiren iyileşmeye yol açtı. Çek
Cumhuriyeti’nde de olumlu gelişmeler
yaşandı. AB ihlal işlemlerinden hareketle,
özel okullarda Romanların gereğinden fazla
öne çıkarılmaması için bir dizi reform Eylül
ayında okul dönemi başlarken uygulamaya
kondu.
İstikrarsız da olsa lezbiyen, gey, biseksüel,
trans ve interseks (LGBTI) haklarında da
iyileşmeler yaşandı. Fransa, cinsiyetin yasal
olarak tanınmasına yönelik tıbbi gereklilikleri
rafa kaldıran yeni bir kanun kabul etti ve
Norveç de bireylere kendilerini
kimliklendirme hakkını verdi. Yunanistan ve
Danimarka’da da benzer prosedürler
üzerinde çalışıldı. Birçok ülke eşcinsel
çiftlerin haklarına ve tek ebeveynli evlat
edinme konularına saygıyla yaklaştı. İtalya ve
Slovenya eşcinsel partnerliği tanıyan bir
mevzuat kabul etti. Ukrayna’nın başkenti
Kiev’de 12 Haziran’da düzenlenen ve
yetkililerce desteklenip polis tarafından yoğun
şekilde korunan LGBTİ Onur Yürüyüşü
olaysız geçti. Yaklaşık 2.000 katılımcıyla
beraber Ukrayna’da türünün en büyük
etkinliği oldu.
Spektrumun karşı tarafında rızaya bağlı
eşcinsel eylemler Özbekistan ve
Türkmenistan’da ceza gerektiren suç olmaya
devam etti. Kırgızistan’da “gelenek dışı cinsel
ilişkiye” “olumlu tavır takınmayı” suç haline
getiren bir yasa tasarısı hala parlamentoda
görüşülüyordu ve eşcinsel evliliği yasaklayan
17. 17
bir anayasa değişikliği Aralık ayında
referandumda onaylandı. Ayrıca giderek daha
organize olan ve kimi zaman devlet
tarafından desteklenen muhafazakar
gruplardan da itirazlar vardı. Evlilik ve aileye
ilişkin anayasal tanımların açık bir şekilde
eşcinsel çiftleri hariç tutması için
değiştirilmesine yönelik referandum teklifleri
Gürcistan’da Devlet Başkanı tarafından
engellendi, ancak Romanya’da Anayasa
Mahkemesi tarafından parlamentoya
sunulmasına izin verildi. Bu amaçla Litvanya
Anayasası'na yönelik değişiklik teklifi Haziran
ayında, 3.000 kişinin başkent Vilnus’ta 2016
Baltık Onur Haftasını kutlamak üzere “Eşitlik
Yürüyüşüne” katılmasından sadece günler
sonra, parlamentoda gerekli olan iki
oylamadan birinde geçti.
Kadın hakları konusundaki ilerlemeler de
değişkenlik gösterdi. Giderek daha güçlü hale
gelen yasal korumalara rağmen kadına
yönelik şiddet yaygın olmaya devam etti.
Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti ve Letonya
kadına yönelik şiddeti önlemeye ve bununla
mücadeleye yönelik Avrupa Konseyi
Sözleşmesi'ni (İstanbul Sözleşmesi) imzaladı.
Sözleşme, Romanya ve Belçika’da da
onaylandı. Bununla birlikte, oldukça geriye
götüren bir hareketle, Polonya hükümeti,
ülkede yılda yaklaşık bir milyon kadın mağdur
olmasına rağmen, onaylanmasından sadece
bir yıl sonra söz konusu sözleşmeden çekilme
isteğini açıkladı. İktidar partisi cinsel hakları
ve üreme haklarını sınırladı. 3 Ekim’de
yapılan genel kadın grevini müteakiben
Polonya Parlamentosu kürtajı neredeyse
tamamen yasaklayan ve kürtaj olan kadınları
ve kürtaj olunmasına yardım eden ya da
destekleyen herkesi suçlu kabul eden yasa
tasarısını reddetti. İrlanda’da oldukça
sınırlayıcı kürtaj mevzuatının revize
edilmesine yönelik çağrılar giderek hız
kazanırken BM Çocuk Hakları Komisyonu
İrlanda’ya kürtajı yasal hale getirmesi için
çağrıda bulundu. Kürtaj, Malta’da her
koşulda suç olmaya devam etti.
İFADE, ÖRGÜTLENME VE BARIŞÇIL
TOPLANMA ÖZGÜRLÜKLERİ
Fikir ayrılığı, eleştirel fikirler ve siyasi
muhalefete baskı eski Sovyetler Birliği’nde
norm olarak kalmaya devam etti. Bu baskı
bilhassa akut olmaya devam etse de
Özbekistan, Türkmenistan ve Beyaz Rusya’da
önceki yıllardan belirgin şekilde kötü değildi.
Tacikistan ve Kazakistan’da dikkat çekici bir
kötüye gidiş yaşanırken Rusya ve Azerbaycan
uzun süredir kötüye giden eğilimin daha da
derinleştiğine tanık oldu. Rusya yanlısı medya
Ukrayna’da daha büyük saldırılara maruz
kalırken Ukrayna ve Tatar yanlısı sesler Kırım
ve Rusya’da sert bir şekilde bastırıldı.
Türkiye’de ifade özgürlüğü darbe girişimi
sonrası saldırgan bir şekilde kısıtlandı.
Balkanlar, aralarından onlarcasının hak
ihlallerini açığa çıkardıkları için davalarla ve
şiddetle karşı karşıya kaldığı araştırmacı
gazeteciler için tehlikeli bir yer olmaya devam
ederken, AB içerisinde Polonya, Macaristan
ve Hırvatistan yayın kuruluşlarını susturdu.
Rusya en eleştirel kişileri hedeflemek
üzere karalayıcı medya kampanyaları ve
“Yabancı Ajanlar Kanunu”nu kullanarak
STK’ların içinde bulunduğu durumu daha da
zorlaştırmaya devam etti. Yurtdışından
fonlanan onlarca bağımsız STK “yabancı
ajan” listesine eklendi ve toplam sayı 146’ya
çıktı. Bunların arasından 35 STK kalıcı olarak
kapatıldı. Savcılar “kanun tarafından
öngörülen görevlerden sistematik olarak
kaçınma” sebebiyle ilk ceza davasını Don
Birliği Kadınları örgütünün kurucusu ve
başkanı Valentina Cherevatenko’ya karşı açtı.
Barışçıl toplanma özgürlüğü de sıkı bir
şekilde kontrol altında tutulmaya devam etti.
Kazakistan da ilk kez STK liderlerini hedef
alan ceza kanunu hükümlerini uyguladı.
Nisan ve Mayıs aylarında yeni arazi yasasına
karşı yapılan gösterilerde onlarca
“organizatör” ve yüzlerce katılımcı gözaltına
alındı. Sosyal medyada yapılan paylaşımlar
için ifade özgürlüğünü ihlal ederek açılan
kovuşturmalarda artış yaşanırken birçok önde
gelen gazeteci “bilerek yalan bilgi
yaymaktan” ve görevi kötüye kullanmaktan
suçlu bulundu. İletişim Kanunu'nda, internet
18. 18
kullanıcılarının yetkililere iletişimi
görüntüleme ve yasadışı olduğuna karar
verdikleri içerikleri yasaklama olanağı tanıyan
"ulusal güvenlik sertifikası" yüklemelerini
gerektiren değişiklikler Ocak ayında yürürlüğe
girdi.
Tacikistan, 14 önde gelen liderinin gizli
yargılamalarla terör suçlarından uzun süreli
hapis cezasına mahkum edildiği yasaklı
muhalif Tacikistan İslami Rönesans Partisi'nin
hedef alınmasının ardından ciddi bir baskıya
tanık oldu. Ağustos ayında hükümet, Devlet
Yayın Komitesi ile tüm televizyon ve radyo
ağlarının içeriğini “düzenleme ve kontrol
etme” hakkını veren beş yıllık bir kararname
yayınladı. İnsan hakları savunucuları çok sıkı
bir gözetim altında tutulurken bağımsız
medya kuruluşları ve gazeteciler polis ve
güvenlik hizmetleri tarafından yapılan gözdağı
ve taciz ile karşı karşıya kaldı. Yetkililer
internet hizmet sağlayıcılarına belirli haber ve
sosyal medya sitelerine erişimi engellemeleri
için talimat verirken, çıkan yeni bir
kararname internet sağlayıcılarının ve
telekomünikasyon operatörlerinin hizmetlerini
devlete ait Tajiktelecomp şirketi altında yeni
ve tek bir iletişim merkezine yönlendirmesini
zorunlu kıldı.
Azerbaycan muhalif aktivistlere, insan
hakları STK’larına ve bağımsız medyaya baskı
yapmaya devam etti. Yılsonuna kadar 12
düşünce mahkumu serbest bırakıldı, ancak
14 düşünce mahkumu hapiste kaldı ve bu
kişilerin arasında Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin serbest bırakılmasına ilişkin
kararına rağmen Kasım ayında cezası
Yargıtay tarafından onaylanan Ilgar
Mammadov da bulunuyordu. Özbekistan ve
Türkmenistan ile birlikte Azerbaycan’da da
Uluslararası Af Örgütü'nün ülkeye girişi
engellendi. Kamusal protestolar ciddi şekilde
kısıtlandı, gerçekleştirilen birkaç protesto da
polis tarafından aşırı güç kullanılarak dağıtıldı
ve siyasi aktivistler bu protestoları organize
etmekten tutuklandı.
Ukrayna’da medya genel olarak serbestti,
ancak Rusya yanlısı olduğu ya da ayrılıkçı
görüşleri desteklediği düşünülen birkaç
medya kuruluşu ve özellikle yetkilileri
eleştirenler tacizlerle karşı karşıya kaldı.
Bağımsız gazeteciler işgalci Rusya
yetkililerinin ifade, örgütlenme ve barışçıl
toplanma özgürlüğünü sert bir şekilde
kısıtlamaya devam ettiği Kırım’da çalışamadı.
Kırım Tatarları da baskıyla karşı karşıya kaldı.
İfade özgürlüğü özellikle Temmuz ayındaki
darbe girişiminden sonra olağanüstü hal ilan
edilmesiyle Türkiye’de de hızla kötüye gitti.
118 gazeteci yargılanmak üzere tutuklandı ve
kanun hükmünde kararnamelerle 184 medya
kuruluşu keyfi bir şekilde ve kalıcı olarak
kapatıldı. İnternette sansür arttı ve aralarında
kadın hakları gruplarının, hukukçu
derneklerinin ve insani yardım örgütlerinin
bulunduğu 375 STK Kasım ayında çıkan bir
kanun hükmünde kararname ile kapatıldı.
CEZASIZLIK VE HESAP VEREBİLİRLİK
İşkence ve kötü muamele eski Sovyetler
Birliği’nde yaygın olmayı sürdürdü, birkaç
ülkede kanunda ufak değişiklikler yapılmaya
devam etti, ancak cezasızlık norm olmayı
sürdürdü. 2013-14 yıllarında Euromaydan
protestoları sırasında, 2013 yılında Gezi parkı
protestolarında ve 2010 yılında güney
Kırgızistan’da yaşanan etnik çatışmalar
sırasında kolluk kuvvetleri tarafından
gerçekleştirilen büyük ölçekli hak ihlalleri için
hesap verebilirlik Ukrayna'da geri plana
düştü, Türkiye’de uzak bir olasılık olmayı
sürdürdü ve Kırgızistan’da gitgide
kaybolmaya başladı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde
devam eden yasal kovuşturmalara rağmen
AB’de, ABD öncülüğündeki zanlıları başka
ülkeye nakletme programındaki suç
ortaklığına ilişkin hesap verebilirlik de uzak
bir ihtimal olarak kaldı. Yılsonunda Polonya,
Litvanya ve Romanya’daki terör şüphelilerine
yönelik hukuksuz gözaltı, işkence ve diğer
kötü muamelelere dahil olduğu gerekçesiyle
tek bir kişi bile suçlu bulunmadı.
Son on yılda gözaltı merkezlerinde
işkenceyi ortadan kaldırma konusunda kayda
değer bir gelişme gösteren Türkiye’de
başarısız darbe girişiminden sonra rapor
edilen vakaların sayısında endişe verici bir
artış yaşandı. Resmi ve gayrı resmi olarak
polis tarafından gözaltında tutulan binlerce
kişinin yanısıra rapor edilen ciddi dayak,
19. 19
cinsel saldırı, tecavüz tehdidi ve tecavüz
olayları Türkiye yetkilileri tarafından sürekli
olarak, ancak akla yatkın olmayan bir şekilde
reddedildi.
ÖLÜM CEZASI
Yılsonuna doğru Türkiye Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan geniş çaplı uluslararası
kınamaya ve Türkiye’nin Avrupa Konseyi üye
ülkesi olarak yükümlülüklerine rağmen ölüm
cezasını meclise yeniden sunacağına dair söz
verdi. Avrupa’da ölüm cezasını hala
uygulayan tek ülke olan Beyaz Rusya
hükümetin yakında ölüm cezasının
kaldırılacağına yönelik cesaret verici sözlerine
- ilk kez değil - rağmen yıl içerisinde dört
kişiyi infaz etti. Kazakistan’da bir erkek,
terörle ilgili suçlardan ölüm cezasına
mahkum edildi.
ÇATIŞMA VE SİLAHLI ŞİDDET
Kasım ayında, Ukrayna’nın doğusundaki
çatışmanın ön incelemesinde Uluslararası
Ceza Mahkemesi bunun uluslararası silahlı
çatışmaya eşdeğer olduğuna karar verdi.
Aralıklı gerçekleşen çatışmalar devam etti,
ancak genel durum askeri ve siyasi olarak
çıkmaza girdi. Donbass’taki Rusya destekli
yetkililer neredeyse tam özerklik elde etti. Yıl
sonunda Ukrayna’daki BM İnsan Hakları
Gözlem Misyonu en azından 2.000’inin sivil
olduğu yaklaşık 10.000 kişinin öldüğünü
açıkladı. Hem Ukrayna yetkilileri hem de
Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı güçler
diğer tarafa sempati beslediğinden
şüphelendikleri sivilleri “mahkum değiş
tokuşu” için kullanmak üzere hukuksuz
şekilde gözaltına aldı. Ukrayna güçleri
tarafından gizlice gözaltına alındığı bilinen
herkes yıl sonuna kadar serbest bırakıldı.
Nisan ayında Ermenistan tarafından
desteklenen Dağlık Karabağ’ın ayrılması
konusunda Azerbaycan ve Ermenistan
arasında hafif bir çatışma patlak verdi.
Çatışma dört gün sürdü ve az sayıda asker ve
sivilin ölümü, her iki tarafın karşılıklı
suçlaması ve Azerbaycan’ın küçük toprak
kazanımlarıyla sonuçlandı.
2015 yılının sonuna doğru Türkiye
yetkilileri Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile
bağlantılı grupların hendek kazmasına ve
barikatlar kurmasına karşılık olarak
Türkiye’nin güneydoğusundaki çok sayıda
kentsel alana ağır askeri operasyonlar
düzenledi. Bu operasyonlar Haziran ayında
büyük ölçüde sona erdi, ancak o zamana
kadar 24 saat süren sokağa çıkma yasakları
ve ağır silahlar dahil aşırı güç kullanımı
yüzlerce sivilin ölümüne, yerleşim
bölgelerinde geniş çaplı bir yıkıma ve yaklaşık
yarım milyon kişinin zorla yerinden
edilmesine yol açtı.
2015 yılında bozulan barış sürecinin
yeniden başlamasına yönelik herhangi bir
işaret olmazken kentsel alanların dışında PKK
ve Türkiye güçleri arasındaki çatışmalar ve
PKK’nin zaman zaman devlet binalarına
yaptığı saldırılar yıl sonunda da devam etti.
Görüşmelerin yeniden başlaması olasılığı,
Temmuz ayındaki başarısız darbe
girişiminden sonra olağanüstü hal yetkilerinin
de kullanılmasıyla, Kürt medyası, sivil toplum
ve siyasi muhalefet üzerindeki ağır baskıyla
giderek zayıfladı.
20. 20
ORTA DOĞU VE
KUZEY AFRİKA
BÖLGESİNE GENEL
BAKIŞ
2016 yılı boyunca Orta Doğu ve Kuzey
Afrika’da milyonlarca kişi acımasız devlet
baskısı ve suç ve hak ihlalleriyle her tarafta iz
bırakan dur durak bilmeyen silahlı
çatışmalarla yaşamlarının çalkantı, eziyet ve
trajedi içerisinde savrulduğuna, evlerinin ve
geçim kaynaklarının yok edildiğine tanık oldu.
Siyasi kriz ve insan hakları krizi o kadar
yoğundu ki on binlerce kişi bölgede kalmak
yerine Akdeniz’i geçmek için tehlikeli
girişimlerde bulunarak yaşamlarını riske attı.
Suriye’de beş yıldan fazla bir süredir devam
eden çatışma zamanımızın en büyük insan
kaynaklı insanlık krizine yol açtı ve Irak, Libya
ve Yemen’deki silahlı çatışmalar da sivillere
büyük zarar verdi. Silahlı çatışmalar ve baskı
çoktandır var olan çatlaklardan faydalandı ve
durumu daha da şiddetlendirdi ve siyasi ve
dini kutuplaşmayı artırarak insan haklarına
saygıyı daha da baltaladı.
SİLAHLI ÇATIŞMA
Suriye’de beş yıldan fazla bir süredir devam
eden çatışmanın insanlar açısından sonuçları
açıkçası çok büyük oldu. Suriye’deki nüfusun
maruz kaldığı ızdırabın gerçek ölçüsünü ve
boyutlarını - ölümler ve yaralanmalar, yıkım ve
ailelerin ve geçim kaynaklarının yerinden
edilmesi veya evlerin, mal varlıklarının, tarihi
alanların, dini ve kültürel simgelerin yok
edilmesi - değerlendirmek için yeterli olacak
net veya belli bir formül yoktu. Sadece
öldürülen ya da yerinden edilen insanların
sayısına ilişkin genel istatistikler ve Halep gibi
şehirlerdeki yıkım görüntüleri krizin
büyüklüğü ve yoğunluğu konusunda bir
ölçüde gösterge oldu. Yıl sonuna kadar
çatışmalar 300.000’den fazla insanın
ölümüne ve 6,6 milyonunu ülke içerisinde
yerinden edilenlerin ve 4,8 milyonunu başka
ülkelere sığınma aramak amacıyla kaçanların
oluşturduğu 11 milyondan fazla kişinin zorla
yerinden edilmesine yol açtı. Çatışmada yer
alan tüm güçler tüm tarafların sivilleri koruma
yükümlülüğünü açıkça göz ardı ederek savaş
suçları işlemeye ve diğer uluslararası insancıl
hukuk ihlallerinde bulunmaya devam etti.
Suriye hükümeti güçleri sürekli olarak varil
bombaları ya da başka patlayıcılar kullanarak
ve sivillerin yaşadığı muhalif güçlerin kontrolü
altındaki alanlara hedefi belirsiz topçu
mermileri atarak ayrım gözetmeyen saldırılar
düzenledi. Ayrıca bu gibi bölgeleri kuşatma
altında tutmaya devam ederek daha fazla
sivilin yeterli gıda ve ilaç olmadığı için
ölmelerine sebep oldular. Hükümet güçleri
hastaneleri ve diğer sağlık merkezlerini
sürekli bombalayarak sivillere ve sivil
hedeflere doğrudan saldırılar yürüttü ve bir
seferinde açıkça BM insani yardım
konvoyuna saldırdı. Suriye hükümeti ile ittifak
yapan Rusya güçleri muhalif güçler
tarafından tutulan bölgelere hava saldırıları
düzenlemeye devam ederek binlerce sivilin
ölmesine, yaralanmasına ve sivillere ait
evlerin ve altyapının tahrip edilmesine yol
açtı. Yıl biterken, hükümet ve müttefik güçler
Halep’in kontrolünü muhalif güçlerden
aldıktan sonra çatışmalar nihai bir aşamaya
ulaşmış gibi görünüyordu. Aralık ayında
Rusya ve Türkiye’nin garantörlüğünde
hükümet ve bazı muhalif güçler arasında
yapılan ateşkes anlaşması yeni barış
görüşmelerinin yolunu açmış göründü ve BM
Güvenlik Konseyi tüm Suriye’ye “hızlı, güvenli
ve engelsiz” insani yardıma izin vermeleri için
çatışmanın tüm taraflarına yaptığı çağrıyı
oybirliğiyle yineledi.
Suriye hükümetinin kontrol ettiği ya da
yeniden ele geçirdiği bölgelerde güvenlik
güçleri binlerce kişiyi gözaltına alarak ve
çoğunu ailelerine nerede olduklarına,
koşullarına ya da akıbetlerine ilişkin bilgi
vermeyi ret edip zorla kaybederek tüm
muhalefeti baskı altında tutmaya devam etti.
Gözaltındakilere yönelik işkence ve kötü
muameleler yaygın olmaya devam etti ve
sonuç olarak birçok kişi yaşamını kaybetti.
Suriye hükümetine karşı ve birbirleriyle
savaşan silahlı gruplar savaş suçları işledi ve
diğer ciddi uluslararası hukuk ihlallerinde
21. 21
bulundu. Kendilerini İslam Devleti (İD) olarak
adlandıran silahlı grup, başkent Şam’da
hükümetin kontrolündeki bölgelerde intihar
bombacısı kullanarak sivillere yönelik
doğrudan saldırılar düzenledi ve şüpheli
kimyasal maddeler kullanarak saldırılarını
artırdı, kuşatma yaptı ve kontrolü altındaki
bölgelerde kanunsuz bir şekilde insanları
öldürdü. Diğer silahlı gruplar ise Suriye
hükümetinin ya da Kürt güçlerin kontrolü
altındaki bölgeleri ayrım gözetmeyen bir
şekilde bombalayarak sivilleri öldürdü ve
yaraladı.
Orta Doğu’daki en yoksul ülke olan Yemen,
bombalar ve topçu mermileriyle ve özensiz
silahlarla ayrım gözetmeyen saldırılar
düzenleyerek ve doğrudan sivillere ve sivil
yapılara saldırarak ya da yerleşim
bölgelerinden silahlar ateşleyip sivilleri
tehlikeye atarak sivillerin yaşamlarını kasten
ihmal etmeye devam eden Yemenli ve
yabancı askeri güçler arasındaki silahlı
çatışma batağında kaldı.
Husi silahlı grubu ve Yemen’in önceki
devlet başkanı Ali Abdullah Salih’e bağlı
müttefik askeri birlikler Taiz şehrindeki
bölgeleri ayrım gözetmeksizin bombalayarak
sivillerin ölümüne ve yaralanmasına yol açtı,
gıda ve hayati önem taşıyan tıbbi
malzemelerin girişini engelleyerek insani acil
durum ortaya çıkardı. Husiler ayrıca Suudi
Arabistan’daki sivil bölgelere yönelik ayrım
gözetmeyen sınır ötesi bombalı saldırılar
gerçekleştirdi. Bu arada kendilerini Yemen’in
uluslararası alanda kabul görmüş hükümetini
yeniden kurmaya adayan Suudi Arabistan
öncülüğündeki Arap ülkeleri askeri
koalisyonu Husiler ve müttefiklerinin kontrolü
altındaki ya da kontrol etmeye çalıştığı
bölgelere aralıksız hava saldırısı düzenledi.
Saldırıların birçoğu ayrım gözetmiyordu ve
orantısızdı, diğer saldırılar ise okullar ve pazar
yerleri gibi doğrudan sivillere ve sivil bölgelere
yönelik gibi görünüyordu. Uçaktan atılan
bombalar sürekli olarak hastaneleri vurdu.
Bazı koalisyon saldırıları savaş suçlarına
eşdeğerdi. BM yılsonunda Yemen’de iki
milyondan fazla çocuğun ciddi derecede
yetersiz beslendiğini ve 18,8 milyon kişinin
insani yardıma ya da korumaya ihtiyacı
olduğunu rapor etti.
Bu sırada yüz binlerce sivil Irak’ta silahlı
çatışmaların ortasında kaldı. Çoğu Şii
paramiliter milislerden ve Sünni aşiret
savaşçılarından oluşan Irak hükümeti güçleri
ve ABD liderliğindeki uluslararası koalisyonun
hava saldırıları ve diğer askeri yardımları ile
desteklenen Kürdistan Bölgesel Yönetimine
ait güçler daha önce İD kontrolünde bulunan
Felluce'yi ve diğer şehirleri yeniden ele
geçirdi. Yılsonunda taraflar İD güçlerini Irak’ın
en büyük ikinci şehri Musul’dan çıkarmayı
amaçlayan bir saldırıya girişti. Tarafların hepsi
korkunç zalimlikler yaptı. Hükümet güçleri ve
müttefik paramiliter milisler özellikle Sünni
Arap topluluğuna karşı, yargısız infazlar, yasa
dışı ölümler, işkence ve sivillerin evlerinin
kasıtlı şekilde tahrip edilmesi gibi savaş
suçları işledi ve diğer uluslararası insancıl
hukuk ve insan hakları hukuku ihlallerinde
bulundu. Yüzlerce erkek ve erkek çocuğu
zorla kaybedildi ve önceki yıllarda hükümet
güçleri ve müttefik milislerce yakalandıktan
sonra kaybolan binlerce kişinin nerede
olduğunu ve akıbetini netleştirmek üzere
hiçbir adım atılmadı.
İD, kontrol altında tuttuğu alanlarda
kendilerine muhalif olan ya da hükümet
güçleriyle işbirliği yaptıklarından
şüphelendikleri yerel halkı infaz usulü
öldürmeye devam etti. İD savaşçıları kendi
kıyafet ve davranış kurallarına uymamakla
suçladıkları kişileri cezalandırdı, insan
kaçırdı, işkence yaptı, kırbaç ve başka zalim
cezalar verdi, Yezidi kadınları ve kız
çocuklarını seks köleliği dahil cinsel şiddete
maruz bıraktı, Yezidi tutsaklar da dahil olmak
üzere erkek çocuklara ideolojilerini telkin etti,
onları asker olarak aldı ve savaşta kullandı.
Hükümet güçleri ilerledikçe İD güçleri
sivillerin çatışma alanlarından kaçmalarını
engelledi, onları canlı kalkan olarak kullandı
ve kaçmaya çalışanları ve ailelerini silahla
vurdu. Başkent Bağdat da dahil diğer
bölgelerde İD, kalabalık pazarlarda, Şii
ibadethanelerinde ya da diğer kamuya açık
alanlarda, ayrım gözetmeyen ya da kasten
sivilleri hedef alan ve yüzlerce kişiyi öldürüp
22. 22
yaralayan intihar saldırıları ya da diğer
ölümcül saldırılar gerçekleştirdi.
Libya ise eski lider Albay Muammer el-
Kaddafi devrildikten beş yıl sonra silahlı
çatışmalar arasında kalmış ve bölünmüş bir
haldeydi. BM destekli görüşmelerden ortaya
çıkan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)
Başkanlık Konseyi ülkede gücünü konsolide
edemedi. Konseyin meşruiyetine Libya’nın
tanınmış meclisi ve bir yanda Tripoli merkezli
öte yanda Tobruk ve el-Bayda merkezli rakip
eski hükümetleri destekleyen güçler itiraz etti.
İD, başka bir yerinden edilme dalgasına yol
açan ve aylar süren savaş sonunda UMH
yanlısı güçlere karşı Sirte’deki kalesini
kaybetti. Çatışmalar her iki tarafın da savaş
suçu dahil ciddi uluslararası insancıl hukuk
ihlalleriyle devam etti. Çeşitli güçler
hastanelere saldırdı ve sivillerin ölümüne ve
yaralanmasına yol açan ayrım gözetmeyen
hava saldırıları düzenledi ve top atışları yaptı.
Haziran ayında Dünya Sağlık Örgütü çatışma
bölgelerindeki devlet hastanelerinin %60’ının
artık çalışamaz ya da erişilemez durumda
olduğunu rapor etti.
Libya’daki silahlı gruplar ve milisler insan
kaçırmaya ve mağdurları mahkum değiş
tokuşu ya da fidye için tutmaya ve kökenleri,
fikirleri ya da fark edilen siyasi ya da aşiret
bağlantıları sebebiyle sivilleri göz altında
tutmaya devam etti. İD güçleri kontrolleri
altındaki ya da çatışma içerisinde oldukları
bölgelerde yakalanan muhalif savaşçıları ve
sivilleri öldürdü. UMH ile bağlantılı olanlar da
dahil diğer güçler Tripoli, Bingazi ve diğer
bölgelerde yasa dışı öldürmeler gerçekleştirdi.
Gıda, elektrik, sağlık hizmetleri, eğitim ve
diğer hizmetlere erişim ciddi şekilde
engellendiğinden, silahlı çatışmaların içine
çekilen diğer ülkelerde olduğu gibi, Libya’daki
ölümle sonuçlanan yılların ekonomik, sosyal
ve kültürel hakların kullanılmasında yıkıcı bir
etkisi oldu.
ULUSLARARASI MÜDAHALE
Suriye, Yemen, Irak ve Libya’daki silahlı
çatışmalar yabancıların müdahalesiyle bir
ölçüde daha kötü hale geldi. Avrupalılar ve
diğer ülke vatandaşları İD için savaşmak
üzere bölgeye giderken Rusya, ABD, Türkiye,
Suudi Arabistan ve bölgedeki ve başka
yerlerdeki diğer silahlı güçler ölümcül izlerini
bıraktı.
2016 yılında Suriye’de hükümet güçleri
Lübnan, Irak ve İran’dan Şii milislerin ve
muhaliflerin elindeki bölgelerde binlerce
sivilin ölmesine ve yaralanmasına yol açan
yoğun Rus bombardımanının yardımıyla
önemli toprakları muhalif silahlı gruplardan
geri aldı. ABD liderliğinde bir askeri koalisyon
da İD’e ve Suriye ve Irak’taki diğer silahlı
gruplara karşı sonucunda sivillerin öldüğü ve
yaralandığı hava saldırıları düzenledi ve ABD
güçleri Libya ve Yemen’de saldırılar
gerçekleştirdi. Yemen’de Suudi Arabistan
öncülüğündeki askeri koalisyon, Husiler ve
diğer müttefiklerin kontrolündeki bölgelerde
yaptıkları ayrım gözetmeyen saldırılarda ABD,
Birleşik Krallık ve diğer devletlerden edindiği
uluslararası ölçekte yasaklanmış misket
bombalarını ve başka silahları kullandı ve bu
saldırılarda siviller hayatını kaybetti.
Bu sırada asil üyeleri arasındaki
bölünmelerle ciddi şekilde eli kolu bağlı olan
BM Güvenlik Konseyi uluslararası barış,
güvenlik ve sivillerin korunmasına yönelik
tehditleri ele alma işinde başarısız olmaya
devam etti. BM’nin barış görüşmelerini teşvik
etme çabalarında neredeyse hiç ilerleme
olmazken BM organları çatışmaların kuşatma
altında yaşamaya zorlanan on binlerce sivil ve
ülke içinde yerinden edilmiş ya da mülteci
olarak güvenlik isteyen milyonlarca kişi için
ortaya çıkardığı insani ihtiyaçları karşılamaya
çabaladı.
İFADE, ÖRGÜTLENME VE TOPLANMA
ÖZGÜRLÜKLERİ
Devlet yetkilileri tüm bölgede ifade,
örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüğü
haklarını haksız şekilde kısıtladı ya da
engelledi. Devletlerin çoğu kamu yetkililerine,
simgelere ya da dine yönelik eleştirel, rencide
edici ya da aşağılayıcı olduğunu düşündükleri
ya da saklamak istedikleri bilgileri açığa
çıkaran barışçıl konuşma, yazı ya da sosyal
medya ya da diğer çevrimiçi yorumlar gibi
başka ifade türlerini suç haline getiren
kanunları muhafaza etti ve uyguladı.
Bahreyn’de yetkililer insan hakları
23. 23
savunucularını “rejime karşı nefreti
körükleme” gibi suçlara dayanarak ve
Yemen’deki Suudi Arabistan bombardımanını
eleştirdikleri için yargıladı ve tutukladı, medya
kuruluşlarının Bahreyn’i ya da diğer Körfez
ülkelerini “aşağıladıkları” düşünülen
gazetecileri istihdam etmesini engelledi.
İran’da yetkililer belirsiz ve gerçek dışı
ulusal güvenlik suçlarıyla barışçıl eleştiride
bulunan birçok kişi hakkında dava açtı ve
birçok kişiyi tutukladı. Hedef alınanlar
arasında insan hakları savunucuları,
gazeteciler, avukatlar, sendikacılar,
yönetmenler, müzisyenler, kadın hakları
aktivistleri, etnik ve dini azınlık hakları
aktivistleri, ölüm cezası karşıtı kampanyacılar
vardı. Kuveyt’te yeni bir siber suç kanunu
hükümete ve yargı teşkilatına yönelik
çevrimiçi barışçıl eleştirileri 10 yıla kadar
hapis cezasıyla cezalandırdı. Başka bir kanun
ise Emir’i, Tanrı’yı ya da peygamberleri
aşağılamakla suçlayan kişilerin parlamento
üyesi olmak üzere aday olmasını engelledi.
Hükümeti eleştirenler ve gazeteciler, idari
yolsuzluk iddiasında bulunan raporlar
yayınlayan bir gazetenin yetkililerce
kapatıldığı Umman’da ve mahkemelerin
“yöneticiye bağlılığın bozulması” gibi oldukça
geniş suçlarla uzun hapis cezası verdiği
Suudi Arabistan’da tutuklandı. Ürdün’de
silahlı bir kişi, yetkililerin İslam’a yönelik
“rencide edici” kabul ettikleri bir görsel
paylaşmakla suçladığı, hiciv yapan bir
karikatüristi öldürdü; silahlı kişi daha sonra
cinayetle suçlandı.
Örgütlenme özgürlüğü hakkı bölgede
büyük ölçüde engellendi. İran, Kuveyt, Katar
ve Suudi Arabistan’ın da aralarında
bulunduğu devletler bağımsız siyasi partilere
izin vermedi. Kadın hakları için kampanya
yapanlar da dahil insan hakları grupları
birçok ülkede yetkililerce hedef alındı.
Mısır’da yetkililer işkenceden sağ kalanları ve
siyasi şiddet mağdurlarını tedavi etmekle
bilinen bir merkezin kapatılması emrini verdi,
diğer insan hakları gruplarının varlıklarını
dondurdu ve bağımsız STK’ların çalışmasını
imkansız hale getirmenin habercisi yeni bir
taslak mevzuat yayınladı. Cezayir’de hükümet
Uluslararası Af Örgütü Cezayir Şubesi’nin de
içinde olduğu yerel insan hakları gruplarını
tescillerini engellemeye devam ederek
bastırmaya çalıştı. Fas yetkilileri benzer
şekilde çeşitli insan hakları gruplarının
tescillerini engellemeye devam etti.
Bahreyn’deki yetkililer Haziran ayında liderini
2014 yılında tutukladıkları ana muhalefet
birliğini varlıklarına el koyarak askıya aldı ve
tasfiyesi için Temmuz ayında mahkeme emri
çıkardı. İran’da İranlı Gazeteciler Derneği
askıya alma kararını kaldıracağına dair 2013
seçim vaadini yerine getirmesi için devlet
başkanına başvuruda bulundu, ancak
başarısız oldu. Yetkililer İran Öğretmenler
Birliği’nin lisansını yenilemeyi reddetti ve
onun yerine üyelerinden bazılarını “yasadışı
grup üyeliği” iddiasına dayanarak tutukladı.
İran Devrim Muhafızları kadınların insan
hakları savunucularını taciz etti.
Cezayir’de yetkililer başkent Cezayir’de
yapılan tüm gösterilere yönelik 15 yıllık yasağı
sürdürdü, diğer protestoları dağıttı ve barışçıl
protestocuları tutukladı. Bahreyn’de hükümet
Manama’daki tüm gösterileri yasaklamaya
devam etti ve güvenlik güçleri ağırlıklı olarak
Şii köylerinde gerçekleştirilen protestoları
dağıtmak için aşırı güç kullandı.
Silahlı gruplar Irak, Libya, Suriye ve Yemen
de dahil olmak üzere kontrolleri altındaki
bölgelerde ifade ve örgütlenme özgürlüklerini
kısıtladı. Irak’ta kendi kendini tayin eden İD
“mahkemeleri”, “zina” için recim kararı,
sigara içen, İD’in dayattığı kıyafet kurallarına
ve diğer İD kurallarına uymayan bölge
sakinlerine yönelik kırbaçlama cezası ve
başka fiziksel cezalar verdi. Libya’daki silahlı
gruplar insan hakları savunucularını ve
gazetecileri taciz etti, kaçırdı, işkenceye
maruz bıraktı ve öldürdü.
ADALET SİSTEMİ
Bölgedeki güvenlik güçleri, genellikle belirsiz
ve çok geniş hazırlanmış kanunları kullanarak
hükümeti eleştirenleri ve muhalifleri ya da
öyle olduğu şüphelenilen kişileri keyfi şekilde
tutukladı ve gözaltına aldı. Suriye’de birçok
tutuklu hükümet güçleri tarafından gözaltına
alındıktan sonra zorla kaybedildi. Mısır ve
Birleşik Arap Emirlikleri’nde tutuklular sık sık
zorla kaybedilmeyle karşı karşıya kaldı, dış
24. 24
dünya ile ilişkileri kesildi, hukuki korumadan
mahrum bırakıldı ve mahkemelerin
duruşmalarda onları suçlu bulmak için
kullandığı “itiraflara” zorlamak için işkence
gördü. Yargılama olmaksızın tutukluluk yaygın
olarak kullanıldı: İsrailli yetkililer süresiz
olarak yenilenebilir idari gözaltı emirleri
çerçevesinde yüzlerce Filistinliyi tutuklu
olarak tutarken Ürdünlü yetkililer, suçlama ya
da duruşma olmadan bir yıla kadar gözaltı
süresine imkan veren 1954 yasası
çerçevesinde binlerce kişiyi göz altında
tutmaya devam etti.
Tutuklulara yönelik işkence ve diğer kötü
muameleler özellikle Bahreyn, Mısır, İran,
Irak, İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları,
Libya, Suudi Arabistan, Suriye ve Birleşik
Arap Emirlikleri’nde yaygın olmaya devam
etti. Dayak, elektrik şoku, uykudan mahrum
etme, stres pozisyonları, ayak ya da el
bileklerinden uzun süre asılı tutma ve
tutuklulara ve sevdikleri kişilere yönelik
tehditler yaygın işkence yöntemleri
arasındaydı. Tunus’ta yeni bir Ceza Usulü
Kanununun (terör şüphelileri dışındaki)
tutuklular için tedbirleri iyileştirmesine ve
2013’te oluşturulan yeni bir ulusal koruyucu
kurumun yavaş yavaş şekillenmeye
başlamasına rağmen işkenceye dair yeni
raporlar geldi.
Ulusal yargı sistemlerinin birçoğuna nüfuz
eden “itiraf kültürü” ile birlikte yargı
bağımsızlığında devam eden eksiklik,
mahkemelerin uluslararası adil yargılama
standartlarını uygulayan bağımsız hakemler
yerine sadece hükümetin baskı aracı olarak
hareket etmelerine sebep oldu. Mısır, İran,
Irak, Suudi Arabistan, Suriye ve Birleşik Arap
Emirlikleri’ndeki mahkemeler, ölüm
cezalarının da söz konusu olduğu, özellikle
sanıkların ulusal güvenlik ya da terörle
bağlantılı suçlarla karşı karşıya olduğu
davalarda hiçbir zaman adil yargılama
yapamadı. Bahreyn’de yetkililer önemli din
adamlarının ve terörden suçlu bulunan birçok
davalının vatandaşlığını iptal eden kararlar
almak üzere mahkemeleri kullandı ve bu
durum bazılarının sınır dışı edilmesine ve
bazılarının da vatansız kalmasına yol açtı.
Suudi Arabistan’daki mahkemeler yüzlerce
defa kırbaçlamanın da aralarında olduğu
zalim cezalar uygulamaya devam ederken
İran’daki mahkemeler davalılara kırbaçlama,
el ve ayak parmaklarının kesilmesi ve kör
etme gibi cezalar verdi.
MÜLTECİLER, ÜLKE İÇİNDE YERİNDEN
EDİLEN KİŞİLER VE GÖÇMENLER
Bölgede milyonlarca kişi silahlı çatışmalardan
veya diğer türlü şiddetten, siyasi baskıdan ya
da ekonomik krizden kaçmaya çalışmak için
hareket halindeydi. Mülteciler ve sığınmacılar,
kendi ülkelerinde yerinden edilen kişiler ve
bölgeden ya da başka yerlerden gelen
göçmenler bu hareket halindeki kişiler
arasındaydı. Bunların çoğu çocuktu ve
bazıları refakatsiz ve özellikle insan
kaçakçılığına, cinsel istismara ve başka
sömürü ve istismar şekillerine karşı
savunmasızdı.
Suriye’de ve diğer bölgelerdeki silahlı
çatışmalar bölgedeki ve bölgenin dışındaki
diğer ülkeleri de ciddi derecede etkilemeye
devam etti. BM Mülteci Ajansı BMMYK’ya
göre Lübnan Suriye’den gelen 1 milyondan
fazla mülteciye ev sahipliği yaparken Ürdün
650.000’den fazla mülteci kabul etti. Bu
başlıca ev sahibi ülkeler, Avrupa ve diğer
ülkelerin sunduğu istikrarsız insani yardımlar
ve mülteciler için ciddi ölçüde yetersiz
yeniden yerleştirme imkanları arasında, çok
sayıda mültecinin gelmesiyle ortaya çıkan ek
ekonomik ve sosyal ihtiyaçları ve diğer başka
ihtiyaçları karşılamaya çabaladı. Başlıca ev
sahibi ülkeler yeni gelişleri engellemek için
sınır kontrollerini sıkılaştırdı ve bu sebeple
çatışmadan kaçan binlerce insan sınırın
Suriye tarafında tehlikeli koşullara mahkum
oldu. Lübnan yetkilileri bazı sığınmacıları
zorla Suriye’ye geri gönderdi ve Türkiye
yetkilileri sığınma arayışındaki insanları
kitlesel olarak zorla geri gönderdi ve
hukuksuz olarak geri itti. Uluslararası
platformda endişelerin ifade edilmesine
rağmen Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği
Konseyi'ndeki ülkeler bölgenin silahlı
çatışmalarından kaçan birkaç mülteciyi kabul
etti; bazıları uluslararası insani yardım için
mali destek verdi.
25. 25
Ev sahibi ülkelerde mülteciler ve
sığınmacılar genellikle güvensiz ve yoksul
koşullarda yaşadı, istihdam edilmedi ve
geçerli belgeleri olmadığı için tutuklanma
tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Libya’da
sığınmacılar ve mültecilerle birlikte Sahra altı
Afrika’dan gelen mülteciler de dahil düzensiz
şekilde ülkeye giren ya da ülkede kalan
yabancı vatandaşlar ciddi bir baskı ile karşı
karşıya kaldı. Binlerce kişi kontrol
noktalarında ve baskınlarda yakalandı ve hem
devlet tarafından idare edilen hem de
milislerce kontrol edilen gözaltı merkezlerinde
kötü koşullar altında belirsiz bir süre için
hapsedildi. Bazı kişiler insan kaçakçıları
tarafından fidye, sömürü ve cinsel şiddet için
kaçırıldı. Bu ve diğer “itme” faktörleri on
binlerce kişinin genellikle sabıkalı insan
kaçakçılarına para verip Türkiye ve Libya
sahillerinden ya da başka sahillerden kalkan
dayanıksız aşırı kalabalık teknelerle Akdeniz’i
geçmek için faydasız girişimlerle hayatlarını
tehlikeye atarak başka yerlerde sığınma
aramasına yol açtı. Binlercesi belirsiz bir
gelecekle karşılaştıkları Avrupa’ya ulaşırken
aralarında çocukların da olduğu binlerce kişi
de boğularak hayatını kaybetti.
Bölgenin başka yerlerinde birçoğu
Asya’dan gelen göçmen işçiler sömürüye ve
hak ihlallerine maruz kalmaya devam etti.
Göçmen işçilerin nüfusun çoğunluğunu
oluşturduğu ve işlerinin ulusal ekonomilere
zemin teşkil ettiği Kuveyt, Katar ve Birleşik
Arap Emirlikleri’nde kısıtlayıcı sponsorluk
politikaları işçileri işverenlere bağlamaya
devam etti ve bu durum göçmen işçilerin
savunmasızlığını arttırdı. Suudi Arabistan’da
hükümet inşaat ve diğer projeler için
harcamalarda kesintiye gittikten sonra birçok
göçmen aciz duruma düştü. Çoğunluğu
kadın olan göçmen ev işçileri, devlet
yetkililerinin temel iş kanunu tedbirlerini hala
ev hizmetlerine yönelik istihdamı kapsayacak
şekilde genişletememesinden dolayı, özellikle
işverenleri tarafından cinsel ve diğer fiziksel
ve psikolojik istismar ve zorla çalıştırma gibi
hak ihlallerine karşı savunmasız hale geldi.
Ürdün’de ev işçisi olarak istihdam edilen
yaklaşık 80.000 kadın göçmen, iş kanunları
korumasının dışında bırakıldı ve yerel bir işçi
hakları grubuna göre şiddet ve sömürü
tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
KADIN HAKLARI
Bölgenin tamamında kadınlara ve kız
çocuklarına kanun önünde erkeklerle eşit
statü verilmedi ve kadınlar ve kız çocukları
cinsel şiddet ve “namus” adı altında işlenen
cinayetler de dahil toplumsal cinsiyete dayalı
şiddete maruz kaldı. Yetkililerin, kadınların
motorlu taşıt kullanmalarını yasaklamayı
sürdürdükleri Suudi Arabistan’da erkek
“vesayet” kanunları kadınların hareket etme,
yüksek eğitim alma ve istihdam özgürlüklerini
sınırladı.
Evlilik, boşanma, çocuğun velayeti ve
miras konularında kadına yönelik ayrımcılık
yapan aile hukuku yaygın olmaya devam etti
ve birçok ülkede kanunlar kadınları cinsel
şiddetten koruyamadı ve hatta - örneğin,
erken ve zorla evliliği ve evlilik içi tecavüzü
suç saymayarak ve tecavüzcülerin
mağdurlarla evlenerek kovuşturmadan
kaçmasına olanak sağlayarak - bunu daha da
kolay hale getirdi. Bahreyn ve Ürdün’deki
yetkililer tecavüzcülere yönelik bu hükmü
ceza kanunlarından çıkarmak ya da
sınırlamak için yıl boyunca gereken adımları
attı. Kadına yönelik şiddetle mücadeleye dair
kanun tasarılarının Fas ve Tunus’ta da
yasalaşmaya doğru gitmesi de bir diğer
olumlu gelişmeydi. Ancak diğer devletlerde
kanunlar, kadına yönelik şiddet ve cinayet
gibi suçlar için, eğer failler “aile şerefi” için
yapmışlarsa, daha az cezalar öngörmeye
devam etti ya da kadınları tecavüzü rapor
ettikleri için cezai kovuşturmaya tabi tuttu. Bu
kanunlar kadına ve kız çocuklarına yönelik
üst seviyelerdeki ev içi şiddeti potansiyel
olarak hem kolaylaştıran hem de gizleyen
koşulları devam ettirdi.
Kadın hakları aktivistleri İran’da İstihbarat
Bakanlığı ve Devrim Muhafızları yetkilileri
tarafından tutuklama, hapis cezası ve tacizle
karşı karşıya kaldı ve yetkililer sürekli olarak
taciz, şiddet, keyfi tutuklama ve kıyafet
sebebiyle gözaltına alınmadan muzdarip olan
kadınlar üzerinde zorla “peçe” kanunlarını
uygulamak için “ahlak polislerini” kullandı.
Bu arada Dini Liderin kadınların ev kadını ve
26. 26
çocuk doğuran kişi olarak “geleneksel”
rollere daha fazla uymalarına yönelik çağrısını
dikkate alan kanun tasarıları kadınların cinsel
sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine erişimini
de azalttı.
Kadınlar ve kız çocukları için koşullar
devlet ve muhalif gruplar tarafından yapılan
kuşatmanın, hava bombardımanının ve başka
türdeki saldırıların gerçekleştiği silahlı çatışma
alanlarında özellikle tehlikeliydi. Birçoğu
eşlerinin ya da diğer erkek akrabalarının
ölümü ya da kaybolmasıyla insan ticareti gibi
hak ihlallerine karşı daha savunmasız hale
geldi. İD güçleri Irak ve Suriye’de kontrolleri
altında olan bölgelerde binlerce Yezidi kadını
ve kız çocuğunu cinsel şiddete ve cinsel
köleliğin de içinde bulunduğu esaret hayatına
ve zorla din değiştirmeye maruz bırakarak
tutsak olarak tutmaya devam etti.
AZINLIK HAKLARI
Etnik ve dini azınlıklara ve diğer azınlıklara
mensup kişiler birçok ülkede baskı görmeye
devam etti ve bu durum bölgede hakim olan
silahlı çatışmalarla beslenen ve oradan gelen
giderek artan siyasi kutuplaşma ile daha da
şiddetlendi. Suudi Arabistan’da yetkililer Şii
aktivistleri gözaltına alıp hapse mahkum
ederek ve Şii dini liderini infaz ederek Şii
azınlık üzerinde baskı kurmaya devam etti.
İran’da yetkililer etnik azınlıklara ait birçok
barışçıl aktivisti hapse mahkum etti ve dini
azınlıklara mensup kişilerin istihdam, eğitim,
siyasi makam haklarını ve ekonomik, sosyal
ve kültürel haklarından faydalanmalarını
engelleyen birçok ayrımcı sınırlama getirdi.
Mısır’da Kıpti Hıristiyanlar, Şii Müslümanlar
ve Bahailer kanun önünde ve uygulamada
sürekli ayrımcılıkla karşı karşıya kaldı ve yeni
çıkan bir kanun kilise inşa edilmesini ve
onarımını sınırladı. Kuveyt’te ise yetkililer
vatansız kalan ve birçok devlet hizmetinden
faydalanamayan, uzun süredir bölgede
yaşayan 100.000’den fazla Bidun sakinine
vatandaşlık vermemeyi sürdürdü.
LEZBİYEN, GEY, BİSEKSÜEL, TRANS VE
İNTERSEKS HAKLARI
LGBTİ'ler Bahreyn, Mısır, Fas ve Tunus’ta
“ahlaksızlık” ya da “hayasızlık” suçlarıyla
tutuklanma ve hapis cezalarıyla ve rızaya
bağlı eşcinsel ilişkiyi suç haline getiren
kanunlar çerçevesinde kovuşturma ile karşı
karşıya kaldı.
CEZASIZLIK
Altında silahlı çatışmaların taraflarının savaş
suçları işlediği, diğer ciddi uluslararası hukuk
ihlalleri ve insan hakkı ihlallerinde bulunduğu
kalın bir cezasızlık örtüsü etkili olmaya devam
etti. Başka yerlerde devlet yetkilileri hesap
vermeksizin kanunsuz şekilde insan öldürdü,
işkence yaptı ve diğer insan hakkı ihlallerinde
bulundu.
Bazı durumlarda cezasızlık on yıllarca
önce işlenen suçlar için de devam etti.
Cezayir’de yetkililer adalet çağrılarını suç
haline getirerek ve böylece kanunu tamamen
değiştirerek 1990'lı yıllarda gerçekleşen ciddi
suçlardan sorumlu olan devlet güçlerini
korumayı sürdürdü. Fas’ta çığır açan
Doğruluk ve Eşitlik Komisyonu on yıllarca
süren vahim ihlaller konusunda raporlama
yaptıktan 10 yıl sonra devlet politikası hala
sorumluları adalete karşı korumaya devam
etti. İsrail hükümeti 2010 yılında İsrailli
askerler tarafından öldürülen Türkiye
vatandaşlarının ailelerine tazminat ödemeyi
kabul etti, ancak İsrail güçlerinin Gazze ve
Lübnan’daki en son silahlı çatışmalarda
işlediği geniş çaplı savaş suçları ve diğer
uluslararası hukuk ihlalleri ve Batı Şeria ve
Gazze'de Filistinlilere yönelik işlemeye devam
ettiği yasa dışı öldürmeler, işkence ve diğer
ihlaller için hesap vermedi. Filistin hükümeti
“saldırı suçu” konusunda Uluslararası Ceza
Mahkemesi’ne yetki veren Roma Statüsü’nün
değişikliklerini onayladı. Ne Filistin hükümeti
ne de Gazze’deki Hamas de facto yönetimi
daha önceki çatışmalarda İsrail’e yönelik
ayrım gözetmeyen roket ve havan topu
saldırıları ve “işbirlikçi” olduğu iddia
edilenlerin sorgusuz sualsiz öldürülmeleri gibi
Filistinli silahlı grupların işlediği suçlar için
hesap verdi.
Mısır’da güvenlik güçleri yasaklanan
Müslüman Kardeşlerin destekçileri olduğu
iddia edilen kişileri, eleştiride bulunanları ve
muhalifleri keyfi gözaltılar, zorla kaybetmeler
ve işkence için hedef alarak ceza almaksızın
27. 27
ciddi ihlallerde bulunmaya devam etti. Polis
Yetki Kanunu'ndaki bir değişiklik güvenlik
güçlerinin “vatandaşlara kötü davranmasını”
yasakladı. Ancak 2011 yılındaki ünlü
ayaklanmadan beri yaşanan çalkantılı yıllar
boyunca gerçekleştirilen ciddi ihlaller ve yasa
dışı öldürmeler için yetkililer güvenlik
güçlerini sorumlu tutacak herhangi bir adım
atmadı.
Bahreyn’de 2011 yılında yetkililerin
protestolara oldukça ağır bir tepki vermesiyle
tetiklenen uluslararası kınama, hükümetin
güvenlik güçleri tarafından yapıldığı iddia
edilen insan hakları ihlallerini soruşturmak
için yetkili resmi mekanizmalar
oluşturmasına, böylelikle bununla
övünmesine ve hesap verebilirlik
sağlanmasına yol açtı. Bu gelişmeler 2016
yılında devam etti ancak yeterli düzeyde ve
etkili şekilde gerçekleşmedi ve güvenlik gücü
içinden az sayıda düşük rütbeli memur
soruşturmalar sonucunda kovuşturmayla
karşı karşıya kaldı. Bununla birlikte yılsonuna
kadar 2011 yılındaki işkence, yasa dışı
öldürme ve aşırı güç kullanımından mesul
hiçbir üst düzey yetkili sorumlu tutulmadı.
Tunus, 1955 ve 2013 yılı sonu arasında
yapılan insan hakkı ihlallerine ilişkin on
binlerce şikayet aldığını rapor eden ve
televizyonda da gösterilen halka açık
oturumlar düzenleyen Doğruluk ve Haysiyet
Komisyonu ile ciddi bir yargı süreci geçişi
gerçekleştiren bölgedeki tek devlet oldu.
Ancak önceki yıllarda yolsuzluktan elde
ettikleri gelirleri geri ödemeleri kaydıyla daha
önceki yetkililere ve şirket yöneticilerine
dokunulmazlık sunan hükümet tarafından
teklif edilen kanun Komisyonun çalışmasını
baltaladı.
BM Genel Kurulu Mart 2011'den beri
Suriye’de işlenen insanlık ve savaş suçları
için hesap verebilirlik sağlayacak bağımsız
uluslararası bir mekanizma kurarak Aralık
ayında umut ışığı yaktı. Yine Aralık ayında BM
Güvenlik Konseyi nadir bir birlik gösterdi ve
İsrail’in 1967’den beri işgal ettiği Filistin
topraklarında yerleşim yeri kurmasının yasal
bir geçerliliği olmadığını ve uluslararası
hukukun alenen ihlal edildiğini ve bu
durumun barışa ve güvenliğe engel olduğunu
yeniden tasdik etti. ABD veto hakkını
kullanmak yerine çekimser kaldı ve Konsey’in
diğer 14 üye ülkesi kararı destekledi. Bu
gelişmelere rağmen, BM Güvenli Konseyi’nin
beş daimi üyesinden dördünün - Fransa,
Rusya, Birleşik Krallık ve ABD - Suriye, Irak,
Yemen ve Libya’da savaş suçu işlemeye ve
uluslararası hukuku vahim derecede ihlal
etmeye devam eden güçleri aktif bir şekilde
desteklerken ve kendilerini de bu ciddi
ihlallere dahil ederken, adalet ve hesap
verebilirlik açısından gelecek uluslararası
düzeyde iç karartıcı olmaya devam etti.
ÖLÜM CEZASI
Bölgedeki tüm ülkeler ölüm cezasını
muhafaza etmeye devam etti ancak bu
cezanın verildiği suçlar ve uygulanışı
açısından çok büyük farklılıklar vardı.
Bahreyn ve Umman’da ve sadece sıradan
suçlar için ölüm cezasını kaldırmış olan
İsrail’de yeni ölüm cezaları verilmedi. Cezayir,
Fas ve Tunus’ta mahkemeler ölüm cezaları
vermeye devam etse de yetkililer uzun
süredir devam eden insanları infaz etmekten
kaçınma politikalarına devam etti. Buna
karşın İran, Suudi Arabistan ve Irak
hükümetleri dünyanın en önde gelen
infazcıları arasında olmaya devam etti:
mağdurları genelde ciddi ölçüde adil olmayan
yargılamalardan sonra cezalandırdı. Bazıları -
İran’da ise çoğunluğu - şiddet içermeyen
uyuşturucu suçlarından mahkum olduktan
sonra ölüme gönderildi, bazıları ise çocukken
işledikleri suçlar yüzünden mahkum edildi. 2
Ocak'ta Suudi Arabistan yetkilileri 12 ayrı
yerde 47 mahkumu infaz etti; 21 Ağustos’ta
Irak yetkilileri tutukluların işkence iddialarını
ele almayan üstünkörü bir yargılamadan
sonra ölüm cezasına mahkum edilen 36
erkeği infaz etti. Adil olmayan askeri
mahkemelerin ve diğer mahkemelerin 2013
yılından beri yüzlerce ölüm cezası verdiği
Mısır’da da infazlar devam etti.
İNSANLIK İÇİN AYAĞA KALKMAK
2016 yılı insan davranışının en kötü
biçimlerine tanık olurken en güzel insan
davranışının öne çıktığı bir yıl da oldu. Sayısızı
kişi insan haklarını ve baskı mağdurlarını
28. 28
savunmak için sıklıkla hayatlarını ve
özgürlüklerini de tehlikeye atarak ayağa
kalktı. Bunlar arasında sağlık çalışanları,
avukatlar, yurttaş gazeteciler, medya
çalışanları, kadın ve azınlık hakları
kampanyacıları, sosyal aktivistler ve daha
birçok kişi - burada sayılamayacak ya da
listelenemeyecek kadar çok kişi - vardı.
Korkunç ihlaller ve tehlikelere rağmen
Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki
insanlara daha iyi bir gelecek umudu veren,
bu bireylerin cesareti ve kararlığıdır.
30. 30
TÜRKİYE
Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı: Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan: Binali Yıldırım (Mayıs ayında Ahmet
Davutoğlu’nun yerini aldı)
Darbe girişiminin ardından hükümet
memurlar ve sivil toplum üzerinde çok
büyük baskı oluşturdu. Fethullah Gülen
hareketiyle bağlantılı olmakla suçlananlar
bu baskının ana hedefiydi. 40.000’den
fazla kişi altı aylık olağanüstü hal süresince
yargılanmak üzere tutuklandı. Darbe
girişimini takip eden günlerde gözaltında
tutulanlara işkence yapıldığına dair kanıtlar
vardı. Neredeyse 90.000 memur ihraç
edildi, yüzlerce medya kuruluşu ve sivil
toplum örgütü kapatıldı, gazeteciler,
aktivistler ve milletvekilleri tutuklandı.
Özellikle şehir nüfusunun 24 saatlik sokağa
çıkma yasağı altında tutulduğu güneydoğu
bölgesinde güvenlik güçleri tarafından
gerçekleştirilen insan hakkı ihlallerini,
cezasızlık izledi. Yaklaşık yarım milyon kişi
ülke içerisinde yerinden edildi. AB ve
Türkiye, AB’ye düzensiz göçü engellemek
üzere “göç anlaşması” üzerinde mutabık
kaldı; bu yüzlerce mülteci ve sığınmacının
geri gönderilmesine ve AB organlarının
Türkiye’nin insan hakları siciline yönelik
daha az eleştiri yöneltmesine sebep oldu.
ARKA PLAN
Cumhurbaşkanı Erdoğan yıl boyunca gücünü
sağlamlaştırdı. Cumhurbaşkanına yürütme
yetkileri vermeyi amaçlayan anayasal
değişiklikler Aralık ayında meclise sunuldu.
Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve devlet
güçleri arasındaki silahlı çatışmalar, özellikle
doğu ve güneydoğu bölgelerinde devam etti.
Hükümet 53 belediyenin seçilmiş belediye
başkanlarının yerine kayyumlar atadı; bu
belediye başkanlarından 49’u Demokratik
Bölgeler Partisi’ne (DBP) mensuptu. Seçilmiş
yerel yöneticilerle birlikte Halkların
Demokratik Partisi (HDP) mensubu dokuz
milletvekili Kasım ayında yargılanmak üzere
tutuklandı.1 Güneydoğu’ya gönderilen BM
bilirkişi heyeti ve Uluslararası Af Örgütü de
dahil olmak üzere ulusal ve uluslararası sivil
toplum örgütleri bölgedeki insan hakları
ihlallerini belgelemelerine engel olan
yetkililerce durduruldu.
Mart ayında AB ve Türkiye, Türkiye’den
AB’ye düzensiz göçün engellenmesini
amaçlayan bir “göç anlaşması” üzerinde
mutabık kaldı. Bu durum AB’nin Türkiye’deki
insan hakkı ihlallerini eleştirmemesine yol
açtı.
15 Temmuz’da silahlı kuvvetler içerisindeki
gruplar şiddet içeren bir darbe girişiminde
bulundu. Bu girişim, kısmen tankları
durdurmak için sokaklara çıkan vatandaşlar
tarafından olmak üzere, hızla bastırıldı.
Yetkililer, Meclisin bombalandığı ve diğer
devlete ait ve sivil altyapıların saldırıya
uğradığı şiddetli gecede ölü sayısının 34
darbe girişimcisi dahil 237 olduğunu ve
2.191 kişinin yaralandığını bildirdi.
Darbe girişiminin ardından, hükümet üç ay
süreliğine olağanüstü hal ilan etti ve Medeni
ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki bir
dizi maddeyi askıya aldı. Olağanüstü hal Ekim
ayında üç ay daha uzatıldı. Hükümet bu
düşük standartları bile karşılamayan bir dizi
kanun hükmünde kararnameyi yürürlüğe
koydu. Aralarında öğretmenlerin, polis ve
askeri personelin, doktorların, hakim ve
savcıların bulunduğu yaklaşık 90.000 memur
terör örgütleriyle bağlantılı oldukları ya da
ulusal güvenliğe tehdit oluşturdukları
gerekçeleriyle meslekten ihraç edildi. İhraç
edilenlerin çoğunluğunun, geçmişte
hükümetin müttefiki olan ancak hükümet
tarafından darbeyi planlamakla suçlanan
Fethullah Gülen ile bağlantılı kişiler olduğu
iddia edildi. Bu kararlara itiraz etmek için
hukuki olarak net bir yol bulunmamaktaydı.
En az 40.000 kişi, yetkililerin Fethullah Gülen
Terör Örgütü (FETÖ) olarak adlandırdıkları
Gülen hareketiyle ya da darbe ile bağlantılı
olmakla suçlanarak yargılanmak üzere
tutuklandı.
Ağustos ayında Türkiye, Suriye’nin
kuzeyinde, silahlı bir grup olan İslam
Devleti’ni (İD) ve PKK ile bağlantılı Kürt silahlı
grubu olan Halk Savunma Birlikleri (YPG) ‘ni
31. 31
hedefleyen askeri bir müdahale başlattı.
Meclis, Ekim ayında Türkiye’nin Irak ve
Suriye’deki askeri müdahalelerine bir yıl daha
devam etmesi için tezkereyi uzattı.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Yıl boyunca ifade özgürlüğü keskin biçimde
kötüye gitti. Olağanüstü hal ilan edilmesinin
ardından 118 gazeteci yargılanmak üzere
tutuklandı ve 184 medya kuruluşu kanun
hükmünde kararnamelerle keyfi ve kalıcı
olarak kapatıldı, böylelikle muhalif medya
ciddi şekilde kısıtlanmış oldu.2 Özellikle Kürt
meselesine dair muhalif görüşlerini ifade
eden kişiler şiddet içeren tehditlere ve cezai
kovuşturmalara maruz kaldı. İnternet sansürü
arttı. Aralarında kadın hakları grupları, avukat
dernekleri ve insani yardım örgütlerinin de
bulunduğu en az 375 sivil toplum örgütü
Kasım ayında bir kanun hükmünde
kararname ile kapatıldı.
Mart ayında Ankara’daki bir mahkeme,
henüz sonuçlanmamış terörle ilgili bir
soruşturma kapsamında, Zaman medya
grubuna kayyum atadı. Polis Zaman grubuna
ait bürolara baskın yaptıktan sonra grubun
gazetelerine ve televizyon kanallarına
hükümet yanlısı yayın çizgisi empoze edildi.
Temmuz ayında Zaman grubu medya
kuruluşları Gülen ile bağlantılı diğer medya
kuruluşları ile birlikte kalıcı olarak kapatıldı.
Zaman grubunun hükümet tarafından
devralınmasından sonra başlatılan yeni
yayınlar da kapatıldı.
Mayıs ayında Cumhuriyet gazetesi genel
yayın yönetmeni Can Dündar ve gazetenin
Ankara temsilcisi Erdem Gül, Türkiye
yetkililerinin Suriye’deki silahlı muhalif
gruplara gizlice silah göndermeye teşebbüs
ettiğini iddia eden yazılar yayımladıkları için
“devlet sırlarını ifşa etmekten” suçlu bulundu
ve Dündar beş yıl on ay, Gül ise beş yıl hapis
cezasına mahkum edildi. Hükümet, tırların
Türkmenlere insani yardım taşıdığını iddia
etti. Temyizde olan dava yıl sonunda henüz
karara bağlanmamıştı. Ekim ayında 10
gazeteci daha FETÖ ve PKK adına suç
işlemekten yargılanmak üzere tutuklandı.
Ağustos ayında polis, sürmekte olan terör
soruşturmaları sebebiyle mahkeme emrine
dayanarak kanunda öngörülmeyen bir
yaptırım ile önde gelen Kürt gazetesi Özgür
Gündem’in ofislerini kapattı. İki yazı işleri
müdürü ve iki gazeteci yargılanmak üzere
tutuklandı ve terör suçlarından haklarında
dava açıldı. Üçü Aralık ayında serbest
bırakılırken yazı işleri müdürü İnan Kızılkaya
tutuklu kaldı.3 Ekim ayında çıkan bir kanun
hükmünde kararname kapsamında Özgür
Gündem, diğer tüm büyük ulusal Kürt medya
kuruluşları ile birlikte kalıcı olarak kapatıldı.
Ocak ayında Barış için Akademisyenler
tarafından hazırlanan ve barış müzakerelerine
geri dönülmesi ve Kürt siyasi hareketinin
taleplerinin tanınması için çağrıda bulunan
bildiriye imza atanlar şiddet içerikli tehditlere,
idari soruşturmalara ve cezai kovuşturmalara
maruz kaldı. Dört imzacı Nisan ayındaki
duruşmaya kadar tutuklu kaldı; serbest
bırakıldılar, ancak beraat etmediler.4
Yılsonunda 490 akademisyen idari
soruşturma altındaydı ve 142’sinin işine son
verilmişti. Darbe girişiminden bu yana
1.100’den fazla imzacı resmi olarak cezai
soruşturma altındaydı.
Yetkililerin, internet siteleri ve sosyal
medya hesapları da dahil olmak üzere içeriği
engellemek ya da geri çekmek amacıyla
çıkardığı, yargının incelemeden onayladığı ve
etkin şekilde temyiz etmenin mümkün
olmadığı kararların yayımlamasıyla birlikte
internet sansürü arttı. Ekim ayında yetkililer
güneydoğudaki internet hizmetlerini kesti ve
çeşitli sosyal medya hizmetlerini kısıtlamaya
çalıştı.
TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ
Yetkililer İstanbul'da, arka arkaya dördüncü
kez olmak üzere 1 Mayıs yürüyüşünü ve arka
arkaya ikinci kez olmak üzere Onur
Yürüyüşü’nü düzmece sebeplerle yasakladı.
Polis, barışçıl bir şekilde bu yürüyüşleri
gerçekleştirmeye çalışan insanlara karşı aşırı
güç kullandı. Temmuz ayından sonra
yetkililer, Türkiye’deki tüm şehirlerde
gösterileri engelleyecek genel yasaklar
koymak için olağanüstü hal kanunlarından
yararlandılar. Ve yine polis, yasaklara
aldırmaksızın barışçıl toplanma özgürlüğü
32. 32
hakkını kullanmak isteyen kişilere karşı aşırı
güç kullandı.
İŞKENCE VE DİĞER KÖTÜ MUAMELELER
Güneydoğu’da sokağa çıkma yasağının
olduğu bölgelerde ve daha da belirgin şekilde
Ankara ve İstanbul’da darbe girişiminin
hemen ardından polis gözetiminde rapor
edilen işkence ve kötü muamelede artış
yaşandı. Hak ihlallerine yönelik soruşturmalar
sonuçsuz kaldı.
Olağanüstü hal altında tutukluların
korunmasını sağlayan uygulamalar kaldırıldı
ve işkence ve kötü muameleyi kolaylaştıran
yasaklanmış uygulamaların önü açıldı. Azami
gözaltı süresi dört günden otuz güne çıkarıldı,
gözaltında tutulan kişilerin beş gün boyunca
avukatlarıyla görüşmelerinin engellenmesine
ve tutuklu müvekkil ve avukatlar arasındaki
görüşmelerin kayıt altına alınmasına ve bu
kayıtların savcılara iletilmesine olanak
sağlandı. Tutukluların avukatlarına erişimleri
ve devletin görevlendirdiği avukatlar yerine
kendi seçtikleri avukatlara danışma hakları
daha da kısıtlandı. Sağlık kontrolleri polis
memurlarının gözetiminde yapıldı ve
raporların tutukluların avukatlarına verilmesi
keyfi şekilde engellendi.
Nisan ayında İnsan Hakları Kurumu’nun
feshedilmesinden sonra ve yerine gelen
organın işlevsiz olmasıyla gözaltı yerlerini
bağımsız şekilde izleyen hiçbir ulusal
mekanizma kalmadı. Avrupa Konseyi
İşkencenin Önlenmesi Komitesi Ağustos’ta
gözaltı merkezlerini ziyaret etti ve Kasım’da
Türkiye yetkililerine raporunu gönderdi.
Ancak hükümet bu raporu yılsonunda hala
yayınlatmamıştı. BM İşkence Özel
Raportörü’nün ziyareti Türkiye yetkililerinin
talebi üzerine ertelendi. Raportör Kasım
ayında Türkiye’ye geldi.
Yetkililer “işkenceye sıfır tolerans”
politikasını uyguladıklarını ısrarla belirttiler,
ancak zaman zaman hükümet sözcüleri,
darbe girişiminde bulunanların hak ihlallerini
hak ettiklerini ve iddiaların
soruşturulmayacağını söyleyerek kısa ve öz
bir şekilde kendilerine karşı raporları
reddettiler. Yetkililer, sivil toplum örgütlerinin
işkence ve kötü muameleye ilişkin ortak
bildirisinin ardından Uluslararası Af
Örgütü'nü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'nü
“FETO Terör Örgütü’nün” aracı olmakla
suçladı.5 Polis şiddeti ve işkence konusunda
çalışan üç hukukçu derneği kanun
hükmünde kararname ile Kasım ayında
kapatıldı.
Avukatlar, Mayıs ayında PKK ile bağlantılı
kişilerle devlet güçleri arasındaki
çatışmalardan sonra Nusaybin’de gözaltına
alınan 42 kişinin gözaltındayken
dövüldüğünü ve kötü muameleye maruz
bırakıldığını belirtti. Avukatlar, aralarında
yetişkinlerle birlikte çocukların da olduğu
grubun polis sorgusu sırasında kafalarının
örtülüp dövüldüğünü ve yaraları için gerekli
tıbbi bakıma erişemediklerini ifade etti.
Darbe girişiminin hemen ardından, darbe
girişiminde yer almakla suçlanan şüphelilere
yönelik yaygın işkence ve diğer kötü
muameleler rapor edildi. Temmuz ayında
binlerce kişinin resmi ve gayrı resmi şekilde
polis tarafından gözaltında tutulurken ciddi
derecede dayak, cinsel saldırı, tecavüz
tehdidi ve tecavüze maruz kaldıkları rapor
edildi. Göründüğü kadarıyla en kötü fiziksel
şiddetin hedefi askeri personeldi ancak
gözaltında tutulanların stres pozisyonlarında
ve elleri ters kelepçeli şekilde tutulması ve
yeterli yiyecek ve sudan mahrum edilmesi ya
da tuvalete gitmelerine izin verilmemesinin
daha geniş çapta yaşandığı rapor edildi.
Avukatlar ve gözaltında tutulanların
akrabaları, genellikle kişiler adliyeye
getirilene kadar yakınları konusunda
bilgilendirilmediler.
AŞIRI GÜÇ KULLANIMI
Güvenlik güçleri, Haziran ayına kadar
güneydoğu bölgesinde, şehirlerde hendek
kazan ve barikat kuran PKK ile bağlantılı
silahlı kişilere karşı güvenlik operasyonları
yürüttü. Yetkililerin, kişilerin evlerinden
ayrılmalarının tamamen yasaklanması
anlamına gelen süresiz 24 saatlik sokağa
çıkma yasaklarını kullanmaları ve bununla
birlikte yaşam alanlarında tanklar dahil olmak
üzere ağır silahların varlığı, ciddi güvenlik
endişesi karşısında orantısız ve insan hakkı
ihlallerine yol açan bir tepkiydi ve toplu