More Related Content
More from Fdgalgjadg Fhaldfad (20)
Makaleler iii 222
- 2.
www.atsizcilar.com Sayfa 2
BÖLÜM 1: TÜRKÇÜLÜK‐TURANCILIK
TÜRKÇÜLÜK
Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Kelimenin sonundaki ek, yerine göre mensupluk, sevgi,
taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı demek olduğuna göre kelime,
yerinde kullanılmıştır. Başka milletlerin Türk taraftarlığı ve Türk sevgisi bu kelimeyle ifade olunmaz.
Zaten başka milletlerin Türk'ü sevmesi de gerçekten bir sevgiye değil, geçici bir nezakete, menfaat
icaplarına, siyası zaruretlere işarettir. Hakiki olarak Türk'ü Türk'ten başkası sevemez.
Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin manevi gıdasıdır. Ülküsüz milletlerin en talihlisi nihayet silik
ve sönük kalmaya mahkûmdur. Eğer bu millet talihli de değilse onun sonucu yenilmek, ezilmek,
haritadan silinmek hatta yok olmaktır. Ülküler, hakikatle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne
bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler ölebildikleri
kadar yaşamak hakkına maliktirler.
Türkçülük büyük Türk ilinde Türk uruğunun kayıtsız – şartsız hâkimiyeti ve istiklali ile Türklüğün her
yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
Bu ülkü, geçmişte bir kaç kere gerçekleşti.
Büyük Türkçülük ülküsü ve inancı ile yetişen gençlik sayesinde yarın yeniden gerçek olacaktır.
Türkçülük, dün bir kaynaktı, bugün çaydır. Yarın coşkun bir ırmak olacak ve önünde yabancı duygu ve
düşüncelerden gelen bütün engeller yakılacaktır.
Türkçülük dört kaynaktan geliyor:
1‐ Kökü çok eski olan Türk uruğunun şuuraltında yüzyıllardan beri yaşayan milliyetçilik;
2‐ Tanzimat’tan sonra Avrupa da ki milliyetçiliklere benzeyen halkçı bir hareketin bizde de tatbik.
Olunmasını isteyen milliyetçilerin hareketi;
3‐ Devletimizin içindeki yabancı unsurların ihaneti dolayısıyla doğan tepki;
4‐ Türklerin 200 yıldan beri çektikleri büyük sıkıntılar ve geçirdikleri felaketlerin verdiği uyanıklık.
Bu dört kaynaktan gelen düşünceler birbiriyle karışıp yoğrularak bugünkü Türkçülüğü ortaya
çıkarmıştır. Türkler, Türkçülükle güçlenecek, kurtulacak, ilerleyecektir.
Bir millet yükselmek iradesini taşımazsa, kendi güveni olmazsa, başkalarını taklitten başka bir şey
yapmazsa, geçmişiyle övünmezse, başkalarından üstün olmak istemezse, ülkü için ölümü göze
almazsa, savaştan korkarsa o millet içinden çürümüş demektir.
- 3.
www.atsizcilar.com Sayfa 3
Bugün ülküler ve kahramanlar çağında yaşıyoruz. Geçmiş haklara dayanılarak davaların öne atıldığı,
hesapların görüldüğü günlerdeyiz. Kan çağlayanları, kılıç şakırtıları ve gülle sesleri içinde yarının neler
hazırladığını bilemiyoruz. Bu kasırga arasında, milletlerin yalnız geçmişlerini hatırlayarak milli
ülkülerine yapıştıklarını görebiliyoruz. Mazisi olmayan, yahut olup da unutan, milli ülküsü
bulunmayanlar devriliyor.
Türkçülük ülküsü bizden amansız bir vazife ahlakı istiyor. Subay hiç yorulmadan altı saatlik talimini
yaptırırsa, öğretmen bıkmadan öğreticilik işini yaparsa, memur sinirlenmeden halka kolaylık
göstermekte devam ederse, doktor her şeyden önce yurttaşlarının sağlığı ile ilgili olursa, öğrenci her
şeyden önce dersini bellemeğe çalışırsa ve bütün vazifelerle rütbeler arasında ne caka, ne gösteriş, ne
dalkavukluk, ne de ilgisizlik olmadan bir ahenk kurulursa; aşağıdakiler yukarının buyruğunu ukalalık
saymaz, yukarıdakiler de aşağının doğru ihtarlarına kızmazlarsa; bütün karşılıklı işlerde, görüşme ve
konuşmalarda ne ikiyüzlülüğe kaçan nezaket, ne de kabalığa kaçan sertlik bulunmazsa vazifenin
bizden istediği şey yapılmış olur.
Gerçekten Türkçü olmak kolay değildir. Her önüne gelen; Türkçü olamayacağı gibi, her Türkçüyüm
diyen de Türkçü sayılmaz.
Her Türkçü, bulunduğu yerin vazifesini inançla yaparsa Türkçülük ülküsü sağlamlaşır. Türklük güçlenir.
Türkçülerin ilk işi, vazifelerini arınmış gönül ve inanmış yürekle yapmaktır.
Orkun, 15 Haziran 1963, 2. Yıl, 17.Sayı.
Ötüken, Sayı 1, 1964
TÜRKÇÜLÜK DEĞİŞMEZ BİR FİKİRDİR
ORKUN'u beğenmeyenler onda eski teranelerden başka bir şey olmadığını söylüyorlar. Haklıdırlar.
Türkçülük değişmez bir fikir olduğu için burada hep ayın sözler söylenecek. Türkçülük bir moda
olmadığı için değişmeyecek, bir ilim olmadığı için sabit kalacak, bir eğlence olmadığı için kendini
beğendirmeğe uğraşmayacaktır.
Türkçülük bir ülküdür. Milli ülküler yüzyıllar boyunca değişmeden yaşar. Değişen tarafları ana çizgileri
değil, teferruat veya taktiğidir.
Bazı arkadaşlar, Türkçülük anlamında yazı yazanların yıllardır ayın kimseler olduğu söylüyorlar. Bu da
doğrudur. Fakat ORKUN’daki imzaların çoğaldığını zamanla herkes görecektir.
Ancak, Türkçülerin hepsi yazı yazmadığı gibi yazıcıların aynı kimseler olması da Türkçülüğün yerinde
saydığını göstermez. Türkçülüğün nasıl geliştiğini görmek için Türkçü dergileri okuyanların sayısına
bakmak kâfidir. ORKUN'un (ORHUN) adıyla çıktığı birinci ve ikinci devirleriyle şimdiki satışı arasındaki
- 4.
www.atsizcilar.com Sayfa 4
fark Türkçü okuyucuların ne kadar hızla çoğaldığını ve Türkçülük ülküsünün gördüğü rağbeti ispat
eden şaşmaz bir ayardır.
Türkçülüğün bugünkü kuvvetine göre ORKUN'un zayıf olduğu muhakkaktır. Türlü sebepler,
başlangıçta daha kuvvetli ve iyi çıkmamıza engel oldu, fakat bu durum geçicidir. Toplanma ve
toparlanma yoluna girmiş bulunan Türkçülük ağır, fakat emin adımlarla ilerlemektedir. Şimdiye kadar
Türkçülük hareketleri yalnız fedakârlığa dayanan ve küçük gurupların, bazen de fertlerin elinde idare
olunan dağınık hamlelerden ibarettir, Bir Türkçüler topluluğu tarafından çıkarılan ilk dergi
ORKUN’dur. Manevi bağlarla birbirine bağlı olan arkadaşlar topluluğu uzun bir zamandan beri
biriktirilen para ile ORKUN'un sermayesini hazırlamış, gayet sessiz ve mütevazı olan bu hazırlanma
birçok Türkçüler tarafından duyularak desteklenmiş, böylelikle ORKUN'un daha erken çıkması
sağlanmıştır.
Türkçülük için önümüzde gittikçe genişleyecek bir çalışma ve başarma devri açılmaktadır.
Türkçülüğün şiarı soğukkanlı, ağırbaşlı ve mütevazı olmak bulunduğundan en küçük başlangıçlarda
hareket ederek ağır ve emin adımlarla büyük başarılara doğru ilerleyeceğiz. Yürüyüşümüz azimli,
hesaplı ve disiplinli olacaktır. Her işte hep beraber olacağız ve ülküye doğru hep beraber gideceğiz.
Ülkü yolunda yürüyüşümüzün ağırlaştığı günler ve hızlandığı günler olacak, fakat Türkçülüğün aslında
ve son hedeflerinde hiçbir zaman değişme olmayacaktır.
Orkun, 27 Ekim 1950, 4. Sayı.
BİZİM GÜNÜMÜZ
Türkçülük büyük bir ülküdür. Bütün ülküler gibi büyük bir inanç gücüne dayanmakta ve bir toplum
davranışı olduğu için de bütün toplum davranışları gibi sosyal kanunların etkisi altında bulunmaktadır.
Bu ülkü, büyük Türk milletinin şuurunda ve şuuraltında yüzyıllardır yaşamakta olan büyüklük
düşüncesinin bir görünüşü, Türk soyundaki özelliklerin bir belirtisidir.
Türkçülük, geçmişten geleceğe, doğru uzanan bir duygu ‐düşünce vetiresi olduğu için onu şu veya bu
kasıtla tefsir etmek, yermek veya ona saldırmak boşunadır. Bir ağacın çiçek açıp yemiş vermesinin
nasıl önüne geçilemezse, Türk milletinin içinde bir gün Türkçülük ülküsünün tam zaferi sağlamasına
da öylece engel olunamaz. Ağacı yemiş vermekten alıkoymanın yolu onu kökünden kesip devirmek
olduğu gibi Türk milletinde Türkçülük ülküsünün önüne geçmenin tek çaresi de Türklüğü yer
yeryüzünden kaldırmaktır.
Türkiye'nin içinde ve dışında bütün Türk dünyasında Türkçülük ülküsü her zaman bir kor halinde
yanmaktadır. Bunun bütün. Türklüğü saracağı zaman elbette bir gün gelecektir. Bugün Türkçülük o
kadar güçlü değilse bunun sebepleri memleketin durumunda, aydınların yozlaşmasında, siyasilerin
değersizliğindedir. Partizanlığın din haline geldiği; Nurculuk ve Moskofçuluk gibi geri ve hain akımların
alabildiğine ortaya döküldüğü bir ortamda zaten başka bir şey beklenemez. Türkçülüğün korkunç bir
şey olduğunu propaganda ile dört bucağa yayanlar, bunu radyo ve basınla tekrarlatanlar Nurculuğa
- 5.
www.atsizcilar.com Sayfa 5
ve Moskofçuluğa zemin hazırladıklarını idrak edememişlerdir. Daima bir fikre sarılmaya mecbur olan
"kişi oğlu", normal ülküsünün kapısı kendisine kapatılınca işte böyle anormale gider; bundan da
şüphesiz Türkiye zarar görür.
"3 Mayıs" günü Türkçülerin tarihte ilk defa görülen bir davranışlarıdır. Türkçülüğün düşünceden
harekete geçmesidir.
"Bir gösteriden ne çıkar? Bu da anılmaya değer mi?" diye düşünenler bulunabilir. Bugünün kanunları
himayesinde, anayasaya ve her türlü hürriyetlere dayanarak nümayiş yapmak kolaydır. Nitekim
dünya şimdi ucuz kahramanlarla dolup taşıyor. Fakat Türkiye'de koyu bir istibdadın hüküm sürdüğü,
"Kanun"un "beş telli bir saz" olduğu çağlarda, polisin insanları tevkif ederek keyfi istediği kadar
alıkoymak yetkisine sahip olduğu yıllarda bunu yapmak, yapabilmek gerçekten bir yürek ve inanç
meselesidir.
3 Mayıs 1944 günü Ankara'daki Yüksek Öğrenim gençleriyle bunlara katılan liseler ve halktan
toplanan birkaç bin kişilik bir grup, komünistlerle onların koruyucusu olan o zamanki Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel aleyhinde bağırarak bir yürüyüş yaptılar ve üzerlerine yürütülen atlı ve
motosikletli polislerle çarpışarak zorla dağıtıldıktan sonra yüzlercesi tevkif edildiler.
3 Mayıs büyük ızdırapların başlangıcı ve kaynağı olan bir gün olduğu halde bir dönüm noktası, bir
benimsenmiş gündür. O günkü yürüyüş "daimi başarı ve zafer" ninnileriyle uyumuş, uyuşturulmuş
olan milleti ve Meclisi dehşetle uyandırmış, bu uyanıklık daha sonra gördüğümüz şuurlu antikomünist
hareketlere yol açmıştır.
3 Mayıs bir kâbustan silkiniştir. Daha sonraki yayınların da belgeleriyle ortaya koyduğu gibi
Komünistler bazı bakan ve mebuslardan himaye görerek, pazı satılmış kalemlerin teşviki ile harekette
idiler. Köy Enstitüleriyle, liselere sokulan öğretmenlerle, üniversitedeki sabıkalı profesörlerle
Türkiye'yi bir Marksist ihtilale hazırlıyorlardı. Bütün bunları önleyen şey, 3 Mayıs 1944 günü birkaç bin
meçhul gencin yaptığı sert yürüyüş olmuştur.
Bundan dolayıdır ki 3 Mayıs bizim günümüzdür. 3 Mayıs bir ruhtur. Bu günkü parti dincilikleri,
Nurculuk ve Moskofçuluk safsataları geçerek ve ortada yalnız 3 Mayıs yürüyüşünü yapan Türkçüler
kalacaktır.
Bu yürüyüş devam ediyor. Türk orduları ata ruhlarının dolaştığı Altay ve Tanrı Dağları eteklerinde
geçit resmi yapıncaya kadar devam edecektir.
Ötüken, 15 Mayıs 1965, 17. Sayı.
- 6.
www.atsizcilar.com Sayfa 6
TÜRKÇÜ KİMDİR?
Türkçü, Türk ırkının üstünlüğüne inanmış olan kimsedir. Bilir ki bugün görülen geri ve kötü ne varsa,
hepsi, geçici bir hastalığın arazlarıdır ve geçmiş zamanlarda bizi ileri götüren, zaferden zafere yürüten
faziletlerin hepsi kanımızda, ruhumuzda, içimizde gizli bir halde yaşamakta, belirecek imkân ve fırsat
aramaktadır.
Türkçü, milli menfaatleri şahısların üstünde tutan, milli mukaddesata ve maziye saygı gösteren, vazife
ahlakı yüksek olan, haksızlığa savaşta pervasız bir insandır.
Türkçü, eyyamperest ve dalkavuk olamaz. Sert yaşamaktan hoşlanır ve en büyük sertliği de nefsine
karşı gösterir. Tarihimizde kahramanlık ve büyüklük bol bol mevcut olduğu için bazı küçük milletlerin
yaptığı gibi kahraman ve kahramanlık icadına lüzum görmeden esasen var olanların hakkını vermekle
iktifa eder. Böylelikle, milli kahramanlarına saygı gösterir, fakat milli kahramanların kusurları da varsa
söylemekten çekinmez ve hiçbir sebeple, kahraman olmayana kahramanlık payesi vermez. Hele
Türklüğün mukaddesatını tahrip edenleri asla bağışlamaz ve bunları bağışlayanları milli düşman sayar.
Türkçü mütevazı olmaya mecburdur. Çünkü kendini ileri sürmek, yaptığının karşılığını beklemek veya
takdir olunmak içindir. Hâlbuki takdir beklemek bir hodbinliktir. Türkçü milletine bir hizmet yaparken
bunu beğenilmek için değil, vazife bildiği için yapar ve yapacağı en büyük hizmetin bile, adı sanı
bilinmeden ölüp mezarsız yatan şehitlerin hizmeti yanında pek küçük kalacağını bilir.
Türkçülük yükselmek için değil, yükseltmek içindir. Topluluklar fedakâr fertlerin çokluğu nispetinde
yükselir.
Türkçülük bir fikir olduğu kadar da bir inançtır. İnanç olduğu için de münakaşasız, tenkitsiz kabul
olunur. Onun münakaşa ve tenkit edilecek taraftan temeli, esası değil, teferruatıdır.
Türkçüler dayanışmalı yaşamaya mecburdur.
Dayanışma az kuvvetle çok iş görmenin tek ve değişmez çaresidir. Dayanışma olmayan yerde için için
bir kemirme var demektir. Türkçü, ülküdaşlarıyla olacak bir geçimsizliğin ülküye darbe olduğu bilir.
Türkçü, hiç şüphesiz, Türk’ten olur. Fakat her "Türkçüyüm" diyen Türk, Türkçü değildir.
Samimi olması ve Türkçülüğün şartlarına uyması lazımdır. Türkçünün en büyük vazifesi Türklüğe
hizmettir. Bunun da baş şartlarından biri çevresinde bulunanlara Türklük sevgisini aşılamaktır. O
yorulmadan ve bıkmadan Türk ırkının üstünlüğünü anlatacak, yabancıların tehlikesini söyleyecek,
Türk ahlakının gereklerini bildirecek, barışmaz düşmanımızın Moskof olduğunu telkin edecektir.
Moskofçu komünistin vatan haini olduğunu en iyi ve herkesten önce anlayan Türkçülerdir. Onun için
komünistlerle her yerde, her vasıta ile her şekilde savaşacaklardır.
Kısacası: Türkçüler yirminci yüzyılda Türk milletinin fedakârlarıdır.
Orkun, 20 Ekim 1950, 3. Sayı.
- 7.
www.atsizcilar.com Sayfa 7
TÜRKÇÜLÜK VE SİYASET
Türkçülük bir ülkü, siyaset ise iktidara geçme taktiğidir; Bu sebeple, bir ana inanç ve ana düşünce olan
ülkü asla değişmediği halde siyaset yani taktik her zaman değişir.
İnsanlar iktidara geçmek için partiler kurarak çalışırlar. İktidara geçmek oy kazanmakla mümkün
olduğu için oy sahiplerinin fikrini ve gönlünü almaya uğraşırlar. Bunu sağlamak için taviz verirler;
propaganda yaparlar; kendilerini beğendirmeğe çabalayıp bol bol da yalan söylerler. Hatta rakiplerine
iftira attıkları da olur.
Bu, bütün dünyada böyledir. Bizde "İttihat ve Terakki", "Hürriyet ve İtilaf' partileri arasındaki iğrenç ve
ahlaksızca mücadeleyi bir tarafa alıp Cumhuriyet çağına, onun da Halk Partisi ile Demokrat Parti
arasındaki savaş zamanına göz attığımız zaman karşılaştığımız manzara şudur:
İktidar, iktidarda kalmak için haksızlıklar yapmış, muhalefet bundan şikâyet etmiştir. Sonra, Muhalefet
iktidara geçinde aynı haksızlıkları kendi yapmaya başlamış, bu sefer evvelce haksızlık edenler aynı
haksızlığa uğrayınca feryadı göğe yükseltmişlerdir.
Partilerde ülkü yoktur. İktidara geçmek veya orada kalmak için en aşırı tavizlerden çekinmezler.
Demokrat Parti'nin iktidara geçince Türkçe ezanı yine Arapçalaştırması samimi kanaatinden değil, oy
toplamak kaygısındandır. Aşırı Kemalist olan ve dinle ilgisi bulunmayan Celal Bayar'ın bunu isteyerek
yaptığı veya yaptırdığı söylenemez. Bununla ileriki seçimleri teminata almak istemiş ve almıştır.
Sade dinsiz değil, aynı zamanda Tanrısız bir rejim olan komünizm ise İkinci Cihan Savaşında Almanlar
karşısında tutunabilmek için dinden yardım beklemiş, Sovyetler Birliğinin Hıristiyan ve Müslüman
vatandaşları için kiliseler ve camiler açılıp dini liderler seçilmiştir.
Türkçülük, Türk milliyetçiliğidir ama her milliyetçi Türk, Türkçü değildir. Milliyetçilik pek umumi bir
deyimdir. Her normal insan az çok milliyetçidir. Türkiye’nin bütünlüğü ve emniyeti üzerinde duygulu
olup Türk milletine bağlı kalmak şüphesiz milliyetçiliktir. Fakat böyle milliyetçiler arasında Dış
Türklerle hiç ilgilenmeyen, hatta onların varlığından habersiz olan, siyasi sınırlar dışında Türk ülkeleri
olduğunu bilmeyen, tutsak bir Türk ülkesinin kurtarılması için göze alınacak savaşı istilacılık sayan nice
insanlar vardır.
Aslında beynelmilelci olan sosyalizmin Türkiye'deki mümessilleri de milliyetçi olduklarını söylerler.
Hatta Orta Asya'daki atalarımızla ilgimizi inkâr edip bu topraklar üzerinde Hititlerden başlayarak üst
üste yığılmış olan etnik döküntülerinin karması olduğumuzu ileri sürenler de milliyetçilik
davasındadırlar.
Komünistlikten hüküm giymiş olanlar, Türk milliyetçiliğinin kökünü kazımak için kampanya açmış olan
partiler, İslam beynelmilelciliği davası güdenler de hep milliyetçi olduklarını söylerler.
Türkçülük bu türlü eksik ve yanlış milliyetçiliklerin hepsini reddeder. Türkçüler için İzmir'i kurtarmak
üzere yapılan savaşla Kıbrıs'ı, Kerkük veya Azerbaycan'ı, Türkistan'ı kurtarmak için yapılacak savaşlar
arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü Türk milleti bir bütün olduğu için Türkçülük ancak ve yalnız, bütün
Türkleri içine alan bir milliyetçilik davasını ülkü edinir. Türkler ise Türk soyundan gelenlerle Türk
- 8.
www.atsizcilar.com Sayfa 8
soyundan gelmişler kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beyninde hiçbir yabancı ırk düşüncesi
bulunmayan fertlerin topluluğudur.
Türkçülük bugün siyasi değildir. Fakat bir gün siyasi bir kuruluş durumuna gelirse bütün Türkleri
kurtarıp birleştirecek bir program ile ortaya çıkacaktır. O zaman, şüphesiz çağı, durumu ve ortamı
kollamakla beraber bunlara bağlanıp kalmayacak, bu kaygıların üstüne çıkacaktır. Dünün gerçeklerini
yeniden gerçekleştirecektir.
"Türkçü" kelimesi bugün birçoklarını ürkütüp tedirgin etmektedir. Bunun altında bir nazizm,
diktatörlük, kafatasçılık heyulaları görmektedirler.
Türkçülük kelimesinin bu korkunç hale getirilmesinde‐yerli Moskofçuların rolü büyük olmuştur. Onlar
Moskova uşağı oldukları için Rusya'yı yere vuracak her düşünceye düşmandırlar. İkinci olarak
Türklüğe gizli bir hınç besleyen Devşirme artıkları, üçüncü olarak da Türkiye'de solculuğun anası olan
Halk Partisi gelmektedir.
Halk Partililer arasında bir tane Türkçü gördünüz mü? TİP dışındaki bütün partilerde Türkçü bulunur
ama Halk Partisi'nde bulunmaz. Gerçek çehrelerini de son kurultaylarıyla ortaya koydular.
Türkçüler bugünlük ancak Türkçü karakteri oları partileri tutarlar. Türkçülükten sapan veya taviz
veren hiçbir parti Türkçülerce tutulmaz, tutulamaz. Türkçülüğün ne olduğu açık, seçik ortada
bulunduğu için bugünkü tutumları ile hiçbir parti Türkçü değildir.
Partiler bakımından Türkiye henüz oturmamıştır. Bu kaynaşmalar durulduktan sonra kaç parti
kalacak, belli değildir. Belli olan tek şey Halk Partisi'nin ölmüş olduğudur. Milli vicdan sosyalizmden
iğrendiği için sol partilere de hayat hakkı tanımayacaktır. "Demokrasilere sol partiler de lazımdır" sözü
bazı safların da inandığı bir komünist uydurmasıdır. Tam bir demokrasi olan Amerika'da sol parti
yoktur.
İleride şartlar hazır olunca, mevcut partilerden biri Türkçü parti haline gelir veya bir Türkçü parti
kurulursa Türkçülük o zaman siyasete girmiş olacaktır. Şu da unutulmamalıdır ki, Türkçülüğün iktidara
gelmek için mutlaka parti kurmasına lüzum yoktur. Türkçülük beyinlere ve gönüllere şuurla
yerleştikten sonra bu, partisiz de olabilir.
Ötüken, 26 Temmuz 1972
TÜRK MİLLETİNİN ASIL MESELELERİ
Dünya gitgide daha çok modaların tesirinde kalıyor. Moda artık yalnız iradesiz kadınları değil, fikir ve
sanat alanını da dalgalandıran bir faktör oluyor. Bakıyorsunuz günün birinde bir kitap yahut bir yazar
moda olmuş, herkes ondan bahsediyor; başka bir günde siyasi ve iktisadi bir rejimin dilden
düşmediğini görüyorsunuz. Bizdeki bu, türlü son modalardan biri sosyal adalet, bir ikincisi de
sosyalizmdir.
- 9.
www.atsizcilar.com Sayfa 9
Bu türlü modaların gelip geçmesinden, tartışılmasından milletçe bazı faydalar sağlanır mı, belli değil.
Zararı ise asıl davaları unutturmasındadır. Asıl dava deyince bugün pek çok konuşulan kalkınma ve
toprak reformunu değil, onlardan daha önce düşünülmesi gereken, onlar olmadıkça bütün
reformların neticesiz kalacağı muhakkak bulunan konuları kastediyoruz.
Türklüğün "olma veya ölme" davası iktisadi kalkınmadan önce sağlık, ahlak, milli şuur davalarıdır.
Sağlık fizik olarak, ötekiler manevi olarak milleti yaşatacak, yaşamaya kabiliyetli kılacak, kalkınma
ondan sonra gelecektir.
Bu sözlerin anlamı, hiç şüphesiz, bugün başlayan kalkınma durdurulsun da, ötekilere el atılsın demek
değildir. Fakat maddi ve ruhi sağlığı tamamlanmamış, görev ahlakı son dereceye yükselmemiş ve milli
şuuru parlamamış bir toplumun refahından ne çıkar? Refahtan kalkınmadan maksat bir millet olarak
yani başka milletlerden ayrı olarak kendi özelliklerimiz ve geleneklerimizle yaşamak, üstün olmak
değil midir? Milli şuur olmadıktan sonra, ahlak olmadıktan sonra milli, varlık nasıl korunabilir?
Sağlamlık derken de yalnız gövde sağlamlığını değil, onunla birlikte ve ondan daha çok ruh
sağlamlığını kastediyor ve İkinci Cihan Savaşından önce iki Avrupa milletinin davranışını da örnek diye
veriyoruz:
1) Almanya, Çekoslovakya’yı birkaç saatte işgal edip Almanya'ya kattığı zaman Çekler bunu kabul
ettiler. Bu koca tarihi olayda yalnız bir karakolda bir tek Çek neferi öldü. Yani koca bir devlet ve ordu
içinde milli haysiyeti olan bir tek insan çıkabildi. Almanya'nın nüfusu 70, Çekoslovakya’nın 12
milyondu ve Çekoslovakya kültür ve teknik bakımından Almanlarla eşitti.
2) Ruslar, Finlandiya'ya saldırdığı zaman Finler silahla karış koydular. Ruslar, bir süre önce yuttukları
Estonya, Letonya ve Litvanya gibi Finlandiya'yı da işgal etmek istiyorlardı. Üç ay kıyasıya çarpışıldı.
Sonunda, Rusya bu ülkeyi almaktan vazgeçerek bir kısım topraklarını eklemekle yetinmeye mecbur
kaldı. O zamanki Rusya'nın nüfusu 180, Finlandiya'nın 4 milyondu.
Bu iki örneğin ortaya koyduğu hakikat şudur:
Küçük Finlandiya maddi ve manevi sağlamlık, görev ahlakı ve milli şuur bakımından çok kuvvetli
olduğu için tarihteki savaşların en elverişsiz şartlarla yapılanında varlığını korudu. Çekoslovakya ise
manevi sağlamlık ve görev ahlakı bakımından zayıf olduğu için tüfek patlatmadan teslim oldu. Teslim
olduğu zaman Almanların eline 1582 uçak, 501 uçaksavar, 2175 top, 469 tank, 43.837 ağır makineli
tüfek ve sayısız cephane geçmişti. Yani silah bakımından mükemmeldi. Memleket iktisadi refah
içindeydi. En aşağı ilköğrenim görmemiş tek fert yoktu. Ağır endüstrisi vardı. Finler 180, milyona karşı
4 milyonla yani 45 misli kuvvetle başa baş çarpışırken Çekoslovaklar 70 milyona karış 12 milyonla yani
6 misli kuvvetle karşı vuruşmaya kıyışamadan teslim oldular.
Demek ki yüksek bir maneviyat ile milli şuur olmadan yalnız ağır endüstri, teknik, bilim ve refah milli
hayatı emniyete almak için kâfi gelmiyor. Üstün silahları düşmana karşı kullanan da nihayet
maneviyat ve şuur olduğuna göre milli yapıda ilkönce milli şuur ve ahlak harçlarını kullanılması icab
ediyor.
- 10.
www.atsizcilar.com Sayfa 10
Türkiye'nin bugün en çok muhtaç olduğu şeyler bu manevi değerlerdir. Şimdi bunların neden düşmüş
olduğunu, sorumlularının kimler olduğunu, bir yana bırakalım da tekrar nasıl elde edebileceğimizi
düşünelim. Basın, sinema, sokak ve plajlar manevi yapıyı her gün baltalar ve kanunlar buna seyirci
kalırken yarına güvenle bakmaya imkân yoktur. Bu yıkılmayı önlemenin başlıca iki yolu kanun ve
eğitimdir. Manevi yapıyı bozanlara karşı kanunla sert tedbirler alınırken okul programlarıyla da
manevi yapının yükseltilmesi cihetine gidilir. Kıbrıs'ta Türkler öldürülürken futbol maçı tartışması
yapan hayvanları insanlığa döndürmenin başka yolu yoktur ve yarın varlığımıza saldırırlarsa Fin ve Çek
örneklerinden birini tercih etmek de bugün tutacağımız yola bağlıdır.
Ötüken, 5 Şubat 1964, 2. Sayı.
TURANCILIK
Turancılık, Türkiye'de 60 yıldan beri tartışılan bir konudur. Zaman zaman, Türklerle akraba milletleri
de içine alan bir sistem halinde düşünülmekle beraber bugün "Turancılık" deyince Türkiye'de
anlaşılan şey, tarihi mirasları da dâhil olduğu halde bütün Türkler’i tek devlet halinde birleştirmek
ülküsüdür ve her ülkü gibi nesillere bakan, kan ve can vergisi isteyen, gönüllere heyecan katan bir
inançtır.
Tarihi, savaşları ve fütuhatı dolayısıyla hemen bütün dünyaya antipatik gelen Türk milletinin yeniden
birleşerek şahlanması birçok milleti korkuttuğu için, bu şahlanış sonunda bazı devletler ortadan
kalkacağı veya küçüleceği için, hatta dünya çapındaki büyük ticaret ortaklıklarının çıkarları
baltalanacağı için Turancılık ülküsü büyük bir direnişle karşılanmakta, bu direnişin propagandası ve
fikriyatı yapılmakta, bu propaganda Türkiye için de tesirli olmaktadır.
Turancılık ülküsüne karşı Türkiye'deki muhalefet ya bunun Türkiye'yi büyük tehlikelere atacak bir
macera sayılmasından yahut Türkiye dışındaki Türkler'in de en az bizim kadar (bir bakıma bizden çok)
Türk olduklarının bilinmeyişinden yahut da bugünkü sınırlarımız içinde 4000 yıldan beri üst üste
yığılan etnik zümreleri ve kültürleri karıştırıp bunlardan şimdiki dili Türkçe olan bir "halk"ın
peydahlandığını kabul etmekten doğmaktadır.
Moskof uşağı oldukları için Turancılığın Rusya'yı devirmesinden korkanların muhalefetini kaale
almıyorum.
Önce, Turancılık bir macera mıdır, onu ele alalım:
Turancılığın macera olduğu hakkındaki düşünce, Birinci Cihan Savaşında Enver Paşa'nın Kafkas
cephesindeki hareketlerinin başarısızlık ve büyük kayıplarla sona ermesinden çıkmıştır. Bir çiçekle
bahar gelmediği gibi bir başarısızlıkla bir düşüncenin yanlışlığına hükmetmek de sağlam bir mantığın
eseri sayılamaz. Enver Paşa'nın cesur bir asker, fakat ehliyetsiz bir kumandan olduğu artık herkesçe
bilinmektedir. Bundan başka Enver Paşa'yı saf bir Turancı saymak da yanlıştır. İttihatçılar hem
Turancı, hem de İslam birlikçisi idiler. Hem Kafkasya'yı, hem de Mısır'ı almak istiyorlardı. Bundan
başka zamansız Kafkas taarruzu Turancılık düşüncesiyle değil, müttefikimiz Almanlar üzerindeki yükü
hafifletmek amacıyla yapılmıştı.
- 11.
www.atsizcilar.com Sayfa 11
Maceracılığa gelince, bu kelime üzerinde iyi ve ciddi düşünmek lazımdır. Her maceracılık bir hata
olmadığı gibi her ihtiyat da tedbirli bir davranış değildir. İnsanlığın tarihi siyaset, askerlik ve ilim
alanındaki maceralarla doludur. Kristof Kolomb'un batıya giderek Hindistan'a varmak istemesi bir
macera idi. Bir sal ile Atlantiği geçmek de öyledir. 'Kendi yakın tarihimize bakarsak Mustafa Kemal
Paşa'nın Samsun'a çıkması da bir maceradır. Birçoklarının buna katılmayışı yurtsever olmayışlarından
değil, başarı ihtimali görmemelerindendi. Fakat o, iyi hesap yapmasını bildiği için, başkalarının
Türkiye'yi batıracak bir macera diye muhalefet ettikleri teşebbüsünü parlak bir şekilde bitirdi.
Daha eski tarihimizde Babur'un 10.000 kişiyle Hindistan'a dalması, Yavuz'un 30.000 kişiyle çölü
geçerek Mısır'a girmesi birer macera değil miydi? Evet, Napoleon ve Hitler'in Moskova seferleri de
macera idi ama onlar başarısızlıkla bitti diye berikilerin değeri azalır mı?
Yahudilerin artık Arap vatanı olmuş topraklarda İsrail devletini kurması şaşırtıcı bir macera değil
midir?
Tehlikesiz yaşamak isteyenler intihar etsin. Hayat ve kâinat tehlikelerle doludur. Tehlike fertler için
de, milletler için de, topraklar için de vardır. Korkunç bir deprem birkaç saatte Anadolu'yu suların
altına gömebilir. Dünyaya yakın geçen bir kuyruklu yıldızın boğucu gazlan birkaç milleti birden yok
edebilir. Dünyayı yörüngesinden çıkaracak büyüklükte bir göktaşı küremize çarparak dünyanın
kıyametini koparabilir. Birkaç millet birleşerek bir gece Türkiye 'nin üzerine 500 hidrojen bombası
fırlattıktan sonra özel giyimli askerlerini yurdumuza sokabilir.
Bütün bu ihtimaller var diye uyuşuk uyuşuk oturup yalnız fabrika kurmak, futbol maçlarım seyrederek
bağırmak, defile ve güzellik müsabakaları yapmak, üniversitelerde bir takım bayağıların eserlerini
tahlil etmekle mi vakit geçireceğiz? Bunlarla millet yaşamaz. Millet bir hayvan sürüsü değildir. Millet,
milli bir hedef ister. Ancak o hedefi gördüğü zaman sürü olmaktan çıkıp insanlaşır, bencil olmaktan
kurtulup fedakârlaşır.
Bizim için en kutlu hedef Turancılıktır. Eskiden nasıl bir idiysek yine birleşeceğiz diye kendisini bir
ülküye adamaktan daha kutlu ne olabilir? Bütün Türkler'i birleştirmek hakkımız ve görevimizdir.
Bizden zorla koparılanı geri almak adaleti yerine getirmektir. Turancılık bir büyüklük düşüncesidir.
Büyüklük düşüncesi asil bir düşüncedir.
Turancılığı, bütün Türkler'i yalnız kültür alanında birleştirmek diye anlamak boş ve yanlıştır. Sosyal bir
kanundur ki kültür birliği ancak siyasi birlik sonunda doğar. Türk'e düşman milletlerin hâkimiyetindeki
Türkler'i kültürde birleştirmeye imkân var mı? Yabancı millet buna izin verir mi? Sovyetler Birliği'nde
alfabesi ayrılmış yerli lehçesi edebi dil haline getirilmiş Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tatar ve
Başkurt'u hangi kuvvetle, hangi metotla tek kültür içinde bizimle birleştirebilirsin? O kadar gücün
varsa zaten ordularını yürütüp o ülkeleri kurtarmak elinde demektir. Ondan sonra kültür birliği için
kurultayını toplar, aksi halde kültür birliğini hiçbir zaman kuramazsın.
Bugün Türkler arasındaki kültür birliği ancak gönül birliği, tek millet olmak şuuru, biraz da dil birliği
halinde yaşamaktadır. Fakat bu gidişle 50 yıl sonra diller ayrılacaktır. O zaman ne olacak? Onlar artık
başka millet oldu diyerek miskin bir tevekkülle bu oldu bittiyi kabul mü edeceğiz, yoksa eski yurtları
- 12.
www.atsizcilar.com Sayfa 12
ve soyumuzun koparılmış parçalarını kurtarmak için, savaş da dâhil, her şeyi göze mi alacağız? Elbette
göze alacağız. Şüphesiz zamanı kollamak, hesapları iyi yapmak şartı ile...
Siyasi sınırlar dışındaki Türkler'le uğraşmak macera ise Türk uçakları Kıbrıs'a neden saldırdı? Hatta
Amerikan donanması engel olmasaydı Kıbrıs'a neden çıkılacaktı? Batı Trakya Türkleriyle, Kerkük
Türkleriyle, neden bu kadar ilgileniliyor? Dün "Hatay"dı. Bugün "Kıbrıs", yarın "Batı Trakya" ve
"Kerkük", Öbür gün "Azerbaycan" ve daha ötesi… Bu, budur. Kimse başını kuma sokmasın.
Turancılığa muhalefetin bir türlüsü de Türkiye dışındaki Türklerden habersiz olmanın sonucudur.
Daha pek yakında bir bilgin kişinin, bir toplantıda gençlerden birine "Hunlar da mı Türk" diye
sorduğunu anlattılar. Hunlar'ın Türk, hatta kısmen Oğuzlar'ın ataları olduğunu bilmeden yaşayan
bilgine ne denir? Meğer o, milli tarihi Malazgirt zaferiyle başlıyor sanırmış. Hayırlı uykular deyip
geçelim...
Bir de Türk soyundan gelmemenin verdiği gayrı milli şuurla Anadolu'yu bir bardak, içindeki milleti bir
kokteyl, Türkler'i de bu kokteyle en son katılan içki saymak gibi hezeyan var ki taraftarları bir takım
ruh hastalarından ibarettir.
Tarihimizi Malazgirt’le veya İznik şehrinin alınmasıyla başlatanlara sormalı: İznik'i başkent yapanlar
veya Malazgirt savaşını kazananlar daha önce ne idiler? Nerede idiler? On Birinci Yüzyıl tarihin
ışıldakları altındaki bir asırdır. O adamların nerede ve ne olduklarını gözler önüne derhal serer.
Böylece de Türk Devletleri denen nesnenin birbirini kovalayan Türk hanedanları olduğu, aslında bir
tek devlet olup fetret zamanlarında ikiye üçe bölündüğü ve bunun Tanrıkut'a kadar gerilere doğru
uzandığı ortaya çıkar.
Turancılık ülküsü gibi milleti hızlandırıcı, ahlaka ve erdeme dayalı kutlu bir ülküyü yermek için ya
damarlarındaki kanı yabancı hissetmek, ya komünist yani vatan haini yahut da milli tarihi
Malazgirt'ten başlatacak kadar cahil ve budala olmak lazımdır.
Ötüken, 30 Nisan 1973, 6. Sayı.
TURANCILIK ROMANTİK BİR HAYAL DEĞİLDİR
Türk milletinin ülküsü olan Turancılığı, herkesin dilediği şekilde anlattığı, bunu bir türlü romantizm
diye gösterdiği göze çarpmaktadır. Milli ülkülerde onun şiir yönü olan bir romantizm bulunmakla
beraber ülkü, aslında gerçeklere dayanan, açık ve kesin amaçlan olan bir duygular ve düşünceler
sistemidir. Türkçü diye bilinen bazı yazarların Turancılıktan bahsederken, adeta ürke ürke konuya
değinmeleri Turancılığın ne olduğunu bilmeyenler üzerinde hiç de olumlu bir tesir bırakmıyor. Türk
Edebiyatı Tarihinde mühim bir yeri olan "Fırtına ve Kar" gibi. "Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi" gibi aruz ve
heceyle yazdığı ölümsüz şiirlerle Türk edebiyatının ölümsüzleri arasına giren Orhan Seyfi Orhon'un 2
Şubat 1968 tarihli Son Havadis gazetesindeki "Turan Nedir" başlıklı yazısı Turancıların asla kabul
edemeyecekleri yanlış düşünceler bakımından bu yazıma konu olacaktır.
- 13.
www.atsizcilar.com Sayfa 13
Yazı şöyle başlıyor:
Çok değerli arkadaşım Tekin Erer'in en güzel misalini vererek anlattığı gibi milliyetçilikte bir Türk
emperyalizmi halinde "Turancılık" yoktur. Turan, Türk tarihinde büyük Türk ırkının kendisine vatan
olarak seçtiği yerdir.
Bir kere Turancılıkla emperyalizmi karıştırmak büyük bir yanlıştır. Emperyalizm bir milletin başka
milletleri hükmü altına alması demektir. O halde, Türklerin birleşmesi demek olan Turancılık neden
Türk emperyalizmi oluyor? Bugün Türk topluluklarından birinin silah kuvvetiyle öteki Türkleri
yabancılardan kurtararak tek devlet halinde birleştirmesi emperyalizm midir? Dünyadaki bütün
milletler, yabancı devlet hâkimiyetinde kalan soydaşlarını kendileriyle birleştirmek için silahlı ve
silahsız savaşlar yaparlar. Bunun adı emperyalizm değildir, irredantizmdir ki makbul bir davranıştır.
Sevr Barışını kabule mecbur kalsaydık da Trakya ve İzmir'i Yunanlılara bıraksaydık, elli yıl sonra oraları
kurtarmak için yapacağımız mücadele bir emperyalist. Savaş mı olacaktı? 100.000 Türk'ün yaşadığı
Kıbrıs için savaşı göze alan Türk milleti elbette kırk milyon Türk'ün yaşadığı yerleri kurtarmak için de
silaha sarılacaktır. "Milliyetçilikte bir Türk emperyalizmi halinde Turancılık yoktur" demek, Turancılığı
istememek, Türk birliğini şiir ve hayal olarak düşünmek demektir.
Orhan Seyfi'nin yukarıya aldığım parçasında "Turan, Türk tarihinde büyük Türk ırkının kendisine vatan
olarak seçtiği yerdir" cümlesi var. Peki, bu vatan şimdi nerede, ne durumda? Anadolu On Birinci
Yüzyılda, kurtarmak için daha dün silaha sarıldığımız Kıbrıs On Altıncı Yüzyılda fetholundu, ya üzerinde
doğup tarihe girdiğimiz topraklar ne oldu?
Turancılık ülküsünün, Ziya Gökalp'ın bir manzumesiyle Türk şuuruna girdiğini söylemek de yanlıştır
Turancılık, yani bütün Türkleri birleştirmek ülküsü, milattan önceki üçüncü yüzyıldan beri vardır. Türk
büyüklerinin, iç huzuru sağladıktan sonra ardından koştukları tek düşünce her zaman Türk birliği
olmuştur. Ancak İslamiyet bu düşünceyi bir miktar değiştirmiş, İslamlığı korumak kaygısı Türk birliği
ülküsünü zaman zaman az veya çok ihmal ettirmiştir.
Orhan Seyfi Orhon, yazısının bir yerinde de şöyle diyor:
Apaçık anlaşılır ki gençlere Türkçülüğün bayrağını getiren şair (yani Ziya Gökalp) eski tarih boyunca
Türk ırkının yaşadığı ülkeleri zaptedelim demiyor. Türklerin Turanı, Yunanlıların Megalo İdeası
değildir. Türk milletini eski Türk tarihi içinde hatırlamaktır.
Bu satırlar da baştanbaşa yanlıştır. Ziya Gökalp, eski Türk ülkelerini zaptedelim demedi diye bizim de
aynı yerde saymamız icab etmez. Ziya Gökalp'ın Türkçülüğü bugün için artık eksik bir Türkçülüktür.
Zaman ilerledikçe o eksikleri tamamlayıp gedikleri kapatmaya mecburuz. Kaldı ki Ziya Gökalp eski
Türk ülkelerinin zaptı taraftarıdır:
Moskofun ülkesi viran olacak;
Türkiye büyüyüp Turan olacak
- 14.
www.atsizcilar.com Sayfa 14
diyen odur. Türklerin Turanı, Yunanlıların Megalo İdeası değildir demek, Yunanlılar büyümek
istedikleri halde biz istemiyoruz demektir ki bir millet için büyümekten korkmak kadar ölümcül
düşünce olamaz.
Bugün yoksul Asya ve çok geri Afrika milletleri bile büyüklük isteğinde, büyüklük ülküsünde iken bizim
"Turancılığımız emperyalist düşünce değildir" dememiz tarihimizi kapatmaya karar vermekle birdir.
Emperyalist değiliz ne demek? Eski topraklarımızı kurtarmak isteğimiz emperyalizm ise emperyalistiz.
Türkistan'ı, İdil‐Ural'ı, Azerbaycan'ı, Kafkasya'yı, Kırım'ı ve Türklerin yaşadığı başka yerleri istemek
emperyalizmse kutlu bir düşüncedir.
Vietnam'ın, hangi fikirle olduğu henüz kesin olarak bilinmeyen savaşına alkış tutup Altaylardan
bahsetmeyi yeren soysuz hainler yanında, Orhan Seyfi Orhon gibi Türkçü bir şairin Turan'ı romantizm
olarak tavsifini hiç yakıştıramadım.
***
Bu konuyu ele almışken öteden her söylenen bir tekerlemeye de cevap vermek isterim: Turancılık bir
maceradır. Bizi mahvediyordu. Bundan sonra böyle maceralara atılmak çılgınlık olur.
Bunu iddia eden zavallılar hangi maceradan bahsediyorlar? Birinci Cihan Savaşından mı? Birinci Cihan
Savaşının Turancılık düşüncesiyle açıldığını iddia etmek hiçbir şey bilmemek, dünyadan habersiz
olmak demektir. Yayınlanan tarih belgeleriyle artık iyice öğrenilmiştir ki, Türkiye savaşa girse de,
girmese de Rusya, İngiltere ve Fransa, Türkiye’yi yok edip paylaşmaya karar vermişlerdi. Türkiye için
Almanya ile birleşmekten başka çıkar yol kalmamıştı. O zamanki hükümetin İngiliz ve Fransızlarla
aradığı ittifak teşebbüslerine cevap bile verilmemişti. Şimdi, bu şartlar içinde girişilen savaş bir
Turancılık savaşı mıdır, yoksa bir ölüm‐dirim kavgası mıdır? Hiç şüphesiz, savaşı kazanmak için
Turancılıktan da, İslam birliği düşüncesinden de istifade edilmek istenmiş, biri İngilizler'e karşı silah
olarak kullanılmış, az çok da faydası görülmüştür. Fakat Turancılık fikri olmasaydı, Ziya Gökalp
doğmamış bulunsaydı, bu kelime bilinmeseydi savaşın sonucu değişecek miydi?
Birinci Cihan Savaşı sırf Turancılık ülküsü uğruna açılmış olsaydı bile onun korkunç sonu Turancılığın
yıkılışını değil, uygulamadaki beceriksizliği ortaya koyardı. Yerinde kullanıldığı zaman bir hastayı
diriltecek olan ilaç, yanlış kullanılırsa insanı öldürebilir. O zaman suç ilaçta değil, yanlış kullanandadır.
Tarihimiz boyunca, Müslüman olduğumuz için başımıza bin türlü bela geldiği gibi bugünkü demokratik
rejim yüzünden de 1960'ta geçirdiğimiz tehlike malumdur. Bu kafa ile düşününce suçu İslamiyet’e ve
demokrasiye yüklemek icap eder ki ne dereceye kadar doğru olduğu ortadadır.
Bütün bunlar ortada iken, Birinci Cihan Savaşında Turancılık ülküsünden faydalanmak için yapılan bazı
davranışların aksi sonuçla bitmesiyle Turancılığı ebediyen mahkûm etmek ne akıl, ne iz'an, ne iyi
niyet, ne de insafla bağdaşamaz.
- 15.
www.atsizcilar.com Sayfa 15
Turancılık bütün Türklerin birleşmesi ülküsüdür. İnsanları insan yapan, büyük bir düşüncenin ardında
koşmalarıdır. Türk milleti için en insanca, en yüksek düşünce tutsak yaşayan soydaşlarını kurtarmak
için yapacağı savaştır.
Yalnız kazancımızı, midemizi, maddemizi düşünmeyelim. Bunu hayvanlar da yapar. Daha çok manaya,
düşünceye, ülküye dönelim. İnsanlık budur. Bunu söylerken de kimseden çekinmeyelim: Hakkımızı,
atalar mirasını istiyoruz. Alacağız da...
(22 Şubat 1968) Ötüken, Mart 1968, 3. Sayı.
TURANCILIK VE FARUK GÜVENTÜRK
"Laiklik ve İslamiyet" adında 14 sayfalık bir broşürün yazarı Turancılığın şuursuzluk ve hainlik
olduğunu ileri sürerek kendisinden asla umulmayan, doldurduğu makama hiçbir suretle yakışmayan
bir davranışta bulundu. Üstünde fiyat yazılı olmadığı için piyasaya çıkarılmadığı, yalnız elden
dağıtıldığı anlaşılan broşür, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanı Korgeneral Faruk Güventürk tarafından
yazılmıştır.
Eser aslında yobazlara karşı yazılmış, yobazlığın Müslümanlıkla ilgisi olmadığı belirtilmiş ve
Kemalizm’in feyizleri, yobazlığın kötülükleri sıralanırken memleketi batırıcı hain düşünceler arasında
komünizmle birlikte Turancılığın da adı sayılmıştır.
Benim için işin en berbat yanı, en güç yönü bu ipe sapa gelmez düşünceyi ortaya atan Faruk
Güventürk'ün ahbabım ve dostum olmasıdır.
Kore'deki Türk Tugayının Topçu Tabur Komutanı bir binbaşı olarak döndüğü sıralarda tanıştık. Kartal
Maltepesi yakınındaki Atış Okuluna tayin olunduğu için sık sık Maltepe’deki evimize gelmesi
dostluğumuzu berkitti. Benimle konuşurken daima ülkü birliğinden bahsettiği için kendisini de Turancı
olarak gördüm ve bunca konuşmamızda Turancılık aleyhinde en küçük imasına dahi rastlamadım.
Harp Akademisine nasıl girdiğini, Dokuz Subay Alayında nasıl tutuklandığını biliyorum. Duruşmalarına
beni de çağırdı; bir oturumda bulundum.
27 Mayıs 1960 hareketinden sonra Albay rütbesiyle İstanbul Merkez Komutanı olduğu zaman başka
bir dostumun işi için kendisini ziyaretimde beni yine çok dostça karşıladı. Ondan sonra görüşme
imkânı kayboldu ve kendisi tümen, menzil, kolordu komutanı olarak aynı yerlerde görevdeyken,
Mevlana dâhil, türlü konularda konferanslar vermek, eserler yayınlamak gibi faaliyetlerde bulundu.
Denilebilir ki komutanlığı bir yana bırakmış, mürşitlik yapmaya başlamıştı.
Faruk Güventürk kitap yazmak arzusuyla yanan bir insandır. Bunu "Kore'de Kutup Yıldızı" adlı eserinin
önsözünde kendisi söyler. Kitap yazmak için yanmak bir meziyettir. Ancak, yazmış olmak için
yazmamak, ne yazdığını bilmek de şarttır.
- 16.
www.atsizcilar.com Sayfa 16
Şimdi yobazlara ve komünistlere hücum ederken Turancıları da araya karıştırmak, bu ülkünün hainlik
olduğunu söylemenin yeri, sırası mıydı? Turancılık şüphesiz Moskoflara ve Çinlilere göre bir hainliktir.
Çünkü onların imparatorluklarını yıkacak bir kasırgadır.
Gölgesinden korkanlar, vurgunculuklarını düşünenler için de şuursuzluk sayılabilir. Çünkü rahatları ve
gayri meşru kazançları elden gidecektir. Fakat Turancılık 50 yıldan beri Turancı olan Türk ordusunun
bir korgenerali için şuursuzluk ve hainlik olamaz.
Bugünkü başkomutan Cemal Tural Turancı değil mi? Türk ordusuna yayınladığı mesajda "Ey Mete'nin
Ordusu" hitabının manası nedir? Faruk Güventürk'ün herkesten çok sevdiği, birçok köye büstünü
diktiği Atatürk, Turancı değil miydi? Japon elçisine "Bir gün Çin seddinde buluşacağız'" dememiş
miydi? Onun başkanlığı zamanında liselerde okutulan tarih kitapları Turancılık görüşünden başka
hangi düşünceyle yazılmış olabilir?
Azizim Faruk Güventürk!
Turancılık hainlik idiyse neden benimle yıllarca dostluk ve arkadaşlık edip ülkü birliğinden bahsettin?
Neden Turancılığın aleyhinde en ufak imada veya tenkitte bulunmadın? Benim Turancılıktan başka
ülküm olmadığına göre ülküdaşım olan herkesin de Turancı olması gerekmez miydi?
Sen Turancılığı kötüleyen generallerin üçüncüsüsün: Birincisi orgeneral İsmet İnönü idi,
Cumhurbaşkanlığından düştü. İkincisi orgeneral Sabit Noyan dı; inme inip öldü. Üçüncüsü sensin...
"O broşürde adın geçmiyor; neden alınıyorsun" diye soramazsın. Birisi hiçbir isim açıklamadan
generaller aleyhine veryansın eden bir yazı yazsa, Fransız Başbakanı Klemanso'nun "savaş o kadar
ciddi bir iş ki generallere bırakılamaz" sözünden başlayıp Türk Başbakanı Ali Paşa'nın generaller
aleyhindeki sözüne kadar bütün hicivleri sıralasa, acaba "adım geçmiyor, bana değildir" diye huzur
içinde kalabilir misin? Kalmazsın. Ben de kalamıyorum.
Bu teessürle eski bir dost olarak sana bazı tavsiyelerde bulunayım: Bilir bilmez her konuya
karışmaktan, her marifet dalında kalem oynatmaktan vazgeç. Sen ne Mevlana'yı bilirsin, ne de
Kur'an'ı. Nitekim Laiklik ve İslamiyet broşüründe bahsettiğin Caciye suresi diye bir sure Kur'an'da
yoktur. Casiye suresi vardır. Mürettip yanlışı diye işin içinden sıyrılamazsın. İslamiyet’i bu kadar iyi
biliyorsan Kur'an'ı yanlış yazmanın günah olduğunu da bilmen lazım. Hele Kur'an'ın laikliği kabul
ettiğini iddia etmen bu konuda hiçbir şey bilmediğini ortaya koyuyor. Kur'an hem ahirete, hem de
dünyaya karışıp dinle devleti bir tutar. Geçelim...
İradeni kullanarak çabuk fikir değiştirmek huyunu bırak. Benimle Turancı olarak dostluk kurup sonra
onu hainlik saymak, "Kore'de Kutup Yıldızı" adlı romanın dışında Demokrat Parti büyüklerini göklere
çıkarıp sonra aleyhlerine dönmek sana yakışmaz.
Bir şeyler yapmak, Türkiye'ye cidden hizmet etmek istiyorsan, şimdiki mevkiinden faydalanarak şu
sıraladığım maddeleri tatbik et, yeter de artar bile. Adın da saygı ile anılır:
- 17.
www.atsizcilar.com Sayfa 17
Türk ordusuna ve tarihine ün ve şan kazandıran iki büyük Türk mareşalinin güzel heykellerini
yaptırarak memleketlerine diktir. Atatürk'ün pek çok büstünü yaptırdığın için bu işin tekniğini iyice
kavramışsındır. Yağcıoğlu Gazi Osman Paşa'nın, Tokat'a, Katırcıoğlu Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın
Bursa'ya birer heykelini diktirirsen rahmetle anılırsın.
İstiklal ve Birinci Cihan Savaşlarının askeri tarihlerini, Üniversite profesörlerinin de yardımıyla, bilgili
bir ekibe hazırlatarak büyük külliyat halinde bastır.
Süleymaniye'deki Askeri Basımevi ile Kasımpaşa'daki Deniz Basımevi'nin makineleri ve harfleri hayli
eskimiş olduğundan bu basımevlerinde basılan eserler basım tekniği bakımından zevksiz ve çirkin
olmaktadır. Bu iki mühim ve emektar müesseseyi matbaacılık ilminin en yeni buluşlarıyla donat.
Matbaacılık Batıda artık üniversitelerin birer kolu halinde öğretilmektedir. Almanya'ya bir kaç düzine
seçme genç gönderterek bunlar eliyle bu yeni bilimin son gelişmelerini yurdumuza aktar.
Bir de şunu ekleyelim: Turancılık aleyhindeki çirkin isnadını geri alarak kendi kendini inkâr etmiş
duruma düşmekten kurtul. Bunu yapmazsan seni artık bir dost olarak kabul etmekte mazurum. O
zaman belki daha başka söyleyeceklerim de bulunacaktır.
(31 Mayıs 1968), Ötüken, Haziran 1968, 6. Sayı.
TURANCIYIZ NE OLACAK?
Ulus gazetesinin 18 Haziran 1966 tarihli sayısında "ırkçı ve Turancı Dergiler Okullara Niçin
Gönderiliyor? Bakana Tekrar Soruyor ve Cevap İstiyoruz" başlığı altında gayet cahilane bir yazı
yayınlandı. Bu imzasız yazıya göre Irkçı‐Turancı diğer dergilerle birlikte biz de fikir özgürlüğüne
düşman, Adalet Partisinin temsil ettiği düşünce biçimine sıkı sıkıya sarılmış, körpe kafalar için
gerçekten zararlı bir dergi imişiz. Okullara tomarla gönderiyormuşuz. Biz de okullara sokulan öteki
gerici, ırkçı, Turancı dergiler gibi komünizmle mücadele paravanası ardında AP iktidarına karşı olan
fikirlere düşmanlık gösteren, fikir özgürlüğünü hazmedemeyen bir yayın tarzı içinde imişiz. Tıpkı İkinci
Cihan Savaşı sırasında Türkiye’yi Nazi Almanya’sı yanında savaş felaketine sürüklemeye çalışan aşın
ırkçı ve Turancılar gibi bugün de bu dergide Kür Şadın özlemi dile getiriliyormuş. Kür Şad eski
Türklerde baştaki beğ, komutan demekmiş. Harb Okulundan tardedilen üç öğrencinin de bu dergiyi
okuduğu düşünülürse Türkiye'nin hangi felaketli uçurumlara sürüklenmek istediği açıkça ortaya
çıkarmış.
Ötüken siyasi bir dergi olmadığı ve parti siyasetçiliği mizacımıza uygun düşmediği için siyasetle
uğraşmıyoruz. Bu sebeple Adalet Partisinin temsil ettiği düşünce biçimine ne sıkı sıkıya, ne de gevşek
olarak bağlı değiliz. Seçimlerde oyumuzu Türkeş Partisine verdiğimiz de kimsenin meçhulü değildir.
Fakat AP'nin komünist düşmanlığını şiddetle destekliyoruz. Sonuna kadar da destekleyeceğiz.
Cahil yazarın dediği gibi fikir özgürlüğüne düşman değiliz. Sadece Türklük düşmanlığına düşmanız. Bu
sebeple komünizmin yahut sosyalist maskeli vatan ihanetinin susturulmasını istiyoruz. Çünkü
milletimizi yok etmek isteyen fikri fikir saymıyoruz. Ya fikir özgürlüğüne o kadar faydalı olan cahil
yazar bizim Turancılığımızı neden fikir diye kabul etmiyor. Bir milletin mazide olduğu gibi tekrar
- 18.
www.atsizcilar.com Sayfa 18
birleşmesi düşüncesinden daha muhteşem hangi fikir vardır? Birleşmiş Milletler ideali denen
maskaralık mı? Yoksa Kuruşef’in "Barış İçinde Birlikte Yaşamak" düzenbazlığı mı?
İkinci Cihan Savaşında Türkiye'yi Hitler'in yanında savaşa sokmak masalından çok bahsolunmuş, fakat
ortaya hiçbir delil konamamıştır. Bu Turancılar kimlerdi? Adları söylenmemiştir. İkinci Cihan Savaşı
sırasında, 1944‐1945'te lrkçılık‐Turancılık davası görüldü. Sanıkları arasında benim de bulunduğum bu
tarihi davada Alparslan Türkeş, Nejdet Sançar, İsmet Tümtürk, Said Bilgiç, Sofuoğlu Zeki, Hikmet
Tanyu, Muzaffer Eriş, Nurullah Banman, Prof. Zeki Velidi Togan, Dr. Fethi Tevetoğlu, Dr. Hasan Ferit
Cansever gibi tanınmış kimseler de vardı. Fakat sonunda herkes beraat etmişti. Zaten işgal ettikleri
mevkiler dolayısıyla (profesör, doktor, lise öğretmeni, subay, memur, öğrenci) bunların Türkiye'yi bir
savaşa sürüklemesine de imkân yoktu.
Fakat Millet Meclisinde, Türkiye'yi Almanya safında savaşa sokmak isteyen birkaç mebus vardı.
Bunlardan bir tanesi Cumhuriyet gazetesinin sahip ve başyazarı Yunus Nadi idi ki kışkırtıcı yazılarından
dolayı o zamanki cumhurbaşkanı İsmet İnönü'den, istasyonda, herkesin gözü önünde iyi bir zılgıt
yemişti.
"Ötüken'de Kür Şad'ın özlemi dile getiriliyor" diyerek cahil yazarın neyi kastettiği pek anlaşılmıyor. Kür
Şad bir kahramanlık sembolüdür. Milleti kurtarmak için kendisini feda etmiş bir yiğittir. Böyle yiğitlere
sevgi duymak suçsa cahil yazar suçumuzu bağışlasın ve kimin özlemi çekilecekse lütfen bildirsin.
Burada şunu da düzeltelim:
Kür Şad onun sandığı gibi "Baştaki beğ, komutan" demek değildir. Kür Şad bir rütbe ve ünvandır.
Cahil yazar, Harb Okulundan çıkanları üç öğrencinin Ötüken okuduğunu ileri sürerek " ... Üç
öğrencinin de bu dergiyi okuduğu düşünülürse, Türkiye'nin hangi felaketli uçurumlara sürüklenmek
istendiği açıkça ortaya çıkacaktır" buyuruyor.
Gördünüz mü işleyen kafayı?
Harbiyeliler Ötüken okuduğu için Türkiye felaketli uçuruma sürüklenecek...
Zavallı Sen zaten bu idrak ve izanınla felaketsiz uçurumun dibine düşmüşsün. Bu seviyenle Türkiye'nin
geleceğini nasıl tahmin edersin? Gazete ve dergi okumakla Türkiye batsaydı senin Ulus'unu okuduğu
için şimdiye kadar on defa batardı. Ötüken Türkçü ve orducu dergidir. Keşke yalnız üç öğrenci değil,
bütün Harbiyeliler, bütün subay ve generaller onu okusaydı. Orada milli‐askeri ruhtan, kahramanlık
telkininden, şeref ve fazilet havasından başka ne var? Ötüken'den ürkmek için, ışıktan korkan
yarasalar gibi milliyetçilikten, ahlaktan ve faziletten korkmak lazım.
Üç öğrencinin Harbiye’den çıkarılmasını Ötüken okumalarına bağlamak da aynı bir şantajdır. Sırf
Ötüken okudu diye Harb Okulundan talebe çıkarılmaz. Bunun elbette bir takım başka sebepleri vardır.
Bunları bilmeden işi Ötüken'e yükleyivermek, yer sarsıntısını ibadetsizliğe veren yobaz kafasıyla aynı
seviyede olmaktır.
Bu arada bize yakıştırılan gericilik sıfatı üzerinde de tekrar duralım.
- 19.
www.atsizcilar.com Sayfa 19
Beş altı yıldan beri ötekine berikine gerici demek moda oldu. İttihatçılar, kendilerinden olmayan
herkese "hain‐i vatan" derlerdi. Onlardan günümüze kadar bulaşan Balkan komitacılığı ahlakı ile aykırı
düşüncede olanları lekelemek rezaleti hala devam ediyor. Fakat şurası dikkate değer ki başkalarını
faşist ve gerici diye küçük düşürmeye çalışmak düpedüz bir kızıl usulüdür. Ne idüğü belirsiz bu cahil
yazar da modaya uyarak gerici narasını savurmakla kime alet olduğunun farkına bile varmıyor.
İkide bir yüzümüze çarpılan büyük günahlarımızdan biri de Turancılıktır. Turancıyız ne olacak? Tarihi
vatanımız olan bütün tutsak ülkeleri elbette kurtaracağız. Görevimiz bu değil mi? Böyle büyük bir
ülküye bağlanmayıp da hayvanı bir rahavet1e zevk içinde mi yaşayacağız? Cahil yazar istiyorsa öyle
yapsın. Biz iki Türkistan'ı da, Azerbaycanlar'ı da, Kafkasya'yı da, İdil‐Ural boylarını da, Kırım'ı da
kurtarmak için şuurumuz işledikçe, ayakta durabilecek gücümüz kaldıkça çalışacağız. O kadar da
değil... Batı Trakya'yı, Kıbrıs'ı ve Adaları da alacağız... Kerkük ve Bayır‐Bucak da bizim olacak.
Yaşarken bunları göremeyeceğimizi biliyor, bunun için yüksünmüyoruz. Ektiğimiz tohumlar yeşerecek
ve bizden sonrakiler önüne geçilmez bir sel halinde kutlu topraklara ay‐yıldızlı bayrağı dikecektir.
Bunu istememek, bunu çelmelemek için Türk'ten başka bir şey olmak lazım.
(21 Haziran 1966), Ötüken, 25 Haziran, 1966, 30. Sayı.
BİR ANSİKLOPEDİNİN BÜYÜK YANLIŞLARI
Türkiye'de manası bir türlü anlaşılamayan iki kelime "Türkçülük" ile "Turancılık"tır. İnsanlara bir
düşünceyi, bir kavramı anlatmak çok güçtür. Beyinlere yanlış olarak kazılan bir şeyi düzeltmek için
başlıca çare ciddi yayınlar olabilir.
Türkçü olarak Türkçülük ile Turancılık kelimelerinin ne manaya geldiğini birkaç defa açıkladığımız
halde görülüyor ki maksadımızı anlatamamışız. "Türkçülük", Türk ülküsü, yani Türkler'in her alanda
her milletten üstün olması düşüncesi; "Turancılık" ise Türkçülüğün siyasi amacı, yani yeryüzündeki
bütün Türkler'in, geçmişte olduğu gibi, tek devlet halinde birleşmesidir.
Tarih, ülkü ve milli irade gücü hakkında hiçbir bilgisi olmayanlar buna "hayal" diye itiraz ediyorlar,
fakat bir milleti birleştirmek ülküsüne hayal dedikleri halde bütün milletleri Moskova çevresinde
birleştirmeyi gerçekleşebilir diye görüyorlardı.
Büyük bir enerji kaynağı olan yüz milyonluk Türk milletinin birleşmesinde imkânsızlık görenler, iki bin
yıllık tutsaklıktan sonra Yahudilerin kurduğu İsrail devletini görmemezlikten geliyorlardı. Daha kötüsü
Turancılığı, Türkiye için macera, tehlike gibi görerek Turancıları Türkiye'nin mahvına sebep olacak
insanlar diye tarif ediyorlardı.
Turancılık, bağımsız Türkler'in devleti olan Türkiye sınırları dışındaki Türkler'i kurtarmak demek
olduğuna göre önce Hatay'ın kurtarılması, sonra Kıbrıs'ın yarısına el atılması Turancılık değil de nedir?
- 20.
www.atsizcilar.com Sayfa 20
Kıbrıs'taki 100.000 Türk için savaşan Türkiye, şartlar hazır olduğu zaman neden milyonlarca öteki
Türkler için çarpışmasın?
İnsanları insan yapan, öteki canlılardan ayıran tek şey ülküdür. İnsan ülkü için ölebilen yaratıktır.
Hiçbir hayvan ülkü için ölmez. Çünkü ülküsü yoktur. Hayvan ancak kendisini ve yiyeceğini korumak
için dövüşebilir.
Türkçülük ve Turancılık için gazete ve dergilerde yanlış ve kasıtlı yazılar çıkabilir. Nitekim çıkmıştır,
çıkmaktadır. Siyası parti mensupları tarafından da aleyhte, tahriflerle dolu sözler söylenebilir. ,Bunun
en tipik örneği o zamanki Türkiye devlet başbakanı İsmet İnönü tarafından 19 Mayıs 1944'te Ankara
Stadyumunda söylenen mahut nutuktur.
Fakat ilmi eserlerde ve ilmi çerçeve içinde kalması gereken ansiklopedilerde yalana, yanlışa, tahrife
yer olamaz. Ansiklopedi asırlara hitap etmek gayesiyle çıkar. Çıkaranların fikriyatı ne olursa olsun,
anlattığı konularda tarafsız kalmaya mecburdur. Bu onlar için ahlaki bir görevdir.
Bizi bu satırları yazmaya sevk eden sebep "1923–1973 Türkiye Ansiklopedisi" adıyla fasiküller halinde
çıkan bir ansiklopedinin "Turancılık ve Türkçülük" maddesindeki büyük yanlışlardır. Türkçülük çok eski
bir fikir akımı olup incelenmesi uzun çalışmalara bağlı olduğu halde bu ansiklopedi de aceleyle ve
dikkatsizce yazılan satırlarla anlaşılmaz bir hale getirilmiş, bu arada şahıslarımızı töhmet altında
bırakacak sözler edilmiştir. Aceleyle yazılmış olması, şüphesiz bu ansiklopedinin ticari maksatla
hazırlandığını gösterir. Fakat naşirlerin kazanç arzusu başkaları hakkında yanlış, hele düşürücü bilgi
sıralamak hakkını onlara asla vermez.
Şimdi Türkiye'de pek çok ansiklopedi çıktığı ve bir ikisi dışında sathi ve değersiz olduğu için ben
bunları alıp okumuyorum. Bahsettiğim ansiklopedinin Turancılık ve Türkçülük maddesini ihtiva eden
fasikülünü genç bir ülküdaş getirdiği için görebildim. 1360‐1364'üncü sayfalardaki Turancılık ve
Türkçülük maddesi çok yanlış yazılmıştır. Ansiklopediye bir madde yazan kimse veya kimseler her
şeyden önce bahsettikleri kişinin veya kişilerin adlarını doğru yazmaya mecburdur. Hâlbuki bu
maddede dört kişinin adı yanlış yazılmıştır. Benim adım "Nihal Atsız" olmayıp "Nihâl Atsız" olduğu gibi
"Necdet Sançar’ın doğrusu "Nejdet Sançar", "Heybetullah"ın doğrusu "Hibetullah", "Faiz Hisarcıklı"nın
doğrusu da "Fazıl Hisarcıklılar"dır. Benim vaktiyle çıkardığım derginin adı "Atsız dergi" değil, "Atsız
Mecmua"dır. Bu ufak gözüken yanlışlar ciddiyetsizliğin örneği ve acelenin neticesidir. Hiçbir suretle
mazur görülemez.
Maddeyi yazan veya yazanların "Turan"ı bir şehir sandıkları da görülüyor: 1361'inci sayfanın orta
sütunundaki şu cümleye bakın:
Her şeyden önce Milli Mücadelenin daha başlarında Misak‐ı Millinin kabul edilmesiyle kutsal belde
Turan'a bağlanan umutlar bir yana bırakılmış oluyordu.
Arapça olan "belde" kelimesi Türkçede yalnız "şehir" anlamına geldiği için Turan'ı böyle tavsif etmek
de hem acelenin, hem de bilgisizliğin eseridir. Fakat acele mazeret değildir. Turan, Türkler'in yaşadığı
bütün topraklardır. Hatta bugün bir tek Türk'ün barınmadığı Kırım gibi tarihi Türk yurtlan da Turan'ın
içindedir. Bu sebeple maddeyi yazan veya yazanların "Osmanlı ülkesinin Turan olmadığı" hakkındaki
- 21.
www.atsizcilar.com Sayfa 21
sözleri de (1361'inci sayfa, sol sütun) doğru değildir. Osmanlı İmparatorluğu'nda Türkler'in yaşadığı
bütün bölgeler Turan'ın parçaları olduğu gibi bugünkü Türkiye de bütünüyle Turan'ın bir bölümüdür.
Ansiklopedinin bu yanlışları, ciddi bir eser için ayıp olmakla beraber bizim için mühim olan,
Türkçülerin tahrikçi olarak anlatılması ve mahkeme huzurunda Turancılığı milliyetçilik diye diye izaha
kalkışarak "milliyetçi" kelimesini kendilerine siper etmekle suçlandırılmasıdır. Türkçülük şüphesiz
milliyetçiliktir ama özel manası olan, her şeyin üstünde bütün Türk milletini düşünen, bunun dışındaki
kavramlara ehemmiyet vermeyen bir milliyetçiliktir. Bugün Türk milletini Anadolu'da yaşayan Sünni
Müslümanlardan ibaret sayıp kendilerine "Anadolucu" diyen bir grup dahi milliyetçilik iddiasında
bulunuyor. Gerçekte Türklükle Anadoluculuk bağdaşmayan, hatta birbirine düşman iki fikirdir. Bu
sebeple Türkçülerin milliyetçilik kelimesi arkasına saklanmaları söz konusu olamaz. Gerçi 1944–1945
olaylarında ilkönce Türkçüleri mahkûm eden Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde bazı Türkçüler,
Türkçülüğün milliyetçilikten başka bir şey olmadığını savunmuşlarsa da bu, Turancılığın ne olduğunu
bir türlü anlamayan mahkeme heyetine ve bile bile Türkçülük düşmanlığı yapan savcı müteveffa
Kazım Alöç'e Türkçülük gerçeğini anlatmak içindi. Yoksa birçok Türkçü, bu arada bu satırların yazarı,
mahkeme karşısında Türkçülüğü de, Turancılığı da, ırkçılığı da benimsediğini söylemekten çekinmiş
değildir.
Türkçüleri tahrikçilikle suçlamak gibi büyük bir ithamı yapanlar bunu ispat edecek yazı veya başka
belgeleri de göstermeye, müfteri olmaktan kurtulmak için mecburdurlar.
Tahrikâtın manası insanları kanundışı davranışlara kışkırtmaktır. Tahrikât denilen şey Türkçülerin
çıkardığı dergilerdeki yazılarsa bunlar fikri yaymak için yapılan propagandalardır. Namuslu fikirlerin
propagandası kanun ve ahlak bakımından suç değildir. O halde bu tahrikât sözü yıllardır komünistlerin
ve bir iki kere de İsmet İnönü'nün Türkçülere yönelttiği, aksi ispat edilmiş bir gevelemeden başka
nedir?
Bir diğer konu da Turancılık ve Türkçülük maddesini yazan veya yazanların "Türkler" hakkındaki
şaşılacak bilgisizlikleridir. Şu satırlara bakınız:
Asıl amaç Türkiye'yi Almanya safında savaşa sokmak olmakla birlikte bu amaca ulaştıracak
yöntemlerden biri olarak Almanya'daki esir Türkler'i de bünyesinde toplamak üzere Türkiye
vePakistan'daki Türkler'i bir araya getirecek bir federasyon fikri el altından yayılıyor. Almanya ise
böyle bir fikrin gerçekleşmesine inanmasa bile savaşa girmemekte direnen Türk hükümetinin
karşısında böyle bir baskı grubunun çıkmasından yarar umuyordu. Bu defa olayın liderliğini Nihal
Atsız, Zeki Velidi Togan gibi kimseler yapıyor, bunların yakın çevresinde yer alıyordu.
Türkiye ve Pakistan'daki Türkler'i bir araya getirmek… Böyle bir hezeyanı çocuklar bile yapmaz. Ancak
ansiklopediyi çıkaranlar galiba Pakistanlıları da Türk sayıyorlar. Türkiye'yi Almanya safında savaşa
sokacak baskı grubu tek parti diktatörlüğü çağındaki üç beş öğretmen ve öğrenci mi idi? Türkçüler,
mesela yanı başlarındaki eski Türk vilayetleri Irak'ta yaşayan birkaç yüz bin Türk dururken uzaktaki
Pakistan'a mı gideceklerdi? Daha mühimi o zaman "Pakistan" diye bir devlet var mıydı? Varsa bile
orada belki birkaç mülteciden başka Türk yaşıyor muydu? Bu saçmalar ancak Yahudi Dönmesi
Komünist Sabiha Zekeriya Sertel'in hatıratına yakışan şeylerdir. Kazanç hırsıyla acele olarak çıkarılan
ansiklopedilerde bu türlü yanlışlar kaçınılmazdır. İslam ve Türk Ansiklopedileri yıllardır
- 22.
www.atsizcilar.com Sayfa 22
bitirilememişken kısa bir sürede bir ansiklopediyi tamamlamak yanlışları önceden göze almakla
mümkün olur. Burada naşirlere sorulacak bir soru var: Turancılık ve Turancılar hakkında kaynak
bulamadılarsa yaşayan Turancılara başvurarak sağlam bilgiler elde edemezler miydi?
Naşirlerin bu türlü ansiklopediler ve ansiklopedik eserler yayınlamakla uğraştıklarını Hayat Tarih
Mecmuası'nın Ocak 1914 tarihli sayısında "Yılmaz Öztuna'nın "Dünya Tarihi Faciası" adlı yazısından
öğrendim. Yılmaz Öztuna 12 ciltlik Türkiye Tarihi'nin müellifidir ve bu eser bugün mevcut Türkiye
Tarihlerinin en iyisidir. Öztuna naşirlerin Dünya Tarihi adlı ansiklopedik eserlerinde, kendi kitabından
isim zikretmeden pek çok aktarmalar yapıldığından haklı olarak şikâyet etmektedir. Hiç kimse kendi
eserinin yağmalanmasından hoşlanmaz. Bilhassa bir müellifin tarihi buluşlarını alırken kaynak
zikretmek yazarlık sanatının görgü kaidelerindendir. Demek ki naşirler bir yandan Turancılara
olmayan fiiller ve fikirler yakıştırırken bir yandan da Öztuna’da olanı aktarmış ve ad vermemiş
durumuna düşüyorlar. Kaynak zikretseler ne olurdu? Eserlerinin veya kendilerinin değeri mi azalırdı?
Bilakis kamu vicdanında sevimli hale gelirler, doğru iş yapmış olurlardı.
Sırası gelmişken burada bir noktayı da aydınlatmak istiyorum: Türkler'in kırk ülkede kırk devlet değil,
Orta Asya ve onun devamı olan doğu Avrupa’daki geniş bölgede bir, Önasya'da da diğer bir devlet
olarak başlıca iki devlet kurmuş olduğunu, şimdiye kadar devlet diye bilinen isimlerin hanedan adı
olduğunu ilk defa ben yazmışımdır. Bu;
Edebiyat Fakültesi öğrencisi iken Türk tarihini kavramaktaki güçlükleri görmekten doğan bir istekle
yaptığım sıkıcı çalışmaların sonucudur. 1935'te yayınladığım "Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar" adlı
eserimin önsözünde bu fikri savunduğum gibi, 1941 Ağustosunda çıkan "Çınaraltı" dergisinin ilk
sayısındaki "Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır" başlıkla yazıda da ayın fikri daha sistemli ve
düzgün bir şekilde kaleme almışımdır. Bu son yazı Afşın Yayınlarının 8'incisi olarak 1966'da çıkan
''Türk Tarihinde Meseleler" adlı kitabımda da vardır.
Türkiye Ansiklopedisinde Turancılık maddesinin yanlışları bu kadar da değildir. Edebiyat Fakültesi
asistanlığından Malatya ortaokuluna sürülüşüm Atsız Mecmua'daki yazılarım yüzünden değil, Birinci
Tarih Kurultayında kendisine birkaç arkadaşla birlikte telgraf çektiğim Reşit Galib'in o sırada Milli
Eğitim Bakanlığına getirilmesi dolayısıyla olmuş, yani Reşit Galip benden öc almıştır.
Bir diğer yanlış da Halide Edib'in Turancı sayılmasıdır. ''Yeni Turan" adlı bir roman yazmakla insan
Turancı olmaz. Halide Edib daha sonraki yıllarda Türkçülük aleyhine dönmüş, İstanbul
Üniversitesindeki profesörlüğü sırasında bunu bazı hareketleriyle göstermiştir. Gençliğinde modaya
uyarak yazdığı "Yeni Turan" onu Turancı yapıyorsa, o halde gençliğinde Milli Savaş heyecanına
kapılarak "Yaralı Hayalet" manzumesini yazan Nazım Hikmet'i de vatan şairi saymak gerekir. Oysa
Nazım Hikmet bir numaralı vatan hainidir.
(11 Şubat 1975), Ötüken, 1975, 4. Sayı.
- 23.
www.atsizcilar.com Sayfa 23
FARUK NAFİZ’E BİR İHTAR
Bir zamanlar Türkçülüğe saldırmak, onu kötülemek isteyenler "faşist" veya "gardist" diyorlardı.
1944'ten sonra "ırkçı", "Turancı" demek moda oldu.
Türkçülüğün faşistlik ve gardistlikle ilgisi o1madığı aşikârdır. Kaldı ki aslında ne faşist veya gardist, ne
de ırkçı veya Turancı olmak bir suç değildir. Hele fikir ve vicdan hürriyetinin kabul olunduğu bir
zamanda memleket kanunlarına aykırı olmamak, devlet düzenini bozmamak şartıyla her fikir ve
kanaat muhteremdir.
Muhterem olmayan, kanun himayesinde bulunmayan tek fikir veya prensip komünizmdir. Çünkü
gayesi milli istiklali kaldırıp Moskovaya bağlanmak, milli varlığı yıkmaktır. Bu fikri gütmek tam bir
vatan hainliği olduğu için komünistler her yerde vatan hainidir ve komünistler, gözleri açılan batı
dünyasında gitgide artan bir şiddetle takibata uğramaktadır.
Irkçı veya Turancılığa gelince: Bunlar "Türkçülük" dediğimiz Türk milliyetçiliğinin iki esaslı unsurudur.
Yani Türkçülerin gayesi içinde, ırkçılık, vatandaşlar arasından yalnız Türklerin başa geçmesi,
memleketi idare etmesi; Turancılık da bugünkü siyasi sınırlar dışında kalan Türklerin bizimle
birleşmesi arzusudur.
Acaba bu fikirde Türkiye aleyhine bir şey var mı? Bir insanı kendi memleketini daha büyümüş görmek
istemesi, dün kendisinin olan yerlerin yarın yine kendisine dönmesini arzulaması kötü bir fikir midir?
Yakın ve uzak tarihte birçok ihanetlerine uğradığımız gayrı Türk vatandaşların bu memleketin can alıcı
noktalarına gelmemesini istemek en basit bir şuur ve mantık işi değil midir?
Bilakis asıl hainlik, elimizden çıkan yerleri unutmak ve millete de unutturmak istemektir. Bugün
"Rumeliyi unutalım" diyenler, eğer dün İzmir elimizden çıkmış olsaydı, "İzmir’i unutalım" diyeceklerdi.
Şuur ve izzetinefis bunu asla kabul edemez.
Elden çıkmış olan yerlerin kaç yıl sonra unutulacağı hakkında ise hiçbir ölçü yoktur. Bu iş, milletlerin
şuuruna veya şuursuzluğuna bağlıdır. Yahudiler ellerinden çıkmış olan vatanlarını 2000 yıl sonra
tekrar elde ettiler. Fakat Turancılığa delilik diyenler Yahudileri alkışladı. Bu da üzerinde durulacak bir
noktadır.
Bu son günlerde, hükümetin komünizm ve irtica aleyhinde hazırladığı tasarı dolayısıyla yeni bir yaylım
ateşe şahit oluyoruz. Fakat yaylım ateş komünizmden çok din ve milliyete yöneltilmiştir.
Komünistlerin, Masonların, Yahudilerin, Gayrı Türklerin elinde olan basın, Müslümanlıkla birlikte
Türkçülüğe de şiddetle taarruz ediyor. Bu taarruzların bazılarını tabii karşılamak gerektiğini biliyoruz.
Mesela Yahudi Dönmesi Ahmet Emin'in, hani mütarekede Amerikan mandasını millete tavsiye eden
şu Selanikli Ahmet Emin'in, Nazım Hikmetof Yoldaşın halis bir yurtsever olduğunu günlerce yazan
Halisüddem Yahudi Ahmet Emin'in Türkçülüğe sinsi veya açık hücum etmesi gayet normaldir. Biz
bilakis, Tanrı göstermesin onun Türkçülüğe taraftar gözükmesinden korkarız.
Fakat bu güruh arasına meşhur şair Faruk Nafiz de karışırsa ne der, ne düşünürsünüz?
- 24.
www.atsizcilar.com Sayfa 24
Evet, Faruk Nafiz, yani Hürriyet gazetesinin "iğne ile kuyu kazan" muharriri 16 ve 24 Ocak 1951 tarihli
fıkralarında Ahmet Eminler ve Falih Rıfkıların safında olarak ırkçılığa ve Turancılığa saldırıyor. Bakın,
16 Ocak tarihli fıkrasında ne diyor:
Solcu, sağcı, muhafazakâr… Zararsız oldukları müddetçe hoş görülüp geçilebilir; Fakat garabet şunda
ki, aşırı olunca hepsi bir kapıya çıkıyor: Solcu, zaten elde bir; muhafazakâr, Müslümanlığı taassuba ve
irticaa çıkarınca, bakıyorsunuz ki işin içinde bir fesat var; sağcı milliyet davasını Turancılığa ve ırkçılığa
çevirir çevirmez, anlaşılıyor ki fikri fitneden salim değil!
Milliyet gibi, din gibi mukaddes mefhumları fitne ve fesada alet edenlerin hangi maksatla harekete
geçtikleri malum.
Aşırılık geçitlerini, mahkemenin ve zabıtanın, kanunun ve cezanın şiddetli kontrolüne almaktan başka
çıkar yol gösterebilir misiniz?
Acaba sağcı, milliyet davasını Turancılığa ve ırkçılığa çevirir çevirmez anlaşılan fitneli fikir nedir? Biz
söyleyelim: Faruk Nafiz'in Hürriyet gazetesinden aldığı ücret… Üstad, aynı ücreti Kudret gazetesinden
veya Büyük Doğu gazetesinden alsaydı o zaman ırkçılık veya Turancılık değil bambaşka bazı şeyler suç
olurdu.
Yine Faruk Nafiz, 24 Ocak tarihli fıkrasına şöyle başlıyor:
Bizdeki solcu teşkilatın bir numaralı azasına öteden beri verilen lakabı duydunuz mu? Turancı!
Biz böyle bir şey duymadık. Böyle şey olamaz da. Bu şahane safsatayı Hürriyet gazetesi yazdıysa onun
da zerrece değeri yok. Çünkü 1950 yılında uydurma yamyamlık hadisesini yazan da yine aynı Hürriyet
gazetesiydi.
Çok garip bir tesadüfle dinin ve milliyetçiliğin aleyhinde bulunanlar hep sarıklı ailelerden çıkıyor; Falih
Rıfkı Cibali imamının ferzendi olduğu gibi Faruk Nafiz de baba cihetinden Molla Muradzade, ana
cihetinden de Halidi tarikatı şeyhlerinden Feyzullah Efendizadedir.
***
Bugün ırkçılığa ve Turancılığa yapılan bütün saldırışlar, vur abalıya kabilinden namerdane bir
zihniyetin mevlududur. 1944'teki bütün aramalar ve rezilane zorlamalara rağmen ırkçı ve Turancıların
hiçbir suçunu bulmak kabil olmamıştır. Onlar "Türk devletinin başında Türkler bulunmalı" fikrini ileri
sürdükleri için Moskofçuların iftira yağmuruna tutulmuştur. İşte hepsi bu kadar… Irkçı Turancılarda
pek çok kusur bulunabilir.
Ardından gittikleri ülkü de Faruk Nafize göre bir hayal, olabilir. Fakat hayal ardındaki insanlara fitneci,
fesatçı denmez.
- 25.
www.atsizcilar.com Sayfa 25
Askerliğini yapmamış olan ve bugün alay ettiği Turancılık ve ırkçılığı müdafaa eder mahiyetteki "Akın"
piyesini, kendi ilmi (!) kanaatleri dışında, emirle ve ısmarlama olarak yazan Faruk Nafiz'in ülkü
vadisinde kalem oynatması gülünç oluyor.
Azizim Faruk Nafiz!
Sen ırkın ve ırkçılığın ne olduğunu, Turandan ne kastedildiğini bilmediğin halde sırf parasını aldığın
gazeteye yaranmak için bana ve arkadaşlarıma (çünkü ırkçı ve Turancı yalnız biziz) fitne ve fesat isnat
etmeğe utanmıyor musun? Senin gibi bir alaylı edebiyat öğretmeni bu konularda kalem oynatabilir
mi? Vaktiyle moda olduğu veçhile sola meylettiğin, solcularla münasebette bulunduğun ve hatta:
Bir nesli uykusundan uyandırır bu haller,
Doğar aç midelerden nur topu ihtilaller
beyti gibi komünist edalı bir manzumeyi o zaman yazdığın söyleniyor. Bu söylentiye inanalım mı?
Irkçılığın aleyhinde bulunanlar yüzde doksan dokuz ırkı bozuk olanlardan çıktığı gibi Turancılığın
aleyhindekiler de Moskofçulardan, eski komünistlerden, Gayr‐i Türklerden, Halk Partisi
mensuplarından çıkıyor. Sen bunların hangisisin?
Aşın fikirlerin şiddetle cezalandırılmasını tavsiye ettiğine göre acaba senin ne şekilde yere vurulman
lazım? Bilmeden kalem oynattığına, fisebililfüls ırkçılık‐Turancılık düşmanlığı yaptığına göre sen de
aşın bir "demokrasi" yobazından başka nesin?
Sen ve senin gibiler yalnız ve ancak "Ebna‐yı Zaman" ve "eyyamgüder" siniz. Şimdi her yerde
demokrasi teranesi var ya... Tut o tarafı gitsin...
Memlekette şef denilen müstebit gasıpların zulmü yürürken senin hiçbir itiraz sesinin çıktığım
duymadık. Sen o zaman, bugünkü bütün kahramanlar gibi her şeyi kabul etmiş, boynu bükük ve
alkışçı bir şef taraftan idin.
Komünistlerle el birliği eden o hain idareye karşı yalnız biz itiraz ettik. Biz, yani senin bugün hayâ
etmeden "fitne" ve "fesat"la vasıflandırdığın ırkçı‐ Turancılar...
Milletvekili oldum diye bir şey oldum sanma.
Millet senin şahsına değil, Demokrat Parti listesine oy verdi. Halk Partisinden tiksinen millet, Salamon
Adato'ya hangi düşünceyle oy verdiyse senin adını da o düşünceyle sandığa attı. Şiirde kazandığın iyi
adı fikir ve siyaset alanında kaybetmek istemiyorsan sus. Bütün ömrünce kadın ve havaiyattan başka
bir şey konuşmamış olan Faruk Nafiz'in ağzında ciddi şeyler gülünç oluyor. Siyaset, ülkü, ciddi işler
senin neyine gerek? Emin ol ki:
Duymadım kimsede asla etinin lezzetini
Dişlerim geçti de kaç yüz kadının kalçasına
- 26.
www.atsizcilar.com Sayfa 26
gibi müstehcen mısraların bile ırkçı‐Turancılara, yani bir fikir uğrunda çok şeylerini kaybetmiş olan
Türkçülere yaptığın iftira kadar çirkin değildir.
Sen ırkı ve Turanı erbabına bırak da yine kendi ihtisasına dön ve eğer takma dişlerinin ağzına
dökülmeyeceğinden eminsen yine kadın kalçalarını dişlemeye devam et...
Orkun,9 Şubat 1951, 19. Sayı.
FAŞİST
"Faşist" demek bir devrin İtalyan milliyetçisi demektir. İtalyanca "facio" kelimesinden doğan bu sıfat,
Mussolini'nin İtalyan milliyetçi partisi mensuplarına âlem olmuş, İtalyan milliyetçiliğine de "faşizm"
denmişti. Millliyetçiliğin milletleri sardığı sırada hepsi ayrı ayrı adlar almış; Almanlar "nazi" (Nasyonal
Sosyalist'ten kısaltma), İspanyollar "falanjist". Belçikalılar "reksist", Romenler "gardist" kelimesini
kullanmıştı. Bu disiplinli ve komünist düşmanı milliyetçilik ilkönce İtalya'da çıktığı için hepsine birden
"faşizm" demek âdet olmuştu.
Faşizm ve komünizm aşağı yukarı aynı yıllarda İtalya ve Rusya'da iktidara geldiğinden komünistler,
kendi düşmanlarına, bütün milliyetçilere ve giderek komünist olmayan herkese faşist demeye
başlamışlardı.
Basit ve iptidâi komünist zihniyeti beş on kelimenin tutsağı haline geldiği ve çapraşık meseleleri
kavrayamayıp onları yavanlaştırdığı için dünyayı komünist ve faşistlerden mürekkep iki grup halinde
görüyordu.
Bizde de 1970 lerdeki olaylar, komünistlerin kendilerinden olmayan herkese faşist dediğini bir kere
daha ortaya koymuştur. Yani Türkiye'de komünistlerin faşist dediği, komünizm karşısında olan
kimseler, özellikle Türk milliyetçileridir.
Türkiye'de komünistler vardır. Gizli bir komünist partisi de 1920'den beri daima mevcut olmuştur.
Fakat Türkiye'de faşist olmadığı gibi açık veya gizli bir faşist partisi de yoktur. Komünistler milliyeti
inkâr ettikleri için dünyadaki bütün komünist partileri dost ve müttefiktir. Halbuki her milliyetçilik
başka milliyetçiliklerin aleyhinde olduğundan komünistlerin topyekün faşist diye adlandırdığı ayrı
milletlerin milliyetçileri birbirinin düşmanı veya zıddıdır.
Türkiye'de faşist, şu veya bu değil, Türkçü gençler vardır. Bunlar göğüslerine milli alâmet olan
Bozkurtlu rozet takarlar ve kendilerine Bozkurt derler. Komünistlerin gemi azıya aldığı yıllarda Adalet
Partisi, kasdi mi olduğu hâlâ anlaşılmayan bir acz içinde olaylara seyirci kalırken millî duyguyu ve hattâ
devleti bilek gücü ile savunanlar, düşmanları tarafından komando diye adlandırılan bu Bozkurtlardı.
İsmet İnönü, mahut zihniyetiyle bunları zamanın cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a şikâyet ederken
Sunay Paşa sâbık millî şefe tarihi cevabını vererek onu susturmuştu.
- 27.
www.atsizcilar.com Sayfa 27
Şimdi gazete havadislerinden öğreniyoruz ki küçük Bozkurtlardan biri, 16 yaşındaki Necati Kaya,
göğsünde Bozkurtlu rozet olduğu için okul müdürü tarafından yüzüne sert bir cisimle vurularak
komaya girmiş ve kurtarılamayarak ölmüştür.
Bu kahraman (!) okul müdürü için ne söylense, ne kadar övülse azdır. Kine bakınız ki daha 16 yaşında
bulunan körpe bir çocuğa elle değil de sert bir şeyle vuruyor, bunu da o çocuk göğsünde millî sembol
olan Bozkurdu taşıdığı için yapıyor.
Bu cinayetten birkaç gün önce bir bakanın okullardaki faşistleri yumuşaklıkla yola getireceklerini
söylemesi şaşırtıcı olmaktan da daha ileri bir şeydi. Bu faşistler kimlerdi? Varsa, adlarını söylemek
devlet sırlarını açığa vurmak olmayacağı için hiç olmazsa bir tek isim vermesi gerekmez miydi?
Millî sembol düşmanlığı, milliyet düşmanlığı, milliyetçi düşmanlığı, millet düşmanlığı acaba nerelere
kadar yürüyecek? Onlara şairin şu beytini hatırlatacağız:
Bu kavmin titre makrûn‐ı adâlet intikamından;
Kılıçlar çıkmasın bir kerre pür‐satvet niyâmından.
Bozkurt'tan çakallar, köpekler ve tilkiler korkar. Kendi mefâhirine düşman olanın bu âdi hayvanlardan
ne farkı olabilir ki?...
(5 Nisan 1974), Ötüken, 1974, 4. Sayı.
(1) Bu kavmin, adaletin yanında olan intikamından titre. Kılıçlar kahredici olarak bir kere kınından çıkmaya
görsün!
TELKİN VE PROPAGANDA...
Dinamik ve enerjik olacaksın. Darbeyle karşılık verecek, hücumu hücumla durduracaksın. Bütün
devletlerle dostluk kurmak, ziyaretler yapıp ziyafetler ve hediyeler vermek, milli çıkarları korumak
bakımından pek az faydalıdır.
Bir İngiliz, Barbaros Hayreddin Paşa hakkındaki eserinde ünlü Türk amiralini küçültücü şeyler
yazdıktan sonra onun soy bakımından Türk değil, Rum olduğunu da ileri sürmüş.
Türk büyüklerini başkalarına mal etmek hikâyesi epey eskidir. Hattâ bunlar arasında, yabancı bir kanın
dörtte bir oranında karışmasıyla bir Türk'ü o yabancı kana bağlamak isteyen gayretkeşler bile vardır.
Barbaros'a gelinde, o, hiçbir tartışmayı gerektirmeyecek kadar Türk'tür, Yirminci Yüzyılda dünyanın
yuvarlak olduğunu ispat için konferans verecek, yazı yazacak değiliz.
Osmanlı imparatorluğu birçok milletleri idare ettiği ve Müslümanlık esasına dayandığı için Müslüman
olan herkes devletin en yüksek kademelerine kadar çıkabiliyordu. Yüksek kademelere çıkanlardan
çoğunun hangi soya mensup bulunduğu tarihlerde, belgelerde kayıtlıdır. Bu arada hangi ırktan olduğu
- 28.
www.atsizcilar.com Sayfa 28
bilinmeyen birkaç kişi de bulunabilir. Barbaros ise, biraz önce de söylediğimiz gibi Türklüğü kesin olan
yüksek askerlerden biridir.
İngiliz yazarının bu tarihi açıklık karşısında onu neden Rumluğa mal etmek istediği belli değildir. Olsa
olsa şuur altında yaşayan milli bir kıskançlığın açığa vuruluşu olabilir. Çünkü daha sonraki yüzyıllarda
kuvvetli' bir denizcilikleri olduğu halde İngilizlerin bir Barbaros'u yoktur ve şüphesiz Barbaros şimdiye
kadar gelen amirallerin en büyüğüdür.
İngiltere bugün çöküş halindedir. On Dokuzuncu Asırla Yirminci asrın başlarında İngiliz donanması,
daima, kendisinden sonraki en güçlü iki donanmanın toplamından üstün kuvvette bulunuyordu. Bu,
onların âdeta hayat prensipleri idi. Fakat İngiltere artık ihtiyarlamıştır. Birinci Cihan Savaşını
Amerika'nın yardımıyla kazanmış, buna rağmen nefesi kesilmiş, eski gücünün kalmadığını anlamıştır
îkinci Cihan Savaşı ise Almanya tarafından İngiltere'nin belkemiğinin kırılmasıyla sonuçlanmıştır.
Bugün donanma bakımından dünyada ancak üçüncü, büyük devlet olarak dördüncü, belki beşincidir.
Gelenekleri de çökmekte, İmparatorluğunu kendi eliyle tasfiye ettikten sonra Britanya adasına,
kendisini şiddetle rahatsız eden Zenciler dolmaya başlamış bulunmaktadır. Geçen asırlardan gelen
itici kuvvet henüz kendisini ilerlerde tutmakta ise de biraz sonra nefesi iyice kesilince büyük
devletlikten vazgeçip orta devlet olmaya razı olacaktır.
İşte bu durumdaki İngiltere'nin içinden herhangi bir ferdin çıkarak şanlı Barbaros'a hakarette
bulunması onun ruh sarsıntısını, içine düştüğü aşağılık duygusunu yansıtmakta ve akla ister istemez
çöp ve mertek meselini getirmektedir: Kendi gözündeki merteği görmeden başkasının gözündeki
çöpü görmek.
Şu zavallı İngiliz'e soralım: Sen başkalarının yüzyıllar ötesinde kalmış amirali ile uğraşacağına şu anda
kendi devletinin başında bulunan kral hanedanına bir baksana... Senin bugünkü kraliçen yani devlet
başkanın Alman'dır. Kraliçenin kocası Danimarkalıdır. İngiltere veliahdı Dan ve İngiliz kırmasıdır.
Acaba bunları hiç düşündün mü? Sırça köşkte oturup da başkasına ne diye taş atarsın?
Senin Başbakanların arasında da ne milletler olduğunu istersen bir nebze hatırlatalım: Macdonald,
İskoç'tu. Daha öncekilerden Lloyd George, Galli idi. Daha eskilerden Disraeli, Yahudi idi.
Bunlar dururken ne diye dört yüz yıl önceki Barbaros'la uğraşıyorsun da Türk olduğu halde Rumluk
izafe ediyorsun? Bazı İngilizler'de Türkler'e karşı bir hınç ve kin olduğu malûmdur. Kurtuluş savaşımız
sırasındaki başbakanları Lloyd George de bunlardan biriydi. Sevginin ve nefretin niçini, nedeni olmaz.
Belki Barbaros kitabının müellifi de aynı şekilde bir kinle hastadır. Belki babası, Birinci Cihan savaşında
Türkler'le yapılan çarpışmalarda ölmüş veya sakat kalmıştır. Sebebi ne olursa olsun bu İngiliz bir Türk
düşmanıdır. Barbaros'un, eğer varsa, denizcilikteki taktik yanlışlarını inceleyeceğine, onun insan
taraflarını ve ırkını yererek yazılan bir eser başka türlü değerlendirilemez.
Tarihi değerlerimizi başkalarına değil, kendi milletimize bile tanıtamadığımız için biz de sorumluyuz.
Orta öğretimde başkalarının tarihi Türk tarihinden daha çok gösterilip öğretilmektedir. Tarih şuuru
olmayan bir millete başkaları tarih yönüyle istedikleri kadar yüklenebilir.