SlideShare a Scribd company logo
1 of 55
Sümela
(Meryem Ana)
Manastırı
Manastır Ne demektir
Kesin kurallara bağlıbir başrahip veya başrahibenin
yönetimindeBazı rahip veya rahibelerin dünya ile
ilgilerini keserek bir arada yaşadıkları rahip veya
rahibeler topluluğunu barındıran binalara manastır
deniliyor.

Manastırlar, Budizm, Hinduizm ve Hıristiyanlıkta
münzevi yaşamın bir parçası olarak gelişmişlerdir. Her
üç dindeki çileci keşişler hayatlarını inandıkları dine
dua derek bağlı bulundukları manastırda, dünya
nimetlerinden ve safahatından uzak bir şekilde
geçirmeyi ibadetlerinin bir parçası olarak kabul
etmekteydiler.



Eskiden manastırlar, kendi mülkleri olan bir arâzî
üzerinde kurulur ve bu arâziyi işleterek elde ettikleri
mahsûllerle kapalı bir ekonomi içinde yaşarlardı.
Manastırda başrâhibden başka çeşitli görevliler
bulunurdu. Manastırlar bâzan cezâlı din adamları için
nezârethâne, hapishâne olarak kullanılırdı.

Orta çağda manastırların zenginliği ve kudreti artarak
önemli derebeylik merkezleri hâline geldi. Başlangıçta
bölge piskoposunun rûhânî yetkisine bağlı olan
manastırlar, daha sonra papalığa bağlandılar.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem;
müslümanların, hıristiyanlara ve yahûdîlere yapmakla
mükellef oldukları muâmele şeklini bildirdiği
mektûbunda buyurdu ki:
"Onların dînî reislerini, (başkanlarını) makamlarından
indirmeyin. Onları ibâdet ettikleri yerden çıkartmayın.
Bunlardan seyâhat edenlere mâni olmayın. Bunların
manastırlarının hiçbir tarafını yıkmayın. Bunların
kiliselerinden mal alınıp müslüman mescidleri için
kullanılmasın..." (Hadîs-i şerîf-Mecmua-i Münşeât-üs-
Salâtin)

(Yeni Rehber Ansiklopedisi)


Manastırlar nerelere yapılır

Manastır yapımı için yer seçimi çok önemlidir.
Manastırlar kalabalık yerleşim yerlerinden uzak,
ulaşılması zor ve tenha büyük kaya oyuklarına, sarp
kaya kütlelerinin vadiye hakim noktalarına ya da ancak
sarp yollardan ulaşılması mümkün olan tepelere inşa
edilirlerdi. Bazen rahip ve rahibeler manastırlarda
birlikte yaşarlar, tesisi birlikte yönetirlerdi. Sürgüne
gönderilen prensler, muhalif hanedanlar ve din
adamları manastırlarda hapsedilerek eğitimden
geçirilir, aykırı fikir ve eylemlerden kurtulmaları
sağlanırdı.

Hıristiyan din adamları yetiştirmek için kurulmuş,
dünyevi yaşamdan hiçbir şey beklemeyen dindar insan
modeli geliştirmek için planlanmış, dini misyonerler
yetiştiren bir okuldur manastır.
Manastırlar, öğrencilerin diğer insanlarla ilişki
kurmaması amacıyla gözden uzak, kuytu yerlerde inşa
edilir. Yurdumuzda bulunan tarihi manastırlara bakacak
olursak topoğrafik açıdan ulaşılması zor bölgelerde
kurulmuşlardır.

Burada amaç diğer dinlere mensup insanlar tarafından
taciz edilme korkusunun yanı sıra öğrencilerin
kendilerini günlük yaşama, siyasete, dünyaya, kısaca;
zamanın şartlarına kaptırma korkusudur. Bir noktada
insanları geçmişe hapsetme eylemidir.
Buradan çıkacak öğrencilere verilen eğitim ile günün
insanını kendilerinin ait oldukları dinin tarihi noktasına
çekme misyonunu yüklenir.
Manastırların gelir Kaynakları

Manastırların en büyük geliri bağışlar ve kendi
vakfiyesinde olan civar köylerden topladığı vergilerdi.

Bağışlar, yaşamlarını manastıra adamış olan keşişler
tarafından toplanır, keşişler özellikle Doğu ortodoks
Hıristiyanlığında Anadolu dervişleri gibi "bir lokma bir
hırka" felsefesi ile bağlı bulundukları manastıra hizmet
ederlerdi. 13. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa'da
derebeyliklerin çökmeye ve kilisenin gücünün
sorgulanmaya başlanmasından sonra manastırlar
zenginlik ve önemlerini büyük oranda kaybetmiş
olmakla birlikte, Doğu Hıristiyanlığında 19. yüzyıl
başlarına kadar zenginliklerini ve etkinliklerini
muhafaza etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğunun bu
dönemde adı geçen bölgelere hakim olması ve manastır
yaşamına müdahalede bulunmaması bu etkinlik ve
zenginliğin devam etmesinin temel nedenidir.




Sümela adı nereden geliyor

Bu konuda birbirine benzeyen çeşitli
rivayetler vardır.

1-) Manastırın asıl adı “Karadağın Bakiresi”
anlamındaki “panaghia tou melas” tır. Yöre halkı için
“t” nin telaffuzu zor olduğundan manastırın adı
“panaghia soumelas”a dönüşmüştür.

Manastırın adını Siyah Meryem Ana ikonundan aldığı
ve manastırdan dolayı dağa “Oros Mela” (Karadağ)
adı verildiği sanılmaktadır. Türkler çok daha sonraları
burayı “Meryem Ana Manastırı” olarak
adlandırmışlardır.

2-) Manastırın, Grekçe(Yunanca) "SUMELA" adının
esasını, kara-siyah karanlık anlamına gelen Melas
kelimesinden aldığı söylenir. Semavi Eyice'ye
göre;"evvelce burada bulunan ve saygı gören siyah
Meryem tasvirinden (ikonasından) Sümela adını aldığı
ve bu dağın adı da manastırdan dolayı Oros Melas
(Karadağ) olduğu"kabul edilir.

3-) Manastırın ismi "Panaghia tou Melas" (Karadağ'ın
Meryem'i) iken, daha sonra "Panaghia Soumelas"
olmuş. Türkler ise, sadece "Sümela" demiş.

4-Meryem Ana adına kurulan manastırın “Sümela”
adını siyah anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı
söylenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu
renkli Karadağlardan geldiği düşünülmekte ise de,
Sümela kelimesi buradaki Meryem tasvirinin siyah
rengine bağlanabilmektedir.

5- Meryem (Panaghia) adına kurulan bu manastırın,
Grekçe Sümela adının esasını, kara, siyah, karanlık
anlamlarına gelen Melas kelimesinden aldığı söylenir.
Bu, acaba bu tesisin kurulduğu vadinin ve dağın koyu
renginden dolayı mı vermiştir? Bu fikirde olanlar
vardır. Fakat kanaatimize göre Sümela kelimesi,
buradaki Meryem ikonasının (tasviri) bir sıfatı da
olabilir.

Onun, ünlü tarihçi J.P. Fallmerayer'in de (1790-
1861)1840 yılında buraya geldiğinde dikkatini çektiği
gibi renginin koyu, hatta teşhis edilemeyecek derecede
siyah oluşu bu adın esasını teşkil etmiş olması
mümkündür.

Gürcü resim sanatında, XII. yüzyılda sanat âleminde
Siyah Madonna ismi altında tannan birtakım Meryem
ikonalarının yapıldığı ve yayıldığı bilinir. Esrarlı
ifadesini daha da arttırmak gayesiyle, Meryem Ana
resimlerinde yüz, siyah ile boyanıyordu.

Gürcistan'a bu usulün eski Hind sanatından gelmiş
olabileceği de ayrıca ileri sürülmüştür. Sümela
Manastırının Kafkasya'ya yakınlığı düşünülecek olursa,
burada saygı gören Meryem tasvirinin, böyle bir siyah
Meryem olduğuna ve manastırın, Sümela adını bundan
aldığına ihtimal vermek de mümkündür. Böylece dağın
da adı, manastırdan dolayı Oros Mela = Kara Dağ
olmuştur.
6- Maçka‟nın 17 km. güneyinde Altındere Köyü‟nde,
Meryemana (Panagia) deresinin batı yanında, Mela
Dağı‟nın deniz seviyesinden 1,150 m. yükseklikteki
kayaları oyarak ve doğal mağaralardan da
faydalanılarak yapılmış manastırın adı “Sümela”,
Rumca karanlık, siyah anlamına gelen “melas”
kelimesinden gelmektedir.

Karadenizli Hıristiyan Rum‟lar Mela dağındaki
mucizevi Panagia ikonundan bir şey diledikleri zaman
"stou mela" derlermiş, bu zamanla Sümela‟ya
dönüşmüş. Bu da ikona neden Panagia Soumela
denildiğini açıklamaktadır. Bu yüzden manastıra
“Karadağın (Mela dağının) bakiresi”de denilmektedir.

Manastır kim adına kurulmuştur.
Sümela Manastırı Meryem (Panaghia) adına
kurulmuştur.

Sümela Manastırının Yeri
Sümela Manastırı, Trabzon ili, Maçka ilçesi, Altındere
köyü sınırları içerisinde Altındere Vadisine hâkim
Karadağlar adını taşıyan dik yamaçlı bir dağın
eteklerinde sarp bir kayalık üzerinde kayalar oyularak
kurulmuştur.

Trabzon'a 47 kilometre, Maçka'ya 17 kilometre
uzaklıkta Altındere Milli Parkı içinde, Panagia
(Meryemana) deresinin batı yamaçlarında Mela
(Yunanca 'siyah') tepesi üzerinde deniz seviyesinden
1.150 m yükseklikte yer alan bir Rum manastır ve
kilise kompleksidir.

Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte
bulunmaktadır. Sümela, bu konumuyla manastırların
şehir dışında, ormanlarda, mağara ve su kenarlarında
kurulma geleneğini sürdürmüştür.
Ziyaretçilerin Sümela Manastırı'na daha rahat ve
güvenli bir şekilde ulaşabilmeleri için patika yol doğal
yapı bozulmadan genişletilerek yeniden düzenlenmiştir.

Ulaşım
Trabzon'a 47 kilometre, Maçka'ya 17 kilometre
uzaklıkta Altındere Milli Parkı içinde bulunan
manastıra, yaz aylarında turizm acenteleri tarafından
günü birlik turlar düzenlenmektedir. Sümela Manastırı
arabayla Trabzon‟dan yaklaşık 45 dakika sürmektedir.

Manastıra iki yol çıkıyor, biri çok eskiden beri
kullanılan patika yol (katır yolu); Yaya yolu sağ
taraftan gitmektedir. Diğeri belli bir mesafeye kadar
çıkan, Altındere‟nin gürül gürül çağlayanlar oluşturarak
eşlik ettiği araba yolu. Araba yolu sol taraftan
gitmektedir.

Bu yolu tercih edenler arabayla tırmanıştan sonra kısa
bir yürüyüşle manastıra çıkabilir. Bu mevsimde araba
yolu daha uygun düşer, ama güneşli bir havaya denk
gelirseniz patika yolu kullanın, tadına vara vara dağa
tırmanın.

Yosun tutmuş dallar, kökler, toprağın koyu kahverengi
rengi, soluklanmak için durduğunuzda yanı başınızda
beliren yemyeşil bir uçurum, aşağıdaki ormanları
ayaklar altına seren bir manzara, kale görünümüyle bir
görünüp bir kaybolan gittikçe daha da yaklaştığınız
manastır... Bir kaleyi fethetmeye gidiyoruz sanki.

1962 yılında merdivenleri ile kapısı tamir ettirilerek
turistlerin ziyaretine elverişli bir duruma getirilmiş olan
görkemli yapı görenlerin hayranlığını uyandırmaktadır.

1972 yılında ise ören yeri olarak ziyarete açılan yapı'ya
orman içersinden 25-30 dakikalık bir patika yolla
ulaşılabilindiği gibi manastırın 200 metrelik yakınına
küçük vasıtalarla da ulaşılabilir
__________________
Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize
vereceği selahiyetle, mahşer halkına
şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir
merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah
yolunda bir hizmeti varsa hepsine
şefaat edecegiz.

Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise
Sirruh)
Düzenleyen: Lokman Aşkın , 15-05-2009 - 08:15.




 07-11-2008, 23:14                               #3

Lokman Aşkın                                       Yanıt: Sümela
Yarbay                                           (Meryem Ana)
                                                 Manastırı--Trabzon
Katılım Tarihi: 08/2007
Mesajlar: 3,519
Rep Gücü: 93                                     Sümela
                                                 Manastırının
                                                 Önemi
                                                 (Kralların Taç
                                                 Giydiği
                                                 Manastır)
                                                 Karadeniz'in bu en
                                                 ünlü manastırı 4.
                                                 yüzyılda denizden
                                                 1300 metre
                                                 yükseklikteki bir dağ
                                                 gövdesinin içerisine
                                                 Hıristiyanlığın ilk
                                                 günlerinde gizli bir
                                                 tapınak olarak
                                                 yapılmış.

                                                 Zamanla 17 metre
                                                 yüksekliğinde, 40
                                                 metre uzunluğunda,
                                                 14 metre
                                                 genişliğinde 72
                                                 odalı, odalarını
                                                 İsa'nın, Meryem'in,
                                                 Havarilerin
                                                 fresklerinin
                                                 süslediği, Komnenos
                                                 krallarının taç
                                                 giydiği bir manastır
                                                 halini alır. Önemli
                                                 din adamlarının
                                                 ziyaretleriyle bazen
                                                 çok ünlü bir dinî
                                                 merkezi olur, bazen
de sürgün ve hapis
yeri...

Manastıra hediye
edilen altın
şamdanların, ceylan
derili İncillerin,
elyazması kitapların,
İsa'nın çarmıhından
bir parça taşıdığı öne
sürülen haçın akıbeti
de manastırın
kuruluşunu anlatan
efsanelere karışır.
Bu değerli
hediyelerin bir
bölümü Ankara'ya,
Atina'daki Bizans
Müzesi'ne gider,
çoğu kayıplara
karışır.

Yağmalanan ve
yakılan manastırın
bugün görülen
freskleri 1740
yılında yapılan
restorasyonun
eseridir.

Dinlerin kaynaştığı,
unutulmuşa baş
kaldıranların
gezindiği yerdir
Trabzon

Kutsal Su
(Ayazma)ve
Efsanesi
Manastırı gezdikten
sonra, arka
bahçesindeki
ayazmanın
kenarında oturun.
Pek çok Hıristiyan
ve Müslüman'ın şifa
bulmak için geldiği
yerdi bu ayazma.
Yukarılardan,
kayaların arasından
manastırın içine
sular damlıyor,
değişik dinlerden
insanlar ayazmadan
su içip dilek
diliyorlardı.

Bir efsanede
manastırın
ortasındaki kutsal
havuzdan
bahsedilirken, efsane
şöyle anlatılıyor:

“Manastırın
ortasındaki kutsal
havuza, 30-40
metreden iri su
damlaları değişik
aralıklarla düşermiş.
Kutsal olduğuna
inanılan bu damlalar,
yüzyıllar boyunca
umutsuz hastaların
ve kısırların umudu
olmuş. Tarih
boyunca Müslüman,
Hıristiyan birçok
hasta, efsanenin
getirdiği umudu
paylaşmak amacıyla
manastırı ziyaret
ederek zengin
adaklar ve
kurbanlarla damla
tedavisine
girmişler.”
Sümela
Manastırının
40 yıl Süren
Restorasyonu
Sümela
Manastırı'nda 20
yıldır süren ve 1
milyon 178 bin YTL
harcanan
restorasyonun
sonucu pek çok
sanat tarihçisi
tarafından tarihi
yapının çimentoyla
sıvanması, yerel taş
yerine Ankara'dan,
Bayburt'tan taşınan
taşla yapılması
benzeri gerekçelerle
orjinalliği bozulduğu
ileri sürülerek
eleştirilmiştir.

Restorasyon adına
duvarlarının
gelişigüzel
sıvandığı, binaların
tarihi özelliklerinin
bozulduğu iddiaları
gündemden
düşmeyince Kültür
Bakanlığı 27 Kasım
2007'de iddiaları
incelemek üzere
Bilimsel Danışma
Kurulu
oluşturmuştur.

Kurulun hazırladığı
raporda 1987 yılında
hazırlanan projenin
'eksikler ve
olumsuzluklar'
nedeniyle
durdurulması ve
acilen yeni bir proje
hazırlanması
istenmiş, manastırın
yıkılma tehlikesinin
bulunduğuna ve
çevresindeki kaçak
yapılaşmaya dikkat
çekilmiştir.

Manastırdaki
kıymetli eserlerin
bazılarının
Yunanistan‟ın
başkenti Atina‟daki
Benaki Müzesi,
İrlanda Dublin
National Gallery ve
İngiltere Oxford‟da
bir özel
koleksiyonda
bulunmaktadır. :

“Manastır
kütüphanesine ait 84
el yazmasının 66‟sı
ile bir miktar basma
eser de halen Ankara
Anadolu
Medeniyetleri
Müzesi‟ndedir.

Sümela Manastırı‟na
Cumhuriyet
döneminde de
gerekli önem
verilerek, Kültür ve
Turizm Bakanlığı
tarafından 1987
yılında başlatılan ve
dönemsel olarak
aralıklarla ilerleyen,
kaya kilisesi,
ayazma, mutfak ve
çevresinin röleve,
restitüsyon,
restorasyon ve çevre
düzenlemesi
çalışmalarında 1
milyon 178 bin YTL
tutarında harcama
yapıldı.”

Sümela
Manastırının
Bölümleri
Oldukça geniş bir
alan üzerine inşa
edilen fakat düzenli
bir planı olmayan
Sümela Manastırının
önemli bölümleri,
başlıca ana kaya
kilisesi, birkaç şapel,
mutfak, öğrenci
odaları, misafirhane,
kütüphane ile kutsal
ayazma, su
kemerleri
bölümlerinden
oluşur.

Pişmiş topraktan
yapılmış borularla
su, su kemerlerinden
manastır içindeki
çeşmeye(ayazma)
taşınmakta idi.

Basamaklarla çıkılan
giriş kapısından
sonra muhafız
odaları yer almakta
ve buradan bir
merdivenle iç avluya
inilmektedir.

Merdivenlerin
sağında kütüphane
yer almaktadır. İç
avlunun sol tarafında
iki katlı mutfak
binası ve içine yaz
kış yukarıdaki
kayadan su
damlayan, kutsal ve
şifalı olduğuna
inanılan ayazma
dikkat çekmektedir.

İç avluda en
görkemli ve dikkati
çeken yer, ilk olarak
4. Yüzyılda
yapıldığına inanılan
ve daha sonra içi ve
dışı fresklerle
süslenmiş kaya
kilisesinin
bulunduğu
bölümdür.
Fresklerde Tevrat ve
İncil‟den alınan
konular yer almıştır.
Ayrıca kilise
içerisinde kuzey
duvarında bulunan
ve çevresi altın
yaldızlı madonna
freski ziyaretçilerin
büyük ilgisini
çekmektedir. Şapel
1710 yılında
yapılmıştır.
İç avlunun doğu
tarafında ise, kayalık
zemin üzerine
oturmuş ve

1860 yıllarında
yapılmış olan,
balkonlu keşiş ve
misafir odaları yer
almaktadır. Kapıları
meşe ve karaağaçtan
yapılmış 3 katlı bu
bölümdeki odalarda
ocak, kitap dolapları,
kandil yerleri ve
balkonlar
bulunmaktadır.

Manastır içindeki
gömme dolaplar,
ocaklar, raflar Türk
sanatının izlerini
taşımaktadır. Misafir
odaları, rahip
odaları, şapeller,
mahzenler
bulunmaktadır.
Kutsal suyu toplayan
şadırvanda sivri
kemerleriyle Türk
Mimarisi
karakterindedir.
Sümela'nın yüz
metre kadar
kuzeyinde yine dağ
yamacına oyulmuş
erişilmez durumda
ve içinde freskleri
olan şapeller
bulunmaktadır.
Sümela
Manastırı'nda

1998'den beri Kültür
ve Turizm
Bakanlığı'nca
yürütülen bir proje
dâhilinde zarar
gören duvarlar
temizlenip restore
edilerek koruma
altına alınmıştır.

Manastırın ana
bölümü üst çatıyla
kaplanmış olup, Ana
Kaya Kilisesindeki
freskler temizlenerek
sağlamlaştırılmıştır

Yine sağda yamacın
ön yüzünü kaplayan
büyük balkonlu
bölüm keşiş odaları
ve misafir odaları
olarak kullanılmıştır
ve 1860 yılına
tarihlenmektedir.

Avlunun etrafındaki
binalarda odalardaki
dolapları, hücreleri,
ocakları ile Türk
sanatının etkileri de
görülmektedir.

Asıl kilise fresklerle
kaplanmıştır. İçeride
mağaranın güney
bölümünde kayaya
oyulmuş duvar
hücresi
bulunmaktadır.
Dışarıda 18.
yüzyıldan kalma bir
zamanların kapellası
olan bir kilise vardır.

Kiliseye yakın doğu
cephesinde giriş
yolu, manastırın çan
kulesi ile
desteklenmiştir. Çan
kulesinin hemen
yanında günah
çıkarma yeri
                     bulunmaktadır.
                     İçindeki freskler
                     halen sağlam
                     gözükmektedir.
                     Yukarı kısımlarda
                     ise, keşiş odaları ve
                     küçük kiliseler
                     mevcuttu. Asıl
                     kilisenin kapısında
                     1741 Haldiye‟li
                     (Kuzey Gümüşhane)
                     Mişobu (Papazbaşı)
                     emriyle tamir
                     ettirilmiştir yazılıdır.

                     __________________
                     Biz, Cenab-ı
                     Hakk'ın
                     ahirette bize
                     vereceği
                     selahiyetle,
                     mahşer
                     halkına şöyle
                     dürbünle
                     bakacak, kimin
                     bize bir
                     merhabası,
                     ilgisi, sevgisi,
                     alakası, Allah
                     yolunda bir
                     hizmeti varsa
                     hepsine şefaat
                     edecegiz.

                     Süleyman
                     Hilmi Tunahan
                     (Kuddise
                     Sirruh)


  07-11-2008,
                #4
23:24
Lokman              Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon

Aşkın
Yarbay            Sümela Manastırının Kuruluş Efsanesi
Katılım Tarihi:
08/2007
Mesajlar: 3,519   4. Yüzyıl ( İmparator Theodosius Dönemi ) 375-395
Rep Gücü: 93
                  Sümela Manastırının Kuruluş efsanesi tamamen rivayetlere
                  dayanmaktadır. Herhangi bir bilimsel gerçekliği yoktur.
                  Manastır hakkında bilinenler 1204 yılından sonraya ait
                  olanlardır.


                  Buranın başlıca gelir kaynağı olan bir Meryem Ana resminin
                  eksikliğine ve mucizeler yarattığına halkı inandırmak böylece onun
                  değerini büyütmek için uydurulduğu kolayca sezilen rivayete
                  Kuruluş efsanesine göreBizans İmparatoru I. Theodosius
                  zamanında (375-395) İsa‟nın havarilerinden Aziz Lukas bir
                  Meryem ana ikonu yapar.(Bir tahta parçası üzerine bir Meryem ana
                  resmi yapar)

                  Bu ikon hastalıklardan, kıtlıktan ve her türlü sıkıntıdan korumakta,
                  dilekleri kabul etmekte ve mucizeler yaratabilmektedir. Renginin
                  koyuluğundan ötürü daha sonraları Kara Meryem, Kara Melek, Kara
                  Madonna gibi adlarla ünlenen bu resim, Theodosius döneminde, 4.
                  yüzyılda Atina‟dan ayrılmak istemiş.

                  İkon, bir gün yerini değiştirmek ister ve kimsenin yardımı olmadan
                  Akropolis‟teki tapınak ikametinden ayrılır. Atina‟ya uçar.İkona daha
                  sonra Melekler tarafından bulutlar üzerinde taşınarak, bugün Sümela
                  Manastırı‟nın bulunduğu yüksek kaya mağarasına getirilir.
                  Kovuklardan birine yerleştirilir.

                  O günlerde Barnabas ve Sophranios isimli keşişler rüyalarında
                  Meryem Ana‟yı görmüşler ve Meryem Ana keşişlere Trabzon‟a
                  gidip ikonanın olduğu kovukta kendisi adına bir kilise yaptırmalarını
                  söylemiş.ve , yerini, nasıl gideceklerini tarif etmiştir.

                  Barnabas ve Sophronios Atina‟dan gemi ile yola çıkarak, ikonun
                  peşinden bu dönemde bir Hıristiyan şehri olan Trabzon‟a gelirler.

                  Eski bir yol boyunca içerilere doğru ilerlerler ve bir mağara
                  önündeki kayanın üstünde Aziz Lukas‟ın yaptığı resmi bulurlar.

                  Onlardan önce bu resmi gören yerliler, ikonayı yakmak istemişler,
                  yanmamış. Balta ile parçalamak istemişler kırılmamış. Dereye atıp
uzaklaştırmak istemişler, derenin suyu ikonayı sürüklememiş. .

Meryem Ana tarafından görevlendirilen iki keşiş, Bugünkü adı
“Altındere” olan vadide Karadağ‟ın dik yamacındaki mağarayı
genişletip önüne duvar yaparak melekler tarafından ikonanın
konulduğu kovuğa önce bir kilise, sonra bir manastır yapmışlar.
Hayatlarının geri kalan kısmını Sümela‟da geçiren iki keşiş ilk kaya
kilisesini 385 yılında inşa ettikten sonra 412 yılında, aynı gün
ölmüşler.”

Barnabas ve yeğeni Sophronios‟un kurdukları bu kaya kilisesi, her
ikisinin de 18 Ağustos 412‟de aynı gün ölümlerinden sonra
manastırın diğer keşişlerince geliştirilmeye devam edildi.

Bununla birlikte manastırdaki fresklerde sıkça yer
alıp, özel bir önem verilen Trabzon İmparatoru III.
Alexios’un (1349-1390) manastırın gerçek kurucusu
olduğu sanılmaktadır.

Başka bir Efsane
Yine başka bir efsaneye göre, büyük bir kasırga sırasında
Meryem'in yardımı ile canını kurtaran III.Alesios burasını yeni
bir tesis halinde inşa ettirmiş, zengin vakıflar bağışlamış bir
Khrysobullos yeni bir ferman ile de bu vakıflarını sağlam
esaslara bağlamıştır.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
İkon (İkona): Ortodoks kilise sanatında Hz. İsa,
Meryem ya da azizleri betimleyen resim. 6.yy’da
ortaya çıkmıştır. Önceleri Bizans’a özgü olan ikon,
Ortodokslukla birlikte Balkanlar ve Rusya’da yaygın
bir kullanım ve uygulama alanı bulmuştur. Genellikle
ahşap levhalar üzerine ankostik boya ile yapılırdı.
-------------------------------------------------------------------



6. Yüzyıl (İmparator
Iustiniaos(Justinyanus) Dönemi)( 527-
565)
Manastır 6.yy da İmparator Iustiniaos (527-565)
devrinde Kumandan Belisarius tarafından yeniden
yaptırıldı.
İmparator, Ceylan derisi üzerine yazılmış el
yazmaları ve diğer birçok ünlü kitabı manastır
kütüphanesine gönderdi. Ayrıca kurucu
Barnabas‟ın rölikleri içeren ayaklı gümüş bir
vazoyla da Sümela‟nın kilisesini donattı.
Yine bu dönemde diğer manastırlarla birlikte
Sümela Manastırı‟nın da stratejik konumları
değerlendirildi ve herhangi bir düşman
ilerlemesinde Trabzon‟un hangi manastırca
uyarılacağını düzenleyen bir sinyal sistemi
oluşturuldu.
Bu haberleşme sistemi, önceleri ateşle, daha
sonraları vadi boyunca inşa edilen çan kuleleriyle
yapıldı.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
-


Rölik:Hıristiyanlıkta Hz. İsa, aziz ve azizelerle ilişkili ya da
onlardan arta kalan kutsal eşya veya parçalar. Örneğin Hz. İsa’nın
çarmıha gerildiği haçın parçaları rölik sayılır. Kutsal kişilerin vücut
parçaları da röliktir. Rölikler “röliker” denilen özel kutularda
saklanır.

Manastır yağmalanıp ateşe veriliyor ve yeniden
inşa ediliyor. (640 yılı)
640 yılının bir gecesi bölge manastırlarının en zengini en eskisi ve
en önemlisi olan Sumela Manastırına gelen bir grup haydut, rahipleri
etkisiz hale getirerek manastırı yağmalayıp ateşe verdi.

Bu dönemde Sümela keşişlerinin Vazelon vadisi doğumlu enerjik ve
pratik lideri, Trabzonlu zenginlerden para toplayarak, manastırdaki
her şeyi daha büyük ölçeklerde yeniden yaptırdı.

Keşiş hücreleri yenilendi ve şimdiki kütüphaneye ceylan derisi
üzerindeki kendi dört el yazması dâhil, yeni kitaplar ilave edildi.
Manastır 644 yılının Ocak ayında yeniden faaliyete geçti.

Bu tarihler ve efsaneler bir tarafa bırakılacak olursa, manastırın
tarihini Trabzon komnenosları devrinden sonra incelemek
mümkündür.

Trabzon komnenoslarından III.Alexios burasını yeni bir tesis halinde
1360 yılında inşa ettirerek 17 metre yüksekliğinde, 40 metre
uzunluğunda, 14 metre genişliğinde 72 odalı bir tesis yaptırmıştır.
Trabzon kralları bu manastıra vermiş oldukları hediye ve haklarla,
halkın desteğini sağlamışlardır.

1365 tarihli vakfiyesi ile de manastırın bütün idaresini arazisini,
gelirlerini düzene koymuştur. Sümela 14.yüzyıldan sonra stratejik
bir öneme haiz olmuştur. Herhangi bir düşman saldırısında burası
ileri karakolu vazifesini görmüştür.


Trabzon Komnenos Krallığı Dönemi (1204-1461)
Dördüncü Haçlı Seferi 1202–1204 Dördüncü Haçlı Seferi 1202-1204)
yılları arasında gerçekleşti. Papa III. İnnocentius, Kudüs'ü kurtarmak
maksadıyla; tüm Avrupa'yı sefere davet etti. Toplanan ordunun emir
komutası İtalyan Bonifacio'ya verildi. Ordunun Mısır'a çıkması planlandı
ise de, Konstantinopolis'te (İstanbul) isyan çıkması ve Bizans tahtının el
değiştirmesi üzerine Bonifacio, Mısır yerine Konstantinopolis'e yöneldi.

Haçlı Ordusu Kudüs yerine Konstantinopolis'i işgal etti ve Bizans
İmparatorluğu yerine bir Latin İmparatorluğu kuruldu. Fakat bu
imparatorluk fazla yaşamadı (1204-1261). 1261 yılında Bulgarların ve
İznik'e kaçan Bizanslılar'ın hücumları sonucu yıkıldı. Bizans İmparatoru
Aleksi Paleolog tekrar Konstantinopolis'e gelerek imparator oldu. Bu
seferden en kazançlı çıkan Venedikliler oldu ve Akdeniz'in önemli adaları
gemilerinin nakliye ücreti karşılığı bunlara verildi. Dördüncü Haçlı
Seferinin diğer Haçlı Seferlerinden farkı Kudüs yerine
Konstantinopolis'teki karışıklıklardan dolayı Konstantinopolis'un işgal
edilmesi ve Bizans İmparatorluğu yerine Latin İmparatorluğu
kurulmasıdır.




Atalarının arazisi Batı Karadeniz Bölgesindeki Kastamonu‟da
bulunan Komnenos Ailesi, yüz yıldan fazla (1081-1185) İstanbul‟da
iktidarı elinde tuttu.

I. Andronicus Komnenos ve oğlu Manuel öldürüldükten sonra
Manuel‟in oğulları Aleksios ve David, anneleriyle birlikte halaları
Thamara‟nın bulunduğu Gürcistan‟a gittiler.

1185‟ten sonra İstanbul‟da İmparatorluğa Angelos hanedanı geldi.
IV. Aleksios Angelos, babası II. Isaakios‟un tahttan indirilmesi için
Haçlılardan yardım istedi. Bunun üzerine haçlı ordusu Mısır‟a
gitmeyip İstanbul‟a geldi ve şehri işgal ederek burada bir Latin
İmparatorluğu kurdu.

İmparatorluğun merkezi İstanbul, 1204 yılında IV. Haçlı ordusunca
işgal edildiği sırada, 22 yaşındaki Aleksios Komnenos Iberialı paralı
askerlerle Trabzon‟u aldı ve kendini imparator ilan etti. Böylece
Trabzon 1461 yılına kadar Komnenos Krallığı‟nın merkezi oldu.

Sümela Manastırının Parlak dönemi (1204 -
1461)
II. Ioannes (1280-1285)‟den itibaren bütün Komnenos kralları
Trabzon‟da inşa ettirdikleri dini yapıların yanı sıra, Sumela
Manastırı‟na da bağışlarda bulundular. Bunlar arasında 1349 yılında
Sumela Manastırı‟nda taç giyen III. Aleksios (1349-1390)‟un ayrı
bir yeri vardır.

İki kız kardeşi Türk beyleri ile evli olan, kendi dört kızını da komşu
Türk beylerine veren III. Aleksios, 1360 yılında Sümela Manastırı‟nı
aslına uygun olarak yeniden inşa ettirdi. Manastır eklenen yapılarla
iki kat genişletildi; kilise, şapeller ve bazı keşiş (Evlenmesi yasak
olan papaz, rahip) hücreleri fresklerle kaplandı.

1361 yılındaki güneş tutulmasını burada izleyen III. Aleksios,
cömert hediyelerinin yanı sıra kütüphaneye ceylan derisi üzerine
yazılmış 17 el yazması ile Bizans‟ın en önemli kitap
koleksiyonlarından birini kattı.

1365 tarihli vakfiye ile manastırın bütün idari şartlarını, arazisini,
gelirlerini düzene koydu ve fermanının altına karısı Theodore ile
birlikte resmini koyarak, altın mühürlerle onayladı. Ayrıca
Trabzon‟a gelecek bir tehlikeyi önlemek üzere, buradaki keşişlerin
daima uyanık olmalarını istemeyi de unutmadı.

Babası III. Aleksios gibi dindar olan III. Manuel(1390-1417) de
Sumela Manastırında taç giydi. Manastıra üç karış uzunluğunda ve
üç parmak genişliğinde, gerçek haçın bir parçasını verdi. Bu,
İstanbul imparatorluk hazinesindeki üç parçanın en büyüğü idi.

Bu stavrotek gümüş ve mücevherlerle süslendi ve gümüş yaldızlı
tahta bir kutuda korundu. Manastırın en büyük koruyucuları III.
Aleksios, III. Manuel ve Andronicus‟un resimleri kilisenin güney
duvarına bir freskle işlendi.

Manastırın 1650'ye kadar dış kapısı üzerinde görülebilen 1360
tarihli, beş mısralık bir manzum kitabede III. Alexios, bu tesisin
kurucusu (ktetor), “Doğu ve Batı (=Iberia)'nın hâkimi imparator”
olarak gösterilmişti. Alexios 1361 yılındaki bir güneş tutulmasını
burada karşılamıştır.

Bu prensin sikkelerinde güneş resmi bu olayla ilgili kabul
edilmektedir. 1365 tarihli “vakfiyesi” ile de manastırın bütün idari
şartlarını, arazisini, gelirlerini düzene koyduktan başka, Trabzon'a
gelecek bir tehlikeyi, bir Türk akınını önlemek üzere, buradaki
keşişlerin daima uyanık bulunmalarını da bildirir.

-----------------------------------------------------------------------------------
Stavrotek: Hz.İsanın çarmıha gerildiği haçın parçalarını
korumak için yapılmış, genellikle haç biçiminde bir tür röliktir. En
ünlüsü 10. yy.ın ikinci yarısında yapılmış olan ve 1204’te
Haçlıların İstanbul’da Ayasofya Kilisesi’nden alarak Almanya’nın
Limburg kentine götürdükleri Limburg Stavroteği’dir.)
------------------------------------------------------------
-

Fatih Sultan Mehmet Trabzon’u Fethediyor
(1461)
İstanbul‟u fethederek (1453)” fatih” ünvanını alan Osmanlı Sultanı
II. Mehmet, 1456 yılından beri Osmanlı Devleti‟ne bağlı olan
Trabzon Komnenos Krallığı‟nı, Osmanlının gerilerindeki bir tehlike
olarak görüyordu.

Trabzon Komnenosları ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan
arasındaki ittifak da buna işaret ediyordu. Fatih, Sinop‟u alıp
doğuya, Uzun Hasan‟ın üzerine yürüdü.

Uzun Hasan ona bağlılığını bildirince, Trabzon‟a yöneldi; ordu ve
donanmayla şehri kuşattı. Şehir 15 Ağustos 1461 günü Osmanlı
Ordusu‟nca fethedildi.

Osmanlının Trabzon’u fethinden sonra
Sümela’nın Durumu
Fatih Sultan Mehmet, Trabzon‟u fethettikten sonra, Sümela
Manastırı‟nın bütün haklarını tanıdığını bir fermanla ilan etti.

Daha sonraki sultanlar II. Bayezid,(1481-1512) I.
Selim(Yavuz)(1512-1520), II. Selim(1566-1574), III. Murat(1574-
1594), Sultan İbrahim(1640-1648), IV. Mehmet (1648-1687), II.
Süleyman(1687-1691) Mustafa (1695-1703) ve III. Ahmed'in (1703-
1730) de manastırla ilgili birer fermanları bulunmaktadır.

Osmanlı devri Türk idaresi sırasında devamlı gelişmelerle manastır,
muazzam bir tesis halini aldı. Komnenos kralları ve Osmanlı
sultanlarının desteği ile Sümela Manastırı, vadideki toprakların
çoğunun sahibi, Hıristiyan köylüler de onun kiracısı konumuna
geldi.

Osmanlı sultanlarından Yavuz Sultan selim Trabzon‟daki valiliği
sırasında bir avda hasta düştü ve Sümela Manastırı‟nın rahiplerince
iyileştirildi. Sultan olursa “Bakire Meryem‟e bir hediye vereceğini
söyledi ve 1512‟de Osmanlı Sultanı olunca, kendi uzunluğunda 20
cm çapında som altından 5 şamdanı Sümela‟ya gönderdi.

İran seferi dönüşünde de İran şahı hazinesinden alınan bir çift altın
şamdanı ve yeterince altını manastıra verdi. Sultan II. Selim (1566-
1574) zamanında da manastıra geniş yetkiler sağlandı.

18. yy da Sümela Yeni bir refah dönemine giriyor
Gümüşhane madenlerinin 18.yy.da işletmeye açılmasıyla Sümela
Manastırı yeni bir refah dönemine girdi. Padişah adına gümüş
madenlerinin işletmesini elinde tutan Phytianos ailesinden gelen
Haldia piskoposları manastırı kanatları altına aldı.

Sümela Manastırı‟na 1710. 1732. 1740 yıllarında ek binalar yapıldı
ve fresklerle süslendi. 1839‟da Sultan Abdülmecit tarafından su
kemeri ve çeşme yaptırıldı.

Ziyaretçilerin de ağırlandığı ve odalarında dolaplar, hücreler ve
ocaklarla Türk sanatı özelliklerini taşıyan manastırın en büyük
yapısı, girişin sağına muhtemelen eski binaların yerine, 1860 yılında
inşa edildi.

Manastırda 1840 yılında 30 civarında keşişin yaşadığı
kaydedilmektedir. 1875 yılında manastırı ziyaret eden Tozer ise 12
rahibin yaşadığını belirtmektedir.
1850 yılından sonra Sümela Manastırı gerileme
                dönemine giriyor
                1800‟lü yıllar Osmanlı İmparatorluğunun ekonomisinin bozulduğu,
                isyanların çıktığı, toprak kaybettiği yıllardı.

                Ruslarla yapılan Kırım savaşı sonrası 1656 yılında Paris antlaşması
                imzalandı ve bu antlaşma ile İngiltere, Fransa ve Avusturya Osmanlı
                devletinin toprak bütünlüğünü desteklerken, azınlıklara verilecek
                hakların koruyuculuğunu istediler.

                Rusya da kendini Osmanlı topraklarındaki Ortodoksların
                koruyucusu ilan etti. Özellikle doğu Karadeniz bölgesindeki
                Ortodoks Yunanlılara iş sözü vererek, 1857-1867 yılları arasında
                bölgeden yoğun bir göçe sebep oldu.

                Bu göçler 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra da devam etti.
                Bu arada 1862‟de başlayan Ermeni isyanları, 1895 yılında
                Müslümanlar ve Ermeniler arasında problemlere neden olunca,

                Trabzon‟daki yunanlılar durumdan kârlı çıkarak, liman ticaretinde
                ağırlıklarını artırdılar.

                Yeni binalar, bankalar, geniş evler yaptırıp, daha çok zenginleştiler.
                Çocuklarını eğitim için dünyanın dört bir köşesine gönderdiler. Ama
                asla geldikleri köylerini unutmadılar. Köylerine okullar ve kiliseler
                yaptırdılar.

                Okullarına Atina‟dan öğretmenler ve okul programları getirttiler.
                Fakat bu dönemde Sümela zayıflamaktaydı ve manastırda 12‟si
                papaz 15 keşiş yaşıyordu.
                __________________
                Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği
                selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle
                bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi,
                alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine
                şefaat edecegiz.

                Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh)
                Düzenleyen: Lokman Aşkın , 31-05-2009 - 19:44.




  07-11-2008,
                #5
23:29
Lokman              Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon

Aşkın
Yarbay            I.Dünya Savaşı Sırasında Sümela’nın Durumu
Katılım Tarihi:   Rus İşgali, Rum çeteleri ve Nüfus Mübadelesi
08/2007
Mesajlar: 3,519
Rep Gücü: 93      I. Dünya Savaşı sırasında, 18 Nisan 1916‟da Rus ordusu Ermeni
                  çeteleri ile birlikte Trabzon‟u işgal ettiğinde Grek Ortodoks
                  Metropoliti papaya ait kıyafetlerle onları karşıladı. Ancak Bolşevik
                  ihtilali sebebiyle Ruslar 24 Şubat 1918‟de Trabzon‟u terk ettiler.
                  Yaklaşık 80.000 Ortodoks Rum onlarla birlikte Rusya‟ya gitti.

                  Bir yıl sonra 15 Mayıs 1919‟da İngiltere desteğindeki Yunan ordusu
                  İzmir‟e çıkıp, Anadolu‟nun içlerine doğru yürümeye başladığında,
                  Rum gerilla çeteleri de Karadeniz bölgesindeki etkinliklerini arttırdı.

                  Trabzon‟daki rum Ortodoks kilisesinin başındakiler bir “Rum
                  Pontus Cumhuriyeti‟nin kurulması dileğinde bulunduklarını açıkça
                  söylüyorlardı.

                  İngiliz denetim subayı Albay Rawlinson‟a göre Karadeniz
                  kıyısındaki Rum köylerinden 20 bin-30 bin arası bir sayıda Rum,
                  Kuvayi Milliyecilere karşı savaşmak üzere Rum çetelerine
                  katılmıştı. 1921‟de Sümela vadisine gönderilen 500 Türk askeri bu
                  çeteler tarafından öldürülmüştü.

                  Ertesi yılın 30 Ağustos‟unda Türk ordusunun zaferi ile İzmir yolu
                  açılmış, Llyod George tarafından tasarlanan Yunanistan‟ın
                  Anadolu‟yu işgal girişimi yok edilmişti. Sümela keşişleri, en kutsal
                  röliklerini Aziz Barbarka kilisesine sakladılar.

                  Bunlar arasında Aziz Lukas tarafından yapılan Madonna ikonu,
                  gerçek haçın bir parçası, Aziz Christopher‟in gerçek dört el yazması
                  da vardı. 15 Şubat 1923 günü yakın köylerdeki aileleriyle Trabzon‟a
                  varan keşişler, oradan da mübadele ile (nüfus değişimi)
                  Yunanistan‟a gittiler.

                  Sümela Manastırının Karanlık Dönemi (1923-
                  1960)
                  Trabzon'un 18 Nisan 1916'dan, 24 Şubat 1918'e kadar
                  süren Rus işgali, burada bir Hıristiyan Pontus
                  devletinin tekrar kurulacağı ümitlerini doğurmuştu.

                  Kurtuluş Savaşı sonunda, bu ümit kapılarını kapamak
                  üzere 1923'te bütün Rumların Yunanistan'a
gönderilmeleri ile Sümela Manastırı boşaltılmıştır.

Nüfus mübadelesi ile bölgedeki Hıristiyanların Yunanistan'a
gönderilmesinin ardından önemini yitirerek T.C. Kültür Bakanlığı
tarafından yakın zamanda onarılana dek kaderine terk edilmiştir.

Hicret eden Rumlar, eski hatıralarına bağlılıklarının bir
belirtisi olarak Makedonya'da Verria (Türk devrinde:
Kara Ferye) yakınında Kastania'da aynı adla yeni bir
manastır kurarak buraya modern bir Meryem Ana
resmi yerleştirmek suretiyle, eski geleneği yaşatmaya
başlamışlardır.

1923 yılında terk edilen Sümela Manastırı'na 1929 yılında bir İngiliz
bilim adamının, 1931 yılında bir Rum rahibin Türk hükümetinin
izniyle kutsal röliklerini almak üzere ziyaretine izin verilmiş.

Ortodoks cübbesini ve uzun şapkasını giyen keşiş Ambrosios, 25
Ekim 1931 Pazar günü Trabzon‟a vardı. Ambrosios asker
korumasında Sümela‟ya gidip kutsal rölikleri aldı ve kalmak için bir
ay izni olmasına rağmen dört gün kaldıktan sonra Atina‟ya geri
döndü.

Sümela keşişleri, 1951 yılında Yunanistan‟a Kastania‟da bir
“Panaghia soumela” inşa ederek, kutsal röliklerini buraya koydular.
1935 - 1961 yılları arasında Trabzon'daki Santa Maria Kilisesi rahibi
manastırla ilgilenmiş.

Amerika Birleşik Devletleri‟nin Türk topraklarında üs kurmasına
1952 yılında izin verildikten bir yıl sonra 1953 yılında NATO
anlaşması çerçevesinde Trabzon'a gelen Amerikan subayları
manastıra ilgi göstermiş.

Bundan sonra Sümela, Amerikalı görevlilerin ve diğer gezgin
turistlerin en önemli gezi yerlerinden biri oldu. Bu arada “bilgili”
yabancı ziyaretçiler de Sümela‟yı ziyaret ederek(!) , son derece zor
olan ve ustalık gerektiren bir işle freskleri düzgün kareler halinde
kestiler ve fresklerin Londra ve New York müzayede satışların
yolculuklarını başlattılar.

O yıllarda manastırın anahtarı orman istasyon şefliğinde bulunur,
isteyen anahtarı alır, gezermiş. İşte o dönemlerde, manastırın içinde
ne var, ne yok ise götürülmüş. Freskoları kareler halinde kesilip
çalınmış.
Sümela Manastırı ancak 1972 yılında Kültür Bakanlığı tarafından
korumaya alınmış. Ören yeri haline getirilmiş. Doğal güzellikleri
nedeniyle manastırın bulunduğu Altındere Vadisi‟nin 4800 hektarlık
alanı 1987 yılında milli Park ilan edildi ve biletli ziyarete açılmış.

Manastırdan çıkma bazı kitapların Ankara'da olduğu, bazı eşyaların
Atina'daki Bizans Müzesi'nde sergilendiği söyleniyor.

Sümela’ dan Kıymetli eserlerin Kaçırılması
Trabzon'un 18 Nisan 1916‟dan 24 Şubat 1918 e kadar süren Rus
işgali sırasında, Pontus Krallığının yeniden ihyası için el altından
yapılan teşkilatlanma da burası üs olarak kullanılmaktadır. Bu
dönemde Rus araştırmacı Upjenski manastırda inceleme yapmıştır.

1910 yıllarında 100 civarında keşişi barındıran manastırda ülkedeki
politik şartlar değişince

1922 yılında papazlar kutsal ikonu bazı kıymetli eşyalar ile birlikte
manastırın 400 metre uzağındaki Agia Barbara adlı küçük kiliseye
saklamışlar ve 1923‟de mübadele ile Yunanistan‟a gitmişlerdir.

15 Ağustos 1931 yılında Kalatvryta'daki Megalo Spileoda Panagia
kiliseside katılanların çoğunun Pontoslu Rum olduğu bir dini
kutlama yapılıyormuş. Tören bittikten sonra, Anadolu‟dayken Ordu
piskoposu olan, o anda ise Xanti (Gümülcine) piskoposu Polycarpos
Psomiades, Venizelos‟a St.Luke (Lukas) ikonunu Karadeniz‟de nasıl
ve nereye gömdüklerinin hikayesini anlatmış.

Bir süre sonra Türkiye başbakanı İsmet İnönü, Eylül 1931 yılında
Atina‟ya Balkan Oyunları için gelince, Venizelos ona bir Rum
papazı karadenize gönderip gömülü ikonu çıkarmak için iznin
istemiştir.

Venizelos piskopos Chrysantos ve yanında bir papazı görevlendirir.
Hrisantos, Ambrosios adlı papazı seçer. Ambrosios Makedonya‟ya
gider ve ikonu gömen papazı (İremias) bulur. Ambrosios ile 22
Kasım 1921 de resmi görevle yola çıkarlar.

İstanbul‟da, Türkçe bilen Alexander Vasiliou'yu bulurlar ve onun
kılavuzluğunda bir gemiyle Trabzon‟a giderler. Trabzon‟da polis ve
asker eşliğinde Agia Barbara şapeline gidip, gömülü ikon ve diğer
eşyaları bulup onları Atina‟daki Bizans müzesine teslim ederler.

Ağustos 1951 yılında Veria'daki “Kastania”da yeni bir Panagia
Sümela inşa edilir. Bir yıl sonra (Ağustos 1952) yılında ise ikon
Atina‟daki Bizans müzesinden alınıp manastıra getirilir.

Sümela'nın mucize ikonundan başka Trabzon İmparatoru Emmanuel
Komnenos'un kutsal haçı ve Oisios Christoforos'un el yazmaları da
(M.S. 644) manastıra getirilir.

Freskler (Duvar resimleri)
Sümela Manastırında yer yer sökülerek alınmış olan ve oldukça
harap bir görünüm taşıyan fresklerde işlenen başlıca konular
İncil'den alınmış sahneler, Hz. İsa ve Meryem Ana hayatıyla ilgili
tasvirlerdir.

Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin ve ona
bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır. Kaya
kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait
fresklerin varlığı tespit edilmiştir.

Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç
ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. En tabakanın freskleri
daha üstün niteliktedir. Şapeldeki Her tabakada konuların da
değiştiği dikkati çekmektedir.

Buradaki fresklerin 1710-1732 yıllarında yapıldıklarını bildiren
yazılar tespit olunmuştur.

Halbuki mağara kilisenin içinde avluya komşu duvarda III.Alexios
devrine ait freskler de tespit edilmiştir.

Bugün bu portrelerden hiçbir iz kalmamıştır. Dışarıda kaya sathına
işlenmiş ve bugün yalnız üst şeritleri kalabilmiş olan büyük bir
mahşer sahnesinin dökülen sıvalarının altından başka sahnelerin gün
ışığına çıktığı görülmektedir.

Üzerinde bir ejder ile süvari iki aziz (Georgios ve Demetrios) tasvir
edilmiş bulunan küçük bir şapelin duvarında tabakanın altında üç
tabaka daha resim bulunduğu tespit edilmiştir.

Nitekim bir yerde en alt tabakada imparator kıyafetinde diademli bir
figürün üstünde diademli başka bir figür bunun üstünde de
matemorphosis, yan itabor adında İsa'nın görünüşünün değişmesi
(suretinin değişmesi) sahnesi işlenmiş bulunmaktadır.

Bu durum karşısında Sümela Manastırı'nın eski ve o nispette de
değerli duvar resimleri, sıvaların tamamen dökülmediği yerlerde alt
tabakalarda da mevcuttur.

                     Kilise içerisindeki freskler şunlardır:
                     Asıl kilisenin absid kısmında, güney duvarında yukarıda Meryem'in
                     doğuşu ve mabede sunuluşu, tebliğ, Hz. İsa'nın doğuşu, mabede
                     sunuluşu ve hayatı, altta İncilden resimler.

                     Güney kapısında Hz. Meryem'in ölümü ve havariler.

                     Kilisenin doğuya bakan yukarı kısmında 2. sırada Genesis, Ademin
                     yaratılışı, Havva'nın yaratılışı, Tanrı'ın tembihi, İsyan (Adem ile
                     Havvanın yasak meyveyi yemeleri), Cennetten kovulma. 3. sırada:
                     Yeniden dirilme, Thomas'ın şüphesi, Kabirde bir melek, Nikaia
                     konsülü.

                     Absid kısmının dışında, yukarıda Mikail, Cebrail bulunmaktadır.
                     __________________
                     Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği
                     selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle
                     bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi,
                     alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine
                     şefaat edecegiz.

                     Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh)


 07-11-2008, 23:35             #6

Lokman Aşkın                    Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon
Yarbay

Katılım Tarihi: 08/2007       Gezginler Sümela’yı anlatıyor: 1
Mesajlar: 3,519
Rep Gücü: 93                  Bugün tempolu bir gün olacak. Versin elini Sümela Manastırı.
                              “Maçka yolları taşlı geliyor sarı saçlı ne oldi sana yarimm böyle
                              gözleri yaşlii?” diye arabada horon teperken gözümüze bir tabela
                              çarptı: Osman‟ın yeri 200 M. GERİDE...

                              Yorumsuz…

                              Maçka yeşilin doruğa çıktığı yerlerden. Gökyüzünü
                              göremediğiniz tepelerin zirvesinde bir cami, bir ev gördüğünüzde
                              ise şaşırıp kalıyorsunuz.
                              Arabanın çıkamayacağı bu yerlere insanlar elleriyle taşını,
                              tahtasını, harcını çıkarıp yapmışlardı. Karadeniz insanının azimkâr
                              yapısı bu çetin doğa koşullarından kaynaklansa gerek. Ve bu zor
                              şartlarda yüzlerce sene önce bir manastırın el gücüyle yapıldığını
öğreniyorsunuz:

Sümela Manastırı. Altındere Milli Parkı içinde bulunan bu
manastır hakkında küçücük bir bilgi vermek gerekirse Rivayete
göre 385 yılında Atina'dan gelen iki keşiş tarafından kurulmuş ve
ilk şapel dağdaki bir mağaraya kurulduktan çok sonra yapı
genişletilerek keşiş odalarının eklenmesiyle küçük bir köy havası
almış.

Aşağıdan düz duvara yapıştırılmış gibi görünen bu manastıra
yaklaşık yarım saatlik bir tırmanışla çıkılıyor.

Zikzaklar çizerek ilerleyen bu yol, keşişlerin yapı malzemelerini
ve erzaklarını taşıdıkları yol aynı zamanda."Ve siz o zamanın
içine düşüveriyorsunuz ,“Vay be!” diyorsunuz , “Bu insanlar nasıl
taşıdılar bu malzemeleri yapmak için?”Üstelik biz o yolun çoğunu
arabayla gittik, geri kalanını yürüdük(o atmosferi yaşamak için
yaya yolu da var tırmanışlı, kendinize güveniyorsanız ancak
deneyin derim.).

Tek şanssızlığımız havanın kötü olmasıydı, manastırın
camlarından dışarı baktığımızda uçak camından bakar gibi
bulutlarla karşılaştığımızdan manzaranın güzelliğini seyretme
imkânı bulamadık.

Manastırın içinde onarım çalışmaları süratle devam ediyordu, ama
insanı en çok üzen nokta fresklerin üzerine hiç umursamadan
yazılmış adlar, çizilmiş resimler olmasıydı ve maalesef olan
olduktan sonra engel çekilmiş. Bu yürüyüş esnasında, havanın da
getirmiş olduğu bir ürpertiyle karnınızın iyice acıktığını fark
ediyorsunuz.
Öyleyse artık aşağı inmenin vakti geldi, çünkü alabalıklar bizi
bekliyor, hem de tereyağında kızarmış. Böyle soğuk derede
alabalık güzel olmaz mı, ımmmm…

Gezginler Sümela’yı ve Maçka’yı
anlatıyor: 2

   Maçka‟da yeşilin kaç tonu vardır kim bilir? Çayırda başka,
  eğreltiotunda başka, mısır yaprağında başka, çam ağaçlarında
                           bambaşka...


 “Bizi yukarılara, gitgide yukarılara çıkaran yol bir türlü bitmek
   bilmiyordu. Sık ağaçların arasından tepeye tırmanıyorduk.



İnce bir yağmur boşlukta asılı kalmış gibiydi. Tırmandıkça, yeşil
bir elbiseden sarkan beyaz püsküller gibi yamaçlardan inip
 vadideki nehre karışan çağlayanların sesi daha az duyuluyordu.



     Bacak kaslarımızın yakınmaya başladığı bir anda, yeşil
yaprakların aralandığı yerden manastırı gördük. Benim gördüğüm,
  bir manastır değil, taşta uyuyan bir düş, bir kaya ütopyası idi.
  Manastıra çıktığımda, şaşkınlığımın kanatlı atları gökyüzünün
                       griliğine dağılıyordu.


   Kayaların karnına gömülmüş manastır kalıntıları, derin bir
uçuruma bakıyordu. Fresklerin bir bölümü, yıllar önce pasta gibi
             kesilip kim bilir nereye kaçırılmıştı.”

Yirmi beş yıl önce, Maçka‟da Sümela Manastırı‟nı ilk görüşümde
   günlüğüme böyle yazmıştım. Tarsicio Succi da Verica‟nın
„Bulutlardaki Manastır‟ olarak adlandırdığı Sumela Manastırı‟nın
    ilk bölümlerinin Bizans İmparatoru Justiniaus tarafından
         yaptırıldığı söylense de elde kesin bir bilgi yok.




Ama 1340‟da Trabzon İmparatoru Alexios Komnenos taç giyme
törenini kayalara bir taç gibi yerleştirilmiş bu yapıda düzenlemiş;
   hatta büyük güneş tutulmasını da buradan izlemişti. Sümela
   Manastırı‟nın geçmişinin gizemli öykülerle dolu oluşu, onu
                bulunduğu yer kadar çekici kılar.



  Manastırda bulunan ve İncil yazarı Lukas‟ın yaptığına inanılan
  Meryem Ana ikonasının Atina‟ya kaçırılışından Yavuz Sultan
    Selim‟in Şah İsmail‟i bozguna uğrattıktan sonra manastıra
 armağan ettiği altın şamdanın akıbetine kadar birçok olay dilden
   dile dolaşır. Ve bütün bunların ötesinde, bugün “Türkiye‟yi
  yurtdışında tanıtan on turistik fotoğraf seçin” deseler, onlardan
            biri mutlaka Sümela Manastırı‟nınki olur.




    Maçka‟da iki ünlü manastır kalıntısı daha var: Kiremitli
   Köyü‟ndeki Vazelon ve Şimşirli Köyü‟ndeki Kuştul... İki
manastır da vadilerin içinden geçen yollarla ve bu yolları gizleyen
                         ağaçlarla buluşur.
Özellikle Kuştul Manastırı‟na giden ve derelerle, taş köprülerle
  süslenen yol hem yürüyüşçüler, hem de doğaseverler için bir
                          armağandır.


                 YEŞİLDEN BİR NAZARLIK

 Sümela Manastırı‟nın ünü, Trabzon‟a 30 kilometre uzaklıktaki
 Maçka‟nın adının ötesine geçmiştir. Oysa Maçka yalnızca Doğu
  Karadeniz‟in değil, Türkiye‟nin yeşil nazarlıklarından biridir.

 Doğa öylesine cömert davranmıştır ki Maçka‟ya, yollarda sisin
 içine daldığınızda, “Kim bilir ne güzellikler vardı geçtiğim şu
  yollarda da ben göremedim...” diye hayıflanırsınız. Ama sise
    kızmayın ne olur, o ormanların ve yaylaların arkadaşıdır.




 1600 rakımlı Şomla Yaylası‟nda yeni sağılmış sütün kaymağına
   ekmeğimizi banarken muhtarın söylediklerini anımsıyorum:
  “Ekime doğru, buraya kar inmeye başlar. Kar tanelerini rüzgâr
          kattı mı önüne, beyaz çiviler gibi inerler yere.



 Ben de pencereden seyretmeye doyamam manzarayı. Bir de, şu
karşıki ormandaki ağaçlar rüzgârda öyle bir ses çıkarırlar ki yalnız
o ses için bile gelinir buraya…” Ben de ekliyorum, Maçka‟ya bin
              bir ses için gelinir. Yağmurun sesi için...




  Kemençenin, bardağa dökülen ayranın sesi için... „Kuymak‟ın
     ateşteki cızırtısı, yolda verilen selam için bile gelinir.


Bir delikanlı odun keserken kız kardeşi inekleri önüne katmış,
otlatmaya götürür. Yaprakların üzerinde çiğ taneleri güneş
vurunca elmas gibi parıldar. Zifin çiçeklerinin sarışınlığı
gözünüzü alır. Sis, pembe çiçeklerin yukarısında yayla evlerinin
pencerelerine kadar yanaşıp içeri bakar.


    Niye ki? Ne zoru var dersiniz? Uzun ve eğik ağzından „sis‟
    çıkardığı söylenen „çaydanlık‟ adında bir yaratığı arar! Bu
  „çaydanlık‟ denen şey, altında ateş yandığında, „fokur fokur‟
 diye de şarkı söylüyormuş! Onu bulduğunda çevresini şöyle bir
  sarıp anlamaya çalışacaktır; akrabası mı, yoksa değil mi diye!
TEMMUZ AYI, ŞENLİK AYI


   Adları bazen yayladan yaylaya bile değişen düğünçiçekleri,
  çiğdemler, peygamberçiçekleri, beyaz ormangülleri, orkideler,
hasekiküpeleri, yüksükotları ve çuhaçiçekleri yaylaları şenlendirir.
 Lapazan, Kulin Dağı, Maura, Kiraz, Çakırgöl, Şolma ve Lişer‟le
               birlikte bu yaylaların en ünlüleridir.



   Mayıs ayında yaylalara çiğdemler yağar. Temmuz ayı şenlik
 ayıdır, yayladan yaylaya kemençenin ve horon tepenlerin sesleri
                        akar dereler gibi.




“Yaz başlarında koyunların, sığırların, çoluk çocuğun çıktığı yeşil
       dağ başı düzlükleridir bizim yörenin diliyle yayla.



   Bir başlamaya görsün sıcaklar, koyunlar yoşalanır; sığırlar,
  buzağılar çıngıraklanır; keçiler, tekeler kelek takınır, donanır
düşer yayla yollarına. Gençler, kızlar alından, yeşilinden giysilere
bürünür, yaşlılar kınalar sürünür” diye yazar İsmet Zeki Eyüboğlu
                        „Maçka‟ kitabında.


Maçka‟da ister Ziganalara doğru vurun, Hamsiköy‟de sütlacınızı
kaşıklayın; ister yayla yollarında nefesinizi açın. Maçkalıların
„gomar‟ dediği mor renkli ormangüllerine doğru eğilin ve
yapraklarının ucuna sizden önce yaylaya uğrayan yağmurun
bıraktığı damlaya bakın. Dikkatli bakarsanız, o küçük sudan
kürenin üzerinde dağların, ormanların, yayla evlerinin yansıdığını
görür, “Doğa, Maçka‟da dünyayı bir damlaya sığdırmış!” diye
düşünürsünüz.

O sırada bahçesinde çamaşır asan kızın türküsü gelecektir
kulağınıza: “Maçka‟nın yolu taşluk / Fena şeydir sevdaluk / Sen
çiçek ben yaprağu / Hangi dallara açtuk”... İşte o zaman ben,
babası Maçka‟da, Galyan Vadisi‟ne bakan Konaklar Köyü‟nde,
Tahsildar Şükrü Efendi Konağı‟nda doğan ve çocukluğunun
mutlu günleri aynı konağın bahçesinde geçen bir şairin, Sunay
Akın‟ın „Pencere‟ adlı şiirini anımsar ve bu yazının kapısını da
onun dizeleriyle kapatırım: “Kokusu mahalleye yayılsın / diye
yaptığı yemeklerin / akşamüstleri / açık tutar penceresini yeni
gelin”.
Gezginler Sümela’yı ve Trabzon’u
anlatıyor: 3

  Onun yazgısı, Trabzon'un yazgısıdır. Karadağ'ın yükseğinde,
  sisler içindeki bir kale gibi görünür ziyaretçiye. 9 0'lı yılların
  başında dersten çıkar çıkmaz fakültemizin bulunduğu tepeden
iner, hayatımda bir daha o kadar güzelini görmediğim lale ve gül
bahçeleriyle çevrelenmiş evlerin önünden geçip, bulduğumuz ilk
                     ara yoldan sahile koşardık.


Dalgalarla oynarken içimizden biri bağırırdı: “Yunuslar geçiyor!”
Bu, duymayı beklediğimiz sözdü, hızla geçerlerdi
Karadenizimizden bir batıp bir çıkarak...

Sonraları hangi denize baktımsa böyle sürü halinde geçen
yunusları aradım, açıklardaki bir yunusu fark edip sevinç
çığlıkları atanları gördükçe hüzünlendim, nasıl anlatabilirdim
onlara yunusların sürü sürü geçtiklerini gözümün önünden, hem
de yıllarca...

Hızla değişen zaman hepimizi nadide anların son tanıklarına
çeviriyor. Trabzon'un en meşhur yeri, âşıkların buluştuğu,
günbatımının seyredildiği Ganita civarında poyrazlı günlerde
dalgalar kıyıya eski sikkeler atarmış.

Her şeye rağmen Trabzon söz ettirir kendinden. Şimdiyse
geçmişin tanıkları kiliseler, camiler, surlar, Ayasofya
Camisi'ndeki gemi çizimleri, kadınların bellerindeki peştamal,
sofralarındaki kuymak yerli yerindedir.


Çömlekçi'den kalkan minibüs


Temelleri Bizans döneminde atılmış kale, kuzey-güney
doğrultusunda kenti ikiye bölerek Boztepe'ye varır. Kentin
panoramasını görmek isteyenler için bu 300 metrelik yükseklik
yeterli olacaktır.

Trabzon, sahilden Boztepe'ye doğru kat kat yükseliyor gibidir, bu
da ahşap ya da taş evlerle dolu dar sokaklar, sürekli inilip çıkılan
dik merdivenler demek...

Meydan, Trabzon'un kalbidir. Arnavutkaldırımı döşeli sokaklar
Meydan'a çıkar, halk burada buluşur; çay bahçesinde çaylar
yudumlanırken, Trabzonlu yazarlar Sabahattin Eyüboğlu'nun,
Hasan İzzet Dinamo'nun büstlerinin önünden geçip giden
kalabalığa göz atılır.
„Bir Tutkudur Trabzon' deyip, Trabzon'u anlatmayı bırakalım.
Büyük Liman'ın karşısındaki Çömlekçi'den(Çömlekçi, Trabzon
merkezde minibüslerin kalktığı bir mahalledir.) kalkan bir
minibüse atlayıp Maçka yoluna düşelim.

Gökyüzü siyah bulutlarla kaplandı, kuşlar gemilere sığındı, bu
fırtına kopacak demek, ardı da yağmur, hem de ne yağmur...


Duman aldı dağları...


Çömlekçi'den Zigana Dağı girişine kadar giden yol Trabzon'un en
güzel yollarından biridir, burası aynı zamanda Gümüşhane'ye
giden yoldur.

Köy otobüsleri bu sürekli yükselen yolu zorlana zorlana tırmanır;
yemyeşil dağlar kimi zaman sağınıza, kimi zaman solunuza düşer,
ya da birden karşınıza çıkıverir, sonra ardınızda kalır. 1993'teki
heyelandan sonra yatağı iyice bozulmuş dereler bile güzel görünür
gözünüze. Karadenizli sise, „duman' der, „duman aldı dağları'
türküsü tam da buralar için yazılmışa benzer.

Hele bu mevsimde dağların başından hiç eksik olmaz sis.
Bahçelerine odun yığılı evler, küçük camiler geçilir yol boyunca.
Asıl güzellik yoldan yukarılara doğru ayrılan dağ yollarındadır.
Paparza, Kıranoba yaylalarına bu yollardan gidilir.

Tonyalı silahıyla, Oflu kurnazlığıyla, Sürmeneli bıçağıyla,
Maçkalı delidoluluğuyla tanınır. Hepsinin ortak özelliği ise tüm
sıkıntılara rağmen neşelerini korumalarıdır.

Her tür zaaf, tik, taşkın hareketler gülme nedenidir Karadenizli
için. Daha önce Karadeniz ağzını duymamış bir yabancı
söylenenlerden tek kelime anlamasa da bu doğal neşeden pay
almak için katılır eğlenceye.

Dağlara sırtını vermiş Maçka, gelip geçilecek yer değildir. Bir
şeyler öğrenmek için Maçkalıyla yaşamalı, deresinden kırmızı
benekli alabalık tutmalı, onu köy tereyağında pişirip yemeli, sonra
da Maçka'nın içinden ayrılan yolla manastırın yolunu tutmalı.

Kaleyi fethetmeye gidiyoruz


Milli Park sınırına girdiğinizde, Altındere'yi coşkun akarken
görürsünüz. Üzerine yer yer tahta köprüler kurulmuştur, piknik
alanı olarak düzenlenmiş yerler iki yanındadır.
Yazı: Nezahat Turkan
                          __________________
                          Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize
                          vereceği selahiyetle, mahşer halkına
                          şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir
                          merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah
                          yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat
                          edecegiz.

                          Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise
                          Sirruh)


 08-11-2008, 00:12        #7

Lokman Aşkın                Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon
Yarbay

Katılım Tarihi: 08/2007   Gezginler Sümela’yı anlatıyor: 4
Mesajlar: 3,519
Rep Gücü: 93              Fatih Sultan Mehmet 1461'de Trabzon'u aldıktan sonra
                          Sümela‟yı ziyaret etmiş. Bir ferman yayımlayarak
                          manastıra imtiyaz vermiş.

                          Yavuz Selim, Trabzon'da iken hastalanmış. Sümela
                          Manastırı'nda iyileştirilince "Sultan olur ise, Meryem
                          Ana'ya hediye" vaadinde bulunmuş. 1512 yılında sultan
                          olduğunda Sümela‟ya hediyeler göndermiş.

                          1800'lü yılların sonlarında Sümela Manastırı çevresi,
                          Maçka yöresi zengin ve aydın Rumların yerleşim bölgesi
                          olmuş. Maçka'da Hıristiyanlara ait 45 okul, çevrede 500
                          küçük kilisecik ve manastır varmış.

                          Birinci Dünya Savaşı döneminde ve sonunda bölgedeki
                          Rumlar Pontus devleti hayali ile başkaldırdığında,
                          dağlarda 25 bin kişilik çeteleri ile Türklere karşı
                          savaşmışlar. Mudanya Mütarekesi'nden sonra Rumların
                          göçü başlamış. 20 Ağustos 1923 tarihine kadar bölgeden
                          25 bin Pontus göçmeni İstanbul yoluyla Yunanistan'a
                          gitmiş.

                          Maçka köylerinden ayrılan 2 bin mülteci arasında Sümela
Manastırı'nın rahipleri de varmış.
Cumartesi günü Sümela‟yı gezmeye gittik. Hafif yağmur
yağıyordu. Etraf yemyeşildi. Vadiden vahşi bir çay, büyük
sesler çıkararak şırıl şırıl akıyordu.

Manastıra çıkış yolunun başladığı bölgede suyun kenarına
tesisler yapılmıştı. Sumela Lokantası levhasını taşıyan yere
girdik. Tesis, Maçkalı Samim Eyüboğlu ile ortaklarına
aitmiş. Beni Sümela‟ya götüren Hakan Şahin ve Orhan
Apakkan, "Abi, buranın etini tadacaksın" dediler.

Kömür mangalının başına gittik. Ali Şirin etleri kesti.
Salim Mazlum kızarttı. Eti çok lezzetli bulduk. Şef Murat
Cayrancı "Beyim düz et ne ki. Bizim lahana çorbamızı,
kuymak ve kayganamızı tadacaksınız" dedi. Kuymak,
tereyağı, mısır unu ve tel peyniri karması. Kayana, hamsi,
yumurta, süt, un, maydanoz karması...

Garsonumuz Ali Şirin ile Hasan Altıntepe, "Şişman
şefimiz Kazım Davulcu size sac kavurma yapsın da
kavurma nasıl olurmuş tadın" diye bir tepsi de kavurma
getirdi. Bütün bunları tattıktan sonra Maçka'dan Trabzon'a
otomobil ile değil yürüyerek dönsek daha iyi olacaktı...

Sümela‟yı görünüz. Maçka'nın yeşillikleri, Sumela'nın
kayaya oyulmuş manastırı insanı büyülüyor.




Gezginler Sümela’yı anlatıyor: 5
Alman tarihçi ve gezgin Jacop Philipp
fallmerayer’in
Trabzon ve Sümela izlenimleri.

Alman tarihçi ve gezgin Jacop Philipp Fallmerayer (1790-
1861) 1831-34,1840-42, 1847-48, yılları arasında
Ortadoğu ve Anadolu‟yu karış karış gezmiş, Trabzon
izlenimleri, karanlık bir dönemin aydınlanmasında
yardımcı olmuştur.

Yazarın 1840 yılında gerçekleştirdiği Sümela manastırı
gezisi sonrasında “tüm dünyada, Kolhis‟in Mela dağındaki
bu manastır kadar güzel dini yapı yoktur” diyecek kadar
yapıdan etkilendiğini görüyoruz.

Bunun yanı sıra Batı dünyasının Ortodoks Hıristiyanlara
ve doğululara ilişkin oryantalist ve küçümseyici bakış açısı
yazarın her satır arasında kendini göstermektedir. Havari
Lukas‟a ait olduğu ileri sürülen ikona ve Komnenosların
fermanının yukarıda bahsi geçen hikâyesine ilişkin ilginç
detayları da Fallmerayer‟in anıları sayesinde öğreniyoruz.

“...Başrahip bizi sıcak karşıladı, bize yol gösterici olarak
davrandı ve manastırın kutsiyetini anlattı. Bu mukaddes
despotların ikametgâhları sade ve huzurluydu. Binanın
yüksek katları onlara ait olup hizmetçilerin adaları odunluk
misali küçük hücrelerdi. Hasta ve münzevi insanlar için
manastır bulunmaz bir sığınak gibiydi. Binanın yapımı hiç
de düzenli bir şekilde olmayıp birbirinden alçak,
gelişigüzel bir biçimde yapılmıştı. Su ihtiyacı; tavandan
bir kuyuya damlayan bir gözden sağlanırdı.

Sonraları Trabzonlu bir zengin tarafından yaptırılan su
yolu vasıtasıyla manastır gümüş gibi temiz bir suya
kavuştu.

Mabedin yabani ve tuzlu duvarları 1360‟lı yıllarda güzel
fresklerle süslenmişti. 3.Aleksi ve oğlu 3.Manuel ve
kadınlar manastırı Theoskepastos‟da gömülü olan evlilik
dışı Andronikos, bu manastırı restore edip süsleyen,
kitabelerle donatan kişilerdi.

Bu freskleri incelerken yanımda olan papazın sabrı tükendi
ki bana daha iyi izahat vermeye başladı. Bu freskler ve
İncil tasvirlerinin havari Lukas‟ın elinden çıkmış olduğunu
söyledi. Papazın bu izahatı canımı sıktı. Gerçekte ise İncil
tasvirleri, Kapadokya kiliselerinde de mevcut olan yavan
bir Bizans sanatçısının eserleriydi.

Papaz, Meryem ana ikonasının getirilmesini söyledi.
Harikalar yaratan bu ikonayı getirdiler. Bir tahta parçası
üzerine Grek zevkine göre bir Bizanslı tarafından yapılan
bu resim, Lukas‟ın sanat yeteneğinden şüphe etmeye
yeterliydi.

Papazların düşüncesine göre bu ikona, Lukas‟ın elinden
çıkma bir ikonaydı. Gümüş bir çerçeve ile çevrilmiş ikona,
Sümela‟nın hazinesi olarak kabul edilirdi.
Bunun kredisiyle papazlar geçinir ve manastırın
çevresinde de bir kutsal koruyucu olarak algılanırdı. Bu
ikonanın kutsallığı,

Anadolu‟nun içlerine kadar yaygın olup, fakirliği,
ihtiyarlığı bir yana iterek, Müslüman ve Hıristiyanlar
birlikte bütün Kolkid çevresi olduğu gibi Kapadokya,
Paflagonya ve Ermenistan‟dan hacılar akın kın buraya
gelip hediyeler ve kurbanlar sunarlardı.

Sabahın erken saatlerinde akrabalarıyla birlikte, Bayburt
gibi uzak bir yerden gelen Müslüman kadınları da gördüm.

Dünyanın hiç bir yerinde eşine rastlanmayan manastırın
doğal güzelliği yanında efsanevi kuruluş ve eski kaderi
hakkında inanılmaz masallar üretilmiştir.

Manastırdaki Meryem Ana ikonasının kutsiyeti
dolayısıyla, papazların beslenmeleri için bir gelir kaynağı
halini almıştı. Bununla yetinmeyen bu papazlar,
edindikleri bu dilencilik mesleğini Rusya, Tuna boyları ve
Anadolu‟nun içlerine kadar genişletmişler, ellerine
aldıkları sahte ikonalarla akçeler elde etmişlerdir.

Trabzon‟da bulunduğum zamanlarda, böyle bir dilenci
papazı Kayseri‟de öldürüp 40.000 guruşunu almışlar,
yapılan araştırmalar sonucunda paranın bir kısmını geri
alabilmişlerdi.

Bu ikonadan biraz farklı olarak, İsa‟nın çarmıha gerildiği
odunun bir parçası olarak kabul edilen ve 3. Manuel
tarafından Trabzon hazinesinden Sümela‟ya hediye edilen
gümüş kaplamalı bir de haç vardı. Her ayın ilk Pazartesi
günü bu haç ile takdis edilen su, uygun bir fiyatla
inançlılara dağıtılırdı.

Manastırın genel durumunu gözden geçirdikten sonra baş
keşiş ile beraber onun dairesine çıktık. Biraz sonra oraya
manastırın idarecilerinden iki kişi ellerinde Aleksios‟Un
fermanı ile geldiler. İşte uğuna bunca masraf ettiğim ve
çok uzaklardan gelldiğim; siyah, kırmızı ve mavi yazılar
ile doldurulmuş paçavra.

Bu cinsten gördüğüm ilk vesika idi. Ve keşişler, bu tomarı
açtığım, imparatorun ve karısı Theodore‟nin harika, göz
kamaştırıcı renklerdeki taçlı ve kırmızı elbiseli portrelerini
gördüğüm, tezniyat içine girift biçimde yazılmış metni
okumaya çalıştığım zamangösterdiği aceleciliği
anlayamadılar.

Ferman ipek kâğıttan olup bir ayaktan daha geniş ve on
sekiz yirmi ayak uzunluğundaydı. Bu muhteşem tasvirlerin
altında sallanması gereken altın mühürler, hangi zamanda
bilinmez, kaybolmuşlardı.

Satırlar arasında geniş aralıklar bırakılmış ve kelimeler
üstündeki çizgiler bilhassa uzun ve bariz şekilde
gösterilmişti. Buna rağmen okumak o kadar zordu ki,
fermanın cümle teşkil tarzının ve satırlarının kopya
edilmesi için beş altı gün çalışmak gerekiyordu.

Çok şükür ki fermanın yanında, Doğunun dört patriği ve
diğer yüksek rütbeli din adamları tarafından imzalanarak
onaylanmış, işlek ve okunaklı bir yazıyla yazılmış bir
kopyası vardı.

Ancak keşişler bunun içeriğine üstünkörü bir göz atmama
bile izin vermediler ve hele onaylı nüshayı, asıl fermanları
karşılaştırmak istediğim zaman sabırları büsbütün taştı ve
böyle eski kâğıt parçalarına aşırı derecede değer veren biz
Frenklerin garip hevesleri konusunda kendi aralarında
ilginç konuşmalar geçti.

Ben manastırın idarecisine fermanı geri verdim ve gayet
sakin bir eda ile ve Türkçe olarak: “Karabaş; sen ne
söylersin. Senin aklın dairesinden çıkmış. Frenk
memleketlerinde bu şey hem para, hem ikram verir, şeref
kazandırır” dedim. Baş keşişin yüzü hafifçe kızardı ve
toplantımız bugünlük bitti...

Baş keşiş, öğleden sonra beni kütüphaneye götürecekti. İlk
merakım tatmin olmuş, fakat henüz bir şey elde
edememiştim.

Bu ara, keşişlerin öğle uykusundan sonra baş keşişin
dairesine, yani oturup yattığı yere gittik... Kapı açılınca,
canı sıkılarak odanın ortasında duran tahta bir sandığın
üzerine oturdu ve yerde dağınık vaziyette bulunan kitapları
birer birer kenara koymamızı seyretti.
Bunlar arasında bulduğumuz birkaç el yazma bizim için
                          önemsiz parçalardı ve bizim özellikle aradığımız
                          Komnenoslar devrine ait tarihi vesikalardan eser yoktu. Bu
                          arada çoğu doğu Avrupa baskısı iki yüz kadar kitap ve
                          risale saydık.

                          Trabzon'un turizminde önemli bir yer tutan Sumela
                          Manastırını kente gelen her bireyin mutlaka gezmesi
                          gereklidir.
                          __________________
                          Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize
                          vereceği selahiyetle, mahşer halkına
                          şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir
                          merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah
                          yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat
                          edecegiz.

                          Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise
                          Sirruh)


 08-11-2008, 00:15        #8

Lokman Aşkın                Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon
Yarbay

Katılım Tarihi: 08/2007   Manastırın Girişi
Mesajlar: 3,519
Rep Gücü: 93              Dar ve uzun bir merdivenle manastırın ana girişine
                          ulaşılır
                          Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline
                          getirilen mağaranın önünde çeşitli manastır binaları
                          bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır. Yine
                          sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm
                          keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır.

                          Su Kemeri ve Giriş Kapısı
                          Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su
                          kemeri yamaca yaslanmış durumdadır.

                          Kaya Kilisesi
                          Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin
ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle
                          donatılmıştır. Kaya kilisesinin içinde avluya bakan
                          duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit
                          edilmiştir. Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına
                          tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka
                          görülmektedir.

                          __________________
                          Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize
                          vereceği selahiyetle, mahşer halkına
                          şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir
                          merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah
                          yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat
                          edecegiz.

                          Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise
                          Sirruh)


 08-11-2008, 00:21        #9

Lokman Aşkın                Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon
Yarbay

Katılım Tarihi: 08/2007   Bir Bakışta Sümela Manastırı
Mesajlar: 3,519
Rep Gücü: 93




                                 Trabzon'un güneyinde, Ziganalar'ın bir
                               tepesinin yamacına yapışmış bir manastır
                                           harabesi vardır.

                             Eteklerinde, ormanlar ile kaplı bir vadinin
                            dibinde, Trabzon'a kadar uzanan Değirmen
                                  Deresi'nin kollarından biri akar.

                           Halk buraya kısaca Meryem Ana der. Eski adı
                            ise Sümela Manastırı'dır. Genellikle bu dini
                             tesisin kuruluşunu eski tarihlere çıkarmak
                                              isterler.

                             Bu havalinin evvelce Rum ahalisi arasında
                               yaygın ve Trabzon hakkındaki Rumca
                          kitaplarda tekrarlanan kuruluş efsanesine göre
manastırın esası güya Theodosius devrinde
   kurulmuş ve altıncı yüzyılda İmparator
 Justinianos devrinde kumandan Belisarios
       tarafından yeniden yapılmış idi.

 Fakat bu rivayeti kabul ettirecek hiçbir ilmi
 dayanağın bulunmadığı, burasını inceleyen
yabancı mütehassıslar tarafından kesin olarak
                bildirilmiştir.

Buranın başlıca gelir kaynağı olan bir Meryem
       Ana resminin eskiliğine ve mucizeler
   yarattığına halkı inandırmak böylece onun
 değerini büyültmek için uydurulduğu kolayca
    sezilen bir efsaneye göre güya bu resim,
     İsa'nın Havarilerinden Lukas tarafından
    yapılmış, Lukas'ın terekesinden Atina'ya
 geçmiş fakat Theodosius devrinde, dördüncü
yüzyılda resim kendiliğinden buradan ayrılmak
   istemiş, bir gün melekler tarafından gökte
  uçurularak Trabzon dağlarındaki bu kovuğa
      getirilip bir taşın üzerine bırakılmıştır.

 Tam bu sıralarda Atina'dan Trabzon'a gelen
Barnabas ve Sophronios adlarında iki keşiş de
   bu ücra dağın ıssız yamacında bu resmi
 bulmuşlardır. Bu çeşit rivayet ve efsanelerin
basit bir Hıristiyanlık gayreti ile yaratıldığı ve
mütemadiyen tekrarlanarak adeta zorla kabul
                 ettirildiği bilinir.

 Böylece hakkında benzeri rivayetler çıkarılan
tesisler de güya çok eski bir tarihe inmektedir.
    Sümela münferit bir örnek olmayıp, eş
  durumdaki birçok misalden sadece biridir.

    Sümela Manastırı'na ait siyah Meryem
   resminin hangi döneme ait nasıl bir şey
   olduğunu daha fazla araştırmaya imkân
                   yoktur.

   İkona’nın eskiden çekilmiş oldukça iyi bir
 fotoğrafından anlaşıldığına göre bu üzerinde
herhangi bir çizgi, boya daha doğrusu resme
    benzeyen bir unsur teşhis edilemeyen
simsiyah, çatlak ayrıca da ortadan ayrılmış bir
tahtadan ibaret idi. İkona’nın çevresini belirten
      gümüş çerçeve ise motiflerinden ve
 yazılarından anlaşıldığına göre 1700 tarihine
    ait olup alelade bir işçilik gösteriyordu.

   Bu fotoğraftan edindiğimiz intibaya göre
  Sümela’daki Meryem ikonasının, gerçek bir
   Siyah (= Kara) Meryem bile olması çok
                  şüphelidir.

 Siyah Meryem'ler bilhassa Avrupa doğusuna
     doğru çok sayıdadır, bilhassa ziyaret
 yerlerinde bulunmakta ve dağlarda, yüksek
   yerlerde, orman içlerinde kurulan ibadet
 yerlerinde muhafaza edilmektedir; ayrıca bu
yerlerde şifalı bir de su bulunmaktadır, nihayet
Fransa'daki bu tasvirlerin bulundukları yerlere
 mucizevî şekilde geldiklerine inanılmaktadır.

  Bütün bu hususiyetler çok değişik ve uzak
   çevrelerde dini inanışların tamamen aynı
   karakteri göstermesi bakımından çok ilgi
                    çekicidir.

Kısacası Trabzon'un Sümela Manastırı, bu adı
   ile tarihte ancak Trabzon Komnenos'ları
        döneminde ortaya çıkmaktadır.

Her köşesinde irili ufaklı böyle dini binalar olan
bu bölgenin, peyzaj itibarıyla en harikulade bir
    yerinde Sümela Manastırı kurulmuş ve
 Osmanlı devri Türk idaresi sırasında devamlı
  gelişmeler ile tam manası ile muazzam bir
              tesis halini almıştır.

Hemen hemen 1200 metre rakımlı bir noktada
   ve vadinin dibinde akan suyun 300 metre
 kadar yükseğinde, dimdik denilebilecek kadar
 sarp bir yamacın ortalarında oldukça geniş ve
yüksek bir mağara, daha doğrusu bir kovuk bu
tesisin çekirdeğini teşkil etmiştir.

 Bu, erişilmesi zor ve yorucu kovuk önündeki
    dar çıkıntı, zamanla burada büyüyen,
 genişleyen ve zenginleşen manastıra zemin
  olmuştur. Sümela, Trabzon ve çevresinde
 sayılan hayli çok olan eski manastırların en
                   ünlüsüdür.

 Dağlara, yüksekliklere ve mağaralara bir kült
   yeri olarak çok eskiden beri daima özel bir
   değer verildiği bilinir. Belki bu mağaranın
içinde de evvelce böylece bir sunak yapılmıştı.
    Hıristiyanlık yayıldıktan sonra burasının
bilinmeyen bir tarihte ufak bir keşiş inzivagahı
        haline getirildiği de düşünülebilir.

   Tabiatıyla bu tahminler, benzeri eserlerde
müşahede edilen hususlardan çıkarılmaktadır.
Ancak mağara kısmında yapılacak etraflı ilmi
     araştırma ve sondajlar bu tahminlerin
doğruluk derecesini belki aydınlatabilir. Yoksa
 şimdiki halde müspet hiçbir dayanak yoktur.

   Atina'dan gelen iki keşişin, Barnabas ve
 Sophronios'un Theodosios döneminde IV.V.
yüzyıllarda burasını kurmuş ve Iustinianos'un
  kumandanı Belisarios'un da tamir ettirmiş
olduğu yolundaki kuruluş efsanesinin sağlam
 bir esasa dayanmadığı açıkça belli olmasına
rağmen bu hurafenin hala yaşatılması hayret
                     verir.

   Bu efsane bir tarafa bırakılacak olursa,
manastırın şimdiki halde hiç değilse on üçüncü
yüzyıldan itibaren, tarihini takip mümkündür.
  Bu sırada artık Bizans İmparatorluğu'ndan
apayrı bir devlet halinde doğarak, başlı başına
       gelişmeye başlamış olan Trabzon
  Komnenos'ları Prensliği, başkenti Trabzon
    şehri olmak üzere bu çevrede hâkim
           durumunda bulunuyordu.
Kendilerini Bizans İmparatorluğu'nun gerçek
mirasçısı olarak gören ve kendilerini imparator
    olarak tanıtan Trabzon prenslerinin bu
  unvanını, 1261'de yeniden İstanbul'a sahip
 olarak eski Bizans devletini ihya eden hakiki
   Bizans İmparatorluğu kabul etmemiştir.

Bilhassa komşu Türk beylikleri ile çok yakın ve
       girift temasları bulunan Trabzon
Komnenosları'ndan III Alexios (1349-1390) bu
     manastırın esas kurucusu sayılabilir.

İki kız kardeşi Türk beyleri ile evli olan, kendi
dört kızını da komşu Türk beylerine veren III.
 Alexios'un Sümela’ya özel bir ilgi gösterdiği
    kaynak ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Buradaki keşiş hücrelerine, onun büyük dede,
    dede ve babasının da bazı bağışlarda
bulunmuş oldukları bu vesile ile öğrenildiğine
  göre, Alexios'un büyük dedesi II. Loannes
(1280-1285) zamanından beri burada dini bir
      merkezin varlığına ihtimal verilir.

   Yine başka bir efsaneye göre, büyük bir
kasırga sırasında Meryem'in yardımı ile canını
  kurtaran III. Alexios burasını yeni bir tesis
     halinde inşa ettirmiş, zengin vakıflar
bağışlamış bir Khrysobullos yeni bir ferman ile
de bu vakıflarını sağlam esaslara bağlamıştır.

 Manastırın 1650'ye kadar dış kapısı üzerinde
   görülebilen 1360 tarihli, beş mısralık bir
   manzum kitabede III. Alexios, bu tesisin
kurucusu (ktetor), "Doğu ve Batı (=İberia)'nın
   hakimi İmparator" olarak gösterilmişti.

  Alexios 1361 yılındaki bir güneş tutulmasını
     burada karşılamıştır. Hatta bu prensin
 sikkelerinde güneş resmi bu olayla ilgili kabul
                 edilmektedir.
1365 tarihli "vakfiyesi" ile de manastırın bütün
idari şartlarını, arazisini, gelirlerini düzene
    koyduktan başka, Trabzon'a gelecek bir
   tehlikeyi, bir Türk akınını önlemek üzere,
        buradaki keşişlerin daima uyanık
            bulunmalarını da bildirir.

     Alexios'un oğlu III. Manuel (1390-1417)
 babası gibi dini tesislere bağlılığı olan bir şahıs
idi. Tahta çıktığı yıl, saray hazinesinde bulunan
değerli bir Stavrotegi (içinde İsa'nın çarmıhının
  bir parçası bulunduğu iddia edilen müzeyyen
        bir haç) Sümela’ya hediye etmişti.

    Son Trabzon Komnenos'ları da Sümela
        Manastırı'nı yeni fermanlar ile
   zenginleştirmişler veya vakıflarını tasdik
    etmişlerdir. On sekizinci yüzyılın ikinci
     yarısından itibaren manastır ile Eflak
   Voyvodalarının ilgilendik1eri ve devamlı
  yardımlar ve yazı1ar gönderdik1eri tespit
                  olunmuştur.
Ghikas (1755), Stephan (1764), Hypsilantes'in
      (1775) böylece ilgilendikleri bilinir.

   Tabiatıyla manastırın arşivinde, İstanbul
  patriklerinin bütün Osmanlı devri boyunca
  yolladıkları yazılar da muhafaza ediliyordu.

     Sümela bilhassa on sekizinci yüzyılda
 Voyvodaların himayesinde gelişmiş ve birçok
kısımları yeniden yapılmış, Ignatios adında bir
    başpiskopos 1749'da duvarların bütün
     satıhlarını yeniden Fresko resimler ile
                   süslemiştir.

  Sümela, Anadolu'da bütün Rum-Ortodoks
 topluluklarının görülmemiş bir zenginlik ve
  heyecan içinde teşkilatlandıkları, kilise ve
 manastırlarını her taraftan akan paralar ile
  yeniden inşa ettikleri, muhteşem şekilde
süsledikleri on dokuzuncu yüzyılda, en parlak
               çağını yaşamıştır.
Fallmerayer'in 1840'ta yazdığına göre
  Sümela’nın gezgin keşişleri bütün Anadolu,
    Kafkasya, Balkanlar ve hatta Rusya'yı
    dolaşarak Meryem ikonasının kötü bir
kopyasını satmak suretiyle iane topluyorlar, bu
paraları müesseselerine getiriyorlardı. Nitekim
    bunlardan bir tanesi, üzerinde kırk bin
 kuruşluk bir servet ile dolaşırken Kayseri'de
                öldürülmüştür.

   Osmanlı devleti katilleri yakalatmış, idam
   ettirmiş ve çalınan paraları da manastıra
 teslim etmişti. Geçen yüzyıl içerilerinde iyice
  zenginleşerek 1860'a doğru büyük binalar
inşası suretiyle muazzam bir tesis halini alan
Sümela Manastırı, XIX. yüzyılın içinde yabancı
  seyyahları tarafından ziyaret edilerek kısa
              anlatımı yapılmıştır.

Manastırdan en etraflı surette bahsedenlerden
      biri, G. Palgrave (1826-1888), 1871
 Şubatı'nda yayımlanan makalesinde oldukça
    ilgi çekici bilgiler verir. Sultan Murad'ın
    buradan geçerken manastırı güya topa
     tutturduğu yolundaki efsanenin yalan
 olduğuna işaret ile Murad'ın buradan geçmiş
       olmasına imkân olmadığını belirtir.

  Palgrave buraya geldiğinde o sırada "yeni
   bina" denilen kışlavari büyük yapı henüz
 yapılmış ve biteli üç sene kadar oluyordu. Bu
    İngiliz yazarının müşahedesine göre bu
 binanın uçurumdaki kemerler dahil yedi katı
     vardı ve esas mesken kısmı dört sıra
pencereye sahip olup ayrıca üstte de bir galeri
                   uzanıyor idi.

Boydan boya içinde tek sıra halinde her katta
sekizer oda vardı ve genel olarak çok sağlam
        bir bina olduğu anlaşılıyordu.

Palgrave, Murad ve I.Selim'in hediyelerini de
anarak III.Alexios'un minyatürlü fermanını da
gördüğünü bildirir. Manastıda II.Selim'in
fermanını gören Paigrave, keşişlerin Sultan II.
   Selim aleyhine atıp tutmalarını pek hoş
     karşılamadığını da açıkça ifade eder.

 Sahipsiz ve kontrolsüz kalan bu koca tesis,
  hızla harap olmaya başlamış, 1930'da bir
  yangın, ahşap kısımları silip süpürmüş, bu
  arada gizli defineleri aramak bahanesi ile
 lüzumsuz bazı büyük tahripler de yapılmış,
           kagir kısımlar yıkılmıştır.

    Burada ilk bakışta dikkati çeken husus
      darmadağın bir harabe görünüşü ve
 duvarlardaki Freskoların, ustalıklı bir şekilde
      muntazam kareler halinde kesilerek
yerlerinden sökülüp götürülmüş olmasıdır. Son
   derecede zor olan bu işin başarılı şekilde
   yapılması, bunu oralıların değil, bu çeşit
  hatıralara meraklı ve gerekli bilgiye sahip
     "bilgili" yabancı ziyaretçiler tarafından
                yapıldığını gösterir.

   Sumela Manastırı'na, ormanın içinde bir
patikadan tırmanılır. Manastırın girişi çok sıkı
emniyete alınmış ve dar uzun bir merdivenle,
  son kısma erişilmesi mümkün kılınmıştır.

   Kapıdan girildiğinde, kapıcı hücreleri vs
 geçildikten sonra bir merdivenden küçük iç
 avluya inilir. Burada merkez, solda bulunan
  kilise haline getirilmiş olan tabii kovuktur.
Kovuğun karşısında muayyen bir düzene sahip
olmaksızın inşa edilen çeşitli manastır binaları
                     görülür.

Bu avlunun sol tarafında şimdi kısmen yıkılmış
  ve içine moloz dolmuş bir halde, yukarıdan
 kayadan süzülen ve damlayan kutsal suyun
 toplandığı çok yeni tarihlere ait, bir şadırvan
                    vardır.

Yine sol tarafta mağaranın içine, manastırın en
eski kısmı olan kilise yerleştirilmiştir.

  Avluya doğru çıkıntı teşkil eden ayrıca bir
  şapel bitişik bulunan bu kilisenin gerek iç
 duvarları, gerek avludan görülen dış duvarı
    tamamen Fresko resimler ile kaplıdır.

  Ancak yakından dikkatli incelendiğinde bu
    resimlerin birçoğunun geç bir tarihe ait
  oldukları ve altlarındaki başka tabakalarda
     daha eski ve çok daha değerli duvar
      resimlerinin bulunduğu Fark edilir.

Zaten bu husus bazı yazılar ile de belirtilmiştir.
  Avlunun sağ tarafında ise 1860 yılına doğru
 inşa edildikleri bilinen birtakım misafir odaları
  ve kütüphane olarak kullanılmış olan mekân
bulunmaktadır. Avlunun etrafında daha birçok
              küçük şapeller vardır.

Manastır şimdiki duruma girmeden çekilen eski
fotoğraflarda, bütün bu binaların avluya bakan
yüzleri önlerinde birbirinin üzerine binen ahşap
      balkonlar, sundurmalar bulunduğu
                 görülmektedir

  Talbot-Rice'in bildirdiğine göre bunlarda
   ahşaptan yontulmuş güzel parçalar da
mevcuttu. Bugün çok harap bir halde bulunan
buradaki küçük şapellerden bir tanesinde on
 dört veya on beşinci yüzyıllara ait oldukları
  tahmin olunan resimler tespit edilmiştir.

 Avlunun ilerisinde dar bir koridor, kayalığın
     önündeki ensiz bir çıkıntı üzerinde
  uzanmaktadır. Burada doğrudan doğruya
 yamaca yaslanmış gösterişli bir bina uzanır.

  Sumela Manastırı'nın uzaktan görünüşünde
    daima ön plana geçen bu kısım, burada
 yaşayan keşişlerin barındıkları esas manastır
 yapısıdır. Üç esas kattan başka, ayrıca altta
birkaç sıra mahzeni ve üstte bir de çekme katı
olduğu anlaşılan bu yapının saçak dibinde
  sıralanan kemerli galerileri ile heybetli, bir
              görünüşü vardır.

Adeta kitlesi ile dağın kayalarında uzaklardan
 beyaz bir leke halinde taşan bu kışla biçimli
  yapı, manastırın 1860'taki büyük tamir ve
     genişletilmesinde inşa olunmuştur.

  Büyüklüğü ile konumundan başka, kayda
değer hiçbir sanat ve mimari özelliği olmayan
 bir binadır. Evvelce geniş saçaklı olan ahşap
   çatısı, içinin bölmeleri, ahşap katları yok
 olduğundan bugün dört duvardan ibaret bir
 harabedir. Bu duvarların arasında içi, derine
    doğru inen büyük bir boşluk halindedir.

     Dışarı bir çıkıntı teşkil eden ortadaki
  kulesinden aşağı bakıldığında, bu binanın
yapıldığı yerin baş döndürücü yüksekliği iyice
                     anlaşılır.

 Hiçbir sanat ve tarihi değeri olmadığı halde,
son yıllarda Sümela’nın başlıca alameti olan bu
  büyük yapıya karşılık, bu tesisin en önemli
   kısmı, iç avlunun bir kenarında bulunan
                   kilisedir.

   Bu kilise, kutsal mağara veya kovuğun iç
  satıhlarının düzeltilmesi ve ağzının düz bir
 duvarla kapatılması suretiyle elde edilmiştir.
Bu duvara bitişik, bir çıkıntı teşkil eden küçük
bir Sapel vardır. Burada iç ve dış satıhlar, 18.
 yüzyıldan bu yana birkaç tabaka halinde üst
     üste Fresko resimler ile süslenmiştir.

     Bazı yerlerde üç tabaka açıkça fark
edilmektedir. En alt tabaka renkleri ve kalitesi
 bakımından, üsttekilerden çok farklı ve daha
                     iyidir.

 Her tabakada konuların da değiştiği dikkati
  çekiyor. Buradaki Freskoların 1710, 1732
yıllarında yapıldıklarını bildiren yazılar tespit
                   olunmuştur.
   Halbuki mağara kilisesinin içinde, avluya
     komşu duvarda III.Alexios devrine ait
      Freskolar da tespit edilmiştir. Burada
 III.Alexios, iki yanında oğulları III.Manuel ve
         Andronikos ile tasvir edilmiş idi.

 Bugün bu portrelerden hiç bir iz kalmamıştır.
   Dışarıda, kaya sathına işlenmiş ve bugün
  yalnız üst şeritleri kalabilmiş olan büyük bir
mahşer sahnesinin dökülen sıvalarının altından
      başka sahnelerin gün ışığına çıktığı
                  görülmektedir.

 Üzerinde bir ejder ile suvari iki aziz (Georgios
ve Demetrios) tasvir edilmiş bulunan küçük bir
şapelin duvarında biz, bu tabakanın altında iki
 tabaka daha resim bulunduğunu tespit ettik.

 Nitekim bir yerde en alt tabakada imparator
   kıyafetinde diademli bir figürün üstünde
 diademli başka bir figür, bunun üstünde de
 Metamorphosis, yani Tabor Dağı'nda İsa'nın
görünüşünün değişmesi (suretinin değişmesi)
       sahnesi işlenmiş bulunmaktadır.

 Bu durum karşısında, Sumela Manastırı'nın
eski ve o nispette de değerli duvar resimleri,
 sıvaların tamamen dökülmediği yerlerde alt
tabakalarda durmaktadır denilebilir. Şüphesiz
       bu ayrı bir araştırma konusudur.

 Avlunun etrafındaki binalarda yer yer, Türk
  sanatı tesirleri de kendilerini belli ederler.

Nitekim odalarda dolaplar, hücreler ve ocaklar
bu küçük mekanlara bir Türk enteryörü havası
 vermektedir. Kutsal suyu toplayan şadırvan
      da, sivri kemerleri ile Türk mimarı
                karakterindedir.

 Fakat en dikkat çekici nokta, bazı duvarlarda
koyu kırmızı boya ile yapılmış duvar süsleridir
 ki bunlar 18. yüzyıl Türk binalarındaki tuğla
     derz süslemelerinin boya ile yapılmış
                 taklitleridir.

 Sümela’nın yüz metre kadar kuzeyinde, yine
dağ yamacına oyulmuş, erişilmez durumda ve
   içinde Fresko resimler olan bir mağara
       şapellerinin de varlığı söylenir.

 Manastırın kütüphanesinde evvelce katalogu
yapılan ve çoğunluğu XVII-XVIII. yüzyıllara ait
    çeşitli elyazmalardan 66 tanesi Ankara
 Müzesinde, içinde minyatürler olan ve Bizans
 eseri bin tanesi (Dört İncil=Tetraevangelium)
      İstanbul'da Ayasofya Müzesi'ndedir.

 Ayrıca 150 kadar da baskı kitap vardır. Kilise
hazinesindeki değerli eşyadan, Trabzon Prensi
    III. Manuel'in hediye ettiği gümüş salip
(stavrotek) ile elyazma bir eser ve çok sayıda
   belge Atina'da Bizans Eserleri Müzesi'ne,
      manastıra ait"Gül'lü Meryem" olarak
    adlandırılan ikona, İrlanda'da Dublin'de
          National Gallery'ye gitmiştir.

Sultan Selim'in hediye ettiği gümüş şamdanlar
 1877'de çalınmıştır. Manastıra ait başka bir
     Meryem ikonası da Oxford'da bir özel
koleksiyondadır. Buradan çıkarılmış, üzerinde
  "Hıristiyan üçlemesi" tasvir edilmiş gümüş
  madalyon ile 1438 tarihli işlemeli. gümüş
 madalyon ile 1438 tarihli işlemeli bir örtü de
 (epitaphios) Atina'da Benaki Müzesi'ndedir.

     Yakın tarihlerde Sümela Manastırı'nın
   restorasyonu için girişimlerde bulunarak
  raporlar hazırlanmış, bu arada manastırın
     sekiz pafta halinde plan rölöveleri de
                   çizilmiştir.
__________________
Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize
vereceği selahiyetle, mahşer halkına
şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir
                               merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah
                               yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat
                               edecegiz.

                               Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise
                               Sirruh)


  08-11-
              #10
2008, 00:30

Lokm            Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon

an               Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 800x600 ve
Aşkın            114KB.
Yarbay

Katılım
Tarihi:
08/2007
Mesajlar:
3,519
Rep Gücü:
93




              Sümela manastırının genel görünümü , Dışardan görünen çok pencereli büyük
              yapı öğrencilerin eğitim gördüğü büyük bina. Tam 72 tane odası var. Görevli
              azlığından dolayı ziyarete kapalı bulunuyor.
Sümela manastırının iç avlusunda bulunan Kaya kilisesi . Kaya kilisesinin iç ve
dış duvarları konuları incilden alınmış fresklerle (Duvar
resimleriyle)süslenmiştir.

More Related Content

Viewers also liked

Aspire Consulting Group
Aspire Consulting GroupAspire Consulting Group
Aspire Consulting Group
Rahul Ranjan
 
Anna C Bd 2010 Slideshow 14 Mb
Anna C Bd 2010 Slideshow 14 MbAnna C Bd 2010 Slideshow 14 Mb
Anna C Bd 2010 Slideshow 14 Mb
Kristen Roland
 
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبيةالقضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
ezzeddine
 
Google Search engine optimization starter guide 2011
Google Search engine optimization starter guide 2011Google Search engine optimization starter guide 2011
Google Search engine optimization starter guide 2011
PCG Digital Marketing
 
Stove Innovation
Stove InnovationStove Innovation
Stove Innovation
ssssahmed
 
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبيةالقضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
ezzeddine
 

Viewers also liked (13)

Aspire Consulting Group
Aspire Consulting GroupAspire Consulting Group
Aspire Consulting Group
 
Social Media for the New News Brand
Social Media for the New News BrandSocial Media for the New News Brand
Social Media for the New News Brand
 
03 01 Club In 2009 Dati E Proiezioni
03 01 Club In 2009   Dati E Proiezioni03 01 Club In 2009   Dati E Proiezioni
03 01 Club In 2009 Dati E Proiezioni
 
Anna C Bd 2010 Slideshow 14 Mb
Anna C Bd 2010 Slideshow 14 MbAnna C Bd 2010 Slideshow 14 Mb
Anna C Bd 2010 Slideshow 14 Mb
 
Social Tools: Social search, verification, crowdsourcing and curation
Social Tools: Social search, verification, crowdsourcing and curationSocial Tools: Social search, verification, crowdsourcing and curation
Social Tools: Social search, verification, crowdsourcing and curation
 
One thing 24 july16
One thing 24 july16One thing 24 july16
One thing 24 july16
 
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبيةالقضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
 
Prospecto2013 final.
Prospecto2013 final.Prospecto2013 final.
Prospecto2013 final.
 
Google Search engine optimization starter guide 2011
Google Search engine optimization starter guide 2011Google Search engine optimization starter guide 2011
Google Search engine optimization starter guide 2011
 
Property portfolio
Property portfolioProperty portfolio
Property portfolio
 
Stove Innovation
Stove InnovationStove Innovation
Stove Innovation
 
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبيةالقضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
القضاء على الفساد الاداري والمالي لتحقيق أهداف الثورة الشعبية
 
Social media searching
Social media searchingSocial media searching
Social media searching
 

SüMela

  • 1. Sümela (Meryem Ana) Manastırı Manastır Ne demektir Kesin kurallara bağlıbir başrahip veya başrahibenin yönetimindeBazı rahip veya rahibelerin dünya ile ilgilerini keserek bir arada yaşadıkları rahip veya rahibeler topluluğunu barındıran binalara manastır deniliyor. Manastırlar, Budizm, Hinduizm ve Hıristiyanlıkta münzevi yaşamın bir parçası olarak gelişmişlerdir. Her üç dindeki çileci keşişler hayatlarını inandıkları dine dua derek bağlı bulundukları manastırda, dünya nimetlerinden ve safahatından uzak bir şekilde geçirmeyi ibadetlerinin bir parçası olarak kabul etmekteydiler. Eskiden manastırlar, kendi mülkleri olan bir arâzî üzerinde kurulur ve bu arâziyi işleterek elde ettikleri mahsûllerle kapalı bir ekonomi içinde yaşarlardı. Manastırda başrâhibden başka çeşitli görevliler bulunurdu. Manastırlar bâzan cezâlı din adamları için nezârethâne, hapishâne olarak kullanılırdı. Orta çağda manastırların zenginliği ve kudreti artarak önemli derebeylik merkezleri hâline geldi. Başlangıçta bölge piskoposunun rûhânî yetkisine bağlı olan manastırlar, daha sonra papalığa bağlandılar. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; müslümanların, hıristiyanlara ve yahûdîlere yapmakla mükellef oldukları muâmele şeklini bildirdiği mektûbunda buyurdu ki:
  • 2. "Onların dînî reislerini, (başkanlarını) makamlarından indirmeyin. Onları ibâdet ettikleri yerden çıkartmayın. Bunlardan seyâhat edenlere mâni olmayın. Bunların manastırlarının hiçbir tarafını yıkmayın. Bunların kiliselerinden mal alınıp müslüman mescidleri için kullanılmasın..." (Hadîs-i şerîf-Mecmua-i Münşeât-üs- Salâtin) (Yeni Rehber Ansiklopedisi) Manastırlar nerelere yapılır Manastır yapımı için yer seçimi çok önemlidir. Manastırlar kalabalık yerleşim yerlerinden uzak, ulaşılması zor ve tenha büyük kaya oyuklarına, sarp kaya kütlelerinin vadiye hakim noktalarına ya da ancak sarp yollardan ulaşılması mümkün olan tepelere inşa edilirlerdi. Bazen rahip ve rahibeler manastırlarda birlikte yaşarlar, tesisi birlikte yönetirlerdi. Sürgüne gönderilen prensler, muhalif hanedanlar ve din adamları manastırlarda hapsedilerek eğitimden geçirilir, aykırı fikir ve eylemlerden kurtulmaları sağlanırdı. Hıristiyan din adamları yetiştirmek için kurulmuş, dünyevi yaşamdan hiçbir şey beklemeyen dindar insan modeli geliştirmek için planlanmış, dini misyonerler yetiştiren bir okuldur manastır. Manastırlar, öğrencilerin diğer insanlarla ilişki kurmaması amacıyla gözden uzak, kuytu yerlerde inşa edilir. Yurdumuzda bulunan tarihi manastırlara bakacak olursak topoğrafik açıdan ulaşılması zor bölgelerde kurulmuşlardır. Burada amaç diğer dinlere mensup insanlar tarafından taciz edilme korkusunun yanı sıra öğrencilerin kendilerini günlük yaşama, siyasete, dünyaya, kısaca; zamanın şartlarına kaptırma korkusudur. Bir noktada insanları geçmişe hapsetme eylemidir. Buradan çıkacak öğrencilere verilen eğitim ile günün insanını kendilerinin ait oldukları dinin tarihi noktasına çekme misyonunu yüklenir.
  • 3. Manastırların gelir Kaynakları Manastırların en büyük geliri bağışlar ve kendi vakfiyesinde olan civar köylerden topladığı vergilerdi. Bağışlar, yaşamlarını manastıra adamış olan keşişler tarafından toplanır, keşişler özellikle Doğu ortodoks Hıristiyanlığında Anadolu dervişleri gibi "bir lokma bir hırka" felsefesi ile bağlı bulundukları manastıra hizmet ederlerdi. 13. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa'da derebeyliklerin çökmeye ve kilisenin gücünün sorgulanmaya başlanmasından sonra manastırlar zenginlik ve önemlerini büyük oranda kaybetmiş olmakla birlikte, Doğu Hıristiyanlığında 19. yüzyıl başlarına kadar zenginliklerini ve etkinliklerini muhafaza etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğunun bu dönemde adı geçen bölgelere hakim olması ve manastır yaşamına müdahalede bulunmaması bu etkinlik ve zenginliğin devam etmesinin temel nedenidir. Sümela adı nereden geliyor Bu konuda birbirine benzeyen çeşitli rivayetler vardır. 1-) Manastırın asıl adı “Karadağın Bakiresi” anlamındaki “panaghia tou melas” tır. Yöre halkı için “t” nin telaffuzu zor olduğundan manastırın adı “panaghia soumelas”a dönüşmüştür. Manastırın adını Siyah Meryem Ana ikonundan aldığı ve manastırdan dolayı dağa “Oros Mela” (Karadağ) adı verildiği sanılmaktadır. Türkler çok daha sonraları burayı “Meryem Ana Manastırı” olarak adlandırmışlardır. 2-) Manastırın, Grekçe(Yunanca) "SUMELA" adının esasını, kara-siyah karanlık anlamına gelen Melas kelimesinden aldığı söylenir. Semavi Eyice'ye göre;"evvelce burada bulunan ve saygı gören siyah
  • 4. Meryem tasvirinden (ikonasından) Sümela adını aldığı ve bu dağın adı da manastırdan dolayı Oros Melas (Karadağ) olduğu"kabul edilir. 3-) Manastırın ismi "Panaghia tou Melas" (Karadağ'ın Meryem'i) iken, daha sonra "Panaghia Soumelas" olmuş. Türkler ise, sadece "Sümela" demiş. 4-Meryem Ana adına kurulan manastırın “Sümela” adını siyah anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı söylenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlardan geldiği düşünülmekte ise de, Sümela kelimesi buradaki Meryem tasvirinin siyah rengine bağlanabilmektedir. 5- Meryem (Panaghia) adına kurulan bu manastırın, Grekçe Sümela adının esasını, kara, siyah, karanlık anlamlarına gelen Melas kelimesinden aldığı söylenir. Bu, acaba bu tesisin kurulduğu vadinin ve dağın koyu renginden dolayı mı vermiştir? Bu fikirde olanlar vardır. Fakat kanaatimize göre Sümela kelimesi, buradaki Meryem ikonasının (tasviri) bir sıfatı da olabilir. Onun, ünlü tarihçi J.P. Fallmerayer'in de (1790- 1861)1840 yılında buraya geldiğinde dikkatini çektiği gibi renginin koyu, hatta teşhis edilemeyecek derecede siyah oluşu bu adın esasını teşkil etmiş olması mümkündür. Gürcü resim sanatında, XII. yüzyılda sanat âleminde Siyah Madonna ismi altında tannan birtakım Meryem ikonalarının yapıldığı ve yayıldığı bilinir. Esrarlı ifadesini daha da arttırmak gayesiyle, Meryem Ana resimlerinde yüz, siyah ile boyanıyordu. Gürcistan'a bu usulün eski Hind sanatından gelmiş olabileceği de ayrıca ileri sürülmüştür. Sümela Manastırının Kafkasya'ya yakınlığı düşünülecek olursa, burada saygı gören Meryem tasvirinin, böyle bir siyah Meryem olduğuna ve manastırın, Sümela adını bundan aldığına ihtimal vermek de mümkündür. Böylece dağın da adı, manastırdan dolayı Oros Mela = Kara Dağ olmuştur.
  • 5. 6- Maçka‟nın 17 km. güneyinde Altındere Köyü‟nde, Meryemana (Panagia) deresinin batı yanında, Mela Dağı‟nın deniz seviyesinden 1,150 m. yükseklikteki kayaları oyarak ve doğal mağaralardan da faydalanılarak yapılmış manastırın adı “Sümela”, Rumca karanlık, siyah anlamına gelen “melas” kelimesinden gelmektedir. Karadenizli Hıristiyan Rum‟lar Mela dağındaki mucizevi Panagia ikonundan bir şey diledikleri zaman "stou mela" derlermiş, bu zamanla Sümela‟ya dönüşmüş. Bu da ikona neden Panagia Soumela denildiğini açıklamaktadır. Bu yüzden manastıra “Karadağın (Mela dağının) bakiresi”de denilmektedir. Manastır kim adına kurulmuştur. Sümela Manastırı Meryem (Panaghia) adına kurulmuştur. Sümela Manastırının Yeri Sümela Manastırı, Trabzon ili, Maçka ilçesi, Altındere köyü sınırları içerisinde Altındere Vadisine hâkim Karadağlar adını taşıyan dik yamaçlı bir dağın eteklerinde sarp bir kayalık üzerinde kayalar oyularak kurulmuştur. Trabzon'a 47 kilometre, Maçka'ya 17 kilometre uzaklıkta Altındere Milli Parkı içinde, Panagia (Meryemana) deresinin batı yamaçlarında Mela (Yunanca 'siyah') tepesi üzerinde deniz seviyesinden 1.150 m yükseklikte yer alan bir Rum manastır ve kilise kompleksidir. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunmaktadır. Sümela, bu konumuyla manastırların şehir dışında, ormanlarda, mağara ve su kenarlarında kurulma geleneğini sürdürmüştür. Ziyaretçilerin Sümela Manastırı'na daha rahat ve güvenli bir şekilde ulaşabilmeleri için patika yol doğal yapı bozulmadan genişletilerek yeniden düzenlenmiştir. Ulaşım
  • 6. Trabzon'a 47 kilometre, Maçka'ya 17 kilometre uzaklıkta Altındere Milli Parkı içinde bulunan manastıra, yaz aylarında turizm acenteleri tarafından günü birlik turlar düzenlenmektedir. Sümela Manastırı arabayla Trabzon‟dan yaklaşık 45 dakika sürmektedir. Manastıra iki yol çıkıyor, biri çok eskiden beri kullanılan patika yol (katır yolu); Yaya yolu sağ taraftan gitmektedir. Diğeri belli bir mesafeye kadar çıkan, Altındere‟nin gürül gürül çağlayanlar oluşturarak eşlik ettiği araba yolu. Araba yolu sol taraftan gitmektedir. Bu yolu tercih edenler arabayla tırmanıştan sonra kısa bir yürüyüşle manastıra çıkabilir. Bu mevsimde araba yolu daha uygun düşer, ama güneşli bir havaya denk gelirseniz patika yolu kullanın, tadına vara vara dağa tırmanın. Yosun tutmuş dallar, kökler, toprağın koyu kahverengi rengi, soluklanmak için durduğunuzda yanı başınızda beliren yemyeşil bir uçurum, aşağıdaki ormanları ayaklar altına seren bir manzara, kale görünümüyle bir görünüp bir kaybolan gittikçe daha da yaklaştığınız manastır... Bir kaleyi fethetmeye gidiyoruz sanki. 1962 yılında merdivenleri ile kapısı tamir ettirilerek turistlerin ziyaretine elverişli bir duruma getirilmiş olan görkemli yapı görenlerin hayranlığını uyandırmaktadır. 1972 yılında ise ören yeri olarak ziyarete açılan yapı'ya orman içersinden 25-30 dakikalık bir patika yolla ulaşılabilindiği gibi manastırın 200 metrelik yakınına küçük vasıtalarla da ulaşılabilir __________________ Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz. Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh)
  • 7. Düzenleyen: Lokman Aşkın , 15-05-2009 - 08:15. 07-11-2008, 23:14 #3 Lokman Aşkın Yanıt: Sümela Yarbay (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon Katılım Tarihi: 08/2007 Mesajlar: 3,519 Rep Gücü: 93 Sümela Manastırının Önemi (Kralların Taç Giydiği Manastır) Karadeniz'in bu en ünlü manastırı 4. yüzyılda denizden 1300 metre yükseklikteki bir dağ gövdesinin içerisine Hıristiyanlığın ilk günlerinde gizli bir tapınak olarak yapılmış. Zamanla 17 metre yüksekliğinde, 40 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde 72 odalı, odalarını İsa'nın, Meryem'in, Havarilerin fresklerinin süslediği, Komnenos krallarının taç giydiği bir manastır halini alır. Önemli din adamlarının ziyaretleriyle bazen çok ünlü bir dinî merkezi olur, bazen
  • 8. de sürgün ve hapis yeri... Manastıra hediye edilen altın şamdanların, ceylan derili İncillerin, elyazması kitapların, İsa'nın çarmıhından bir parça taşıdığı öne sürülen haçın akıbeti de manastırın kuruluşunu anlatan efsanelere karışır. Bu değerli hediyelerin bir bölümü Ankara'ya, Atina'daki Bizans Müzesi'ne gider, çoğu kayıplara karışır. Yağmalanan ve yakılan manastırın bugün görülen freskleri 1740 yılında yapılan restorasyonun eseridir. Dinlerin kaynaştığı, unutulmuşa baş kaldıranların gezindiği yerdir Trabzon Kutsal Su (Ayazma)ve Efsanesi Manastırı gezdikten sonra, arka bahçesindeki ayazmanın
  • 9. kenarında oturun. Pek çok Hıristiyan ve Müslüman'ın şifa bulmak için geldiği yerdi bu ayazma. Yukarılardan, kayaların arasından manastırın içine sular damlıyor, değişik dinlerden insanlar ayazmadan su içip dilek diliyorlardı. Bir efsanede manastırın ortasındaki kutsal havuzdan bahsedilirken, efsane şöyle anlatılıyor: “Manastırın ortasındaki kutsal havuza, 30-40 metreden iri su damlaları değişik aralıklarla düşermiş. Kutsal olduğuna inanılan bu damlalar, yüzyıllar boyunca umutsuz hastaların ve kısırların umudu olmuş. Tarih boyunca Müslüman, Hıristiyan birçok hasta, efsanenin getirdiği umudu paylaşmak amacıyla manastırı ziyaret ederek zengin adaklar ve kurbanlarla damla tedavisine girmişler.”
  • 10. Sümela Manastırının 40 yıl Süren Restorasyonu Sümela Manastırı'nda 20 yıldır süren ve 1 milyon 178 bin YTL harcanan restorasyonun sonucu pek çok sanat tarihçisi tarafından tarihi yapının çimentoyla sıvanması, yerel taş yerine Ankara'dan, Bayburt'tan taşınan taşla yapılması benzeri gerekçelerle orjinalliği bozulduğu ileri sürülerek eleştirilmiştir. Restorasyon adına duvarlarının gelişigüzel sıvandığı, binaların tarihi özelliklerinin bozulduğu iddiaları gündemden düşmeyince Kültür Bakanlığı 27 Kasım 2007'de iddiaları incelemek üzere Bilimsel Danışma Kurulu oluşturmuştur. Kurulun hazırladığı raporda 1987 yılında hazırlanan projenin 'eksikler ve
  • 11. olumsuzluklar' nedeniyle durdurulması ve acilen yeni bir proje hazırlanması istenmiş, manastırın yıkılma tehlikesinin bulunduğuna ve çevresindeki kaçak yapılaşmaya dikkat çekilmiştir. Manastırdaki kıymetli eserlerin bazılarının Yunanistan‟ın başkenti Atina‟daki Benaki Müzesi, İrlanda Dublin National Gallery ve İngiltere Oxford‟da bir özel koleksiyonda bulunmaktadır. : “Manastır kütüphanesine ait 84 el yazmasının 66‟sı ile bir miktar basma eser de halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi‟ndedir. Sümela Manastırı‟na Cumhuriyet döneminde de gerekli önem verilerek, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1987 yılında başlatılan ve dönemsel olarak aralıklarla ilerleyen,
  • 12. kaya kilisesi, ayazma, mutfak ve çevresinin röleve, restitüsyon, restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmalarında 1 milyon 178 bin YTL tutarında harcama yapıldı.” Sümela Manastırının Bölümleri Oldukça geniş bir alan üzerine inşa edilen fakat düzenli bir planı olmayan Sümela Manastırının önemli bölümleri, başlıca ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile kutsal ayazma, su kemerleri bölümlerinden oluşur. Pişmiş topraktan yapılmış borularla su, su kemerlerinden manastır içindeki çeşmeye(ayazma) taşınmakta idi. Basamaklarla çıkılan giriş kapısından sonra muhafız odaları yer almakta ve buradan bir merdivenle iç avluya
  • 13. inilmektedir. Merdivenlerin sağında kütüphane yer almaktadır. İç avlunun sol tarafında iki katlı mutfak binası ve içine yaz kış yukarıdaki kayadan su damlayan, kutsal ve şifalı olduğuna inanılan ayazma dikkat çekmektedir. İç avluda en görkemli ve dikkati çeken yer, ilk olarak 4. Yüzyılda yapıldığına inanılan ve daha sonra içi ve dışı fresklerle süslenmiş kaya kilisesinin bulunduğu bölümdür. Fresklerde Tevrat ve İncil‟den alınan konular yer almıştır. Ayrıca kilise içerisinde kuzey duvarında bulunan ve çevresi altın yaldızlı madonna freski ziyaretçilerin büyük ilgisini çekmektedir. Şapel 1710 yılında yapılmıştır. İç avlunun doğu tarafında ise, kayalık zemin üzerine oturmuş ve 1860 yıllarında
  • 14. yapılmış olan, balkonlu keşiş ve misafir odaları yer almaktadır. Kapıları meşe ve karaağaçtan yapılmış 3 katlı bu bölümdeki odalarda ocak, kitap dolapları, kandil yerleri ve balkonlar bulunmaktadır. Manastır içindeki gömme dolaplar, ocaklar, raflar Türk sanatının izlerini taşımaktadır. Misafir odaları, rahip odaları, şapeller, mahzenler bulunmaktadır. Kutsal suyu toplayan şadırvanda sivri kemerleriyle Türk Mimarisi karakterindedir. Sümela'nın yüz metre kadar kuzeyinde yine dağ yamacına oyulmuş erişilmez durumda ve içinde freskleri olan şapeller bulunmaktadır. Sümela Manastırı'nda 1998'den beri Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen bir proje dâhilinde zarar gören duvarlar temizlenip restore
  • 15. edilerek koruma altına alınmıştır. Manastırın ana bölümü üst çatıyla kaplanmış olup, Ana Kaya Kilisesindeki freskler temizlenerek sağlamlaştırılmıştır Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır ve 1860 yılına tarihlenmektedir. Avlunun etrafındaki binalarda odalardaki dolapları, hücreleri, ocakları ile Türk sanatının etkileri de görülmektedir. Asıl kilise fresklerle kaplanmıştır. İçeride mağaranın güney bölümünde kayaya oyulmuş duvar hücresi bulunmaktadır. Dışarıda 18. yüzyıldan kalma bir zamanların kapellası olan bir kilise vardır. Kiliseye yakın doğu cephesinde giriş yolu, manastırın çan kulesi ile desteklenmiştir. Çan kulesinin hemen yanında günah
  • 16. çıkarma yeri bulunmaktadır. İçindeki freskler halen sağlam gözükmektedir. Yukarı kısımlarda ise, keşiş odaları ve küçük kiliseler mevcuttu. Asıl kilisenin kapısında 1741 Haldiye‟li (Kuzey Gümüşhane) Mişobu (Papazbaşı) emriyle tamir ettirilmiştir yazılıdır. __________________ Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz. Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh) 07-11-2008, #4 23:24
  • 17. Lokman Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon Aşkın Yarbay Sümela Manastırının Kuruluş Efsanesi Katılım Tarihi: 08/2007 Mesajlar: 3,519 4. Yüzyıl ( İmparator Theodosius Dönemi ) 375-395 Rep Gücü: 93 Sümela Manastırının Kuruluş efsanesi tamamen rivayetlere dayanmaktadır. Herhangi bir bilimsel gerçekliği yoktur. Manastır hakkında bilinenler 1204 yılından sonraya ait olanlardır. Buranın başlıca gelir kaynağı olan bir Meryem Ana resminin eksikliğine ve mucizeler yarattığına halkı inandırmak böylece onun değerini büyütmek için uydurulduğu kolayca sezilen rivayete Kuruluş efsanesine göreBizans İmparatoru I. Theodosius zamanında (375-395) İsa‟nın havarilerinden Aziz Lukas bir Meryem ana ikonu yapar.(Bir tahta parçası üzerine bir Meryem ana resmi yapar) Bu ikon hastalıklardan, kıtlıktan ve her türlü sıkıntıdan korumakta, dilekleri kabul etmekte ve mucizeler yaratabilmektedir. Renginin koyuluğundan ötürü daha sonraları Kara Meryem, Kara Melek, Kara Madonna gibi adlarla ünlenen bu resim, Theodosius döneminde, 4. yüzyılda Atina‟dan ayrılmak istemiş. İkon, bir gün yerini değiştirmek ister ve kimsenin yardımı olmadan Akropolis‟teki tapınak ikametinden ayrılır. Atina‟ya uçar.İkona daha sonra Melekler tarafından bulutlar üzerinde taşınarak, bugün Sümela Manastırı‟nın bulunduğu yüksek kaya mağarasına getirilir. Kovuklardan birine yerleştirilir. O günlerde Barnabas ve Sophranios isimli keşişler rüyalarında Meryem Ana‟yı görmüşler ve Meryem Ana keşişlere Trabzon‟a gidip ikonanın olduğu kovukta kendisi adına bir kilise yaptırmalarını söylemiş.ve , yerini, nasıl gideceklerini tarif etmiştir. Barnabas ve Sophronios Atina‟dan gemi ile yola çıkarak, ikonun peşinden bu dönemde bir Hıristiyan şehri olan Trabzon‟a gelirler. Eski bir yol boyunca içerilere doğru ilerlerler ve bir mağara önündeki kayanın üstünde Aziz Lukas‟ın yaptığı resmi bulurlar. Onlardan önce bu resmi gören yerliler, ikonayı yakmak istemişler, yanmamış. Balta ile parçalamak istemişler kırılmamış. Dereye atıp
  • 18. uzaklaştırmak istemişler, derenin suyu ikonayı sürüklememiş. . Meryem Ana tarafından görevlendirilen iki keşiş, Bugünkü adı “Altındere” olan vadide Karadağ‟ın dik yamacındaki mağarayı genişletip önüne duvar yaparak melekler tarafından ikonanın konulduğu kovuğa önce bir kilise, sonra bir manastır yapmışlar. Hayatlarının geri kalan kısmını Sümela‟da geçiren iki keşiş ilk kaya kilisesini 385 yılında inşa ettikten sonra 412 yılında, aynı gün ölmüşler.” Barnabas ve yeğeni Sophronios‟un kurdukları bu kaya kilisesi, her ikisinin de 18 Ağustos 412‟de aynı gün ölümlerinden sonra manastırın diğer keşişlerince geliştirilmeye devam edildi. Bununla birlikte manastırdaki fresklerde sıkça yer alıp, özel bir önem verilen Trabzon İmparatoru III. Alexios’un (1349-1390) manastırın gerçek kurucusu olduğu sanılmaktadır. Başka bir Efsane Yine başka bir efsaneye göre, büyük bir kasırga sırasında Meryem'in yardımı ile canını kurtaran III.Alesios burasını yeni bir tesis halinde inşa ettirmiş, zengin vakıflar bağışlamış bir Khrysobullos yeni bir ferman ile de bu vakıflarını sağlam esaslara bağlamıştır. --------------------------------------------------------------------------------------------------- İkon (İkona): Ortodoks kilise sanatında Hz. İsa, Meryem ya da azizleri betimleyen resim. 6.yy’da ortaya çıkmıştır. Önceleri Bizans’a özgü olan ikon, Ortodokslukla birlikte Balkanlar ve Rusya’da yaygın bir kullanım ve uygulama alanı bulmuştur. Genellikle ahşap levhalar üzerine ankostik boya ile yapılırdı. ------------------------------------------------------------------- 6. Yüzyıl (İmparator Iustiniaos(Justinyanus) Dönemi)( 527- 565) Manastır 6.yy da İmparator Iustiniaos (527-565) devrinde Kumandan Belisarius tarafından yeniden
  • 19. yaptırıldı. İmparator, Ceylan derisi üzerine yazılmış el yazmaları ve diğer birçok ünlü kitabı manastır kütüphanesine gönderdi. Ayrıca kurucu Barnabas‟ın rölikleri içeren ayaklı gümüş bir vazoyla da Sümela‟nın kilisesini donattı. Yine bu dönemde diğer manastırlarla birlikte Sümela Manastırı‟nın da stratejik konumları değerlendirildi ve herhangi bir düşman ilerlemesinde Trabzon‟un hangi manastırca uyarılacağını düzenleyen bir sinyal sistemi oluşturuldu. Bu haberleşme sistemi, önceleri ateşle, daha sonraları vadi boyunca inşa edilen çan kuleleriyle yapıldı. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- - Rölik:Hıristiyanlıkta Hz. İsa, aziz ve azizelerle ilişkili ya da onlardan arta kalan kutsal eşya veya parçalar. Örneğin Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği haçın parçaları rölik sayılır. Kutsal kişilerin vücut parçaları da röliktir. Rölikler “röliker” denilen özel kutularda saklanır. Manastır yağmalanıp ateşe veriliyor ve yeniden inşa ediliyor. (640 yılı) 640 yılının bir gecesi bölge manastırlarının en zengini en eskisi ve en önemlisi olan Sumela Manastırına gelen bir grup haydut, rahipleri etkisiz hale getirerek manastırı yağmalayıp ateşe verdi. Bu dönemde Sümela keşişlerinin Vazelon vadisi doğumlu enerjik ve pratik lideri, Trabzonlu zenginlerden para toplayarak, manastırdaki her şeyi daha büyük ölçeklerde yeniden yaptırdı. Keşiş hücreleri yenilendi ve şimdiki kütüphaneye ceylan derisi
  • 20. üzerindeki kendi dört el yazması dâhil, yeni kitaplar ilave edildi. Manastır 644 yılının Ocak ayında yeniden faaliyete geçti. Bu tarihler ve efsaneler bir tarafa bırakılacak olursa, manastırın tarihini Trabzon komnenosları devrinden sonra incelemek mümkündür. Trabzon komnenoslarından III.Alexios burasını yeni bir tesis halinde 1360 yılında inşa ettirerek 17 metre yüksekliğinde, 40 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde 72 odalı bir tesis yaptırmıştır. Trabzon kralları bu manastıra vermiş oldukları hediye ve haklarla, halkın desteğini sağlamışlardır. 1365 tarihli vakfiyesi ile de manastırın bütün idaresini arazisini, gelirlerini düzene koymuştur. Sümela 14.yüzyıldan sonra stratejik bir öneme haiz olmuştur. Herhangi bir düşman saldırısında burası ileri karakolu vazifesini görmüştür. Trabzon Komnenos Krallığı Dönemi (1204-1461) Dördüncü Haçlı Seferi 1202–1204 Dördüncü Haçlı Seferi 1202-1204) yılları arasında gerçekleşti. Papa III. İnnocentius, Kudüs'ü kurtarmak maksadıyla; tüm Avrupa'yı sefere davet etti. Toplanan ordunun emir komutası İtalyan Bonifacio'ya verildi. Ordunun Mısır'a çıkması planlandı ise de, Konstantinopolis'te (İstanbul) isyan çıkması ve Bizans tahtının el değiştirmesi üzerine Bonifacio, Mısır yerine Konstantinopolis'e yöneldi. Haçlı Ordusu Kudüs yerine Konstantinopolis'i işgal etti ve Bizans İmparatorluğu yerine bir Latin İmparatorluğu kuruldu. Fakat bu imparatorluk fazla yaşamadı (1204-1261). 1261 yılında Bulgarların ve İznik'e kaçan Bizanslılar'ın hücumları sonucu yıkıldı. Bizans İmparatoru Aleksi Paleolog tekrar Konstantinopolis'e gelerek imparator oldu. Bu seferden en kazançlı çıkan Venedikliler oldu ve Akdeniz'in önemli adaları gemilerinin nakliye ücreti karşılığı bunlara verildi. Dördüncü Haçlı Seferinin diğer Haçlı Seferlerinden farkı Kudüs yerine Konstantinopolis'teki karışıklıklardan dolayı Konstantinopolis'un işgal edilmesi ve Bizans İmparatorluğu yerine Latin İmparatorluğu kurulmasıdır. Atalarının arazisi Batı Karadeniz Bölgesindeki Kastamonu‟da bulunan Komnenos Ailesi, yüz yıldan fazla (1081-1185) İstanbul‟da iktidarı elinde tuttu. I. Andronicus Komnenos ve oğlu Manuel öldürüldükten sonra Manuel‟in oğulları Aleksios ve David, anneleriyle birlikte halaları
  • 21. Thamara‟nın bulunduğu Gürcistan‟a gittiler. 1185‟ten sonra İstanbul‟da İmparatorluğa Angelos hanedanı geldi. IV. Aleksios Angelos, babası II. Isaakios‟un tahttan indirilmesi için Haçlılardan yardım istedi. Bunun üzerine haçlı ordusu Mısır‟a gitmeyip İstanbul‟a geldi ve şehri işgal ederek burada bir Latin İmparatorluğu kurdu. İmparatorluğun merkezi İstanbul, 1204 yılında IV. Haçlı ordusunca işgal edildiği sırada, 22 yaşındaki Aleksios Komnenos Iberialı paralı askerlerle Trabzon‟u aldı ve kendini imparator ilan etti. Böylece Trabzon 1461 yılına kadar Komnenos Krallığı‟nın merkezi oldu. Sümela Manastırının Parlak dönemi (1204 - 1461) II. Ioannes (1280-1285)‟den itibaren bütün Komnenos kralları Trabzon‟da inşa ettirdikleri dini yapıların yanı sıra, Sumela Manastırı‟na da bağışlarda bulundular. Bunlar arasında 1349 yılında Sumela Manastırı‟nda taç giyen III. Aleksios (1349-1390)‟un ayrı bir yeri vardır. İki kız kardeşi Türk beyleri ile evli olan, kendi dört kızını da komşu Türk beylerine veren III. Aleksios, 1360 yılında Sümela Manastırı‟nı aslına uygun olarak yeniden inşa ettirdi. Manastır eklenen yapılarla iki kat genişletildi; kilise, şapeller ve bazı keşiş (Evlenmesi yasak olan papaz, rahip) hücreleri fresklerle kaplandı. 1361 yılındaki güneş tutulmasını burada izleyen III. Aleksios, cömert hediyelerinin yanı sıra kütüphaneye ceylan derisi üzerine yazılmış 17 el yazması ile Bizans‟ın en önemli kitap koleksiyonlarından birini kattı. 1365 tarihli vakfiye ile manastırın bütün idari şartlarını, arazisini, gelirlerini düzene koydu ve fermanının altına karısı Theodore ile birlikte resmini koyarak, altın mühürlerle onayladı. Ayrıca Trabzon‟a gelecek bir tehlikeyi önlemek üzere, buradaki keşişlerin daima uyanık olmalarını istemeyi de unutmadı. Babası III. Aleksios gibi dindar olan III. Manuel(1390-1417) de Sumela Manastırında taç giydi. Manastıra üç karış uzunluğunda ve üç parmak genişliğinde, gerçek haçın bir parçasını verdi. Bu, İstanbul imparatorluk hazinesindeki üç parçanın en büyüğü idi. Bu stavrotek gümüş ve mücevherlerle süslendi ve gümüş yaldızlı
  • 22. tahta bir kutuda korundu. Manastırın en büyük koruyucuları III. Aleksios, III. Manuel ve Andronicus‟un resimleri kilisenin güney duvarına bir freskle işlendi. Manastırın 1650'ye kadar dış kapısı üzerinde görülebilen 1360 tarihli, beş mısralık bir manzum kitabede III. Alexios, bu tesisin kurucusu (ktetor), “Doğu ve Batı (=Iberia)'nın hâkimi imparator” olarak gösterilmişti. Alexios 1361 yılındaki bir güneş tutulmasını burada karşılamıştır. Bu prensin sikkelerinde güneş resmi bu olayla ilgili kabul edilmektedir. 1365 tarihli “vakfiyesi” ile de manastırın bütün idari şartlarını, arazisini, gelirlerini düzene koyduktan başka, Trabzon'a gelecek bir tehlikeyi, bir Türk akınını önlemek üzere, buradaki keşişlerin daima uyanık bulunmalarını da bildirir. ----------------------------------------------------------------------------------- Stavrotek: Hz.İsanın çarmıha gerildiği haçın parçalarını korumak için yapılmış, genellikle haç biçiminde bir tür röliktir. En ünlüsü 10. yy.ın ikinci yarısında yapılmış olan ve 1204’te Haçlıların İstanbul’da Ayasofya Kilisesi’nden alarak Almanya’nın Limburg kentine götürdükleri Limburg Stavroteği’dir.) ------------------------------------------------------------ - Fatih Sultan Mehmet Trabzon’u Fethediyor (1461) İstanbul‟u fethederek (1453)” fatih” ünvanını alan Osmanlı Sultanı II. Mehmet, 1456 yılından beri Osmanlı Devleti‟ne bağlı olan Trabzon Komnenos Krallığı‟nı, Osmanlının gerilerindeki bir tehlike olarak görüyordu. Trabzon Komnenosları ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan arasındaki ittifak da buna işaret ediyordu. Fatih, Sinop‟u alıp doğuya, Uzun Hasan‟ın üzerine yürüdü. Uzun Hasan ona bağlılığını bildirince, Trabzon‟a yöneldi; ordu ve donanmayla şehri kuşattı. Şehir 15 Ağustos 1461 günü Osmanlı Ordusu‟nca fethedildi. Osmanlının Trabzon’u fethinden sonra Sümela’nın Durumu
  • 23. Fatih Sultan Mehmet, Trabzon‟u fethettikten sonra, Sümela Manastırı‟nın bütün haklarını tanıdığını bir fermanla ilan etti. Daha sonraki sultanlar II. Bayezid,(1481-1512) I. Selim(Yavuz)(1512-1520), II. Selim(1566-1574), III. Murat(1574- 1594), Sultan İbrahim(1640-1648), IV. Mehmet (1648-1687), II. Süleyman(1687-1691) Mustafa (1695-1703) ve III. Ahmed'in (1703- 1730) de manastırla ilgili birer fermanları bulunmaktadır. Osmanlı devri Türk idaresi sırasında devamlı gelişmelerle manastır, muazzam bir tesis halini aldı. Komnenos kralları ve Osmanlı sultanlarının desteği ile Sümela Manastırı, vadideki toprakların çoğunun sahibi, Hıristiyan köylüler de onun kiracısı konumuna geldi. Osmanlı sultanlarından Yavuz Sultan selim Trabzon‟daki valiliği sırasında bir avda hasta düştü ve Sümela Manastırı‟nın rahiplerince iyileştirildi. Sultan olursa “Bakire Meryem‟e bir hediye vereceğini söyledi ve 1512‟de Osmanlı Sultanı olunca, kendi uzunluğunda 20 cm çapında som altından 5 şamdanı Sümela‟ya gönderdi. İran seferi dönüşünde de İran şahı hazinesinden alınan bir çift altın şamdanı ve yeterince altını manastıra verdi. Sultan II. Selim (1566- 1574) zamanında da manastıra geniş yetkiler sağlandı. 18. yy da Sümela Yeni bir refah dönemine giriyor Gümüşhane madenlerinin 18.yy.da işletmeye açılmasıyla Sümela Manastırı yeni bir refah dönemine girdi. Padişah adına gümüş madenlerinin işletmesini elinde tutan Phytianos ailesinden gelen Haldia piskoposları manastırı kanatları altına aldı. Sümela Manastırı‟na 1710. 1732. 1740 yıllarında ek binalar yapıldı ve fresklerle süslendi. 1839‟da Sultan Abdülmecit tarafından su kemeri ve çeşme yaptırıldı. Ziyaretçilerin de ağırlandığı ve odalarında dolaplar, hücreler ve ocaklarla Türk sanatı özelliklerini taşıyan manastırın en büyük yapısı, girişin sağına muhtemelen eski binaların yerine, 1860 yılında inşa edildi. Manastırda 1840 yılında 30 civarında keşişin yaşadığı kaydedilmektedir. 1875 yılında manastırı ziyaret eden Tozer ise 12 rahibin yaşadığını belirtmektedir.
  • 24. 1850 yılından sonra Sümela Manastırı gerileme dönemine giriyor 1800‟lü yıllar Osmanlı İmparatorluğunun ekonomisinin bozulduğu, isyanların çıktığı, toprak kaybettiği yıllardı. Ruslarla yapılan Kırım savaşı sonrası 1656 yılında Paris antlaşması imzalandı ve bu antlaşma ile İngiltere, Fransa ve Avusturya Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü desteklerken, azınlıklara verilecek hakların koruyuculuğunu istediler. Rusya da kendini Osmanlı topraklarındaki Ortodoksların koruyucusu ilan etti. Özellikle doğu Karadeniz bölgesindeki Ortodoks Yunanlılara iş sözü vererek, 1857-1867 yılları arasında bölgeden yoğun bir göçe sebep oldu. Bu göçler 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra da devam etti. Bu arada 1862‟de başlayan Ermeni isyanları, 1895 yılında Müslümanlar ve Ermeniler arasında problemlere neden olunca, Trabzon‟daki yunanlılar durumdan kârlı çıkarak, liman ticaretinde ağırlıklarını artırdılar. Yeni binalar, bankalar, geniş evler yaptırıp, daha çok zenginleştiler. Çocuklarını eğitim için dünyanın dört bir köşesine gönderdiler. Ama asla geldikleri köylerini unutmadılar. Köylerine okullar ve kiliseler yaptırdılar. Okullarına Atina‟dan öğretmenler ve okul programları getirttiler. Fakat bu dönemde Sümela zayıflamaktaydı ve manastırda 12‟si papaz 15 keşiş yaşıyordu. __________________ Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz. Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh) Düzenleyen: Lokman Aşkın , 31-05-2009 - 19:44. 07-11-2008, #5 23:29
  • 25. Lokman Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon Aşkın Yarbay I.Dünya Savaşı Sırasında Sümela’nın Durumu Katılım Tarihi: Rus İşgali, Rum çeteleri ve Nüfus Mübadelesi 08/2007 Mesajlar: 3,519 Rep Gücü: 93 I. Dünya Savaşı sırasında, 18 Nisan 1916‟da Rus ordusu Ermeni çeteleri ile birlikte Trabzon‟u işgal ettiğinde Grek Ortodoks Metropoliti papaya ait kıyafetlerle onları karşıladı. Ancak Bolşevik ihtilali sebebiyle Ruslar 24 Şubat 1918‟de Trabzon‟u terk ettiler. Yaklaşık 80.000 Ortodoks Rum onlarla birlikte Rusya‟ya gitti. Bir yıl sonra 15 Mayıs 1919‟da İngiltere desteğindeki Yunan ordusu İzmir‟e çıkıp, Anadolu‟nun içlerine doğru yürümeye başladığında, Rum gerilla çeteleri de Karadeniz bölgesindeki etkinliklerini arttırdı. Trabzon‟daki rum Ortodoks kilisesinin başındakiler bir “Rum Pontus Cumhuriyeti‟nin kurulması dileğinde bulunduklarını açıkça söylüyorlardı. İngiliz denetim subayı Albay Rawlinson‟a göre Karadeniz kıyısındaki Rum köylerinden 20 bin-30 bin arası bir sayıda Rum, Kuvayi Milliyecilere karşı savaşmak üzere Rum çetelerine katılmıştı. 1921‟de Sümela vadisine gönderilen 500 Türk askeri bu çeteler tarafından öldürülmüştü. Ertesi yılın 30 Ağustos‟unda Türk ordusunun zaferi ile İzmir yolu açılmış, Llyod George tarafından tasarlanan Yunanistan‟ın Anadolu‟yu işgal girişimi yok edilmişti. Sümela keşişleri, en kutsal röliklerini Aziz Barbarka kilisesine sakladılar. Bunlar arasında Aziz Lukas tarafından yapılan Madonna ikonu, gerçek haçın bir parçası, Aziz Christopher‟in gerçek dört el yazması da vardı. 15 Şubat 1923 günü yakın köylerdeki aileleriyle Trabzon‟a varan keşişler, oradan da mübadele ile (nüfus değişimi) Yunanistan‟a gittiler. Sümela Manastırının Karanlık Dönemi (1923- 1960) Trabzon'un 18 Nisan 1916'dan, 24 Şubat 1918'e kadar süren Rus işgali, burada bir Hıristiyan Pontus devletinin tekrar kurulacağı ümitlerini doğurmuştu. Kurtuluş Savaşı sonunda, bu ümit kapılarını kapamak üzere 1923'te bütün Rumların Yunanistan'a
  • 26. gönderilmeleri ile Sümela Manastırı boşaltılmıştır. Nüfus mübadelesi ile bölgedeki Hıristiyanların Yunanistan'a gönderilmesinin ardından önemini yitirerek T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yakın zamanda onarılana dek kaderine terk edilmiştir. Hicret eden Rumlar, eski hatıralarına bağlılıklarının bir belirtisi olarak Makedonya'da Verria (Türk devrinde: Kara Ferye) yakınında Kastania'da aynı adla yeni bir manastır kurarak buraya modern bir Meryem Ana resmi yerleştirmek suretiyle, eski geleneği yaşatmaya başlamışlardır. 1923 yılında terk edilen Sümela Manastırı'na 1929 yılında bir İngiliz bilim adamının, 1931 yılında bir Rum rahibin Türk hükümetinin izniyle kutsal röliklerini almak üzere ziyaretine izin verilmiş. Ortodoks cübbesini ve uzun şapkasını giyen keşiş Ambrosios, 25 Ekim 1931 Pazar günü Trabzon‟a vardı. Ambrosios asker korumasında Sümela‟ya gidip kutsal rölikleri aldı ve kalmak için bir ay izni olmasına rağmen dört gün kaldıktan sonra Atina‟ya geri döndü. Sümela keşişleri, 1951 yılında Yunanistan‟a Kastania‟da bir “Panaghia soumela” inşa ederek, kutsal röliklerini buraya koydular. 1935 - 1961 yılları arasında Trabzon'daki Santa Maria Kilisesi rahibi manastırla ilgilenmiş. Amerika Birleşik Devletleri‟nin Türk topraklarında üs kurmasına 1952 yılında izin verildikten bir yıl sonra 1953 yılında NATO anlaşması çerçevesinde Trabzon'a gelen Amerikan subayları manastıra ilgi göstermiş. Bundan sonra Sümela, Amerikalı görevlilerin ve diğer gezgin turistlerin en önemli gezi yerlerinden biri oldu. Bu arada “bilgili” yabancı ziyaretçiler de Sümela‟yı ziyaret ederek(!) , son derece zor olan ve ustalık gerektiren bir işle freskleri düzgün kareler halinde kestiler ve fresklerin Londra ve New York müzayede satışların yolculuklarını başlattılar. O yıllarda manastırın anahtarı orman istasyon şefliğinde bulunur, isteyen anahtarı alır, gezermiş. İşte o dönemlerde, manastırın içinde ne var, ne yok ise götürülmüş. Freskoları kareler halinde kesilip çalınmış.
  • 27. Sümela Manastırı ancak 1972 yılında Kültür Bakanlığı tarafından korumaya alınmış. Ören yeri haline getirilmiş. Doğal güzellikleri nedeniyle manastırın bulunduğu Altındere Vadisi‟nin 4800 hektarlık alanı 1987 yılında milli Park ilan edildi ve biletli ziyarete açılmış. Manastırdan çıkma bazı kitapların Ankara'da olduğu, bazı eşyaların Atina'daki Bizans Müzesi'nde sergilendiği söyleniyor. Sümela’ dan Kıymetli eserlerin Kaçırılması Trabzon'un 18 Nisan 1916‟dan 24 Şubat 1918 e kadar süren Rus işgali sırasında, Pontus Krallığının yeniden ihyası için el altından yapılan teşkilatlanma da burası üs olarak kullanılmaktadır. Bu dönemde Rus araştırmacı Upjenski manastırda inceleme yapmıştır. 1910 yıllarında 100 civarında keşişi barındıran manastırda ülkedeki politik şartlar değişince 1922 yılında papazlar kutsal ikonu bazı kıymetli eşyalar ile birlikte manastırın 400 metre uzağındaki Agia Barbara adlı küçük kiliseye saklamışlar ve 1923‟de mübadele ile Yunanistan‟a gitmişlerdir. 15 Ağustos 1931 yılında Kalatvryta'daki Megalo Spileoda Panagia kiliseside katılanların çoğunun Pontoslu Rum olduğu bir dini kutlama yapılıyormuş. Tören bittikten sonra, Anadolu‟dayken Ordu piskoposu olan, o anda ise Xanti (Gümülcine) piskoposu Polycarpos Psomiades, Venizelos‟a St.Luke (Lukas) ikonunu Karadeniz‟de nasıl ve nereye gömdüklerinin hikayesini anlatmış. Bir süre sonra Türkiye başbakanı İsmet İnönü, Eylül 1931 yılında Atina‟ya Balkan Oyunları için gelince, Venizelos ona bir Rum papazı karadenize gönderip gömülü ikonu çıkarmak için iznin istemiştir. Venizelos piskopos Chrysantos ve yanında bir papazı görevlendirir. Hrisantos, Ambrosios adlı papazı seçer. Ambrosios Makedonya‟ya gider ve ikonu gömen papazı (İremias) bulur. Ambrosios ile 22 Kasım 1921 de resmi görevle yola çıkarlar. İstanbul‟da, Türkçe bilen Alexander Vasiliou'yu bulurlar ve onun kılavuzluğunda bir gemiyle Trabzon‟a giderler. Trabzon‟da polis ve asker eşliğinde Agia Barbara şapeline gidip, gömülü ikon ve diğer eşyaları bulup onları Atina‟daki Bizans müzesine teslim ederler. Ağustos 1951 yılında Veria'daki “Kastania”da yeni bir Panagia
  • 28. Sümela inşa edilir. Bir yıl sonra (Ağustos 1952) yılında ise ikon Atina‟daki Bizans müzesinden alınıp manastıra getirilir. Sümela'nın mucize ikonundan başka Trabzon İmparatoru Emmanuel Komnenos'un kutsal haçı ve Oisios Christoforos'un el yazmaları da (M.S. 644) manastıra getirilir. Freskler (Duvar resimleri) Sümela Manastırında yer yer sökülerek alınmış olan ve oldukça harap bir görünüm taşıyan fresklerde işlenen başlıca konular İncil'den alınmış sahneler, Hz. İsa ve Meryem Ana hayatıyla ilgili tasvirlerdir. Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır. Kaya kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit edilmiştir. Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. En tabakanın freskleri daha üstün niteliktedir. Şapeldeki Her tabakada konuların da değiştiği dikkati çekmektedir. Buradaki fresklerin 1710-1732 yıllarında yapıldıklarını bildiren yazılar tespit olunmuştur. Halbuki mağara kilisenin içinde avluya komşu duvarda III.Alexios devrine ait freskler de tespit edilmiştir. Bugün bu portrelerden hiçbir iz kalmamıştır. Dışarıda kaya sathına işlenmiş ve bugün yalnız üst şeritleri kalabilmiş olan büyük bir mahşer sahnesinin dökülen sıvalarının altından başka sahnelerin gün ışığına çıktığı görülmektedir. Üzerinde bir ejder ile süvari iki aziz (Georgios ve Demetrios) tasvir edilmiş bulunan küçük bir şapelin duvarında tabakanın altında üç tabaka daha resim bulunduğu tespit edilmiştir. Nitekim bir yerde en alt tabakada imparator kıyafetinde diademli bir figürün üstünde diademli başka bir figür bunun üstünde de matemorphosis, yan itabor adında İsa'nın görünüşünün değişmesi (suretinin değişmesi) sahnesi işlenmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında Sümela Manastırı'nın eski ve o nispette de değerli duvar resimleri, sıvaların tamamen dökülmediği yerlerde alt
  • 29. tabakalarda da mevcuttur. Kilise içerisindeki freskler şunlardır: Asıl kilisenin absid kısmında, güney duvarında yukarıda Meryem'in doğuşu ve mabede sunuluşu, tebliğ, Hz. İsa'nın doğuşu, mabede sunuluşu ve hayatı, altta İncilden resimler. Güney kapısında Hz. Meryem'in ölümü ve havariler. Kilisenin doğuya bakan yukarı kısmında 2. sırada Genesis, Ademin yaratılışı, Havva'nın yaratılışı, Tanrı'ın tembihi, İsyan (Adem ile Havvanın yasak meyveyi yemeleri), Cennetten kovulma. 3. sırada: Yeniden dirilme, Thomas'ın şüphesi, Kabirde bir melek, Nikaia konsülü. Absid kısmının dışında, yukarıda Mikail, Cebrail bulunmaktadır. __________________ Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz. Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh) 07-11-2008, 23:35 #6 Lokman Aşkın Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon Yarbay Katılım Tarihi: 08/2007 Gezginler Sümela’yı anlatıyor: 1 Mesajlar: 3,519 Rep Gücü: 93 Bugün tempolu bir gün olacak. Versin elini Sümela Manastırı. “Maçka yolları taşlı geliyor sarı saçlı ne oldi sana yarimm böyle gözleri yaşlii?” diye arabada horon teperken gözümüze bir tabela çarptı: Osman‟ın yeri 200 M. GERİDE... Yorumsuz… Maçka yeşilin doruğa çıktığı yerlerden. Gökyüzünü göremediğiniz tepelerin zirvesinde bir cami, bir ev gördüğünüzde ise şaşırıp kalıyorsunuz. Arabanın çıkamayacağı bu yerlere insanlar elleriyle taşını, tahtasını, harcını çıkarıp yapmışlardı. Karadeniz insanının azimkâr yapısı bu çetin doğa koşullarından kaynaklansa gerek. Ve bu zor şartlarda yüzlerce sene önce bir manastırın el gücüyle yapıldığını
  • 30. öğreniyorsunuz: Sümela Manastırı. Altındere Milli Parkı içinde bulunan bu manastır hakkında küçücük bir bilgi vermek gerekirse Rivayete göre 385 yılında Atina'dan gelen iki keşiş tarafından kurulmuş ve ilk şapel dağdaki bir mağaraya kurulduktan çok sonra yapı genişletilerek keşiş odalarının eklenmesiyle küçük bir köy havası almış. Aşağıdan düz duvara yapıştırılmış gibi görünen bu manastıra yaklaşık yarım saatlik bir tırmanışla çıkılıyor. Zikzaklar çizerek ilerleyen bu yol, keşişlerin yapı malzemelerini ve erzaklarını taşıdıkları yol aynı zamanda."Ve siz o zamanın içine düşüveriyorsunuz ,“Vay be!” diyorsunuz , “Bu insanlar nasıl taşıdılar bu malzemeleri yapmak için?”Üstelik biz o yolun çoğunu arabayla gittik, geri kalanını yürüdük(o atmosferi yaşamak için yaya yolu da var tırmanışlı, kendinize güveniyorsanız ancak deneyin derim.). Tek şanssızlığımız havanın kötü olmasıydı, manastırın camlarından dışarı baktığımızda uçak camından bakar gibi bulutlarla karşılaştığımızdan manzaranın güzelliğini seyretme imkânı bulamadık. Manastırın içinde onarım çalışmaları süratle devam ediyordu, ama insanı en çok üzen nokta fresklerin üzerine hiç umursamadan yazılmış adlar, çizilmiş resimler olmasıydı ve maalesef olan olduktan sonra engel çekilmiş. Bu yürüyüş esnasında, havanın da getirmiş olduğu bir ürpertiyle karnınızın iyice acıktığını fark ediyorsunuz. Öyleyse artık aşağı inmenin vakti geldi, çünkü alabalıklar bizi bekliyor, hem de tereyağında kızarmış. Böyle soğuk derede alabalık güzel olmaz mı, ımmmm… Gezginler Sümela’yı ve Maçka’yı anlatıyor: 2 Maçka‟da yeşilin kaç tonu vardır kim bilir? Çayırda başka, eğreltiotunda başka, mısır yaprağında başka, çam ağaçlarında bambaşka... “Bizi yukarılara, gitgide yukarılara çıkaran yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Sık ağaçların arasından tepeye tırmanıyorduk. İnce bir yağmur boşlukta asılı kalmış gibiydi. Tırmandıkça, yeşil
  • 31. bir elbiseden sarkan beyaz püsküller gibi yamaçlardan inip vadideki nehre karışan çağlayanların sesi daha az duyuluyordu. Bacak kaslarımızın yakınmaya başladığı bir anda, yeşil yaprakların aralandığı yerden manastırı gördük. Benim gördüğüm, bir manastır değil, taşta uyuyan bir düş, bir kaya ütopyası idi. Manastıra çıktığımda, şaşkınlığımın kanatlı atları gökyüzünün griliğine dağılıyordu. Kayaların karnına gömülmüş manastır kalıntıları, derin bir uçuruma bakıyordu. Fresklerin bir bölümü, yıllar önce pasta gibi kesilip kim bilir nereye kaçırılmıştı.” Yirmi beş yıl önce, Maçka‟da Sümela Manastırı‟nı ilk görüşümde günlüğüme böyle yazmıştım. Tarsicio Succi da Verica‟nın „Bulutlardaki Manastır‟ olarak adlandırdığı Sumela Manastırı‟nın ilk bölümlerinin Bizans İmparatoru Justiniaus tarafından yaptırıldığı söylense de elde kesin bir bilgi yok. Ama 1340‟da Trabzon İmparatoru Alexios Komnenos taç giyme törenini kayalara bir taç gibi yerleştirilmiş bu yapıda düzenlemiş; hatta büyük güneş tutulmasını da buradan izlemişti. Sümela Manastırı‟nın geçmişinin gizemli öykülerle dolu oluşu, onu bulunduğu yer kadar çekici kılar. Manastırda bulunan ve İncil yazarı Lukas‟ın yaptığına inanılan Meryem Ana ikonasının Atina‟ya kaçırılışından Yavuz Sultan Selim‟in Şah İsmail‟i bozguna uğrattıktan sonra manastıra armağan ettiği altın şamdanın akıbetine kadar birçok olay dilden dile dolaşır. Ve bütün bunların ötesinde, bugün “Türkiye‟yi yurtdışında tanıtan on turistik fotoğraf seçin” deseler, onlardan biri mutlaka Sümela Manastırı‟nınki olur. Maçka‟da iki ünlü manastır kalıntısı daha var: Kiremitli Köyü‟ndeki Vazelon ve Şimşirli Köyü‟ndeki Kuştul... İki manastır da vadilerin içinden geçen yollarla ve bu yolları gizleyen ağaçlarla buluşur.
  • 32. Özellikle Kuştul Manastırı‟na giden ve derelerle, taş köprülerle süslenen yol hem yürüyüşçüler, hem de doğaseverler için bir armağandır. YEŞİLDEN BİR NAZARLIK Sümela Manastırı‟nın ünü, Trabzon‟a 30 kilometre uzaklıktaki Maçka‟nın adının ötesine geçmiştir. Oysa Maçka yalnızca Doğu Karadeniz‟in değil, Türkiye‟nin yeşil nazarlıklarından biridir. Doğa öylesine cömert davranmıştır ki Maçka‟ya, yollarda sisin içine daldığınızda, “Kim bilir ne güzellikler vardı geçtiğim şu yollarda da ben göremedim...” diye hayıflanırsınız. Ama sise kızmayın ne olur, o ormanların ve yaylaların arkadaşıdır. 1600 rakımlı Şomla Yaylası‟nda yeni sağılmış sütün kaymağına ekmeğimizi banarken muhtarın söylediklerini anımsıyorum: “Ekime doğru, buraya kar inmeye başlar. Kar tanelerini rüzgâr kattı mı önüne, beyaz çiviler gibi inerler yere. Ben de pencereden seyretmeye doyamam manzarayı. Bir de, şu karşıki ormandaki ağaçlar rüzgârda öyle bir ses çıkarırlar ki yalnız o ses için bile gelinir buraya…” Ben de ekliyorum, Maçka‟ya bin bir ses için gelinir. Yağmurun sesi için... Kemençenin, bardağa dökülen ayranın sesi için... „Kuymak‟ın ateşteki cızırtısı, yolda verilen selam için bile gelinir. Bir delikanlı odun keserken kız kardeşi inekleri önüne katmış, otlatmaya götürür. Yaprakların üzerinde çiğ taneleri güneş vurunca elmas gibi parıldar. Zifin çiçeklerinin sarışınlığı gözünüzü alır. Sis, pembe çiçeklerin yukarısında yayla evlerinin pencerelerine kadar yanaşıp içeri bakar. Niye ki? Ne zoru var dersiniz? Uzun ve eğik ağzından „sis‟ çıkardığı söylenen „çaydanlık‟ adında bir yaratığı arar! Bu „çaydanlık‟ denen şey, altında ateş yandığında, „fokur fokur‟ diye de şarkı söylüyormuş! Onu bulduğunda çevresini şöyle bir sarıp anlamaya çalışacaktır; akrabası mı, yoksa değil mi diye!
  • 33. TEMMUZ AYI, ŞENLİK AYI Adları bazen yayladan yaylaya bile değişen düğünçiçekleri, çiğdemler, peygamberçiçekleri, beyaz ormangülleri, orkideler, hasekiküpeleri, yüksükotları ve çuhaçiçekleri yaylaları şenlendirir. Lapazan, Kulin Dağı, Maura, Kiraz, Çakırgöl, Şolma ve Lişer‟le birlikte bu yaylaların en ünlüleridir. Mayıs ayında yaylalara çiğdemler yağar. Temmuz ayı şenlik ayıdır, yayladan yaylaya kemençenin ve horon tepenlerin sesleri akar dereler gibi. “Yaz başlarında koyunların, sığırların, çoluk çocuğun çıktığı yeşil dağ başı düzlükleridir bizim yörenin diliyle yayla. Bir başlamaya görsün sıcaklar, koyunlar yoşalanır; sığırlar, buzağılar çıngıraklanır; keçiler, tekeler kelek takınır, donanır düşer yayla yollarına. Gençler, kızlar alından, yeşilinden giysilere bürünür, yaşlılar kınalar sürünür” diye yazar İsmet Zeki Eyüboğlu „Maçka‟ kitabında. Maçka‟da ister Ziganalara doğru vurun, Hamsiköy‟de sütlacınızı kaşıklayın; ister yayla yollarında nefesinizi açın. Maçkalıların „gomar‟ dediği mor renkli ormangüllerine doğru eğilin ve yapraklarının ucuna sizden önce yaylaya uğrayan yağmurun bıraktığı damlaya bakın. Dikkatli bakarsanız, o küçük sudan kürenin üzerinde dağların, ormanların, yayla evlerinin yansıdığını görür, “Doğa, Maçka‟da dünyayı bir damlaya sığdırmış!” diye düşünürsünüz. O sırada bahçesinde çamaşır asan kızın türküsü gelecektir kulağınıza: “Maçka‟nın yolu taşluk / Fena şeydir sevdaluk / Sen çiçek ben yaprağu / Hangi dallara açtuk”... İşte o zaman ben, babası Maçka‟da, Galyan Vadisi‟ne bakan Konaklar Köyü‟nde, Tahsildar Şükrü Efendi Konağı‟nda doğan ve çocukluğunun mutlu günleri aynı konağın bahçesinde geçen bir şairin, Sunay Akın‟ın „Pencere‟ adlı şiirini anımsar ve bu yazının kapısını da onun dizeleriyle kapatırım: “Kokusu mahalleye yayılsın / diye yaptığı yemeklerin / akşamüstleri / açık tutar penceresini yeni gelin”.
  • 34. Gezginler Sümela’yı ve Trabzon’u anlatıyor: 3 Onun yazgısı, Trabzon'un yazgısıdır. Karadağ'ın yükseğinde, sisler içindeki bir kale gibi görünür ziyaretçiye. 9 0'lı yılların başında dersten çıkar çıkmaz fakültemizin bulunduğu tepeden iner, hayatımda bir daha o kadar güzelini görmediğim lale ve gül bahçeleriyle çevrelenmiş evlerin önünden geçip, bulduğumuz ilk ara yoldan sahile koşardık. Dalgalarla oynarken içimizden biri bağırırdı: “Yunuslar geçiyor!” Bu, duymayı beklediğimiz sözdü, hızla geçerlerdi Karadenizimizden bir batıp bir çıkarak... Sonraları hangi denize baktımsa böyle sürü halinde geçen yunusları aradım, açıklardaki bir yunusu fark edip sevinç çığlıkları atanları gördükçe hüzünlendim, nasıl anlatabilirdim onlara yunusların sürü sürü geçtiklerini gözümün önünden, hem de yıllarca... Hızla değişen zaman hepimizi nadide anların son tanıklarına çeviriyor. Trabzon'un en meşhur yeri, âşıkların buluştuğu, günbatımının seyredildiği Ganita civarında poyrazlı günlerde dalgalar kıyıya eski sikkeler atarmış. Her şeye rağmen Trabzon söz ettirir kendinden. Şimdiyse geçmişin tanıkları kiliseler, camiler, surlar, Ayasofya Camisi'ndeki gemi çizimleri, kadınların bellerindeki peştamal, sofralarındaki kuymak yerli yerindedir. Çömlekçi'den kalkan minibüs Temelleri Bizans döneminde atılmış kale, kuzey-güney doğrultusunda kenti ikiye bölerek Boztepe'ye varır. Kentin panoramasını görmek isteyenler için bu 300 metrelik yükseklik yeterli olacaktır. Trabzon, sahilden Boztepe'ye doğru kat kat yükseliyor gibidir, bu da ahşap ya da taş evlerle dolu dar sokaklar, sürekli inilip çıkılan dik merdivenler demek... Meydan, Trabzon'un kalbidir. Arnavutkaldırımı döşeli sokaklar Meydan'a çıkar, halk burada buluşur; çay bahçesinde çaylar yudumlanırken, Trabzonlu yazarlar Sabahattin Eyüboğlu'nun, Hasan İzzet Dinamo'nun büstlerinin önünden geçip giden kalabalığa göz atılır.
  • 35. „Bir Tutkudur Trabzon' deyip, Trabzon'u anlatmayı bırakalım. Büyük Liman'ın karşısındaki Çömlekçi'den(Çömlekçi, Trabzon merkezde minibüslerin kalktığı bir mahalledir.) kalkan bir minibüse atlayıp Maçka yoluna düşelim. Gökyüzü siyah bulutlarla kaplandı, kuşlar gemilere sığındı, bu fırtına kopacak demek, ardı da yağmur, hem de ne yağmur... Duman aldı dağları... Çömlekçi'den Zigana Dağı girişine kadar giden yol Trabzon'un en güzel yollarından biridir, burası aynı zamanda Gümüşhane'ye giden yoldur. Köy otobüsleri bu sürekli yükselen yolu zorlana zorlana tırmanır; yemyeşil dağlar kimi zaman sağınıza, kimi zaman solunuza düşer, ya da birden karşınıza çıkıverir, sonra ardınızda kalır. 1993'teki heyelandan sonra yatağı iyice bozulmuş dereler bile güzel görünür gözünüze. Karadenizli sise, „duman' der, „duman aldı dağları' türküsü tam da buralar için yazılmışa benzer. Hele bu mevsimde dağların başından hiç eksik olmaz sis. Bahçelerine odun yığılı evler, küçük camiler geçilir yol boyunca. Asıl güzellik yoldan yukarılara doğru ayrılan dağ yollarındadır. Paparza, Kıranoba yaylalarına bu yollardan gidilir. Tonyalı silahıyla, Oflu kurnazlığıyla, Sürmeneli bıçağıyla, Maçkalı delidoluluğuyla tanınır. Hepsinin ortak özelliği ise tüm sıkıntılara rağmen neşelerini korumalarıdır. Her tür zaaf, tik, taşkın hareketler gülme nedenidir Karadenizli için. Daha önce Karadeniz ağzını duymamış bir yabancı söylenenlerden tek kelime anlamasa da bu doğal neşeden pay almak için katılır eğlenceye. Dağlara sırtını vermiş Maçka, gelip geçilecek yer değildir. Bir şeyler öğrenmek için Maçkalıyla yaşamalı, deresinden kırmızı benekli alabalık tutmalı, onu köy tereyağında pişirip yemeli, sonra da Maçka'nın içinden ayrılan yolla manastırın yolunu tutmalı. Kaleyi fethetmeye gidiyoruz Milli Park sınırına girdiğinizde, Altındere'yi coşkun akarken görürsünüz. Üzerine yer yer tahta köprüler kurulmuştur, piknik alanı olarak düzenlenmiş yerler iki yanındadır.
  • 36. Yazı: Nezahat Turkan __________________ Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz. Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh) 08-11-2008, 00:12 #7 Lokman Aşkın Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon Yarbay Katılım Tarihi: 08/2007 Gezginler Sümela’yı anlatıyor: 4 Mesajlar: 3,519 Rep Gücü: 93 Fatih Sultan Mehmet 1461'de Trabzon'u aldıktan sonra Sümela‟yı ziyaret etmiş. Bir ferman yayımlayarak manastıra imtiyaz vermiş. Yavuz Selim, Trabzon'da iken hastalanmış. Sümela Manastırı'nda iyileştirilince "Sultan olur ise, Meryem Ana'ya hediye" vaadinde bulunmuş. 1512 yılında sultan olduğunda Sümela‟ya hediyeler göndermiş. 1800'lü yılların sonlarında Sümela Manastırı çevresi, Maçka yöresi zengin ve aydın Rumların yerleşim bölgesi olmuş. Maçka'da Hıristiyanlara ait 45 okul, çevrede 500 küçük kilisecik ve manastır varmış. Birinci Dünya Savaşı döneminde ve sonunda bölgedeki Rumlar Pontus devleti hayali ile başkaldırdığında, dağlarda 25 bin kişilik çeteleri ile Türklere karşı savaşmışlar. Mudanya Mütarekesi'nden sonra Rumların göçü başlamış. 20 Ağustos 1923 tarihine kadar bölgeden 25 bin Pontus göçmeni İstanbul yoluyla Yunanistan'a gitmiş. Maçka köylerinden ayrılan 2 bin mülteci arasında Sümela
  • 37. Manastırı'nın rahipleri de varmış. Cumartesi günü Sümela‟yı gezmeye gittik. Hafif yağmur yağıyordu. Etraf yemyeşildi. Vadiden vahşi bir çay, büyük sesler çıkararak şırıl şırıl akıyordu. Manastıra çıkış yolunun başladığı bölgede suyun kenarına tesisler yapılmıştı. Sumela Lokantası levhasını taşıyan yere girdik. Tesis, Maçkalı Samim Eyüboğlu ile ortaklarına aitmiş. Beni Sümela‟ya götüren Hakan Şahin ve Orhan Apakkan, "Abi, buranın etini tadacaksın" dediler. Kömür mangalının başına gittik. Ali Şirin etleri kesti. Salim Mazlum kızarttı. Eti çok lezzetli bulduk. Şef Murat Cayrancı "Beyim düz et ne ki. Bizim lahana çorbamızı, kuymak ve kayganamızı tadacaksınız" dedi. Kuymak, tereyağı, mısır unu ve tel peyniri karması. Kayana, hamsi, yumurta, süt, un, maydanoz karması... Garsonumuz Ali Şirin ile Hasan Altıntepe, "Şişman şefimiz Kazım Davulcu size sac kavurma yapsın da kavurma nasıl olurmuş tadın" diye bir tepsi de kavurma getirdi. Bütün bunları tattıktan sonra Maçka'dan Trabzon'a otomobil ile değil yürüyerek dönsek daha iyi olacaktı... Sümela‟yı görünüz. Maçka'nın yeşillikleri, Sumela'nın kayaya oyulmuş manastırı insanı büyülüyor. Gezginler Sümela’yı anlatıyor: 5 Alman tarihçi ve gezgin Jacop Philipp fallmerayer’in Trabzon ve Sümela izlenimleri. Alman tarihçi ve gezgin Jacop Philipp Fallmerayer (1790- 1861) 1831-34,1840-42, 1847-48, yılları arasında Ortadoğu ve Anadolu‟yu karış karış gezmiş, Trabzon izlenimleri, karanlık bir dönemin aydınlanmasında yardımcı olmuştur. Yazarın 1840 yılında gerçekleştirdiği Sümela manastırı gezisi sonrasında “tüm dünyada, Kolhis‟in Mela dağındaki bu manastır kadar güzel dini yapı yoktur” diyecek kadar
  • 38. yapıdan etkilendiğini görüyoruz. Bunun yanı sıra Batı dünyasının Ortodoks Hıristiyanlara ve doğululara ilişkin oryantalist ve küçümseyici bakış açısı yazarın her satır arasında kendini göstermektedir. Havari Lukas‟a ait olduğu ileri sürülen ikona ve Komnenosların fermanının yukarıda bahsi geçen hikâyesine ilişkin ilginç detayları da Fallmerayer‟in anıları sayesinde öğreniyoruz. “...Başrahip bizi sıcak karşıladı, bize yol gösterici olarak davrandı ve manastırın kutsiyetini anlattı. Bu mukaddes despotların ikametgâhları sade ve huzurluydu. Binanın yüksek katları onlara ait olup hizmetçilerin adaları odunluk misali küçük hücrelerdi. Hasta ve münzevi insanlar için manastır bulunmaz bir sığınak gibiydi. Binanın yapımı hiç de düzenli bir şekilde olmayıp birbirinden alçak, gelişigüzel bir biçimde yapılmıştı. Su ihtiyacı; tavandan bir kuyuya damlayan bir gözden sağlanırdı. Sonraları Trabzonlu bir zengin tarafından yaptırılan su yolu vasıtasıyla manastır gümüş gibi temiz bir suya kavuştu. Mabedin yabani ve tuzlu duvarları 1360‟lı yıllarda güzel fresklerle süslenmişti. 3.Aleksi ve oğlu 3.Manuel ve kadınlar manastırı Theoskepastos‟da gömülü olan evlilik dışı Andronikos, bu manastırı restore edip süsleyen, kitabelerle donatan kişilerdi. Bu freskleri incelerken yanımda olan papazın sabrı tükendi ki bana daha iyi izahat vermeye başladı. Bu freskler ve İncil tasvirlerinin havari Lukas‟ın elinden çıkmış olduğunu söyledi. Papazın bu izahatı canımı sıktı. Gerçekte ise İncil tasvirleri, Kapadokya kiliselerinde de mevcut olan yavan bir Bizans sanatçısının eserleriydi. Papaz, Meryem ana ikonasının getirilmesini söyledi. Harikalar yaratan bu ikonayı getirdiler. Bir tahta parçası üzerine Grek zevkine göre bir Bizanslı tarafından yapılan bu resim, Lukas‟ın sanat yeteneğinden şüphe etmeye yeterliydi. Papazların düşüncesine göre bu ikona, Lukas‟ın elinden çıkma bir ikonaydı. Gümüş bir çerçeve ile çevrilmiş ikona, Sümela‟nın hazinesi olarak kabul edilirdi.
  • 39. Bunun kredisiyle papazlar geçinir ve manastırın çevresinde de bir kutsal koruyucu olarak algılanırdı. Bu ikonanın kutsallığı, Anadolu‟nun içlerine kadar yaygın olup, fakirliği, ihtiyarlığı bir yana iterek, Müslüman ve Hıristiyanlar birlikte bütün Kolkid çevresi olduğu gibi Kapadokya, Paflagonya ve Ermenistan‟dan hacılar akın kın buraya gelip hediyeler ve kurbanlar sunarlardı. Sabahın erken saatlerinde akrabalarıyla birlikte, Bayburt gibi uzak bir yerden gelen Müslüman kadınları da gördüm. Dünyanın hiç bir yerinde eşine rastlanmayan manastırın doğal güzelliği yanında efsanevi kuruluş ve eski kaderi hakkında inanılmaz masallar üretilmiştir. Manastırdaki Meryem Ana ikonasının kutsiyeti dolayısıyla, papazların beslenmeleri için bir gelir kaynağı halini almıştı. Bununla yetinmeyen bu papazlar, edindikleri bu dilencilik mesleğini Rusya, Tuna boyları ve Anadolu‟nun içlerine kadar genişletmişler, ellerine aldıkları sahte ikonalarla akçeler elde etmişlerdir. Trabzon‟da bulunduğum zamanlarda, böyle bir dilenci papazı Kayseri‟de öldürüp 40.000 guruşunu almışlar, yapılan araştırmalar sonucunda paranın bir kısmını geri alabilmişlerdi. Bu ikonadan biraz farklı olarak, İsa‟nın çarmıha gerildiği odunun bir parçası olarak kabul edilen ve 3. Manuel tarafından Trabzon hazinesinden Sümela‟ya hediye edilen gümüş kaplamalı bir de haç vardı. Her ayın ilk Pazartesi günü bu haç ile takdis edilen su, uygun bir fiyatla inançlılara dağıtılırdı. Manastırın genel durumunu gözden geçirdikten sonra baş keşiş ile beraber onun dairesine çıktık. Biraz sonra oraya manastırın idarecilerinden iki kişi ellerinde Aleksios‟Un fermanı ile geldiler. İşte uğuna bunca masraf ettiğim ve çok uzaklardan gelldiğim; siyah, kırmızı ve mavi yazılar ile doldurulmuş paçavra. Bu cinsten gördüğüm ilk vesika idi. Ve keşişler, bu tomarı
  • 40. açtığım, imparatorun ve karısı Theodore‟nin harika, göz kamaştırıcı renklerdeki taçlı ve kırmızı elbiseli portrelerini gördüğüm, tezniyat içine girift biçimde yazılmış metni okumaya çalıştığım zamangösterdiği aceleciliği anlayamadılar. Ferman ipek kâğıttan olup bir ayaktan daha geniş ve on sekiz yirmi ayak uzunluğundaydı. Bu muhteşem tasvirlerin altında sallanması gereken altın mühürler, hangi zamanda bilinmez, kaybolmuşlardı. Satırlar arasında geniş aralıklar bırakılmış ve kelimeler üstündeki çizgiler bilhassa uzun ve bariz şekilde gösterilmişti. Buna rağmen okumak o kadar zordu ki, fermanın cümle teşkil tarzının ve satırlarının kopya edilmesi için beş altı gün çalışmak gerekiyordu. Çok şükür ki fermanın yanında, Doğunun dört patriği ve diğer yüksek rütbeli din adamları tarafından imzalanarak onaylanmış, işlek ve okunaklı bir yazıyla yazılmış bir kopyası vardı. Ancak keşişler bunun içeriğine üstünkörü bir göz atmama bile izin vermediler ve hele onaylı nüshayı, asıl fermanları karşılaştırmak istediğim zaman sabırları büsbütün taştı ve böyle eski kâğıt parçalarına aşırı derecede değer veren biz Frenklerin garip hevesleri konusunda kendi aralarında ilginç konuşmalar geçti. Ben manastırın idarecisine fermanı geri verdim ve gayet sakin bir eda ile ve Türkçe olarak: “Karabaş; sen ne söylersin. Senin aklın dairesinden çıkmış. Frenk memleketlerinde bu şey hem para, hem ikram verir, şeref kazandırır” dedim. Baş keşişin yüzü hafifçe kızardı ve toplantımız bugünlük bitti... Baş keşiş, öğleden sonra beni kütüphaneye götürecekti. İlk merakım tatmin olmuş, fakat henüz bir şey elde edememiştim. Bu ara, keşişlerin öğle uykusundan sonra baş keşişin dairesine, yani oturup yattığı yere gittik... Kapı açılınca, canı sıkılarak odanın ortasında duran tahta bir sandığın üzerine oturdu ve yerde dağınık vaziyette bulunan kitapları birer birer kenara koymamızı seyretti.
  • 41. Bunlar arasında bulduğumuz birkaç el yazma bizim için önemsiz parçalardı ve bizim özellikle aradığımız Komnenoslar devrine ait tarihi vesikalardan eser yoktu. Bu arada çoğu doğu Avrupa baskısı iki yüz kadar kitap ve risale saydık. Trabzon'un turizminde önemli bir yer tutan Sumela Manastırını kente gelen her bireyin mutlaka gezmesi gereklidir. __________________ Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz. Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh) 08-11-2008, 00:15 #8 Lokman Aşkın Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon Yarbay Katılım Tarihi: 08/2007 Manastırın Girişi Mesajlar: 3,519 Rep Gücü: 93 Dar ve uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşılır Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen mağaranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır. Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır. Su Kemeri ve Giriş Kapısı Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su kemeri yamaca yaslanmış durumdadır. Kaya Kilisesi Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin
  • 42. ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır. Kaya kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit edilmiştir. Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. __________________ Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz. Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh) 08-11-2008, 00:21 #9 Lokman Aşkın Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon Yarbay Katılım Tarihi: 08/2007 Bir Bakışta Sümela Manastırı Mesajlar: 3,519 Rep Gücü: 93 Trabzon'un güneyinde, Ziganalar'ın bir tepesinin yamacına yapışmış bir manastır harabesi vardır. Eteklerinde, ormanlar ile kaplı bir vadinin dibinde, Trabzon'a kadar uzanan Değirmen Deresi'nin kollarından biri akar. Halk buraya kısaca Meryem Ana der. Eski adı ise Sümela Manastırı'dır. Genellikle bu dini tesisin kuruluşunu eski tarihlere çıkarmak isterler. Bu havalinin evvelce Rum ahalisi arasında yaygın ve Trabzon hakkındaki Rumca kitaplarda tekrarlanan kuruluş efsanesine göre
  • 43. manastırın esası güya Theodosius devrinde kurulmuş ve altıncı yüzyılda İmparator Justinianos devrinde kumandan Belisarios tarafından yeniden yapılmış idi. Fakat bu rivayeti kabul ettirecek hiçbir ilmi dayanağın bulunmadığı, burasını inceleyen yabancı mütehassıslar tarafından kesin olarak bildirilmiştir. Buranın başlıca gelir kaynağı olan bir Meryem Ana resminin eskiliğine ve mucizeler yarattığına halkı inandırmak böylece onun değerini büyültmek için uydurulduğu kolayca sezilen bir efsaneye göre güya bu resim, İsa'nın Havarilerinden Lukas tarafından yapılmış, Lukas'ın terekesinden Atina'ya geçmiş fakat Theodosius devrinde, dördüncü yüzyılda resim kendiliğinden buradan ayrılmak istemiş, bir gün melekler tarafından gökte uçurularak Trabzon dağlarındaki bu kovuğa getirilip bir taşın üzerine bırakılmıştır. Tam bu sıralarda Atina'dan Trabzon'a gelen Barnabas ve Sophronios adlarında iki keşiş de bu ücra dağın ıssız yamacında bu resmi bulmuşlardır. Bu çeşit rivayet ve efsanelerin basit bir Hıristiyanlık gayreti ile yaratıldığı ve mütemadiyen tekrarlanarak adeta zorla kabul ettirildiği bilinir. Böylece hakkında benzeri rivayetler çıkarılan tesisler de güya çok eski bir tarihe inmektedir. Sümela münferit bir örnek olmayıp, eş durumdaki birçok misalden sadece biridir. Sümela Manastırı'na ait siyah Meryem resminin hangi döneme ait nasıl bir şey olduğunu daha fazla araştırmaya imkân yoktur. İkona’nın eskiden çekilmiş oldukça iyi bir fotoğrafından anlaşıldığına göre bu üzerinde
  • 44. herhangi bir çizgi, boya daha doğrusu resme benzeyen bir unsur teşhis edilemeyen simsiyah, çatlak ayrıca da ortadan ayrılmış bir tahtadan ibaret idi. İkona’nın çevresini belirten gümüş çerçeve ise motiflerinden ve yazılarından anlaşıldığına göre 1700 tarihine ait olup alelade bir işçilik gösteriyordu. Bu fotoğraftan edindiğimiz intibaya göre Sümela’daki Meryem ikonasının, gerçek bir Siyah (= Kara) Meryem bile olması çok şüphelidir. Siyah Meryem'ler bilhassa Avrupa doğusuna doğru çok sayıdadır, bilhassa ziyaret yerlerinde bulunmakta ve dağlarda, yüksek yerlerde, orman içlerinde kurulan ibadet yerlerinde muhafaza edilmektedir; ayrıca bu yerlerde şifalı bir de su bulunmaktadır, nihayet Fransa'daki bu tasvirlerin bulundukları yerlere mucizevî şekilde geldiklerine inanılmaktadır. Bütün bu hususiyetler çok değişik ve uzak çevrelerde dini inanışların tamamen aynı karakteri göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. Kısacası Trabzon'un Sümela Manastırı, bu adı ile tarihte ancak Trabzon Komnenos'ları döneminde ortaya çıkmaktadır. Her köşesinde irili ufaklı böyle dini binalar olan bu bölgenin, peyzaj itibarıyla en harikulade bir yerinde Sümela Manastırı kurulmuş ve Osmanlı devri Türk idaresi sırasında devamlı gelişmeler ile tam manası ile muazzam bir tesis halini almıştır. Hemen hemen 1200 metre rakımlı bir noktada ve vadinin dibinde akan suyun 300 metre kadar yükseğinde, dimdik denilebilecek kadar sarp bir yamacın ortalarında oldukça geniş ve yüksek bir mağara, daha doğrusu bir kovuk bu
  • 45. tesisin çekirdeğini teşkil etmiştir. Bu, erişilmesi zor ve yorucu kovuk önündeki dar çıkıntı, zamanla burada büyüyen, genişleyen ve zenginleşen manastıra zemin olmuştur. Sümela, Trabzon ve çevresinde sayılan hayli çok olan eski manastırların en ünlüsüdür. Dağlara, yüksekliklere ve mağaralara bir kült yeri olarak çok eskiden beri daima özel bir değer verildiği bilinir. Belki bu mağaranın içinde de evvelce böylece bir sunak yapılmıştı. Hıristiyanlık yayıldıktan sonra burasının bilinmeyen bir tarihte ufak bir keşiş inzivagahı haline getirildiği de düşünülebilir. Tabiatıyla bu tahminler, benzeri eserlerde müşahede edilen hususlardan çıkarılmaktadır. Ancak mağara kısmında yapılacak etraflı ilmi araştırma ve sondajlar bu tahminlerin doğruluk derecesini belki aydınlatabilir. Yoksa şimdiki halde müspet hiçbir dayanak yoktur. Atina'dan gelen iki keşişin, Barnabas ve Sophronios'un Theodosios döneminde IV.V. yüzyıllarda burasını kurmuş ve Iustinianos'un kumandanı Belisarios'un da tamir ettirmiş olduğu yolundaki kuruluş efsanesinin sağlam bir esasa dayanmadığı açıkça belli olmasına rağmen bu hurafenin hala yaşatılması hayret verir. Bu efsane bir tarafa bırakılacak olursa, manastırın şimdiki halde hiç değilse on üçüncü yüzyıldan itibaren, tarihini takip mümkündür. Bu sırada artık Bizans İmparatorluğu'ndan apayrı bir devlet halinde doğarak, başlı başına gelişmeye başlamış olan Trabzon Komnenos'ları Prensliği, başkenti Trabzon şehri olmak üzere bu çevrede hâkim durumunda bulunuyordu.
  • 46. Kendilerini Bizans İmparatorluğu'nun gerçek mirasçısı olarak gören ve kendilerini imparator olarak tanıtan Trabzon prenslerinin bu unvanını, 1261'de yeniden İstanbul'a sahip olarak eski Bizans devletini ihya eden hakiki Bizans İmparatorluğu kabul etmemiştir. Bilhassa komşu Türk beylikleri ile çok yakın ve girift temasları bulunan Trabzon Komnenosları'ndan III Alexios (1349-1390) bu manastırın esas kurucusu sayılabilir. İki kız kardeşi Türk beyleri ile evli olan, kendi dört kızını da komşu Türk beylerine veren III. Alexios'un Sümela’ya özel bir ilgi gösterdiği kaynak ve belgelerden anlaşılmaktadır. Buradaki keşiş hücrelerine, onun büyük dede, dede ve babasının da bazı bağışlarda bulunmuş oldukları bu vesile ile öğrenildiğine göre, Alexios'un büyük dedesi II. Loannes (1280-1285) zamanından beri burada dini bir merkezin varlığına ihtimal verilir. Yine başka bir efsaneye göre, büyük bir kasırga sırasında Meryem'in yardımı ile canını kurtaran III. Alexios burasını yeni bir tesis halinde inşa ettirmiş, zengin vakıflar bağışlamış bir Khrysobullos yeni bir ferman ile de bu vakıflarını sağlam esaslara bağlamıştır. Manastırın 1650'ye kadar dış kapısı üzerinde görülebilen 1360 tarihli, beş mısralık bir manzum kitabede III. Alexios, bu tesisin kurucusu (ktetor), "Doğu ve Batı (=İberia)'nın hakimi İmparator" olarak gösterilmişti. Alexios 1361 yılındaki bir güneş tutulmasını burada karşılamıştır. Hatta bu prensin sikkelerinde güneş resmi bu olayla ilgili kabul edilmektedir. 1365 tarihli "vakfiyesi" ile de manastırın bütün
  • 47. idari şartlarını, arazisini, gelirlerini düzene koyduktan başka, Trabzon'a gelecek bir tehlikeyi, bir Türk akınını önlemek üzere, buradaki keşişlerin daima uyanık bulunmalarını da bildirir. Alexios'un oğlu III. Manuel (1390-1417) babası gibi dini tesislere bağlılığı olan bir şahıs idi. Tahta çıktığı yıl, saray hazinesinde bulunan değerli bir Stavrotegi (içinde İsa'nın çarmıhının bir parçası bulunduğu iddia edilen müzeyyen bir haç) Sümela’ya hediye etmişti. Son Trabzon Komnenos'ları da Sümela Manastırı'nı yeni fermanlar ile zenginleştirmişler veya vakıflarını tasdik etmişlerdir. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren manastır ile Eflak Voyvodalarının ilgilendik1eri ve devamlı yardımlar ve yazı1ar gönderdik1eri tespit olunmuştur. Ghikas (1755), Stephan (1764), Hypsilantes'in (1775) böylece ilgilendikleri bilinir. Tabiatıyla manastırın arşivinde, İstanbul patriklerinin bütün Osmanlı devri boyunca yolladıkları yazılar da muhafaza ediliyordu. Sümela bilhassa on sekizinci yüzyılda Voyvodaların himayesinde gelişmiş ve birçok kısımları yeniden yapılmış, Ignatios adında bir başpiskopos 1749'da duvarların bütün satıhlarını yeniden Fresko resimler ile süslemiştir. Sümela, Anadolu'da bütün Rum-Ortodoks topluluklarının görülmemiş bir zenginlik ve heyecan içinde teşkilatlandıkları, kilise ve manastırlarını her taraftan akan paralar ile yeniden inşa ettikleri, muhteşem şekilde süsledikleri on dokuzuncu yüzyılda, en parlak çağını yaşamıştır.
  • 48. Fallmerayer'in 1840'ta yazdığına göre Sümela’nın gezgin keşişleri bütün Anadolu, Kafkasya, Balkanlar ve hatta Rusya'yı dolaşarak Meryem ikonasının kötü bir kopyasını satmak suretiyle iane topluyorlar, bu paraları müesseselerine getiriyorlardı. Nitekim bunlardan bir tanesi, üzerinde kırk bin kuruşluk bir servet ile dolaşırken Kayseri'de öldürülmüştür. Osmanlı devleti katilleri yakalatmış, idam ettirmiş ve çalınan paraları da manastıra teslim etmişti. Geçen yüzyıl içerilerinde iyice zenginleşerek 1860'a doğru büyük binalar inşası suretiyle muazzam bir tesis halini alan Sümela Manastırı, XIX. yüzyılın içinde yabancı seyyahları tarafından ziyaret edilerek kısa anlatımı yapılmıştır. Manastırdan en etraflı surette bahsedenlerden biri, G. Palgrave (1826-1888), 1871 Şubatı'nda yayımlanan makalesinde oldukça ilgi çekici bilgiler verir. Sultan Murad'ın buradan geçerken manastırı güya topa tutturduğu yolundaki efsanenin yalan olduğuna işaret ile Murad'ın buradan geçmiş olmasına imkân olmadığını belirtir. Palgrave buraya geldiğinde o sırada "yeni bina" denilen kışlavari büyük yapı henüz yapılmış ve biteli üç sene kadar oluyordu. Bu İngiliz yazarının müşahedesine göre bu binanın uçurumdaki kemerler dahil yedi katı vardı ve esas mesken kısmı dört sıra pencereye sahip olup ayrıca üstte de bir galeri uzanıyor idi. Boydan boya içinde tek sıra halinde her katta sekizer oda vardı ve genel olarak çok sağlam bir bina olduğu anlaşılıyordu. Palgrave, Murad ve I.Selim'in hediyelerini de anarak III.Alexios'un minyatürlü fermanını da
  • 49. gördüğünü bildirir. Manastıda II.Selim'in fermanını gören Paigrave, keşişlerin Sultan II. Selim aleyhine atıp tutmalarını pek hoş karşılamadığını da açıkça ifade eder. Sahipsiz ve kontrolsüz kalan bu koca tesis, hızla harap olmaya başlamış, 1930'da bir yangın, ahşap kısımları silip süpürmüş, bu arada gizli defineleri aramak bahanesi ile lüzumsuz bazı büyük tahripler de yapılmış, kagir kısımlar yıkılmıştır. Burada ilk bakışta dikkati çeken husus darmadağın bir harabe görünüşü ve duvarlardaki Freskoların, ustalıklı bir şekilde muntazam kareler halinde kesilerek yerlerinden sökülüp götürülmüş olmasıdır. Son derecede zor olan bu işin başarılı şekilde yapılması, bunu oralıların değil, bu çeşit hatıralara meraklı ve gerekli bilgiye sahip "bilgili" yabancı ziyaretçiler tarafından yapıldığını gösterir. Sumela Manastırı'na, ormanın içinde bir patikadan tırmanılır. Manastırın girişi çok sıkı emniyete alınmış ve dar uzun bir merdivenle, son kısma erişilmesi mümkün kılınmıştır. Kapıdan girildiğinde, kapıcı hücreleri vs geçildikten sonra bir merdivenden küçük iç avluya inilir. Burada merkez, solda bulunan kilise haline getirilmiş olan tabii kovuktur. Kovuğun karşısında muayyen bir düzene sahip olmaksızın inşa edilen çeşitli manastır binaları görülür. Bu avlunun sol tarafında şimdi kısmen yıkılmış ve içine moloz dolmuş bir halde, yukarıdan kayadan süzülen ve damlayan kutsal suyun toplandığı çok yeni tarihlere ait, bir şadırvan vardır. Yine sol tarafta mağaranın içine, manastırın en
  • 50. eski kısmı olan kilise yerleştirilmiştir. Avluya doğru çıkıntı teşkil eden ayrıca bir şapel bitişik bulunan bu kilisenin gerek iç duvarları, gerek avludan görülen dış duvarı tamamen Fresko resimler ile kaplıdır. Ancak yakından dikkatli incelendiğinde bu resimlerin birçoğunun geç bir tarihe ait oldukları ve altlarındaki başka tabakalarda daha eski ve çok daha değerli duvar resimlerinin bulunduğu Fark edilir. Zaten bu husus bazı yazılar ile de belirtilmiştir. Avlunun sağ tarafında ise 1860 yılına doğru inşa edildikleri bilinen birtakım misafir odaları ve kütüphane olarak kullanılmış olan mekân bulunmaktadır. Avlunun etrafında daha birçok küçük şapeller vardır. Manastır şimdiki duruma girmeden çekilen eski fotoğraflarda, bütün bu binaların avluya bakan yüzleri önlerinde birbirinin üzerine binen ahşap balkonlar, sundurmalar bulunduğu görülmektedir Talbot-Rice'in bildirdiğine göre bunlarda ahşaptan yontulmuş güzel parçalar da mevcuttu. Bugün çok harap bir halde bulunan buradaki küçük şapellerden bir tanesinde on dört veya on beşinci yüzyıllara ait oldukları tahmin olunan resimler tespit edilmiştir. Avlunun ilerisinde dar bir koridor, kayalığın önündeki ensiz bir çıkıntı üzerinde uzanmaktadır. Burada doğrudan doğruya yamaca yaslanmış gösterişli bir bina uzanır. Sumela Manastırı'nın uzaktan görünüşünde daima ön plana geçen bu kısım, burada yaşayan keşişlerin barındıkları esas manastır yapısıdır. Üç esas kattan başka, ayrıca altta birkaç sıra mahzeni ve üstte bir de çekme katı
  • 51. olduğu anlaşılan bu yapının saçak dibinde sıralanan kemerli galerileri ile heybetli, bir görünüşü vardır. Adeta kitlesi ile dağın kayalarında uzaklardan beyaz bir leke halinde taşan bu kışla biçimli yapı, manastırın 1860'taki büyük tamir ve genişletilmesinde inşa olunmuştur. Büyüklüğü ile konumundan başka, kayda değer hiçbir sanat ve mimari özelliği olmayan bir binadır. Evvelce geniş saçaklı olan ahşap çatısı, içinin bölmeleri, ahşap katları yok olduğundan bugün dört duvardan ibaret bir harabedir. Bu duvarların arasında içi, derine doğru inen büyük bir boşluk halindedir. Dışarı bir çıkıntı teşkil eden ortadaki kulesinden aşağı bakıldığında, bu binanın yapıldığı yerin baş döndürücü yüksekliği iyice anlaşılır. Hiçbir sanat ve tarihi değeri olmadığı halde, son yıllarda Sümela’nın başlıca alameti olan bu büyük yapıya karşılık, bu tesisin en önemli kısmı, iç avlunun bir kenarında bulunan kilisedir. Bu kilise, kutsal mağara veya kovuğun iç satıhlarının düzeltilmesi ve ağzının düz bir duvarla kapatılması suretiyle elde edilmiştir. Bu duvara bitişik, bir çıkıntı teşkil eden küçük bir Sapel vardır. Burada iç ve dış satıhlar, 18. yüzyıldan bu yana birkaç tabaka halinde üst üste Fresko resimler ile süslenmiştir. Bazı yerlerde üç tabaka açıkça fark edilmektedir. En alt tabaka renkleri ve kalitesi bakımından, üsttekilerden çok farklı ve daha iyidir. Her tabakada konuların da değiştiği dikkati çekiyor. Buradaki Freskoların 1710, 1732
  • 52. yıllarında yapıldıklarını bildiren yazılar tespit olunmuştur. Halbuki mağara kilisesinin içinde, avluya komşu duvarda III.Alexios devrine ait Freskolar da tespit edilmiştir. Burada III.Alexios, iki yanında oğulları III.Manuel ve Andronikos ile tasvir edilmiş idi. Bugün bu portrelerden hiç bir iz kalmamıştır. Dışarıda, kaya sathına işlenmiş ve bugün yalnız üst şeritleri kalabilmiş olan büyük bir mahşer sahnesinin dökülen sıvalarının altından başka sahnelerin gün ışığına çıktığı görülmektedir. Üzerinde bir ejder ile suvari iki aziz (Georgios ve Demetrios) tasvir edilmiş bulunan küçük bir şapelin duvarında biz, bu tabakanın altında iki tabaka daha resim bulunduğunu tespit ettik. Nitekim bir yerde en alt tabakada imparator kıyafetinde diademli bir figürün üstünde diademli başka bir figür, bunun üstünde de Metamorphosis, yani Tabor Dağı'nda İsa'nın görünüşünün değişmesi (suretinin değişmesi) sahnesi işlenmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında, Sumela Manastırı'nın eski ve o nispette de değerli duvar resimleri, sıvaların tamamen dökülmediği yerlerde alt tabakalarda durmaktadır denilebilir. Şüphesiz bu ayrı bir araştırma konusudur. Avlunun etrafındaki binalarda yer yer, Türk sanatı tesirleri de kendilerini belli ederler. Nitekim odalarda dolaplar, hücreler ve ocaklar bu küçük mekanlara bir Türk enteryörü havası vermektedir. Kutsal suyu toplayan şadırvan da, sivri kemerleri ile Türk mimarı karakterindedir. Fakat en dikkat çekici nokta, bazı duvarlarda
  • 53. koyu kırmızı boya ile yapılmış duvar süsleridir ki bunlar 18. yüzyıl Türk binalarındaki tuğla derz süslemelerinin boya ile yapılmış taklitleridir. Sümela’nın yüz metre kadar kuzeyinde, yine dağ yamacına oyulmuş, erişilmez durumda ve içinde Fresko resimler olan bir mağara şapellerinin de varlığı söylenir. Manastırın kütüphanesinde evvelce katalogu yapılan ve çoğunluğu XVII-XVIII. yüzyıllara ait çeşitli elyazmalardan 66 tanesi Ankara Müzesinde, içinde minyatürler olan ve Bizans eseri bin tanesi (Dört İncil=Tetraevangelium) İstanbul'da Ayasofya Müzesi'ndedir. Ayrıca 150 kadar da baskı kitap vardır. Kilise hazinesindeki değerli eşyadan, Trabzon Prensi III. Manuel'in hediye ettiği gümüş salip (stavrotek) ile elyazma bir eser ve çok sayıda belge Atina'da Bizans Eserleri Müzesi'ne, manastıra ait"Gül'lü Meryem" olarak adlandırılan ikona, İrlanda'da Dublin'de National Gallery'ye gitmiştir. Sultan Selim'in hediye ettiği gümüş şamdanlar 1877'de çalınmıştır. Manastıra ait başka bir Meryem ikonası da Oxford'da bir özel koleksiyondadır. Buradan çıkarılmış, üzerinde "Hıristiyan üçlemesi" tasvir edilmiş gümüş madalyon ile 1438 tarihli işlemeli. gümüş madalyon ile 1438 tarihli işlemeli bir örtü de (epitaphios) Atina'da Benaki Müzesi'ndedir. Yakın tarihlerde Sümela Manastırı'nın restorasyonu için girişimlerde bulunarak raporlar hazırlanmış, bu arada manastırın sekiz pafta halinde plan rölöveleri de çizilmiştir. __________________ Biz, Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına
  • 54. şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz. Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh) 08-11- #10 2008, 00:30 Lokm Yanıt: Sümela (Meryem Ana) Manastırı--Trabzon an Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 800x600 ve Aşkın 114KB. Yarbay Katılım Tarihi: 08/2007 Mesajlar: 3,519 Rep Gücü: 93 Sümela manastırının genel görünümü , Dışardan görünen çok pencereli büyük yapı öğrencilerin eğitim gördüğü büyük bina. Tam 72 tane odası var. Görevli azlığından dolayı ziyarete kapalı bulunuyor.
  • 55. Sümela manastırının iç avlusunda bulunan Kaya kilisesi . Kaya kilisesinin iç ve dış duvarları konuları incilden alınmış fresklerle (Duvar resimleriyle)süslenmiştir.