SlideShare a Scribd company logo
1 of 41
Cengiz Dağcı ve II. Dünya
Savaşı Hatıraları
Prof. Dr. Abdulvahap Kara

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
05 Nisan 2012
Tarihin En Çileli Savaşçıları:
Türkistan Lejyonerleri
 Stalinizm ve

Hitlerizm
Arasında
Kaldılar
 Yani en büyük
iki diktatörünün
baskısına birden
maruz kalan
insanlar
Mustafa Çokay
 Mustafa Çokay

araştırmalarım esnasında
Türkistan Lejyonerleri
meselesi ile karşılaştım.
 Türkistan Lejyonerlerinin
korkunç durumu beni çok
düşündürdü.
Sorular… Sorular… Sorular…
 Nazi esiri bu insanlar acaba esir







düştüklerine sevindi mi, üzüldü mü?
Nazi zulmünü görünce nasıl bir hayal
kırıklığı yaşadılar?
Nazi esir kamplarında nelerle
karşılaştılar?
Türkistan Lejyonuna kabul edilip
Alman üniforması giyince nasıl bir
duygu yaşadılar?
Savaş bitti, ama onların çilesi yine
bitmedi. Onlar Stalin’in gözünde
vatan hainiydi.
Bu sorulara cevaplar
 Sadece Cengiz

Dağcı’da.
 Çünkü, o da bir
Türkistan Lejyoneriydi.
 Tüm sıkıntıları
çekmişti.
 Yaşadıklarını eserlerine
tam aksettirmişti?
Tarihi misyonunu bilen adam
 Savaşın sonunda, Dağcı için hatıraları yazıp bitirmek

hayatının en önemli görevidir. Bunu ne pahasına olursa
olsun tamamlamak azmindedir. Bu düşüncesini Yurdunu
Kaybeden Adam romanında şu sözlerle belirtir: “…ben kendi
dünyamda yaşarken onlar da benimle birlikte yaşamadılar.
Yarın dünyamdan ayrılacağımı bilsem, birkaç yarım
yamalak satırla “Hatıraları” yazar ve bitirirdim.” Korkunç
Yıllar romanında da bunun için yaşamakta olduğunu şu
satırlarla ifade eder: “Ölmüş kahramanların heykellerini
ölüler değil, yaşayanlar yükseltirler. Onların ruhlarını
içimden çıkarıp bir heykel haline getirmek için ben hayatta
kalmalıyım.”
Hatıraların önemi
 II. Dünya Savaşı’nda ülkesi Nazilerce işgal edilen

Hollanda Eğitim Bakanı, Londra radyosundan halkına
şöyle seslenmişti: “Hollanda halkı Alman işgali
sırasında çektikleri acıları kaydedip biriktirip bunları
savaştan sonra yayınlamak zorundadır.” Bu sözler, 15
yaşındaki Anne Frank’a Amsterdam’da Nazilerden
saklanan ailesiyle yaşadıklarını yazmasına sebep olur.
Savaşta ölen Frank’ın yazıları daha sonra bulunarak
kitaplaştırıldı ve birçok dillere de çevrildi. Kitap
Almanya’da hiçbir kitapçının vitrinine konulmadığı
halde yüzbinlerce sattı. Oyun haline getirildi. Ya
bizde?
Dağcı’nın savaş hatıraları
 Dağcı’nın romanlarından sadece ikisi tamamen savaş anılarına

ayrılmıştır.
 İlk romanı Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam adıyla iki
cilt halinde 1956’da İstanbul’da yayınlandı.
 İkinci roman bundan tam 40 yıl sonra 1996’da yine İstanbul’da
Biz Beraber Geçtik Bu Yolu adıyla yayınlandı.
Roman Kahramanları
 Birinci romanın kahramanı yani Cengiz Dağcı’yı canlandıran

karakterin ismi Sadık Turan, ikinci romanda ise İzmail
Tavlı’dır. İkinci roman Dağcı’nın çok sevdiği fedakar eşi
Regina’nın hastalandığı zaman kaleme alındı. Korkunç Yıllar
ve Yurdunu Kaybeden Adam’da Dağcı daha savaş bitmeden
duygu ve düşüncelerini eserine yansıtmaktadır. Biz Beraber
Geçtik Bu Yolu romanı ise savaştan yaklaşık 50 yıl sonra
Dağcı’nın savaş günleri ve anılarıyla hesaplaşmasıdır. Bir
başka deyişle, Sadık Turan savaşın taze duygularını, İzmail
Tavlı ise 50 yıl sonra o anılarda gezinirken ortaya çıkan duygu
ve düşünceleri yansıtır. Bu yüzden olsa gerek Dağcı, aynı
sahneleri iki farklı kişiliğe yaşatmaktadır.
Sadık Turan adı

 Dağcı’nın roman kahramanına Sadık

Turan adını vermesi tesadüf
değil, bilinçli bir tercihtir. Araştırmacı
Şahin, Dağcı’nın turan ülküsüne olan
inancını Sadık Turan adıyla yaşatmak
istediğine işaret eder.
Çünkü, Dağcı, Türkistan Lejyonu
günlerinde “müebbet ülke turan”
idealine inandı. Türkistan
Lejyonundaki arkadaşları Turan’a olan
sadakatleri uğruna hayatlarını kurban
etmişlerdi. Dağcı, böylece
kahramanına Sadık Turan adını
vermekle ölen arkadaşlarının anısına
Dağcı esir düşüyor
 Cengiz Dağcı 9 Ağustos 1941’de öğle saatlerinde

Almanlara esir düştü. Korkunç Yıllar romanının
kahramanı Sadık Turan ve Biz Beraber Geçtik Bu Yolu
romanının kahramanı İzmail Tavlı da Bug Nehri
kıyısında Almanlara esir düşmektedir. Dağcı
hatıralarında bu konuya değinerek şunları
söylemektedir: “Ben ne Sadık Turanım, ne de İzmail
Tavlı. Ne var ki, her iki olayla benim o günkü durumum
arasında yakınlık ve benzerlik var. Her iki romanımda
da o günkü gerçek durumumdan istifade edildi.”
 Peki Dağcı esir düştüğüne üzüldü mü?
Hayır, üzülmedi
 Dağcı, Bug Nehri

kıyısında, Almanlara esir
düştüğüne üzülmedi.
Hatta buna sevinmişti bile.
Çünkü esir düşmekle ateş
kasırgasından sağ salim
çıkmış oluyordu. Dağcı
Korkunç Yıllar romanında
esaretin harpsiz, ateşsiz ve
ölümsüz geçen ilk
günün, Sadık Turan’a
cennet gibi geldiğini yazar.
Zaten esirdiler
 Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanında Tavlı da benzer

duygular içindedir. Bu durumu Teğmen Tavlı ile
Ukraynalı Çavuş Boyko arasında geçen bir diyalog
ortaya koyar. Teğmen Tavlı, Almanlara esir düştüğü
için coşkulu bir sevinç gösteren Boyko’ya esir
olduklarını hatırlatır. Bunun üzerine Boyko “Ne fark
eder? Eskiden de esirdik. Her zaman esir olduk.
Canımızı kurtardık ya!.. Savaş bitti bizim için. Sağız.
Yaşıyoruz. Önemli olan yaşamak!” der.
Sevinç kısa sürdü
 Ancak Almanlara esir düşen Dağcı’nın sevinci uzun

sürmeyecekti. Nazi esaretinin savaşın ağır şartlarından çok daha
beter olduğunu çok geçmeden anlayacaktı.
 Nazi esir kamplarındaki ağır şartları gören ve daha kamptaki
ikinci gün çizmesi ayağından alınan Dağcı Korkunç Yıllar
romanında Turan’ın ağzından duygularını şöyle aktarır: “Alman
çavuşun ayağımdan çizmeleri aldığı gün hiç kimseyle
konuşmadım. O gün benim için yeni bir hayat başlıyordu... Yeni
hayatta, hayat için savaşmanın lüzumunu hissediyorum. Bundan
dolayı da herkesten nefret ediyorum. Tekrar cepheye
dönmeye, harp etmeye razıydım. Kime karşı? Kime karşı olursa
olsun! Ne uğurda olursa olsun! Neyin şerefine olursa olsun! Yalnız
bu dört duvar arasındaki hayat için olmasın. Yalnız bu insanların
arasından çıkayım.”
Kurtuluş ümidi olmayan yer
 Esirlerin getirildiği kamptaki meydan çok kalabalıktı. Esirlerin çoğu

elbiselerindeki bitleri temizlemekle meşguldü. Orada burada
hareketsiz yatan esirler göze çarpıyordu. Bunların öldükleri, ancak
cesetleri iki üç gün sonra kokmaya başladıklarında anlaşılıyor ve ölüler
bir duvarın dibine odun yığılır gibi yığılıyordu.
 Gece olunca meydanda yatacak bir yer bulmak yeni gelen esirler için
büyük bir sorundu. Kırmızı yapılar kapı pencerelerine kadar tıklım
tıklım insan doluydu. Yer bulmak da mümkün değildi. Her yerde
ağlayan, inleyen, uyuyan insanlar vardı. Yanlışlıkla bunlardan birine
basacak olursanız, kızgın sesler ve küfürler yükseliyordu. Hatta tekme
tokat saldıranlar da çıkıyordu. Dağcı’nın buradaki duyguları Korkunç
Yıllar romanında Turan’ın ağzından şöyle yer almaktadır: “Yarabbim bu
ne zulüm! Ömrümde ilk defa olarak kurtuluş ümidi bulunmayan bir
yerde olduğumu anlıyorum.»
Açlık ve ölüm kol kola
 Kampta durum günden güne kötüleşiyordu. Esirlere bir

hafta boyunca yiyecek hiçbir şey verilmedi. Her gün
yüzden fazla esir açlık, susuzluk ve hastalıklardan
ölüyordu. Bir sabah, meydanın köşesindeki hoparlörden
yemek verileceği ilan edildi. Ayrıca yemek dağıtımı
esnasında intizam bozulduğu takdirde ateş açılacağı da
ikaz edildi. Kuyruğa giren esirler, sıraları
geldikçe, mutfaktan verilen elli gram ekmek ve yarım litre
çorbayı alıyordu. Çorbaları konserve kutularına, kutuları
olmayanlar ise şapkalarına doldurtuyorlardı. Çorbasını ve
ekmeğini alan esirler, arkadaşlarına sırtlarını dönerek adeta
bir günah işliyormuşçasına gizli gizli yiyorlardı.
Konserve kutusunun değeri
 Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanından, konserve

kutularının esirlerin en değerli eşyalarından biri olduğunu
anlıyoruz. Esirler bin bir güçlükle temin ettikleri kutularını
yanlarından hiçbir zaman ayırmıyorlardı. Bunun için
konserve kutusunu açtıkları iki delikten geçirdikleri iple
gündüzleri kemerlerine bağlıyorlar, gece ise başlarının
altında korumaya alıyorlardı.
 Çorba, yeşil renkli bir sıvı, ekmek de taşlı, samanlı ve tuğla
gibi sertti. Ama günlerce aç kalıp hiçbir şey yememiş olan
Dağcı’ya bu ekmekler, o güne değin yedikleri ekmeklerin
içindeki en lezzetlisi gibi geliyordu
Bir lokma ekmekle bayram sofrası
 Dağcı’nın Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanındaki

ifadesine göre, Kirovograd Esir Kampında geçen her ay,
bir asra bedeldi. Burada yenen bir lokma ekmek, o
kadar değerliydi ki, neredeyse, dört başı mamur bir
bayram sofrasına eşitti. Kamptaki eziyet ve sıkıntı onu
o kadar sarsmıştı ki, hayata bakışını dramatik bir
biçimde değiştirmişti. O artık kentlerin insanlar için
inşa edildiğine inanmıyor, bu insanların da Tanrı
tarafından yaratılmış olduklarından şüphe ediyordu.
Kirovograd’da yalnız insanlar değil, güneşin ışığı,
gecelerin karanlığı, yağan yağmur ve hatta kar bile bir
başkaydı.
Esaretten kurtuluş ümidi
 Evet, esaret böyle korkunçtu.
 Bundan

kurtulmanın, kamptan sağ
çıkmanın tek yolu Türkistan
ve diğer lejyonlara
katılmaktı.
 Cengiz Dağcı da böyle yaptı
ve Türkistan Lejyonuna
katılmak üzere kamyona
binerek yola çıktı.
Türkistan kelimesinin gücü
Dağcı o andaki duygularını hatıralarında
şu şekilde dile getirmektedir:
“Yolculuğumuz sırasında kendimin
Türkistanlı esirler arasında
bulunduğumuzu anladım. Ne ki, (ben de
dahil) nereye götürüldüğümüzün farkında
değildik. Oysa Özbekler arasında yer alan
konuşmalarda Türkistan Lejyonu ve
Türkistan Ordusu gibi anlayabildiğim
kelimeler geliyordu kulağıma. Öyle bir
anda (kendimin farkında olmadığım)
içimde uyuyan duyguların uyandıklarını
hissediyor, karanlığın içinden çıkmış
muhteşem bir tablo ışıldıyordu gözlerimin
önünde: Türkistan Ordusu…
Genç ömrümde hiç telaffuz edemediğim bu
iki kelime gül gibi açılıyordu susamış kuru
dudaklarımda.”
Güneşli bir Nisan sabahı Varşova’nın 30 km
güneydoğusunda Legionova kasabasına
ulaştılar. Kamyon burada bir askeri kampın
önünde durdu. Kampın ortasında duvarları
kerpiç, damı çinko iki katlı kumandanlık
binası ve çevresinde ahşap barakalar yer
alıyordu. Eskiden Polonya ordu karargahı
olan bu yer, bir esir kampı değildi. Burası bir
eğitim kampıydı. Sovyet ordusundan esir
düşen Türk kökenli askerler eğitiliyordu.
Eğitilen askerlerden Alman ordusu kadrosu
içinde Türkistan Lejyonu oluşturuluyordu.
Lejyon, Dağcı Legionova’ya gelmeden bir ay
önce kurulmuş olmalıydı. Korkunç Yıllar
romanında bir esir kendisine şöyle der: “Bir
ay oluyor. Berlin’den adamlar geldiler.
Aralarında Almanca’yı su gibi bilenler vardı.
Bizi meydanda topladılar, ateşli nutuklar
söylediler. Türkistan’ın hürriyeti uğruna
savaşmak için bizi silaha sarılmaya
çağırdılar.”

Lejyonda
Sıkıntılar bitiyor
 Artık Dağcı’nın hayatında

yeni bir dönemin başladığı
aşikardı. Dağcı, hayatının
bundan sonraki bölümünün
nasıl olacağını bilmese
de, esir kamplarındaki
hayatından çok daha iyi
olacağını seziyordu. En
azından yalnızlık
çekmeyecekti.
Dili, dini, kökeni ve tarihi
ortak insanlar ile beraber
olacaktı. Sıkıntıya
düştüğünde elinden
tutacak, ayağa kaldıracak
birileri her zaman yanında
olacaktı.
Allah bizimle
 Kampa geldikten hemen sonra

yemek verdiler. Daha sonra
hamama girip temizlenmeleri
sağlandı ve Alman üniformaları
dağıtıldı. Üniformalar yeni değildi.
Prusya ordusundan kalan eski
üniformalardı. Üniformaların kol
yenlerine üç beyaz minareli
Semerkant camiisi ve çevresine de
“Allah bizimledir” yazısı işlenmişti.
Üstlerine giydikleri bedenlerine
uymayan eski üniformalarla halleri
hem gülünç, hem de acıklıydı.
Neydik, ne olduk
 Şubat 1943’te Krakov Kampına getirilip

Türkistan Lejyonuna dahil edilen İkram Han
lejyondaki ilk gününü şöyle anlatmaktadır:
“Sovyet Ordusunda rüyamıza dahi girmeyen
çikolataları yiyip, sigaraları içtik ve barakalarda
yattık. Sabah erkenden banyo yaptık. Çıkarken
yeni Alman asker üniformalarını giydik. 8-9 ay
cephelerde doğru dürüst yıkayamadığımız
üniformayı çöpe attık. Banyodan çıkışta
Almanların elimize üniforma verip “bunları
giyin” demesi bize sürpriz oldu. Giyerken
birbirimize bakıp hayretten ne diyeceğimizi
bilmiyorduk. “Neydik, ne oluyoruz?” şeklinde
şaşkın şaşkın düşünürken, aramızdan birisi
“Vallahi sonunda Alman askeri de olduk. Bu da
kaderimizmiş” dedi. Herkes bu acayip duruma
kısmet diyerek güldü.”
Şaşkınlık
 Dağcı yabancı üniforma içinde önce

vücudunun üşüdüğünü, sonra
duygusallığını yitirdiğini, ardından da
vücudunun kirlendiğini hissetti. Daha
birkaç gün öncesine kadar kendilerini esir
eden ve her türlü zulmü yapan ordunun
üniformalarını giymek kendisini şaşkına
çevirmişti.
 Ancak, Dağcı huzursuzdu. Her sabah
giydiği Alman üniforması demirden dar
bir kalıp gibi ruhunu sıkıyordu. Boğulur
gibi oluyordu. Derslerden boş kaldığı
vakitlerde, karargahın en kuytu yerindeki
çam ağaçlarının gölgesinde için için
ağlıyordu
Alman üniforması

 Dağcı ve Alman üniformalarını giyen

diğer askerler dışarı
çıktıklarında, Alman askerlerinin
meydanın ortasına bir ateş yaktıklarını
gördüler. Bir Kazak subay Rusça
konuşma yaptı: “Sizler için esirlik bitmiş
bulunmaktadır. Bizimle beraber
memleketinizi düşmanlardan
temizleyeceğinize ve sizlere emanet
ettiğimiz, sırtınızdaki o Alman
üniformasının şerefini bir Alman gibi
koruyacağınıza inanıyoruz.” Subay
sözünü bitirdikten sonra herkesten
çıkardıkları Sovyet üniformalarını
koşarak ateşe atmalarını istedi. Askerler
eski üniformalarını ateşe
atarken, Almanlar kahkahadan
Dağcı’nın tesellisi
 Dağcı’nın Türkistan Lejyonunda en

büyük tesellisi, Türkistan’ın bağımsızlık
mücadelesi için eğitilmeleriydi. Aslında
kendisi Türkistanlı olarak görmüyordu.
O Kırımlıydı. Fakat onun için
Türkistan’ın bağımsızlığı, Kırım’ın
bağımsızlığı kadar önemliydi. Kırım
Türklerinin fikir ve düşünce adamı
İsmail Gaspıralı aklına geliyordu. O da
Türkistan halklarının bütünlüğü ve
bağımsızlığı için mücadele etmişti.
Türkistanlı askerlerin aralarında tek
Kırımlı olduğu için kendisine saygı
gösterdiklerinin de farkındaydı.

İsmail Gaspıralı
İki kutsal kelime
 Lejyon askerleri için iki kutsal kelime vardı:

Türkistan ve bağımsızlık. Bunun için
savaşacak ve bunun için öleceklerdi.
Vatanlarındaki dini ve manevi değerlere
sahip çıkacaklardı. Her sabah talime
çıkmadan önce tabur imamları vaaz ve
nasihatte bulunuyordu. Bu
imamların, “camilerimizi dine inanmayan
ateist Ruslardan kurtaracak mıyız” sorusuna
askerler hep bir ağızdan “kurtaracağız” diye
cevap veriyorlardı. Lejyonlar arasında dil
meselesi de önemli bir yer teşkil ediyordu.
Ana dile sahip çıkmak da bir vatanseverlik
olarak görülüyordu. Askerlerden biri
konuşurken yanlışlık veya dalgınlıkla
ağızından Rusça bir kelime kaçıracak
olursa, yanındakiler alınıp “Allah her millete
bir dil verdiği gibi, biz Türkistanlılara da bir
dil vermiş” diyorlardı.
Nazi aldatmacası

 Ancak, Nazi yönetiminin Türkistan’a

bağımsızlık vermek gibi bir planları yoktu.
Nazilerin Türkistan için düşündüğü en
iyimser siyasî haklar bile Sovyetlerin
tanıdığı hakların çok gerisindeydi. Kırım’ın
demokratik millî yönetiminin kurulması
için yedi ay boyunca Berlin’de Nazi
yetkilileri ile görüşmelerde bulunan
Müstecip Ülküsal sonunda böyle bir şeyin
imkansız olduğunu anladı. Ülküsal’a
göre, Almanlar Sovyetlerde işgal ettiği Türk
bölgelerine demokratik haklar vermekten
yana değildi. Bolşevikler gibi, Nazilerin de
gayesi Türk bölgelerini sömürmektir.
Üstelik, Almanlar bunu Ruslardan daha
kaba ve hızlı bir biçimde yapacaklardı.
Almanların hakimiyeti, neticede Sovyet
Birliği'ndeki Türkler için “efendi”
değiştirmekten başka bir şey olmayacaktı.
Üstün ırk
rahatsızlığı

 Nazilerin üstün ırk nazariyesi de

Türkistanlı askerleri rahatsız ediyordu.
Bu nazariyenin yersizliğini kendi
aralarında tartışıyorlardı. Bir
Türkistanlı asker şöyle diyordu:
“Kendilerini üstün bir ırk, asil kanlı
olduklarını sanıyorlar; ben Ferganalı bir
Özbek dihkanını bin Herr Franz’a
değişmem.”
 Lejyonda kapısında “Nur für
Deutschen”, yani sadece Almanlar için
yazılı tuvaletlerin bulunmasını da bu
nazariyenin bir sonucu olarak
görüyorlardı. Bir asker bu durumu
hicvederek şöyle dedi: “B..ları da
bizimkilerden başka sanki! Akasya
ağacının gölgesinde inşa ettikleri ahşap
tuvaletin kapısında “Nur Für
Deutschen” yazılı”.
Buruk sevinç
 10 Mayıs 1945’te sona erdiğini

haberini duyan Dağcı bu habere
yeterince sevinemedi. Biz
Beraber Geçtik Bu Yolu
romanında bu haberi nasıl
karşıladığını şöyle ifade
etmektedir: “Nihayet geldi son.
Savaş bitti. Gözlerim sulanıyor.
Ölenlerin ardından ağlamamı
irademin bütün kaslarıyla
önleyebiliyorum. Ama
sevinemiyorum.”
Savaş bitti, çile bitmedi
Evet savaş bitmişti. Ama Dağcı ve
onun gibilerin çilesi hala bitmemişti.
Vatanına dönemezdi. Nereye
gidecekti? Durumları diğer
mültecilerden farklıydı. Müttefiklere
karşı savaşmışlardı. Bundan dolayı
onların gözünde düşman
sayılıyorlardı. Kırım Sovyetlerin
yönetimindeydi. Sovyet lideri
Stalin, Almanların elindeki Sovyet
esirlerini hain ilan etmişti. Kırım’a
dönmek, ölüm demek, hapishane ve
sürgün demekti. Onun için savaşın
bitmesine sevinemiyordu. Dağcı’nın
hayatta kalma savaşı, insanca ve insan
onuruna yakışır bir biçimde yaşama
savaşı devam ediyordu.
Mülteci çilesi

 Dağcı, artık bir lejyoner, bir asker

değil, mülteciydi. Hem de Türk asıllı
bir Sovyet mültecisiydi. Hayatının
bundan sonraki dönemi bir
mültecinin yurt bulma mücadelesi
bulma olarak başlıyordu. Dağcı’nın
bu kaderini paylaşan yüzbinlerce
insan İtalya ile Avusturya’da endişe
içinde yaşıyordu. Ertürk, o dönemde
Kuzey İtalya’nın Türk mültecilerle
adeta bir Türk ülkesi görünümünü
aldığını belirtmektedir. Burada
mülteci kamplarında ve dışında
Alman ordusu saflarında savaşmış
olan yarım milyonu aşkın
Türkistanlı, Kazanlı, Kırımlı, Kafkas
yalı ve Azerbaycanlı askerler
bulunmaktaydı.
Azerbaycanlı Cabbar Ertürk:
Stalin’in baskıcı yönetiminin ağır
baskısından habersiz Amerikalı ve İngiliz
subaylar sivil halkın ülkelerini niçin terk
ettiklerini anlamakta zorlanıyorlardı.
Türk asıllı olanlarının
dışında, mültecilerin hemen hepsi
ABD’ye gitmek için yetkililere
yalvarmaktaydı. Türk asıllı olanların
gitmek istedikleri yegane ülke ise Türkiye
idi. Çünkü, onlar dil, din, gelenek ve
göreneklerinin Türkiye’de korunacağı
düşüncesindeydiler. Kendilerini esir
etmiş olan İngiliz ve Amerikalılara Türk
olduklarını gururla söyleyerek biz
Türkiye’den gideceğiz diyorlardı.
Sovyetlerden mülteci avı
 Ancak, onların önünü kesecek tedbirleri Moskova, çoktan almış

bulunuyordu. Almanlara karşı savaşan müttefik devletlerin daha
savaş bitmeden Almanya için ateşkes şartlarını belirledikleri
protokole, Moskova, Almanlarla birlikte Sovyetler Birliği’ni terk
eden vatandaşlarının geri verilmesi şartını koydurttu. Dahası
Stalin, Sovyet ordusundan esir düşerek Alman saflarında
kendilerine karşı mücadele edenlerin özellikle teslim edilmesini
istiyordu. Nitekim Almanya, İtalya, Avusturya ve Fransa’da
bulunan mülteciler 1945 yılının sonuna kadar istisnasız Sovyetler
Birliği’ne teslim edildiler. Moskova bunun için savaştan sonra
özel komisyonlar kurdu. Bunların temel görevi Batı Avrupa
ülkelerini dolaşarak buralardaki mültecileri önce tespit etmek ve
sonra “vatanınız sizleri bekliyor, size hiçbir ceza verilmeyecek”
şeklinde propaganda yaparak onların ülkelerine geri dönmelerini
sağlamaktı.
Zoraki teslimat
 İngiliz ve Amerikalı askeri

yetkililer, Sovyetler Birliği ile yapılan
anlaşma uyarınca, Sovyet vatandaşı
olduklarını tespit ettikleri mültecileri
kendi iradelerinin dışında ülkelerine
gönderdiler. Bunlar, Sovyet, İngiliz ve
Amerikan askerlerinin nezaretinde
konvoylar halinde trenlere
bindirilerek Sovyetler Birliği’ne sevk
edildiler. Sovyetler Birliği’ndeki
kendilerini bekleyen korkunç
akıbetten endişe eden bazı
askerler, trenlerden kendilerini atarak
intihar ettiler. Bunların sayısı o kadar
çoktu ki, İtalyan ve Fransız
gazetelerine haber oldular.

Azrail: Sen her zaman benim en iyi
dostum oldun Jozef Stalin.
Nihayet, Batı durumu kavradı
 Bu durum 1946 yılı başlarında Batılıların

dikkatini çekti. Özellikle UNRA (Birleşmiş
Milletler Yardım Teşkilatı) bu konuda ABD
nezdinde girişimlerde bulundu.
Nihayet, konu Birleşmiş Milletlerin
gündemine geldi ve hiçbir suçları olmayan
sadece Sovyet baskısından kurtulmak ve
insanca yaşamak isteyen insanları tekrar
bu baskı rejimine geri göndermenin bir
cinayet olduğu ifade edildi. Böylece, 1946
senesinden itibaren sivil mültecilerin
Moskova’ya iadesi durduruldu.
Büyük endişe
 Dağcı Sovyetler Birliği’ne teslim edilme endişesini hiç yenemedi.

Özellikle kampa ne zaman Amerikan askerleri gelse, içi ürperiyordu.
Onların kendilerini yakalayıp Ruslara teslim edecekleri korkusunu
içinde duyuyordu. Dağcı bu duygusunu Korkunç Yıllar romanında
Turan’ın 1.8.1946’da Roma’dan yazdığı mektupta yer alan şu satırlarda
görüyoruz: “Dün merdivenlerden inerken aşağıda, kapının yanında iki
Amerikan inzibat eri gördüm. Çocuk gibi titredim. Korktum. Odama
koşup saklandım. Kapıyı kilitledim, pencerenin önüne gittim. Odama
girecek olurlarsa, kendimi pencereden atacaktım. Bu korkularımın
sebebini biliyorum. Titremem çok uzun sürmedi. Güldüm bile. Her
üniformalı görüşümde, bir defa daha korkuyorum. Amerikan Hükümeti
sanki her inzibat erine Alman ordusunda askerlik yapmış olan Cengiz
Dağcı’yı tutup Ruslara teslim et, diye emir vermiş! Ama gene de
korkuyor, insanların yüzlerine bakamıyorum.”
Londra
 Polonyalı Regina ile hayatını birleştiren Dağcı bir

yolunu bulup İngiltere’ye gitmeyi başarır. Uzun yıllar
orada yaşayan Cengiz Dağcı Eylül 2011 tarihinde vefat
etti. Mekanı cennet olsun!
Sonuç
 Tarihin en çileli askerleri olan

Nazi lejyon projesindeki
insanların hayatı bugüne kadar
yeterince araştırılmamıştır.
 Bu konuda en kapsamlı bilgi
Dağcı’nın eserlerinde ve
Hatıratındadır. Bundan dolayı
Dağcı sadece edebi bir şahsiyet
değil, aynı zamanda önemli bir
tarihi şahsiyettir. Lejyonların
hayatını ondan daha iyi yansıtan
başka biri daha yoktur.
Teşekkür
 Cengiz Dağcı’nın anısına bu toplantıyı düzenleyenlere

ve tüm katılımcı ve dinleyicilere teşekkür ediyorum.

More Related Content

What's hot

The effects of ocean warming ón marine physiology
The effects of ocean warming ón marine physiologyThe effects of ocean warming ón marine physiology
The effects of ocean warming ón marine physiologyLoretta Roberson
 
Types Of Rocks!
Types Of Rocks!Types Of Rocks!
Types Of Rocks!donkerl
 
Geology of Earth
Geology of EarthGeology of Earth
Geology of EarthMohit Kumar
 
Environmental Pollution, protective measures of pollution
 Environmental Pollution, protective measures of pollution Environmental Pollution, protective measures of pollution
Environmental Pollution, protective measures of pollutionpardeeprattan
 
Earthquake
EarthquakeEarthquake
EarthquakeMiu Juni
 
Adaptations To Environment
Adaptations To EnvironmentAdaptations To Environment
Adaptations To Environmentscuffruff
 
Human impact on marine life
Human impact on marine  lifeHuman impact on marine  life
Human impact on marine lifeAmala Prisca
 
Environmental Segments and Natural/Biogeochemical cycles
Environmental Segments and Natural/Biogeochemical cyclesEnvironmental Segments and Natural/Biogeochemical cycles
Environmental Segments and Natural/Biogeochemical cyclesPRANSHU KUMAR GUPTA
 
Ocean Depths Habitat
Ocean Depths HabitatOcean Depths Habitat
Ocean Depths HabitatMr. Reynolds
 
Biotic Potential & Environmental Resistance.pptx
Biotic Potential & Environmental Resistance.pptxBiotic Potential & Environmental Resistance.pptx
Biotic Potential & Environmental Resistance.pptxShadowIncarnate
 
Industrial and mining pollution and its effects final
Industrial and mining pollution and its effects finalIndustrial and mining pollution and its effects final
Industrial and mining pollution and its effects finalPramoda Raj
 
Lss module 2 chpt 7 water pollution
Lss module 2 chpt 7 water pollutionLss module 2 chpt 7 water pollution
Lss module 2 chpt 7 water pollutionBetsy Eng
 
History of life on earth
History of life on earthHistory of life on earth
History of life on earthAmith Reddy
 

What's hot (20)

The effects of ocean warming ón marine physiology
The effects of ocean warming ón marine physiologyThe effects of ocean warming ón marine physiology
The effects of ocean warming ón marine physiology
 
Types Of Rocks!
Types Of Rocks!Types Of Rocks!
Types Of Rocks!
 
Geology of Earth
Geology of EarthGeology of Earth
Geology of Earth
 
Environmental Pollution, protective measures of pollution
 Environmental Pollution, protective measures of pollution Environmental Pollution, protective measures of pollution
Environmental Pollution, protective measures of pollution
 
Earthquake
EarthquakeEarthquake
Earthquake
 
The earth system
The earth systemThe earth system
The earth system
 
Adaptations To Environment
Adaptations To EnvironmentAdaptations To Environment
Adaptations To Environment
 
Formation of the universe
Formation of the universeFormation of the universe
Formation of the universe
 
Human impact on marine life
Human impact on marine  lifeHuman impact on marine  life
Human impact on marine life
 
Environmental Segments and Natural/Biogeochemical cycles
Environmental Segments and Natural/Biogeochemical cyclesEnvironmental Segments and Natural/Biogeochemical cycles
Environmental Segments and Natural/Biogeochemical cycles
 
Ocean Depths Habitat
Ocean Depths HabitatOcean Depths Habitat
Ocean Depths Habitat
 
Biodiversity and evolution
Biodiversity and evolutionBiodiversity and evolution
Biodiversity and evolution
 
Environment ppt
Environment pptEnvironment ppt
Environment ppt
 
Water pollution
Water pollutionWater pollution
Water pollution
 
Biotic Potential & Environmental Resistance.pptx
Biotic Potential & Environmental Resistance.pptxBiotic Potential & Environmental Resistance.pptx
Biotic Potential & Environmental Resistance.pptx
 
Industrial and mining pollution and its effects final
Industrial and mining pollution and its effects finalIndustrial and mining pollution and its effects final
Industrial and mining pollution and its effects final
 
Tsunami
TsunamiTsunami
Tsunami
 
Lss module 2 chpt 7 water pollution
Lss module 2 chpt 7 water pollutionLss module 2 chpt 7 water pollution
Lss module 2 chpt 7 water pollution
 
History of life on earth
History of life on earthHistory of life on earth
History of life on earth
 
Ppt environmental protection
Ppt  environmental protectionPpt  environmental protection
Ppt environmental protection
 

Similar to Cengiz Dağcı ve Türkistan Lejyonerleri

Similar to Cengiz Dağcı ve Türkistan Lejyonerleri (7)

Şu Çılgın Türkler - horozz.net
Şu Çılgın Türkler - horozz.netŞu Çılgın Türkler - horozz.net
Şu Çılgın Türkler - horozz.net
 
Nazım+hik..
Nazım+hik..Nazım+hik..
Nazım+hik..
 
Ali püsküllüoğlu
Ali püsküllüoğluAli püsküllüoğlu
Ali püsküllüoğlu
 
Ahmet altan ve kırar göğüsüne bastırırken
Ahmet altan   ve kırar göğüsüne bastırırkenAhmet altan   ve kırar göğüsüne bastırırken
Ahmet altan ve kırar göğüsüne bastırırken
 
Gezgin Şiirleri 2005-2007
Gezgin Şiirleri 2005-2007 Gezgin Şiirleri 2005-2007
Gezgin Şiirleri 2005-2007
 
ATATÜK'ÜN YAZDIĞI ŞİİRLER
ATATÜK'ÜN YAZDIĞI ŞİİRLERATATÜK'ÜN YAZDIĞI ŞİİRLER
ATATÜK'ÜN YAZDIĞI ŞİİRLER
 
Canakkale
CanakkaleCanakkale
Canakkale
 

Cengiz Dağcı ve Türkistan Lejyonerleri

  • 1. Cengiz Dağcı ve II. Dünya Savaşı Hatıraları Prof. Dr. Abdulvahap Kara Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi 05 Nisan 2012
  • 2. Tarihin En Çileli Savaşçıları: Türkistan Lejyonerleri  Stalinizm ve Hitlerizm Arasında Kaldılar  Yani en büyük iki diktatörünün baskısına birden maruz kalan insanlar
  • 3. Mustafa Çokay  Mustafa Çokay araştırmalarım esnasında Türkistan Lejyonerleri meselesi ile karşılaştım.  Türkistan Lejyonerlerinin korkunç durumu beni çok düşündürdü.
  • 4. Sorular… Sorular… Sorular…  Nazi esiri bu insanlar acaba esir     düştüklerine sevindi mi, üzüldü mü? Nazi zulmünü görünce nasıl bir hayal kırıklığı yaşadılar? Nazi esir kamplarında nelerle karşılaştılar? Türkistan Lejyonuna kabul edilip Alman üniforması giyince nasıl bir duygu yaşadılar? Savaş bitti, ama onların çilesi yine bitmedi. Onlar Stalin’in gözünde vatan hainiydi.
  • 5. Bu sorulara cevaplar  Sadece Cengiz Dağcı’da.  Çünkü, o da bir Türkistan Lejyoneriydi.  Tüm sıkıntıları çekmişti.  Yaşadıklarını eserlerine tam aksettirmişti?
  • 6. Tarihi misyonunu bilen adam  Savaşın sonunda, Dağcı için hatıraları yazıp bitirmek hayatının en önemli görevidir. Bunu ne pahasına olursa olsun tamamlamak azmindedir. Bu düşüncesini Yurdunu Kaybeden Adam romanında şu sözlerle belirtir: “…ben kendi dünyamda yaşarken onlar da benimle birlikte yaşamadılar. Yarın dünyamdan ayrılacağımı bilsem, birkaç yarım yamalak satırla “Hatıraları” yazar ve bitirirdim.” Korkunç Yıllar romanında da bunun için yaşamakta olduğunu şu satırlarla ifade eder: “Ölmüş kahramanların heykellerini ölüler değil, yaşayanlar yükseltirler. Onların ruhlarını içimden çıkarıp bir heykel haline getirmek için ben hayatta kalmalıyım.”
  • 7. Hatıraların önemi  II. Dünya Savaşı’nda ülkesi Nazilerce işgal edilen Hollanda Eğitim Bakanı, Londra radyosundan halkına şöyle seslenmişti: “Hollanda halkı Alman işgali sırasında çektikleri acıları kaydedip biriktirip bunları savaştan sonra yayınlamak zorundadır.” Bu sözler, 15 yaşındaki Anne Frank’a Amsterdam’da Nazilerden saklanan ailesiyle yaşadıklarını yazmasına sebep olur. Savaşta ölen Frank’ın yazıları daha sonra bulunarak kitaplaştırıldı ve birçok dillere de çevrildi. Kitap Almanya’da hiçbir kitapçının vitrinine konulmadığı halde yüzbinlerce sattı. Oyun haline getirildi. Ya bizde?
  • 8. Dağcı’nın savaş hatıraları  Dağcı’nın romanlarından sadece ikisi tamamen savaş anılarına ayrılmıştır.  İlk romanı Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam adıyla iki cilt halinde 1956’da İstanbul’da yayınlandı.  İkinci roman bundan tam 40 yıl sonra 1996’da yine İstanbul’da Biz Beraber Geçtik Bu Yolu adıyla yayınlandı.
  • 9. Roman Kahramanları  Birinci romanın kahramanı yani Cengiz Dağcı’yı canlandıran karakterin ismi Sadık Turan, ikinci romanda ise İzmail Tavlı’dır. İkinci roman Dağcı’nın çok sevdiği fedakar eşi Regina’nın hastalandığı zaman kaleme alındı. Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam’da Dağcı daha savaş bitmeden duygu ve düşüncelerini eserine yansıtmaktadır. Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanı ise savaştan yaklaşık 50 yıl sonra Dağcı’nın savaş günleri ve anılarıyla hesaplaşmasıdır. Bir başka deyişle, Sadık Turan savaşın taze duygularını, İzmail Tavlı ise 50 yıl sonra o anılarda gezinirken ortaya çıkan duygu ve düşünceleri yansıtır. Bu yüzden olsa gerek Dağcı, aynı sahneleri iki farklı kişiliğe yaşatmaktadır.
  • 10. Sadık Turan adı  Dağcı’nın roman kahramanına Sadık Turan adını vermesi tesadüf değil, bilinçli bir tercihtir. Araştırmacı Şahin, Dağcı’nın turan ülküsüne olan inancını Sadık Turan adıyla yaşatmak istediğine işaret eder. Çünkü, Dağcı, Türkistan Lejyonu günlerinde “müebbet ülke turan” idealine inandı. Türkistan Lejyonundaki arkadaşları Turan’a olan sadakatleri uğruna hayatlarını kurban etmişlerdi. Dağcı, böylece kahramanına Sadık Turan adını vermekle ölen arkadaşlarının anısına
  • 11. Dağcı esir düşüyor  Cengiz Dağcı 9 Ağustos 1941’de öğle saatlerinde Almanlara esir düştü. Korkunç Yıllar romanının kahramanı Sadık Turan ve Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanının kahramanı İzmail Tavlı da Bug Nehri kıyısında Almanlara esir düşmektedir. Dağcı hatıralarında bu konuya değinerek şunları söylemektedir: “Ben ne Sadık Turanım, ne de İzmail Tavlı. Ne var ki, her iki olayla benim o günkü durumum arasında yakınlık ve benzerlik var. Her iki romanımda da o günkü gerçek durumumdan istifade edildi.”  Peki Dağcı esir düştüğüne üzüldü mü?
  • 12. Hayır, üzülmedi  Dağcı, Bug Nehri kıyısında, Almanlara esir düştüğüne üzülmedi. Hatta buna sevinmişti bile. Çünkü esir düşmekle ateş kasırgasından sağ salim çıkmış oluyordu. Dağcı Korkunç Yıllar romanında esaretin harpsiz, ateşsiz ve ölümsüz geçen ilk günün, Sadık Turan’a cennet gibi geldiğini yazar.
  • 13. Zaten esirdiler  Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanında Tavlı da benzer duygular içindedir. Bu durumu Teğmen Tavlı ile Ukraynalı Çavuş Boyko arasında geçen bir diyalog ortaya koyar. Teğmen Tavlı, Almanlara esir düştüğü için coşkulu bir sevinç gösteren Boyko’ya esir olduklarını hatırlatır. Bunun üzerine Boyko “Ne fark eder? Eskiden de esirdik. Her zaman esir olduk. Canımızı kurtardık ya!.. Savaş bitti bizim için. Sağız. Yaşıyoruz. Önemli olan yaşamak!” der.
  • 14. Sevinç kısa sürdü  Ancak Almanlara esir düşen Dağcı’nın sevinci uzun sürmeyecekti. Nazi esaretinin savaşın ağır şartlarından çok daha beter olduğunu çok geçmeden anlayacaktı.  Nazi esir kamplarındaki ağır şartları gören ve daha kamptaki ikinci gün çizmesi ayağından alınan Dağcı Korkunç Yıllar romanında Turan’ın ağzından duygularını şöyle aktarır: “Alman çavuşun ayağımdan çizmeleri aldığı gün hiç kimseyle konuşmadım. O gün benim için yeni bir hayat başlıyordu... Yeni hayatta, hayat için savaşmanın lüzumunu hissediyorum. Bundan dolayı da herkesten nefret ediyorum. Tekrar cepheye dönmeye, harp etmeye razıydım. Kime karşı? Kime karşı olursa olsun! Ne uğurda olursa olsun! Neyin şerefine olursa olsun! Yalnız bu dört duvar arasındaki hayat için olmasın. Yalnız bu insanların arasından çıkayım.”
  • 15. Kurtuluş ümidi olmayan yer  Esirlerin getirildiği kamptaki meydan çok kalabalıktı. Esirlerin çoğu elbiselerindeki bitleri temizlemekle meşguldü. Orada burada hareketsiz yatan esirler göze çarpıyordu. Bunların öldükleri, ancak cesetleri iki üç gün sonra kokmaya başladıklarında anlaşılıyor ve ölüler bir duvarın dibine odun yığılır gibi yığılıyordu.  Gece olunca meydanda yatacak bir yer bulmak yeni gelen esirler için büyük bir sorundu. Kırmızı yapılar kapı pencerelerine kadar tıklım tıklım insan doluydu. Yer bulmak da mümkün değildi. Her yerde ağlayan, inleyen, uyuyan insanlar vardı. Yanlışlıkla bunlardan birine basacak olursanız, kızgın sesler ve küfürler yükseliyordu. Hatta tekme tokat saldıranlar da çıkıyordu. Dağcı’nın buradaki duyguları Korkunç Yıllar romanında Turan’ın ağzından şöyle yer almaktadır: “Yarabbim bu ne zulüm! Ömrümde ilk defa olarak kurtuluş ümidi bulunmayan bir yerde olduğumu anlıyorum.»
  • 16. Açlık ve ölüm kol kola  Kampta durum günden güne kötüleşiyordu. Esirlere bir hafta boyunca yiyecek hiçbir şey verilmedi. Her gün yüzden fazla esir açlık, susuzluk ve hastalıklardan ölüyordu. Bir sabah, meydanın köşesindeki hoparlörden yemek verileceği ilan edildi. Ayrıca yemek dağıtımı esnasında intizam bozulduğu takdirde ateş açılacağı da ikaz edildi. Kuyruğa giren esirler, sıraları geldikçe, mutfaktan verilen elli gram ekmek ve yarım litre çorbayı alıyordu. Çorbaları konserve kutularına, kutuları olmayanlar ise şapkalarına doldurtuyorlardı. Çorbasını ve ekmeğini alan esirler, arkadaşlarına sırtlarını dönerek adeta bir günah işliyormuşçasına gizli gizli yiyorlardı.
  • 17. Konserve kutusunun değeri  Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanından, konserve kutularının esirlerin en değerli eşyalarından biri olduğunu anlıyoruz. Esirler bin bir güçlükle temin ettikleri kutularını yanlarından hiçbir zaman ayırmıyorlardı. Bunun için konserve kutusunu açtıkları iki delikten geçirdikleri iple gündüzleri kemerlerine bağlıyorlar, gece ise başlarının altında korumaya alıyorlardı.  Çorba, yeşil renkli bir sıvı, ekmek de taşlı, samanlı ve tuğla gibi sertti. Ama günlerce aç kalıp hiçbir şey yememiş olan Dağcı’ya bu ekmekler, o güne değin yedikleri ekmeklerin içindeki en lezzetlisi gibi geliyordu
  • 18. Bir lokma ekmekle bayram sofrası  Dağcı’nın Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanındaki ifadesine göre, Kirovograd Esir Kampında geçen her ay, bir asra bedeldi. Burada yenen bir lokma ekmek, o kadar değerliydi ki, neredeyse, dört başı mamur bir bayram sofrasına eşitti. Kamptaki eziyet ve sıkıntı onu o kadar sarsmıştı ki, hayata bakışını dramatik bir biçimde değiştirmişti. O artık kentlerin insanlar için inşa edildiğine inanmıyor, bu insanların da Tanrı tarafından yaratılmış olduklarından şüphe ediyordu. Kirovograd’da yalnız insanlar değil, güneşin ışığı, gecelerin karanlığı, yağan yağmur ve hatta kar bile bir başkaydı.
  • 19. Esaretten kurtuluş ümidi  Evet, esaret böyle korkunçtu.  Bundan kurtulmanın, kamptan sağ çıkmanın tek yolu Türkistan ve diğer lejyonlara katılmaktı.  Cengiz Dağcı da böyle yaptı ve Türkistan Lejyonuna katılmak üzere kamyona binerek yola çıktı.
  • 20. Türkistan kelimesinin gücü Dağcı o andaki duygularını hatıralarında şu şekilde dile getirmektedir: “Yolculuğumuz sırasında kendimin Türkistanlı esirler arasında bulunduğumuzu anladım. Ne ki, (ben de dahil) nereye götürüldüğümüzün farkında değildik. Oysa Özbekler arasında yer alan konuşmalarda Türkistan Lejyonu ve Türkistan Ordusu gibi anlayabildiğim kelimeler geliyordu kulağıma. Öyle bir anda (kendimin farkında olmadığım) içimde uyuyan duyguların uyandıklarını hissediyor, karanlığın içinden çıkmış muhteşem bir tablo ışıldıyordu gözlerimin önünde: Türkistan Ordusu… Genç ömrümde hiç telaffuz edemediğim bu iki kelime gül gibi açılıyordu susamış kuru dudaklarımda.”
  • 21. Güneşli bir Nisan sabahı Varşova’nın 30 km güneydoğusunda Legionova kasabasına ulaştılar. Kamyon burada bir askeri kampın önünde durdu. Kampın ortasında duvarları kerpiç, damı çinko iki katlı kumandanlık binası ve çevresinde ahşap barakalar yer alıyordu. Eskiden Polonya ordu karargahı olan bu yer, bir esir kampı değildi. Burası bir eğitim kampıydı. Sovyet ordusundan esir düşen Türk kökenli askerler eğitiliyordu. Eğitilen askerlerden Alman ordusu kadrosu içinde Türkistan Lejyonu oluşturuluyordu. Lejyon, Dağcı Legionova’ya gelmeden bir ay önce kurulmuş olmalıydı. Korkunç Yıllar romanında bir esir kendisine şöyle der: “Bir ay oluyor. Berlin’den adamlar geldiler. Aralarında Almanca’yı su gibi bilenler vardı. Bizi meydanda topladılar, ateşli nutuklar söylediler. Türkistan’ın hürriyeti uğruna savaşmak için bizi silaha sarılmaya çağırdılar.” Lejyonda
  • 22. Sıkıntılar bitiyor  Artık Dağcı’nın hayatında yeni bir dönemin başladığı aşikardı. Dağcı, hayatının bundan sonraki bölümünün nasıl olacağını bilmese de, esir kamplarındaki hayatından çok daha iyi olacağını seziyordu. En azından yalnızlık çekmeyecekti. Dili, dini, kökeni ve tarihi ortak insanlar ile beraber olacaktı. Sıkıntıya düştüğünde elinden tutacak, ayağa kaldıracak birileri her zaman yanında olacaktı.
  • 23. Allah bizimle  Kampa geldikten hemen sonra yemek verdiler. Daha sonra hamama girip temizlenmeleri sağlandı ve Alman üniformaları dağıtıldı. Üniformalar yeni değildi. Prusya ordusundan kalan eski üniformalardı. Üniformaların kol yenlerine üç beyaz minareli Semerkant camiisi ve çevresine de “Allah bizimledir” yazısı işlenmişti. Üstlerine giydikleri bedenlerine uymayan eski üniformalarla halleri hem gülünç, hem de acıklıydı.
  • 24. Neydik, ne olduk  Şubat 1943’te Krakov Kampına getirilip Türkistan Lejyonuna dahil edilen İkram Han lejyondaki ilk gününü şöyle anlatmaktadır: “Sovyet Ordusunda rüyamıza dahi girmeyen çikolataları yiyip, sigaraları içtik ve barakalarda yattık. Sabah erkenden banyo yaptık. Çıkarken yeni Alman asker üniformalarını giydik. 8-9 ay cephelerde doğru dürüst yıkayamadığımız üniformayı çöpe attık. Banyodan çıkışta Almanların elimize üniforma verip “bunları giyin” demesi bize sürpriz oldu. Giyerken birbirimize bakıp hayretten ne diyeceğimizi bilmiyorduk. “Neydik, ne oluyoruz?” şeklinde şaşkın şaşkın düşünürken, aramızdan birisi “Vallahi sonunda Alman askeri de olduk. Bu da kaderimizmiş” dedi. Herkes bu acayip duruma kısmet diyerek güldü.”
  • 25. Şaşkınlık  Dağcı yabancı üniforma içinde önce vücudunun üşüdüğünü, sonra duygusallığını yitirdiğini, ardından da vücudunun kirlendiğini hissetti. Daha birkaç gün öncesine kadar kendilerini esir eden ve her türlü zulmü yapan ordunun üniformalarını giymek kendisini şaşkına çevirmişti.  Ancak, Dağcı huzursuzdu. Her sabah giydiği Alman üniforması demirden dar bir kalıp gibi ruhunu sıkıyordu. Boğulur gibi oluyordu. Derslerden boş kaldığı vakitlerde, karargahın en kuytu yerindeki çam ağaçlarının gölgesinde için için ağlıyordu
  • 26. Alman üniforması  Dağcı ve Alman üniformalarını giyen diğer askerler dışarı çıktıklarında, Alman askerlerinin meydanın ortasına bir ateş yaktıklarını gördüler. Bir Kazak subay Rusça konuşma yaptı: “Sizler için esirlik bitmiş bulunmaktadır. Bizimle beraber memleketinizi düşmanlardan temizleyeceğinize ve sizlere emanet ettiğimiz, sırtınızdaki o Alman üniformasının şerefini bir Alman gibi koruyacağınıza inanıyoruz.” Subay sözünü bitirdikten sonra herkesten çıkardıkları Sovyet üniformalarını koşarak ateşe atmalarını istedi. Askerler eski üniformalarını ateşe atarken, Almanlar kahkahadan
  • 27. Dağcı’nın tesellisi  Dağcı’nın Türkistan Lejyonunda en büyük tesellisi, Türkistan’ın bağımsızlık mücadelesi için eğitilmeleriydi. Aslında kendisi Türkistanlı olarak görmüyordu. O Kırımlıydı. Fakat onun için Türkistan’ın bağımsızlığı, Kırım’ın bağımsızlığı kadar önemliydi. Kırım Türklerinin fikir ve düşünce adamı İsmail Gaspıralı aklına geliyordu. O da Türkistan halklarının bütünlüğü ve bağımsızlığı için mücadele etmişti. Türkistanlı askerlerin aralarında tek Kırımlı olduğu için kendisine saygı gösterdiklerinin de farkındaydı. İsmail Gaspıralı
  • 28. İki kutsal kelime  Lejyon askerleri için iki kutsal kelime vardı: Türkistan ve bağımsızlık. Bunun için savaşacak ve bunun için öleceklerdi. Vatanlarındaki dini ve manevi değerlere sahip çıkacaklardı. Her sabah talime çıkmadan önce tabur imamları vaaz ve nasihatte bulunuyordu. Bu imamların, “camilerimizi dine inanmayan ateist Ruslardan kurtaracak mıyız” sorusuna askerler hep bir ağızdan “kurtaracağız” diye cevap veriyorlardı. Lejyonlar arasında dil meselesi de önemli bir yer teşkil ediyordu. Ana dile sahip çıkmak da bir vatanseverlik olarak görülüyordu. Askerlerden biri konuşurken yanlışlık veya dalgınlıkla ağızından Rusça bir kelime kaçıracak olursa, yanındakiler alınıp “Allah her millete bir dil verdiği gibi, biz Türkistanlılara da bir dil vermiş” diyorlardı.
  • 29. Nazi aldatmacası  Ancak, Nazi yönetiminin Türkistan’a bağımsızlık vermek gibi bir planları yoktu. Nazilerin Türkistan için düşündüğü en iyimser siyasî haklar bile Sovyetlerin tanıdığı hakların çok gerisindeydi. Kırım’ın demokratik millî yönetiminin kurulması için yedi ay boyunca Berlin’de Nazi yetkilileri ile görüşmelerde bulunan Müstecip Ülküsal sonunda böyle bir şeyin imkansız olduğunu anladı. Ülküsal’a göre, Almanlar Sovyetlerde işgal ettiği Türk bölgelerine demokratik haklar vermekten yana değildi. Bolşevikler gibi, Nazilerin de gayesi Türk bölgelerini sömürmektir. Üstelik, Almanlar bunu Ruslardan daha kaba ve hızlı bir biçimde yapacaklardı. Almanların hakimiyeti, neticede Sovyet Birliği'ndeki Türkler için “efendi” değiştirmekten başka bir şey olmayacaktı.
  • 30. Üstün ırk rahatsızlığı  Nazilerin üstün ırk nazariyesi de Türkistanlı askerleri rahatsız ediyordu. Bu nazariyenin yersizliğini kendi aralarında tartışıyorlardı. Bir Türkistanlı asker şöyle diyordu: “Kendilerini üstün bir ırk, asil kanlı olduklarını sanıyorlar; ben Ferganalı bir Özbek dihkanını bin Herr Franz’a değişmem.”  Lejyonda kapısında “Nur für Deutschen”, yani sadece Almanlar için yazılı tuvaletlerin bulunmasını da bu nazariyenin bir sonucu olarak görüyorlardı. Bir asker bu durumu hicvederek şöyle dedi: “B..ları da bizimkilerden başka sanki! Akasya ağacının gölgesinde inşa ettikleri ahşap tuvaletin kapısında “Nur Für Deutschen” yazılı”.
  • 31. Buruk sevinç  10 Mayıs 1945’te sona erdiğini haberini duyan Dağcı bu habere yeterince sevinemedi. Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanında bu haberi nasıl karşıladığını şöyle ifade etmektedir: “Nihayet geldi son. Savaş bitti. Gözlerim sulanıyor. Ölenlerin ardından ağlamamı irademin bütün kaslarıyla önleyebiliyorum. Ama sevinemiyorum.”
  • 32. Savaş bitti, çile bitmedi Evet savaş bitmişti. Ama Dağcı ve onun gibilerin çilesi hala bitmemişti. Vatanına dönemezdi. Nereye gidecekti? Durumları diğer mültecilerden farklıydı. Müttefiklere karşı savaşmışlardı. Bundan dolayı onların gözünde düşman sayılıyorlardı. Kırım Sovyetlerin yönetimindeydi. Sovyet lideri Stalin, Almanların elindeki Sovyet esirlerini hain ilan etmişti. Kırım’a dönmek, ölüm demek, hapishane ve sürgün demekti. Onun için savaşın bitmesine sevinemiyordu. Dağcı’nın hayatta kalma savaşı, insanca ve insan onuruna yakışır bir biçimde yaşama savaşı devam ediyordu.
  • 33. Mülteci çilesi  Dağcı, artık bir lejyoner, bir asker değil, mülteciydi. Hem de Türk asıllı bir Sovyet mültecisiydi. Hayatının bundan sonraki dönemi bir mültecinin yurt bulma mücadelesi bulma olarak başlıyordu. Dağcı’nın bu kaderini paylaşan yüzbinlerce insan İtalya ile Avusturya’da endişe içinde yaşıyordu. Ertürk, o dönemde Kuzey İtalya’nın Türk mültecilerle adeta bir Türk ülkesi görünümünü aldığını belirtmektedir. Burada mülteci kamplarında ve dışında Alman ordusu saflarında savaşmış olan yarım milyonu aşkın Türkistanlı, Kazanlı, Kırımlı, Kafkas yalı ve Azerbaycanlı askerler bulunmaktaydı.
  • 34. Azerbaycanlı Cabbar Ertürk: Stalin’in baskıcı yönetiminin ağır baskısından habersiz Amerikalı ve İngiliz subaylar sivil halkın ülkelerini niçin terk ettiklerini anlamakta zorlanıyorlardı. Türk asıllı olanlarının dışında, mültecilerin hemen hepsi ABD’ye gitmek için yetkililere yalvarmaktaydı. Türk asıllı olanların gitmek istedikleri yegane ülke ise Türkiye idi. Çünkü, onlar dil, din, gelenek ve göreneklerinin Türkiye’de korunacağı düşüncesindeydiler. Kendilerini esir etmiş olan İngiliz ve Amerikalılara Türk olduklarını gururla söyleyerek biz Türkiye’den gideceğiz diyorlardı.
  • 35. Sovyetlerden mülteci avı  Ancak, onların önünü kesecek tedbirleri Moskova, çoktan almış bulunuyordu. Almanlara karşı savaşan müttefik devletlerin daha savaş bitmeden Almanya için ateşkes şartlarını belirledikleri protokole, Moskova, Almanlarla birlikte Sovyetler Birliği’ni terk eden vatandaşlarının geri verilmesi şartını koydurttu. Dahası Stalin, Sovyet ordusundan esir düşerek Alman saflarında kendilerine karşı mücadele edenlerin özellikle teslim edilmesini istiyordu. Nitekim Almanya, İtalya, Avusturya ve Fransa’da bulunan mülteciler 1945 yılının sonuna kadar istisnasız Sovyetler Birliği’ne teslim edildiler. Moskova bunun için savaştan sonra özel komisyonlar kurdu. Bunların temel görevi Batı Avrupa ülkelerini dolaşarak buralardaki mültecileri önce tespit etmek ve sonra “vatanınız sizleri bekliyor, size hiçbir ceza verilmeyecek” şeklinde propaganda yaparak onların ülkelerine geri dönmelerini sağlamaktı.
  • 36. Zoraki teslimat  İngiliz ve Amerikalı askeri yetkililer, Sovyetler Birliği ile yapılan anlaşma uyarınca, Sovyet vatandaşı olduklarını tespit ettikleri mültecileri kendi iradelerinin dışında ülkelerine gönderdiler. Bunlar, Sovyet, İngiliz ve Amerikan askerlerinin nezaretinde konvoylar halinde trenlere bindirilerek Sovyetler Birliği’ne sevk edildiler. Sovyetler Birliği’ndeki kendilerini bekleyen korkunç akıbetten endişe eden bazı askerler, trenlerden kendilerini atarak intihar ettiler. Bunların sayısı o kadar çoktu ki, İtalyan ve Fransız gazetelerine haber oldular. Azrail: Sen her zaman benim en iyi dostum oldun Jozef Stalin.
  • 37. Nihayet, Batı durumu kavradı  Bu durum 1946 yılı başlarında Batılıların dikkatini çekti. Özellikle UNRA (Birleşmiş Milletler Yardım Teşkilatı) bu konuda ABD nezdinde girişimlerde bulundu. Nihayet, konu Birleşmiş Milletlerin gündemine geldi ve hiçbir suçları olmayan sadece Sovyet baskısından kurtulmak ve insanca yaşamak isteyen insanları tekrar bu baskı rejimine geri göndermenin bir cinayet olduğu ifade edildi. Böylece, 1946 senesinden itibaren sivil mültecilerin Moskova’ya iadesi durduruldu.
  • 38. Büyük endişe  Dağcı Sovyetler Birliği’ne teslim edilme endişesini hiç yenemedi. Özellikle kampa ne zaman Amerikan askerleri gelse, içi ürperiyordu. Onların kendilerini yakalayıp Ruslara teslim edecekleri korkusunu içinde duyuyordu. Dağcı bu duygusunu Korkunç Yıllar romanında Turan’ın 1.8.1946’da Roma’dan yazdığı mektupta yer alan şu satırlarda görüyoruz: “Dün merdivenlerden inerken aşağıda, kapının yanında iki Amerikan inzibat eri gördüm. Çocuk gibi titredim. Korktum. Odama koşup saklandım. Kapıyı kilitledim, pencerenin önüne gittim. Odama girecek olurlarsa, kendimi pencereden atacaktım. Bu korkularımın sebebini biliyorum. Titremem çok uzun sürmedi. Güldüm bile. Her üniformalı görüşümde, bir defa daha korkuyorum. Amerikan Hükümeti sanki her inzibat erine Alman ordusunda askerlik yapmış olan Cengiz Dağcı’yı tutup Ruslara teslim et, diye emir vermiş! Ama gene de korkuyor, insanların yüzlerine bakamıyorum.”
  • 39. Londra  Polonyalı Regina ile hayatını birleştiren Dağcı bir yolunu bulup İngiltere’ye gitmeyi başarır. Uzun yıllar orada yaşayan Cengiz Dağcı Eylül 2011 tarihinde vefat etti. Mekanı cennet olsun!
  • 40. Sonuç  Tarihin en çileli askerleri olan Nazi lejyon projesindeki insanların hayatı bugüne kadar yeterince araştırılmamıştır.  Bu konuda en kapsamlı bilgi Dağcı’nın eserlerinde ve Hatıratındadır. Bundan dolayı Dağcı sadece edebi bir şahsiyet değil, aynı zamanda önemli bir tarihi şahsiyettir. Lejyonların hayatını ondan daha iyi yansıtan başka biri daha yoktur.
  • 41. Teşekkür  Cengiz Dağcı’nın anısına bu toplantıyı düzenleyenlere ve tüm katılımcı ve dinleyicilere teşekkür ediyorum.